- 22 -
KAPAK
“Güzellik Atlası” projesi...
İçindekiler
-8-
- 46 -
Portre
Röportaj - 1
“Sanat Güneşi”miz Zeki Müren
Aşk Yeniden dizisinin ‘Derin Şevket’i Tamer Levent
- 14 -
Sinema Hollywood’un taçsız kralı Mel Gibson
-54Haydi Gülümse ve Haydi Gülümset Büt Dergisi
- 66 Röportaj - 2 Uzman Psikolog Yücel Sözer ile şiddet üzerine sohbet...
- 74 Çarpa Çarpa Astroloji
Burçları bir de böyle okuyun...
- 38 -
Malataya Malatya’nın simge ismi Mercede Kadir
- 22 Fotoğrafçı “Güzellik Atlası” projesinin sahibi Miheale Noroc
- 58 Gezi Florya Sosyal Tesisleri
3
Merhaba Sayın Seyirciler...
E d i t
ö
r
Ve sayın seyirciler, biz yine bize ayrılan sürenin bir başlangıcında yine karşınıza çıkmış bulunmaktayız: Merhaba.
4
Hemen yazımın başında sizlere artık her ayın 6’sında çıkacağımızı belirteyim de arada kaynayıp gitmesin. Evet aldığımız bir karar ile bundan sonra her ayın 6’sında biz burada yeni sayımızla sizlerin karşısında yer alacağız. Bunu aktardıktan sonra gelelim asıl konumuza.
biliriz? Nasıl önlemler almalıyız ve nasıl bir yöntem izlemeliyiz? soruların hepsini Sözer’e yönelttik ve uygun cevaplar aldık. Bu keyifli sohbetimizden biz kendimize düşen payı aldık, umarız sizler de alırsınız.
Portre bölümümüzde konuğumuz Zeki Müren oldu. Müren’in “Sanat Güneşi” oluşuna ve hayat yolculuğunu bir kez daha hatırlayalım. Ve bu vesileyle Zeki Müren’i saygı ile analım. Sinema bölümümüzde ise Mel Gibson ve filmlerini ele aldık. Asıl konumuz bu ayki dopdolu dergimizde Gibson’un beyaz perdede ve kamera arkası yaşamını sizler için analiz ettik. nelerin sizi beklediği. Bu ay sizleri üç Gibson’un oynadığı her filmde aslında tane röportaj bekliyor. İlk röportajımız gerçek yaşamında başından geçen olay“Aşk Yeniden dizisinde” ‘Derin Şevket’ lar nedeniyle role çabuk girdiğini biliyor rolüyle izleyici karşısında olan usta tiyatrocu Tamer Levent olacaktır. Bize evini muydunuz? açan Levent, sorularımıza içtenlikle cevap verirken, bizimle “öz çekim” yapmayı da Ve geçen sayıda aramıza katılan arkihmal etmedi. adaşımız Türkan Yıldız, bu sayıda sizler için Malatya’nın simgesi haline gelmiş “deliler”i yazdı. İçlerinden biri var ki halk Kadına şiddet onu milletvekili adayı bile yapmış, reklam İkinci röportaj konuğumuz ise Uzman Psikolog Yücel Sözer oldu. Şiddete şidde- filmlerinde oynatmış ve hatta kullandığı sopadan “Mercedes”i için bir ehliyet tle karşılık vermek ne kadar doğru? Aile bile çıkarılmış kendisine. Bu kişi tüm ve toplum içinde davranışlarımız nasıl Malatya’nın yakından tanıdığı Mercedes olmalı? Kadına şiddeti nasıl engelleye-
Künye:
Büt Dergisi
Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi
Kadir. Tabi bu yazımızla siz de onu çok yakından tanıyacaksınız. Haydi Gülümse ve Haydi Gülümset Parası olmadığı için kitap alamadığından okula gidemeyen, karda kışta yalın ayak okula giden çocuklar ülkemizin gerçekleri. Bu gerçekleri görüp susmayan biri var: Tuğba Altun. “Haydi Gülümse ve Haydi Gülümset” projesiyle ihtiyaç sahiplerine, okula giderken eksiklerle boğuşan öğrencilere ve ayağında ayakkabısı olmayan öğrencilere bir el uzatmış. Bu ele de destek gelmiş. Biz de bu ele buradan destek vererek sizlerin de bu ele el uzatmanızı istiyoruz. “Nereye gitsek de oturup iki lafın belini kırsak ailecek” dediğinizi duyar gibiyiz ve biz de bunun cevabı olarak Florya Sosyal Tesisleri’nde güzelce vakit geçireceğinizi söylüyoruz. Deniz kenarında, güzelce oturup çay içebileceğiniz, sohbet edebileceğiniz ve tüm bunları yaparken çocuklarınızın eğlenirken öğreneceği oyun alanlarının çok fazla olduğu bir yer. Yazımızı okuyunca zaten gidip görmek isteyeceksinizdir. Son olarak çalıştığı işten sıkılan, tüm işi bırakıp sırtına çantasını alıp içine fotoğraf makinesini koyarak “Güzellik Atlası” projesini gerçekleştirmek için dünyayı gezen bir fotoğrafçı ile tanışacaksınız: Mihaela Noroc. Kendisi 37 ülke gezerek makyajsız güzelleri fotoğraflayan bir gezgin fotoğrafçı. Kendisiyle bu projesi hakkında konuşma isteğimizi geri çevirmeyerek sorularımıza içtenlikle cevap verdi. Umarız bu sohbetten keyif alırsınız. Keyifli okumalar...
Büt Dergisi
Yazı İşleri
Ulya Altıntaş Editör
Emir A. Yılmaz Reklam
Mısra Yıldız
Katkıda bulunanlar
Serap Kamacı Emre Ceylan Ulya Altıntaş Müge Gül Türkan Yıldız Tuğba Altun Siyahi Sosyal Medya
www.facebook.com/butdergisi www.twitter.com/butdergisi tr.linkedin.com/in/butdergisi www.instagram.com/butdergisi
www.plus.google.com/+BütDergisibütdergisi www.butdergisi.tumblr.com www.pinterest.com/butdergisi/ www. freelyshout.com/butdergisi
info@butdergisi.com www.butdergisi.com
5
H A B E R
Katy Perry, müzik ödüllerinde gösterildiği 3 daldan da ödül alarak geceye damgasını vurdu.
Amerikan Müzik Ödülleri’nd Katy Perry damgası
42. Amerikan Müzik Ödülleri düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Ödül törenine üç dalda ödül alan Katy Perry ve One Direction grubu iki dalda ödül alan Avustralyalı Iggy Azalea damga vurdu. Los Angeles’taki Nokia Theater’da düzenlenen ve dünyanın en öneml müzik şovlarından birisi olarak kabul edilen etkinliğin 160’tan fazla ülkede izlendiği belirtildi. Ödül töreninde son dönemde öne çıkmış bi grup ve sanatçı renkli performansları ile izleyenlerin beğenisini topla Hareketli şovlardan birini gerçekleştiren Tylor Swift, performansının dından Dick Clark Award Mükemmellik ödülü aldı. Gecede ödül alan sanatçı ve gruplar şöyle: “Yılın sanatçısı: One rection - Yılın yeni sanatçısı: 5 Seconds of Summer - Yıl Single’ı: Katy Perry, Featuring Juicy J “Dark Horse” - Po rock kadın sanatçısı: Katy Perry - Pop/rock erkek sanatçısı: Sam Smith - Pop/rock grubu: One Direction - Pop/rock albümü: One Direction “Midnight Memories” - Kadın country sanatçısı: Carri Underwood - Erkek country sanatçısı: Luke Bryan - Country gru Florida Georgia Line - Country albümü: Brantley Gilbert “Just A I Am” - Rap/hip-hop sanatçısı: Iggy Azalea - Rap/hip-hop albüm Iggy Azalea “The New Classic” - Kadın soul/R&B sanatçısı: Beyon - Erkek soul/R&B sanatçısı: John Legend - Soul/R&B albümü: Be yonce “Beyonce” - Alternatif rock sanatçısı: Imagine Dragons - L sanatçı: Enrique Iglesias - Elektronik dans müziği sanatçısı: Cal vin Harris - İlham veren çağdaş sanatçı: Casting Crowns - Yetişk çağdaş sanatçı: Katy Perry - En iyi Film Müziği: Frozen”
68. Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye için yarışacak filmler açıklandı. Cannes Film Festivali Başkanı Pierre Lescure ve Cannes Film Festivali Yöneticisi Thierry Fremaux Paris’te düzenlenen basın toplantısında, Altın Palmiye için mücadele edecek filmleri kamuoyuna duyurdular. Festivalde Türk yönetmen Ziya Demirel’in “Salı” adlı filmi de kısa metraj kategorisinde yarışacak. Yönetmen Rezan Yeşilbaş’ın “Sessiz” adlı filmi 65. Cannes Film Festivali’nde kısa metraj kategorisinde en iyi film ödülüne layık görülmüştü.
68. Cannes’ın adayları açıklandı
Festivalin açılışı 1987 yılından bu yana ilk kez bir kadın yönetmenin filmi ile yapılacak. Açılışta Emmanuelle Bercot’nun “La Tete Haute” filmi gösterilecek. Cannes Film Festivali’nin jüri başkanlığını bu yıl ilk kez iki kişi yürütecek. Yönetmen Joel ve Ethan Coen kardeşler festivalin jüri başkanlığını yapacak. Yönetmen kardeşler, 1991’de “Barton Fink” filmiyle Cannes Film Festivali’nde Altın
6
Palmiy festiva Coen k “Fargo yo” dal rin, Al “İklim kısa fi 13-27 Palmi Villen Bomb Laszlo wenn zel / Umimachi Diary : Hirok Yinniang : Hou Hsiao Hsie / teo Garrone / Margurite et Ju Brize / Dheepan : Jacques Au
de
.
ile
li
irçok adı. n ar-
e Dilın op/ m
ie ubu: As mü: nce eLatin lkin
Google Halikarnas Balıkçısı’nı unutmadı Akdeniz’in ünlü şairlerinden “Halikarnas Balıkçısı” olarak anılan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın 17 Nisan doğum günüydü. Dünyaca ünlü teknoloji devi ve arama motoru Google “Halikarnas Balıkçısı”nı 125. doğum günününde unutmayarak ona özel bir doodle yayınladı. CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI KİMDİR? 17 Nisan 1886 tarihinde, Osmanlı’nın son köklü ailelerinden Şakir Paşa Ailesine mensup babası yüksek komiser olarak görev yaptığı Girit’te doğdu. Babası Girit ve Atina’da sefirlik ve valilik yapan Mehmet Şakir Paşa, annesi Giritli Sare İsmet Hanım; amcası II. Abdülhamit devri sadrazamı Cevat Şakir Paşa, dedesi Şurayı Askeri Dairesi Reisi Miralay Mustafa Asım Bey’dir.
ye kazanmış, 2013’te de “Inside Llewyn Davis” filmiyle alin Büyük Ödülü’ne (Grand Prix) layık görülmüştü. kardeşlerin kariyerinde dönüm noktası özelliği taşıyan o” filmi ise “en iyi kadın oyuncu” ve “en iyi orijinal senarllarında Oscar ödülü almıştı. Toplantıda Coen kardeşleltın Palmiye’nin sahibi yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın mler” filmine göndermeler yaptığı “World Cinema” adlı filmi de gösterildi. Mayıs tarihlerinde gerçekleşecek olan festivalde Altın iye adayı filmler ve yönetmenleri şöyle : Sicario : Denis neuve / The Sea of Trees : Gus Van Sant / Louder Than bs : Joachim Trier / Youth : Paolo Sorrentino / Saul Fia: o Nemes / Mia Madre : Nanni Moretti / Mon Roi : Mai/ The Lobster : Yorgos Lanthimos / Macbeth : Justin Kurkazu Kore-Eda / Shan He Gu Ren : Jia Zhang-Ke / Nie Carol : Todd Haynes / Il Racconto Dei Racconti : Matulien : Valerie Donzelli / La Loi du Marche : Stephane udiard.
GİZEM BERK ‘TEN “ELİMİ BIRAKMA” ALBÜMÜ Gizem Berk’in 2. solo albümü ‘Elimi Bırakma’, ADA Müzik etiketiyle Nisan ayında müzikseverlerin beğenisine sunuldu. Söz ve müzikleri Gizem Berk’e ait “Elimi Bırakma” albümünde, 1999 ile 2013 yılları arasında bestelenmiş 11 Türkçe, 1 tane de İngilizce olmak üzere 12 şarkı yer alıyor. Her insanın hayatında deneyimlediği; aşk, ayrılık, geçmiş sorgulaması, ölüm ve yaşam temalarının yer aldığı albümün prodüktörlüğünü Erkan Tatoğlu, yardımcı prodüktörlüğünü ise Gizem Berk üstlendi. Albümde yer alan şarkıların düzenlemeleri Erkan Tatoğlu ve Ferhat Şahin tarafından yapıldı. Rock müziğin farklı temalarının kullanıldığı albümün kayıt aşamasında Ferhat Şahin (klavye), Cüneyt Karayalçın (bas gitar), Derun Tekelioğlu (davul), Doruk Baykal (gitar) ve Erkan Özbek (viyolonsel) müzisyenler katkıda bulundu . İlk video klip, albümle aynı adı taşıyan “Elimi Bırakma” isimli şarkıya Emir Khalilzadeh yönetmenliğinde çekildi.
7
PORTRE
BATMAYAN SANAT GÜNEŞİ
ZEKİ MÜREN
H
- Serap Kamacı -
epimizin az çok bilgisi var aslında onun hayatıyla ilgili. Bursa’da doğup büyümesi, İstanbul’da eğitimine devam etmesi ve ardından gelen büyük bir şöhret... Elbette bu şöhret zorlu bir sürecin ardından geliyor Zeki Müren’e. Şöhretin daha doğrusu bu büyük başarının, kendisini kabul ettirmesinin ardından bir de taç takılıyor “Paşa’’ diye, Antalya halkından sanatçıya... Aspendos’ta verdiği 27 bin kişilik ve tam olarak 3.5 saat süren bir konserin ardından aldığı bir lakaptır bu. 8
B端t Dergisi
9
“6 Aralık 1931’de doğmuşum, iyi mi etmişim? / 37 İlkokul siyah önlük, beyaz yaka, toplumda ilk fiyaka / 41 Orta mektepte soluk beniz, kısa saç ve umutlardan kıskaç / 1945 Lise, pembe hayaller, yeşil filizler, yorulmayan dizler / Akademi 1950 renk dünyasında renksiz yelkenli / 1952 film, plak, dik bir boyun ve alın ak / 1954 sahne, çile, para, çile artık ne dilersen dile / 62 en büyük aşkım, 62 en deli gönlüm, 62 en neyse / Bin dokuz yüz bilmem kaç veda kara dünyaya” Bu sözlerle anlatıyor Zeki Müren, 31 yıllık geçmişini sevenlerine... Yolun yarısı aslında. Ömrünün ilk yarısını sadece dokuz cümleye sığdırıyor. 9 cümlede “Sanat Güneşi”nin doğuşu ve batmaya başlaması saklı. Hepimizin az çok bilgisi var aslında onun hayatıyla ilgili. Bursa’da doğup büyümesi, İstanbul’da eğitimine devam etmesi ve ardından gelen büyük bir şöhret... Elbette bu şöhret zorlu bir sürecin ardından geliyor Zeki Müren’e. Şöhretin daha doğrusu bu büyük başarının, kendisini kabul ettirmesinin ardından bir de taç takılıyor ‘’Paşa’’ diye, Antalya halkından sanatçıya... Aspendos’ta verdiği 27 bin kişilik ve tam olarak 3.5 saat süren bir konserin ardından aldığı bir
lakaptır bu. 3.5 saat tek başına, yani alt kadro olmadan verdiği bu konser, Antalyalıları o kadar mest etmiş olacak ki “Paşa” diye seslenmeye başlıyorlar Müren’e. Ve Zeki Müren verdiği bir röportajda anlatıyor: Antalya, Bodrum, İstanbul derken tüm Türkiye sesleniyor Zeki Müren’e “Paşa’m” diye. Müziğin yeni ve ilk Paşa’sıdır Zeki Müren. Pek tabi ki bu kısa anısından da anlaşılacağı gibi Sanat Güneşi’miz döneminde de büyük takdir toplamış ve o zamana oranla büyük kitlelere hitap etmiştir. O zamanki kitle ile kendimizi ; yani şimdiki nesli kıyasladığımda üzülüyorum aslında. Bizler, bu dönem ve bundan sonraki dönem nesli olarak ne yazık ki daha az şanslıyız. Zeki Müren’in ya da Sanat Güneşi’miz veya Paşa’nın, siz nasıl anmak istiyorsanız, az sayıdaki video kayıtlarına erişiyor olabilmek ve canlı dinlemenin tadını alamamış olmak benim için her zaman bir ukte olarak kalalacak. Ki eminim benim gibi düşünen onlarca insan vardır. Yazdığı her şiirde şarkı sözünde aşkın her halini iliklerine kadar hisettiriyor Paşa. Her şiiri, her bestesi aşkla, ayrılıkla yazılmış ve her kelimesi duygu dolu ki bu besteleri seslendiren bir de Paşa olunca ister istemez kopuyor dinleyenin içinden bir parça. İnsanın ruhunu okşayan sesi mi, yüreğinden dökülen şiirinin yüreğimize dokunması mı bilmiyorum; ama apayrı bir yerde tüm besteleri. Sen de başını alıp gitme ne olur / Ne olur tut ellerimi / Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar / Ve hiçbir şeyi özlemedim seni özlediğim kadar / Sende başını alıp gitme ne olur...
Zeki Müren halkın içinde...
10
Hissetiğimiz; ancak dile getiremediğimiz her duygu Zeki Müren
PORTRE bestelerinin satırlarında gizli aslında. Her bestesinde, her satırında, her notada bir acınızı, bir aşkınızı, bir neşenizi bulmanız kaçınılmaz. Duygularınızın tercümanı adeta. Tabi bunlar benim düşüncelerim ve duygularım; ancak eminim çoğunluk benim gibi düşünüyor olmalı ki hala eskimeden hatta daha da değerlenerek dinlenmeye okunmaya devam ediyor bu hazine değerindeki besteler.
Bir Güneş Doğuyor...
Bu bestelerini halkla buluşturmasında da tabi ki meşakkatli yollar kat etmiş Paşa. Sanata ilk adımı TRT Radyoları’nda atmıştır bildindiği gibi. TRT’nin yaptığı ses yarışmasında elde ettiği birinciliği ben geliyorum diyişidir. Ve başlar TRT Radyoları’ndaki macerasına tam 15 yıllık bir maceradır bu. Artık Zeki Müren, hiç kuşkusuz vazgeçilmez isimlerinden olmuştur TRT Radyoları’nın ve dinleyenlerinin. Yaptığı canlı yayın programları 7’den 70’e herkesin beğenisini toplarken tabi ki Zeki Müren için sahne hayatı da başlamaktadır. Sahnelerde uzun yıllar sevenlerine kendine has üslubuyla seslenmiş ve eserlerini sergilemiştir. Bu süre zarfında oyunculuk da yapmış ve tüm filmlerinin bestesini kendisi yapmıştır. Oyunculukla da kendisini sevdiren Müren, artık daha fazla kişiye ulaşmaya başlamıştır. Döneminin en başarılı ismi olarak tabi ki bütün basının gözü de Paşa’nın üzerindedir. Röportajlar, belgeseller, özel yayınlar, canlı yayın programları derken ardı arkası kesilmeyen bir ilgi ve çalışma temposu ve ilerleyen yaşın cefası olarak Paşa’ya diyabet teşhisi koyulur. Şeker hastalığının yanında bir de kalp rahatsızlığı baş gösterince artık dinlenmeye çeker kendini. Paşa da verdiği röportajlarda “kendini dinlemek” olarak tanımlar bu süreci. Bu kendini dinlemek süresi tam 6 yıl devam eder ve Sanat Güneşi 6 yıl sahnelere ara verir.
Büt Dergisi
“Kendini Dinlemek” Yılların Yorgunluğu
Bodrum’da devam eden 6 yıllık kendini dinlemenin ardından yıllar sonra Paşa, ilk başladığı yer olan TRT’de kendisi için düzenlenen bir programa katılır. Paşa’ya burada kendisi için hazırlanan özel bir ödül verilir. Zeki Müren’in TRT’de yıllar sonra ekranlarına çıkması hayranlarının yanında TRT çalışanları ve tüm gazetecileri heyecanlandırmış olacak ki stüdyoda bir basın ordusu yerini alır, Paşa’nın yıllar sonra fotoğraflarını çekmek için. Ve TRT kamera arkasında görünür Sanat Güneşi’miz. Yüzünde yılların yorgunluğu, hastalığın verdiği bitkinlik sanki 65 yılın yükü bir anda omuzlarına koyulmuş gibidir... Ve Paşa yardımcıları eşliğinde stüduyoya gelir, yanında Ajda Pekkan ve Muazzez Ersoy ile. Kendisi için hazırlanan ödülün takdim edilmesine gelmiştir sıra. Ancak Paşa ödülü yerinde oturarak değil de ayakta almak ister. Ve belkide sanat hayatında aldığı en anlamlı hediye olan, yıllar önce ilk defa TRT Radyoları’nda şarkı söylerken kullandığı mikrofon takdim edilir. Yıllardır sahnelerde binlerce insana seslenen Zeki Müren, o an sanki ilk defa sahnede yer alıyormuşcasına heyecanlanır ve ödülü büyük bir mutlulukla kabul eder. Aldığı ödülün ardından kuliste dinlenmek istediğini söyleyen Paşa, kuliste geçirdiği kalp kriziyle veda eder hayata. Kendisine Sanat Güneşi ismi verildiği sahnelerde veda eder sanata ve hayata. Elbette sanata veda etmesi sadece fizikidir. Paşa’nın sanata olan katkısı, desteği, dünyada sanat var oldukça devam edecektir tabi ki. Ve bugün de Paşa’nın doğum günü olan 6 Aralık, 2012 yılından bu yana “Türk Sanat Müziği Günü” olarak kutlanmaktadır. Sadece 6 Aralık’ta değil, besteleri ile Zeki Müren her zaman sevenleri tarafından anılmaya devam edecektir...
11
Kitap okumada dünyada 12.sıradayız Ülkemizde kitap okuma oranı gün geçtikçe artıyor. Yapılan açıklamalara göre Türkiye’deki kitap fuarlarının sayısının arttığı, niteliğinin geliştiği ve bunun da okuma oranlarına yansıdığı belirtildi. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Hamdi Turşucu, Türkiye’de 2000’li yılların başından itibaren kitap okuma oranın her yıl daha iyi rakamlara ulaştığını belirerek şunları kaydetti: “Ne yazık ki bu ülkede bir algı var. Kitaba, kütüphanelere, sanata, kültüre dair çok fazla etkinlik olmuyormuş gibi düşünülüyor ama ülkemiz, geçen sene basılan kitap sayısı ve basım piyasası büyüklüğü bakımından dünyada 12. sıraya yerleşmiş durumda” Geçen yıl Türkiye’de 544 milyon kitabın basıldığı, satın alma gücümüzün arttığı da yapılan açıklamalar arasında.
12
B端t Dergisi
l l o H
M
S
k o
14
SiNEMA
ı l a r K z ı s
ç a T d’un
o o w ly
L E M
N O S B İ G
ül G e g ü M inirz e g de n i r nın ı e l ğ ı k l i l l erin r ada kra d n i özg i g n b e i a v s n a sm eva usu a d n bir a m n n y , e a ı k l n r o i a l a enen fından bi uzun saçl isi altına rakter d a ral inem rkes tara i etk lü bir ka z m i s u K e e ç ı. yl ken h ükümdar mimikleri yapan, gü h z az ı luk s u m ç l c a u t n t u n... y nu o o u s ue b e i d v G ken b i” m r l l a l e fi u leri s rg ;M 43 izi so sa’nın Çile e m n i a d ğ e d e c ;İ ğı le sen bir a 8 apabi izi. “Tutku için yaptı ıi y 3 s r . a e l l r r e n kra lan için n iniz kendi n inananla n gözyaşla en o u s k i s e cu n ren abilir eygamber ya çalışırk ları yapar i l u v e y d o bun ir p ma şını lmız
S
ile b rlığı anla 59 ya ynadığı fi te tüm daha yaln ayı V a . d z n a i ı o k e yön rmaş feda ulabilirsin nkinden ak ay a sadece a n c k i O n u i z s boğ ımd zama ere tüm b rinde size ğimi endi inemaya z i a k t r a n ç , e y l e i h i ğ G k s Sizl nizi ir ye le ile de bu ay e larak kendi bilirsiniz. unuzun b ngiz kral i aktör portreleri netmen o ad Max v ir e h e M yö ki issed ancak ru bu esrar nün bütün ya lır b ı h y a lerde lm ve bir e olacak. s ; gücü cu fi rl çıkma şaran hatırı şatan tiği 3 rı ile sizle erileri ile uncunun u nasıl ya unmayı ba ü ve görüş yolculuğa s c la y a ir dok kattık em Silahı tan usta o nen adad ken yal gü an eşsiz b a h n e n r a ş u a d n Cehe a da imza ollywood bir göz at varla on esi ile olu y ı H na yle leşm iniz? başar olmayan na şö inizdeki ca üz u rs ğ ı u ne de bucağ sahip old am”da iç zgürlüğün d re ö bir ye Olmayan A Yürek”te r “Cesu “YüzüDergisi n e k r Büt i 15 ş yüzle
» Justin karakterini ete kemiğe
büründüren Mel Gibson’un reel hayatta benzer bir kaza geçirdiği ve estetik olarak bunu gizlediği ile ilgili bir şehir efsanesi de mevcut.
16
ettiği benliğine ulaşmayı başarır. Kasaba halkının dostluklarına karşı tutumu ve İsviçre asıllı yazar Isabelle Holland’ın aynı bitmek bilmeyen sorgulamalarının üstünden gelen ikili takdire şayan bir dostismi taşıyan romanından uyarlama olan film Mel Gibson’un ilk yönetmenlik dene- luğun birbirinden hoşnut tarafları olmayı sürdürdükçe güçlenirler. mesi olma özelliğini taşısa da ne yazık ki Justin karakterini ete kemiğe fazla fark edilmemiş ve buna bağlı olarak büründüren Mel Gibson’un reel hayatta hakkı yenmiş bir yapım. 1993 yılında benzer bir kaza geçirdiği ve estetik olarak çekimleri tamamlanan filmi ülkemizde 2002 Kasımında izleme fırsatı bulmuştuk. bunu gizlediği ile ilgili bir şehir efsanesi de mevcut. Lakin size aktörün aslında Geçirdiği trafik kazası sonucunda yüzünün yarısı yanan öğretmen Justin Mc- bundan çok daha zor bir hastalıkla yıllardır baş ettiğini söylemeden geçemeyeLeod bu korkunç kazanın ardından işini, sosyal yaşamı ve dostluklarını kaybetmesi ceğim. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı ile yetmiyormuş gibi bir de kaza sırasında savaşan oyuncuyu buna iten sebep oldukça yanında bulunan bir çocuğun ölümü ile yaygın olan bir psikolojik rahatsızlık. Bipode suçlanınca hayatı bir anda kabusa lar Bozukluk’tan muzdarip aktörün ruhsal döner. Bir zamanlar evi olan kasaba artık hayatındaki duygusal dalgalanmalar onu ondan nefret eden insanlarla yaşamak zaman zaman zora sokarken, o bu durumu zorunda kaldığı adeta bir cehenneme lehine çevirmeye çalışıyor. İçsel dünyasındönüşmüştür. Justin’i pedofili(sübyancı) daki gelgitlerini canlandırdığı karakterlere olmak ile yargılayan kasaba halkı çocuklarını ellerinden geldiği kadar ondan uzak yansıtarak çok başarılı performanslara dönüştürmeyi başarabiliyor. tutmaya çalışırlar. Peki bir kesim izleyici için bu filmi bu Küçük kasabanın adeta dehşet dolu derece özel kılan neydi? Şüphesiz oldbir gece yarısı masalının korkunç canavukça sağlam bir romandan ustaca senaarı haline gelen genç adam herkese hatryolaştırılması mühim bir noktaydı. Lakin ta kendine bile yabancılaşarak hayatına bana göre “Yüzü Olmayan Adam” izleydevam etmeye çalışır. en herkesi etkisine almayı başarıyordu; Ancak bir gün oldukça meraklı bir çünkü bu filmde içinde bulunduğunuz küçük adam olan Chuck, bu esrarenyaşama bir şekilde dokunan bir taraf giz kasaba sakininin aslında o derece vardı. Toplumsal önyargılar, insanların dış korkunç olmadığını keşfeder ve ruhu görünüşe verdiği önem, kişiliğinizin çoğu incinmiş olan Justin ile karmaşık da olsa zaman hiçe sayılması ve tüm baskılar sobir ilişki kurmayı başarır. İkili birbirlerine yardım ettikçe aralarındaki dostluk güçle- nucu kendi içinizde kaybettikleriniz. Bir gün insanoğlu bir diğerinin içini nir. Chuck sadece okuldaki derslerinde görmeyi becerebilirse öğreneceği çok şey hayallerine kavuşmak için değil, hayat denen ve yaşanılan her saniyesinden ders olacağını geriye kalan her şeyin sadece basit dayatmalardan ibaret yüzeysel bir çıkartılması gereken zor bir süreç içinde dünyanın parçası olduğunu anlayacakJustin’den yardım alır. Yüzünün yarısını kaybeden ve pek çok tır. Yakın gelecekte mümkün durmasa da, bunu umut etmek bile sağlam bir insanın önyargılarıyla yok saydığı Justin başlangıçtır. ise bu küçük dostunun yardımıyla yok
Yüzü Olmayan Adam (The Man Without a Face)
Büt Dergisi
17
iği toprakları sahip olduklarından daha çok önemseyen genç bir adamın hikaSavaşırsanız ölebilirsiniz. Kaçarsanız biraz yesi 1995 yılında yarım bir kurgu ile daha yaşayabilirsiniz. Ama bundan yılhayat buldu. Geçmişe yapılan muhlar sonra yatağınızda ölümü beklerken, o teşem bir gezintide kendinizi adeta yaşadığınız günleri bu günle değiştirmeyi vatansever bir İskoç olarak bulacağıhayal edeceksiniz. Bu fırsatı düşleyeceksiniz nız film özellikle tarih ve savaş filmve bu günlere dönüp şunu söylemek istleri severeyeceksiniz. Hayatlarımızı alabilirler! Ama ler için hatıözgürlüğümüzü asla elimizden alamazlar! rı sayılır bir Özgür İskoçya’ya... yere sahip. Repliği ile hafızama adeta kazınmış olan 1280 yıCesur Yürek, bana göre günümüze kadar lında İskoççekilen en muhteşem film olma özelliğini ya’da başlakaybetmemiştir. Öyle bir film düşünün ki, yan hikaye, tarihsel hataları olsa da muhteşem bir seçocukluk aşkı naryo, büyüleyici bir müzik, en iyi savaş sahnelerinden en tutkulu aşk sahnelerine akıl ile gizlice evlenen almaz bir harmoni ile karşınıza çıkarak sizi Williamolduğunuz yere 3 saat boyunca adeta çivili’ın karısını öldüren yor. İzleyen istinasız herkesi özgürlük denen o muhteşem hakka sahip çıkmaya iten içten, İngiliz askerlerine karşı açtığı savaşın ta yüreğinizin derinlerinden gelen bir isteğe nasıl dalga dalga büboğuyor. Bir ülkenin kendinden kat kat güçlü başka yüdüğüne ve aşk dolu bir intikamdan nasıl bir ülkeyle olan destansı özgürlük savaşında özgürlük için bir çığlığa hem kamera önünde hem de arkasında Mel Gibson’u izlemek ciddi anlamda rastlanılması dönüştüğüne tanıklık etmemiz ile son buluyor. zor bir şans bizler için. Filmi izlerken Mel GibTarihin tozlu yüz binlerce sayfasında belki son’u Wallace’dan ayıran nede en çok saygıyı hak eden kahramanlardan redeyse hiçbir fark bulamıyorbiri şüphesiz William Wallace’tır. 33 yaşınsunuz. Gözlerinde o isteği, azda hayatını kaybeden İskoçya’nın özgürlük mi ve bitmek bilmeyen o özneferi, adını sonsuzluk duvarına adeta altın gürlük aşkını okuyabiliyorsuharflerle kazımıştır. Soylu bir aileden gelen; ancak vatan ded- nuz. Bir aktör için en önemli
Cesur Yürek (Braveheart)
18
şey olan rolle bütünleşmenin adeta kitabını yazan oyuncu, kendisini bundan daha iyi yönetemezdi şüphesiz. Oyuncularına günlerce yıkanmayı dahi yasaklayan bir yönetmen olarak son derece despot görünen Gibson, belki de başarısını bu farklı çalışma yöntemlerine borçluydu. İngiliz kralının kalesine kadar gelen William ihanete uğrayarak yakalanıp idama mahkum edildikten sonra izleyen hemen herkes gibi ben de hayal kırıklığına uğramıştım. Film boyunca adeta bütünleştiğiniz kahramanınız yakalanmış ve kötüler kazanırken, içinizdeki hırs egonuzun altında yenilirken Gibson size son bir iyilik yapıyor. Karısının intikamı için başlattığı; ancak daha sonra ülkesinin özgürlüğü için bir mücadeleye dönüşen savaşın sonun-
Büt Dergisi
da Wallace cellatlarıyla yüzleşir. Ona öfke dolu olan binlerce insanın önünde önce işkenceye maruz kalan savaşçı yeterince aşağılandığına karar verilince bağırsakları dışarı çıkarılır. Son nefesini vermek üzereyken düşmanları olarak gördükleri adama acıyan halkın önünde Wallace son gücünü toplar ve dudaklarından çıkan son söz “ÖZGÜRLÜK” olur. Başı kesilmeden gördüğü son şey çok sevdiği karısı olan William Wallace İskoçyalılara özgürlüklerini kazanmaları için yüreklendiren bir vatansever olarak hayata veda eder. Ölümünden sonra vücudu 4 parçaya ayrılan Wallace ruhen ise on binlerce parçaya bölünerek adeta tüm İskoç askerlerine özgürlük yolunda bir fener olur. Mel Gibson’un kurgu gereği kendi halinde bir çiftçiyi canlandırdığı “Cesur Yürek”, tam 10 dalda Oscar’a aday oldu. Uzun yıllar boyunca 7 çocuğu ve eşi Robyn Moore Gibson(2006 yılında çift boşanmıştır.) ile bir çiftlik evinde yaşayan Mel Gibson, boş vakitlerinde bahçe işleri yapmayı çok seven oldukça iyi bir toprak insanıdır aynı zamanda. 2009 yılında kız arkadaşı Oksana Grigorieva’dan bir kız çocuğu daha olan aktör 8 çocuğu ile oldukça güçlü ilişkisi olan iyi ve otoriter bir baba olarak tanınıyor. 2004 yılında alkol ve uyuşturucu bağımlılığı yüzünden evliliği de etkilenen usta oyuncu 28 yıllık eşinden ayrılmış ve bu oldukça garip karşılanmıştı. Evliliğindeki sorunlar, geçirdiği kazanın etkileri, hatta eşine ihanete kadar varan bir süreçten zor da olsa çıkan oyuncuyu sinemaya olan tutkusunun şüphesiz bunda büyük bir payı var.
19
Tutku; İsa Mesih’in Çilesi
2004 yılında Aramice, İbranice ve Latince çekilen ve sadece 30 milyon dolara mal edilen; buna rağmen 611 milyon doların üzerinde hasılat getirisi yaparak kırılması güç bir başarıya imza atan Mel Gibson filmidir Tutku. Mel Gibson ilk iki filminden farklı olarak bu yapımda sadece yönetmen ve yapımcı olarak görev almıştır. Hz İsa Yaradılış Destanı’nın çok önemli bir parçasıdır. Bakire Meryem’in oğlu olan İsa, Tanrı’nın kullarına ulaşmasını sağlayan bir aracı ve haberciydi. Kendisine bu görevde yardımcı olması için 12 yoldaş seçen peygamber havarileri yardımıyla Tanrı’nın varlığını çok daha hızlı bir şekilde yaymaya çalışıyordu. Andreas, Büyük Yakup, Yuhanna, Filipus, Bartalmay, Tomas, Matta, Küçük Yakup, Yehuda(Taday), Simun ve Yehuda peygambere son derece bağlıydılar. Ancak Yehuda bir gün İsa’ya ihanet ederek onu ele verdi. Film İsa’nın ünlü son akşam yemeğinde peygamberin kardeşleri gibi gördüğü havarilerine içlerinden birinin ihanetine uğrayacağını haber vermesiyle başlıyor. Yakalanan Mesih’in son 12 saatinin anlatıldığı film o kadar ses getirmişti ki, ilk gösterime girdiğinde pek çok izleyici fenalaşarak sinema salonlarından ayrıldı. Mel Gibson ilk iki filminden farklı olarak bu sefer senaryosuna da katkıda bulunduğu film için başrole Jim Caviezel’i seçti. Pek çok eleştiriye rağmen bana göre doğru olanı yaptı. Jim’i büyük kurtarıcı ve Hristiyanlar için adeta bir kuzu olan Mesih olarak izlerken dininiz ne olursa olsun hatta inançsız bile olsanız gözyaşlarınıza hakim olamıyorsunuz. İnsanoğlunun binlerce yıldır birbirine yaptığı kötülükler ve anlamsız savaşların belki de en çok kan dökülmesine sebep olan inanç, bu kez de sizi derinlerinizde bir yerlerden yakalıyor. Uğradığı tüm hakaret aşağılanma ve şiddete rağmen Tanrı’dan insanlar için af dileyen İsa ve onun trajik hikayesi, özellikle Mel Gibson’un yönetmenliğinin ince detaylarını merak edenler için
20
kesinlikle görülmesi gerekli. Usta oyuncunun hayal dünyasının karanlık noktalarının hayat bulduğu sahneleri izlerken, eğer bir sosyopat değilseniz gerçekten etkilenebilirsiniz. Filmin bana göre en özel sahnesi gerileceği çarmıhı taşıyan İsa’nın düştüğünü gören annesi bakire Meryem’in oğluyla bir kır gezintisindeki anısına dönmesidir. Dizi kanayan oğlunun yarasını üfleyen annenin şefkati ve sevgisinin kılıçlar, nefret ve öfkenin gölgesinde ezilmesidir. Bu sahne o derece etkiliyor ki insanı, bu hayattaki en kötü şeyin sevdiklerini korumaktan aciz hale düşmek olduğu adeta yüzünüze bir tokat gibi çarpıyor... Tutku filmine değinirken öncelikle son derece koyu bir Katolik olarak yetiştirilen Mel Gibson’un Müslüman olduğu konusundaki asılsız dedikoduya kulak asmamanızı öneririm. Yılın belli zamanlarında aktörün İslamiyet’i seçtiği hakkında dedikodular yayılsa da Gibson’un bu konuda resmi herhangi bir açıklaması bulunmuyor. Oyuncu daha önce de Yahudiler hakkında yapmış olduğu bazı açıklamalar yüzünden de basın açıklaması yaparak özür dilemek zorunda kalmıştı. Sorunlu bir çocukluk geçiren Gibson’un, özellikle inanç konusunda oldukça sabit olduğu bilinen bir gerçek. Bunun esintilerini filme geçirmeyi başaran ve yönetmenlik serüveninde oldukça sağlam bir yer edinen Gibson, daha uzun seneler bizleri tutkularımızla sınav edeceğe benzer. İsa’nın Çilesi senaryo, oyunculuk ve mesaj verme konusunda oldukça özel bir film. Kim bilir belki de İsa’nın son sözleri bir dua gibi kabul olur ve Tanrı bizi bilmediklerimiz veya görmezden geldiklerimiz için affeder.
“
Uğradığı tüm hakaret aşağılanma ve şiddete rağmen Tanrı’dan insanlar için af dileyen İsa ve onun trajik hikayesi, özellikle Mel Gibson’un yönetmenliğinin ince detaylarını merak edenler için kesinlikle görülmesi gereken bir film.
“
Büt Dergisi
21
Fotoğrafçı
G
G
ÜZELLİK
üzellik Atlası adlı projesini hayata geçirebilmek için sırtında çantası elinde fotoğraf makinesi ve kendi bütçesiyle dünyayı gezen bir fotoğraf sanatçısı: Mihaela Noroc. Şu ana kadar 37 ülkeyi gezip dünyadaki makyajsız kadınları fotoğrafladı. Bir birinden güzel portrelere imza attı. Bu projeyle aslında var olan güzelliklerin herkes tarafından fark edilmesini sağladı. Kendisiyle iletişime geçip bir kaç soruyla projesi hakkında konuştuk. Bizi kırmayıp sorularımıza cevap verdiği için tekrardan teşekkür ediyorum. Daha fazla uzatmadan kendisiyle yaptığımız sohbetle baş başa bırakıyorum.
A
TLASI Mihaela Noroc Bogota’da
-Röportaj: Mustafa Doğan / Çeviri: Kutlu Sömek-
Sizi tanımakla başlayalım. Ve tabi projenizle... Güzelliğin her yerde olduğunu göstermek için, dünyanın her ülkesinde fotoğraflarını çekeceğim kadınlar aradım. Sıkıcı işime ve yeni hayatıma başladığım Romanya’da, 29 yaşında bir bayan fotoğrafçıyım. İki yıl önce yılların çalışma birikimi ile, dünyanın etrafında seyahat etmek için, kameramı ve sırt çantamı aldım. Bu seyahatte kendi kültürleriyle çevrili binlerce doğal kadın fotoğrafladım. Projem,
22
‘’Güzellik Atlası’’ adlı, kadınların portreleri aracılığıyla dünyamızın çeşitliliğini gösteren bir çalışmadır. Peki kaç ülke gezdiniz ve buna bütçe nasıl ayırdınız? Çok düşük bir bütçeyle 37 ülke çevresindeki seyahatimde, gittiğim yerlerin bütün çeşitliliklerini birleştirdim. Antartika hariç bütün kıtaların çok farklı yerlerinde kadınların fotoğraflarını çektim. Brezilya’nın kenar mahallelerinde, Kolombiya’nın yakınlarında , bir Acem
Camisi’nde, Tibet Yaylası’nda, Myanmar’ın en büyük Budist tapınağında, Amazon Yağmur Ormanları’nda güzellikleri yakaladığım gibi Oxford’un lüks semtlerinde, Newyork’un şehir merkezinde ve Sdney’in kenar mahallelerinde de güzellikler yakaladım. Nasıl ortaya çıktı bu proje düşüncesi? Şimdi şunu söyleyebilirim: Kozmetiğe, paraya, sınıf ve sosyal farklılıklara bağlı olmaksızın, güzellik
her yerdedir; ama en çok insanın kendi özündedir. Küresel trendler bizim davranışlarımızı ve görünüşümüzü benzer yapar; ama hepimiz farklı olduğumuz için güzeliz. Nihayetinde, güzellik bakanın gözlerindedir ve bakan her zaman başkasıdır.
harcıyordum. Bazı insanlar bana neden sadece genç kadınlar ile fotoğraf çektiğimi ve diğer yaşları denemediğimi sordu. Güzellik Atlası ile ben dünyanın farklı yüzlerini karşılaştırmayı ve benim fotoğraflarımdaki bütün kadınların bir takım güzelliklerini göstermeyi istedim.
giyinecek ve davranacaklar. Umuyorum ki projem, çağımın kültür ve geleneklerinin tanığı olarak kalacak. Şimdilik bu sadece hayal; ama eğer bütün dünyadaki insanlar bana yardım edecek olursa devam edebilir ve Atlas’ımı tamamlayabilirim.
Zorlandığınız anlar oldu Fotoğrafladığınız kadınmu? larla nasıl iletişim kurAncak bu kıyaslama aynı Önceki seyahatlerimde tehdunuz? Yani onlarla bir koşullarda olmak zorundaydı likeli anlar, zor geçen çalışma rehber aracılığıyla mı yoksa ve ben de bu yüzden benimle günleri, yorucu yollar ve pek kendi imkanlarınızla mı aynı yaştaki kadınları tercih de arkadaş canlısı olmayan konuştunuz? ettim. Çalışmalarımın diğer virüslerle karşılaştım. Ancak Fotoğrafladığım bir kadınla yaş gruplarını da kapsaben bütün arzumla çalışmaya biraz konuştuğumda, onun masını isterdim; ancak uygun devam ettim. özel hislerini anlamaya fırsatı bulamadım. Şimdiye çalışıyordum, bu eşsiz ve kadar, bunu yapmak için ne Başka aklınızda proje var mükemmel bir şeydi. Beş param ne de zamanım oldu. mı? dilde konuşabiliyorum ve bu Bence güzellik yaşla ilgili 2015 haziranında, gezegenibiraz da olsa bana yardımcı değildir. Daha çok doğallık ve mizdeki başka yerlere ulaşoldu; fakat bazı ülkelerde içtenlikle ilgilidir. mak için yeni yolculuğuma konuşmalarım vücut diliyle başlamak istiyorum; ama bu gerçekleşiyordu. Peki hedefinize ulaştığınızı tamamen bulacağım fon(söyleyebilir miyiz? sponsor)lara bağlı. Bu yeni Nasıl kadınları tercih etHedefim dünyanın her geziden sonra evrenin farklı tiniz? Kadınlarda hangi bir ülkesindeki kadınların güzelliklerini ortaya koyan özellikleri aradınız? fotoğraflarını çekmeye deAtlas’ın ilk baskısı için yeterli Kadınlar için çok önemli olan vam etmek ve sonrasında görüntüye sahip olacağım. içtenlik ve berraklık anını insanların özgünlüğünü yakalamak için, fotoğrasürdürmeyi denemesi için Son olarak her yeri gezdiflarımda azıcık bile olsun ilham kaynağı ve farklı toplu- niz; ama Türkiye’ye gelmakyajı olmayan, doğal luklarımızın aynası olmasını mediniz? Özel bir nedeni yüzler tercih ettim. Şans ümit ettiğim bir güzellik yoksa öğrenebilir miyiz? :) eseri sokakta karşılaştığım atlası yapmak. Bence herkes Çünkü şimdiye kadar fırsatım ilginç bir kadının portresini yakışmayan bir şeyin kopyası olmadı; ama proje devam yapabilmek için bazen saolmaktansa kendi güzelliğini edecek. Türkiye benim fadece 30 saniyem oluyordu. değerlendirmelidir. Nihayvori ülkelerimden ve eminim Bazı zamanlar ise, bir gün etinde özgünlük, taklit etbirçok yüzü fotoğraflamak öncesinde sosyal ağlardan mekten daha iyidir. Belki 50 için yakında orada olacağım. bulduğum birini fotoğraflayıl içerisinde, dünyanın her mak için belki bir saatimi yerindeki kadınlar benzer
Büt Dergisi
23
24
Tiflis - G端rcistan B端t Dergisi
25
Avustralya
26
Balt覺k Denizi
El Paico - Ĺžili
27
Kolombiya
28
Omo Vadisi - Etiyopya
Tibet Platosu - Çin Riga - Letonya Bßt Dergisi
29
30
Romanya Kuzey
B端t Dergisi
31
Nasır el-Mülk - İran
Yangon Myanmar
Maramures Romanya
Harlem - New York
32
Mihaela Noroc Küba’da çekim yaparken
Havana - Küba
Java Denizi - Endonezya
İran Büt Dergisi
Amazon Yağmur Ormanlarında Kichwa Kadın
33
34
Oxford UK B端t Dergisi
35
Rio de Janeiro - Brezilya
Sumatra - Endonezya
36
Medellin - Kolombiya
B端t Dergisi
37
MALATYA
KAYISI KENTİN AKILLI DELİSİ MERCEDES KADİR
- Türkan YILDIZ -
Mercedes Kadir; Malatya’nın göz nuru, gülü derler kendisine. Son dönemde Malatya’da en popüler isimdir kendisi... 3-4 metrelik sırığının ucuna dikiz aynası, CD ve çeşit çeşit süsler takıp gezen, altındaki sırık arabasıymış gibi trafikte hayali bir direksiyonla manevralar yaparak dolaşan halkın gözdesi Mercedes Kadir... İsminin “Mersedes Kadir” olarak yazılmasını savunan vatandaşlar olmasına karşılık genelde “Mercedes Kadir” olarak yazılıyor her yerde.
38
“Gümüş” lakabıyla da bilinen Mercedes Kadir halkın derin sevgi beslediği “akıllı deli” olarak nitelendirdiği hazırcevap, neşeli bir adam. Büt Dergisi
39
Malatya SADECE KAYISI DEĞİL, şehir içinde
özgürce dolaşabilen, popülerliğiyle bilinen delileriyle de meşhurdur Malatya. Siz ne derseniz diyin; Malatyalılar yetiştirdiği bu insanlara küçümsemeden uzak, sevgi ve samimiyetle “Deli” diyorlar. Genç bir kızın hoşlandığı oğlanla yazışırken “Hadi oradan deli!” demesi gibi saf bir hitapla söylüyorlar bu kelimeyi. “Yetiştirdiği” diyorum; çünkü Malatyalılar sahipleniyor onları. Yediriyor, içiriyor, doyuruyor, sahipsiz bırakmıyor ve çok seviyorlar. Onları sokakta hiçbir zaman ayakkabısız, montsuz bulamazsınız. Selamsız bile bırakmadıkları, asla görmezden gelmedikleri bu insanlar için sofrada bir tabak mutlaka ayrılmıştır Malatya’da. Kendim şahit olduğum için söylüyorum, şehirde zaten şu an bilinen birkaç deli var. Onlar kafasına göre markete girerler, istediklerini alırlar ve çıkıp giderler. Market çalışanları ses etmez; ücreti ya yetkili bir kişi öder ya da onları çok seven herhangi bir Malatyalı... Kısa bir süre lokantada kasiyerlik yaptığım
dönemde, onlardan biri kapının önünden geçtiğinde, aldığımız talimata göre onu çağırır “Acıktığın zaman gel yemeğini burada ye olur mu?” der, o ne zaman gelirse hiçbir ücret almadan yemeğini ısmarlardık. Malatya’nın tüm restorantları böyledir, onları asla aç bırakmazlar. Malatya halkına mal olan bu insanları yediden yetmişe herkes çok sever, sahiplenir. Dışarıdan gelen ve onları görünce kaçan insanlar da zaten bakışlarla ayıplanır. Bir müddet sonra onlar da alışır. Şorrikli Yaşar, Deli Gaffar, Haco, Musto Dayı, Mercedes Kadir ve ismini bilmediğim daha bir sürüleri... Şehirde son yıllarda popüler olanlardan Musto Dayı’dan -asıl adı Mustafa- benim de nasibimi aldığım olmuştur. Malatya’nın efsanesi diye nitelendirilen Musto Dayı, Malatya sokaklarında sakin sakin dolaşırken bir anda bağırmaya başlar. Öyle bir bağırma ki, Malatya çarşısı birkaç saniyelik sessizliğe bürünür. Sonra suratlar gülmeye başlar, sesin olduğu tarafa bakılır ve Musto Dayı’nın
Malatyalıların sosyal medyada isyan ve yorumlarından nice sonra hayatta olduğu öğrenilmiş, onu gören herkes sevinçten sarılıp fotoğraflarını paylaşmışlardı. Takım elbisesi, kravatı
eksik olmayan bu şahsiyeti Malatya’da
40
sevmeyen yoktur diyebiliriz.
Malatya bağırmalarına maruz kalanın şaşkınlığına gülünür.
Malatyalıların şehir yaşantısına renk katmış adamdır.
Musto Dayı aniden inanılmaz bir diyaframla bağırmaya başladığında onun yakınlarındaysanız ve dalgınsanız vay halinize! Refleks
“Gümüş” lakabıyla da bilinen Mercedes Kadir halkın derin sevgi beslediği “akıllı deli” olarak nitelendirdiği hazırcev-
kahalarıyla kendinize gelirsiniz. Böyledir Musto Dayı, samimi söylüyorum gülmekten öldürür sizi.
Ben üniversitedeyken organ mafyası tarafından kaçırıldığını kaybolduğunu duymuş çok üzülmüştüm. Malatyalıların sosyal medyada isyan ve yorumlarından nice sonra hayatta olduğu öğrenilmiş, onu gören herkes sevinçten sarılıp fotoğraflarını paylaşmışlardı. Takım elbisesi, kravatı eksik olmayan bu şahsiyeti Malatya’da sevmeyen yoktur diyebiliriz. Malatya trafiğinde yaptığı manevralarla kendisine hayranlık duyduğum da doğrudur. Siz akşam trafiğinde aracınızın içinde stresle ilerlerken, korna seslerine yeni bir ses eklenir.
olarak siz de bağırırsınız, o bağırır, siz bağırırsınız; etraftaki insanların kah-
LiSE DÖNEMİNDE BU olayı birebir
yaşamış, o günden sonra da sokakta dalgın dalgın yürümez olmuştum. Sizi temin ederim Malatya’da bu korkudan hiç kimse dalgın dalgın yürümez. Zaten onun bağırmasına o kadar alışılmış ki Malatya’da, o bağırdığında yabancılar dışında hiç kimse korkmaz. Çocuklar bile onu görünce sevinirler. Sosyal medyada adına açılan sayfalarda çokça sevildiğini gördüğümüz Musto Dayı ile ilgili “Bazen sadece bağırmak istersin” capsleri de Malatya halkının ilgi odağıdır.
ap, neşeli bir adam.
3 METRELİK SIRIĞIYLA, kulağında ku-
laklığıyla, kravatı, takım elbisesiyle, sürekli “Düt düüüüt!” diye bağırmasıyla arabaların arasında Mercedes Kadir belirir. Tüm camlar açılır, stresli suratlar gülümsemeye Bir de Mercedes Kadir vardır: Malatya’nın başlar, trafik polisi arabaları durdurur onun göz nuru, gülü derler kendisine. Son dönem- geçmesi için talimat verir, arkasından bakakalırsınız. de Malatya’da en popüler isimdir kendisi... 3-4 metrelik sırığının ucuna dikiz aynası, CD Yanlış duymadınız Malatya polisi de çok benimsemiştir onu. Malatya Emniyet Müdürlüğü ve çeşit çeşit süsler takıp gezen, altındaki sırık arabasıymış gibi trafikte hayali bir direk- Trafik Tescil Denetleme Şubesi ona özel plaka, ruhsat ve ehliyet hazırlamıştır. siyonla manevralar yaparak dolaşan halkın gözdesi Mercedes Kadir... İsminin “MerRuhsatta aracın rengi odun sarısı olarak sedes Kadir” olarak yazılmasını savunan gösterilmiş, 44 MK 444 numaralı plaka vatandaşlar olmasına karşılık genelde “Merverilmiş, ikametgah adresi Malatya Cadcedes Kadir” olarak yazılıyor her yerde. Aradeleri olarak belirtilmiş, ehliyette ad soyad ba niyetiyle kullandığı sırığa “Bu nedir?” bölümüne Mercedes Kadir, sınıf bölümüne diye sorduklarında “Benim Mercedesim.” de A’dan Z’ye yazılmış, kullandığı cihazlar dediği için lakabı “Mercedes Kadir” olmuş, bölümüne ise 3 metre sopa, ayna, CD yazısı
Büt Dergisi
41
eklenerek kendisine verilmiştir. Daha önceleri polis tarafından çevrilerek ehliyeti istenildiğinde “Evde kaldı” cevabını veren Mercedes Kadir her daim polisin sempatisini kazanmayı başarmış biridir. Sopasıyla gezerken zarar verdiği araçların masraflarını karşılasın diye kaskosu da çıkarılmıştır. Yakın zamanda bir kaç serseri tarafından alkole alıştırılan Mercedes Kadir
alkollüyken araç (Sırık) kullandığı için polis ehliyetine el koymuş,
kaldırımda gitme yasağı vermiş; bunun üzerine alkolden uzaklaşmıştır. Malatya’nın yerel gazetelerine sık sık konu olan Mercedes Kadir trafik kazalarıyla da meşhurdur. Park yapmak için uğraştığı sırada başka bir arabaya çarpmasını haber yapan yerel bir gazete şu ifadelere yer veriyor: “Önceki gün saat 15.30 sıralarında Milli Egemenlik Caddesi’nde park etmek üzere kaldırıma yanaşmak isteyen Mercedes Kadir, dikiz aynasının çok yukarıda imal edilmesi nedeniyle çarptığı aracı göremediğini belirtirken, olay yerine gelen trafik ekibinin Kadir’le çarptığı araç sahibi Salih Demir’in arasını bulup “Herkes kendi hasarını ödesin.” diyerek olayı kapattığı belirtildi.” Sosyal medyada adına açılmış onlarca hesapta binlerce takipçisi bulunmakla beraber Fun Club’u bile vardır Kadir’in.
42
Malatya’da sohbet ettiğiniz her insanın onunla ilgili anlatacağı komik anıları vardır. O kadar benimsenmiştir ki kendisi, bu hikayeler dilden dile dolaşır her daim. Birdenbire yaptıklarıyla Malatyalı’ların gündemine oturur.
MESELA KADİR, Mercedes marka sırığını
sanayiye tamire götürüyor. Usta, sırık arabayı lift ile kaldırıyor, bakıyor, tıklıyor. Kadir’e dönüp; -Kadir bunun işi uzun, arabayı ancak yarın alırsın. diyor. Kadir’in cevabı: -Eee! Akşam eve nasıl gidecem ben, yürüyerek mi? Sanayiciler o kadar sevmiştir ki onu, kırılmasın, üzülmesin diye sırığına normal arabaymış gibi muamele ederler, güya tamir ederler ve tabi ücret istemezler. Yine bir gün Kadir sinirli sinirli yürüyor, söyleniyor. Yaklaşıp soruyorlar; -Ne oldu Kadir abi, niye bu kadar
» Mercedes Kadir
reklam afişinde...
kızdın sanayicilere? -Arabamı tamire verdim, bir haftadır tamir edemediler. Onların yüzünden bir haftadır yürüyerek gidip geliyorum çarşıya. Sırığıyla yürümeyi yürümek saymayacak kadar samimi olan bu adamın
Vakfı’na bağışlanmıştır. Yine Mercedes Kadir’e Malatya ve yakın bölgenin pazarladığı su markası “Sersu” reklamında yer verilmiş, Malatya’da tüm bilboardlarda onun resmi koyularak “Mercedes Kadir de Ser-Su içiyor. Çünkü o bir Malatyalı!” sloganları kullanılmıştır. Elbette inanılmaz bir ilgi de almıştır bu reklam. Kadir, Malatyalılar’da harika bir etki bırakan güleç bir beyefendi. Yine bir gün arkadaşım onu yol üzerinde görüp yanına gidiyor, güya gönlünün hoş olması için, bazı sanayiciler arabasına yakıt alsın diye bir miktar para yedek sırık bile bulundurur Mercedes Kadir, veriyor. Yanından ayrıldıktan sonra Kadir’in kendi düşüncesiyle, yürüyerek gidip gelmesin onu takip ettiğini görüyor: diye. -Hayırdır Kadir, neden peşimden Birkaç defa kendisine denk gelmişliğim ve içten içe çok sevindiğim olmuştur. Kaldırımda 3 metrelik sırığıyla kulaklığıyla dolaşırken, ona selam veren kızlara el sallayıp göz kırpıp selam veren erkekleri görmezden gelerek geçen çapkın bir adamdır da kendisi. Benim selamıma da karşılık vermesi beni gülme krizine sokmuştu. Aşırı derecede yanaklarını sıkma isteği uyandıran ama siz ona dokunduğunuzda etraftaki insanların da aynı şeyi yapacağını ve aşırı ilgiden bunalacağını bildiğinizden yaklaşamadığınız, belki elini sıkıp geçtiğiniz şirin bir adam… Çok düşkündür Malatyalılar ona. Birkaç defa o kaldırımda yürürken, yoldan geçen onlarca arabanın ona selam vermek için kornaya bastığını, onun da karşılık olarak “Düt düüüüt!” dediğini gördüğüm de oldu. Neşesidir Malatya’nın. Malatyalılar bu insanları yetiştiriyor, koruyor demiştim. Malatya tarihinde gelmiş geçmiş tüm Malatya delilerinin resimleri takvimlere basılmış, yoğun ilgi de bulmuştur bu takvimler. Takvimlerin gelirleri de Malatya Eğitim
Büt Dergisi
geliyorsun?
Cevap: -Abi gel seni çarşıya kadar
bırakayım, yürüme boşuna.
O gün jest olsun diye arkadaşımı sırığıyla çarşıya kadar bırakıyor. Olağanüstü bir durum; çünkü kimse binemez onun arabasına, en nefret ettiği şeydir arabasına binilmesi.
BEYEFENDİDİR KADİR, Arabasına
düşkünlüğü herkes tarafından bilinir. Mercedes Kadir’le diyalogları olanlardan biri şöyle anlatıyor: “Bir gün Mercedes Kadir’i çarşıda gördük. Sırığıyla manevralar yapıp gidiyordu. Biz 3 kişi de arabasına (sırığına) binmek istedik. İzinsiz bindik. Kadir arkasına baktı:
43
-İnin arabamdan, inin çabuk. deyip bizi azarladı. Arabasını da trafiğin ortasına bırakamadığı için kaldırıma geçti, arabasını yavaş yavaş park etti, biz hala arabasının üstündeydik. Kadir arabasını bırakınca peşimize düştü, bayağı koşturdu bizi. Zaten kim arabasına binmek istese sırığıyla kovalıyor ama kızlara kendisi teklif ediyor “Gel, evine bırakayım abla.” diye.
Yarım saat sonra Kadir tekrar kapıyı çalar: -Arabamı çektim, tekrar oraya park edebilirsiniz. Kimse bıkıp usanmaz ona, zaten bir arabası vardır, başka bir şeyi yok. Üstelik bazen o arabayı da çaldırır. “Ulaşımı nasıl sağlıyorsun?” diye soranlara da: “Yeni bir Mercedes alana kadar otostop çekeceğim.” cevabını verir.
Çapkındır demiştim Mercedes Kadir. Bir gün yine Kadir gece yarısı bir evin kapısını çalar, dışarıdaki arabanın sahibini sorar. Uykusundan uyanan adama çıkışır: -Benim arabamın yerine park yapmışsın, çek arabanı. Adam ses etmeden, Kadir kırılmasın diye gidip arabasını başka yere park eder.
Malatya’da onun adı son zamanlarda milletvekilliği aday adaylığıyla gündemde. Adına basılmış kartvizitler elden ele dolaşıyor: “Mercedes Kadir de aday adaylığını açıkladı.” Bu slogana tüm sosyal medya mecralarında, Malatya sokaklarında, markette, evde, otobüste, her yerde rastlayabilirsiniz. Gerçeklik
44
“
Yakın zamanda bir kaç serseri tarafından alkole alıştırılan Mercedes
Kadir alkollüyken araç (Sırık) kullandığı için polis ehliyetine el koymuş,
kaldırımda gitme yasağı vermiş; bunun üzerine alkolden uzaklaşmıştır. Malatya’nın yerel gazetelerine sık sık konu olan Mercedes Kadir trafik kazalarıyla da meşhurdur.
“
payı olmasa da inanılmaz bir geyik oluşturmuştur bu slogan Malatya’da. Öteden beri Malatya halkının Mercedes Kadir gibi insanlara olan düşkünlüğü göz ardı edilebilecek kadar önemsiz değil. Mamafih şehirdeki yaşlılar Mercedes Kadir, Musto Dayı gibi şimdilerde popüler saydığımız insanları eskiye nazaran daha az sayılıp sevildiğini, değer verildiğini söylüyorlar. Sosyolojik olarak araştırılması gerektiğini düşündüğüm “Malatya halkının delilere olan ilgisi” konusu, şehrin toplumsal yapısının anlaşılması için önemli veriler sağlayacaktır şüphesiz.
Büt Dergisi
Her halükarda Malatya halkını hümanist, sevmeyi seven, ayrım yapmadan herkesi kabullenen Anadolu insanlarının kısacık bir özeti olarak görüyorum. Hepimiz aynıyız, Malatya kısacık fragman. Mercedes Kadir özlediğimiz insanlıktır, kaybetmek istemediğimiz neşedir. Bu arada Malatya’nın sadece kayısısı ve delisi değil, kirazı, cevizi, kuru üzümü,
pekmezi, şekerlemesi, lokumu, analı kızlısı, içli köftesi, kiraz yaprağı sarması,
kömbesi, armutu, elması, acılı ayranı, katmeri ve tabi Nemrut Dağı gibi inanılmaz tarihi ve doğal güzellikleri de meşhurdur.
Vesselam!
45
“TİYATRO KÜLTÜRÜNÜN TOPLUMSAL OLARAK BENİMSENMESİ YAŞAMI KOLAYLAŞTIRIR”
A
Aşk Yeniden dizisinde ‘Derin Şevket’ rolüyle izleyici karşısında olan usta tiyatrocu Tamer Levent’le İstanbul’da buluştuk. İçindeki tiyatro sevgisine dayanamayarak oyunculuğa başlayan sanatçı, burslar kazanarak gittiği çeşitli ülkelerde pek çok sanatsal sözcüğü yeni anlamlarıyla keşfetme ve Avrupa tiyatrolarını izleme imkanı bulmuş. Levent: “Drama çalışmalarını Türkiye’de hiçbir maddi beklenti içine girmeden başlattım. Şimdilerde bizim önderliğini yaptığımız bir şeyden insanlar para kazanıyor.” diyor. Ayrıca Ankara Devlet Tiyatrosu’nda izlediğimiz pek çok yenilikçi ve güzel ayrıntıları olan unutulmayacak oyunlarda da emeği olduğunu öğrenip şaşırmadık. Sanattan ve tiyatrodan uzun uzun bahsettiğimiz röportaj sırasında biz karşımızdaki ustadan çok şey öğrendik. Aynı keyfi alarak okuyacağınızdan şüphemiz yok. Keyifli okumalar…
TAMER LEVENT
46
B端t Dergisi
47
Röportaj •Sanata yıllarını vermiş başarılı bir san-
• Yurt dışındaki drama çalışmaları nasıl?
İngiltere’de eğitim öğretim sistemi bile eğitimde drama denilen bir metotla veriliyor. Biz burada bilgiyi öğrensek de onu nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Esasen bilgiyi nasıl kullanacağımızı biz drama yoluyla öğreniyoruz; çünkü onu dramada prova ediyoruz. Ve İngilizler 1936’dan beri bunu eğitim metodu olarak kullanıyorlar. Onun için
48
• Diziden bahsedebilir-
“
Görüşmediğimiz zamanlarda da birbirini özleyen bir ekibiz.
“
atçısınız. Tiyatroya nasıl başladığınızı merak ediyoruz... Ailemde siyaset bilimci, büyükelçi vardı. Babam hakimdi. Benim de büyükelçi, avukat ya da hakim olacağımı zannediyorlardı. Annem, ben lisedeyken tiyatro kolunda olmam sebebiyle karnemde kırık gelince okula gelip rejisöre “Oğlumu bırakın, benim oğlum tiyatrocu olmayacak!” demiş. Büyük söylemiş demek ki. Üniversitede de siyasal bilgiler fakültesine kaydolmuştum. Konservatuar Ankara Mamak’ta siyasalın yakınındaydı ve ben orayı keşfetmiştim. Yaşım biraz geçmiş olmasına rağmen o zamanki seviye sınavı dedikleri sınavı kazanırsan Bakanlar Kurulu kararıyla konservatuara alınıyordun ve tam bursluydu. Ben de kendimi denemek için sınava girdim ve kazandım. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden kaydımı alıp Ankara Devlet Konservatuarı’na geçtim. Tıp bölümünde okur gibi beş yıl orada tiyatro bölümünde okudum. Mezun olduktan sonra o zamanlar hemen devlet tiyatrosuna geçiliyordu. Kısa bir süre sonra da askere gittim. Askerdeyken 12 Eylül oldu. Askerden sonra British Council bursuyla İngiltere’ye gittim. Drama kavramı burada acıklı diye anlatılıyordu; ama orada durum ve olay anlamlarına geldiğini de öğrendim. Ve Türkiye’ye dönünce dramanın acıklı olmadığını öğreterek yaratıcı drama kavramının gelişmesine öncülük ettim. Şu anda kurulan Çağdaş Drama Dernekleri’nin de kurucularındanım.
iz. Aşk Yeniden’de Derin Şevket’i canlandırıyorsunuz. Set arkası da dizi kadar eğlenceli mi? Hikaye Ersoy Güler’in, aynı zamanda kendisi dizinin yönetmeni. Maşallah her şeye yetişiyor. Yeni-ilginç senaryolar geliyor ve canlandırmaktan keyif alıyoruz. Al Pacino “Oyunculuğun en önemli sırrı beklemeyi bilmektir.” der. Kendi aramızda da çok iyi anlaşıyoruz. Vakit olduğu ölçüde set dışında da buluşuyoruz. Hatta başlarda yayınları beraber izliyorduk. Görüşmediğimiz zamanlarda da birbirini özleyen bir ekibiz.
İngiltere demokrasisi dünyada önemli bir demokrasidir.
• Sayenizde pek çok öğrenci tiyatro ka-
hiç de layık olmadığı şekilde rahmetli oldu.
• Sanata sadece sanat olarak bakılmasın
diyorsunuz. Resim, edebiyat, spor ve tivramlarını farklı anlamlarıyla öğrendi... yatro da sanatın içinde ve herkesin bunNeyse ki bu tuttu, tutmayanlar da var. Halen larla ilgilenmesinden yanasınız. Sanatta sanat ve kültür kelimelerinin anlamı çok iyi yeterliliğin gelişmediği Türkiye gibi bir bilinmiyor. Yanlış anlaşılmalar var ve bu yan- ülkede maddi yetersizlik içindeki aileler lışlıklar biliniyormuş gibi konuşulup gidiyor. bu eğitimleri nasıl verecek? Spor biraz daha gelişmeye başladı; çünkü insanlar eskiden sporu Ali Sami Yen’de maç • Ankara’da tiyatro yapmanın sizin için daha güzel, daha başka olduğundan izlemek sanırdı. Biz o zamanlar, spor sadece bahsetmiştiniz. Bu biraz da Ankara’nın izlenmemeli insanlar da spor yapmalı diye medya sektöründen uzak oluşundan mı bir tez ortaya atmıştık ki şimdilerde bunu kaynaklanıyor? söyleseniz iyi ki söylediniz diye gülebilirler; Olabilir. Ben de bazen bunu düşünüyorum. ama o zaman şaşırtıcı bir düşünce gibi ortaÇünkü Ankara’da Devlet Tiyatrosu çok güçlü ya çıkmıştı. Şimdilerde halı sahalar, fitness ve orada tiyatro yapmak, özel tiyatroda merkezleri ve artan havuzlarla birlikte spor tiyatro yapmaktan çok daha disiplinli bir yapmak kolaylaştı. Ama insanların spor şey. Oyuncunun tek işi bu. Ama İstanbul’a yapması sporcu olacakları anlamına gelmigelince özellikle alternatif tiyatro oyuncuyor. Toplumun da tıpkı sporda olduğu gibi larının çoğu başka işlerde çalışıp bir yandan sanat kültürünün iyi-güzel-doğru felsefesinda oyunculuk yapıyor. Devlet tiyatrosu bu den etkilenmesi, ilişkilerinde ve yaşamında ülke için önemli. Devletin, tiyatro kültürünü estetik düzey, adalet araması lazım. Adaletin ve sistemini örnek gösterdiği bir kurum. Ve kendisine uygulanmasını istiyorsa adaletli bu tiyatroda yapılan tiyatro belki de diğer olması, yaşam kalitesi için spor yapanların tiyatroların tiyatro yapmasına neden oldu. yaşam kaliteleri için sanatla ilgilenmesi Bu sebeple de benim için çok önemlidir. Yurt lazım. Tabii profesyonel sanata da tıpkı prodışına gittiğimde de gördüm ki, bu sistemi fesyonel spora duydukları gibi ilgi duymaları oradakiler kadar geliştirmeliyiz. Almanya’ya lazım. Kendini bir şekilde sanata adayan bir burslu gittiğimde Alman tiyatrolarını izlebirey için fırsatlar doğacaktır. dim ve TOBAV’ı (Tiyatro-opera-bale vakfı) kurma fırsatı buldum. Türkiye’deki tiyatro “Keşke Bütün İnsanlara Amatör Tidisiplinini, tiyatro oyuncularının hakkının yatroculuk Eğitimi Verebilsek” hukukunun neler olduğunu anlatma fırsatı • Devlet tiyatrosunun olanakları bilet fibulduk; çünkü Türkiye’de öyle hikayeler yatları açısından da çok ulaşılabilir düzeyvardır ki bir zamanların meşhur yardımcı de. Siz de geçen zaman içinde Sarıyer oyuncuları sefalet içinde ölmüşlerdir; çünkü Belediyesi’nde bir etkinliğe katılmıştınız. hiçbir hakkı hukuku yoktur. Halbuki bu iş Başlıklardan bir tanesi de “Ne Olacak Bu zamanında meslek sayılsaydı, onların da sig- Devlet Tiyatrosunun Hali?” idi. Sahi ‘Ne ortaları, emekliliği olacaktı. Cahide Sonku, olacak bu Devlet Tiyatrosu’nun hali? Suphi Kaner, Ahmet Tarık Tekçe, Kadir Orada devlet tiyatrosunun gerekliliğiSavun gibi başarılı oyunculardan bazıları ni savundum. Çünkü devlet tiyatrosunun belki kendilerini kurtardı; ama bazıları da varlığı, Türkiye’de tiyatro kültürüne önem-
Büt Dergisi
49
Röportaj li katkıda bulunuyor ve tiyatronun nasıl yapıldığının somut örneğini oluşturuyor. Ve esasen bütün insanlar hayatları boyunca rol oynar. Ama bunun farkında değillerdir. Rol yapıyorsunuz diye söyleseniz inkar eder; ama sabah kalktığında çok uykulu da olsa yolda bir ahbabını gördüğünde ona gülümseyerek selam verir. Ama hemen arkasından bir araba geçerken üzerine çamur sıçratsa sinirlenip bağırır. Onun hemen arkasından saygın bir adam görse bağırmayı tekrar bırakıp gayet kibar davranmaya başlar. Uyandığından beri sürekli rol değiştiriyor; ama farkında değil. Farkındalık, yaşamda başkalarının da rol oynadığının bilicinde olup doğru iletişimde bulunmaktır. Tiyatro kültürünün toplumsal olarak benimsenmesi yaşamı kolaylaştırır. Keşke dünyadaki bütün insanlara amatör tiyatroculuk eğitimi verebilse ve bu eğitimi almış olarak profesyonel yaşama atılsalar.
“Talebi Ayıp Zanneden Bir Zihniyet Var”
• Atatürk Kültür Merkezi’nin durumuna
nasıl bakıyorsunuz? Acaba Kültür Bakanlığı ile sanatçılar arasında bir iletişim bozukluğu mu var, neden çözüme kavuşmuyor? Kültür Bakanlığı, bu ülkede kültürün toplumsal bir değer olarak incelenip tartışılması için var. Tiyatro da bu kültürün içinde; çünkü o da yaygın bir eğitim şekli. İnsanlar bilet alıp dans izliyorlar, müzik dinliyorlar ve bununla hayata bakış açılarını inceltip zenginleştiriyorlar. Ve bireylerin gelişimi okulla sınırlı değil ki, asıl olarak okul bitince birey kendini geliştirir. Bunlar hobi değil, insanın kişisel gelişimi için zorunlu olan alanlar. İnsanlar bu sanatlar sayesinde karamsarlıktan ve kötü düşünceden kurtulup birbirlerine hitap etmeyi öğrenir. Türkiye’de Avrupa Birliği’ne aday bir ülke ve bu birliğe aday ülkeler 2.Dünya Savaşı’ndan beri kendilerini •Herkesin amatör de olsa tiyatroyla ilçok geliştirdi. Tiyatronun, balenin önemini gilenmesi gibi gayet sağduyulu bir yakimparatorluk dönemlerinde kavramış ülkeler laşımda bulundunuz. Ama bazı sanatçılar bunlar. Osmanlı İmparatorluğu zamanınoyunculukla ilgilenenlerin sayısının artda da Moliere’nin gelip Türkiye’de oyun masını bu sektörde tiyatroyu bilmeyenler- oynadığı söylenir. Ama Osmanlı’da tiyatroin birikmesi gibi algılıyor. Bu yaklaşıma nun gelişmesine çok da izin verilmemiş. bakışınız nasıl? Ahmet Vefik Paşa Paris’te büyükelçilik yapBu yanlıştır; çünkü bu ticari bir yaklaşımarken bile tiyatro için çabalıyor. Tabii şöyle dır. Daha çok rakip ortaya çıkacak gibi bir durum da var. Avrupalı tüccarlar Kanuni düşünüyorlar. Halbuki tiyatro kültürü gelişse Sultan Süleyman zamanında din adamlarına o zaman profesyonel tiyatrocuların yaptığı para vererek bir tür irticayla dini bir baskı sanata olan ilgi de artacak. Ali Sami Yen ile aracı olarak kullandırtmışlar. Dolayısıyla bu, İnönü varken ve halı sahalar yokken, insanimparatorluğun gelişmemesi için yapılmıştır. lar futbol izliyor; ama sporu kültür olarak Mesela matbaa zor kabul edilmiş; ama bakyapmıyordu. Ama ne zaman ki sporu kültür tığınızda Anadolu insanı gelişmeye kapalı olarak yaptılar, işte o zaman büyük stadyum- değildi. Zeki toplumun gelişmesini engelleyiların sayısı arttı. İnsanlar tiyatroyu faydalı ci bir bağnazlık kültürü geliştirilmiş. Rivayet bir kültür olarak algıladıklarında tiyatroya odur ki; bunu yapan da Avrupalılardır. Köy gitmeyi de talep edecekler. Kendilerinin yap- Enstitülerinin kapanması da tesadüf değildir. amayacağı kadar iyi eserleri profesyonelleDemek ki bu topraklarda yaşayan insanlarrden izlemek isteyecekler. dan, bunların gelişmelerinden büyümelerinden korkulmuş. Bir Hezârfen Ahmed Çelebi
50
hikayesi var. Niye bu adama gel sana sahip çıkalım harika bir şey yaptın demiyorlar. Fatih Sultan Mehmet mesela, gemileri karadan geçirdi mi? Geçirmedi diyenler de var; ama böyle bir düşüncenin bize kadar gelmesi, duyulması bile bence bunun yapıldığının göstergesi. Bizim toplumumuz hak hukuk iddia etmekte, kendi yaşam kalitesinin gelişmesini talep etmekte geri kalmış. Ve talebi ayıp zanneden bir zihniyet oturmuş. Böyleyken de önemli yaratıcılıklarda bulunmak istemiyor, kendini hayatın akışına bırakıyor.
“Kültür Bakanlığı AKM’nin Yapılmasına Sahip Çıkmıyor”
•Kültür Bakanlığı sanatçıları çağırsa ve
karşılıklı konuşsalar... Kültür Bakanlığı sanatçılarına sormadan yasa yapmaya çalışıyor. Kültür Bakanlığı’nın sanatı, sanatçıyı bütün hükümet içinde temsil etmek, onların lehine görüşler üretmek ve hükümet içinde bilmeden karar alan olursa onları uyarması gerekir; çünkü bu bakanlıktaki insanların bu işi bildiğini farz ediyoruz. Ama Kültür Bakanlığı nerdeyse AKM’nin yapılmasına sahip çıkmıyor. Sabancı Ailesi AKM’nin restorasyonu için 30 milyon dolar verdi; ama o paranın da adı konulmadı. İade mi edildi, harcandıysa nereye harcandı bilinmiyor. Toplum ve siyasetin inatlaşması olarak kaldı. Siyasetçiler ben istemezsem yapmam mesajı verse de toplum için orada olduğunu unutmamalı. Ama siyasetçi toplum için varmış gibi davranmıyor da, toplum siyasetçi için varmış gibi davranıyor. İstanbul’un Avrupa kültür başkenti olduğu yılda da AKM orada hayalet bina olarak öylece
Büt Dergisi
duruyordu. İstanbul dünyanın tanıdığı bir metropol şehri ve bu şehrin merkezi Taksim’de, camları kırık bir yapı var. Bir dönem polis karakolu olarak da kullanıldı. Türkiye’de demokrasi var denilirken bir kültür merkezinin savaş olmadığı halde polis karakolu olarak kullanılması savaş zamanındaki ülkeleri hatırlatıyor.
•Ülkemizde hiçbir zaman bitmeyen siya-
si kavgalara nasıl bakıyorsunuz? Görüş sahipleri neden birbirine saygı göstermiyor? Bu daha önce takım tutma anlayışında da vardı. Ama son zamanlarda futbol takımları bunu kırmaya başladı. İnsanların da böyle yapması lazım. Eskiden ben biliyorum, farklı
Usta oyuncu Tamer Levent bizi kırmayarak “özçekim”imize katılıyor.
51
Röportaj parti anlayışındaki akrabalar bir araya geldiğinde tartışırlar sonra da küser konuşmazlardı. Bu da bir kültür; ama bu insanın yaşamaması gereken bir kültür. Çünkü insan gelişmeye açık bir canlı ve neden daha kaliteli ve mutlu bir şekilde yaşamasın?
yeni çıktı. Çok önce “Niçin Tiyatro” diye bir kitabım çıkmıştı. Şimdi onlara yeni yazılar ekledim tekrar çıkartacağım. İstanbul’da Kuvay-i Milliye oyunum da devam ediyor.
“Siyasi Müdahaleler Tiyatroyu Etkiler”
• Genelde kötü adamı canlandırmayı ister- •Ankara’da çok uzun zaman yaşadınız, ler. Size de hem kötü hem muzip karakterler geliyor. Seviyor musunuz bu rolleri? Evet bazen eşini-kızını kıskanan ve kendince tanımladığı o koruma güdüsüyle kötülükler yapan sahiplenici adamı da oynadım. Ağa karakterini de canlandırdığım oldu. Piyasada öyle enteresan bir şey var ki bıyıklı sakallı bir rolü canlandırınca yine o tarz bir rol geliyor. Halbuki ben değiştirmek istiyorum. Birçok ödüller aldım; ama bir türlü sakalsız bir adamı oynayamadım.
özlüyor musunuz? Zaten Ankara’ya İzmir’den gelmiştim. Sanatsal faaliyetler İzmir’de o zamanlar çok eksikti. Ankara’da dünyam değişti. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, opera ve tiyatrolar… Ve Küçük Tiyatro’nun o kendine has havası. Mesela insanları sinemadan filmlerden tanıyıp sokakta gelirler konuşmak isterler. Ama Ankara’da tiyatro oyununda tanıdığı için gelirler. Bu da insanı çok mutlu ediyor. Demek ki tiyatro kültürüne bir ilgi var diye. Ben Ankara’da Yurt dışında da pek çok yerde hocalık • Galile’yi oynarken restoranta yanıma gelip yaptınız, nitelik olarak çok fark var mı? güzel şeyler söyleyen izleyicilerimiz olurdu. Çok fark var; çünkü burada yemek-içmek 100 civarında yönettiğim oyun var, bir o neyse orada sanat o. Yani sanat bir hak kadar da oynadığım. Sanatın dışavurumunu olarak görülüyor. Yurt dışında sponsorluk sağlayan bütün etkinlikleri gerçekleştirmek olayı da orada çok gelişmiş durumda. Faahoşuma gidiyor. TRT’de Türkiye’nin ilk siyah liyetler için birileri sponsor olmak zorunda. beyaz dizisinde Türk romanı ve Gerçekler’de Biz de bu durum keyfi olarak görülüyor. Ora- oynadım, Yaşasın Sanat diye ilk kültür-sanat da sendika her şeyi sağlıyor. İnsanların soprogramını sundum. Tabii hepsi çok güzelsyal faaliyetleri için iş verenin para ödemesi di. Ama Ankara kurutuldu. İnsanlar ancak gerekiyor. Sanatı yapan adamlar da izleyici ahbaplarıyla görüşmek için yaşıyor gibi oldu. bulmuş oluyor. Karşılıklı bir hak var. Devlet Tiyatrosu birtakım müdahaleler sonucunda kendi haline bırakıldı. Ben Devlet Ti• Vaktinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? yatroları’na seçimle gelerek genel müdürlük Spor yapmaya çok önem veriyorum. yaptım. O dönemde bütün oyunlar doluydu. Yüzmeyi, bisiklete binmeyi, ağırlık çalışmayı Yönetime her siyasi müdahale tiyatroyu çok seviyorum. Yaz aylarında sörf, kürek, paraşüt etkiliyor. Ama etkilenmemesi lazım. Özerk yapıyorum. Yeni sporların hepsini denemeye olması lazım. çalışıyorum. Daha önce Mimar Sinan’daydım, şimdi Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde •Dizi ve sinema sektörü hakkında neler hocalık yapıyorum. TOBAV’ın önderliğinde düşünüyorsunuz? seminerlere katılıyorum. Yazdığım oyun kita- Ben önceleri dizi yapmıyordum; ama diziler pları var. Abdülcanbaz ve Efruz Bey piyasaya
52
şu anda bütün insanların evine giriyor. Dizilerin de kaliteli gelişimi ve eleştirilmesi lazım. Şu an çok sevdiğim bir dizi var mesela; ismi de “Aşk Yeniden”... (Gülüyoruz) Sinemamız gelişme gösteriyor. Mesela benim de oynadığım “Tepenin Ardı” filmi Berlin Film Festivali’nde birinci oldu. Ben o filmle iyi ödüller kazandım. Uluslararası festivallerde de Türk Sineması’nın dinamikliğinden bahsediliyor. Ama biz de entel filmle ticari film kavramı oluştu. Halbuki tüm filmlerin hem entel hem ticari olması gerekiyor. Film çok önemli. Ben hayatımda gördüğüm bazı filmlerden çok etkilenmişimdir. Zaman
zaman tiyatro öğrencilerine ders verirken, onlara bazı filmleri izlemeyi ödev olarak veriyorum. Çünkü o filmde görülen haklı haksız kavramları basit gibi görünse de filmde gösterilişiyle insan hayatında önemli bir örnek teşkil eder. Bir karı koca kavgası filmde izlendiğinde çok saçma görülebilir. Bunun birbirini anlamamaktan, iletişimsizlikten ve sevgisizlikten, saygısızlıktan kaynaklandığını görebiliriz. Bunları filmde boş boş değil de kendini eleştirerek izleyen bireyler diziler, filmler ve tiyatro sayesinde çok şey öğrenebilir.
Usta tiyatrocu Tamer Levent Ankara’da mütevazı bir evde yaşıyor.
Büt Dergisi
53
HAYDİ
GÜLÜM
VE HAY GÜLÜM
Hayaller de tıpkı bi Ne kadar çok ister hayal edersen / En sana gelir... Tuğba ALTUN
Diyerek çıktım bu yo rüzgarlar esti, nice y nice kar taneleri düş arasına; ama korkma yol almaya devam et hayal bu projeden ç ben herkesin değil, k sesini duymakla oya
Sizleri güzel bir dünyaya el vermeye çağırıyoruz. Umut oldu bakışlara, yarınların getireceği güzel günlere. Yüreği güzel bir insan bu dünyaya ilk tuğlayı koyarak başladı: Tuğba Altun. Kendisi ihtiyaç sahiplerine; okula gitmek için bir elbisesi, silgisi, kalemi olmayan küçük umutlara; köylerdeki okullara “Haydi Gülümse ve Haydi Gülümse” projesiyle ellerinden geldiğince yardımlar toplayarak eksiklerini giderdi, gideriyor. Aslında bu projeyi kendisinden dinlemek daha iyi olacaktır. Biz bu projeyi destekleyerek sizlere ulaştırmak için el verdik, sizler de bu dünyaya el vererek desteklerinizi eksik etmezseniz bir yüzü güldürebilirsiniz...
54
Ta ki yolculuk bitti, g mediği aciz bir anım yoruldum.” dedim k çocuğun sevinç çığlık lağıma. İşte o an gö luğum da geride kalm da....
BU YOLCULUKTA N TIKLARINIZ DİYOR VAKİT HAYDİ GEÇM OLSA BİR YOLCULU
İ
MSE
YDİ MSET
ir dua gibidir. / ve ne kadar çok güzel şekliyle
olculuğa. Nice yağmurlar yağdı, ştü avuçlarım adım. Sabredip ttim. Herkes bu çıkmaz dese de kendi inancımın alandım.
gücümün yetmda, “Tamam ki o vakit de nice kları fısıldandı kuördüm ki yorgunmış durgunluğum
NELERDİ YAPRSANIZ EĞER ,O MİŞE KÜÇÜK DE UK YAPALIM
Ocak 2011 BİR KİTAP DA SEN BAĞIŞLA (Bu kampanya ile VAN, AĞRI, ERMENEK’in köylerine kütüphane için kitap kampanyası oluşturuldu.) Belki bu proje küçüktü; ama benim hayallerim çok; ama çok büyüktü dedim ve başka bir projede yoluma devam ettim. Şubat 2012 İNSANLIK ÖLMEDİ BEN BURDAYIM (diye değiştirdim etkinliğimin ismini. Bu projede Ramazan ayı boyunca evinde yiyecek bir lokması olmayan insanlar için paketler hazırlanıp onların bir bir kapılarına bırakıldı. Sonrasında depremde evini, ocağını yitirmiş bir ailenin evi yenilenip tüm yoksunluğu bir bir giderildi. Sonrasında bayramda üzerine giyecek kıyafeti olmayan çocuklara bayram hediyeleri alınıp dağıtıldı.) Bu yapılanlar karşısında hayallerim daha da büyüdü ve bu sefer de etkinliğin ismini değiştirip şöyle koydum: Mart 2012 HAYDİ GÜLÜMSE VE HAYDİ GÜLÜMSET (Bu projede adımlarım küçüktü. Ama biliyordum ki o küçük adımlardı beni büyük zaferlere ulaştıracak olan. İnsanlara şöyle seslendim: -Alışveriş ile tükettiğiniz anınızın küçük bir bölümünü 1 kalem dahi olsa alıp, verin karşınıza çıkan ilk çocuğa. Sonra o küçük çocuğun gözlerinin içine bakın ve ona diyin ki “Haydi gülümse!” ve biz de size diyelim ki “Haydi gülümset!” Önce bu etkinliğe fazla katılım olmadı. Ben de her ay sonu kıyıya köşeye ayırdığım üç beş kuruş ile kendim kalemler, boyalar alıp dağıttım çocuk-
Büt Dergisi
lara. Dedim ki kendime: “Tuğba sen ışık ol ve sonra bekle. Göreceksin ki küçük de olsa ışık olduğun sürece ardından gelenin çok olacak.” Sonra ışığı gören insanlar ardımdan gelmeye başladı. Artık her ay sonu yüzlerce insan yaptığı herhangi bir alışveriş esnasında hiç tanımadığı karşısına çıkan ilk çocuk için alışveriş yapıp, onu da benimle paylaşıyordu. Sonra yoksul insanlar daha doğrusu paylaşımdan yoksun kalmış nice insanla tanıştık. Onların ocağına aş, evine huzur, çocuğunun yarınına ise umut olmaya çalıştık. Yürümekten yoksun kalmış sakat bir kız çocuğun en büyük hayalini gerçekleştirip onu hayalini kurduğu ünlü simalarla tanıştırıp, akülü sandalyesini alıp “üzülme çocuk, seni seven nice insan var” diyebilmeyi başarıp bunu kutlamak için de fakir bir semtin tüm çocuklarına oyuncaklarla , hediyeler dağıttık. Hem de sakat olan bu kız çocuğunun kendi elleriyle. Bir yılbaşı ayında kendimize yoksun kalmış bir köy seçip, o köydeki tüm çocukların isimlerini bir bir yayınlayarak: “-Haydi bakalım herkes kendine 1 çocuk seçsin.” dedik. Sonrasında o seçmiş olduğu çocuk için yılbaşı hediyeleri alıp, göndersin okuluna. Yılbaşı geldiği gün ise tüm çocuklar kendilerine gönderilen hediyelerini bir bir açıp, yarın ile ilgili umut dolu hayaller düşlesin. Olur ya bir gün büyüyüp de ardlarına baktıkları vakit, onları seven ağabey ve ablalarını anımsayıp bizim kurduğumuz paylaşım dünyasından daha büyük bir dünya kurabilsin. Biz böyle dedik demesine de paylaşım
55
dünyamız öyle büyümüştü ki yılbaşı günü 1 köyün değil de 3 köyün çocuklarının yüzü gülmekteydi. Sonra her ay kendimize 1 değil 2 köy belirledik ve herkes o köyden kendisine 1 isim seçip onun için hediyeler almaya başladı. Hatta öyle ki okuma aşkıyla tutuşan 1 kız çocuğunun yoksulluğu nedeniyle okuldan alınmasına müsade edilmeyip, onun ömrü boyunca eğitim ihtiyaçları gönüllü dostlar tarafından karşılandı. Hatta yine öyle ki, doktorlar köyleri arayıp, hasta olan çocuklar için derman olmaya çalıştı. Şimdi her ay gönlünü okşadığımız nice köylerimiz var. Hani küçükken bize ezberletilen bir şarkı vardı. -Orda bir köy var uzakta O köy bizim köyümüzdür. Gitmesek de, varmasak da
56
O köy bizim köyümüzdür. İşte bizler her ay uzaklardaki bu köylere sahip çıkmaya çalıştık. Sadece köylere değil, etrafımızda yoksun kalmış nice gönüllere de... Şimdi Trabzon-Çamlıktepe diye bir köyümüz var. Orada da nice yoksun kalmış çocuk. Mevlam izin verirse o çocukların da yarınları için umut olmaya çalışacağız. Onlar için hem hediyeler göndereceğiz, hem de köylerine büyük bir kütüphane kuracağız. Bu kütüphanenin ismini de hiç bir etkinlikte bizi yalnız bırakmayan bir öğrencinin dedesinin ismini vereceğiz. Neden mi? Çünkü, o genç kız Kıbrıs’ta burslu okumaya çalışırken, tüm burs parasını her ay yapmış olduğumuz etkinlikteki çocuklar için harcayıp, onlara hediyeler alıp, hayal-
lerine dokunmaya çalıştı. Bizler de kurduğumuz bu paylaşım dünyasının sorumlusu olarak bu genç kızımızın hayallerine dokunup, onun gönlünü yüceltmeye çalışacağız. Sizlerden ricam Trabzon-Çamlıktepe köyüne kuracağımız kütüphanede küçük de olsa bir tuğla koymanız. Bunu da 1 kitap dahi olsa göndererek yapabileceğinizi düşünüyoruz. Şimdi size söylüyorum: 1 kalem ile çıktığımız bu yolculukta 1000’lerce çocuğun kahramanı olmak sizce de büyük bir zafer sayılmaz mı? Belki bu yolculuk biraz zor oldu; ama neticede bir dal
“Haydi Gülümse ve Haydi Gülümset” projesi kapsamında gülümsetmeyi başara yüzler...
an
uzanıverdi bize ve yorgunluğumuz da geride kaldı, durgunluğumuz da.
DESTEK VERMEK İÇİN ULAŞABİLECEĞİNİZ ADRESLER: info@tugbaaltun.com www.tugbaaltun.com www.facebook.com/haydigulumsevehaydigulumset Ve kitaplar...
Büt Dergisi
Kalem ve silgi...
57
GEZi
58
Florya Sosyal Tesisleri - Emre CEYLAN Herkese merhaba. Rüzgar hangi yöne eserse kafa nereye ben oraya geziyorum. Gezmek, görmek, eğlenmek bana huzur ve enerji veriyor. Yeni yerler keşfetmek, oraları görmek ve yeni bir şeyler öğrenmek bana haz veriyor. Peki, benimle beraber ufak bir gezintiye çıkmaya ne dersiniz? Şehrin gürültüsünden, iş stresin-
Büt Dergisi
den, hayatın koşuşturmasından uzaklaşmak, rahat bir nefes almak ve enerji depolamak eminim herkese iyi gelecektir. Yine gezmek için kendimi evden dışarı attım. Yanıma fotoğraf makinemi bir de sırt çantamı aldım. Soluğu ise Florya Sosyal Tesisleri’nde aldım. Adım adım yaz mevsimine yaklaştığımız şu bahar aylarında yeşili ve maviyi bir arada görmek inanın çok güzel. Burası nerede diye merak edenler
olursa hemen söyleyeyim: Florya Sosyal Tesisleri İstanbul’da yer almakta. Dingin ve huzurlu bir ortamda şehrin stresinden kurtulup rahat bir nefes almak ve ailecek güzel bir gün geçirmek için alternatif bir yer. Şimdi soranlar olacaktır “Peki buraya neden gelelim ki?” diye. Valla ben gezdiğimi, gördüğümü sizlere anlatayım da gelip gelmeme kararını yazının sonunda siz kendiniz verin. :)
59
Çocukların güvenli bir şekilde sürüş yapabilecekleri trafik parkı. Hem eğlenip hem de öğrenecekler.
Oturun lalelerin içine iki lafın belini kırın sizde…
Tesis 150 dönümlük bir arazi üzerine kurulu. Marmara denizinin kenarında yeşillikler içerisinde bir yer. Her yer yeşil her yer rengarenk çiçeklerle süslü. Ayrıca sadece yeşiliyle sınırlı değil, uzunca bir sahil şeridine sahip. Tesisin içerisinde yapılabilecek öyle çok ekstrem şeyler yok. Ancak çimlere oturup dinlenmek, sahilde yürümek, bisiklete binmek, paten sürmek, spor yapmak, bir şeyler yiyip-içmek gibi birçok etkinliği aynı anda yapma imkanına sahipsiniz. Tabi her şey bunlarla sınırlı değil. İsterseniz ben yavaş yavaş neler var neler yapılabilir anlatmaya başlayayım.
60
Baba bu kuzu çok tatlı. Seviyorum hiç kaçmıyor baksana.
Bu havuzda birçok hayvanı görebilirsiniz. Ördekler, kuğular, kaplumbağalar, kazlar…
Öncelikle buraya özel aracınız ile gelebileceğiniz gibi toplu taşıma araçları ile ulaşmanız da mümkün. Aracınızla gelirseniz ücretsiz olarak faydalanabileceğiniz açık otopark mevcut. Arabam olmadığı için ben otobüse bindim ve tesisin önündeki durakta indim. Durakta indikten sonra tesisin içine girmek için 2-3 dakika kadar yürümeniz gerekiyor. Ben de yürümeye başlıyorum. Yürüdüğüm yol sağlı sollu yemyeşil, çiçeklerle kaplı. Kısa bir yürüyüşün ardından tesise ulaşıyorum. İlk olarak karşıma çıkan sol tarafta belediyeye ait olan bir restoran ve sağ tarafta bir çocuk parkı,
onun yanında tepede bir kafeterya. Restoranın oldukça zengin bir menüsü var. Fiyat açısından da uygun sayılır. (Çorbalar 4-5 TL, salata çeşitleri 4 TL, atıştırmalıklar 4-13 TL, ızgara çeşitleri 10-24 TL, balık çeşitleri 13-22 TL, tatlılar 4-7.50 TL, içecekler ise 1-2 TL fiyat aralığında.) Ayrıca deniz manzarası da on numara. Ancak burası akşam vakitlerinde, hafta sonları ve özellikle yaz aylarında oldukça yoğun oluyor. Bu yüzden buraya yemek yemeğe gelecekseniz önceden rezervasyonunuzu yaptırın ki kafanız rahat olsun. Gelelim adına yakışır bir
Baba çekil önümden sana çarpmayayım
Hadi biraz eğlenelim. Çarpışan arabaya binip gülelim, gondola binip çığlık atalım...
konumda yer alan Şahin Tepesi isimli kafeteryaya. Kafeterya tesis içinde en yüksek konumda bulunan ve manzaraya en hakim yer. O kadar güzel bir manzarası var ki insan oturduğu zaman kalkmak istemiyor. Önünüzde sonu olmayan masmavi bir deniz, sağınızda ve solunuzda yeşillikler, sahil yolunda insanlar ve inişe geçen uçaklar. Uçaklar da nereden çıktı derseniz bu tesisin hemen yakınında Atatürk Havalimanı bulunmakta. Kafeteryada soğuk-sıcak içecek çeşitleri, atıştırmalık yiyecekler ve tatlı çeşitleri mevcut. Ayrıca sabahları kahvaltı hizmetleri de var. Bu kadar yeme iç--
Büt Dergisi
meden bahsettikten sonra gezmeye devam edelim. Artık şehirleşme giderek artmakta, araç trafiği yer yer insanlardan fazla olmakta. Koşulların bu kadar kötüye gitmesi çocukların sokaklarda kendilerine oyun alanı bulmasını da zorlaştırıyor. Ancak bu tesis içerisinde çocuklarınızın güvenle oynayabileceği, enerjilerini atabileceği birçok oyun alanı ve park mevcut. Hemen kafeteryanın alt tarafında bir oyun parkı var. Salıncaklar, tahterevalli, kaydıraklar, oyuncaklar mevcut. Hemen parkın sol tarafından devam eden yolun orada ortada gerçekten benim çok hoşuma giden
çocuklar için yapılmış bir alan mevcut. Ne mi? Bu alan çocukların akülü veya aküsüz arabalarını kullanmaları için yapılmış güvenli bir alan. Ancak benim hoşuma giden bu alanın tamamının trafik ışıkları, işaretleri ve levhaları ile donatılmış olması. Burayı görünce hemen aklıma “ağaç yaşken eğilir” atasözü geldi. Çocuklar eğlenirken aynı zamanda öğreniyorlar. Buranın sol tarafında yine bir kafeterya-büfe mevcut. Sağ tarafında ise yine bir başka çocuk oyun alanı. Burada ise yere çizilmiş oyunlar var. Satranç, sek sek ve bir de alfabedeki harflerin bulunduğu bir kutu. Burada çocuklarla beraber kendi çocukluğunuza dönebilir, sizin de canınız sek sek oynamak isteyebilir. ( ki ben oynayanları gördüm.) İtiraf ediyorum ben de oynamak istedim ama iki alan da doluydu. Bulunduğumuz yerin hemen sağ tarafında bir çocuk oyun alanı daha var. Çocuklar için halatlardan yapılmış bir tırmanma aleti ve büyük yuvarlak bir salıncak mevcut. Evet, bulunduğumuz yönde ilerlemeye devam ediyoruz. Yürürken lalelerin arasına oturmuş dinlenen, sohbet eden insanları görüyorum. Az ileride solda çimenlerin üzerinde bir gelin ve damat
61
gözüme çarpıyor. Fotoğraf çektiriyorlar. Evlenecek çiftlerin, nişanlanacaklar çiftlerin ve sünnet çocuklarının hatıra fotoğrafı çektirmek için sık uğradıkları bir yer burası. Ben de bu kareyi kaçırmadan hemen fotoğraflıyorum kendilerini. Yeşillikler, çiçekler içinden yürürken kulağınıza değişik hayvan sesleri gelecektir. O da ne? Minnacık bir hayvanat bahçesi ve süs havuzu var. Süs havuzunda ördekler, kuğular, kazlar, kaplumbağalar var. Havuzun yanında yukarıda ise etrafı tel örgülerle çevirili yerde koyunlar, kuzular, tavuk ve horozlar, tavşan, tavus kuşu gibi hayvanlar var. Şehir yaşamında büyüyen çocukların televizyonda gördüğü bu hayvanları gerçekte görmeleri onları da sevindirmişe benziyor ki hayvanlara olan ilgi yoğun. Bu sevimli alandan ayrılıp yürümeye devam ediyorum. Az ileride yine bir çocuk oyun alanı var. Çocuklar doyasıya sallanıyorlar. Bense yürümeye devam ediyorum. Az ileride yol ikiye ayrılıyor. Sağ taraf yürüyüş yolu olarak devam ediyor. Sol taraf ise sahile inen yol. Artık sahil kısmına inmenin, maviye kavuşmanın zamanı geldi diye düşünüyorum ve kendimi sahile doğru atıyo-
62
Etraftaki Meraklı gözler sizi izleyebilir ama boş verin siz özgürce çimenlerin üstünde oynamanıza, eğlenmenize bakın
Açılın yoldan buraların en hızlı patencisi geliyor.
rum. Yavaş yavaş eğimli yoldan sahile doğru indim. İndiğim yolun hemen sol yanında bir lunapark var. Birbirinden farklı eğlence araçları var. Tabi ben bunlara sadece bakıyorum; çünkü gezime devam etmem lazım. Şimdi sahile indim; ama sağa doğru mu yürüyeceğim sola doğru mu yürüyeceğim? İki tarafa da yürümeye kalksam kaç saatim gider belli değil. Şimdi değerli okuyucular eğer sağdan devam ederseniz 500 metre ileride sağda bir AVM var. AVM’yi geçip devam ederseniz
yürüyüş yolu devam ediyor, başka bir şey yok. Soldan devam ederseniz -ki ben soldan devam ettim-, neler olduğunu hemen size aktarayım. Öncelikle sahildeki yürüyüş yolu çok güzel, söylemeliyim. Kimi insanlar kayalıklara oturmuş denizi seyrediyor. Ayrıca yürüyüş yolunun bir bölümünde bisiklet yolu mevcut. Bisikletini alıp gelenler burada bisiklet sürüyor ya da sürmek isteyenler lunaparktan bisiklet kiralayabiliyor, tabi fiyat uygun gelirse. Tek kişilik bisikletin yarım saatlik fiyatı
Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında. Çay var içersen; Ben var seversen; Yol var gidersen…
Park edin bisikletinizi. Biraz dinlenin ve güneşin, manzaranın keyfini çıkarın.
10 TL, çift kişilik bisikletin ise 15 TL. Tercih sizin. İster bisiklete binin, ister yürüyün. Ben sahilin soluna doğru yürümeye devam ediyorum. Herkes farklı bir şey yapıyor. Yürüyüş yapanlar, koşanlar, bisikleti ile yanımdan geçenler, pateni ile kaya kaya turlayanlar. Az ileride bir elinde termos bir elinde sepet bir seyyar satıcı. Çay, kahve, çekirdek, kağıt helva satıyor. Yani illa çay içmek için kafeteryada oturmanıza gerek yok. Etrafıma bakarak, denizi izleyerek tabi fotoğraf da çekerek yoluma
Büt Dergisi
Deniz manzarasına karşı güzel bir yemek yemek fena olmaz.
Engelliler de düşünülmüş bu tesiste...
devam ediyorum. Yaklaşık olarak 400-500 metre kadar yürüdükten sonra karşınıza kumsal çıkacak. Burası eskiden İstanbul’un ünlü plajı olan Güneş Plajı. Kumsalın sol tarafında spor aletlerinden oluşan bir bölüm var. Yürüyüş yolunun solunda ise çimenlik bir alan mevcut. Bu taraflarda piknik yapabilirsiniz; ama bu alanda ve diğer yerlerde ateş yakmak, ızgara yapmak yasak, şimdiden söyleyeyim. Yani buraya gelirken yanınızda bir şeyler getirip yiyebilirsiniz. Bu arada hatırlatmakta fayda var, burada denize girmek yasak. Ama tabi yazın burası
çok kalabalık oluyor, sahilde adım atacak yer olmuyor ve kimse bu yasağa aldırmadan denize giriyor. Bu kumsal alanı az daha geçtikten sonra artık Yeşilköy Sahili’ne varmak üzeresiniz demektir. Valla ben daha fazla ileriye gitmeden geldiğim yoldan geri dönüyorum. İsteyenler daha ileriye doğru devam edip Yeşilköy Sahili’ni de keşfedebilir. Ben baya gezdim ve yoruldum. Şimdi geri dönüyorum. Şahin Tepesi Kafeteryası’na oturacağım ve yorgunluk kahvemi alıp güneşin batışını izleyeceğim. Sonra da usulca kalkıp evin yolunu tutacağım…
63
64
Çayınızı, kahvenizi yudumlarken denizi, güneşi, insanları seyredin.
Büt Dergisi
65
“Öfke aslında toplumumuzda çok yaygın bir duygu”
D
ostoyevski Suç ve Ceza’da “Her insanın yakınlık göreceği bir yere ve birisine ihtiyacı vardır.’’ der. Hepimizin etrafı sayısız insanla dolu ve bizim seveceğimiz, sevileceğimiz nice insanı hayatımıza katarak yaşamı daha anlamlı hale getirmek gibi bir seçeneğimiz var. Neden her gün yüzlerce şiddet haberini okuyarak, izleyerek bu güzel dünyayı yaşanmaz hale getiriyoruz? Maalesef artan şiddet olayları hepimizin mutsuzluğuna ve acı çekmemize sebep oluyor. Peki bu insanların bu kadar acımazsızca davranmasının sebebi ne? Birbirimize nasıl daha faydalı olabiliriz? Şiddete şiddetle karşılık vermek bir çare yolu olmamalı. Biz de sizlere belki bir faydamız dokunur diye seans gibi bir röportaj yapmak için Uzman Psikolog Yücel Sözer’in
66
kapısını çaldık ve kendisinden neden bu hale geldiğimizi dinleyerek, aile ve toplum adına pek çok faydalı cümle işittik ve her şeyi sizler için not ettik. Umarız ki iletişim bozukluğu olmayan, her şeyi konuşarak halledebildiğimiz, birbirimizi kırmadan güzellikleri paylaşabildiğimiz ve her gün iyi haberler aldığımız günler de gelir; ama unutmamalıyız ki bunların hepsi bizim elimizde ve bu değişim için asla geç kalınmış değil. Çünkü herkesin yaşamda yalnızca bir defa hayata gelme hakkı var ve mutlu bir yaşam sürmeyi hepimiz hak ediyoruz.
•Yücel Sözer’i tanıyarak
başlayabiliriz. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nde Psikoloji lisansımı tamamladım, sonra yüksek lisans yaparak uzman psikolog ünvanı aldım. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde
uygulamalı psikoloji masteri yaptım, şu anda ikinci master programım klinik psikolojisi üzerine çalışmalarımı da İstanbul Esenyurt Üniversitesi’nde yapıyorum. Dinamik ağırlıklı psikoterapiler yapıyorum. Bununla beraber, duygu odaklı terapi eğitimleri aldım. Öfke yönetimi, öfkeyi tanımak ve anlamakla ilgili çalışmalarım var. Bu konuyla ilgili hem bireysel terapiler yapıyorum hem de kurumsal eğitimler veriyorum. Yoğun olarak çift ve evlilik terapileri de yapmaktayım. İnsanların iç dünyalarında geçmişten gelen yaraları beraberce keşfetmek, onları fark ettirmek doğrultusunda duygularını paylaşıp ifade ettirmeye de yardımcı oluyoruz.
•Son yıllarda üniversite
öğrencilerinin de psikolojiye yönelimleri fazlalaştı, siz bunu neye bağlıyorsunuz?
B端t Dergisi
67
Röportaj İnsanların kendisini tanıması ve keşfetmesi yönündeki bir gelişme olarak düşünüyorum; çünkü insanın kendisiyle ilgili farkındalıklarını artırmak için psikoloji çok isabetli bir bölüm. Bu işin eğitimini alırken insan kendisini de kontrol ediyor ve değerlendiriyor. O yüzden gittikçe de popüleritesi artacak diye inanıyorum. Mesela 80’lerde psikoloji bölümleri açıldığında toplum tarafından da bilinmiyordu ve insanların psikoloji ve psikologlara karşı önyargıları vardı. Ama son 10 yılda merakla gelen bir ilgiyle birlikte meslektaş sayımızda bir artış var.
• Esasen çoğu genç insan bu
bölümü okumak için bile yeteri maddi-manevi desteğe sahip olmadığını düşünüyor? Siz de çok fazla emek vererek bulunduğunuz konuma gelen bir psikolog olarak böyle düşünenlere neler tavsiye edersiniz? Merak duygusu çok önemli. Merak eden insan bir şekilde tüm imkanlarını zorlayarak yeni şeyler öğrenmeye ve keşfetmeye çalışıyor. Benim öğrencilerime tavsiyem, insanları ve psikoterapi sürecini merak etmeleri oluyor. Bununla ilgili pek çok yabancı ve yerli yayın var. Bu kaynakları araştırıp bol kitap okusunlar, OKUYARAK PSİKOLOG yorum yapıp hayatı gözlemOLUNMAZ lesinler ve bunların hiçbirini • Ailenizde, psikolog olmanız- hafife alıp ertelemesinler. da etken büyükleriniz var mıy- Öğrenilmiş çaresizliğe girip dı? Yoksa sizin de kendinizi “Benim çok çevrem yok, imkeşfetme sürecinizde karar kanım yok” demek, kesinlikle verdiğiniz bir yönelim miydi? doğru bir yaklaşım değildir. Lisede psikoloji dersi çok ilgBazı eğitim veren yerler var imi çekmişti. Biraz araştırma ki, belli hizmetler karşılığında yaptım; çünkü yaygın bir alan burslar veriyor. Kısacası isteyip değildi. İnsanları tanımak, anla- inanmakla başlayacak ve adım mak ve dinlemenin de çok keyif atarak devam edecek bir süreç. verici olduğunu gördüğümde kararımı verdim. Herkes psiko- • Siz nasıl bir çevrede loji okuyabilir; ama hiç kimse büyüdünüz, çocukken gözlemokuyarak psikolog olamaz. Baş- leriniz ne yöndeydi? ka eğitimler de alınmalı ki, Tür- Ben kendimi şiddetten hep kiye’de bu imkanlar son yıllarda uzak görürdüm. Çocukken artmaya başladı. İnsanları anla- mahalle kavgaları vs. Olurdu; mak çok da teorik bir şey değil, ama asla haz etmezdim. İniçlerindeki empati yeteneklerini sanları dinleyen bir çocuktum. pratiğe dökmeleri gerekiyor. Ailemde de özellikle annem Aksi takdirde psikoloji soyut bir kendisiyle ilgili şeyleri benimle kavram olarak kalıyor. paylaşırdı bunu fark ederdim.
68
Ağabeyimle olan ilişkilerimde onu gözlemlerdim. İnsanları anlamak ve çevrede neler olup bitiyor bunlar üzerine kafa yormak keyif veren, hoşuma giden şeylerdi.
• Çalışmalarınızı kadın üze-
rine yoğunlaştırma aşaması nasıl gelişti? Çalıştığım kurumda suç işlemiş kadınlar vardı ve onlarla uzun yıllar çalıştım. Kadınların şu anda da ülkemize yönelik sorunlarından bir tanesi şiddete maruz kalmaları ve toplum içerisinde kurban rolüne itilmeleri. Şiddet denilince zaten karşımıza kontrol edilemeyen ve yönetilemeyen bir öfke kavramı çıkıyor. Sonra şunu fark ettim ki, öfke aslında toplumumuzda çok yaygın bir duygu. Bunu bastırmak da çok doğru bir yaklaşım olmadığı halde çoğu insan bastırmayı tercih ediyor. Tabii bastırılan her şey de patlamaya doğru gittiği için, öfkemizi ne kadar bastırırsak o kadar büyük bir öfke patlaması oluşuyor. Öfkesini kontrol edemeyen insanlar her yerde karşımıza çıkıyor, en önemlisi de aile içerisinde… Ve aile içerisinde kontrol edilemeyen öfke öğrenilebilen bir davranış oluyor. Bunu anne ve babasından görerek modelleyen yeni ve tehlikeli bir nesil karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki bu durum da üçüncü sayfa haberlerini arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.
BİRİSİNİ ANLAMAK, ONU ONAYLAMAK DEMEK DEĞİLDİR • Aslında bir suçluyu anlamaya çalıştığımızda, öldürülen insanın ailesine, yakınlarına haksızlık edip onların daha fazla üzülmelerine sebep olacak gibi hissediyoruz. Ama sorunun çözümü de oradan başlıyor sanırım… Birisini anlamak, onu onaylamak demek değil, onu tasvip etmek demek değil. Asla şiddet gösteren insanı onaylamak ya da bazı gerekçelerle haklı göstermeye çalışmak gibi bir şey söz konusu dahi olamaz. Toplum içinde birbirimizi ne kadar iyi anlarsak o kadar da iç huzurumuz olur. Çünkü birbirini anlamak yerine yargılayıp, suçlayıp, ceza vererek tepki gösteriyorlar. Tamam hukukçular cezalandırsın, bu onların işi; ama hepimiz onları anlamalıyız.
yok etmeye başlamış oluyor. Dolayısıyla bir insanın kendi içindeki olumsuz duyguları ifade etmek yerine onu kontrolsüzce dışarı çıkarması ve yok etmek için birilerini kullanması şiddeti doğuruyor.
•Toplumun şiddete sunduğu
pay nerede başlıyor? Toplumda bir ötekileştirme var; çünkü bunu çok iyi yapıyoruz. Bu katil, bu sapık, bu hırsız diye herkese bir etiket yapıştırıyoruz. Damgalanan bu insanlar da bunun farkında olunca suça eğilimli oluyor. Ve suça karışan hayat öykülerinde de ben damgalanmayı yoğun olarak gördüm. Şiddeti buz dağı gibi düşünürsek, görünen ve görünmeyen kısmı var. Şiddetin kaynağı öfkeyse, onun altında da pek çok duygu başlığı mevcut ki bunlardan bir tanesi değersizlik. Yani yetememe ve başarısızlık. Kadına şiddet uyguluyor ; çünkü kendisini yetersiz hissediyor. • Kadın cezaevlerindeki çalışmalarınızdan bahsettik. İşsiz, eğitimsiz, hayatında bir Oradaki kadınlar şiddetten başarı hikayesi yok. Tatmin oldolayı işledikleri suçlardan mı amayınca da kendisine yetersiz oradaydılar? diyemediği için bunu kamufle Suç işlemeye iten birçok etken ederek yetersizliğini öfkeyle var. Travma travmayı doğuruy- açığa çıkarmaya kalkışıyor. or. Şiddet gören insanlar şidTabii bununla birlikte de saldırdet uygulayabiliyorlar ya da ganlık ortaya çıkıyor. Tabii biz hayatlarında yanlış seçimler de böyle gelmiş böyle gider yapabiliyorlar. Geçmişten gelen noktasından hareketle onları iç yaralarını ve yıkıntılarını mazur göremeyiz. Baş etmek başkalarına atıyorlar ve bunu istiyorsak eğitimin aileden yaparak o insanları da yok etme başladığının farkında olarak çabasına giriyorlar. Şiddetle çocuk yetiştirmeliyiz. Ama birlikte zaten herkes birbirini toplum içinde halen çok fazla
Büt Dergisi
İDAM ÖNERİSİ ÇÖZÜM DEĞİL, ANLAMAYA ÇALIŞALIM • Toplumda da cezalandırmaya yönelik bir eğilim var… Evet maalesef. Son yıllarda yaşanan aile içi şiddet vakalarında da toplumsal duyarlılıkla, bu insanları nasıl cezalandırırız diye düşünüyorlar. Cezalar ve caydırıcı tedbirler yeterli değil. Bu biraz da hukukçuların işi; ama özellikle bu tür olaylarda görüyoruz ki herkes yorum yapıyor. İdam önerenler çoğunlukta… Bizim bakışımız insanları cezalandırmaktan öte anlamak olmalı. Ne oluyor, nasıl bir aileden gelmişler ve nasıl bir çocukluk geçirmişler ki bu derecede hunharca insanlara zarar verebiliyorlar. Bunlar üzerine kafa yorarsak sorunu daha net tanımlarız ve aynı şeyleri tartışmak aynı üzüntüleri yaşamak durumunda kalmayız. konu konuşulamıyor. Mesela son yıllarda artan cinsel şiddet eğilimleri var. Neden bu kadar artar diye düşünüp konuşulmayan şey saldırıya dönüşüyor. Cinsellik okul öncesi eğitim programlarında yaşlara indirgenip yer alsa, evlilik öncesinde seminerler ve bilgilendirmeler yapılsa ve katılım önemsense, ben bu eğilimlerin azalacağını düşünüyorum.
• Pek çok çalışma
yaptığınızdan bahsettik, siz ve meslektaşlarınız Türkiye’de şiddetin yoğun olarak görüldüğü köy kasabalar da
69
Röportaj dahil insanlara ulaşabiliyor musunuz ya da bu tarz çalışmalar az da olsa yapılıyor mu? Maalesef Türkiye’de araştırma yapmak çok kolay bir durum değil. Öncelikle izin süreci var; ama bu süreçte de kolaylıklar sağlanması gerekiyor. Araştırma yapılması teşvik edilmeli çünkü yeterli düzeyde değil. Devlet teşviki de bu noktada çok önemli. Çünkü bizim ülkemizde en az konuşulan konulardan biri de toplumun kendini eleştirmesi. Yüzleşmek insanoğlu için zor bir kavram gibi geliyor; ama bundan kaçtıkça agresifleşip şiddete yöneliyorlar. Bence psikoterapi çalışmaları arttığı takdirde herkes iç dünyasıyla daha kolay yüzleşebilecek. Çünkü bunu yaparak kişi olumsuz duygularını da kabullenmiş oluyor. Aksi takdirde başkalarını suçlamaya devam ediyor. Psikoterapi süresinde bir insanın hayatının tüm ayrıntılarını öğreniyorsunuz. Hayatının derinliklerinde olup bitenlere tanık oluyorsunuz. Bu çok hassas bir durum; çünkü farkında olmadan zarar da verebilirsiniz. Bunun için bunu yapacak insan yeterli eğitim ve donanımda olmalı. Başlangıçta bazı şeylerle yüzleşmek insanların canını da acıtıyor. Belli travmaların üstünü kapattıkları için biz tekrar açığa çıkartıp yüzleşmelerini sağlıyoruz. • Şiddete uğramış danışanlarınıza çözüm süresince nasıl yardımcı oluyorsunuz?
70
Duygularını ifade etmeleri ve yaşadıkları acıyı dile dökmeleri öncelikli aşamamız oluyor. Tabii bununla ilgili birçok teknik var. EMDR bunlardan bir tanesi. Gerekli terapileri uyguluyoruz. Doğru yer ve zamanda doğru insanla paylaşım yapmalarını öneriyoruz. Çocukluğumuzdan beri öğretilen bir şey vardır. Mutluluklar paylaşıldıkça artar. Acılar ve üzüntüler de paylaşıldıkça azalır; ama bunu yaparken dediğim gibi doğru insanla yapmak çok önemli.
•İnsanlarla yüz yüze gelip pek
çok üzüntü verecek olay dinliyorsunuz. Bu işin uzmanı olmanıza rağmen insansınız sonuçta ve duygusal bir bağ kuruluyor, sizin psikolojik dünyanız nasıl etkileniyor bu durumdan? Evet burada duygusal bir bağ var. Ancak çok karıştırılan iki kavram var. Empati ve sempati. Biz o insanın duygularını anlarız; ama onun duygularını yaşamamalıyız. Eğer karşımda gözyaşı döken bir insan varsa ve ben de onunla beraber gözyaşı döküyorsam orada aynı duyguları yaşamış olmak bana zarar verir. Ben sadece onu anlarım; onunla birlikte üzülmem. O insan acı çekiyordur; ama ben onunla beraber acı çekmem. Çünkü ben de onunla üzülünce fayda yerine zarar vermiş olurum. “Benim ne kadar kötü bir hayatım var ki karşımdaki insan da dayanamadı o da
çaresizlik yaşadı” diye düşünür. Sakince oturup soğukkanlı davrandığımızda ve kapsayıcı bir biçimde onun duygularını anladığımızda bu durum danışanlarımıza da iyi geliyor. Ne olursa olsun toplumun çivisi çıktı diye çaresizliğe düşmeden bildiklerimizi paylaşarak insanların farkındalıklarını arttırmak bence şiddette önemli çözüm yollarından birisidir. Çünkü bu yalnızca toplumun değil bireylerin sorunu diye düşünüyorum. Bu konuda her mesleğin kendisine düşen sorumlulukları var. Bir tek bilim dalını ilgilendirmeyecek kadar multidisipliner bir konu. Hukukçular bunu tartışırken edebiyatçılar, sinema ve sanatçılar da bunu kendi içlerinde değerlendirecek. ÖZGECAN’IN BABASI BÜYÜK ERDEM GÖSTERDİ • Sanatçılar ne kadar karşı çıksa da aslında oynadıkları roller şiddet barındıran ve insanlara sunulan kötü olayları barındırıyor… Evet maalesef. Malum diziler var ki isim vermeye bile gerek yok. Şiddeti ve cinsel dayatmaları o kadar normalleştiriyorlar ki “Biz var olan şeyleri gösteriyoruz” demek bile onlar sebebiyle yaygınlaştığının bir göstergesi. Burada da yine iletişimcilere, siyasilere ve sosyologlara düşen görevler var. Ben zaman zaman çevremde şunları gözlemliyorum. Bir cafede otururken kadın, erkeğe diyor ki: “Bana niye bağırıyorsun?”
Yücel Sözer: Cinsellik okul öncesi eğitim programlarında yaşlara indirgenip yer alsa, evlilik öncesinde seminerler ve bilgilendirmeler yapılsa ve katılım önemsense, ben bu eğilimlerin azalacağını düşünüyorum.
Onun cevabı da aynen şu: “Ama siyasiler de her gün bağırıyor”... Yani bu, çok iyi bir gösterge değil. Bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor. Şiddet maalesef her tarafta. Ve bence Özgecan’ın babası çok büyük bir erdem gösterdi. O, içindeki acıyı diğer insanları suçlamadan, yargılamadan sadece anlamak adına dile getirmesi bence çok önemli bir rol model örneğiydi. Ve onun sözleri bir çok insanın hayatında anahtar kelimeler olacaktır. Ben eminim ki bir çok kadın toplumuzda şiddete maruz kaldı; ama bunları ifade edecek ortamları olmadı. Seanslarımda da karşılaşıyorum ki bu kadınları en yakınları bile anlamıyor. O
Büt Dergisi
yüzden bence annelere de çok önemli roller düşüyor. Onların empati yeteneklerinin yüksek olması gerekiyor. Dinlemeliler ve anlamalılar.
• Aile ortamlarına baktığımız-
da kadın boşanmak istiyor, bu yüzden öldürülüyor. Eşinin dayaklarına karşı çıkamıyor; çünkü çocukları var evden ayrılamıyor. Bu durumdaki bir kadın böyle psikolojisi alt üst olmuş kocasına karşı şiddete nasıl karşı koyacak? Yaşadığımız olumsuz durumlar karşısında duygular geliştiririz. Bu duygulardan biri de sıkça bahsettiğimiz öfke. İnsanlar çoğu zaman öfkelerini dile getirmiyorlar, bunu yaptıklarında
“
Hayatının derinliklerinde olup bitenlere tanık oluyorsunuz. Bu çok hassas bir durum; çünkü farkında olmadan zarar da verebilirsiniz. Bunun için bunu yapacak insan yeterli eğitim ve donanımda olmalı.
“
71
Röportaj da öfkeyi ya kendilerine yöneltmiş oluyorlar ya da bu durum çaresizlik olarak kalıyor. O yüzden ben diyorum ki öfkeyi bastırmayalım. Çünkü bu olumsuzluğa karşı iyileştirici bir duygudur. Öfkesini bastıran yaşam enerjisini de bastırmış olur. Kontrollü bir şekilde duygularımızı ifade etmemiz gerekiyor. Tabii sorunlu insanlara karşı öfke dile getirmek de kolay bir durum değildir. Uzmanların o kişilerle iletişime geçmesi daha doğru olabilir. Ve son olaylarla geç kalınmış; ama iyi bir süreç olarak en azından kadınlar duyarlılıklarını göstermeye başladı. Sosyal medyanın da bunda etkisi oldu; çünkü insanlar çok hızlı örgütlendiler. • Peki şiddete meyilli insanları belli bir yaştan sonra değiştirmek mümkün mü? Kişi isterse ve inanırsa uzun bir süreçte de olsa değişimleri mümkün. Tabii bunu da çok iyi anlatmak gerekiyor; çünkü bizim toplumumuzda insanlar değişmez diye bir algı var. Bunun için de toplumsal bilinçlendirme ve insanların farklılıklarının arttırılması çok önemli. Şiddet gösteren insan
72
genelde acı çeken insandır ve onu yanlış olarak şiddetle ortaya çıkartıyor. Biz onların içindeki yok etme duygusunu iyileştirici seçeneklere dönüştürmeliyiz. Onların bize gelmesini de beklememek gerekiyor. Ana haberleri izlediğinizde bile hep bir nefret
“Malum diziler var ki şiddeti ve cinsel dayatmaları o kadar normalleştiriyorlar ki “Biz var olan şeyleri gösteriyoruz” demek bile onlar sebebiyle yaygınlaştığının bir göstergesi.” dili hakimiyetini görebilirsiniz. Bunu izleyen insanlar da en yakınındakinden başlayarak nefret dilini sergiliyor. İnsanlarda var olan kilitli önyargıları açarak onlara ulaşmalıyız. Olumsuz konuşmalar olumsuz düşüncelere, olumsuz düşünceler olumsuz duygulara, olumsuz duygular da olumsuz davranışlara neden oluyor.
•Ailelere neler öneriyor-
sunuz? Aile içi iletişimde sizin öneleriniz nelerdir? Televizyonu kapatmak bir çare mi? İnsanların biribirini dinlemeleri ve anlamaları çok önemli tabii. Televizyon, birlikte bir aktivite durumuna getirilebilir. Beraberce ortak keyif alınan seçimler yapılabilir. Ama televizyon yapımcıları yüksek reyting alıyor diye karşımıza ne çıkarsa izleme durumu olmamalı. Mutlaka seçim kriteri olmalı ki aramızdaki paylaşımlar da azalmasın. Ben ailelere günde en az bir öğün birlikte yemek yemeyi öneriyorum. Çünkü o yemek masasında karşılıklı sohbette olacak, birbirlerini anlayacaklar. Bu da bir olmak anlamında çok önemli. Haftada bir gün, yılda en az bir hafta bir araya gelerek yalnızlıklarını birlikte zaman geçirerek paylaşmalarını öneriyorum. Çünkü hiçbir birey içine dönmemeli. İçlerindeki duygularla yalnızlaşmamalılar. Çünkü o zaman duygularını kapatıyorlar. Anlaşılmayan duygular da hasara sebep olur. Bu yüzden anlaşılmak zorundayız.
SAYGI İLE ANIYORUZ... Büt Dergisi
73
Çarpa Çarpa Astroloji / Hazırlayan: Siyahi
Gerçek Kişi ve Kurumlardan Esinlenerek Oluşturulmuştur %100 Organiktir... İyi Hazımsamalar Bunlar nasıl burç yorumları dimi ahahahahha, amaç bu Sevgili Seyirciler... Amaç, üzgünüm ki içinde kendi burcumun da olduğu bu Astroloji ekini ayrım gayrım gözetmeden eleştirebildiğim kadar eleştirmek. Neden mi yapıyorum bunları, birincisi çok iyi bir gözlemciyimdir. İkincisi de her ay 12 tane elalemin burcunu burada saydıra saydıra yazmak vallahi de billahi de kolay değil, amaç hep beraber gülümsemek. Belki düzelirsiniz ahahah diğer ay görüşürüz canlarım.
Koç: Yönetici gezegenin Mars, haydi sana marş marş. Uğurlu günün salı hay Allah cezanı... Yahu senin kadar tripcan mıdır bilmiyoruz. Yar üstüne yar sever, o da yetmez seni bırakır çeker gider; ama sen halen havalıyım havalıyım havuç kafalıyım diye dolaşır da arkana bile bakmazsın. Aman bakma, zaten önün arkan sağın solun ebe sobe, kimse kalmadı sayende hiçbir yerde. Yalnızlıktan ölmeden önce Allah akıl fikir versin Koçum benim. Boğa: Nasıl yar diyeyim ben böyle yare diyor ya şarkı da. İşte o şarkıda bahsedilen kişi sensin. Senin karşısına çıktığın kişi büyük ihtimal bahtsız bedevinin tekidir. Burcun icabı elementin toprak ya, yakında yaktığın o canlar, kırdığın kalpler, umut verip de terk ettiğin insanlar yüzünden arkandan çok beddua edildiği için toprağına kavuşursun. Boğacık az adam ol da gönül saraylarını yıkma, can sıkıntın yüzünden sevemeyeceğin insanlara çıkar ilişkisi için yanaşma.
İkizler: Senin niteliklerinden birisi de değişkenliktir. Gerçekten bir niteliğin olacağı akla gelecek şey değil ama bukalemun gibi olduğun için her şekle girersin. Bir de fotoğraf çektirmeye bayılıyorsun ya hani keşke bir daha ayılamasan. Bir insan parası olduğu halde ancak bu kadar iğrenç kıyafetler satın alabilir. Allasen stilistim oluyummm. Yengeç: Yengeç yengeç önce sen geç. Şu her şeydeki aceleci tavrınla insanı kanser edersin. Evlenmek istediğin adamı/kadını bari aceleye getirme. Kaç yılında yaşıyoruz yahu da halen annene kız aratıyorsun. Görücü usulü evlilik seni görene kadarmış. Görücüyü gördüğüne pişman edecek bu potansiyelinle sen eğ başını önüne de önce kendini düzenle.
74
Başak: Keşke sadece tarlalarda otlaklarda yetişsen de biz de senin gibilerle yaşamaktan kurtulsak. Millete akıl verir durursun ama baksak sen de gramı yok. Aşktan sevgiden bahsedersin gören de seni aşk adamı/kadını zanneder. Odunluğundan ne yapacağını bilemezsin. Çıkarına olan bir şeyi rica ederken akan sular duruyor da gönül işlerinde niye ağzın dilin bağlanıyor yahu. Böyle gelmiş ama böyle giderse sonun kötü.
Terazi: Havalı da havalı da gel haydi yarim dön dolaş yine bana gel. Temcit pilavı gibi aynı meseleri ısıtıp ısıtıp sürme milletin önüne. Artık bir karar al ve onu uygula. Hayatından çıkıp gitmeyi seçmiş insanların peşini bırak ve onların gölgesi olmaktan vazgeç. Etrafına bak, güneşi, çiçekleri gör. Eeee tabiii gelir bahar ayları gevşer gönül yayları; ama gönülsüz insanlara gönül vererek baharı da yayları da heba etme be Terazi Yay: Ah ben ne diyeyim sana, nerelere gideyim. Yahu sevgisiz yaşayamam aşk adamıyım/ kadınıyım diyorsun ama aşkı sevdayı bulunca da dengesiz hallere bürünüyorsun, acayip hayvanlara benziyorsun. Yanımda olsan sana okkalı bir tokat patlatırdım. Silkelen de kendine gel, millet bulamaz sen bilemez. Şükürsüz Yay. Oğlak: Sen tarot kartında bile şeytan çıkmış insansın. Şeytan seni görse eyvallaha gelir. İnsanların ağzını aramaktan vazgeç artık. Bir şey öğrendiğinde bunu dolandırarak değil direkt söyle. Hayatına aldığın insanlar da aynı senin gibi. Eeeeee ne ekersen onu biçersin yavrukuş. Ettiğin tövbeler kabul olursa belki adam gibi biri çıkar karşına. Kova: Bu havalar elementinden mi geliyor bilmiyorum ama bir gün birisi havanı bir alır, sönmüş balon gibi duvardan duvara çarparsın. Her şey senin istediğin gibi olmayınca afra tafrandan geçilmiyor. Olmayan özelliklerini anlatıp durarak milleti sinir etmeye çalışma çünkü sinirlenen sen oluyorsun. Üstelik hayatına giren insanları çoğu zaman sevmemene rağmen illa anlatacak biri olsun diye hayatında tutuyorsun. Aslan: Geldik kasıntının babasına. Ormanların kralı değil, fesatlığın abidesisin. Çıkmaz sokak gibisin yahu, sana bulaşan hayatından beziyor. Allah içine aşk tohumları serpmiş ama ruh haline göre havanda adam oynatmaya çalışıyorsun. Yapma. Birisi gelir oyun havası yerine sana bir uzun hava çalar, en son görüp göreceğin de o olur. Balık: Bu ay seni alkışlamak lazım. Hayatında onca problem varken sen aşka o kadar kapılıp gitmişsin ki yakında koltuk takımı hemen arkasından bebek kıyafetleri bakmaya başlarsın. Yahu önce ekmeğini eline bir al. Senin iyiliğini düşünen insanlara da atar yapma. Aşkın her duygusallığını yaşayan şanslı bir hayat akışın var. Sağduyulu davranarak alıklıktan kurtul balık usta. Akrep: Elin dursa ayağın durmaz, ayağın dursa kaşın gözün durmaz valla ne garip bir yaratıksın anlayamadık gitti. Sek sek sekerek gel desek koşarsın, kış desek yaz anlarsın, bu kıtlıkla sana kıtlık bursu verilse az geldi deyip dilekçe verirsin. Azcık bakımlı ol bari de hayatındaki insanı sevindir. Elde sen varsın napalım o da onun kadersizliği.
Büt Dergisi
75
“KANAT”
1. Dünya Savaşı’ndan 1999’a bir tayyarecinin, ( Vecihi Hürkuş ) anılarının canlandırılacağı filmin çekimlerine başlanıyor. Herkesin yüreğine dokunan öyküsü, yüksek kalite görsel efektleri ve sürükleyici senaryosuyla göz ve gönül dolduran “KANAT”, 2015 kış sezonunda sinemaseverlerle buluşacak. Vecihi Hürkuş’un hayatını kendine kılavuz edinmiş bir gencin, özel kanat tasarımlı bir uçağı icat ederken karşılaştığı güçlüklerin, aşk ile uçak tutkusu arasındaki gel-gitlerin, gözyaşı, sevinç ve hüzün yüklü hikayesi, ileri düzey görsel efektler ile çekilecek. Filmin yapımcısı Mehmet Çetin, Kanat Filminin proje aşamasının 2 yıldır sürdüğünü, sürpriz oyuncu kadrosuyla bu yıl vizyonda çok ses getireceğini dile getirdi. Film’in müziklerini Aj Müzik Prodüksiyon, Ali Akaçça ve S. Jale Kibritçioğlu yapıyor. FİLMİN KÜNYESİ Yapımcı/Lisans Sahibi: Unc Film & Unc Medıa Yapımcı: Mehmet Çetin Yönetmen: Ozan Uzunoğlu Vfx Studıo: Unc Müzik: Aj Müzik Prodüksiyon, Ali Akaçça – S. Jale Kibritçioğlu