1
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
ÖNSÖZ Gökler ve yer sayfasını derinlemesine inceleyip, uğradığımız yerlerde Rabbimizin varlığını ve birliğini aklî, mantıkî ve ilmî delilleriyle sanki karşımızda bir resim tablosu izler derecesinde akıl gözümüzle görüp, haşrin, yani ölümden sonraki hayatın gelmesini gelecek baharın gelmesi kuvvetinde sanki ahiretin caddelerinde gezer derecesinde anlayarak, Peygamber Efendimizin (S.A.V) risaletinin ve Kur’an’ın hak olduğunun birçok parlak delilleriyle ispat edileceğine şahit olunacak inşallah. Eserin hazırlanmasında Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Risale-i Nur külliyatı ve özellikle “Sözler” kitabının Onuncu Söz namıyle bilinen “Haşir Risalesi” kaynak eser olarak kullanılmıştır. (Haşir Risalesini Sinan Yılmaz beyefendinin dilini sadeleştirip değişik milsaller katarak hazırladığı “Ahirete İman” adlı eseri kullanılmıştır.) Gökler ve dünya bölümlerindeki bilimsel anlatımlar çeşitli bilim adamlarının eserlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır. Kulların en aşağısı Hor, hakir, günahkâr, şuursuz, miskin Cemil Metin, 2014 Malkara / Tekirdağ 2
ÖNSÖZ
1. BÖLÜM Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmaya kadir değil mi? (Elbette öyledir); O, yaratandır, bilendir. (Yasin Suresi, 81)
GÖKLERDEKİ YARATILIŞ DELİLLERİNDEN
ALLAH’A ve AHİRETE İMAN 3
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
BİRİNCİ KISIM: ALLAH’A İMAN BİR: Önce evrenin ne kadar büyük olduğuna bakarak başlayalım. Dünya gezegeni, bildiğimiz gibi Güneş Sistemi’nin bir parçasıdır. Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş’in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Dünya, sistemde Güneş’e en yakın üçüncü gezegendir. Önce bu sistemin büyüklüğünü kavramaya çalışalım. Güneş’in çapı, Dünya’nın çapının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle açıklayalım; eğer çapı 12.200 km. olan Dünya’yı bir misket büyüklüğüne getirirsek, Güneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar büyüklükte yuvarlak bir küre haline gelir. Ama asıl ilginç olan, aradaki mesafedir. Gerçeklere uygun bir model kurmamız için, misket büyüklüğündeki Dünya ile top büyüklüğündeki Güneş’in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Güneş Sistemi’nin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce öteye taşımamız gerekecektir. 4
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Ancak bu kadar dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine oranla oldukça mütevazidir. Çünkü Samanyolu galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Bu yıldızların içinde Güneş’e en yakın olanı Alpha Centauri’dir. Eğer Alpha Centauri’yi az önce yaptığımız ölçeğe, yani Dünya’nın misket büyüklüğünde olduğu ve Güneş ile Dünya’nın arasının 280 metre tuttuğu ölçeğe yerleştirirsek, onu Güneş’in 78 bin kilometre uzağına koymamız gerekir! Modeli biraz daha küçültelim. Dünyayı gözle zor görülen bir toz zerresi kadar yapalım. O zaman Güneş ceviz büyüklüğünde olacak ve Dünya’ya üç metre mesafede yer alacaktır. Bu ölçek içinde Alpha Centauri’yi ise Güneş’ten 640 kilometre uzağa koymamız gerekir. Samanyolu galaksisi, işte aralarında bu denli inanılmaz mesafeler bulunan 250 milyar yıldızı barındırır. Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.
Ancak ilginç olan, Samanyolu galaksisinin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok “küçük” bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar!... Bu galaksilerin arasındaki boşluklar ise, Güneş ile Alpha Centauri arasındaki boşluğun milyonlarca katı kadardır. 5
6
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
İKİ: Şimdi isterseniz bu 250 milyar sayısının büyüklüğünü hep birlikte kavramaya çalışalım. Bir insan ömrü boyunca her saniye bir yıldızın ismini saymaya kalkışacak olsun. Bir, iki, üç, dört, her saniye bir yıldızın ismini saysın; saatlerce, günlerce, aylarca, yıllarca tam yüz yıl aralıksız saysın, yine sadece Samanyolu galaksisindeki bu 250 milyar yıldızı saymaya ömrü yetmez. İşte bu denli büyük bir rakamdır bu sayı. Oysa uzayın geneli düşünüldüğünde Samanyolu galaksisi gibi uzayda sayılabilen yaklaşık 300 milyar tane daha galaksiler bulunmakta ve bunların her birinde de yüz milyarlarca yıldızlar! Herbiri Güneş gibi yanıyor dönüyor ve kendi gezegenleriyle birlikte yörüngelerinde akıp gidiyorlar. Kimisi Güneşimizden 2 katı büyüklüğünde, kimisi 10 katı, kimisi 20 katı büyüklüğünde tam 250 milyar yıldız! Uçsuz bucaksız evrendeki sayısız yıldızlar bir araya gelip kümelenerek galaksileri oluşturmuşlar. Sanki binaların bir araya gelip şehirleri oluşturdukları gibi ve galaksilerin aralarındaki mesafeler korkunç uzaklıktadır. Bu yıldızların bizlere ve birbirlerine olan uzaklıkları ışık hızıyla hesaplanabilmekte. Işığın bir saniyedeki hızı 300 bin kilometre yani bir saniyede Dünyamızın ekvator çevresinde 7,5 sefer dolaşabilecek bir hız! Siz bu hızla uzaya gidebilseniz, Güneşe 8 dakikada, en yakın Alpha Centauri yıldızına 40 bin saatte (yaklaşık 3,5 yıl) diğer yıldızların kimisine 100 yıl, kimisine 500 yıl, kimisine 100 bin yıl, bize en yakın Andromedia Galaksisi’ne 2 milyon 200 bin yıl, diğerlerine 100 milyon yıl, 1 milyar yıl, 10 milyar yılda ancak varabilirsiniz. Evet, unutmayın saniyede dünyamızın ekvator çevresinde 7,5 sefer dolaşabilecek bir hızla! İşte bu denli kalabalık ve bu denli uzak yıldızlar! İsterseniz aralarındaki mesafeleri göz önüne almadan bu yıldızların çokluğunu kavramak için bir misal verelim: Lapa lapa yağan kar tanelerinin hepsi bir Güneş olsun yıldız olsun, işte kafanı kaldır bak göklerdeki sayısız yıldızların çokluğunu ürpertiyle seyret! Ya da yeryüzünün tüm okyanus sularını derinliğince kumlarla doldur, kum tanelerinin hepsi bir Güneş olsun, yıldız olsun. Hepsi7
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
ni savur uçsuz bucaksız uzaya, şimdiki yıldızların yerini doldurmak için, daha çok okyanuslar gerek. ÜÇ: “O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman’ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4) Evrendeki milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde kendileri için tespit edilmiş yörüngelerinde hareket ederler. Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler. Hatta bazen içinde 200 -300 milyar yıldız bulunan galaksiler birbirinin içinden geçip giderler. Bu geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak herhangi bir çarpışma olmaz. Evrende hız kavramı dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl durduracak boyutlardadır. Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler ve sayısal değerleri ancak matematikçilerin anlayabileceği büyüklükteki galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde korkunç bir süratle hareket ederler. Örneğin, dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni çevresinde döner. Bugün en hızlı merminin saatte ortalama 1.800 km.lik bir sürate sahip olduğu düşünülürse dünyanın dev boyutlarına rağmen süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır. Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır: saatte 108.000 km. (Böylesine büyük bir süratle yol alabilen bir araç yapılabilseydi dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.) Verdiğimiz bu sayılar sadece dünya içindir. Güneş sistemi ise daha da ilginçtir. Bu sistemin sürati mantık sınırlarını zorlayacak 8
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
derecededir. Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar. İşte güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati: Saatte tam 720.000 km., 200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran Samanyolu Galaksisinin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000 km. dir Bu baş döndürücü hız, aslında dünya üzerindeki yaşamımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterir. Böylesine karmaşık ve hızlı bir sistem içinde dev kazaların oluşması normalde oldukça mümkündür. Ancak, ayette bildirildiği gibi, tüm bu sistem içinde hiç bir “çelişki ve uygunsuzluk” yoktur. Çünkü evren de, her şey gibi, “başıboş” değildir ve Allah’ın koyduğu dengeye göre işlemektedir. DÖRT: Kütleleri küçüklük-büyüklük itibariyle pek çok farklı ve mevkileri uzaklık-yakınlık noktasında pek çok çeşitli ve hareket süratleri çok değişik göklerdeki bu kadar çok yüz milyarlarca kör, sağır ve düşüncesiz yıldızları mükemmel bir düzen ve hikmetle ve kusursuz bir ölçü ve bir saniye kadar şaşırmayarak birbirine çarpmadan, vurmadan, savurmadan, kargaşa ve ihtilâl çıkartmadan döndürüp hareket ettirmek büyük bir ölçekte Allah’ın kudretinin sonsuz büyüklüğünü ve her şeyi idaresi altında bulunduran Allah’ın birliğini gösterir. Çünkü o cansız cisimleri, o şuursuz büyük kütleleri nihayet derecede düzen ve hikmet ölçüsü içinde, çeşitli şekillerde, farklı mesafelerde ve değişik hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti ispat ettiğini kıyas et. Bu büyük ve ağır işe zerre miktar tesadüf karışsa, öyle bir patlayış verecek ki, kainatı dağıtacak. Çünkü, bir dakika tesadüf birisini durdursa, yörüngesinden çıkmasına sebebiyet verir, başkalarıyla çarpışmasına yol açar. Dünyamızdan bin defa büyük cisimlerle çarpışmanın ne derece dehşetli olduğunu kıyas edebilirsin. Ey astronomici efendi! Hangi tesadüf bu işlere karışabilir? Hangi sebeplerin eli buna ulaşabilir? Hangi kuvvet buna yanaşabilir? Haydi sen söyle... Hiç böyle bir Sultan-ı Zülcelal, aczini gösterip mülküne başkasını karıştırır mı? Özellikle kâinatın meyvesi, neticesi, gayesi, esası olan canlıları, başka ellere verir mi? Başkasını müdahale ettirir mi? Özellikle o meyvelerin en kapsamlısı ve o neticelerin en mükemmeli ve zeminin halifesi ve o sultanın âyinedar 9
10
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
bir misafiri olan insanları başıboş bırakır mı? Ve onları tabiata ve tesadüfe havale edip saltanatının haşmetini hiçe indirir mi, mükemmel hikmetini aşağı düşürür mü? “Allah yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir bunların arasında durmadan iner, sizin gerçekten Allah’ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.” (Talak Suresi, 12) BEŞ: “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik.” (Kaf Suresi, 6) Yani ayet-i kerime dikkatli bakışı, semânın süslü ve güzel yüzüne çeviriyor. Tâ dikkatli bakış ile semânın yüzünde olağanüstü sakinlik içinde bir sessizliği görüp, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah’ın emir ve boyun eğmesiyle o vaziyeti aldığını anlasın. Yoksa, eğer başıboş olsaydılar, bir biri içinde o dehşetli sınırsız yıldızlar, o gayet büyük küreler ve gayet süratli hareketleriyle öyle bir gürültü çıkarmaları lazımdı ki, kainatın kulağını sağır edeceklerdi, hem öyle bir karma karışıklığın sarsıntısı içinde karışıklık olacaktı ki, kainatı dağıtacaktı. Yirmi manda bir biri içinde hareket etse ne kadar gürültülü bir karma karışıklığa sebebiyet verdiği malûm. Halbuki dünyamızdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa süratli hareket edenler, yıldızlar içerisinde var olduğunu astronomi söylüyor. İşte; sakinlik içindeki yıldızların sessizliğinden sonsuz güç, kudret ve azamet sahibi Cenab-ı Allah’ın güç ve emri altında bulundurma derecesini ve yıldızların O’na boyun eğme ve itaat derecesini anla. Hem, göğün yüzünde, hikmet içinde bir hareketi görmeyi ayet emrediyor. Evet, gayet acayip ve azim o harekât, gayet dakik ve geniş hikmet içindedir. Nasıl ki bir fabrikanın çarklarını ve dolaplarını hikmet içinde çeviren bir sanatkâr, fabrikanın azamet ve düzeni derecesinde sanat ve hüner derecesini gösterir. Öyle de, koca güneşe ve yıldızlara, gezegenleriyle beraber fabrika vaziyetini veren ve o müthiş azim küreleri sapan taşları misillü ve fabrika çarkları gibi etrafında döndüren bir Kadir-i Zülcelâl olan Allah’ın kudret ve hikmet derecesini o nispette bakışa gösterir. 11
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Hem, göklerin yüzünde öyle bir haşmet içinde bir parlamak ve bir süs içinde tebessüm var ki, Sâni-i Zülcelâlin ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir sanatı olduğunu gösterir. Donanma günlerinde pek çok elektrik lambaları sultanın haşmet derecesine ve teknolojik ilerlemedeki mükemmellik derecesini gösterdiği gibi, koca semâvât, o haşmetli, süslü yıldızlarıyla Sâni-i Zülcelâlin saltanatının mükemmelliğini ve sanatının güzelliğini öylece dikkatli bakışa gösteriyorlar. Evet, çeşitli ve küçük cisimleri veyahut hayvanları döndüren ve bir vazife için çeviren ve özel bir ölçüyle bir birini belirlenmiş bir yolda sevk eden bir zatın iktidar ve hikmet derecesini ve hareket eden cisimlerin ona itaat ve boyun eğme derecelerini gösterdikleri gibi, koca semâvât o dehşetli azametiyle, hadsiz yıldızlarıyla ve o yıldızlar da çeşitli büyüklükleriyle ve gayet şiddetli hareketleriyle beraber, zerre miktar ve bir saniyecik kadar hudutlarından tecavüz etmemeleri, bir saniyecik kadar vazifelerinden geri kalmamaları, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Sâni-i Zülcelâllerinin ne kadar ince bir özel ölçüyle rablığını icra ettiğini dikkatli bakışa gösterirler.
ALTI: “Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (yok olup gitmesinler diye) her an kudreti altında tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır.” (Fatır Suresi, 41) Şu kainattaki gök cisimlerinin var oluşları, hareketleri, devamları, bekâları; Allah’ın kainatı yaratıp varlıkta devam ettirme hikmeti ve gayesine bağlıdır. Eğer bu gaye bir dakikada yüzünü çevirse, bir kısmı dünyamızdan bin defa büyük milyonlarla küreler, uçsuz bucaksız uzay boşluğunda dağılacak, birbirine çarpacak, yokluğa dökülecekler. 12
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Nasıl ki, meselâ havada, uçaklar yerinde binler muhteşem sarayları mükemmel bir düzenle durdurup seyahat ettiren bir zatın büyük mevcudiyet iktidarı, o havadaki sarayların sebat ve düzen ve devamları ile ölçülür. Öyle de o varlıkların hayatı ve devamı kendi idaresinde olan Yüce Allah’ın esir maddesi içinde sınırsız gök cisimlerine nihayet derecede düzen ve ölçü içinde kainatı varlıkta devam ettirme sırrıyla bir hareket, bir bekâ, bir devam vererek bazısı dünyadan bin ve bir kısmı milyon defa büyük milyonlarla azîm küreleri direksiz, dayanıksız, boşlukta durdurmakla beraber, her birini bir vazife ile görevlendirip gayet muhteşem bir ordu şeklinde “Emr-i kün feyekun” den gelen fermanlara kusursuz bir boyun eğmeyle itaat ettirmesi, İsm-i Kayyum olan Allah’ın azami cilvesine bir ölçü olduğu gibi, her bir varlığın zerreleri dahi yıldızlar gibi Allah’ın kainatı yaratıp varlıkta devam ettirme hikmetiyle beka ve devam ediyorlar. Ya İlahî ve ya Rabbî! Ben imanın gözüyle ve Kur’an’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dersiyle ve İsm-i Hakîm’in göstermesiyle görüyorum ki: Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki; böyle düzeniyle Senin varlığına işaret etmesin. Ve hiçbir gök cismi yoktur ki; sessizliğiyle gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, Senin terbiye ve idare ve sevk edişine ve birliğine şahitlik ve işareti olmasın. Ve hiçbir yıldız yoktur ki; ölçülü yaratılışıyla düzgün vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara benzeyiş ve benzerlik mührüyle Senin ilahlığının haşmetine ve birliğine işaret ve şahitlikte bulunmasın. Ve hiçbir gezegen, yıldız yoktur ki; hikmetli hareketiyle ve itaatli boyun eğmeleriyle ve düzenli vazifesiyle ve önemli uydularıyla Senin varlığının zaruri oluşuna şahitlik ve ilahlığının saltanatına işaret etmesin!.. Ey varlığı zaruri olan Vâcib-ül Vücud! Ey Vâhid-i Ehad! Bu hârika yıldızlar, bu acib güneşler, aylar; Senin mülkünde, Senin semavatında, Senin emrin ile ve kuvvetin ve kudretin ile ve Senin idare ve tedbirin ile itaatkâr ve düzenlenmiş ve vazifelendirilmişlerdir. Bütün o ulvi cisimler kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden birtek Hâlık’a tesbih ederler, tekbir ederler, kendilerine özgü dil ile “Sübhanallah, Allahü Ekber” derler.
13
MARS GEZEGENİNDEKİ ANTİK TİYATRO İçinde yığınla taşlar ve kayalar olan Mars gezegenini düşünelim. Çok kuvvetli rüzgârlar ve aylarca kum fırtınalarının hüküm sürdüğü bu gezegeni doğal şartlara bırakır ve milyarlarca yıl beklerseniz, şimdiki şekilsiz ve karışık halinden fazla bir şey göremezsiniz. Ama eğer milyarlarca yıl sonra gezegenin üstünde bu taşlardan yapılmış Antalya’daki Aspendos Tiyatrosu gibi bir yapı görseniz ve bu yapının üstünde ince ince işlenmiş heykeller olsa, bu her bir detayı iyice ölçüp hesaplanmış yapının ve üstündeki sanat eserlerinin kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiatla, cansız ve şuursuz sebeplerle kendiliğinden yapılamayacağına karar verirsiniz. Yapılacak tek açıklama gezegendeki bu yapının bir “akıl” tarafından inşa edilmiş olduğudur. 1965’te Nobel ödülü kazanan Arno Penzias, evrendeki olağanüstü tasarım karşısında şu yorumu yapmaktadır:
14
Astronomi bizleri çok olağanüstü bir olaya götürmektedir; hiç yoktan yaratılmış bir evren. Hayatın oluşmasına izin verecek gerekli olan şartları tam olarak sağlayacak hassas bir denge ile kurulmuş, bu amaca yönelik bir plana sahip olan bir evren. Evrendeki hayret verici dengeleri ve düzeni inceleyen her insanın karşısına çıkan bu gerçek son derece açıktır: Tüm evrende üstün bir tasarım, kusursuz bir düzen sergilenmektedir. Bu düzenin sahibi elbette her şeyi kusursuzca var eden Allah’tır. Allah evrenin yaratılışındaki düzene, “belli bir ölçüyle” hesaplanmış dengelere bir ayetiyle şöyle dikkat çekmiştir. “Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2)
15
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
YEDİ: Amirlik ve hükmediciliğin gereği rakip kabul etmeyip ortaklığı reddetmektir, müdahaleyi ortadan kaldırmaktır. Onun içindir ki, küçük bir köyde iki muhtar bulunsa, köyün rahatını düzenini bozarlar. Bir kasabada iki kaymakam bir vilayette iki vali bulunsa karma karışıklık çıkarırlar. Bir memlekette iki padişah bulunsa, fırtınalı karma karışıklığa sebebiyet verirler. Madem hükmedicilik ve amiriyetin gölgesinin zayıf bir gölgesi ve cüzi bir numunesi, yardıma muhtaç, aciz insanlarda böyle rakip ve zıddı ve benzerlerinin müdahalesini kabul etmezse, acaba sonsuz saltanat suretindeki hâkimiyet ve tüm varlıkları terbiye ve idare etme derecesindeki amiriyet, bir Kadir-i Mutlak olan Allah’ta ne derece o müdahale etmeme kanunu ne kadar esaslı bir surette hükmünü icra ettiğini kıyas et. Demek ilahlık ve rablığın en kesin ve daimi lazımı, tek ve yalnız olmadır. Buna apaçık bir delil ve kesin şahit, kainattaki en mükemmel düzen ve en güzel uyumluluktur. Sinek kanadından tut tâ semâvât kandillerine kadar öyle bir düzen var ki, akıl onun karşısında hayretinden ve güzel karşılamasından “Sübhanallah, Maşaallah, Bârekâllah” der secde eder. Eğer zerre miktar ortağa yer bulunsaydı müdahalesi olsaydı “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı ikisi de (yer de gök de) harap olup giderdi.” (Enbiya Suresi, 22) ayet-i kerimesinin işaretiyle düzen bozulacaktı, suret değişecekti, fesatın eserleri görünecekti. Halbuki, “O, biri diğeriyle tam bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah) ın yaratmasında hiçbir çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü (nü) çevirip gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4) işaretiyle ve şu ifade ile insan bakışı, kusuru aramak için ne kadar çabalasa hiçbir yerde kusuru bulamayarak yorgun olarak menzili olan göze gelip, onu gönderen tenkitçi akla diyecek: “Boşuna yoruldum, kusur yok” demesiyle gösteriyor ki, düzen ve ölçü gayet mükemmeldir. Demek kainattaki düzen Allah’ın birliğinin kesin şahididir. 16
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
İKİNCİ KISIM: AHİRETE İMAN SALTANAT DELİLİ “Hiç mümkün müdür ki, bu âlemin sultanı olan Zat-ı Zülcelâl, nihayetsiz kemalini göstermek için bu kâinatı gayet âli gayeler ve yüksek maksatlarla icad etsin ve sonra o gaye ve maksatlara karşı iman ve ibadetle karşılık verenlere bir mükâfatı bulunmasın? Ve o gayelere, red ve isyanla karşılık verenlere bir cezası olmasın? Bu mükâfat ve ceza burada yok hükmündedir. Demek, başka yerde bir mükâfat ve ceza yeri vardır ve olmalıdır.”
17
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
SULTAN İSMİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ Birinci kısımda kâinattaki saltanatı bir nebze de olsa gördük ve “Fiiller failsiz olamaz.” kaidesini kullanarak göz önündeki saltanattan, bu saltanatın sahibi olan Allah’ın varlığına ve O’nun “Sultan” ismine ulaştık. Bu kısımda ise Allah’ın Sultan isminin ahireti gerektirdiğini ispat edeceğiz.
Malumdur ki, en küçük sultanlar bile saltanatlarının izzetini korumak ve haşmetini muhafaza etmek için, kendilerine güzel hizmet edenlere mükâfat ve isyan edenlere ceza verir. Mükâfat ve ceza, saltanatın olmazsa olmazıdır. Hatta bir asi, sultana isyan etse ve: “Sultan beni yakalayamaz, bana ceza veremez, gücü bana yetmez...” derse; Sultan, saltanatının haşmetini korumak için o asiyi yakalamalı ve onu hapse atmalıdır. Eğer memleketinde bir hapishane yoksa bile, saltanatının haşmetini muhafaza etmek için o asiye bir hapishane yapmalı ve onu yakalayarak o hapishaneye atmalıdır. Ta saltanatının izzeti muhafaza edilsin ve izzeti zillete inkılâp etmesin! Madem Sultan, saltanatının izzetini korumak için kendisine hizmet edenlere mükâfat ve isyan edenlere ceza vermek zorundadır. O hâlde şimdi soruyoruz: Acaba birinci kısımda varlığını ispat ettiğimiz Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Allah Teâlâ, kendisine hizmet edenlere bu dünyada hakkıyla mükâfat veriyor mu? Ve yine kendisine isyan edenlere bu dünyada hakkıyla ceza veriyor mu? Hayır vermiyor! Ne O’na hizmet edenler bu dünyada hakkıyla 18
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
mükâfat görüyor ve ne de O’na isyan edenler hak ettikleri cezaya uğruyor. O hâlde şimdi yine soruyoruz: Ezel ve Ebed Sultanı olan Allah Teâlâ’nın, saltanatının izzetini ve haşmetini koruması için ne yapması lazım? Elbette, bir mükâfat ve ceza yeri açması ve bu dünyada kendisine hizmet edenlere orada mükâfat ve bu dünyada kendisine isyan edenlere orada ceza vermesi lazım! Bu olmazsa, Cenab-ı Hak -hâşâ- saltanatının izzetini muhafaza etmemiş olur. Zira bir kâfir, küfrünün lisan-ı hâli ile der ki: “Ey Sultan olduğunu bildiren Allah, sen beni yakalayamazsın, beni cezalandıramazsın, beni hapsine atamazsın; sen cehennemi yaratamazsın, senin gücün ahireti yaratmaya yetmez...” Evet, bütün bu sözler ve daha yazmaya cesaret edemediklerimiz, kâfirin lisanıhâl ile söylediği ve küfrün neticesi olan sözlerdir. Eğer -faraza- Allah’ın cehennemi yaratmak için hiç bir sebebi olmasaydı bile, sadece kâfirin bu sözlerinden dolayı cehennemi yaratacak ve onu oraya atarak saltanatının izzetini koruyacaktı. Şimdi, birinci delili maddeler hâlinde özetleyerek meseleyi biraz daha iyi kavrayalım: •
Zerrelerden yıldızlara ve atomlardan galaksilere kadar şu kâinatta muhteşem bir saltanat gözükmekte ve bu saltanat her yerde hükmetmektedir.
•
Bir köyün muhtarsız, bir şehrin valisiz, bir memleketin sultansız ve bir sarayın meliksiz olması mümkün olmadığı gibi; bu kâinatta hükmeden saltanatın da sultansız olması mümkün değildir. Bu sultanı kabul etmemek, ancak göz önündeki şu saltanatı inkâr etmekle mümkündür; göz önündeki saltanatı inkâr etmek ise aklını kaybetmemiş hiçbir kimse için mümkün değildir.
•
Sultanlar, kendilerine hizmet edenlere mükâfat verirler. Bu, saltanatın izzetini muhafaza etmek içindir. Hâlbuki bu âlemin Sultan’ına hizmet edenler bu dünyada hakkıyla mükâfat görmemektedirler. O hâlde bu mükâfatın 19
20
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
verileceği başka bir memleket olmalıdır, ta ki saltanatın izzeti muhafaza edilebilsin. •
Sultanlar, kendilerine isyan edenlere ceza verirler, ta ki saltanatlarının haşmet ve izzetlerini koruyabilsinler. Hâlbuki bu âlemin Sultan’ı olan Allah Teâlâ’ya isyan edenler bu dünyada hakkıyla ceza görmemektedirler. O hâlde bu cezanın verileceği başka bir memleket olmalıdır, ta ki saltanatın izzeti ve haşmeti muhafaza edilebilsin.
•
Ahireti inkâr edebilmek için, ilk önce Cenab-ı Hakk’ın “Sultan” ismini inkâr edebilmek gerekir. Cenab-ı Hakk’ın “Sultan” ismini inkâr edebilmek için de şu kâinatta gözüken haşmetli saltanatı inkâr edebilmek lazımdır. Demek, kâinatta gözüken haşmetli saltanatı inkâr edemeyen, bu saltanatın sultanı olan zatı inkâr edemez. Ve bu Sultan’ı inkâr edemeyen de ahireti inkâr edemez, zira saltanatın izzeti ancak ahiretin gelmesiyle muhafaza edilebilir.
Başta dediğimiz gibi, ahiretin varlığı üç adım ile ispat edilir. Her bir adımı bir zincir halkaya benzettiğimizde, bu üç halka birbirine girmiştir. Birini koparabilmek için, tümünü koparabilmek ve tamamını parçalayabilmek gerekir; tümüne ilişemeyen bir halkaya da ilişemez. Dolayısıyla, gözümüz ile gördüğümüz şu âlemdeki saltanatı inkâr edemeyen, bu saltanatın Sultan’ı olan zatı inkâr edemez, zira saltanat sultansız olamaz. Sultan’ı inkâr edemeyen de ahireti inkâr edemez, zira ancak ahiretin gelmesiyle bu Sultan’ın izzeti muhafaza olunur. O hâlde diyebiliriz ki: Elbette, gücü her şeye yeten ve koca yıldızları tesbih taneleri gibi çeviren bu sultan, saltanatının izzetini muhafaza etmek için ahireti getirecek ve kendisine güzelce hizmet edenlere mükâfat verecektir. Kendisine isyan ederek âdeta “Sen beni yakalayamazsın, senin gücün bana yetmez!” diyenlere de hak ettikleri cezayı vererek onları haps-i ebedisi olan cehenneme atacaktır. Bu, göz önündeki şu saltanat kadar açıktır ve bedihidir.
21
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
İZZET DELİLİ “Hiç mümkün müdür ki, şu âlemin izzet ve celal sahibi olan mutasarrıfı, izzetinin hukukunu çiğneyen ve celalinin haşmetine karşı hürmetsizlik eden edepsizleri edeplendirmesin, izzet ve celaline yakışır bir tarzda onları cezalandırmasın? O ceza ve terbiye, bu dünyada yok hükmündedir; demek başka yerde bir ceza yeri vardır ve olmalıdır.”
22
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Evet, Allah Aziz’dir. Zira şu kâinata bakıyoruz ve görüyoruz ki: -İmtihan sırrından dolayı- İnsan ve bazı canavarlardan başka, Güneş, Ay ve yeryüzünden tutun, ta en küçük mahlukata kadar her şey kemal-i dikkatle vazifesinde çalışıyor. Hiç bir mahluk zerre miktar haddinden tecavüz etmiyor. Koca güneşler ve yıldızlar intizamı bozamıyor. Hiç biri vazifelerinden geri kalamıyor ve O’na itaatsizlik yapamıyor. Her şey bir itaat tahtında hareket ediyor. İşte, her şeyin azim bir heybet tahtında umumi bir itaatte bulunması ispat eder ki, büyük bir celal ve izzet sahibinin emriyle hareket ediyorlar ve O’na itaat ediyorlar.
AZİZ VE CELİL İSİMLERİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ Başta demiştik: Hiç mümkün müdür ki, şu âlemin izzet ve celal sahibi olan mutasarrıfı, izzetinin hukukunu çiğneyen ve celalinin haşmetine karşı hürmetsizlik eden edepsizleri edeplendirmesin, izzet ve celaline yakışır bir tarzda onları cezalandırmasın? Hayır, asla olamaz! Zira nihayetsiz celal ve izzet, edepsizlerin tedibini ister. Hâlbuki şu dünyada o izzet ve celale yakışır bir ceza yoktur. Çünkü ekseriya zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp bu dünyadan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor, 23
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
tehir ediliyor; yoksa bakılmıyor değil. Hem bazen dünyada dahi ceza verir. Geçmiş asırlardaki asi ve inatçı kavimlere gelen azaplar gibi... İşte bu cezalar gösterir ve ispat eder ki, insan başıboş değildir; bir celal ve gayret sillesine her vakit maruzdur. Acaba hiç mümkün müdür ki, insanın umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi ve ehemmiyetli bir kabiliyeti olsun ve daha sonra: Cenab-ı Hakk’ın bu kadar muntazam eserleriyle kendini tanıttırmasına mukabil, insan iman ile O’nu tanımasın, Hem rahmetinin bu kadar süslü meyveleriyle kendini sevdirmesine mukabil, insan ibadetle kendini O’na sevdirmesin, Hem bu kadar türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini insana göstermesine mukabil, insan şükür ve hamd ile O’na hürmet etmesin ve bu cinayetler cezasız kalsın, insan başıboş bırakılsın, o izzet ve celal sahibi olan Zat-ı Zülcelal bir ceza yeri hazırlamasın? Hâşâ ve kella! Bu delili şöyle özetleyebiliriz: Kâinatta gözüken umumi itaat ve asi kavimlere gelen semavi tokatlar, perde arkasındaki bir zatı “Aziz” ve “Celil” isimleriyle bizlere tanıttırır. İzzet ve celal, edepsizleri edeplendirmek ve asilere ceza vermek ister. İzzetin ve celalin haşmeti ancak bu şekilde muhafaza edilebilir. Şu dünyada ise her ne kadar bazen zalimlere ve asilere tokatlar gelse de birçok zaman zalim insanlar ve asi kavimler ceza görmeden bu âlemden göçüp gidiyorlar. İşte bu hâl ispat eder ki, başka yerde bir mahkeme-i kübra ve bir ceza yeri olmalıdır. Olmalıdır ki, izzet ve celal 24
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
haşmetini muhafaza edebilsin. Demek ahireti inkâr etmek, Cenab-ı Hakk’ın “Aziz” ve “Celil” isimlerini inkâr etmek ile mümkündür. “Aziz” ve “Celil” isimlerini inkâr etmek ise, gözümüz ile gördüğümüz şu âlemdeki umumi itaati ve asi kavimlere gelen cezaları inkâr etmek ile mümkündür. Zira umumi itaat ve asi kavimlere gelen cezalar inkâr edilemezse “Fiiller failsiz olamaz.” kaidesince, bu itaatin hâkimi ve bu semavi tokatların sahibi olacak zatın varlığı kabul edilecektir. O zatın varlığı kabul edildikten sonra da izzetinin ve celalinin hakkı için ahireti getirmesi gerektiği tasdik edilecektir. Yani sözün özü: Göz önündeki şu izzeti inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemez. Gözüyle gördüğünü inkâr edecek kadar akıldan uzak olana ise zaten diyecek bir sözümüz yoktur!
25
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
MANTIK DELİLİ Hiç mümkün müdür ki, bütün yüzyirmidört bin peygamberler, mucizelerine dayanarak sözünü destekledikleri ve bütün yüzyirmidört milyon evliyalar, keşif ve kerametlerine dayanıp davasını tasdik ettikleri ve bütün ilim ve takva sahibi büyük zatların geniş araştırmalarına dayanarak şahitlik ettikleri Resul-i Ekrem Sâllâllahu Aleyhi ve Sellemin gerçekleşmiş bin mucizelerinin kuvvetine dayanıp bütün kuvvetiyle, hem kırk yönü ile mucize olan Kurân-ı Hakim binler kesin ayetlerine dayanarak bütün kesinliğiyle açtıkları ahiret yolunu ve Cennet kapısını, sinek kanadı kadar kuvveti bulunmayan zayıf kuruntular, önemsiz zanlar, ne haddi var ki kapatabilsin?
26
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Bir fennin veya bir sanatın tartışma sebebi olmuş bir meselesinde, o fennin ve o sanatın haricindeki adamlar ne kadar büyük âlim ve sanatkâr da olsalar, sözleri onda geçmez hükümleri delil olmaz; o fennin alimlerinin görüşbirliğine dahil sayılmazlar. Meselâ; büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabip kadar hükmü geçmez Ve özellikle, maddiyatta çok meşgul olan ve gittikçe maneviyattan uzaklaşan ve nura karşı körleşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir ya da binler filozofun inkarcı sözü maneviyatta dikkate alınmaz ve kıymetsizdir. Acaba yerde iken arş-ı âzamı seyreden, harika bir kudsi deha sahibi olan ve doksan sene maneviyatta ilerleyip çalışan ve iman hakikatlerini ilmi, akli ve hatta hakiki suretinde keşfeden Şeyh Geylani (k.s) gibi yüzbinler islam alimlerinin ittifak ettikleri Allah’a ve ahirete iman ve kudsi ve manevi meselelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en küçük teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan filozofların sözleri kaç para eder ve inkarları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı?
27
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
VAAD ETME DELİLİ “Hiç mümkün müdür ki, nihayetsiz bir ilmin ve hadsiz bir kudretin sahibi olan şu âlemin Rabbi; emirlerine itaat eden kullarına cenneti vadetsin, isyan edenleri ise cehennemi ile korkutsun ve bu vaad ve korkutmayı da bütün peygamberleri ve bütün kitaplarıyla yapsın da, daha sonra o vadettiği şeyleri yerine getirmeyip -hâşâ- cehaletini ve âcizliğini göstersin? Bu hiç mümkün müdür?”
28
Göklerdeki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Hâlbuki vadettiği şeyler, O’nun kudretine hiç ağır gelmez. Aksine, O’na pek hafif ve pek kolaydır. Geçmiş baharın sayısız varlıklarını gelecek baharda yeniden yaratması kadar kolaydır. Hem vadettiği şeyler öyle şeylerdir ki, bütün peygamberler aynı şeyleri haber vermiş ve bütün evliyalar aynı hadiselerin vukuuna şehadet etmişlerdir. Hem Allah’ın vaadini yerine getirmemesi ve sözünden dönmesi, O’nun izzetine zıttır ve zatına yakışmaz! Acaba hiç mümkün müdür ki, Cenab-ı Hak tekrar ve tekrar vadettiği ve kendisiyle korkuttuğu şeyleri yerine getirmeyerek -hâşâ- hem kendi cehaletini ve âcizliğini göstersin hem de peygamberlerini ve evliyasını yalancı çıkartsın? Hayır, asla olamaz! Şimdi, şu sorunun cevabını bulmaya çalışalım: Acaba vadedilen veya kendisiyle korkutulan bir şeyin yerine getirilmemesinin sebepleri neler olabilir? Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz: 1. Cehalet: Eğer bir şeyi vadeden, vadettiği şeyi nasıl yapacağını bilmiyorsa yani söz verdiği şey hususunda cahil ise vadettiği şey vukua gelmez. Demek cehalet, vadedilen şeyin vukuuna mâni olan bir sebeptir. 2. Âcizlik: Eğer vadeden kimse, vadettiği şeyi yapma hususunda âciz veya fakir ise, gücü ve zenginliği yetmiyorsa vadettiği şey yine vukua gelmez. Demek âcizlik de vadedilen şeyin ifa edilememesine bir sebeptir. 3. Yalancılık: Eğer vadeden kişi yalancı ise, sözünü kolayca yiyebiliyorsa, bu sefer de vaat yerine gelmez. Demek yalancılık da vadedilen şeyin yerine getirilmemesine bir sebeptir. O hâlde şöyle bir misal verelim: Birisi bize dese ki: “Senin için muhteşem bir çiftlik kurup hiç görmediğin ziyafetler hazırlayacağım.” 29
Bizim bu sözden şüphe edebilmemiz için şunlardan birisinin olması gerekir: Eğer bu vaadi yapan kişi cahilse, yani bir çiftliğin nasıl kurulacağından habersiz ise, o kişinin bu vaadine şüphe ile bakılabilir. Yok, eğer o kişi bu hususta son derece mahir ve bilgili ise, bu sefer ikinci şıkka geçilir. Eğer o kişi âciz ve fakir ise, yani bir çiftliği kurabilecek güce ve maddi imkâna sahip değilse, yine o kişinin vaadine şüphe ile bakılabilir. Yok, eğer o kişi son derece kuvvetli ve zengin ise, hatta vadettiği çiftlikler gibi yüzlercesi göz önünde ise, artık bu cihetten de şüphe edilemez. Bu cihet de geçildiğinde, o zaman üçüncü şıkka bakılır. Bu kişi sözünde sadık mıdır? Yalan söyler mi? Sözünden cayar mı? Eğer hiçbir yalanı gözükmemiş ve yalana asla tenezzül etmeyecek birisi ise, o zaman bu cihetten de şüphe edilemez.
30
O zaman şöyle desek: Bize çiftliği ve içindeki ziyafeti vadeden kişi, eğer işinde son derece âlim, kudret ve zenginlikte son derece yüksek, doğru söylemede ise son derece titiz olsa ve bir de bize kıymet verse ve kıymet verdiğini de hissettirse; artık onun sözünden şüphe edilebilir ve onun vaadine şüphe ile bakılabilir mi? Artık bundan sonra onun sözünden şüphe etmek, onu ya cehaletle ya âcizlik ve fakirlikle ya da sözünde durmamak ve yalancılıkla ithamdır. Aynen bu misal gibi, Cenab-ı Hak da müminlere cenneti ve kâfirlere cehennemi vadetmiştir. Bu vaadi gerçekleştirmemek Allah Teâlâ hakkında düşünülemez. Zira ifade ettiğimiz gibi sözünü yerine getirmemek ya cehaletten ya âcizlikten ya da yalan söylemektendir. Hâlbuki bütün bunlar Cenab-ı Hakk’ın izzetine zıt, ilminin her şeyi kapsadığı hakikatına ters ve zatının doğruluğuna muhaliftir. Şimdi ey inkârcı insan! Bilir misin ki küfür ve inkârınla ne kadar ahmakça bir cinayet işliyorsun! Kendi yalancı vehmini, hezeyancı aklını ve aldatıcı nefsini tasdik edip hiçbir cihetle yalan ve sözünden dönmek zatına yakışmayan bir zatı yalancılıkla suçluyorsun. Hâlbuki bu âlemdeki her şey O’nun doğruluğuna şehadet ediyor ve O’nun nihayetsiz ilim ve kudretini ispat ediyor.
31
İşte cehennemin o derece dehşetli olmasının bir sebebi de, insanın işlediği bu büyük cinayetlerdir. Zira insan nihayetsiz küçüklüğü içinde, nihayetsiz büyük cinayetler işler. Ahireti inkâr ederek, Allah Teâlâ’yı cehaletle, âcizlikle ve yalancılıkla itham eder. Bu cinayeti sebebiyle de ebedî ve büyük cezaya elbette müstehak olur. Şimdi bu önemli ve son derece kuvvetli olan delili maddeleyerek toparlayalım: Cenab-ı Hak müminlere cenneti ve kâfirlere de cehennemi vadetmiştir. Cenab-ı Hak bu vaadini bizlere, peygamberleri ve kitapları aracılığı ile bildirmiştir. Demek ahireti getirmemek, bütün peygamberleri yalancı 32
çıkarmak ve bütün kitapları yalanlamak demektir. Elbette Allah Teâlâ, o en sadık kullarını yalancı çıkarmaktan ve kendi kitaplarını hakikatsiz bir kitap haline düşürmekten son derece münezzeh ve mukaddestir. Sözünden caymak ve vaadinden dönmek, ya cehalet ya âcizlik ya da yalancılık sebebiyledir. Madem Allah Teâlâ hakkında cehalet, âcizlik ve yalan düşünülemez, öyleyse ahiretin varlığı da inkâr edilemez. Demek ahiretin varlığını inkâr edenler, Cenab-ı Hakk’ı cehaletle, âcizlikle ve yalancılıkla itham etmektedirler ki; bu büyük cinayetin cezası da elbette cehennem olacaktır.
33
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
2. BÖLÜM Şimdi Allah’ın rahmet eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir. Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye güç yetirendir. (Rum Suresi, 50)
DÜNYADAKİ YARATILIŞ DELİLLERİNDEN
ALLAH’A ve AHİRETE İMAN 34
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
BİRİNCİ KISIM: ALLAH’A İMAN BİR: Materyalist felsefe, evrendeki düzen ve denge karşısında tek bir açıklama öne sürer: Tesadüf... Bu iddiaya göre tüm evren tesadüflerle şekil almıştır. Oysa evreni biraz incelediğimizde bile bu iddianın tamamen gerçek dışı olduğunu görürüz. Çünkü tesadüfler ortaya sadece karmaşa çıkarır, fakat evrende karmaşa değil düzen vardır. Bu düzen de bize, evreni yoktan var etmiş ve sonra da şekillendirmiş olan Allah’ın varlığını ve sonsuz gücünü ispatlar. Evreni incelemeye kalktığımızda sayısız düzen örnekleriyle karşılaşırız. Yaşadığımız dünya da bunlardan sadece biridir. Dünya sahip olduğu tüm özelliklerle, canlılığın sürdürülebilmesine uygun olacak şekilde son derece hassas dengeler üzerinde yaratılmıştır. Dünyanın güneşe olan uzaklığı, ekseninin yörüngesine olan eğimi, atmosferdeki dengeler, dünyanın kendi etrafında ve güneş etrafındaki dönüş hızları, dünya üzerindeki okyanusların, dağların fonksiyonları, canlıların sahip oldukları özellikler ve bunların birbirleriyle olan bağlantıları bu ekolojik dengenin parçalarından sadece birkaçıdır.
35
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Evrendeki diğer gezegenler ve dünya karşılaştırıldığında dünyanın insan için özel olarak tasarlandığı daha da belirginleşir. Örneğin su uzayda çok nadir rastlanan bir bileşimdir. Sıvı halindeki su güneş sisteminde sadece bizim gezegenimizde vardır. Üstelik dünyanın %70’lik bir bölümü sularla kaplıdır. Milyonlarca çeşit canlı bu ortamda hayatlarını sürdürür. Suyun donması, ısıyı çekme ve tutma kapasitesinin bulunması, okyanuslar gibi son derece geniş su kütlelerinin varlığı ve ısının bu sayede dünya üzerinde dengeli bir şekilde dağılması, hepsi dünyaya özgü özelliklerdir. Başka hiçbir gezegende böyle sürekli dönüşüm halinde bulunan bir sıvı kütlesi yoktur. Dünyanın ekseni yörüngesine 23 derecelik bir açıyla eğim yapar. Mevsimler bu eğim sayesinde oluşur. Bu eğim şimdiki değerinden daha fazla ya da daha az olsaydı, mevsimler arasındaki sıcaklık farkı aşırı boyutlara ulaşacağından yeryüzü üzerinde dayanılmaz sıcaklıkta yazlar ve aşırı soğuk kışlar yaşanırdı. Dünyanın kendi etrafındaki dönüşü de canlılar için en uygun hızdadır. Güneş sistemindeki diğer gezegenlere baktığımızda bunların da geceyi ve gündüzü yaşadıklarını görürüz. Ancak zaman farkları dünyanınkinden çok daha uzun olduğu için gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farklılıkları da çok fazladır. Diğer gezegenlerin atmosferindeki şiddetli rüzgar hareketleri, bu dengeli dönüş sayesinde dünya atmosferinde yaşanmaz. Atmosferi oluşturan gazların cinsleri ve atmosfer içindeki miktarları da yalnızca insanın değil, yeryüzündeki tüm canlıların varlığı için son derece önemlidir. Atmosferdeki gazların dünya üzerinde tam gerektiği oranlarda oluşması ve bu oranların sabit kalması da pek çok hassas dengenin birarada bulunmasıyla gerçekleşir. Bu saydığımız özelliklerin dışında daha yüzlerce madde çıkarılabilir. Ancak buraya kadar verilen örnekler bile, bizlere kesin bir gerçeği göstermektedir. Üzerinde yaşadığımız dünya, canlı hayatı için çok özel bir biçimde inşa edilmiştir. Tesadüflerin değil, tamamen bilinçli bir düzenlemenin ürünüdür. 36
37
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Tüm evrene de hakim olan bu kusursuz düzen bizi tek bir sonuca götürür. Evrenin sonsuz bir güç ve akıl sahibi olan bir Yaratıcı tarafından yani alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratıldığı gerçeğine götürür. İKİ: Allah’ın evrende yarattığı mucizelerinden biri de atmosferdeki büyük dengedir. Dünyanın atmosferinde dört temel gaz bulunur. Bunlar azot (%78), oksijen (%21), argon (%1’den az) ve karbondioksittir (%0.03) Gazların mevcut oranları canlı hayatı için son derece kritiktir. Atmosferde şimdikinden daha fazla oksijen olsaydı, yanma reaksiyonları daha süratli olarak gerçekleşecek, kayalar ve metaller çok daha çabuk aşınacaktı. Bu yüzden yeryüzü hızla aşınıp eriyecek ve canlı yaşam için büyük bir tehdit oluşacaktı. Eğer biraz daha az oksijenimiz olsaydı, solunum zorlaşacak, daha az ozon gazı üretilecekti. Ozon miktarındaki değişmeler de canlılık için öldürücü olacaktı. Şimdikinden daha az ozon, güneşin morötesi ışınlarının dünyaya daha şiddetli ulaşmasına ve canlıların yok olmasına sebebiyet verecekti. Şimdikinden daha fazla ozon ise güneş ısısının dünyaya ulaşmasını engelleyeceğinden öldürücü etkiye sahip olurdu. İşin ilginç yanı, soluduğumuz havadaki oksijen oranının, son derece hassas dengelerle tespit edilmiş oluşudur. Michael Denton, bu konuda şunları yazar: Atmosferimiz daha fazla oksijen içerebilir ve buna rağmen hayatı destekleyebilir miydi? Hayır! Oksijen çok reaktif bir elementtir. Şu anda atmosferde bulunan oksijeninin oranı, yani yüzde 21, yaşamın güvenliği için aşılmaması gereken sınırların tam ideal noktasındadır. Yüzde 21’in üzerine artan her yüzde birlik oksijen oranı, bir yıldırımın orman yangını başlatma olasılığını %70 artıracaktır. İngiliz biyokimyacı James Lovelock ise aynı konu hakkında şöyle yazar: Yüzde 25’lik bir oksijen oranının daha yukarısında, şu anda kullandığımız bitkisel besinlerin çok azı, tüm tropik ormanları ve arktik tundraları yok edecek olan dev yangınlardan korunabilirdi... Atmosferin şu anki oksijen oranı, tehlikenin ve yararın çok iyi bir 38
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
biçimde dengelendiği bir rakamdadır. Atmosferdeki oksijen oranının dengede kalması da, mükemmel bir “geri dönüşüm” sistemi sayesinde gerçekleşir. Hayvanlar devamlı olarak oksijen tüketirler ve kendileri için zehirli olan karbondioksiti üretirler. Bitkiler ise bu işlemin tam tersini gerçekleştirir, ve karbondioksiti hayat verici oksijene çevirerek canlılığın devamını sağlarlar. Her gün bitkiler tarafından milyarlarca ton oksijen bu şekilde üretilerek atmosfere salınır.
Bu iki canlı grubu, yani bitkiler ve hayvanlar, eğer aynı reaksiyonu gerçekleştirselerdi Dünya çok kısa sürede yaşanılmaz bir gezegene dönüşürdü. Örneğin hem hayvanlar hem de bitkiler oksijen üretselerdi, atmosfer kısa sürede “yanıcı” bir özellik kazanır ve en ufak bir kıvılcım dev yangınlar çıkarırdı. Sonunda da Dünya dev bir “tüp patlaması"yla yanarak kavrulurdu. Öte yandan eğer hem bitkiler hem de hayvanlar karbondioksit üretselerdi, bu kez atmosferdeki oksijen hızla tükenir ve bir süre sonra canlılar nefes almalarına rağmen “boğularak” toplu halde ölmeye başlarlardı. 39
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Ancak canlılığın dengesi öylesine kusursuzca kurulmuştur ki, atmosferdeki oksijen oranı hep canlılık içinde en ideal olan oranda, Lovelock’ın ifadesiyle “tehlikenin ve yararın çok iyi bir biçimde dengelendiği bir rakamda” durmaktadır. Atmosferin çok iyi bir biçimde dengelenmiş bir başka yönü ise, onu solumamızı sağlayan ideal yoğunluğudur. Karbondioksit de benzeri hassas dengelere sahiptir. Bitkiler bu gaz sayesinde güneşin radyasyonunu alır, onu suyla karıştırır, bunun sonucunda da kayaları eriten bikarbonatı oluşturur ve onu okyanuslara bırakırlar. Yine bu gazı ayrıştırarak oksijeni atmosfere geri verirler. Canlıların vazgeçilmez ihtiyacı olan oksijen bu sayede atmosfere sürekli olarak verilir. Öte yandan yine bu gaz sayesinde dünya bir “sera etkisi” yaşayarak şimdiki ısısını muhafaza eder. Eğer daha az karbondioksit olsaydı, karadaki ve denizdeki bitkilerin miktarı azalacaktı, böylece hayvanlar için daha az besin üretilmiş olacaktı. Okyanuslarda ise daha az bikarbonat olacak, bunun sonucunda da asit oranı artacaktı. Atmosferdeki karbondioksitin artması ise kıtaların kimyasal olarak aşınmasını hızlandıracak, okyanuslarda zararlı alkali bir ortam oluşacaktı. Öte yandan sera etkisi artacağından dünyanın yüzey ısısı yükselecek ve hayat yok olacaktı. Görüldüğü gibi dünyadaki yaşamın sürekliliği açısından atmosferin varlığı son derece önem taşımaktadır. ÜÇ: Atmosferin varlığının gerçekleşmesi için bazı astrofizik şartların birarada bulunması gerekir. A ) Dünya yüzeyi belirli bir sıcaklıkta, devamlı ve ılımlı ölçüler içinde kalmalıdır: Bunun sağlanması için: 1- Dünya Güneş’e belli bir uzaklıkta olmalıdır. Çünkü bu uzaklık Güneş’ten dünyaya ulaşan ısı enerjisinin miktarında rol oynayacaktır. Dünyanın bugün Güneş etrafında izlediği yörüngeden, biraz yakınlaşma ya da uzaklaşma şeklindeki bir sapma, Güneş’ten Dünya’ya ulaşan ısı enerjisinin miktarında büyük değişmelere neden olacaktır. Hesaplara göre Dünya’ya ulaşan güneş enerjisindeki %13’lük bir azalma yeryüzünün 1000 metre kalınlığında bir buzul tabakasıyla örtülmesiyle sonuçlanır. Enerjinin biraz artması halinde 40
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
ise tüm canlılar kavrularak öleceklerdir. 2- Yerküre’nin bütünündeki ısının homojen olması gereklidir. Bu amaçla Dünya’nın kendi etrafında belirli bir hızda (ekvatorda 1670 km/saat) dönmesi gerekir. Eğer dünyanın dönüşü belirli hızdan daha fazla olursa, atmosfer fazlaca ısınacağından gaz moleküllerinin dünyadan kaçış hızları artacak, bu nedenle de atmosfer uzaya dağılarak yok olacaktı. Dünyanın dönüş hızı gerekenden daha az olsaydı, bu sefer dünyadan kaçış hızları azalan gaz molekülleri, yerçekiminin etkisiyle toprak tarafından emilerek yok olacaktı. 3- Dünyanın ekseninin 23°27’lık eğimi, kutuplarla ekvator arasındaki atmosferin oluşmasında engel oluşturabilecek aşırı sıcaklığı önler. Eğer bu eğim olmasaydı, kutup bölgeleriyle ekvator arasındaki sıcaklık farkı çok daha artacak ve yaşanabilir bir atmosferin var olması imkansızlaşacaktı. B ) Oluşan ısının dağılmasını önleyecek bir tabakaya ihtiyaç vardır: Dünyanın yüzey ısısının kararlı kalması için özellikle geceleri ısı kaybının önlenmesi gerekir. Bunun için atmosferde ısı yansımasını engelleyen bir bileşiğe ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, atmosfere karbondioksit ilave edilerek giderilmiştir. Bu gaz, yeryüzünü adeta bir yorgan gibi örterek ısının uzaya dağılıp yok olmasını engeller. C) Yeryüzünde, kutuplar ile ekvator arasındaki ısı farkının dengelenmesini sağlayan yapılar vardır: Bilindiği gibi Dünya’nın ekvatoru ile kutupları arasında 120˚C’lik bir ısı farkı vardır. Eğer böyle bir ısı farkı fazla engebesi olmayan bir yüzeyde gerçekleşmiş olsaydı, burada öyle şiddetli bir atmosfer hareketi olurdu ki, hızı saatte 1000 km.ye varan fırtınalar dünyayı allak bullak ederdi. Bu fırtınalar sonucunda, kısa sürede atmosferdeki statik denge yok olur ve atmosfer dağılırdı. Halbuki yeryüzü, ısı farkından dolayı ortaya çıkması muhtemel kuvvetli hava akımlarını bloke edecek engebelerle donatılmıştır. Bu engebeler, Çin’de Himalayalarla başlar, Anadolu’da Toroslarla devam eder ve Avrupa’da Alplere kadar sıradağlar halinde uzanarak 41
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
batıda Atlas Okyanusu, doğuda Büyük Okyanus’la birleşir. Okyanuslarda ise ekvatorda oluşan fazla ısı, sıvıların ısı farkını dereceli bir şekilde dengelemesi sayesinde kuzeye ve güneye doğru aktarılır. Görüldüğü gibi yaşamın en önemli temellerinden biri olan havanın varlığı binlerce fizik ve ekolojik dengenin kurulması sayesinde sağlanmıştır. Üstelik Dünya üzerinde canlılığın devamı için gezegenimizdeki şartların tek başına gerçekleşmiş olması da yeterli değildir. Dünya, jeofizik yapısından uzaydaki hareket şekillerine kadar bugünkü haliyle var olsa, ancak bulunduğu galaksideki konumu farklılık gösterse, gerekli dengeler yine alt-üst olacaktı. Örneğin Güneş’in yerinde daha küçük yıldızın var olması, Dünya’nın aşırı derecede soğumasına, büyük bir yıldızın var olması ise Dünya’nın sıcaktan kavrulmasına neden olurdu. Dünya’nın birtakım tesadüflerin eseri olmadığını anlamak için uzaydaki milyonlarca ölü gezegene bakmak bile yeterlidir. Yaşam için gerekli koşullar, asla ve asla “kendiliğinden” oluşamayacak kadar karmaşıktır ve yalnızca dünya, yaşam için özel bir yaratılışla yaratılmıştır. “Göklede ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.” (Yusuf Suresi, 105) DÖRT: Dünyanın korunmuş tavanı atmosfer çok hassas dengelerde yaratılmıştır. Biz çoğunlukla pek farkında olmayız, ama her gezegene olduğu gibi dünyaya da çok sayıda göktaşı düşmektedir. Diğer gezegenlere düştüklerinde dev kraterler açan bu göktaşlarının dünyaya zarar vermemelerinin nedeni, gezegenimizi saran atmosferin düşmekte olan göktaşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir. Göktaşı bu dirence fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer sayesinde savuşturulmuş olur. Kuran’da, atmosferin yaratılışındaki bu özellik şöyle bildirilmektedir.: “Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık, onlar ise bunun ayetlerinden yüz çevirmektedirler.” (Enbiya Suresi, 32) Gökyüzünün “korunmuş bir tavan” oluşunun en önemli örnek42
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
lerinden biri dünyayı saran manyetik alandır. Atmosferin en üst tabakası “Van Allen” adı verilen bir manyetik kuşaktan oluşur. Bu kuşak dünyanın çekirdeğinin sahip olduğu özellikler nedeniyle ortaya çıkmıştır. Çekirdek, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri içerir. Ancak bunlardan daha önemlisi çekirdeğin iki farklı yapıdan oluşmuş olmasıdır: İç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir. Çekirdeğin bu iki katmanı birbiri etrafında hareket eder. Bu hareket ağır metaller üzerinde bir çeşit mıknatıslanma etkisi yaparak bir manyetik alan oluşturur. İşte Van Allen Kuşakları bu manyetik alanın, atmosferin en dışına kadar ulaşan bir uzantısıdır. Bu manyetik alan sayesinde dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş olur. Bu tehlikelerin en önemlilerinden biri, “Güneş rüzgarlarıdır.” Güneş, dünyaya ısı ve ışıktan başka, radyasyon ile beraber saatteki hızı 1.5 milyon kilometreyi bulan, proton ve elektronlardan oluşan bir rüzgar da gönderir.
Güneş rüzgarları, dünyanın 40.000 mil uzağında manyetik halkalar çizen Van Allen Kuşakları’ndan geçemezler. Parçacık yağmuru şeklindeki Güneş rüzgarı, bu manyetik alanla karşılaşır ve ayrılarak bu alanın çevresinden akar. Güneşten gelen X ve ultraviyole ışınlarının büyük bölümü ise atmosfer tarafından emilmektedir. Bu emilme olmadan, yeryüzünde hayat olması ise mümkün değildir. Etrafımızı saran atmosferik kuşaklar, sadece zararsız orandaki ışın43
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
lar, radyo dalgaları ve görünür ışığın Dünyamıza ulaşmasına imkan verecek bir geçirgenliğe sahiptirler.
Eğer atmosferimiz bu geçirgenlik özelliğinden yoksun olsaydı, ne haberleşme dalgalarını kullanabilir, ne de canlılığın temeli olan gün ışığına ulaşabilirdik. Dünya’yı saran ozon tabakası da Güneş’ten gelen ve canlılar için zararlı olan morötesi ışınların yere kadar ulaşmasını önlemektedir. Güneş’ten gelen ultraviyole ışınları yeryüzündeki tüm canlıları öldürecek kadar fazla enerji yüklüdürler. Bu nedenle, dünyada yaşamın var olabilmesi için, gökyüzünün “korunmuş tavan” ına bir de ozon tabakası eklenmiştir. Ozon, oksijenden üretilir. Oksijen gazının (02) moleküllerinde 2 oksijen atomu bulunurken, ozon gazının (O3) moleküllerinde 3 oksijen atomu bulunur. Güneş’ten gelen ultraviyole ışınları, oksijen gazına bir atom daha ekleyerek ozonu oluştururlar. Ve ultraviyole sayesinde oluşan ozon tabakası, öldürücü ultraviyole ışınları tutarak yeryüzünde yaşamın en temel şartlarından birini oluşturur. Kısacası; eğer dünya çekirdeğinin manyetik alan oluşturacak bir özelliği olmasaydı, atmosfer zararlı ışınları süzecek yapı ve yoğunlukta olmasaydı, kuşkusuz dünya üzerinde yaşam söz konusu olamazdı. Ve kuşkusuz hiçbir insanın ya da başka bir canlının bunları düzenlemesi de mümkün değildir. Açıktır ki, insanın yaşamı için “olmazsa olmaz” şartlar olan bu koruyucu özellikler, Allah tarafından var edilmiş ve gök, “korunmuş bir tavan” olarak yaratılmıştır. 44
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Atmosferin koruyucu şemsiyesi olmasaydı, dünyamız, göktaşı yağmuruna karşı savunmasız kalacaktı.
Başka gezegenlerin bu tür “korunmuş tavan”lardan yoksun olması, dünyanın insan yaşamı için özel olarak yaratıldığının bir başka göstergesidir. Örneğin, Mars gezegeninin çekirdeği katıdır ve bu nedenle etrafında da manyetik bir koruma söz konusu değildir. Mars’ın büyüklüğü dünyanınki kadar olmadığı için çekirdekte sıvı kısmı oluşturacak kadar bir basınç doğuramamıştır. Ayrıca gezegenin uygun büyüklükte olması da manyetik alan için yeterli değildir. Örneğin, Venüs’ün çapı yaklaşık dünyanınki kadardır. Kütlesi dünyanınkinden ancak % 2 daha azdır ve ağırlığı da hemen hemen dünyanınkine eşittir. Dolayısıyla hem basınç açısından, hem de diğer nedenlerle Venüs’te de metalik bir sıvı çekirdek kısmının oluşması kaçınılmazdır. Buna rağmen Venüs’te de manyetik alan yoktur. Bunun sebebi Venüs’ün Dünya’ya göre oldukça yavaş dönmesidir. Dünya kendi etrafındaki turunu 1 günde tamamlarken Venüs bir turu 243 günde tamamlıyor. Dünyanın “korunmuş tavan”ını oluşturan manyetik alanın var olması için, Ay’ın ve komşu gezegenlerin büyüklükleri ve dünyaya uzaklıkları da önemlidir. Komşu gezegenlerden birinin şimdikinden büyük olması, o gezegene büyük bir çekim kuvveti kazandıracaktı. Komşu gezegenin sahip olacağı bu büyük çekim kuvveti, dünyanın çekirdeğindeki katı ve sıvı kısımlardaki hareket hızını değiştirecek, bugünkü şekilde bir manyetik alanın oluşmasına engel olacaktı. 45
Kısacası dünya göğünün “korunmuş tavan” özelliğine sahip olması, dünyanın çekirdeğinin yapısı, dönüş hızı, gezegenler arası uzaklık ve gezegenlerin kütleleri gibi pek çok değişkenin en uygun noktada birleşmesini gerektirmektedir. “Ey insanlar, sizi ve sizlerden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız. O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı.” (Bakara Suresi, 21-22) BEŞ: Her an milyonlarca metre küp su, okyanuslardan atmosfere, oradan da karalara taşınır, İnsan yaşamı, ancak bu dev su dolaşımı sayesinde sürebilmektedir. Eğer bu dolaşımı biz organize etmeye kalksaydık, kuşkusuz Dünyanın tüm teknolojisini bir araya getirsek dahi başaramazdık. Ancak buharlaşma yoluyla, hayatımızın birinci şartı olan su, bize masrafsız ve zahmetsiz bir biçimde verilmektedir. Her yıl okyanuslardan 45 milyon metre küp su buharlaşır. Buharlaşan su bulutlar haline sokulup rüzgarlar vasıtasıyla karalara taşınır. Ve böylece her yıl 3-4 milyon kilometre küp su, okyanuslardan karalara, yani bize ulaşmış olur. Eğer Dünya üzerinde şimdi olduğunun yarısı kadar deniz olsay46
dı, o zaman su buharı miktarı da şimdikinin yarısı kadar olacaktı, dolayısıyla biz de kuru toprakları beslemek için şu an sahip olduğumuz nehirlerimizin ancak yarısına sahip olacaktık, çünkü su buharının miktarı, üzerinden yükseldiği yüzeyin genişliğiyle bağlantılıdır. Dolayısıyla Akıl Sahibi Yaratıcı, bunu öyle bir şekilde düzenlemiştir ki, denizler, karalar için gereken su buharını temin etmeye yetecek bir genişliğe sahiptir. John Ray. 18. yüzyıl İngiliz doğa bilimcisi Kısacası, bizim hiçbir şekilde dolaşımını kontrol edemediğimiz ve onsuz birkaç günden fazla yaşayamayacağımız su, bizlere özel olarak gönderilmektedir. Kuran’da, bunun insanın “şükretmesi” için en açık işaretlerden biri olduğunu Allah şöyle haber vermektedir: “Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?” (Vakıa Suresi, 68-70) Kuran’da yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir. Zuhruf Suresi’nde şöyle buyrulur: 47
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
“Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi diriltti (ve her yanına hayat) yaydı; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız.” (Zuhruf Suresi, 11) Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya’ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, “bir ölçüye göre” dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez. Eğer, bu miktarda çok küçük bir değişiklik olsa bile, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran’da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder. Bilindiği gibi, yağmur suyunun kaynağı buharlaşmadır ve buharlaşmanın %97’si “tuzlu” okyanuslardan olmaktadır. Oysa yağmur suyu tatlıdır. Yağmurun tatlı olmasının sebebi Allah’ın koyduğu başka bir kanundur. Bu kanuna göre, su, ister tuzlu denizlerden, ister mineralli göllerden, ya da çamurların içinden buharlaşsın yanında başka hiçbir yabancı madde taşımaz. “Biz, gökten tertemiz su indirdik...” (Furkan Suresi, 48) hükmü gereği, duru ve tertemiz bir biçimde yere iner. ALTI: Evrenin şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi, tümüyle delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetiyle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır. Karl Stern, Montreal Üniversitesi Psikiyatristi.
48
49
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
İÇİNDE YAŞAMIN VAR OLABİLECEĞİ BİR EVRENİN OLUŞMA İHTİMALİ İngiliz matematikçi Roger Penrose’un hesaplamaları, yaşama izin verecek bir evrenin “tesadüfen” oluşma ihtimalinin 1010123 ‘de 1 olduğunu ortaya koymuştur. Bu ihtimali tanımlamak için “imkansız” kelimesi bile yetersiz kalmaktadır. 100000000000000000000000 000000000000000000000000 000000000000000000000000 000000000000000000000000 0000000000000000000000000
Acaba bize hayat imkanı veren bir evrenin tesadüfen oluşması bütün fiziksel değişkenler bir arada düşünüldüğünde kaçta kaç ihtimaldir? Milyar kere milyarda bir mi? Ya da trilyar kere trilyar kere trilyar ihtimalde bir mi? Büyük bir sayı. Bu sayıyı ünlü İngiliz matematikçi - ve Hawking’in yakın çalışma arkadaşı – Roger Penrose hesaplamıştır. Tüm fiziksel değişkenleri hesaba katmış, bunların kaç farklı biçimde dizilebileceğini dikkate almış ve içinde canlıların yaşayabileceği bir ortamın oluşmasının, Bing Bang’in diğer muhtemel sonuçları içinde kaçta kaç ihtimale sahip olduğunu tespit etmiştir. 123
Penrose’un bulduğu ihtimal şudur: 1010
de bir ihtimal!
Bu sayının ne anlama geldiğini düşünmek bile zordur. Matematikte 10123 şeklinde yazılan bir rakam, 1 sayısının yanına 123 tane sıfır gelmesiyle oluşur. (Bu evrendeki tüm atomların sayısının toplamından, yani 1078’den bile büyük, astronomik bir sayıdır.) Ama Penrose’un bulduğu sayı, bunun çok çok daha üstündedir. Çünkü Penrose’un bulduğu sayı, 10123 tane sıfırın 1 rakamının yanına gelmesiyle oluşmaktadır. Bu sayıyı birkaç örnekle de açıklayabiliriz: 103, 1000 sayısını 3 ifade eder. 1010 ise, 1 rakamının yanına 1000 tane sıfır gelmesiyle 50
51
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
oluşan sayı demektir. 1 rakamının yanına 9 tane sıfır gelse, bu bir milyar yapar: 12 tane sıfır gelse, bu kez 1 trilyon olur. Ama burada 1 rakamının yanına, 10123 tane sıfır gelmektedir ki, bunun matematikte bile bir tanımı, adı yoktur. Matematikte 1050’de l’den daha küçük olasılıklar, “sıfır ihtimal” sayılır. Ama sözünü ettiğimiz sayı, 1050’de l’in trilyar kere trilyar kere trilyar katından bile çok daha büyüktür. Kısacası bu sayı bizlere, evrenin tesadüfle açıklanmasının kesinlikle imkansız olduğunu göstermektedir. Roger Penrose, akıl sınırlarını çok aşan bu sayı hakkında şu yorumu yapar: Bu sayı yani 1010123 de bir ihtimal, Yaratıcı'nın amacının ne kadar keskin ve belirgin olduğunu bize göstermektedir. Bu gerçekten olağanüstü bir sayıdır. Bir kimse bunu doğal sayılar şeklinde bile yazmayı başaramaz. Çünkü 1 rakamının yanına 10123 tane sıfır koyması gerekecektir. Eğer evrendeki tüm protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı yazmaktan çok çok geride kalacaktır. Ünlü astronom Sir Fred Hoyle şu yorumu yapmıştır: Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir. “Vicdanları kabul etiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler.” (Neml Suresi, 14) Bilim böylelikle yaratılışı ispatlamaktadır: Allah vardır ve etrafınızda gördüğünüz veya göremediğiniz bütün varlıkların Yaratıcısı’dır. O, göklerin ve yerin, evrendeki muazzam denge ve tasarımın tek Sahibi’dir. Materyalizm ise, artık bilimin sınırları dışına itilmiş batıl bir inanç olarak yaşamaktadır. Amerikalı genetikçi Robert Griffiths, bu gerçeği, “kendisiyle tartışmak için bir ateist aradığımda, (üniversitedeki) felsefe bölümüne gidiyorum. Ama fizik bölümünden pek öyle kimse çıkmıyor artık” diyerek esprili bir biçimde ifade etmektedir. 52
53
RÜZGAR TESADÜFEN BİR UÇAK OLUŞTURABİLİR Mİ? Ünlü fizikçi Sir Fred Hoyle’un hayatın başlangıcıyla ilgili çok çarpıcı bir benzetmesi vardır. Hoyle, “Akıllı Evren” (The Intelligent Universe) isimli kitabında canlılığın tesadüflerle doğduğunu iddia eden evrim teorisi hakkında şöyle bir yorum yapar: Hayatın başlangıcına ait senaryoyu şöyle düşünebiliriz: Bir kasırganın, Boeing uçak fabrikasının yanında bulunan yedek parça deposundaki malzemeleri savurarak, kaza sonucu bir Boeing -747 uçağı oluşturması gibidir. Fred Hoyle’un bu benzetmesi kuşkusuz son derece isabetlidir. Şu ana kadar gördüğümüz tüm örneklerden de anlaşıldığı gibi gerek hayatın varoluşu, gerekse şu an içinde barındırdığı sistemlerin kusursuzluğu tüm bunları meydana getiren büyük bir kuvveti aramamıza sebep olmaktadır. Zira nasıl ki bir kasırga tesadüfler sonucu bir uçağı meydana getiremiyorsa, evrenin -daha farklı isimler de takılsa- plansız olaylarla meydana gelmesi ve üstelik de son derece kompleks yapıları içinde barındırması mümkün olamaz. Dahası, evren bir uçakla karşılaştırma dahi yapılamayacak kadar sayısız detayla donatılmıştır. 54
Bu bölümde bahsedilen tüm bilgiler de karşımıza gerek yakın çevremizdeki gerekse uzayın derinliklerindeki kusursuz planlamanın delillerini çıkarmıştır. Asla reddedilemeyecek kadar açık olan bu delilleri aklı ve vicdanıyla değerlendiren bir insanın varacağı tek sonuç ise şudur: Evrende tesadüfe yer yoktur, tüm kainat içindeki detaylarla beraber YARATILMIŞTIR. Ve bu kusursuz düzeni yaratan ALLAH sonsuz kudret ve ilim sahibidir. £ğer doğanın derinliklerinde gerçekleşen işlerin kompleksliği, dünyanın en zeki beyinleri tarafından bile zor anlaşılıyorsa, bu işlerin sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri olduğunu nasıl düşünebiliriz? Paul Davies, fizik profesörü
55
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
YEDİ: Şimdi, ey sersem ve gaflet içinde olan inkarcı? Kainattaki bu hikmetli, sanatlı ve harika yaratılış delillerini hangi tezgaha havale edebilirsin? Bu lütufkar ve merhametli terbiyeyi ve bu acayip ve harika ve mucize durumları neyle izah edebilirsin? Senin gibi serseri tesadüfle mi? Ve kalbin gibi kör kuvvetle mi? Ve kafan gibi sağır tabiatla mı? Ve senin gibi aciz, cansız, cahil sebeplerle mi? Yoksa, sonsuz derece mukaddes, kusur ve eksiklikten ve çirkinlikten uzak, pak, arınmış, yüce ve sonsuz derece Kadir, Alim, Basir olan Zat-ı Zülcelâl’e sonsuz derecede aciz, cahil, sağır, kör, miskin olan, “tabiat” namını verip sonsuz hata işlemek mi istersin? Hem güneş gibi şu parlak şu mucizeleri hangi kuvvetle söndürebilirsin, hangi gaflet perdesi altında saklayabilirsin? Evet, madem mevcudat var ve inkar edilmez. Hem her mevcud sanatlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem ezeli değil, yeniden oluyor. Her halde ey inkarcı! Bu mevcudu mesela bu insanı ya diyeceksin ki, alemde var olan sebepler, maddi unsurlar onu icad ediyor; yani sebeplerin toplanmasında o mevcud vücud buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut tabiat gereği olarak tabiatın tesiriyle vücuda geliyor; veyahut bir Kadir-i Zülcelâl olan Allah’ın kudretiyle icad edilir. Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol imkansız, boş, mümkün olmayan, işe yaramaz oldukları kesin ispat edilse; zaruri olarak ve açıkça dördüncü yol olan Allah’ın birliğini ispat eden yol, şeksiz şüphesiz sabit olur. Amma birinci yol ki, alemde var olan sebeplerin toplanmasıyla eşyanın meydana gelmesi ve canlı cansız varlıkların meydana gelmesi vücud bulması. Pek çok imkansızlıklarından yalnız bir tanesini zikrediyoruz. Bir eczanede ya da ilaç fabrikasında, gayet çeşitli maddelerle dolu yüzer kavanoz şişeler bulunuyorlar. O ilaçlardan canlı faydalı bir macun istenildi. Hem hayattar harika bir şurup onlardan yapılmak icab etti. Geldik, o eczanede o faydalı macunun ve hayattar şurubun çoklukla çeşitlerini gördük. O macunlardan her birisini inceledik. 56
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden her birisinden, çok hassas özel bir ölçüyle bir iki miligram bundan, üç dört miligram ötekinden, altı yedi miligram başkasından ve bunun gibi çeşitli miktarlardan parçalar alınmış. Eğer birinden, bir miligram ya noksan veya fazla alınsa o macun faydalı olamaz, tesirini gösteremez. Hem o hayattar şurubu da inceledik. Her bir kavanozdan çok hassas özel bir ölçüyle bir madde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya fazla olsa, ilaç özelliğini kaybeder. O kavanozlar elliden fazla iken, her birisinden ayrı bir ölçü ile alınmış gibi, ayrı ayrı miktarlarda parçalar alınmış.
57
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Acaba hiçbir yönle imkan ve ihtimali var mı ki, o şişelerden alınan çeşitli miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden her birisinden alınan miktar kadar yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu oluştursunlar? Acaba bundan daha hurafe, imkansız, batıl bir şey var mı? İşte bu misal gibi; her bir canlı, her bir insan canlı bir macundur ve her bir bitki hayattar bir ilaç gibidir ki; çok farklı kısımlardan, çok çeşitli maddelerden gayet özel bir ölçü ile alınan maddelerden oluşmuştur. Eğer sebeplere, unsurlara dayandırılsa ve “sebepler icat etti” denilse; aynen eczanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, imkansız ve batıldır. Sözün kısası: Şu büyük alem eczanesinde her işi yerli yerinde yapan hikmeti sonsuz Allah’ın takdir ve tecellilerindeki ölçüyle alınan, hayat için gerekli maddeler hadsiz bir hikmet ve sınırsız bir ilim ve her şeyi kuşatan bir irade ile vücud bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan yüzlerce maddi unsurlar ve tabiatlar ve sebeplerin işidir diyen bedbaht, “O acayip ilaç kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur.” diyen deli bir saçmalayıcı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha fazla ahmaktır. Evet o inkar; ahmakane, sarhoşane, divanece bir saçmalıktır.
58
59
DARWİN FORMÜLÜ! Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir örnekle özetleyelim. Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana getirmişlerdir, simdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir “deney” tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına “Darwin Formülü” adıyla inceleyelim: Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar (doğal şartlarda oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10950 60
olan) protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler. Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Allah’ın üstün yaratmasıyla hayat bulur. Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.
61
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
İKİNCİ KISIM: AHİRETE İMAN HAŞMET VE CELAL DELİLİ “Hiç mümkün müdür ki, zerrelerden güneşlere, ağaçlardan galaksilere kadar bütün mevcudatı itaatkâr bir asker gibi emrine boyun eğdiren ve bütün kâinatı idare ve tedbir ederek haşmetli rububiyetini gösteren bir Zat, sadece, şu dünya misafirhanesinde geçici bir hayat süren perişan fâniler üzerinde dursun; haşmetli icraatına ve âli rububiyetine ayna olacak ebedî ve baki bir memleketi icad etmesin? Hâşâ ve kella!”
62
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Bu delili şöylece izah edebiliriz: Kim şu âleme dikkat ile baksa görür ki, bu âlemde muhteşem bir saltanat ve rububiyet hükmediyor. Evet; Mevsimlerin değişmesi gibi haşmetli icraat, Yıldızların ve galaksilerin tayyare misali hareketleri gibi azametli harekât, Yeryüzünü, içindeki mahlukata bir beşik; Ay’ı, onlara bir kandil ve Güneş’i onlara bir lamba yapmak gibi dehşetli teshirat, Kışın ölmüş ve kurumuş yeryüzünü baharda diriltmek ve süslendirmekk gibi geniş tahvilât... Ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz kadar haşmetli faaliyetler gösteriyor ki, perde arkasında muazzam bir rububiyet var, muhteşem bir saltanatla hükmediyor. Elbette böyle bir saltanat-ı rububiyet, kendine layık mahluklar ve haşmet ve celaline mazhar bir halk ister. Hâlbuki görüyorsun ki, o zatın en kıymetli misafirleri ve en makbul kulları olan insanlar, şu misafirhane-i dünyada, perişan bir surette, geçici olarak toplanıyorlar. Misafirhane ise her gün doluyor, boşalıyor, her saat değiştiriliyor. Hem bütün bu insanlar, celal sahibi o zatın kıymetli ihsanlarının numunelerini ve harika sanatının antikalarını, şu kâinat çarşısının sergilerinde ve dünya teşhirgâhında birkaç dakika durup seyrediyorlar, sonra kayboluyorlar. Şu dünya meşheri ise her dakika değişiyor; giden gelmiyor ve gelen gidiyor. 63
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
İşte bu hâl ve şu vaziyet kati gösterir ki, şu misafirhane ve şu meydan ve şu meşherlerin arkasında, o ebedî saltanata mazhar olacak daimî saraylar, sabit meskenler ve şu dünyada gördüğümüz numunelerin ve suretlerin en halis ve en yüksek asıllarıyla dolu bağ ve hazineler vardır. Demek, burada çabalamak onlar içindir. Burada çalıştırır, orada ücret verir. Herkesin ameline ve niyetine göre -eğer kaybetmezse- orada bir saadeti vardır. Evet, böyle haşmetli bir saltanat için imkânsızdır ki, sadece şu fâniler ve ölüme mahkûm zeliller üstünde dursun ve başka bir memleketi olmasın... Şimdi bu hakikate şu temsil dürbünüyle bakalım: Mesela siz yolda gidiyorsunuz. Görüyorsunuz ki yol içinde bir han var. Bir büyük zat, o hanı, kendine gelen misafirleri için yapmış. O misafirlerin bir gece gezinti ve ibretleri için, o hanın döşemesine ve donatılmasına milyonlar altınlar sarf ediyor. Hem o misafirler, o handa olan tezyinattan pek azına, az bir zamanda bakıp o nimetlerden, pek az bir vakitte, az bir şey tadıp doymadan gidiyorlar. Fakat her misafir, kendine mahsus fotoğrafıyla, o handaki şeylerin suretlerini alıyorlar.
64
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Hem o büyük zatın diğer hizmetkârları da misafirlerin amellerine gayet dikkat ediyorlar ve o amelleri gayet dikkatle kaydediyorlar. Hem görüyorsun ki, o zat, her günde, o kıymettar tezyinatın çoğunu tahrip eder; yeni gelecek misafirlere yeni tezyinatı icad eder, o hana her gün milyonlar sarf eder. Acaba bunu gördükten sonra hiç şüphen kalır mı ki, bu yolda bu hanı yapan zatın daimî, pek âli menzilleri; hem tükenmez, pek kıymetli hazineleri; hem devamlı, pek büyük bir cömertliği olmasın? Evet, o zatın bu handa yaptığı ikramlar, kendi katında bulunan nimetlere misafirlerinin iştahlarını açmak ve onlara hazırladığı hediyelere rağbetlerini uyandırmak içindir. Aynen bu misal gibi, şu dünya misafirhanesindeki vaziyete, sarhoş olmadan dikkat ile baksan, şu dokuz esası anlarsın: Birinci Esas: Anlarsın ki, o han gibi bu dünya dahi kendi için değildir ve kendi kendine bu sureti alması muhaldir. Belki bu dünya, mahlukat kafilelerinin gelip konmak ve göçmek için dolup boşalan, hikmetle yapılmış bir misafirhanesidir. İkinci Esas: Hem anlarsın ki, şu hanın içinde oturanlar, misafirlerdir. Onların Rabb-i Kerim’i, onları Dârü’s-Selâm’a, yani selam diyarı olan cennete davet ediyor. 65
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Üçüncü Esas: Hem anlarsın ki, şu dünyadaki güzellikler ve ikramlar, yalnız lezzetlenmek veya keyif almak için değildir. Çünkü bir zaman lezzet verse, seni terk etmesiyle birçok zaman elem verir. Sana tattırır, iştahını açar, fakat doyurmaz. Çünkü ya onun ömrü kısa ya senin ömrün kısadır; doymaya kâfi değil. Demek kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu tezyinat ibret içindir, şükür içindir, cennetteki asıllarına teşvik içindir; başka gayet ulvi maksatlar içindir. Dördüncü Esas: Hem anlarsın ki, şu dünyadaki tezyinat, Rahman ve Rahim olan Allah Teâlâ’nın ehl-i iman için cennette hazırladığı nimetlerin numuneleri ve onların suretleri hükmündedir. Beşinci Esas: Hem anlarsın ki, şu fâni mahluklar, fena bulup yok olmak, bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar. Belki, vücutta kısa bir zaman toplanıp, yaratılışına uygun bir vaziyet alıp da suretleri alınsın, timsalleri tutulsun, manaları bilinsin ve neticeleri zapt edilsin diye yaratılmıştır. Mesela, binler neticelerinden bir netice şudur ki; bu âlemdeki bu fâni manzaralar, cennet ehli için daimî manzaralar olur. Ehl-i cennet, cennette bu âlemin kayıtlarını seyredecek ve dünyadaki hatıralarını hatırlayarak neşeleneceklerdir. Eşyanın beka için yaratıldığı, fena için olmadığı; belki görünüşte fenaya gitse de, hakikatte vazifesini tamamlama ve bir terhis olduğu bununla anlaşılır ki: Fâni bir şey, bir cihetle fenaya gider, ölür; fakat çok cihetlerle baki kalır. Mesela nasıl ki senin ağzından çıkan bir kelime yok olup gider; fakat binler misallerini kulaklara emanet eder, dinleyen akıllar adedince manalarını akıllarda baki eder ve öyle fenaya gider. Aynen bunun gibi, kudret kelimelerinden bir kelime olan bir çiçek de kısa bir zamanda tebessüm edip bize bakar, daha sonra hemen fena perdesinde saklanır; fakat onu gören her şeyin hafızasında zahirî suretini ve her bir tohumunda manevi mahiyetini bırakıp öyle gider. Güya her bir hafıza ve her bir tohum, ziynetinin hıfzı için birer fotoğraf; devam ve bekası için birer menzildirler.
66
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Acaba, en basit hayat mertebesinde olan bir çiçek böyle ise, en yüksek mertebede olan ve baki bir ruhun sahibi olan insan, ne kadar beka ile alâkadardır, apaçık anlaşılmaz mı? Altıncı Esas: Hem anlarsın ki, insan, ipi boğazına sarılıp istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Belki, bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri hesap günü için kaydedilir. Yedinci Esas: Hem anlarsın ki, sonbahar mevsiminde, yaz ve bahar âleminin güzel mahlukatının tahribatı idam değildir; belki, vazifelerinin tamamlanmasıyla bir terhistir ve bir sonraki baharda gelecek olan mahlukata bir yer boşaltmaktır. Hem insana vazifesini unutturan gafletten ve şükrünü unutturan sarhoşluktan ilahî bir ikazdır. Sekizinci Esas: Hem anlarsın ki, şu fâni âlemin sahibi olan Sultan-ı Ezel ve Ebed’in başka ve baki bir âlemi vardır ki, kullarını oraya sevk ve ona teşvik eder. Dokuzuncu Esas: Hem yine anlarsın ki, öyle bir Rahman, öyle bir âlemde, öyle has kullarına, öyle ikramlar edecek ki; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de insanın kalbine hutur etmiştir. (Âmennâ ve saddeknâ! İnandık ve iman ettik.)
67
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
HAYAT VERME DELİLİ “Hiç mümkün müdür ki Allah Teâlâ, kışın ölmüş ve kurumuş koca yeryüzüne, bahar mevsiminde yeniden hayat versin; o hayatlandırma fiili içinde, her biri insanın ölümünden sonra diriltilmesine benzer, üç yüz binden fazla mahlukat türlerini yeniden diriltip kudretini göstersin; bahar mevsiminde hadsiz hayvan ve bitki türlerinin diriltilmeleri anındaki fevkalade karışıklık içinde, hiçbirini unutmadan, karıştırmadan yaratarak ilminin her şeyi kapsadığını göstersin ve sonra O Zat-ı Zülcelâl haşri yapmasın ve yapamasın. İnsanları öldükten sonra diriltmesin veya diriltemesin; büyük mahkemeyi açamasın, cennet ve cehennemi yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!”
68
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Şimdi delilimizin izahına geçelim: Görüyoruz ki, şu âlemin sahibi olan zat, her asırda, her senede hatta her günde, bu dar ve fâni zemin yüzünde, öldükten sonra dirilmenin pek çok misallerini ve numunelerini icad ediyor. Mesela: Bahar mevsiminde görüyoruz ki, beş altı gün içerisinde, küçük ve büyük hayvan ve bitkiler aleminden yüz binlerce tür tekrar diriltiliyor, kışın ölen canlılara tekrar hayat veriliyor. Bütün ağaçların ve otların kökleri ve bir kısım hayvanlar aynen canlandırılıp iade ediliyor. Bir kısmı ise neredeyse aynısına yakın bir derecede misliyle icad ediliyor. Yaratılan o mahluklar, neredeyse bir önceki kışta ölen mahlukların aynısı oluyor. Madde cihetiyle farkları pek az olan tohumcuklar, birbirleriyle ve toprak ile o kadar karışmışken, tamamen farklı özellikler ve kendisine has bir şahsiyet ile yaratılıyor. Hem de o kadar sürat ile birlikte, tam bir kolaylık, intizam ve denge içinde, altı gün veya altı hafta içinde ihya ediliyor. Ve bu ihya yer yüzünün her yerinde aynı anda cereyan ediyor. Hiçbiri diğerine karıştırılmıyor, hiçbirinin aza ve cihazları unutulmuyor.
Acaba hiç mümkün müdür ki, bu işleri yapan zata bir şey ağır gelebilsin, semavat ve arzı bir tek emri ile yaratamasın, insanı bir sayha ile haşredemesin? Hâşâ! Dilerseniz bu hakikate misaller dürbünüyle bakalım:
69
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Acaba, mucizekâr bir kâtip bulunsa, harfleri bozulmuş veya mahvolmuş üç yüz bin kitabı tek bir sayfada karıştırmaksızın, hatasız, kusursuz, noksansız, hepsini beraber, gayet güzel bir surette, bir saatte yazsa; sonra birisi sana dese: “Şu kâtip, kendi yazdığı, senin suya düşmüş olan kitabını yeniden, bir dakika zarfında hafızasından yazacak.” Sen diyebilir misin ki: “Yapamaz ve inanmam.”
Elbette diyemezsiniz! Zira üç yüz bin kitabı bir sayfada yazabilen bir zata, senin suya düşmüş kitabını yazmak çok kolaydır. Zaten suya düşmüş kitabını da evvelce o yazmıştır. Yani kitabının bütün yazılarını ezberinde biliyordur.
70
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Aynen bu misal gibi, şu yeryüzü de bir sayfadır. Her bir mahluk nevini bir kitap kabul edersek, bahar mevsiminde üç yüz bin nev mahluk yaratılmakta, yani bir sayfada üç yüz bin kitap yazılmaktadır. Ve hiçbir kitap diğeri ile karıştırılmamakta, hiçbir hata, hiç bir kusur ve hiç bir karışıklık gözükmemektedir. Acaba hiç mümkün müdür ki, bahar sayfasında üç yüz bin kitabı karıştırmaksızın yazabilen bir zat, bizim suya düşmüş olan kitabımızı tekrar yazamasın? Hâlbuki bu kitabı da daha önce O yazmıştı. Acaba, tek bir sayfada yazılan üç yüz bin kitabı göz ile gördükten sonra, kendi hayat kitabımızın bir daha yazılacağından şüphe edebilir miyiz? Veyahut bir mucizekâr sultan düşünelim... Bu sultan kendi iktidarını göstermek için veya ibret ve tenezzüh için, bir işaretiyle dağları kaldırır, memleketleri değiştirir, denizi karaya çevirir... Sen bunları gördüğün hâlde, sonra görsen ki; büyük bir taş dereye yuvarlanmış, o zatın kendi ziyafetine davet ettiği misafirlerin yolunu kesmiş; misafirler geçemiyorlar. Biri sana dese: “O zat bir işaretiyle o taşı, ne kadar büyük olursa olsun kaldıracak veya dağıtacak; misafirlerini yolda bırakmayacak.” Sen diyebilir misin ki: “Kaldırmaz veya kaldıramaz.”
71
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Elbette diyemezsin! Zira bir işaretiyle dağları kaldırması, memleketleri tebdil etmesi ve denizleri karaya çevirmesi ispat eder ki, onun kudreti bir taşı kaldırmaya yeter. Aynen bu misal gibi, Zat-ı Zülcelâl de misafirlerini ahiret yurduna ve cennet bahçelerine davet ediyor. Bu dünya ise misafirlerin yolunu kapatmış bir taş hükmündedir. Ahiret yurduna kavuşmak, ancak bu taşın kaldırılması ile mümkündür. Acaba, yıldızları ve galaksileri bir sapan taşı gibi çeviren bir zata, “Ahirete giden misafirlerinin yolundaki bu arzı nasıl kaldıracak veya dağıtacak” denilir mi?
Ya da şu misalin dürbünüyle hakikate bak ki: Bir zatın, bir günde büyük bir orduyu teşkil ettiğini görsen, sonra biri dese: “O zat bir boru sesiyle, fertleri istirahat için dağılmış olan taburları toplar; taburlar, emri ve nizamı altına girerler.” Sen desen ki: “İnanmam.” Ne kadar divanece hareket ettiğini anlarsın.
72
Dünyadaki Yaratılış Delillerinden Allah’a ve Ahirete İman
Aynen bu misal gibi, her bir insan bir taburdur. Atom ve zerreler ise bu taburun askerleri... Bu taburun kumandanı olan Cenab-ı Hak, atom ve zerreleri bir araya getirerek insanı yaratmıştır. Elbette, bu taburu yoktan yaratan zat, ölüm ile istirahata çekilen bu taburun askerleri olan zerreleri bir boru sesi ile toplayacak ve insan taburunu tekrar teşkil edecektir. Acaba, bahar mevsiminde üç yüz bin milletten oluşan büyük bir orduyu harika bir düzen içerisinde yoktan teşkil eden bir zata, bir insanın vücudundaki zerreleri bir araya getirmek zor mudur? Elbette değildir!.. Hem öldükten sonra dirilme, öyle akıldan uzak görülecek bir mesele de değildir. Zira her asırda, her senede ve hatta her günde haşrin ve neşrin yüzlerce misalleri gözükmektedir. İşte bazıları: Kışın ölen mahluklar, yeni baharda kısmen aynen ve kısısmen mislen yaratılır. Her gün, gece ile öldürülür ve e ertesi sabah tekrar yaratılır. Uyku ile insanlar öldürülür, r, sabah tekrar diriltilerek neşş şredilir. Bulutlar semada toplanır, B sonra dağıtılır ve sonra teks rar r bir araya getirilerek haşrin numuneleri gösterilir. Kışın ölen ağaçlar, baharda cennet hurileri tarzında süslenir ve onlara hayat verilir.
73
Hatta, eğer hayalen bin sene evvel kendini farz etsen, sonra zamanın iki cenahı olan mazi ile müstakbeli birbirine karşılaştırsan; asırlar, günler adedince haşrin ve kıyametin misallerini ve numunelerini göreceksin. Acaba bu kadar numune ve misalleri müşahede ettiğimiz hâlde, insanın diriltilmesini akıldan uzak görüp inkâr etsek, ne kadar divanelik olduğu anlaşılmaz mı? Şimdi bak, Kur’an-ı Azim bahsettiğimiz hakikate dair ne diyor: “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine! Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kadirdir.” (Rum, 30/50) Evet, bir nevi mahşer meydanı gibi olan şu devasa dünyamızdaki sayısız bazı varlıkları kış mevsiminde, âdeta bir ferdi öldürür gibi öldüren ve sonrasında hepsine tekrar hayat veren, yeryüzünü insanlara ve hayvana hoş bir beşik ve güzel bir gemi yapan; güneşi şu misafirhanedeki misafirlerine bir lamba ve bir soba edip yıldızları meleklerine bir seyahat aracı yapan bir zatın; bu derece muhteşem rububiyeti ve bu derece muazzam hâkimiyeti, elbette, yalnız böyle geçici, devamsız, kararsız, ehemmiyetsiz, bekasız ve noksan dünyevi işler üzerinde kurulamaz ve duramaz.
74
Demek, O’na layık, daimî ve muhteşem bir diyar ve başka baki bir memleket vardır. Bizi onun için çalıştırır; oraya davet eder. Şimdi bu delili maddeleyerek toparlayalım: Bahar mevsiminde yaratılan üç yüz bin nev -başka bir ifadeyle, bahar mevsimindeki üç yüz bin haşir ve neşirperde arkasındaki bir zatı “Muhyi” (hayat veren), “Mucid” (icad eden) “Hâlık” (yaratan) gibi isimleriyle bizlere tanıttırır ve bildirir. Bir tek bahar sayfasında üç yüz bin kitabı yazan Zat’a, bizim kitabımızı tekrar yazmak elbette zor gelmez. Zaten kitabımızı da evvelce o yazmıştı. Haşri aklına sığıştıramayan kimse, şu âleme dikkat ile baksa görür ki, beşerin haşrinden daha acayip haşir ve neşirler her vakit göz önünde cereyan ediyor. Bir kısım misallerini önceden zikrettiğimizden tekrara gerek duymuyoruz. Sözün özü: Kim haşri inkâr ediyorsa, bahar mevsimine baksın! Eğer nefsi, bahardaki onca haşir ve neşri gördükten sonra hâlâ insanın haşrini inkâr ediyorsa, artık ona yazıklar olsun!..
75
3. BÖLÜM HZ. MUHAMMED’İN (SAV) NÜBÜVVET DELİLLERİ Bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidayet ve hak dinle gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter. (Fetih Suressi, 28)
76
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
Giriş Bu bölümümüzde Peygamberimizin nübüvvet delillerinden bazılarını aşağıda, başlıklar halinde izah etmeye çalışacağız. Peygamber Efendimizin (asm) nübüvvetinin delilleri sadece bizim burada yazacaklarımızla sınırlı değildir. Burada anlatacaklarımız ancak okyanustan birer damla nispetinde olacaktır. Efendimiz’i (asm) tüm yönleriyle anlatabilmek için ciltler dolusu kitap yazılsa yine yetersiz kalınacaktır.
77
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Ümmiliği ile Yani Okuma - Yazma Bilmemesi ile Beraber Dininin ve Tebliğinin Mükemmel Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Şimdi şöyle bir düşünelim: Okuma yazması olmayan birisi, bütün dünyayı ilgilendiren bir plan ve program geliştirmeye niyetlensin. Sonra bu zat, projesini onlarca yıl boyunca kimseye sezdirmeden geliştirsin ve sonra da bunu insanlara ömrünün sonuna doğru duyursun. Duyurduktan sonra da bütün plan ve projelerinde; en ufak bir çelişki ve hata olmadan, geri adım atmadan vefatına kadar bütün zorluklara rağmen davasından vazgeçmeden devam ettirsin ve sonunda davası onun planladığı gibi bütün dünyaya yayılsın. Bu mümkün müdür? Hem de bu anlattığı dava, öyle bir dava olsun ki, bütün duyurduğu insanların kavim, kabile, alışkanlık, örf, âdet, din yani alışa geldiği ve bağlana geldiği ne varsa hepsini kökten değiştirsin. Ümmi birisinin böyle bir inkılâbı yapması ve muvaffak olması imkânsızdır. İşte Hazreti Muhammed (asm), daha evvelden peygamberlik gibi bir plan ve projesi olmadan birden İslam davasıyla meydana 78
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
çıkmış ve bütün insanlığa davasını tebliğ etmiştir. Bunu yaparken de zerre kadar bir tereddüt, korku, çelişki eseri göstermemiş ve on sene gibi kısa bir sürede üç milyon kilometre kare gibi devasa bir bölgede yüz binlerce insanın kalplerine ve gönüllerine hükmetmiştir. Mazide canlı canlı evlatlarını toprağa gömecek kadar cani olan bir toplumdan kısa sürede öyle medeni bir toplum meydana getirmiştir ki, vefatından on beş sene gibi kısa bir zaman sonra dini üç kıtaya ve milyonlarca insana ulaşmıştır. Şimdi soruyoruz; eğer peygamberlik iddiası -hâşâ- kendi uydurduğu bir dava olsaydı ve yıllarca hazırlık yaptıktan sonra kırk yaşında tebliğe başlasaydı, bunu kendi akrabaları ve hatta eşi bilmez miydi? Hem eğer bu büyük ve iddialı davasında doğru olmasaydı, O’na (asm) ilk iman edenler, bütün canlarını ve mallarını, bu uğurda feda ederler miydi? İlk dönem Müslümanların çektikleri sıkıntılar ortadadır. Şimdi düşünelim; eğer Peygamberimiz (asm) -hâşâ- peygamber olmasaydı ve -hâşâ- İslamı kendisi uydurmuş olsaydı, bunu hangi nedenlerden dolayı uydurabilirdi? Rahat yaşamak için mi? Oysa bütün hayatının çileyle geçtiği, mal-mülk namına elinde ne varsa insanlara dağıttığı ve hatta ölürken borç karşılığında rehinde eşyası olduğu bir gerçektir. Demek ki, rahat yaşamak için böyle bir iddiada bulunmuş olamaz. Liderlik için mi? Hâlbuki bütün hayatı şahittir ki, kendisi insanlardan bir insan olmuş, asıl efendiliğin ve liderliğin hizmetkârlıkla olduğunu hayatıyla ispat etmiştir. Savaşta en önde savaşmış, kendi yırtığını dikmiş, bir hizmet vaktinde arkadaşlarıyla beraber çalışmıştır. Demek liderlik iddiasında bulunmuş olması da geçerli bir iddia olamaz. Hem böyle bir iddiası olsaydı, Mekke müşriklerinin teklif ettikleri liderlik ve mal mülk tekliflerini reddedip sefaleti tercih eder miydi? İnsanları, içinde bulunduğu kötü durumlardan kurtarmak için böyle bir iddiayla ortaya çıkmış olabilir mi? Hâşâ; 79
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
bu iddia da geçersizdir. Çünkü insanları din namına kurtarmak isteyen dindar birisi -hâşâ- Allah nanıma yalan söyleyemez. Yalan söylese hakiki dindar olamaz ve yalanı er-geç ortaya çıkar. Hem getirmiş olduğu din emsalsizdir. Bütün dinlerin esasını özünde içermekle beraber, hepsinden farklıdır, orjinaldir. Ümmi bir Zatın kabiliyetinin üstünde mükemmellikte bir dindir. Demek ki bu iddia da geçersizdir. Demek bu iddiaların tamamı, şeytanın bir telkini ve nefsimizin vesvesesinden ibarettir. Hazret-i Muhammed (asm) Allah’ın son ve en üstün peygamberidir. Bütün insanlığa önderdir. Daha önceden en ufak bir iddiası yokken, kırk yaşında kendisine nübuvvet verilmiş ve hayatının sonuna kadar her türlü çileye göğüs gererek vazifesini ifa etmiştir.
80
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
İnsanları, içinde bulundukları kötü durumlardan kurtarmak için, bir insan Kur’an’ı yazıp daha sonra da insanlar üzerindeki tesirini arttırmak için “Bu Allah’ın kelamıdır” demiş olamaz mı? Şeytan döndü, yine dedi ki: Kur’an’ın meseleleri gibi çok kişiler o çeşit meseleleri din namına söylüyorlar. Onun için, bir insanın, din namına böyle bir şey yapması mümkün değil mi? Cevaben Kur’an’ın nuruyla dedim ki: Evvelâ, dindar bir adam din muhabbeti için “Hak böyledir. Hakikat budur. Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, onun yerinde konuşmaz. “Allah’a iftira atandan daha zalim kimdir?” tehdidinden titrer. Ayrıca, bir insan kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir. Belki de imkânsızdır. Çünkü birbirine yakın kimseler birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin şekline girebilirler. Mertebece birbirine yakın zatlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler. Geçici olarak insanları aldatırlar, fakat daimî aldatamazlar. Çünkü dikkat ehli nazarında, eninde sonunda tavırları ve halleri içindeki yapmacık hareketleri ve zoraki davranışları sahtekârlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek. Eğer sahtekârlıkla taklide çalışan; ötekinden gayet uzaksa, meselâ basit bir adam, İbn-i Sina gibi bir dâhiyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendisi maskara olacak. Her bir hali bağıracak ki: Bu sahtekârdır. İşte, hâşâ yüz bin defa hâşâ! Kur’an, insan sözü olarak farz edildiği vakit şu imkansızlıkları kabul etmek gerekecektir:
81
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Bir yıldız böceği, bin sene hakikî bir yıldız olarak kendini gösterebilir mi? Bir sinek, bir sene tavus kuşu şeklini kendini seyredenlere gösterebilir mi? Sıradan bir asker; namlı, ünlü bir generalin tavrını takınıp, makamında oturup, hilesini hissettirmeden uzun zaman öyle kalabilir mi? Hem iftiracı, itikatsız bir adam; her halini inceden inceye araştıran insanların önünde, ömründe daima en doğru sözlü, en emin, en güvenilir bir kimsenin vaziyetini telaşsız gösterip, dâhilerin nazarında yapmacık hareketlerini saklayabilir mi? Bu saydıklarımızın hepsi hadsiz derecede imkânsızdır ve hiçbir akıl sahibi bunlara mümkün diyemez. Aynen öyle de, Kur›an’ı insan sözü farz edildiği zaman lâzım gelir ki: İslâm âleminin semasında pek parlak ve daima hakikat nurlarını yayan bir hakikat yıldızı, belki bir kemâlât güneşi kabul edilen Kur’an-ı Kerim’in mahiyeti; Hâşâ bir yıldız böceği hükmündeki, bir insanın uydurmalarla dolu bir düzmesi olsun ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın ve onu daima yüksek ve hakikatlerin madeni bir yıldız bilsin. Bu ise yüz derece imkânsız olmakla beraber, sen ey şeytan! Yüz derece şeytanlıkta ileri gitsen buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın! Yalnız mânen pek uzaktan baktırmakla aldatıyorsun! Yıldızı, yıldız böceği gibi böyle küçük gösteriyorsun.
82
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
İslamiyet’in Kanunlarının Mükemmel Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Acaba ümmi olan, yani okuma yazma bilmeyen bir kişinin tek başına kanunlar yapması ve bu kanunların hiç değişikliğe uğramadan tam on dört asrı ve her asırda insanların en az dörtte birini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmesi mümkün müdür? Elbette hayır. Şimdi Hazret-i Muhammed’e (asm) bakıyoruz; ümmi bir Zatta ortaya çıkan kanunlar, on dört asrı ve her asırda insanların dörtte birini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmiş ve ediyor. Bunun yeryüzünde bir tek emsali yoktur. Hatta yıllarca hukuk eğitimi alan onlarca hukukçunun bir araya gelmesiyle yapılan kanunlar üç beş sene bile yaşayamıyor ve eskiyor. Adaletle idare edememesi ise cabası. Şimdi O Zattan (asm) meydana gelen kanunları, Hz. Muhammed’in (asm) vahye mazhar olup, Allah’ın elçisi olmasıyla izah etmezsek, ne ile izah edeceğiz? Ümmi olup okuma yazma bilmeyen bir zatın, kendi kendine bir din çıkarması ve bu dinin on dört asır boyunca, her asırda milyonlarca insanın rehberi, akıllarının muallimi, kalplerinin temizleyicisi, nefislerinin terbiyecisi ve ruhlarının gelişimine maden olması ve her asırda milyonlarca taraftar bulması mümkün müdür? Ve emsali var mıdır? Elbette yoktur… 83
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz; O ümmi Zatın (asm) fiilleri, sözleri, hal ve hareketlerinden çıkan İslamiyet, her asırda milyonlarca insanın rehberi ve kaynağı, akıllarının muallimi ve mürşidi, kalplerinin nurlandırıcısı ve temizleyicisi, nefislerinin terbiyecisi ve ruhlarının gelişiminin ve yükselmesinin sebebi olması yönüyle misli olmamış ve olamaz. Öyleyse bu Zat’ın (asm) peygamberliğini kabul etmezsek, İslamiyet’i ve İslamiyet’in kalplerde, ruhlarda, akıllarda, nefislerde ve gönüllerde yapmış olduğu inkılâbı ne ile izah edeceğiz?
İbadetlerinde Herkesten Daha Mükemmel Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Daha önceden dinini hiç öğrenememiş veya farklı bir dine ait bir eser okuyamamış birisinin, kendi başına, hiç bir dinde emsali olmayan mükemmellikte farklı farklı ibadetler ortaya çıkarması mümkün müdür? Çünkü diğer dinlerde olmayan bir ibadeti ortaya çıkaracak birisinin tüm dinlere ait kaynakları gözden geçirmesi lazım. Bu zat okuma yazması olmayan birisi ise bunu nasıl yapabilir? Diğer bir konu ise, bir insan peygamber olmazsa kendiliğin84
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
den ne diye ibadetler icat etsin; sonra da bu icat ettiği ibadetlerde neden bütün insanlardan önde olsun? Hatta diğer Müslümanlara emretmediği ibadetleri, -bütün zorluklarına ve rahatını bozmasına rağmen- kendisine mecbur kılsın. Bu mümkün müdür? Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz: O Zat, dininde bulunan bütün ibadetlerin her nevinde en ileridedir. Örneğin bizler için sünnet olan teheccüd1 namazının, O’na (asm) farz olması bunun güzel bir misalidir.2 Namazda böyle olduğu gibi oruç ve zekât gibi diğer ibadetleri yapmakta da emsalsizdir. Herkesten daha fazla Allah’tan korkmakta ve hayatını tamamen Allah’ın rızasına uygun olarak geçirmektedir. Geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılmakta3, tefekkür ve duayla Rabbine kullukta bulunmaktadır. Hatta evine gelen sadaka mallarını dağıtmadan uyuyamamakta, ne zaman dağıtılırsa o zaman rahat etmektedir.4 En zor şartlarda bile ibadetlerinde ve dininin emirlerinde taviz vermemektedir. Hatta Bedir Savaşı gibi karşısında üç kat fazla düşmanın bulunduğu zor şartlarda bile, cemaatle namazı terk etmeyecek kadar dininin bütün inceliklerini en mükemmel bir şekilde yaşamıştır.5 Kimseyi taklit etmeyerek, bütün peygamberlerin şeriatlarını mükemmel bir şekilde İslam dininde birleştirmiştir. Yani, Hz. Âdem (as)’den kendisine kadar gelen bütün peygamberlerin ibadetlerinin türlerini, dininde en mükemmel şekilde birleştirmiş ve yaşamıştır.
1) 2) 3) 4) 5)
Gece Namazı Müzzemmil Suresi, 1-2. ayetler Buhârî, Teheccüd 6 M.Yusuf Kandehlevi, Hayat’üs Sahabe, c:, s:333 Nisa Sûresi, 102. ayet 85
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Cesareti, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Bir insanın, yalan bir davayı ortaya koyduğunu düşünelim. Bu yalan davasından dolayı birisi canına kast etse, elinde silah başına dikilse ve öldürmek istese; o yalancı adam davasını inkâr edip canını kurtarmak isteyecektir. Hatta belki yalvaracak, yakaracak ve yalancı izzetini de ayaklar altına serecektir. İşte Peygamberimiz’in (asm) davasının doğruluğuna yukarıdaki örnekten bakalım. Peygamberimizin (asm) tebliğ ettiği davası, eğer -haşa- yalan bir dava olsaydı; başına kılıç dayadıkları veya ordusu dağılıp yalnız kaldığı zamanlarda yine davasını haykırır mıydı? Elbette ki haykıramazdı. Peygamberimizin (asm) bu şekilde yaşadığı pek çok hadise ispat etmiştir ki, O’nun (asm) davası haktır; içerisinde hilenin zerresi bulunmamaktadır. Bu hadiselerden bir tanesini buraya alarak, detaylı bilgi almak isteyenleri siyer kitaplarına müracaat etmelerini öneriyoruz. Pek çok sahih hadis kaynağından bize nakledilen meşhur bir hadisedir. Peygamberimiz (asm) bir sefer esnasında kabilesinden uzak bir yerde dinlenmektedir. Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimseye gözükmeden, Peygamber Efendimizin (asm) yanına kadar ulaşmayı başarır. Elindeki kılıcı Peygamberimizin (asm) başının üs86
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
tünde kaldırıp “Seni benim elimden kim kurtaracak?” diye bağırır. O anda uykudan uyanan Peygamberimiz (asm) hiçbir tereddüt, endişe ve korku hissetmeden, “Allah!..” diye cevap verir. Sonra da şöyle dua eder: “Allah’ım! Dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.” O anda Gavres, ansızın gaibden gelen ve sırtına çarpan bir darbe ile yere yuvarlanır. Bu defa elindeki çok güvendiği kılıncı Hazreti Muhammed’in (asm) eline geçmiştir. Şimdi sıra O’ndadır ve sorar: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” Gavres pişmandır. “Beni kurtaracak kimse yok!..” der.Aman diler. Efendimiz (asm) daha birkaç saniye önce canına kasteden düşmanını affeder, gitmesine izin verir.6 İşte cesaret, işte büyüklük!..
6 ) Buhârî, cihad 84; megâzî 31; Müslim, fezâil 13; Hâkim, el-Müstedrek, 3/29. 87
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Kur’an, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Nasıl ki, Hz. Muhammed (asm), peygamberliğinin bütün delilleriyle Kur’an-ı Kerim’in hak kelam ve Allah’ın sözü olduğuna delildir. Zira madem peygamberdir, elbette yalan söylemez ve Allah’a iftira edemez. Ve madem yalan söylemez ve iftira edemez, elbette “Allah’ın kelamıdır.” dediği ferman, Allah’ın sözü olacak. Aynen öyle de, Kur’an-ı Kerim de bütün mucizeleriyle ve Allah’ın kelamı olduğunu ispat eden bütün delilleriyle Hz. Muhammed’in (asm) Allah’ın peygamberi olduğunu ispat eder. Zira Allah’ın kitabını, Ancak Allah’ın peygamberi tebliğ eder. O halde şöyle bir söz söylesek; “Kur’an Allah’ın kelamıdır, zira Hz. Muhammed (asm) birçok mucize göstermiştir.” Yani Kur’an’ın hak kelam olduğuna, Peygamberimiz’in (asm) mucizelerini delil yapsak, bu son derece doğrudur. Zira madem mucize göstermiştir, o halde Allah’ın peygamberidir. Ve madem peygamberdir, elbette elindeki kitap da Allah’ın kitabı olmalı, başka bir şey olamaz. Aynen bunun gibi şöyle bir söz daha söylesek; “Hz. Muhammed (asm) Allah’ın peygamberidir, zira Kur’an’ın benzeri bir kitap getirilememiştir…” Kur’an’ın 88
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
geçmişten ve gelecekten verdiği haberler doğru çıkmış, tarih ve arkeoloji bu haberlerin doğruluğunu tasdik etmiştir… Yine Kur’an bundan 1400 sene önce birçok bilimsel gerçeği haber vermiş, bu haberlerin doğruluğu bu asırda bizzat bilim adamları tarafından tasdik edilmiştir. En inatçı düşmanları dahi Kur’an’ın ifadesine hayran olmuştur, düşmanları dahi onun güzelliğini kabul etmiştir. Kur’an, hem şahsi, hem siyasi, hem de sosyal alanda birçok inkılâplar yapmış ve bu inkılâplar sosyologları hayrette bırakmıştır. Kur’an’ın koymuş olduğu hükümlerin hakkaniyeti hukukçular tarafından da tasdik edilmiştir. Yani bizler, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispat eden delilleri, Efendimizin (asm) peygamberliğine delil yapsak, bu söz de önceki söz gibi doğrudur. Zira madem Kur’an saydığımız ve sayamadığımız delillerin tasdikiyle Allah’ın kelamıdır. Elbette onu tebliğ eden Zat da (asm) Allah’ın resulü olmalıdır. Zira Allah’ın kitabının, O’nun resulünden başkasına inmesi mümkün değildir. O halde biz Kur’an’ın İlahi kelam olduğunu ispat eden yüzlerce delile dayanarak deriz ki; Hz. Muhammed (asm) Allah’ın peygamberidir. Zira elindeki Kur’an binlerce delilin tasdikiyle Allah’ın sözüdür. O halde Hazret-i Muhammed’in (asm) peygamberliğini inkâr edebilmek için, ilk önce elindeki fermanın Allah’ın kelamı olduğunu inkâr etmek ve onun bir beşer sözü olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ise mümkün değildir. Hatta şeytan bile şeytanlıkta yüz derece ileri gitse buna imkân verdiremez. Bozulmamış hiçbir aklı kandıramaz. Yalnız pek uzaktan baktırmakla aldatmaya ve yıldızı, yıldız böceği gibi küçük göstermeğe çalışır.
89
KURAN’IN EDEBİ MUCİZELİĞİ "De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler."7 İnsanların en dâhi şairlerini ve edebiyatçılarını en harika hatiplerini, en büyük alimlerini muarazaya (karşılıklı sözlü mücadeleye) davet edip bin dört yüz senedir meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muarazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başını semavata vuran o dâhiler, ona muaraza için ağız açamayıp, zilletle boyun eğdiler. Arap yarımadası halkı o asırda çoğunluk itibariyle ümmi idi. Yani tahsil görmemiş okuma yazması olmayan idi. Ümmîlikleri için, övünmelerini ve tarihi olaylarını ve güzel ahlaka yardım edecek atasözlerini, kitabet yerine şiir ve belagat (bir sözü düzgün olarak yerinde, etkili ve güzel bir şekilde ifade etme) kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Manidar bir kelâm, şiir ve belagat cazibesiyle geçmişten geleceğe hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu fıtri ihtiyaç neticesi olarak, o kavmin manevi ticaret çarşılarında en ziyade revaç bulan, rağbet gören fesahat (bir dilin doğru ve düzgün söylenişi, sözün lafız mana ve ahenk itibariyle kusursuz olması) ve belagat (fesahatin daha yüksek derecesi düşüncenin düzgün olarak süslü sözlerle anlatılması) metaı idi. Hatta bir kabilenin büyük bir şairi, en büyük bir milli kahramanı gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte, İslamiyetten sonra alemi zekalarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve övünç vesileleri ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belagatta yeryüzünden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belagat o kadar kıymettar idi ki, bir şairin bir sözü için iki kavim büyük harp ederdi ve bir sözüyle barışıyorlardı. Hatta onların içinde “Muallâkat-ı Seb’a” (Yedi Askı) namıyla yedi şairin yedi kasidesini altınla Kabe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.
7 ) İsrâ Sûresi, 17:88
90
İşte böyle bir zamanda, belagat en revaçlı olduğu bir anda Kur’an-ı Mucizü’l Beyan indi. Nasıl ki Musa aleyhisselam zamanında sihir ve İsa aleyhisselam zamanında tıp revaçta idi; mucizelerin mühimi o cinsten geldi. İşte o vakit. Arap belâgatçılarını en kısa bir suresine mukabeleye davet etti. “Kulumuza (Muhammed (s.a.v) indirdiğimiz Kuran’da bir şüpheniz varsa, onun benzerinden bir sure getiriniz.” (Bakara Suresi, 23) fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem, der ki: “İman getirmezseniz lanetlenmişsiniz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını küçümsüyor. Onları önce ebedi idam ile ve sonra da cehennemde ebedi idam ile beraber dünyevi idam ile de mahkum ediyor. Der: “Ya karşılıklı sözlü mücadele ediniz, yahut can ve malınız helakettedir.” İşte eğer muaraza (karşılıklı sözlü mücadele) mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muaraza edip davasını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en zorlu harp yolu tercih edilsin. Evet o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman alemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belaya atacak uzun bir yolu tercih etsin; hiç uygun mudur? Çünkü, şairleri birkaç harfle muaraza edebilseydi, Kuran davasından vazgeçerdi. Onlar da maddi ve manevi helâketten kurtulurlardı. Halbuki, harp gibi dehşetli uzun bir yolu tercih ettiler. Demek söz yahut yazı ile karşılıklı mücadele mümkün değildi, imkansızdı; onun için kılıçla karşılıklı mücadeleye mecbur oldular.
91
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Peygamber Olarak Gönderildiği Toplum Üzerinde Yapmış Olduğu İnkılâplar O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Küçük bir topluluk düşünelim! Bu topluluk son derece inatçı ve âdetlerine son derece bağlı bulunsun ve bu âdetler onların damarlarına kadar işleyip, benliklerine nüfuz etmiş olsun. Biz de böyle bir toplulukta büyük bir hâkim olduğumuzu farz edelim. Acaba, büyük bir hâkim olmakla birlikte, çok çalışıp gayret göstererek, bu küçük ve inatçı kavimdeki kaç âdeti değiştirip, yerlerine güzel ahlakı tesis edebilirdik? Bu soruya cevap vermeden önce şunları da düşünelim: Bir baba, evladındaki kötü bir ahlakı onlarca nasihatine rağmen bazen değiştiremiyor. Bir öğretmen o kadar çabasına rağmen bazen bir öğrencinin kötü ahlakını yok edemiyor. Bunca kanun koyucu, şiddetli cezalara rağmen hırsızlık gibi bir suçu önleyemiyor. Bir doktor bir tiryakiye sigara gibi küçük bir alışkanlığı bile bıraktıramıyor... 92
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
Şimdi acaba biz büyük bir hâkim olarak, bu inatçı ve âdetlerine bağlı topluluktan kaç âdeti, ne kadar zamanda kaldırabilirdik? Malumdur ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir toplulukta, büyük bir hâkim, büyük bir gayretle, ancak geçici olarak kaldırabilir. Hâlbuki Hazret-i Muhammed (asm) küçük bir kuvvet ve küçük bir himmetle, birçok büyük âdetleri, hem de inatçı ve âdetlerine çok bağlı olan bir kavimden, az bir zamanda kaldırmış ve yerlerine öyle yüksek bir ahlakı yerleştirmiştir ki, bunun tarihte emsali yoktur. Dünya tarihinde hiçbir reformist, tüm toplumu onlarca ayrı alanda birden etkileyecek reformlar yapamamıştır. Yani örneğin siyaset, ekonomi, sanayi, eğitim, savaş ve benzeri alanlardan sadece bir veya birkaç tanesinde muvaffak olabilmişlerdir. Yine dünya tarihi şahittir ki, ideolojik bazı fikir akımlarının önderleri gibi en dahi insanlar bile muhataplarında sadece milliyetçilik, hürriyetçilik gibi birkaç hissi tahrike muvaffak olmuşlardır. Her alanda muhatapları etkilemekte muvaffak olamamışlardır. Hâlbuki Hz. Muhammed, sanattan sağlığa, adaletten eşitliğe, cahiliye âdetlerinin kaldırılmasından onların yerine en yüksek ahlak kurallarının tesisine, pek çok fen ilimlerinden savaş ilimlerine kadar yüze yakın alanda reformlar yaptığı gibi; âdetlerine son derece bağlı olan o toplumu çok kısa bir zamanda öyle değiştirmiştir ki tarihte emsali yoktur. Peygamberimizin (asm) sadece bir sohbetinde birkaç dakika bulunmakla en medeni insanların seviyesine çıkan ve kendi kavim, kabile veya ülkelerine muallim olarak dönen bedeviler, bir deve güreşçisinden, devasa bir devleti adaletle idare eden Ömer’ler, hep Hz. Muhammed’in meydana getirdiği toplumun meyveleridir. İşte Hazret-i Muhammed’in (asm) Asr-ı saadetini görmeyenlerin veya göremeyenlerin gözüne Arap yarımadasını sokarak diyoruz ki, haydi yüzlerce filozofu, sosyologu alın ve oraya gidin, tam yüz sene çalışın, acaba O Zat’ın (asm) o zamana nispetle bir senede yaptığı icraatın yüzde birini yapabilecek misiniz?..
93
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Göstermiş Olduğu Binlerce Mucize, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Hazret-i Muhammed’in (asm) sahih kaynaklardan bize ulaşan yüzlerce mucizesi vardır. “Ay yarıldı.”8, “Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı.”9 gibi ayetlerin ifadesiyle; bir parmağının işaretiyle ayın iki parça olması ve avucu ile düşman ordusuna attığı az bir toprak, bütün o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları ve susuz kalmış kendi ordusuna beş parmağından akan kevser gibi suyu doyuruncaya kadar içirmesi gibi onun elinde görülen ve meydana gelen yüzlerce mucizenin tevatür ile sabit olmasıdır. Tevatür; yalan söylemesi mümkün olmayan, kalabalık bir cemaat tarafından, elden ele, senetleriyle nakledilmiş, doğru ve gerçek haberdir ki, Hazret-i Muhammed’ın (asm) mucizeleri tevatür kuvvetinde haberlerdendir. Bu mucizelerden binden fazlası senetleriyle birlikte hadis kitaplarında nakledilmiştir. Bu mucizelerden üç yüz kadarını “Hazreti Muhammed’in (asm) Mucizeleri” isimli ikinci bölümümüzde istifadenize sunduk. Detayları o bölümümüze havale ederek deriz ki; bu kadar apaçık mucizeleri bulunan bir Zat (asm) elbette en doğru sözlüdür. Ahlaksızların işi olan yalana, yanlışa, hileye tenezzül etmesi mümkün değildir. 8 ) Kamer Sûresi, 54:1. 9 ) Enfâl Sûresi, 8:17. Enfâl Sûresi, 8:17. 94
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
Eğiticilik Vasfı ve İnsanlara Öğrettiği Hakikatler, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Peygamberimizin (asm) çok sık nazara verilen bir sıfatı “ümmi” oluşudur. Ümmiliğinin üzerinde bu kadar çok durmamızın nedeni, O’nun (asm) ümmi olarak yaptığı icraatının her birinde ulaştığı başarıya, o konudaki ilim erbabının en uzmanlarının bile erişmesinin imkânsız olmasıdır. Bu yönü Efendimizin (asm) en büyük mucizelerindendir. Eğitim alanındaki icraatları da böyledir. Efendimizin (asm) özellikle medeni bir toplumu inşa ettiği Medine dönemine göz attığımızda, ashabını onlarca ayrı ilim dalında eğittiğini görmekteyiz. Bu ilim dallarının uzunca listesini İslam tarihi kitaplarına havale ederek, birkaç tanesini numune olması için buraya almak istiyoruz: “İman esasları, ibadetler ve ibadetlere ait konular, bazı âyetlerin tefsir ve izahları, toplum hayatına dair edepler ve güzel ahlak, sağlık ve tedavi, zuhur edecek fitne ve fesatlara dair haberler, dualar, Allah yolunda cihad, cihad hukuku, savaş taktikleri, alışverişe ve ticarete ait konular, anlaşma, sözleşme, borçlanma ve kefaletlere ait konular, şirketlere ait konular, ziraat ortaklığına ait konular, ortak 95
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
mal ve arazinin idaresine ve taksimine ait konular, yitik şeylere ait konular, gasp ve yok etme suçlarıyla ilgili konular, şahitliklere ve beyyinelere ait konular, rehine konuları, kiraya ait konular, veraset ve mirasa ait konular, evlenme ve boşanma ile ilgili konular, hibeye ait konular, cinayetler ve diyetlere ait konular, suçlar ve mahiyetlerine göre uygulanacak cezalar, vergilere ait konular, davalarla ilgili hükümler, hâkimlik ve hâkimliğe ait hükümler...”10 ve daha sayamadığımız onlarca ilim dalına ait ortaya koyduğu hükümler... İşte şimdi soruyoruz: Bir insanın tüm bu ilim dallarında mükemmel hükümler ortaya koyması ve insanları bu ilim dallarında eğitmesi mucize değil de nedir? Hem de ümmi bir Zatın (asm) yukarıda saydıklarımızdan her birisi için günümüzde fakültelerde, ilim adamları yıllarca ter dökmekte ancak yine de şaşmaz ve değişmez kurallar ve hükümler ortaya koyamamaktadırlar. Ancak Efendimizin (asm) İslam ile koymuş olduğu tüm hükümler on dört asırdır tazeliğini korumaktadır. İşte bu O’nun (asm) Allah’ın peygamberi olduğunun en açık delillerinden birisidir...
10 ) M.Asıl Köksal, İslam Tarihi, Medine Dönemi, Bir Peygamber Şehri Olarak Medine, Peygamberimizin Meşgul Olduğu ve Ashabını Yetiştirdiği Başlıca Konular 96
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
Düşmanlarının Çokluğuna Rağmen Vazifesini Başarıyla Yerine Getirmesi ve İslam Dininin Bütün Dünyada Yayılması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Hiçbir kuvvete dayanmayan ve tek başına yola çıkan bir zatın, son derece kuvvetli düşmanları arasında, kendi davasını korkmadan, tereddütsüz, telaş göstermeden ve son derece cesaretle tebliğ etmesi ve tebliğ ettiği dinin, bütün dinlerden üstün hale gelmesi mümkün müdür? Elbette hayır!.. Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz: O Zat (asm), tebliğ ve insanları hakka davette o derece metanet, sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatta kendi kavim ve kabilesi, hatta amcası O’na (asm) şiddetli düşmanlık gösterdikleri halde, zerre kadar bir tereddüt, bir telaş, bir korkaklık eseri göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başarılı da olması ve İslamiyeti dünyanın dört bir yanına yayması ispat eder ki, tebliğ ve Hakk’a davette dahi misli olmamış ve olamaz. Etrafında bir avuç Müslümanın bulunduğu, henüz kendi kabilesinin bile kendisini dinlemediği zamanlarda, kalkıp dünyanın büyük 97
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
devletlerini İslam’a davet etmesi, davasının hak olduğunun en büyük delillerindendir. Eğer -hâşâ- yalan bir dava olsaydı, dünyanın büyük devletlerini kendi aleyhinde kışkırtacak böyle bir şeye girişir miydi? Çünkü İslamı henüz kendi kabilesi bile kabul etmemiştir ve bu nedenle O’na (asm) defalarca savaş açmışlardır. Hem de tebliğ ettiği devletler Bizans, İran gibi o dönemin süper güçleridir. Milyonlarca askerleri bulunan dev ordulara sahiptirler. Kendisi ise şehir devleti durumundaki Medine’de, bir avuç Müslümanla sıkışmış durumda yaşamaktadır. O Zatın (asm) yalnızlığı ve zayıflığı ile beraber, böyle büyük bir kuvvet ve cesaret göstermesini, Allah’a dayanması ve O’na tevekkül etmesiyle izah etmezsek ne ile izah edebiliriz? Peygamber Efendimizin (asm) nübuvvetinin en parlak delillerinden biri de, O’nun sadece bulunduğu zamana ve mekâna değil, bütün zamanlara ve mekânlara hitap eden bir dinle gelmiş olmasıdır. Efendimizin (asm) harika tebliği, mekânları aşarak tüm dünyaya yayılmıştır. Hazret-i Muhammed (asm), evrensel çağrısında başarılı olmuştur. Bugün büyük dinler, yavaş yavaş İslam karşısında erimekte, İslam’ın hakkaniyetine onlar da şahitlik etmektedirler.11
11 ) Bu konuda Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ahmet Akgündüz’ün tespit ettiği, Avrupa Kiliseler Birliği’nin, Hazreti Muhammedi (asm) peygamber kabul ettiğine dair tarihi belgelerini “Çandan Minareye Büyük İtiraf” isimli eserinde bulabilirsiniz. 98
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
Tevrat, İncil ve Zebur Gibi Semavi Kitapların İşaretleri O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Peygamberimizin (asm) gelişi, kâinatın en önemli hadisesidir. Çünkü anlaşılmaz bir kitap, muallimi olmadan manasız bir kâğıt parçası gibiyken, muallimi ile bir anlam kazanır. Kâinat da Peygamber Efendimiz (asm) ile bir anlam kazanmıştır. Peki, Peygamberimizden (asm) önce gelip geçen on binlerce peygamber bu kadar büyük bir hadiseyi haber vermemiş olabilirler mi? Elbette olamazlar. Çünkü onların vazifesi, kâinatın gelmesini beklediği Peygamberimizin (asm) gelişine bir nevi hazırlık yapmaktır. Bu nedenle önceki tüm peygamberler az-çok Efendimizden (asm) haber vermişlerdir. Akla gelebilir ki, madem haber vermişler, neden şu an halen o peygamberlerin tabileri ve getirdikleri kitaplarını okuyanların büyük çoğunluğu tarafından, Efendimiz (asm) halen inkâr edilmektedir? Bunun nedeni eski kutsal kitapların tahrif edilmesi ve tercüme üstüne tercüme geçiren kitapların asıllarından uzaklaştırılmasıdır. Bediüzzaman’ın bu konudaki tespiti çok orjinaldir: 99
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
“Madem o kitaplar da Allah’ın sözleridir, elbette dinlerinin hükümlerini iptal edecek ve dünyayı tesiri altına alacak bir hadiseden haber vermelidirler. Çünkü en ufak tarihi meseleleri bile ihmal etmeyen İlahi kitaplardır. Madem haber verecekler, o halde ya yalanlayacaklar ki, dinlerini hücumdan kurtarsınlar veya tasdik edecekler ki, O’nun sayesinde dinleri hurafelerden ve tahriflerden kurtulsun. Hâlbuki dost ve düşmanın tasdikiyle, Kur’anı ve Hazreti Muhammed’i (asm) yalanlayan hiçbir ifade o kitaplarda yoktur. Öyleyse tasdik etmişlerdir.”12 İncil, Tevrat ve Zebur’da Efendimize (asm) işaret eden ayetlerden pek çoğunu İslam âlimleri tespit edip eserlerinde bunları ele almışlardır. Örneğin, Hüseyin-i Cisri, Risale-i Hamidiye isimli eserinde yüz on dört tane işareti o eski kitaplardan çıkarmıştır.
12 Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, On Dokuzuncu Mektup 100
Hazreti Muhammed’in (A.s.m) Nübuvvet Delilleri
Kâinatın Yaratılışındaki Yüksek Maksatları Görüp Tebliğ Edecek Bir Muallimin Gerekli Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Bu kâinattaki güzellikler, harika düzen, mükemmel ölçülü yaratılışlar nasıl ki; yaratıcılarına ve idare edicilerine işaret ederler. Aynen öyle de; bu kâinattaki varlıklar, bu yaratılışlarıyla bir elçinin olmasını gerektirirler. Çünkü bu elçi; Kâinatın yaratılışındaki İlâhi maksatları bilmeli ve bildirmelidir. Kâinatta sürekli meydana gelen değişiklikleri, ölümleri doğumları, yıkılışları yapılışları ders alıp bunlardaki Rabbânî hikmetleri tâlim etmelidir. Kâinattaki yıldızlardan zerrelere kadar görülen hikmetli ve bilinçli hareketlerin neticelerini ders vermeli ve özündeki kıymetini ve içindeki varlıkların mükemmelliğini ilân etmelidir.
101
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Bu âlemdeki varlıkların “Nereden geliyorlar?”, “Nereye gidecekler?” ve “Niçin buraya geliyorlar ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?” gibi dehşetli suallerine cevap vermelidir. Bu kainat kitabının mânâlarını ve yaratılış ayetlerini okuyup, hikmetlerini tefsir edecek bir yüksek davet edici olmalıdır. Tüm bu vazifeleri hakkıyla yapacak bir büyük dellal, sadık elçi, hakikatli üstad ve doğru kâşif lazım, hatta elzemdir. İşte tarihlerin şahitliğiyle, bütün bu vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Bu vazifeleri O’nun hakkaniyetine ve bu Kâinat Hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve tümüyle şehadet etmektedir. Evet, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği nur ile kâinatın özü, kıymeti, kemâlâtı ve içindeki varlıkların vazifeleri ve neticeleri, memuriyetleri ve kıymetleri bilinir, anlaşılır. Ve kâinat, baştanbaşa gayet mânidar İlahi bir mektup olur. Cisim giymiş bir Kur’ân-ı Rabbânî hükmüne geçer ve muhteşem bir sergi gibi sanatla yaratan Yaratıcılarından haber verirler. Yoksa kainat, yokluk ve hiçlik ve zevâl ve fanilik karanlıklarında yuvarlanan karma karışık vahşetli bir virâne, dehşetli bir matemhane durumuna düşer. Bu hakikate binaen, kâinattaki mükemmellikler, büyük faaliyetler ve ebedi manalar kuvvetli bir tarzda “Muhammed şüphesiz Allah’ın resulüdür!..” hakikatine işaret ederler.
102
4. BÖLÜM HZ. MUHAMMED’İN (A.S.M) MUCİZELERİ Bu bölümümüzde Peygamber Efendimizin göstermiş olduğu binlerce mucizeden üç yüz kadar mucizeyi ihtiva eden Mucizatı Ahmediyye'den bazılarını okuyacaksınız.
103
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Gelecekle İlgili Verdiği Haberlerin Doğru Çıkması Ashabına Mekke’nin13, Hayber’in14, Şam’ın15, Irak’ın16, İran’ın17, Kudüs’ün18, İstanbul’un19 fetihlerini haber vermiştir, verdiği gibi aynen meydana gelmiştir. Hem defalarca ümmetinin yardıma ve zafere nail olacağını ifade etmiştir. Hem o zamanın en büyük devletlerinden olan İran ve Rum padişahlarının ganimetlerine sahip olacaklarını haber vermiştir.20 Dediği gibi aynen vukua gelmiştir. Hem “Tahminim böyle” veya “Zannederim” dememiş; aksine, görür gibi kesin haber vermiştir ve haber verdiği gibi çıkmıştır. Hâlbuki haber verdiği zaman, hicrete mecbur olup kendi yurdundan çıkartılmış, Sahabeleri az, Medine etrafı 13 ) 14 ) 15 ) 16 ) 17 ) 18 ) 19 ) 20 )
Ali ) el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ 1:678, 679. Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:679. Vakidi, Megazi, 2:450. Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:678. Ahmed b. Hanbel, 4:303. Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:678, 679. Ahmed bin Hanbel, IV, 335; Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr, I (ikinci kısım), 81. Buharî, Cihad: 157, Menâkıb:25, İman: 3; Müslim, Fiten: 75, 76; Tirmizî, Fiten: 41. 104
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
ve bütün dünya O’nun (asm) düşmanıydı. “Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’in yolu üzere gidin.”21 diyerek vefatından sonra sırasıyla Hazreti Ebu Bekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra)’in halife olacaklarını haber vermiş, haber verdiği gibi meydana gelmiştir. “Yeryüzü benim için büzülüp katlandı. Bana onun doğuları ve batıları gösterildi ve ümmetimin mülkü benim için katlanan yerlere kadar ulaşacaktır.”22 diyerek ümmetinin doğudan batıya kadar genişleyeceğini ve hiçbir ümmetin bu kadar genişliğe ulaşamayacağını haber vermiştir. Haber verdiği gibi meydana gelmiştir. Bedir savaşından evvel Kureyş müşriklerinin Bedir’de ölecekleri yerleri göstererek “Burası Ebû Cehil’in katledileceği yer, burası Utbe’nin katledileceği yer, burası Ümeyye’nin katledileceği yer ve burası da falan ve falanın katledileceği yerlerdir.” demiştir. Aynen dediği yerlerde dediği şahısların cesetleri bulunmuştur.23 Yine Bedir’den evvel kendi eliyle Übeyy ibni Halef’i öldüreceğini söylemiştir.24 Bedir’de canını kurtaran Übeyy, Uhud savaşının sonunda Efendimizin (asm) attığı bir mızrakla yaralanmış, Mekke’ye giderken yolda ölmüştür.25 Mute Savaşı’na katılamamıştı. Ancak savaş esnasında meydana gelen hadiseleri bir televizyon ekranından görür gibi yanında bulunanlara haber vermişti. “Sancağı Zeyd aldı ve vuruldu. Sonra Câfer aldı, o da vuruldu. Sonra İbni Revâha aldı, o da vuruldu. Ve sonra onu, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç eline 21 ) Tirmizî, Menâkıb: 16, 37; İbni Mâce, Mukaddime: 11. 22 ) Müslim, Fiten: 19, 20; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 14; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 4:123, 278, 284. 23 ) Müslim, Cihad: 83, Cennet: 76; Ebû Dâvud, Cihad: 115; Nesâi, Cenâiz: 117; Müsned, 1:26, 3:219, 258. 24 ) El-Hâkim, el-Müstedrek, 2:327. 25 ) Sire, 3:89. 105
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
aldı...”26 diyerek, sırasıyla tayin ettiği tüm kumandanların şehit olup en sonunda Halid bin Velid’in orduyu harika idare etmesini haber vermişti. Savaştan birkaç hafta sonra Ya’le ibni Münebbih Mute’den döndüğünde, Efendimizin (asm) savaşla ilgili tüm detayları ona anlattığında Ya’le kasemle aynen dediği gibi savaşın cereyan ettiğini ifade etti.27 Abdullah bin Zübeyir’e “Senin yüzünden insanların, insanlar yüzünden de senin vay haline!”28 diyerek, bazı mühim olaylara karışacağını haber vermiştir. Hakikaten Emeviler zamanında Abdullah bin Zübeyir halifeliğini ilan etmiştir. Ardından Haccac-ı Zalim ordusuyla onun üzerine yürümüş ve o kahraman sahabeyi şehit etmiştir. Emeviye devletinin ortaya çıkacağını29, Yezid ve Velid zalim hükümdarlarının olacağını30 haber vermiştir. Ayrıca Hazreti Muaviye’nin de ümmetin başına geçeceğini söylemiş. Hazreti Muaviye’nin ümmetine ve Ehl-i beytine karşı tutumlarını da önceden haber vererek ona “Başa geçtiğin zaman affedici ol ve âdil davran.”31 emretmiştir. “Abbasoğulları siyah bayraklarla çıkarlar ve öncekilerden çok uzun müddet saltanat sürerler.”32 diyerek, Emevilerden sonra Abbasilerin ortaya çıkacağını haber vermiştir. Haber verdiği gibi meydana gelmiştir. “Yaklaşmakta olan bir şerden vay Arapların hali26 ) Buharî, Mağâzî: 44; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:298. 27 ) el-Hafacî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:210; İbnü’l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavûd), 3:385. 28 ) el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:21; el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 2708; elHâkim, el-Müstedrek, 3:554. 29 ) Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Ali el-Karî, 1:683; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 1:179. 30 ) bk. el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4528; el-Albânî, Sahihu’l-Câmi’i’s-Sağîr, no. 2579; el-Elbâ nî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, no. 1749. 31 ) el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 5:186; İbni Hacer, el-Metâlibü’l-Â’liye (tahkik: Abdurrahman el-A’zamî), no. 4085. 32 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Müsned, 3:216-218. 106
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
ne!”33 diyerek, Cengiz ve Hülagu fitnelerini haber vermiştir. Maalesef haber verdiği gibi, Moğol İmparatoru zalim Cengiz Han ve torunu Hülagu pek çok Müslümanın kanını akıtmışladır. Sa’d ibni Ebî Vakkas’ın ağır hasta olduğu bir dönemde ona,“Sen daha çok yaşayacaksın ve ordunun başına geçeceksin. Sonunda; tâ ki, bir kısım milletler senden fayda görecekler, bir kısmı da zarar görecekler...”demiştir.34 Hakikaten İslam ordusunun başında İran’ın fethi gibi çok zaferlere imza atmış ve çok milletlerin İslam’la şereflenmesine vesile olmuştur. Peygamberimizin (asm) davetiyle İslam’la şereflenen Habeş kıralı Necaşi, hicretin yedinci senesi vefat ettiği aynı anda Efendimiz (asm) sahabelerine haber vermiş ve cenaze namazını kılmıştır.35 Bir hafta sonra haber gelmiştir ki, Efendimizin (asm) haber verdiği aynı zamanda vefat etmiştir. Hira veya Uhud dağlarından birisinin üzerinde Hazreti Ebubekir (ra), Hazreti Ömer (ra), Hazreti Osman (ra) ve Hazreti Ali (ra) ile beraberken, dağın zelzele oluyor gibi titremesi üzerine,“Sâkin ol! Zira senin üstünde bir peygamber, bir sıddık ve şehid vardır.”36 diyerek, Hazreti Ebubekir (ra) haricindekilerin şehit olacaklarını mucizane haber vermiştir. Hakikaten Hazreti Ebubekir (ra) haricindeki diğer üç halife de şehid edilmişlerdir. Buraya kadar Hazreti Muhammed (asv)’in, binlerce mucizelerinden sadece gelecekle ilgili verdiği haberlere dair birkaç numuneyi aktardık. İnanmayan bazı insanlar, Efendimizin (asm) bu kadar 33 ) Buharî, Fiten: 4, 28; Müslim, Fiten: 1; Ebû Dâvud, Fiten: 1. 34 ) Buharî, Cenâiz: 36, Menâkıbü’l-Ensâr: 49, Ferâiz: 6; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:209; A’liyyü’l-Karî, Şerhu’ş-Şifâ, 1:699; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:94. 35 ) Buharî, Cenâiz: 57, Menâkıbü’l-Ensâr: 38; Müslim, Ferâiz: 14; Ebû Dâvud, Cihad: 133; Büyû’: 9; Tirmizî, Cenâiz: 69; Nesâî, Cenâiz: 66, 67. 36 ) Buharî, Fedailü’s-Sahâbe:5,7; Ebû Dâvud, Sünnet, 8; Tirmizî, Menakıb: 17, 18. (verilen bu kaynaklarda “iki şehid” tabiri geçmektedir). 107
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
gaybi haberleri vermesini O’nun zeki olmasına verebilirler. Şu kadar hadiseyi doğru ve kendinden tam emin bir halde haber veren ve haber verdiği gibi çıkan bir insan sadece zeki değil, aynı zamanda büyük bir dahi olmalıdır. Madem deha derecesinde zekidir ve dediklerinin hepsi doğru çıkmıştır. Demek ki, O’nda (asm) yalan yoktur ve her dediği doğrudur. Öyle ise O’nun (asm) ölümden sonrası için verdiği gaybi haberlere de inanmak gerekir. Bu kadar gaybi haberi duyup doğruluğunu gören birisinin, ölümden sonrasıyla ilgili gaybi haberlere inanmaması divanelik değil de nedir? Tekrar kaldığımız yerden devam ediyoruz: Hazreti Fatma (r.anha)’ya kendi vefatını haber verip, vefatından sonra kendi ailesinden herkesten önce onun vefat edip kendisine kavuşacağını haber vermiş, altı ay sonra aynen haber verdiği gibi çıkmıştır.37 Ebu Zerr el-Gıffari Hazretlerine “Buradan çıkarılacak, tek başına yaşayacak ve tek başına öleceksin.” demiştir.38 Hakikaten önce Şam’a, oradan tekrar Medine’ye, oradan da çöle gidip tek başına yaşayıp vefat ederek Efendimizin (asm) verdiği haberin doğruluğunu tasdik etmiştir. Bir gün Resul-i Ekrem (asm) süt halası Ümmü Haram’ın evinde uyuyordu. Uykusundan tebessüm ederek uyandı. Rüyasında Müslümanların gemilere binip deniz seferlerine çıkacaklarını gördüğünü anlattı. Ümmü Harâm; “Ya Resulallah (a.s.m.), Allah’a dua edin, ben de onlarla beraber olayım.” dedi. Peygamber Efendimiz (asm) de: “Beraber olacaksın!..” buyurdu. Ümmü Harâm, Efendimizin (asm) bu duasının bereketiyle Hz. Osman (ra)’ın hilâfeti zamanında, Hz. Muâviye (ra)’in komutasında tertiplenen Kıbrıs Seferi’ne kocası Ubâde ile birlikte katıldı. Denizi aşıp, adaya çıktılar. Orada bindiği katırdan düştü ve bu yüzden vefat etti. Kabri hâlen Kıbrıs’ta en çok ziya37 ) Buharî, Menâkıb: 25, Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 101; İbni Mâce, Cenâiz: 64; Müsned, 6:240, 282, 283; Kadî İyâz, eş-Şifâ, 1:340. 38 ) el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:345; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343. 108
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
ret edilen mekânlardandır.39 Hem ferman etmiş ki: “Sakif kabilesinden birisi peygamberlik iddiasında bulunacak ve yine o kabileden hunhar bir zalim çıkacaktır.”40 Aynen dediği gibi, peygamberlik iddia eden Muhtar ve yüz binden fazla insanı öldüren meşhur Haccac-ı Zalim, Sakif kabilesinden çıkmıştır. “İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur.”41 diyerek İstanbul’un fethini ve Fatih Sultan Mehmed’in yüksek bir makamda olduğunu haber vermiştir; dediği gibi aynen vukua gelmiştir. “Eğer din, Ülker Takım yıldızında bile olsaydı, Fars’tan bazı kimseler ona ulaşıp alabileceklerdi.”42 diyerek Farsların içinden yani İran’da yetişecek başta İmam-ı Azam Ebu Hanife olmak üzere pek çok âlimlerin çıkacağını haber vermiş ve söylediği gibi çıkmıştır. “Kureyş’in âlimi yeryüzünün tabakalarını ilimle dolduracaktır.”43 diyerek Gazze’de doğup ardından Efendimizin (asm) akrabaları olan Kureyş Kabilesinin bulunduğu Mekke’ye yerleşerek, burada ilim tahsil eden İmam-ı Şafi’yi haber vermiştir. Hakikaten İmam-ı Şafi’ye tabi olanlar, yeryüzünün her yerine dağılarak Efendimizin (asm) verdiği haberin mucize olduğunu tasdik etmişlerdir. “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İçlerinden birisi fırka-i nâciyedir (kurtulacak olan topluluktur).. ‘Onlar kimdir?’ dediler. Buyurdu ki: Bana ve
39 ) Buharî, Ta’bîr: 12; Cihad: 3, 8, 63, 75; İsti’zân, 41; Müslim, İmâret: 160, 161; Ebû Dâvud, Cihad: 9; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad: 15; Nesâî, Cihad: 40. 40 ) Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 229, Tirmizî, Fiten: 44, Menâkıb: 73. 41 ) el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü’s-Sağîr, no. 139. 42 ) Buharî, Tefsir: 62; Tirmizî, 47. sûrenin tefsiri: 3. 43 ) el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:53, 54. 109
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
ashabıma tâbi olanlardır.”44 diyerek, sonradan ortaya çıkacak bid’at fırkalarını haber vermiş ve Ehl-i sünnet ve’l cemaat denilen cemaatin kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Vefatından kısa bir süre sonra bu fırkalar ortaya çıkmaya başlamıştır. “Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecûsîleridir.”45 diyerek, kaderi inkâr eden Kaderileri haber vermiş ve haber verdiği gibi çıkmıştır. Hristiyanların, Hz. İsa’yı sevmede ölçüyü kaçırdıkları gibi, Hazreti Ali’yi sevmede de bazı insanların ölçüyü kaçıracağını ve onların Rafızîler46 olarak adlandırılacaklarını haber vermiştir.47 Henüz ortaya çıkmadan yıllar önce çeşitli fırkalara ayrılan Şiilerin ortaya çıkacaklarını haber vermiştir. “Ne vakit gururla yürümeler başladı ve Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belânız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dâhilî olacak, kötüleriniz başa geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar.”48 diyerek, Emeviler dönemindeki dünyevileşmeyi ve onların şerli liderlerinden haber vermiştir. Otuz sene sonra dediği gibi ortaya çıkmıştır. Hayber Kalesi’nin fethinin Hazreti Ali (ra)’nin eliyle olacağını haber vermiş.49 Haber verdiği savaşın ikinci günü Hazreti Ali (ra), kalenin kapısını söküp kalkan gibi kullanarak savaşmıştır. Daha sonra yere attığı kapıyı bazı rivayetlerde sekiz bazı rivayetlerde ise kırk kişi yerinden kaldıramamıştır.50 44 ) Ebû Dâvud, Sünnet: 1; İbni Mâce, Fiten: 17; Tirmizî, Îmân: 18; Müsned, 2:232, 3:120, 148; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:679. 45 ) 4:150; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:85; Ebû Dâvud, Sünnet: 5. 46 ) Müsned, 1:103. 47 ) Müsned, 1:160; Mecmeu’z-Zevâid, 9:133; Müstedrek, 3:123. 48 ) Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2262; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 954; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10:232, 237. 49 ) Buharî, Cihad: 102,143, el-Mağâzî: 38; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 34, 35; Müsned, 2:484, 5:333; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 4:205. 50 ) Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesira, 118; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4:189-190; Aclûnî, Keş fü’l-Hafâ, 1:365. 110
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Kureyş müşriklerinin önde gelenlerinden ve Hudeybiye’nin başrol oyuncularından olan Suheyl bin Amr, henüz Müslüman olmadan evvel Bedir Savaşı’nda esir edilmişti. Hazreti Ömer (ra), ona işkence etmek için Peygamber Efendimizden (asm) izin istedi. Efendimiz (asm) ise “Yâ Ömer! Gün gelir, bu adam seni sevindirecek bir duruma gelir.” diyerek buna müsaade etmedi.51 Hakikaten Peygamberimizin (asm) vefatı zamanında Müslümanların zor anlar yaşadığı dönemde, Medine’deki Müslümanları teselli eden ve uyaran Hazreti Ebubekir (ra) gibi, Suheyl bin Amr’da Mekke’deki Müslümanları uyarıp teselli ederek Efendimizin (asm) verdiği haberi tasdik etmiştir. Hazreti Sureka’ya Kisra’nın bileziklerini giyeceğini haber vermiştir.52 Bu haber vermesinden yıllar sonra Hazreti Ömer (ra) zamanında İran fethedildi. Kisra’nın bilezikleri getiriledi, Hz. Ömer, Sureka’nın kollarına takıp “Bu iki bileziği Kisrâ’dan alıp Sürâka’ya giydiren Allah’a hamd olsun.” diyerek Efendimizin (asm) yukarıdaki haberini hatırlatmıştır.53 Fars Kisra’sının ölümünden sonra artık Kisra gelmeyeceğini haber vermiş, haber verdiği gibi çıkmıştır.54 Kisra’nın Efendimizi (asm) esir edip getirmeleri için vazifelendirdiği elçiye Efendimiz (asm), Kisra’nın şu an oğlu Perviz tarafından öldürüldüğünü haber vermiştir.55 Önce inanmayan elçi ülkesine dönüp gerçeği gördükten sonra geri dönerek Müslüman olmuştur.56 51 ) Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:704; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:218; el-Askalânî, elİsâbe, 2:93-94; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:282. 52 ) Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115. 53 ) Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344. 54 ) Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 76; Tirmizî, Fiten: 41; Müsned, 2:233, 240, 5:92, 99; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:337. 55 ) Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:211; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:700; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 1427. 56 ) İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 263, 264. 111
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Mekke’nin fethinden önce, Peygamberimiz (asm) Mekke üzerine yürüyeceği sırada, ashabdan Hâtıb b. Ebi Beltea, Mekkeli müşriklere bir yazı yazarak, Peygamberimizin (asm) bu husustaki kararını bildirmek istedi. Peygamber Efendimiz (asm) bunu Allah’ın bildirmesiyle öğrendi ve bu mektubu götüren elçiyi durdurmaları için Hazreti Ali (ra)’yi ve Hazreti Miktad’ı vazifelendirdi. “Acele gidiniz! Hâh bahçesine vardığınızda, orada, hayvan üzerinde giden ve yanında bir mektup bulunan bir kadın bulacaksınız!57 Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz!”58 Hakikaten Hazreti Ali (ra) ve Hazreti Miktad, Efendimizin (asm) haber verdiği aynı yerde elçiyi yakalayıp mektubu alıp getirdiler. Hatıb’a sordular, mektubu kendisinin yolladığını itiraf etti. Nedeni sorulduğunda, Mekke’de bulunan ailesine ve mallarına müşrikler tarafından zarar verilmemesi için yaptığını söyleyince, Efendimiz (asm) onu affetti.59 Daha önce Peygamberimizin (asm) damadıyken, anne ve babasının kışkırtmasıyla eşini boşayan ve Efendimize (asm) hakaretler eden Ebu Leheb’in oğlu Uteybe hakkında “Allah’ın bir kelbi (köpeği veya parçalayıcı hayvanı) onu yiyecek.”60 demiştir. Sonrasında Uteybe Kureyşîlerden bir ticaret kafilesiyle yola çıktı. Zerka diye anılan bir yerde geceleyin konakladılar. O gece bir arslan gelip çevrelerinde dolaşmaya başlayınca, Uteybe: “Vay anam! Vallahi, Muhammed’in dediği gibi, bu beni yiyecek! Benim katilim İbn Ebi Kebşe’dir. Kendisi Mekke’de, ben Şam’da olsam da!” dedi. Arslan o gece çevrelerinde dolaştıktan sonra dönüp gitti! Arkadaşları Uteybe’yi 57 ) Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.79; Buhârî, Sahih, c. 5, s. 60; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1941; E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 409. 58 ) Vâhidi, Esbâbu’n-nüzûl, s. 282; Zemahşerİ, Keşşaf, c. 4, s. 88; Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51; B. Aynf, Umde, c. 14, s. 255; Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 79; Halebî, İnsan, c. 3, s. 11; Zürkânf, c. 2, s. 295. 59 ) Buharî, Cihad: 141, Tefsir: 60:1, Meğâzî: 46; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 161; Ebû Dâvud, Cihad: 98; Tirmizî, 60:1; Müsned, 1:79. 60 ) el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:139; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:664. 112
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
ortalarına alıp uyudular. Arslan geri geldi. Aralarından geçti. Yavaş yavaş ve koklaya koklaya, Uteybe’nin yanına kadar vardı ve onu öldürdü. Uteybe, can çekişirken: “Ben size’Muhammed insanların en doğru sözlüsüdür.’ demedim mi?” diyerek ölüp gitti. Oğlunun arslan tarafından öldürüldüğünü işitince, Ebu Leheb de: “Ben size ‘Muhammed’in oğlum hakkındaki duasından korkuyorum.’dememiş miydim?” demiştir. Mekke’nin fethinden sonra Efendimiz (asm) ezan okuması için Bilal-i Habeşî’ye Kâbe’nin damına çıkmasını söylemişti. Hazreti Bilal ezan okuyunca Kureyş’in reislerinden Ebu Süfyan, Attab ibni Esid ve Hâris ibni Hişam kendi aralarında konuşmaya başladılar. Attab dedi ki: “Pederim Esid bahtiyardı ki bu günü görmedi.” Hâris dedi ki: “Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulmadı mı ki müezzin yapsın?” Ebu Süfyan ise daha evvelden Müslüman olduğundan bu konuşanlardan tedirgin olarak “Ben korkarım, birşey demeyeceğim. Kimse olmasa da, şu Batha’nın (Mekke’nin) taşları ona haber verecek ve o bilecek.” dedi. Hakikaten, kısa bir süre sonra Efendimiz (asm) onların yanına geldi ve dediklerini harfiyen nakletti. Attab ile Hâris bu mucize karşısında şehadet getirip, Müslüman oldular.61 Peygamberimizin (asm) amcası Hazreti Abbas, hicretten sonra Mekke’de kalıp Müslümanlığını gizleyenlerdendi. Bedir Savaşı’nda müşriklerin ısrarları üzerine o da savaşa katılmıştı. Bedir savaşında esir düşen Hazreti Abbas’dan fidye istediklerinde“Param yok.” diye cevap verince Efendimiz (asm), “Eşin Ümmü Fadl yanında bu kadar parayı filân yere bırakmışsın.” diyerek parasının yerini ona hatırlatır. Hazreti Abbas, Efendimizin (asm) haberini tasdik edip, “Eşimle benden başka kimsenin bilmediği bir sır idi.” diyerek itiraf etmiştir. O olaydan 61 ) el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:219, 220; el-Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4366; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd, (tahkik: el-Arnavud), 3:409-410. 113
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
sonra imanı daha da pekişmiştir.62 Yahudi sihirbaz Lebid, Efendimize (asm) zarar verecek çok tesirli bir sihir yapıp bir kuyuya atmıştı. Bu sihirin üzerine Efendimiz (asm) çok rahatsızlanmıştı. Hazreti Ali (ra) ve bazı sahabelerine sihirin yapılıp atıldığı kuyuyu haber vererek alıp getirmelerini emretti. Hakikaten sahabeler gidince kuyuda üzerine saçlar sarılmış ve sihir yapılmış bir tarak bulup getirdiler. Efendimiz (asm) tarağın üzerindeki saçların çözülmesini emredince, sahabeler çözmeye başladılar. Her bir saç teli açıldıkça Efendimizin (asm) rahatsızlığı hafifliyordu.63 Peygamber Efendimiz (asm) bir gün bir topluluğun içerisinde “Birinizin dişi, cehennemde Uhud Dağından daha büyük olacaktır.” diye ferman etmiştir.64 Ebu Hureyre aradan çok zaman geçtikten sonra, o anda bu sözü işiten topluluktakilerden sadece kendisinin ve bir başkasının hayatta kaldığını görünce, kendisi hakkında tedirgin olmuş. Fakat daha sonra öteki şahsın yalancı Müseylime’nin ordusunda Müslümanlara karşı savaşırken yakalanıp öldürüldüğünü görmüş ve Efendimizin (asm) mucizane haberini tasdik etmiştir.65 Umeyr bin Vehb ve Safvan bin Ümeyye, Hazreti Muhammedi (asv) öldürmek üzere bir anlaşma yapmışlar. Anlaşmaya göre Umeyr bin Vehb Medine’ye gidecek, Bedir esirleri arasındaki oğlu için geldiğini söyleyecek ve zehir sürdüğü kılıcıyla Allah Resûlü’nü (asm) öldürecekti. Buna karşılık da Safvan bin Ümeyye onun borçlarını üzerine alacak ve ona bir şey olursa ailesine bakacaktı. Umeyr, kılıcını biledi ve yola koyuldu. Medine’ye geldiğinde alıp 62 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343, Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:699; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:206, 207; el-Hey semî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:85. 63 ) Buharî, Tıb: 47, 49, 50; Edeb: 56; Daavât: 57; Bedü’l-Halk: 11; Müslim, Selâm: 43; İbni Mâce, Tıb: 45; Müsned, 6:57, 63, 96. 64 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 4:342; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:203; el-Heysemî, Mecmeu’zZevâid, 8:289-290, 8:290; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:103. 65 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:298. 114
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
mescide getirdiler. Fakat sahabenin Umeyr’e hiç itimadı yoktu. Onun için de, kimse onu Allah Resûlü’yle yalnız bırakmaya razı değildi. Umeyr mescide girince, Allah Resûlü (asm), niçin geldiğini sordu. Umeyr, bir sürü yalan söyledi; fakat hiçbirine de Allah Resûlü’nü inandıramadı. Sonunda Efendimiz (asm) “Madem ki sen doğruyu söylemiyorsun, o hâlde ben söyleyeyim: Sen Safvan ile şurada şöyle şöyle konuştun ve beni öldürmek için geldin. Buna karşılık da Safvan senin borcunu ödeyip ailene bakacaktı.” Umeyr, sadece Safvan’la arasında geçen bu konuşmayı haber verenin sıradan bir insan olmadığına kanaat getirdi. Sonra Allah Resulü (asm) elini onun göğsüne koydu, içindeki nefret giderek yerine muhabbet doldu ve Müslüman oldu.66 Bu noktada, “Hazreti Muhammed (asm) akıllı bir adam olduğu için bu kadar gelecekle ilgili gaybi haberler vermiştir.” diyebilecek olanları dikkate alarak bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Şimdiye kadar saydığımız bu kadar gaybi haberi veren zat için iki durum söz konusudur: O, ya bir dahidir, keskin bir zekâsı vardır. Geçmişi ve geleceği, doğuyu ve batıyı görebilecek kadar bir gözü ve bütün zamanları keşfeden bir dehası vardır. Bu ise normal bir insanda olamaz. Eğer olsa, Allah tarafından verilmiş özel bir kabiliyet olabilir. Bu ise zaten tek başına bir mucizedir. Veyahut O, bütün zamanları ve kâinatı tasarrufu altında bulunduran, her şeyi gören ve bilen Allah’ın elçisidir. Ne zaman ihtiyacı olsa Rabbinden ders alır, bildirir ve gösterir. Evet, Hazreti Muhammed (asv) ilmi ezeli olan Rabbinden ders alır, ona göre haber verir.
66 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342, 343; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:286-287, 8:284286; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:313. 115
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Yiyeceklerin ve İçeceklerin Bereketlenmesiyle İlgili Mucizeler Bu bölümde Peygamber Efendimizin (asm) temasıyla yiyecek ve içeceklerin bereketlenmesi şeklinde gösterdiği mucizeleri aktarmaya çalışacağız. Mucizeleri nakletmeye geçmeden evvel bir hatırlatma yapmakta fayda görüyoruz. Burada nakledeceğimiz bereketle ilgili mucizelerin her birisi sahih hadis kaynaklarından farklı farklı rivayetçilerden günümüze kadar ulaşmıştır. Bu mucizeler genellikle kalabalık cemaatler içerisinde vuku bulmuştur. Mucizeye tanık olanların hepsi yerine, daha çok manen bu işle vazifeli olanlar bu mucizeleri nakletmişlerdir. Çokça hadis nakleden sahabelerin ortak özelliklerini belirtirsek bu “manen vazifeli” demenin ne olduğu daha iyi anlaşılır: 1. Allah Resulü’nün (asm) sürekli yanında ve hizmetinde bulunanlar (Enes bin Malik, Ebu Hureyre, Hazreti Ali ve Hazreti Ayşe başta olmak üzere diğer eşleri gibi…) 2. Allah Resulü’nden (asm) özel olarak İslami eğitim alanlar. (Suffe Ashabı gibi) 116
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
3. Hafızası kuvvetli olanlar ve yazı işiyle bizzat vazifeli olanlar. (Ebu Hureyre, Abdullah bin Amr gibi) 4. Yakın dostları ve akrabalık bağları olanlar. (Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali gibi…) Dolayısıyla burada akla “Neden yüzlerce insanın huzurunda olduğu nakledilen bir mucize, sadece birkaç rivayetçiden rivayet edilmiş? Hâlbuki yüzlerce sahabe aynı hadiseyi nakletmeliydiler?..” şeklinde bir soru gelmemelidir. Çünkü bu işte manevi vazifeli olanlar varsa onlar naklederdi. Mucizeye tanık olan diğer sahabelerin itiraz etmemesi, onların da bunu kabul ettikleri anlamına gelmektedir. Çünkü en küçük bir yalan veya hata olsa, yalana hiç tahammülü olmayan sahabeler hemen itiraz ederlerdi. Yalanlama olmadığına göre nakledilen rivayetlerin sıhhatinden şüphe etmemeliyiz. Örneğin “Sâ’ denilen dört avuç bir yiyecekten yetmiş adam yemişler, tok olmuşlar.”67 naklediliyor. O yetmiş adam bu rivayeti anlatan sahabelerin sözünü işitiyor ve yalanlamıyorsa sükûtla tasdik ediyorlar demektir. O yüzden bu rivayetler aslında sadece rivayet edenler tarafından değil, o mucizeye tanık olan bütün sahabelerin ortak rivayeti gibi değerlendirilmelidir. Bu kısa girişten sonra şimdi mucizeleri nakletmeye başlayalım:
Yüz Otuz Kişiye Az Bir Yiyecekle Verilen Ziyafet Hazreti Ebu Bekir (ra)’in oğlu Abdurrahman anlatıyor: “Biz yüz otuz Sahabe, bir seferde Allah Resulü (asm) ile beraberdik. Dört avuç miktarı olan bir sâ’ (yaklaşık 3 kg. kadar) tahıl ekmek için hamur yapıldı. Bir de keçi kesildi, pişirildi; yalnız ciğer ve böbrekleri kebap yapıldı. Kasem ederim, o kebaptan, yüz otuz sahabeden herbirisine bir parça kesti, verdi. Sonra Allah Resulü (asm) pişmiş eti iki kâseye koydu. Biz hepimiz tok oluncaya kadar yedik; fazla kaldı. Ben fazlasını deveye yükledim.”68 67 ) Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Eşribe, 142; Tirmizî, Menâkıb, 6; İbni Mâce, Et’ime, 47; Muvatta’, Sıfatü’n-Nebî, 19. 68 ) Buharî,Hibe: 28, Et’ıme: 6; Müslim, Eşribe: 175; Müsned: 1:197, 198; es-Sâ’âtî, 117
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Bin Kişiye Bir Oğlak ve Az Bir Ekmeğin Yeterli Gelişi Hendek Savaşı esnasında Hazreti Cabir’in evinde, bir keçi oğlağı pişrilmişti ve ve bir sa’ (yaklaşık 3 kg. kadar) tahıl, ekmek yapılmıştı. Hazreti Câbiru’l Ensârî yemin ederek anlatıyor ki: “O günde, dört avuç olan bir sâ’ arpa ekmeğinden ve bir senelik bir keçi oğlağından bin adam yediler ve öylece kaldı.” Hazret-i Câbir der ki: “O gün yemek, benim evimde pişirildi. Bütün bin adam o sâ’dan (ekmekten), o oğlaktan yediler, gittiler. Daha tenceremiz dolu kaynıyor, daha hamurumuz ekmek yapılıyor. Allah Resulü (asm), o hamura ve o tencereye mübarek ağzının suyunu koyup bereketle dua etmişti.”69 İşte, şu bereket mucizesi, bin sahabenin huzurunda, onları ona alâkadar göstererek Hazret-i Câbir naklediyor. O bin kişi bu rivayeti duydukları halde yalanlamıyorlarsa kabul ediyorlar demektir. Demek şu hâdise “bin kişiden rivayet edilmiş gibidir” denilebilir.
Bir Ekmekten Yetmiş - Seksen Kişinin Doyurulması Peygamberimizin (asm) hizmetinde yıllarca bulunan Hazreti Enes’in amcası, Ebu Talha anlatıyor: “Allah Resulü (asm), yetmiş seksen adamı, Enes’in koltuğu altında getirdiği az arpa ekmeğinden tok oluncaya kadar yedirdi. “O az ekmekleri parça parça ediniz.” emretti ve bereketle dua etti. Menzil dar olduğundan, onar onar gelip yediler, tok olarak gittiler.”70
el-Fethü’r-Rabbânî: 22:55. 69 ) Buharî,Mağâzî: 29; Müslim, Eşribe: 141; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:31; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:290; Kenzü’l-Ummal, 12:409, 424. 70 ) Buharî,Et’ıme: 6, 48; Müslim, Eşribe: 142, 143; Müsned, 3:218. 118
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Bitmeyen Arpa Hazreti Câbir anlatıyor: “Birisi, Allah Resulü’nden (asm) ailesi için yiyecek istedi. Allah Resulü (asm) ona yarım yük arpa verdi. Çok zaman o adam ailesiyle ve misafirleriyle o arpadan yediler. Bitmediğini görünce merak edip, eksilip eksilmediğini anlamak için ölçtüler. Ölçmelerinden sonra bereketi kalktı; azalmaya başladı. Allah Resulü’ne gidip durumu anlattılar. Efendimiz (asm) onlara dedi ki: ‘Eğer tecrübe için tartmasaydınız hayatınız boyunca size yeterdi’”71
Bir Kâse Etle Doyan Kalabalık Hazreti Semure anlatıyor: “Allah Resulü’ne (asm) bir kâse et geldi. Sabahtan akşama kadar dalga dalga adamlar geldiler, yediler.”72 İşte, bereketli ilgili mucizelerin giriş kısmında dediğimiz gibi, bu mucizeler aslında bir kişinin naklettiği mucizeler değil, bu hadiseye tanık olan ve bizzat o yemekten yiyen insanların sayısınca şahitler tarafından nakledilmiş anlamına gelmektedir. Hazreti Semure, o yemeği yiyen cemaatlerin mümessili gibi, onların namına ve tasdiklerine binaen rivayet etmiştir...
Suffe Mektebine Verilen Ziyafet Hazreti Ebu Hüreyre anlatıyor: “Allah Resulü (asm) bana emretti: ‘Mescid-i şerifin suffesini mesken olarak kullanan sayıları yüzün üzerinde olan fakir 71 ) Müslim,Fedâil: 3, no. 2281; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:114. 72 ) Tirmizî(tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2629; Ebû Dâvud, Mukaddime: 9; Müsned, 5:12, 18; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:618. 119
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
muhacirleri davet et.’ Ben de onları aradım, topladım. Hepimize bir kabın içerisinde yemek konuldu. Biz istediğimiz kadar yedik, kalktık. O kâse konulduğu vakit nasılsa; halen öyle dolu şekilde kalıyordu. Yalnız parmakların izi yemekte görünüyordu.”73 İşte, Hazret-i Ebu Hüreyre, bu mucizeye tanık olan tüm kamil suffe ehli namına ve onların tasdiklerine dayanarak, onlar namına haber verir. Demek ki, bu mucize tüm suffe mektebi tarafından rivayet edilmiş gibidir. Çünkü bu rivayet eğer yalan bir rivayet olsaydı, hayatları ilim ve irfanla geçen bu sahabelerin, “yalandır” dememeleri mümkün müydü?
Akrabalarını İslam’a Davet Edince, Onlara Gösterdiği Bir Bereket Mucizesi Hazret-i Ali anlatıyor: “Peygamberliğin ilk yıllarında Allah Resulü (asm) en yakınlarına İslam’ı tebliğ etmek için bir ziyafet tertipleyip, bütün akrabalarını davet etmişti. Gelenler tam kırk kişiydiler. Onlardan bazıları tek başına bir deve yavrusunu yerdi ve dört kıyye (yaklaşık 5 kg. kadar) süt içerdi. Halbuki, gelenlerin tamamına bir avuç kadar bir yemek verildi; hepsi yiyip doydular, ama yemek hiç yenilmemiş gibi aynen duruyordu.” “Sonra, üç dört adama ancak kâfi gelecek, ağaçtan bir kap içinde süt getirdi. Hepsi içtiler, doydular; içilmemiş gibi halen duruyordu.”74
73 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:293; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:606; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:308; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:101. 74 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:293; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:607; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:36; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:302-303. 120
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Hazreti Ali (ra) ile Hazreti Fatma (r.anha)’nın Düğün Yemeği Hazreti Ali (ra) ve Hazreti Fatma (r.anha)’nın düğün yemekleri için, Efendimiz (asm), Hazreti Bilâl’e “Dört beş avuç un, ekmek yapılsın ve bir deve yavrusu kesilsin.” diye emretti. Hazret-i Bilâl diyor ki: “Ben yemeği getirdim. Mübarek elini üstüne vurdu. Sonra taife taife sahabeler geldiler, yediler, gittiler. O yemekten, arta kalan kısmına yine bereketle dua etti. Bütün eşlerine, birer kâse göndertti ve dedi ki: “Hem yesinler, hem yanlarına gelenlere yedirsinler.”75 Böyle mübarek bir ailenin düğün yemeğinde, böyle bir mucize olması normaldir ve gereklidir.
Bir Kadeh Süt ile Doyan Sahabeler Hazreti Ebu Hüreyre anlatıyor: “Bir defasında aç olduğum bir halde, Allah Resulü’nün (asm) evine kadar beraber gitmiştik... Baktık ki, bir kadeh süt oraya hediye getirilmiş. Allah Resulü (asm) sütten ikram etmek için Ehl-i Suffeyi çağırmamı söyledi. Ben kalbimden dedim ki: “Bu sütün bütününü ben tek başıma içebilirim; hem aç olduğum için daha fazla muhtacım.” Fakat Efendimizin (asm) emrine binaen gittim, onları topladım ve yüzün üzerinde sahabeyi getirdim. Allah’ın Elçisi (asm), sütü onlara ikram etmemi söyledi. Ben de o kadehteki sütü birer birer hepsine verdim. Her birisi doyuncaya kadar sütten içiyorlardı sonra diğerine veririm. Böyle birer birer içirerek bütün Ehl-i Suffe o sâfi sütten içtiler.” “Sonra, Efendimiz (asm) “Geriye seninle ben kaldık, önce sen iç.” dedi. Ben de içtim. İçtikçe, “iç” dedi. Artık içemez hale geldikten sonra dedim ki: “Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâle yemin ederim, yer kalmadı ki içeyim.” Sonra kendisi aldı, Bismillâh 75 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:297; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:613; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 3:160. 121
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
deyip hamd ederek kalanı içti.”76 Yüz bin âfiyet olsun! İşte şu sâfi, hâlis süt gibi şüphesiz şu bereket mucizesi bize nasıl ulaşmış: 1. Beş yüz bin hadîsi ezberleyen Hazret-i Buharî başta olarak, Kütüb-ü Sitte gibi kitaplardan... Bu kitaplar ki, ihtisas ehlinin yanında bu kitaplardaki bir rivayet gözle görülmüş gibi kesindir.
2. Allah Resul’nün (asm) özel mektebi olan Suffe’nin, hem zeki, hem sadık hem de hafız bir talebesi olan Ebu Hüreyre’nin, tüm Ehl-i Suffe namına, onları şahid ederek nakletmiştir. Şimdi hal böyle olduğu halde bu mucizeleri kabul etmeyen insanların kalbinde veya aklında problemi var demektir. Çünkü, Ebu Hüreyre gibi sadık ve bütün hayatını hadîse ve dine adayan ve “Kim bilerek bana yalan isnad ederse (benden yalan bir şey haber verirse) Cehennem ateşindeki yerine hazırlansın.”77 hadîsini duyan ve hatta bizlere nakleden bir sahabenin yalan söylemesi mümkün müdür? Çünkü yalan söylese hem Suffe mektebi tarafından yalanlanacaktır, hem de demin naklettiğimiz hadis uydurmanın dehşetli cezasına maruz kalacaktır. -Haşa- bütün hayatlarını İslama adayan bu mümtaz sahabelerin yalan söylemesi imkansızdır, bunu savunan insanlar da ya kalpsiz ya da akılsızdır. Bereketli ilgili örneklerden bir kaçını burada naklettik. Konuyu bitirmeden evvel ehemmiyetine binaen bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Malûmdur ki, zayıf şeyler bir araya gelince kuvvetleşir. İncecik ipler topak yapılsa, kuvvetli halat olur. Kuvvetli halatlar topak yapılsa, kimse koparamaz. İşte, Peygamberimizin (asm) mucizelerinin farklı farklı türlerinden sadece bereketle ilgili mucizelerinden birkaç tanesini yukarıda sizlere naklettik. Naklettiğimiz mucize misallerinin her biri tek başına Allah Resulü’nün 76 ) Buharî, Rikâk: 17; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme: 36, no. 2477; Müsned, 2:515; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2479; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:15. 77 ) Buharî, İlim: 39; Cenâiz: 33; Enbiyâ: 50; Edeb: 109; Müslim, Zühd: 72; Ebû Dâvud, İlim: 4; Tirmizî, Fiten: 70, İlim: 8, 13; Tefsir: 1; Menâkıb: 19. 122
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
(asm) nübuvvetini tasdik etmeye yeter. -Farzımuhal- nakledilen rivayetlerin bir kısmına zayıf rivayetlerdir, desek bile yine de içlerindeki sahih ve kuvvetli rivayetlerle bir araya geldiklerinde kuvvetlenip aynı davaya imza basarlar. Çünkü kuvvetli ile ittifak eden kuvvetleşir. Hem şu naklettiğimiz bereket mucizelerini, diğer yüzlerce mucize ile beraber değerlendirdiğimizde, bunlar kopmaz bir deliller yumağı haline gelir ki, artık onu hiçbir vesvesenin koparması mümkün olamaz. Evet, berekete dair naklettiğimiz mucizeler gösteriyorlar ki, Hazreti Muhammed (asm), umuma rızık veren ve rızıkları halk eden bir Zât-ı Rahîm ve Kerîm’in sevgili bir memurudur, pek hürmetli bir kuludur ki, rızkın her türünden, O’na mucizevi bir şekilde gaybdan ziyafetler gönderiyor. Malûmdur ki, Arap yarımadası, suyu ve tarımı az bir yerdir. Onun için, halkı, özellikle de ilk sahabeler, geçim noktasında sıkıntı yaşamaktaydılar. Hem susuzluk musibetine çok defa maruz kalıyorlardı. İşte, bu hikmete binaen, Peygamber Efendimizin (asm) mucizelerinin en önemlileri, yiyecek ve içecekler üzerinde gösterilmiştir. Bu harikalar, Peygamber Efendimizin (asm) peygamberlik davasına delil ve mucize olmaktan ziyade, ihtiyaca binaen, Allah Resulü’ne (asm) bir İlâhî ikram, Rabbânî bir ihsan ve Rahmâni bir ziyafet hükmündedir. Çünkü, o mucizeleri görenlerin büyük çoğunluğu zaten Allah Resulü’nün (asm) davasını tasdik edenlerdendi. Bu iman edenler bu mucizelere tanık oldukça zayıf imanı olanların imanları kuvvetlendi, ehl-i imanın da imanları ziyadeleşti. Yâ Rab! Şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bereketi hürmetine, bize ihsan ettiğin maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan et! Amin...
123
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Sularla İlgili Mucizeler Bereketle ilgili mucizelerde de kısmen değindiğimiz gibi, kalabalık cemaatlerin içerisinde gerçekleşen mucizeler, bir tek sahabeden nakledilse bile -eğer yalanlanmamışsa- o mucize haberi tüm o cemaatten gelmiş gibi kabul edilebilir. Hem mucizenin vuku bulduğu cemaatler sahabelerden oluştuğu için, yalanda ittifak etmeleri mümkün değildir. Bu nedenle bu rivayetlerin sıhhatleri noktasında şüphe edilmemelidir. Naklettiğimiz diğer mucize rivayetleri gibi, sularla ilgili mucizeler de pek çok sahabeler tarafından rivayet edilmiştir. Sahabelerin rivayet ettiği hadisleri, sayısı binleri bulan tâbiîn âlimleri devralmışlar ve onlar da kendilerinden sonra gelenlere aktarmışlardır. Bu şekilde asırlarca dilden dile, elden ele dolaşarak ta günümüze kadar ulaşmıştır. Özellikle Asr-ı saadetten sonraki asra ulaşan hadisler Buhari ve Müslim gibi, hadis ilminin dahi imamlarına ulaşınca onlar tarafından sıhhatli olanlar tespit edilip kaydedilerek gelecek nesillere en güzel şekilde aktarılmıştır. Allah onlardan razı olsun. Şimdi sularla ilgili mucizelerden bazılarını nakledelim: 124
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Elinden Pınar Gibi Su Akması Mucizesi - 1 Buharî, Müslim gibi sahih hadis kaynaklarında yer alan ve Hazreti Enes’den nakledilen bir mucizedir. Hazreti Enes şöyle anlatıyor: “Zevra ismi verilen bir yerde, üç yüz kişi kadar, Allah Resulü ile beraber bulunuyorduk. İkindi namazı için abdest almamızı emretti, fakat su bulamadık. Yalnız az bir parça su bulmamızı emretti; bulup getirdik. Mübarek ellerini içine batırdı. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Sonra, orada bulunan üç yüz kişinin tamamı gelip o sudan hem abdest aldılar, hem de su ihtiyaçlarını giderdiler.”78 Bu mucizeyi, Hazreti Enes, üç yüz kişiyi temsil ederek haber veriyor. Mümkün müdür ki, o üç yüz kişi, şu haberi tasdik etmesinler? Hem eğer tasdik etmeseler, yalanlamamaları mümkün müdür?
Elinden Pınar Gibi Su Akması Mucizesi - 2 Bir başka mucizeyi de Hazreti Cabir bin Abdullah anlatıyor: Hudeybiye günü halk susuz kalmış, Resûlullah’ın (asm) önünde bulunan su ibriğinden abdest aldığı sırada O’na (asm) doğru varmışlardı. Resûlullah Aleyhisselam, onlara: “Size ne oluyor!” diye sordu. “Mahvolduk ey Allah’ın Resulü! Mahvolduk ey Allah’ın Resulü!” dediler. Peygamberimiz (asm): “Ben sizin aranızda iken, siz mahvolmayacaksınız!” buyurdu. “Yâ Rasûlallah! Yanımızda, senin ibriğindekinden başka, ne ab78 ) Buhârî, Vudû’: 32, 46, Menâkıb: 25; Müslim, Fedâil: 45, 6; Nesâî, Tahâret: 60; Ebû Dâvud, Mukaddime: 5; Tirmizî, Menâkıb: 6; Muvatta, Tahâret: 32. 125
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
dest alacağımız, ne de içeceğimiz su var!” dediler. Bunun üzerine, Allah Resulü (asm) elini ibriğin üzerine koydu ve “Alınız, Bismillah” buyurdu. Kaynaklardan kaynar gibi, hemen parmaklarının arasından su akmaya başladı! Müslümanlar, ondan hem su içtiler, hem de abdest aldılar. Cabir b. Abdullah’a: “O zaman siz kaç kişi idiniz?” diye soruldu. Cabir: “On beş yüz kişi (yani bin beş yüz) idik!” dedi.79 Naklettiğimiz bu mucizeyi rivayet edenler, mânen bin beş yüz kadardırlar. Çünkü, insanın fıtratında, yalana “yalan” demek meyli vardır. Sahabeler ise, sıdk ve doğruluk için, can, mal, baba, anne, kavim ve kabilelerini terk edip, İslam’a her şeylerini feda ettikleri halde bu rivayeti tasdik etmeselerdi mutlaka tasdik etmediklerini söylerlerdi. Hem “Benden bilerek yalan bir şey haber veren, Cehennem ateşinden yerini hazırlasın.”80 meâlindeki hadîsin tehdidine karşı, yalana mukàbil sessiz kalmaları mümkün değildir. Demek ki, sessiz kalmaları ile bu mucizeyi tasdik edip, kabul ediyorlar demektir.
Elinden Pınar Gibi Su Akması Mucizesi - 3 Buvat Gazvesi’nde gerçekleşen bir mucizedir. Buharî, Müslim gibi sahih hadis kaynaklarında nakledilmektedir. Hazret-i Câbir anlatıyor: “Allah Resulü (asm) sahabelere “Abdest almaları için seslenin.” diye emir verdi. Fakat sahabeler su olmadığını söylediler. Allah Resulü (asm) “Bir parça su bulunuz.” dedi. Gayet az su 79 ) Buhârî, Menâkıb: 25; Mağâzî: 35; Tefsir: Fetih Sûresi, 5; Eşribe: 31. 80 ) Buharî, İlim: 39; Cenâiz: 33; Enbiyâ: 50; Edeb: 109; Müslim, Zühd: 72. 126
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
getirdik. Sonra, o az su üstüne elini kapadı ve bir şeyler okudu. Ben ne okuduğunu bilmiyorum. Sonra dedi ki: “Kàfilenin büyük su teknesini getir.” Bana getirdiler, ben de Allah Resulü’nün (a.s.m) önüne koydum. O da elini içine koydu, parmaklarını açtı. Ben de o az suyu, mübarek eli üzerine döküyordum. Gördüm ki, mübarek parmaklarından çokça su aktı ve su teknesi doldu. Suya muhtaç olanları çağırdım. Hepsi geldiler, o sudan abdest alıp, içtiler. Sonra ben dedim: “Daha kimse kalmadı.” Allah Resulü (asm) elini kaldırdı; o su teknesi ağzına kadar dolu olarak kaldı.”81 İşte, Peygamberimizin (asm) bu apaçık mucizesi mânen mütevatirdir. Yani yalana ittifakı imkânsız olan bir rivayet zinciriyle gelmiştir denilebilir. Çünkü Hazreti Câbir, bu mucize gerçekleştiği sırada, vazifeli olduğu için, birinci söz onun hakkıdır; o, tüm diğer sahabelerin namına ilân edip haber veriyor. Çünkü o vakit hizmet eden Hazreti Cabir’di, bu yüzden rivayeti aktarmak başta onun hakkıdır. İbni Mes’ud da aynı mucize için diyor ki “Ben gördüm ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın parmaklarından çeşme gibi su akıyor.”82 Acaba, sahabenin büyüklerinden olan Hazreti Enes, Hazreti Câbir ve İbni Mes’ud gibi sahabelerden oluşan bir cemaat “Ben gördüm.” dese, görmemesi mümkün müdür? Şimdi şu yukarıda verdiğimiz üç misali birleştirince, ne kadar kuvvetli bir mucize olduğu anlaşılır. Hazreti Mûsâ’nın (as) taştan on iki yerden çeşme gibi su akıtması mucizesi83, Peygamber Efendimizin (asm) on parmağından musluktan akar gibi suyun akması mucizesinin derecesine çıkamaz. Çünkü taştan su akması mümkündür; örneklerini dünyada gösterilebilir. Fakat et ve kemikten kevser gibi suyun çoklukla akmasının benzeri yoktur ve olamaz.
81 ) Müslim, Zühd, 74, no. 3013; İbni Hibban, Sahih, 8:159. 82 ) Buhârî, Menâkıb: 25; Tirmizî, Menâkıb: 6; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), 3637; Dârîmî, Mukaddime: 5. 83 ) Bakara 2/60 127
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Akmayan Çeşmede Gösterilen Mucize İmam-ı Mâlik’in muteber hadis kitabı Muvatta’ başta olmak üzere, pek çok sahih hadis kitabında Muaz ibni Cebel gibi meşhur bir sahabeden naklederek bize ulaşan bir mucizedir. Hazret-i Muaz ibni Cebel anlatıyor: “Tebük Gazvesi’nde bir çeşmeye rast geldik; ip kalınlığında akıyordu. Allah Resulü (asm) “Bir parça o suyu toplayınız.” diye emretti. Toplanılan su avucuna döküldü. Allah Resulü (asm), onunla elini yüzünü yıkadı. Sonra o suyu çeşmeye koyduk. Birden çeşmenin menfezi açılıp çoklukla aktı, bütün orduya kâfi geldi.” Hattâ bir râvi olan İmam İbni İshak der ki: “Su akarken toprağın altından gök gürültüsü gibi ses yaparak aktı.” Allah Resulü (asm) bu muziceden sonra Hazreti Muaz’a “Mucize eseri olan bu mübarek su devam edip buraları bağa çevirecek; ömrün varsa göreceksin.” demiştir. Hakikaten dediği gibi olmuştur.84
84 ) Muvattâ, Sefer, 2; Müsned, 2:308, 323, 5:228, 237; İbni Hibban, Sahih, 8:167; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:64, 5:236. 128
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Ağaçlarla İlgili Mucizeler Peygamberimizin (asm) mucizelerinden bazıları da ağaçlarla ilgilidir. Ağaçların, Efendimizin (asm) emriyle yerlerinden çıkıp yanına gelmeleri ve Efendimizin (asm) emrini dinlemeleri pek çok defalar vuku bulmuştur. Bu mucizeler de yine manevi mütevatir hükmündedirler.85 Yani yalanda ittifak etmeyecek sahabe zincirleriyle bizlere aktarılmıştır. Bu mucizeleri bizlere nakleden sahabeler Hazreti Ali, Hazreti İbni Abbas, Hazreti İbni Mes’ud, Hazreti İbni Ömer, Hazreti Ya’le ibni Murre, Hazreti Câbir, Hazreti Enes ibni Mâlik, Hazreti Büreyde, Hazreti Üsâme bin Zeyd ve Hazreti Gaylan ibni Seleme (Radiyallahu anhum ecmain) gibi sahabenin önde gelenleridir. Bu sahabelerin her biri farklı bir mucizeyi sonraki asırlara nakletmişlerdir. Nakledilen bu mucizeleri, Tabiin’in yüzlerce hadis imamı alıp sahihlerini ayırt ederek bizlere nakletmişlerdir. Bu nedenle, bu rivayetler, üzerinde şüphe edilmeyecek tevatür şeklinde değerlendirilmelidir. Şimdi bu mucizelerden bir kısmını kaynaklarıyla aktaracağız. 85 ) Kettânî, Nazmü’l-Mütenâsir, s.137. 129
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 1 Başta İmam-ı İbn-i Mâce, Dârimî, İmam-ı Beyhakî, Hazreti Enes ibni Mâlik ve Hazreti Ali’den, Bezzaz ve İmam-ı Beyhakî ise Hazreti Ömer’den aynı mucizeyi nakletmişlerdir. Allah Resulü (asm) kâfirlerin yalanlamalarından dolayı hüzünlü olduğu bir zamanda dedi ki: “Ey Rabbim, bana öyle bir âyet (mucize) göster ki, bundan böyle beni yalanlayanlara aldırmayayım.” Hazreti Enes’in rivayetinde, bu hadise vuku bulmadan evvel Hazreti Cebrâil de oradaydı. Vadi kenarında bir ağaç vardı. Hazreti Cebrâil’in haber vermesiyle Allah Resulü (asm) o ağacı çağırdı, ağaç yanına geldi. Sonra “Git” dedi. Tekrar gitti, yerine yerleşti.86
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 2 Endülüs’ün büyük İslam âlimi Kadı İyaz, Şifâ-i Şerif isimli eserinde kuvvetli senetlerle ve rivayet silsilesi ile bize Hazreti Abdullah ibni Ömer’den şu mucizesi naklediyor: Bir seferde, Allah Resulü’nün (asm) yanına bir bedevî geldi. Efendimiz (asm) ona sordu: “Nereye gidiyorsun?” Bedevî dedi: “Aileme.” diye cevap verdi. Efendimiz (asm) tekrar sordu: “Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” Bedevî sordu: “Nedir?” Efendimiz (asm) cevap verdi: “Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.” Bedevî sordu: 86 ) İbni Mâce, Fiten: 23, no. 4028; Dârîmî, Mukaddime: 3; Müsned, 1:223, 3:113, 4:177; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:302. 130
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
“Bu şehadete şahit nedir?” Efendimiz (asm) cevap verdi: “Vadi kenarındaki şu ağaç şahit olacak.” İbni Ömer der ki: “O ağaç yerinden sallanarak çıktı, yeri ikiye yardı, Allah Resulü’nün (asm) yanına kadar geldi. Efendimiz (asm) üç defa kendisinin Allah’ın Elçisi olduğuna dair o ağacı şahit gösterdi ve ağaç da Efendimizi (asm) doğruladı. Sonra Efendimiz (asm) ağaca emretti, ağaç tekrar yerine gidip yerleşti.”87 Hazreti Büreyde’den nakledilen rivayette ise; Bedevi’nin bir delil istemesine karşılık Efendimiz (asm) ona “Şu ağaca, ‘Resulullah seni çağırıyor’ de.” diye karşılık verdi. Sonra işaret ettiği ağaç yerinden çıkarak Efendimizin (asm) huzuruna geldi ve “Selâm sana ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Sonra Bedevi ağacın tekrar yerine gitmesini istedi. Efendimiz (asm) ağaca emretti, ağaç tekrar yerine gidip yerleşti. Bu mucize üzerine o bedevi Efendimize (asm) secde etmek istedi. Efendimiz (asm), kendisine secde etme konusunda kimseye izin olmadığını söyleyince, bu defa da Bedevi “Elini ayağını öpeyim.” dedi, Efendimiz (asm) buna izin verdi.88
Rahib Bahira’nın Gördükleri Meşhur Rahib Bahîra’nın siyer kitaplarında detaylıca anlatılan meşhur hadisesidir. Allah Resulü’ne (asm) peygamberlik vazifesi verilmeden önce, amcası Ebu Talib ve bir kısım Kureyşlilerle beraber Şam tarafına, ticarete gidiyorlardı. Rahib Bahira’nın kilisesi civarına geldiklerinde istirahat etmek için kervanı durdurdular. O sıralarda inzivaya çekilen ve insanların içine çıkmayan Rahip, birden kafilenin yanına geldi. Kàfile içinde Hazret-i Muhammed’i (asm) gördü. Sonra kàfileye dedi ki: “Şu, Âlemlerin Efendisidir ve pey87 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:298; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:615; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:14; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:292. 88 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:299; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:49. 131
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
gamber olacaktır.” Kureyşliler dediler: “Nereden biliyorsun?” Mübarek rahip dedi ki:“Siz gelirken baktım ki, havada, üstünüzde bir parça bulut vardı. Siz otururken, şu Muhammedü’l-Emin’in (a.s.m.) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı. Hem görüyordum ki, taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm. Bu ise ancak peygamberlere yapılır.”89 Bu mucizeler beraber değerlendirilediğinde öyle kopmaz bir zincir olur ki, hiçbir şüphe onu koparamaz ve sarsamaz. Şu tür mucizeler, yani cansızların Allah Resulü’nün (asm) peygamberliğini tasdik etmeleri mucizeleri genellikle mânevî tevatür hükmünde kesin ve kat’iyeti ifade eder. Herbir nakledilen mucize, diğer mucizelerin tamamının kuvvetinden bir kuvvet daha alır. Evet, zayıf bir direk, kuvvetli direklerle omuz omuza geldiği vakit, kuvvetleşir. Zayıf, kuvvetsiz bir adam, asker olup orduya girse öyle kuvvetleşir ki, bin adama meydan okur.
Düşmana Atılan Taşlar Kur’anda“Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.”90 ayetiyle işaret edilen Bedir Savaşı’nda vuku bulan bir hadisedir. Allah Resulü (asm) bir avuç toprakla küçük taşları aldı ve “Bu yüzler kahrolsun!..” diyerek müşrik ordusunun yüzüne attı. Söylenen bu tek sözün her kulağa gitmesi gibi, atılan toprak ve taşlar da aynen öyle her bir müşriğin gözüne gitti. Müşrikler kendi gözüyle meşgul olup, hücum etmekteyken, birden kaçmaya başladılar.91 Huneyn Savaşı’nda da Bedir Savaşı’nda olduğu gibi, düşman ordusunun şiddetli hücumu esnasında yine bir avuç toprak atıp, “Bu yüzler kahrolsun!..” diyerek, herbirinin kulağına bir “Bu yüzler kahrolsun!” cümlesi girdiği gibi, Allah’ın izniyle herbir düşman askerinin yüzüne bir avuç toprak gitti, gözleriyle meşgul olup kaçtılar.92 89 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bab, Mâcâe fî Bed’i’n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no: 3699. 90 ) Enfâl Sûresi, 6/17. 91 ) el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:84. 92 ) Müslim, Cihad: 76, 81 (Bâb: Gazvet-ü Huneyn); Dârîmî. 132
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
İşte, Bedir’de ve Huneyn’de meydana gelen şu harika hâdise, sıradan sebeplerin ve insan kudretinin dahilinde olmadığı için Kur’an “Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.”93 diye ferman eder. Yani, “O hâdise bir insanın kudretinin haricindedir. Ancak Allah’ın kudretiyle olmuştur.”
Bir Yahudi’nin Suikast Girişimi Başta Buharî ve Müslim olmak üzere, sahih hadis kaynaklarında nakledilen bir mucizedir. Hayber Savaşı’nda, Yahudi bir kadın, bir keçiyi biryan yapıp pişirmiş ve gayet tesirli bir zehirle zehirleyip, Allah Resulü’ne (asm) göndermişti. Sahabeler yemeye başladılar. Allah Resulü (asm) birden dedi ki: “Pişirilen keçi bana ‘Ben zehirliyim!..’ diyor.” diye haber verdi. Sonra herkes elini çekti. Fakat o şiddetli zehirin tesirinden, Bişr ibni’l-Bera’ aldığı birtek lokmadan vefat etti. Allah Resulü (asm), o Zeynep ismindeki Yahudi kadını çağırdı. Sordu: “Neden böyle yaptın?” Kadın dedi ki: “Eğer peygambersen sana zarar vermeyecek. Eğer padişahsan, insanları senden kurtarmak için yaptım.”94 Bazı rivayetlerde o kadını ölümle cezalandırdığı veya ölen sahabenin akrabalarına kısas için verip onların öldürdükleri nakledilmiştir.95 Şu mucizevi hadiseyle ilgili bazı detaylar da şöyledir. Bir rivayette, o keçi haber verdiğinde bazı sahabeler de söylediklerini işittiler.96 Bir rivayette vardır ki, Allah Resulü (asm), haber verdikten sonra dedi ki: “Bismillah deyiniz, ondan sonra yiyiniz. Zehir daha 93 ) Enfâl Sûresi, 6/17. 94 ) Hz. Ebû Hureyre’den: Buharî, Tıb: 55, Cizye: 7, Mağâzî: 41; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no: 4509, 4511, 1512; Dârîmî, Mukaddime: 11. 95 ) el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:219, 4:109; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:256, 264; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Me’âd, 3:336. 96 ) bk. Hz. Câbir’in hadisi: et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5931, Ebû Dâvud, Diyât: 6; Dârîmî, Mukaddime: 11; el-Cizrî, Câmiu’l-Usûl, 8888, el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:295-296. 133
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
tesir etmeyecektir.” Şu rivayeti gerçi İbni Hacer-i Askalânî kabul etmemiştir, fakat başka hadis âlimleri kabul etmişlerdir.97 Bazı kötü niyetli ve ortalığı karıştırma gayretinde olan Yahudiler, Allah Resulü’ne (asm) ve O’na yakın olan sahabelere birden darbe vurmak istedikleri halde, gaipten haber verilmiş gibi suikast girişiminin ortaya çıkması ve tuzaklarının akîm kalması ve o ihbarın ifade ettiği vakıa doğru çıkması ve hiçbir vakit sahabeleri nazarında gerçeğe aykırı bir haberi görülmeyen Hazreti Muhammed’in (asm) “Şu keçi bana söylüyor.” demesi, herkesin kulağıyla o keçiden o sözü işitmesi kadar kesin kanaatleri olmuştur.98
97 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:317-319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:645. 98 ) Ebû Dâvud, Diyât, 6; Dârimî, Mukaddime, 11; Mecmeu’z-Zevâid, 8:295-296. 134
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Hastaların ve Yaralıların Şifa Bulması Mucizeleri Peygamber Efendimizin (asm) mucizelerinin önemlilerinden bir kısmı da hastaların ve yaralıların O’nun (asm) eliyle veya nefesiyle şifa bulmaları şeklinde vuku bulmuştur. Bu mucizeler hadis ve siyer kitaplarında çokça zikredilmiştir. Bizler de burada birkaç örneği sizlere nakletmeye çalışacağız:
Ok İsabet Eden Gözün Şifa Bulması Kadı İyaz, Şifa-i Şerif isimli eserinde pek çok sahabeden rivayet edilen bu mucizeyi, sağlam kaynaklara dayanarak bize naklediyor. Allah Resulü’nün (asm) mümtaz ve ordusunda kumandanlık yapan kahraman bir sahabesi ve Hazreti Ömer (ra) zamanında İslam ordusunun başkumandanı olan Sad bin Ebi Vakkas anlatıyor: “Uhud Savaşı’nda ben Allah Resulü’nün (asm) yanındaydım. 135
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Allah Resulü (asm) o gün yayı kırılıncaya kadar düşmana ok attı. Yayı kırıldıktan sonra oklarını bana verip at diyordu. Verdiği oklar nasl’sız, yani okun uçmasına yardım eden kanatları olmadığı halde, at diye emrettiği okları attığımda kanatlı oklar gibi gidip düşmana isabet ederdi.99 O halde iken, Katâde ibni Numan’ın gözüne bir ok isabet etmişti. Gözünü çıkarıp, göz bebeği yanaklarının üzerine aktı. Allah Resulü (asm) mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp, eski yuvasına yerleştirdi. O göz hiç bir şey olmamış gibi şifa bulup, iki gözünden en güzeli ve en keskin göreni oldu.” Bu olay oldukça meşhurdur. Hattâ Katâde’nin çocuklarından biri, Ömer ibni Abdi’l-Aziz’in yanına geldiği vakit, kendini şöyle tarif etmiş: “Ben öyle bir zâtın çocuğuyum ki, Allah Resulü (asm), onun çıkmış gözünü yerine koyup birden şifa buldu; en güzel göz o olmuş.” diye, nazım şeklinde Hazret-i Ömer (ra)’e söylemiş, onunla kendini tanıttırmış.100 Hem yine sahih kaynaklardan nakledilir ki, ünlü Ebu Katâde’nin, Yevm-i Zîkarad denilen gazvede, bir ok mübarek yüzüne isabet etmiş. Allah Resulü (asm) mübarek eliyle mesh etmiş. Ebu Katâde der ki: “Kat’iyen ve asla ne acısını ve ne de yarasını görmedim.”101
Hayber’in Fethindeki İki Şifa Mucizesi Başta Buharî ve Müslim gibi sahih kaynaklardan naklediliyor ki: Hayber Gazvesi’nde, Allah Resulü (asm), Hazreti Aliyy-i Haydarî’yi ordusuna sancaktar olarak tayin ettiği halde, Hazreti 99 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:651; el-Heysemî, Mecmeu’zZevâid, 6:113; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 42, no. 2412. 100 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:113; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:377; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:186-187. 101 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:113; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:653. 136
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Ali’nin gözleri hastalıktan çok ağrıyordu. Allah Resulü (asm) ilaç gibi tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifa bularak hiçbir şey kalmadı.102 Sabahleyin Hayber Kalesinin pek ağır demir kapısını çekip, elinde kalkan gibi tutup Hayber Kalesini fethetti. Yine aynı savaşta, Seleme İbnü’l-Ekvâ’nın bacağına kılıç vurulmuş, yarılmış. Allah Resulü (asm) ona nefes edince, birden ayağı şifa bulmuştur.103
Görmeyen Gözlerin, Görür Olması Başta Neseî olmak üzere, ünlü siyer kitaplarının yazarları, Osman ibni Huneyf’ten naklediyorlar. Osman bin Huneyf anlatıyor: “Allah Resulü’nün (asm) yanına görme özürlü biri geldi. ‘Benim gözlerimin açılması için dua et.’ diye Efendimize (asm) rica etti. Allah Resulü (asm) ona dedi ki: “Şimdi git, abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve de ki: ‘Allah’ım! Hâcetimi sana arz ediyor ve rahmet nebisi olan Peygamberin Muhammed ile Sana teveccüh ediyorum. Yâ Muhammed! Gözümden perdeyi kaldırması için senin Rabbine seninle teveccüh ediyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl.”104 diye dua et. Oda gitti, öyle yaptı ve gözü açılmış görür halde geri geldi.105 Büyük bir imam olan İbni Veheb bize bildiriyor ki: “Bedir Savaşı’nın on dört şehidinden birisi olan Muavviz ibni Afra, Ebu Cehil ile dövüşürken, Ebu Cehl, o kahramanın bir elini kesmiş. O da öteki eliyle, kesilen elini tutup Allah Resulü’nün (asm) 102 ) Buharî, Cihad: 102, 144, Mağâzî: 38; Fedâilü’l-Eshâb: 9; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 32, 34; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:38. 103 ) Buharî, Mağâzî: 38 (Yezîd ibni Ubeyd’den); Ebû Dâvûd, Tıb: 19; Es-Sâ’âtî, elFethü’r-Rabbânî Şerh-i Müsned, 22:259. 104 ) bk. Tirmizî, Deavât: 118; İbni Mâce, İkame: 189; Müsned: 4-138. 105 ) Tirmizî, Daavât: 119 (hadis no. 3578); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:526; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:166; İbni Mâce, İkâme, 189; Müsned, 4:138. 137
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
yanına gelmiş. Allah Resulü (asm) onun elini yine yerine yapıştırdı, tükürüğünü ona sürdü. Birden şifa buldu, yine savaş meydanına döndü, şehid oluncaya kadar savaşmaya devam etti.”106 Hem yine ibni Veheb bildiriyor ki: “Yine Bedir Savaşı’nda Hubeyb ibni Yesaf’ın omuz başına bir kılıç vurulmuş ki, ikiye ayrılmış gibi dehşetli bir yara açılmış. Allah Resulü (asm) onun kolunu omuzuna eliyle yapıştırmış, nefes etmiş; şifa bulmuş.”107 İşte şu iki hadise, gerçi âhâdîdir, yani tek kişi kanalıyla bize ulaşmıştır. Fakat İbni Veheb gibi bir imam bu hadiseyi eserine alsa ve bize nakletse, Bedir Savaşı gibi mucizelerin çok olduğu bir zamanda, bu iki vakıaya benzer başka hadiseler de varsa, elbette şu iki vakıanın doğruluğunda şüphe edilmemelidir. İşte, sahih hadislerle bu şekilde bize ulaşan bine yakın hadise var ki Allah Resulü’nün (asm) mübarek eli onlara şifa olmuştur.
Buraya kadar Efendimizin (asm) eliyle gerçekleşen bu kadar mucizeyi size naklettikten sonra dikkatlerinizi bir noktaya çekmek istiyoruz: Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi, “(Ey Muhammed) attığın zaman da sen atmadın”108 ayetinin işaretiyle, aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları bozguna uğratması, “Ay yarıldı.”109 ayetinin açık işaretiyle, aynı avucunun parmağıyla ayı iki parçaya ayırması, ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi, ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, 106 ) 107 ) 108 ) 109 )
Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656. Beyhaki, Delâilü’n-Nübüvve: 6:178; İbni Hacer, el-İsâbe, 1:418. Enfal Sûresi, 8;17. Kamer Sûresi, 54:1. 138
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
elbette o mübarek elin, ne kadar harika bir İlahi Kudret mucizesi olduğunu gösterir. Güya, dostları içinde o elin avucu küçük bir Sübhânî zikir meclisidir ki, küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler. Ve düşmana karşı küçücük bir Rabbânî cephaneliktir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir Rahmânî eczahanedir ki, hangi derde temas etse, derman olur. Ve celâl ile kalktığı vakit, ayı parçalayıp, kàb-ı kavseyn yani iki yay şeklini verir. Ve cemâl ile döndüğü vakit, Kevser suyu akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesi hükmüne girer. Acaba böyle bir zâtın birtek eli böyle harika mucizelere mazhar ve kaynak olsa, o Zâtın (asm), Kâinat’ın Yaratıcısı yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar doğru bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı?
139
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Peygamberimizin Duasıyla Gerçekleşen Mucizeler Peygamber Efendimizin (asm) mucizelerinin bir türü de duasıyla gerçekleşen olağanüstü hallerdir. Bu mucizeler hakikî mütevatirdir. Küçük büyük pek çok örnekleri vardır. Örneklerin çokluğu, bu mucizeleri mütevatir derecesine çıkarmıştır. Belki tevatüre yakın meşhur olmuşlardır. Bir kısmını öyle imamlar nakletmiştir ki,“meşhur mütevatir” gibi kesinlik ifade eder. Biz pek çok misallerinden, tevatüre yakın ve meşhur bazı misalleri burada nakledeceğiz.
Yağmur Duaları Allah Resulü’nün (asm) yaptığı yağmur dualarının kabul edilmesi çok defalar tekrarlanan hadiselerdendir. Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim gibi hadis imamları bu vakıalardan çok nakletmişlerdir. Hatta bazen, minber-i şerif üstünde yağmur duası için elini 140
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
kaldırıp dua etmiş, daha elini indirmeden yağmur yağmıştır.110 Su ile ilgili mucizeleri naklederken de bahsettiğimiz gibi, bir iki defa ordu susuz kaldığı vakit Efendimizin (asm) duasıyla bulut geliyordu, yağmur veriyordu.111 Hatta Allah Resulü’ne (asm) peygamberlik vazifesi verilmeden evvel, çocukluk devresinde dedesi Abdülmuttalib, Peygamberimizin (asm) mübarek yüzüyle yağmur duasına giderdi. Onun yüzü hürmetine yağmur gelirdi ki, o hâdise Abdülmuttalib’in bir şiiriyle meşhur olmuştur.112 Hem, Efendimizin (asm) vefatından sonra, Hazret-i Ömer (ra), yağmur duasına çıkacağı vakit, Peygamberimizin (asm) Amcası Hazret-i Abbas’ı da götürerek: “Yâ Rab, bu Senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver.” diye vesile yaparak dua edermiş. Bu duanın hürmetine Cenab-ı Hakk yağmur gönderirmiş.113 Hem İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim haber veriyorlar ki: Efendimizden (asm) yağmur için dua talep edildi. Efendimiz de (asm) dua etti. Yağmur öyle geldi ki, mecbur oldular: “Aman dua et, kesilsin.” demek zorunda kaldılar. Sonra Efendimiz (asm) dua etti, birden kesildi.114
İki Ömer’den Birisi Tevatüre yakın meşhurdur ki, Allah Resulü (asm), müslümanları sayısı daha kırka ulaşmadan önce ve gizli ibadet etmekte iken, dua etti: “Allah’ım, İslâmiyeti Ömer ibni’l-Hattâb veya Amr ibni’l-Hişâm (Ebû Cehil) ile aziz eyle.” Bu duadan bir iki gün sonra, Hazret-i Ömer ibnü’l-Hattab imana geldi ve İslâmiyeti ilân 110 ) Buhârî, İstiskâ, 6-8, 14; Müslim, İstiskâ, 8-10. 111 ) Mecmeu’z-Zevâid, 6:194-195; İbni Huzeyme, 1:53; Müstedrek, 1:159. 112 ) İbni Sa’d, Tabakat, 1:90; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 2:15-19. 113 ) Buharî, İstiska: 3; Fedâilü Ashâbi’n-Nebî: 11. 114 ) Buharî, İstiska: 19; İbni Mâce, İkame: 154; Müslim, Salâtü’l-İstiska: 8, hadis no. 897; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:91-92; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327. 141
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
ve aziz etmeye vesile oldu,“Faruk” unvanını aldı.115 Efendimiz (asm), bazı güzide sahabelerine, ayrı ayrı maksatlar için dua etmiştir. Bu duaları öyle parlak bir surette kabul olmuş ki, o dualarının kerameti, mucize derecesine çıkmıştır.
Hazreti İbni Abbas’a Yapılan Dua Başta Buharî ve Müslim haber veriyorlar ki: İbni Abbas’a şöyle dua etmiş: “Allah’ım! Onu dinde fakîh kıl ve ona tefsir ilmini öğret.”116 Efendimizin (asm) bu duası öyle makbul olmuş ki, İbni Abbas “Tercümanü’l-Kur’ân” yani Kur’an’ın tercümanı unvanını ve “allâme-i ümmet” yani ümmetin âlimi yüksek rütbesini kazanmıştır.117 Hatta daha çocuk sayılacak yaşlarda iken, Hazret-i Ömer (ra) onu âlimler ve yüksek rütbeli sahabelerin meclisine alıyordu.118
Abdullah ibni Cafer’e Yapılan Bereket Duası Hem Abdullah ibni Cafer’e malının çoğalması ve bereketlenmesi için dua etmiş.119 Hazret-i Abdullah ibni Cafer o derece servet kazanmış ki, o asırda meşhur olmuş. Peygamberimizin (asm) bereket duasının hürmetine kendisine verilen mal ile şöhret bulduğu gibi, cömertliği ile de şöhret salmıştır.120 115 ) Tirmizî, Menâkıb: 18, hadis no. 1683; el-Elbânî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 6036; el-Mubârekforî, Tuh fetü’l-Ahvezî, no. 3766. 116 ) Buharî, Vudû’: 10, İlim: 17, Fedâilü’l-Eshâb: 24; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 138; İbni Hibban, Sahih, 9:98; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327. 117 ) Müstedrek, 3:535; İbni Hacer, el-İsâbe, 2:330-334. 118 ) Müsned, 1:338; Ahmed ibni Hanbel,Fedâilü’s-Sahâbe, no. 1871; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:535; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:661. 119 ) Mecmeu’z-Zevâid, 9:286; İbni Hacer, Metâlibü’l-Âliye, 4:105; Beyhakî, Delâilü’nNübüvve, 6:221. 120 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:661; el-Heysemî, Mecmeu’zZevâid, 5:286; İbni Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4077, 4078. 142
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Bu şekilde bereket duası ile meydana gelen mucizelerle ilgili çok misaller vardır. Nümune için bu dört misali vermekle yetiniyoruz.
Duasına Mazhar Olan Bazı Sahabeler Başta İmam-ı Tirmizî haber veriyor ki: Sa’d ibni Ebî Vakkas için Allah Resulü (asm) “Allah’ım, onun duasını kabul eyle.”121 diye dua etmiş. O asırda Sa’d’ın bedduasından herkes korkuyordu. Duasının kabulü de şöhret buldu.122 Hem meşhur Ebu Katâde’ye “Allah onun yüzünü ak etsin. Allah’ım, onun tenini ve saçını mübarek kıl.” diye, genç kalmasına dua etmiş. Ebu Katâde yetmiş yaşında vefat ettiği vakit, on beş yaşında bir genç gibi olduğu, sahih kaynaklarda şöhret bulmuş.123 Hem ünlü şair Nâbiğa’nın meşhur hadisesidir ki, Allah Resulü’nün (asm) yanında bir şiirini okumuş. Şiirinde “Şerefimiz göğe çıktı; biz daha üstüne çıkmak istiyoruz.” deyince, Allah Resulü (asm) latife şeklinde ona sordu: “Gökten öbür tarafa nereyi istiyorsun ki, şiirinde orayı niyet ediyorsun?” Nâbiğa dedi: “Göklerin fevkinde Cennete gitmek istiyoruz.” Sonra bir manidar şiirini daha okudu. Allah Resulü (asm) ona “Senin ağzın bozulmasın.”diye dua etti. İşte, o Peygamber (asm) duasının bereketiyle, o Nâbiğa, yüz yirmi yaşına geldiği zaman bile bir dişi noksan olmadı. Hatta bazı bir dişi düştüğü vakit, yerine hemen yenisi çıkıyordu.124 Hem, sahih kaynaklardan nakledilir ki, İmam-ı Ali (ra) için “Yâ Rab, soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme.” diye dua etmiş. İşte şu dua bereketiyle, İmam-ı Ali (ra) kışın yaz elbisesi giyerdi, yazın da kış elbisesi giyerdi. Derdi ki: “O duanın bereketiyle hiçbir soğuk ve sıcağın zahmetini çekmiyorum.”125 Hem Hazreti Fatıma (r.anha) için “Açlık elemini ona verme.” diye 121 ) Tirmizî, Menâkıb: 27, no. 3751; İbn-i Hibbân, Sahih, no. 12215. 122 ) İbdü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, 2:367; İbni Hacer, el-İsâbe, 2:33. 123 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:660. 124 ) Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:661; İbni Hacer, el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahâbe, no. 8639; el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4060. 125 ) el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:122; İbni Mâce, Mukaddime: 11, no. 117. 143
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
dua etmiş. Hazreti Fatıma (r.anha) der ki: “O duadan sonra açlık ele-
mini görmedim.”126 Hem Tufeyl ibni Amr, Allah Resulü’nden (asm) bir mucize istedi ki, götürüp kavmine göstersin. Allah Resulü (asm) ona “Allahım, onu nurlandır.” diye dua etmiş. Duadan sonra iki gözü ortasında bir nur belirmiş. Sonra da o nur değneğinin ucuna geçmiş. Bu nurla “zinnur” yani “nur sahibi” diye meşhur olmuştur.127 Hem Ebu Hüreyre, Allah Resulü’ne (asm) “Bende unutkanlık hastalığı var.” diye şikâyette bulunmuş. Allah Resulü (asm) ona mendil şeklinde bir şey açmasını söylemiş. Sonra, mübarek avucuyla gaybdan bir şey alır gibi yapıp, onun mendilinin içine boşaltmış. İki üç defa öyle yaptıktan sonra Ebu Hüreyre’ye “Şimdi mendili topla.” demiş. O da toplamış. Peygamberimizin (asm) bu manevi duasının sırrıyla, Ebu Hüreyre “Ondan sonra hiçbir şey unutmadım.” diye yemin ederek bize haber vermektedir.128 İşte bu hadiseler, meşhurdur, doğrulukları konusunda şüphe bulunmamaktadır.
Bedduasına Mazhar Olanlar Allah Resulü’nün (asm) bedduasına mazhar olmuş birkaç hadiseyi beyan edeceğiz. Birincisi: Perviz denilen Fars Padişahı, Peygamber Efendimizin (asm) İslamı tebliğ için ona yolladığı mektubunu yırtmış. Bu hadise Allah Resulü’ne (asm) haber verilince “Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladıysa; sen de onu ve onun mülkünü parça parça et.” diye beddua etmiş.129 İşte şu bedduanın tesiriyledir ki, o Kisrâ Perviz’in oğlu Şirviye, hançerle babasını öldürdü.130 Sa’d ibni Ebî Vakkas da 126 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:134; el-Heysemî, Mecmeu’zZevâid, 9:203. 127 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:134; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:662. 128 ) Buharî, İlim: 42; Menâkıb: 28; Büyû’: 1; Hars: 21. 129 ) Buharî, İlim: 7; Cihad: 101; Mağâzî: 82; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; es-Sâ’âtî. 130 ) İbni Hişâm, es-Sîratü’n-Nebeviyye, 1:71; Taberî, Târîhu’l-Ümme ve’l-Mülûk, 2:135; İbni Kesîr, el Bidâye, 10:369. 144
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
saltanatını parça parça etti. Sâsâniye devletinin hiçbir yerde bir izi kalmadı. Fakat Kayser ve sair devlet büyükleri, Peygamberimizin (asm) mektubuna hürmet ettikleri için, mahvolmadılar. İkincisi: Tevatüre yakın meşhurdur ve Kur’ân ayeti işaret ediyor ki: İslâmın ilk yıllarında, Allah Resulü (asm) Mescid-i Harâmda namaz kılarken, Kureyşin ileri gelenleri toplandılar, O’na (asm) karşı gayet kötü bir muamelede bulundular. O da, o vakit onlara beddua etti. İbni Mesud der ki: “Ben yemin ederim, o kötü muameleyi yapan ve onun bedduasına mazhar olanların hepsinin, Bedir Savaşı’nda birer birer cesetlerini gördüm.”131 Üçüncüsü: Mudariyye isminde Arabistan’ın büyük bir kabilesi, Hazreti Peygamber’i (asm) yalanladıkları için, onlara kıtlık için beddua etti. Yağmur kesildi, kıtlık başladı. Sonra Mudariyye kavminden olan Kureyş kabilesi, Allah Resulü’ne (asm) ricada bulundular. Dua etti, yağmur geldi, kıtlık kalktı. Bu hadise tevatür derecesinde meşhurdur.132 Dördüncüsü: Uteybe bin Ebî Leheb hakkında şöyle beddua etti: “Yâ Rab! Ona bir itini musallat et.” Sonra, Uteybe sefere giderken, bir arslan gelip, kàfile içinde onu arayıp bulmuş, parçalamış. Şu hadise meşhurdur; hadîs imamları nakil ve tashih etmişler.133 Beşincisi: Muhallim ibni Cessâme, Âmir ibni Azbat isimli sahabeyi işkenceyle katletmişti. Halbuki, Âmir’i, Allah Resulü (asm), onu cihad ve harp için kumandan tayin edip bir bölükle göndermişti. Muhallim de beraberdi. Bu öldürme hadisesinin haberi Resulullah’a (asm) ulaştığı zaman hiddet etmiş ve “Allah’ım, Muhallim’i affetme!..” diye beddua buyurmuştur. Bu bedduadan yedi gün sonra o Muhallim öldü. Kabre koydular, kabir dışarıya attı. Kaç defa koydularsa yer kabul etmedi. Sonra mecbur oldular; iki taş ortasında sağlam bir duvar yapıp, onun altına gömdüler.134 131 ) Buharî, Salât: 109; Menâkıbü’l-Ensâr: 45; Müslim, Cihad: 107, no. 1794. 132 ) Buharî, Tefsir: 30:.., 28:3, 44:3, 4; Daavât: 58, İstiska: 13. 133 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:329; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:664. 134 ) İbni Mâce, Fiten: 1, no. 3930; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:329; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:665; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:142; İbni Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 4:247. 145
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Düşmanlarından Korunması Kur’an-ı Kerim’de “Allah seni insanlardan koruyacaktır.”135 ayetinin de işaret ettiği gibi, Peygamber Efendimiz (asm), hayatı boyunca, Allah tarafından düşmanlarından muhafaza edilmiştir. Bu şekilde vuku bulan pek çok olağanüstü olay, hadis ve siyer kitaplarında nakledilmiştir. Allah Resulü (asm), vazifesini tebliğe başladığı zaman, sadece bir kabileye veya şehre değil, bütün dünyaya ve bütün dinlere tek başıyla meydan okumuştur. Hâlbuki başta kendi amcası ve akrabaları O’na (asm) düşman iken, O (asm) yirmi üç sene, muhafızı olmadan, kendi halinde yaşamaya devam etmiştir. Çok defalar suikast girişimleri olmuşsa da hiçbirisinde muvaffak olunamamış, O (asm) yine “Allah seni insanlardan koruyacaktır.”136 ayetinin mucizane haberine mazhar olup, vazifesini sonuna kadar başarıyla götürüp, kendi evinde kalp rahatlığıyla vefat edip Mele-i Âlâya çıkmıştır. Peygamberimizin (asm) düşmanlarından muhafaza edilmesinin örneklerinden birkaç tanesini burada sizinle paylaşacağız:
135 ) Mâide, 5/67. 136 ) Mâide, 5/67. 146
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Hicret Yolculuğunda Siyer ve hadis âlimleri beraberce haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Allah Resulü’nü (asm) öldürtmeye karar verdiler... Hattâ insan suretine girmiş bir şeytanın da onlara katılıp onlara akıl vermesiyle, her kabileden en az bir adamın içinde bulunduğu kalabalık, bir gece Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in emri ile Efendimizin (asm) evini bastılar. Allah Resulü’nün (asm) yanında Hazret-i Ali (ra) vardı. Ona “Sen bu gece benim yatağımda yat.” dedi. Allah Resulü (asm) Kureyş kabilesinin gelmesini beklemiş. Geldiklerinde evin etrafını sardılar. Ardından Efendimiz (asm) evden çıktı, bir parça toprağı, evin etrafını tutan müşriklerin başlarına attı. Hiçbirisi onu görmedi, içlerinden çıktı, gitti.137 Evinden çıktıktan sonra yolda mağaraya saklandılar. Orada da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş müşriklerine karşı ona nöbetçi olup düşmanlarından muhafaza ettiler.138 Yine hicret yolculuğu esnasında saklandıkları mağaradan çıkıp Medine’ye doğru yol aldıkları vakit Kureyş kabilesi reislerinin Peygamberimizi (asm) öldürmesi için bolca para karşılığında tuttukları Sürâka ismindeki gayet cesur bir adam, izlerini takip ederek yolda onlara yetişti. Arkadan kendilerine yetiştiğini gören Hazreti Ebubekir (ra) telaşlanınca, Efendimiz (asm) ona mağara da dediği gibi “Üzülme! Allah bizimle beraberdir.” diyerek cesaret verdi. Ardından Efendimiz (asm) Sürâka’ya bir baktı; Sürâka’nın atının ayakları yere saplandı, kaldı. Tekrar kurtuldu, yine takip etmeye başladı. Tekrar atının ayakları yere saplandı. Atın ayaklarının saplandığı yerden duman gibi bir şey çıkıyordu. O vakit anladı ki, Efendimize (asm), ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden ilişmek gelmez.“El-aman” dedi. Allah Resulü (asm) ona aman verdi. Fakat dedi ki: “Git, öyle yap ki başkası gelmesin.”139 Yine hicret esnasında bir çoban onları gördükten sonra Kureyş Kabilesine haber vermek için Mekke’ye gitmiş. Mekke’ye gittiğinde, niçin geldiğini unutmuş. Ne kadar hatırlamaya çalışmışsa, ba137 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:349; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 4:269, no. 2009); el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2:228. 138 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313, 349; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:236. 139 ) Buharî, Menakıb: 25; Müslim, Zühd:75; İbni Hibban, Sahih, 65, 9:11. 147
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
şaramamış. Mecbur olmuş, geri dönmüş. Sonra yolda anlamış ki, ona unutturulmuş.140
Seni Benim Elimden Kim Kurtaracak? Pek çok sahih hadis kaynağından bize nakledilen meşhur bir hadisedir. Peygamberimiz (asm) bir sefer esnasında kabilesinden uzak bir yerde dinlenmektedir. Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimseye gözükmeden, Peygamber Efendimizin (asm) yanına kadar ulaşmayı başarır. Elindeki kılıcı Peygamberimizin (asm) başının üstünde kaldırıp “Seni benim elimden kim kurtaracak?” diye bağırır. O anda uykudan uyanan Peygamberimiz (asm) hiçbir tereddüt, endişe ve korku hissetmeden,“Allah!..” diye cevap verir. Sonra da şöyle dua eder: “Allah’ım! dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.” O anda Gavres, ansızın gaybtan gelen ve sırtına çarpan bir darbe ile yere yuvarlanır. Bu defa elindeki çok güvendiği kılıncı Hazreti Muhammed’in (asm) eline geçmiştir. Şimdi sıra O’ndadır ve sorar: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” Gavres pişmandır. “Beni kurtaracak kimse yok!..” der. Aman diler. Efendimiz (asm) daha birkaç saniye önce canına kasteden düşmanını affeder, gitmesine izin verir. O adam kabilesinin yanına dönünce, halini görenler hayrette kalır. “Ne oldu sana? Niçin bir şey yapamadın?” diye o cesur adama sorarlar. O ise hadisenin detaylarını anlatır: “Hâdise böyle oldu. Ben şimdi insanların en iyisinin yanından geliyorum.”141 Hem şu hâdise gibi, Bedir Savaşında da bir münafık, Allah Resulü’nün (asm) fark etmediği bir zamanda kimse görmeden, tam arkasından kılıç kaldırıp vuracakken, birden Allah Resülü (asm) ona bakmış. O titremiş ve kılıç elinden yere düşmüştür.142 140 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:715. 141 ) Buharî, Cihad: 84, 87, Mağâzî: 31, 32; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn: 311, no. 843; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347, 348; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:7-8. 142 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:710. 148
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Müşriklerin Saldırılarından Muhafaza Olunması Pek çok sahih kaynakta manevi tevatürle bize ulaşan ve pek çok tefsir aliminin Yasin Suresinde geçen “Biz onların boyunlarına öyle halkalar geçirdik ki, çenelerine kadar dayanır da hakka boyun eğmezler. Bir de önlerine bir sed, arkalarına bir sed çekip gözlerini kapattık; artık hakkı görmezler.”143 ayetinin iniş sebebi olarak naklettikleri bir hadisedir. Ebu Cehil yemin etmiş ki, “Ben secdede Muhammed’i görsem, bu taşla onu vuracağım.” Büyük bir taş alıp gitmiş. Secdede gördüğü vakit kaldırıp vurmak üzere iken, elleri yukarıda kalmış. Allah Resulü (asm) namazı bitirdikten sonra kalkmış; Ebu Cehil’in eli, ya Allah Resulü (asm) müsaade ettiğinden veya ihtiyaç kalmadığından çözülmüş.144 Hem yine Ebu Cehil kabilesinden, bir rivayette Velid ibni Muğire isimli şahıs, yine Allah Resulü’nü (asm) vurmak için büyük bir taşı alıp, secdede iken vurmaya gitmiş, gözü kapanmış. Allah Resulü’nü (asm) Mescid-i Harâmda görmedi, geldi. Onu gönderenleri de görmüyordu; yalnız seslerini işitiyordu. Tâ Allah Resulü (asm) namazdan çıktı; ihtiyaç kalmadığından onun gözü de açıldı.145 Sahih kaynaklarda, Hazreti Ebubekir’e (ra) dayandırılarak naklediliyor ki,: Tebbet Suresi nâzil olduktan sonra, Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil denilen ve Tebbet Suresinde“Cehennem oduncusu”146 olarak vasıflandırılan kadın, bir taş alıp Mescid-i Harâma gelmiş. Hazreti Ebubekir (ra) ile Resulullah (asm) orada oturuyorlarmış. Ümmü Cemil’in gözü Hazreti Ebubekir’i (ra) görüyor ama Resulullah’ı (asm) görmüyormuş. Hazreti Ebubekir’e (ra) sormuş: “Yâ Ebâ Bekir! Senin arkadaşın nerede? Ben işitmişim ki beni hicvetmiş. Ben görsem, bu taşı ağzına vuracağım.” Yanında iken Hazreti Peygamberi (asm) görmemiş.147 Elbette, Allah’ın muhafa143 ) Yâsin, 36/8-9. 144 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:241; el-Heysemî, Mecmeu’zZevâid, 8:227; Müslim, No. 2797; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, 3:42-43. 145 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:242. 146 ) Tebbet (Leheb), 111/4. 147 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:349; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:233. 149
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
zasında olan bir Sultan-ı Levlâk’i, böyle bir Cehennem oduncusu, onun huzuruna girip göremez. Haddine mi düşmüş?
Suikast Girişimleri Sahih kaynaklarda naklediliyor ki: Âmir ibni Tufeyl ve Erbed ibni Kays, ikisi ittifak ederek, Resulullah’ın (asm) yanına gitmişler. Âmir demiş: “Ben onu meşgul edeceğim, sen onu vuracaksın.” Amir dediğini yapmış, Resulullah’ı (asm) meşgul etmeye başlamış, fakat Erbed’in bir türlü bir şey yapamadığını görmüş. Resulullah (asm) gittikten sonra arkadaşına dedi: “Neden vurmadın?” Erbed cevap vermiş: “Nasıl vuracağım? Ne kadar niyet ettim; bakıyorum ki, ikimizin ortasına sen geçiyorsun. Seni nasıl vuracağım?”148 Sahih kaynaklarda nakledilen bir başka hadise de Uhud veya Huneyn Savaşı’nda vuku bulmuştur. Şeybe bin Osmanü’l-Hacebiyye -ki, Hazret-i Hamza (ra) onun hem amcasını, hem pederini öldürmüştü- intikamını almak için gizlice geldi. Tâ Resulullah’ın (asm) arkasından vurmak üzere yalın kılıç kaldırdı. Birden kılıç elinden düştü. Resulullah (asm) ona baktı, elini göğsüne koydu. Şeybe der ki: “O dakikada dünyada ondan daha sevgili adam bana olmazdı.” Bu hadisenin ardından imana geldi. Resulullah (asm) ona dedi ki: “Haydi, git, harp et.” Şeybe dedi: “Ben gittim, Resulullah’ın (asm) önünde harp ettim. Eğer o vakit pederim de rast gelseydi vuracaktım.”149 Hem Mekke’nin Fethi gününde, Fedâle namında birisi, Allah Resulü’nün (asm) yanına, ona vurmak niyetiyle geldi. Resulullah (asm) ona bakıp tebessüm etti. “Nefsinle ne konuştun?” dedi ve Fedâle için Allah’tan bağışlanma diledi. Fedâle imana geldi ve dedi ki: “O vakit ondan daha ziyade dünyada sevgilim olmazdı.”150 148 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:249; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 5:318. 149 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:248; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:183,184; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:718. 150 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:248. 150
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
Bir defasında da Yahudiler, suikast niyetiyle, Resulullah’ın (asm) oturduğu yere, üstünden büyük bir taş atmak üzereyken, Resulullah (asm) o anda Allah’ın haber vermesiyle yerinden kalkmış; o suikast de böylece boşa çıkmış.151 Burada verdiğimiz misaller gibi çok hâdiseler vardır. Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim ve hadis imamları, Hazret-i Aişe (r.anha)’den naklediyorlar ki: “Allah seni insanlardan koruyacaktır.”152 âyeti nâzil olduktan sonra, Resulullah (asm) kendisini ara sıra muhafaza eden zâtlara ferman etti ki: “Nöbet beklemenize lüzum yok. Benim Rabbim beni muhafaza ediyor.”153 İşte, Mucizeler bölümümüzün, başından buraya kadar verdiğimiz mucizeler gösteriyor ki, şu kâinatın her nev’i, her âlemi, Resulullah’ı (asm) tanır ve Onunla alâkadardır. Kâinatta yaşıyan her bir varlık nev’inde onun mu’cizeleri görünüyor. Demek, Resullah (asm), Cenâb-ı Hakk’ın “kâinatın Hâlıkı” itibarıyla ve “bütün mahlûkatın Rabbi” ünvanıyla memurudur ve resulüdür. Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir memurunu herbir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer meselâ yalnız adliye müfettişi olsa, o vakit adliye dairesiyle alakadar olur; başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa, vergi dairesi onu bilmez. Öyle de, anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hakk’ın saltanatının bütün dairelerinde, melekten tut, tâ sineğe ve örümceğe kadar herbir taife O’nu (asm) tanır ve bilir veya bildirilir. Demek, Hâtemü’l-Enbiyâ ve Rabbi’l-Âlemîn’in Resulüdür (asm). Ve umum peygamberlerin üstünde, nübuvvetinin şumülü vardır.
151 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:352; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:243. 152 ) Mâide, 5/67. 153 ) Tirmizî, 5:351, no. 3406; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 3049. 151
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Peygamberlik Vazifesinden Evvel Meydana Gelen Hadiseler Peygamberimizin (asm) doğumundan önce ve doğumu esnasında, dünyaya gelişiyle irtibatlı olarak meydana gelen harikulade hadiselerle, peygamberlik vazifesi verilmeden evvel çocukluğunda ve gençliğinde meydana gelen hadiselerden, sahih kaynaklarda geçen birkaç numuneyi burada nakledeceğiz: Birincisi: Peygamberimizin (asm) doğduğu gece, hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman ibni Âs’ın annesi, hem Abdurrahman ibni Avf’ın annesinin gördükleri büyük bir nurdur ki, üçü de demişler: “Doğumu esnasında biz öyle bir nur gördük ki, o nur doğuyu ve batıyı bize aydınlattırdı.”154 İkincisi: O gece Kâbe’deki putların çoğu baş aşağı düşmüştür.155 Üçüncüsü: İran’da hüküm süren Sasaniler devletinin kralı olan Kisrâ’nın ünlü sarayı, Peygamberimizin (asm) doğduğu gece salla154 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:466; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:311; Ahmedü’l-Bennâ es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:2030. 155 ) Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:119-131, 2:272. 152
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
narak tahrip olmuş ve on dört şerefesi düşmüştür.156 Dördüncüsü: Mecusiler tarafından kutsal sayılan Sava Gölü, Peygamberimizin (asm) doğduğu gece yere batmıştır.157 Beşincisi: İstahrâbâd’da bin senedir yanması devam ettirilen ve söndürülmeyen, Mecusîlerin taptıkları ateş, Peygamberimizin (asm) doğduğu gece sönmüştür.158 İşte yukarıda naklettiğimiz hâdiseler işaret ediyor ki, o yeni dünyaya gelen Zât (asm), ateşperestliği kaldıracak, Fars saltanatının sarayını parçalayacak, Allah’ın izni ile olmayan şeylerin kutsal sayılmasını men edecektir. Altıncısı: Peygamberimizin (asm) doğumuna elli iki gün kala meydana gelen ve Kur’an’da da Fil suresinin nazil sebebi olan meşhur Fil hadisesidir. Kâbe’yi tahrip etmek için, Habeş Krallığına bağlı Ebrehe namında Yemen Valisi gelip, Mahmud ismindeki büyük bir fili öne sürerek Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye doğru yola çıkmış. Mekke’ye yaklaşınca fil artık yürümemiş. Ne yapmışlarsa fili hareket ettirememişler. Ardından ebâbil kuşları üzerlerine taş yağdırarak orduyu mağlûp etmiş ve kaçmak zorunda kalmışlardır. Bu hadise, tarih kitaplarında detaylarıyla anlatılmakla beraber çok meşhurdur. İşte şu hâdise, Resulullah’ın (asm) peygamberliğinin delillerindendir. Çünkü doğumuna pek yakın bir zamanda, kıblesi ve memleketi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybî ve harika bir şekilde, Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuştur.159 Yedincisi: Allah Resulü’nün (asm), küçüklüğünde süt annesi Hazreti Halime’nin yanında iken, Hazreti Halime ve eşinin naklettikleri üzere, güneşten rahatsız olmamak için, çok defa üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler. Başka insanlara da 156 ) Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:126; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128, 2:272. 157 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Beyhakî, Delâilü’nNübüvve: 1:127; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128. 158 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751. 159 ) İbni Hişâm, es-Siratü’n-Nebeviyye, 1:44-54; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:9092; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:144-151. 153
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
söyledikleri ve pek çok insan tarafından bilinen bu hadise sıhhatle şöhret bulmuştur.160 Sekizincisi: Hem, Şam tarafına on iki yaşında iken gittiği vakit, Rahip Bahîra’nın ifadesiyle bir parça bulut Resulullah’ın (asm) başına gölge ettiğini görmüş ve kafiledekilere göstermiş.161 Dokuzuncusu: Hem yine peygamberlik vazifesi verilmeden evvel, Resulullah (asm), bir defa Hazreti Hatice’nin (r.anha) Meysere ismindeki hizmetkârıyla ticaretten geldiği zaman, Hazreti Hatice (r.anha), Resulullah’ın (asm) başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş, kendi hizmetkârı olan Meysere’ye bu hadiseyi söylemiş. Meysere de Hazreti Hatice’ye (r.anha) demiş: “Ben bütün seferimiz boyunca öyle görüyordum.”162 Onuncusu: Sahih kaynaklarda nakledilir ki, Resulullah’a (asm), peygamberlik vazifesi verilmeden evvel bir ağacın altında oturdu. O yer kuru iken, birden yeşillendi. Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yaptı.163 On Birincisi: Allah Resulü (asm) annesinin vefatından sonra önce dedesinin yanında, ardından o da vefat edince amcası Ebu Talib’in yanında kalmaya başlamıştı. Ebu Talib, çoluk ve çocuğu ile, onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı.164 Şu hâdise hem meşhurdur, hem doğruluğu kesin bir hadisedir.165 On İkincisi: Hem Resulullah’ın (asm) küçüklüğünde O’na bakan dadısı Ümmü Eymen demiş:“Hiçbir vakit Resulullah açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi. Ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde...”166 160 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318. 161 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631. 162 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:65. 163 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318. 164 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315. 165 ) İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:119, 120 166 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315. 154
Hz. Muhammed’in (A.s.m) Mucizeleri
On Üçüncüsü: Süt annesi Hazreti Halime’nin yanına gitmesi ile başlayıp yanında kaldığı sürece malı ve keçilerinin sütü, kabilesindekilerin tersine olarak çok bereketlenmiş ve artmıştır. Bu hadiseler de hem meşhurdur, hem de doğruluğunda şüphe yoktur.167 On Dördüncüsü: Sinekler Peygamberimizin (asm) mübarek vücuduna veya elbisesine konup O’nu rahatsız etmezdi.168 Hatta O’nun (asm) neslinden gelen Seyyid Abdülkàdir-i Geylânî (k.s.) hazretlerinin de vücuduna sinek konmadığı bazı kaynaklarda yer almıştır.169 On Beşincisi: Resulullah (asm) dünyaya geldikten sonra, özellikle de doğduğu gece, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır170 ki, şu hâdise, şeytan ve cinlerin sema âlemlerindeki gaybî haberleri dinlemelerinden men edilmesine işarettir. İşte, madem Resulullah (asm) vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin, gaibden haber verenlerin ve cinlerin haberlerine set çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe düşürmesinler ve naklettikleri vahiye benzemesin. Evet, peygamberlik verilmeden evvel kâhinlik çoktu; Kur’ân nâzil olduktan sonra onlara son verdi. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü Kur’an indikten sonra cinlerden olan haberciler vazifelerini yapamadıklarından kâhinlerin kaynakları kesilmişti.
167 ) Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:192-193. 168 ) Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Şa’rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:109. 169 ) Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ, 2:203. 170 ) Mecmeu’z-Zevâid, 8:220; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111. 155
ALLAH'I DELİLLERİYLE GÖREBİLMEK
Netice olarak deriz ki: Resulullah’ın (asm) peygamberliğinden evvel, O’nun davasını tasdik eden ve peygamber olacağını gösteren pek çok hadiseler olmuştur. Evet,
dünyaya mânen reis olacak171
ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek
ve dünyayı âhirete mezraa yapacak
ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek
ve cinlere ve insanlara ebedi saadet için yol gösterecek
ve fâni varlıkları ebedî idam gibi görünen ölümün hakiki mahiyetini anlatarak onları kurtaracak
ve dünyanın yaratılışının hikmetini anlatarak bütün insanlığı meşgul eden muammaları açacak
ve Hâlık-ı Kâinatın maksatlarını bilip ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zât,
Elbette daha gelmeden her şey, her tür varlık, her canlı O’nun (asm) geleceğini sevinçle bekleyecek ve karşılamak isteyecek ve gelişini alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bildirecek. Nitekim diğer bölümlerde naklettiğimiz rivayetlerde gördük ki, mahlûkatın herbir türü, onu en güzel bir karşılamayla mucizelerini gösteriyorlar, mucizeler lisanıyla peygamberlik davasını tasdik ediyorlar.
171 ) Evet, “Ey Habibim! Sen olmasan bu kainatı yaratmazdım.” kudsi hadisine mazhar olan Sultanımız Efendimiz Hazreti Muhammed (asv), öyle bir reistir ki, on dört asırdır saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra her bir asırda en az üç yüz elli milyon tabisi ve halkı vardır. Dünyanın yarısını İslam bayrağı altına almış; ve ümmeti mükemmel bir teslimiyetle ona hergün salât ü selâmla bağlılık yeminlerini tazeleyerek emirlerine itaat ediyorlar. 156
“Rahmânü’r-Rahîmden, Arş-ı Âzamdan gelen Furkan-ı Hakîmin kendisine indiği Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun. Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur’da müjdelenen; nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kâhinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun. Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek yemeğiyle yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı, O’nun hürmetine Allah’ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mu’cize-i kübrâda ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed’e, Kur’ân’ın ilk indiği zamanın sonuna kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarına Rahmân’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salât ve selâm olsun. Bütün bu salâvatlardan herbiri hürmetine bizi bağışla, ey İlâhımız, bize merhamet et. Âmin.”
157
İman Esaslarına Dair Video Çalışmalarımız
Ahirete İman “Ahirete İman” isimli bu eserimizde iman hakikatlerinden biri olan haşir, yani öldükten sonra dirilme ve mahşere çıkma, iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edilmektedir. Bu eserde anlatılan hakikatler o kadar kuvvetlidir ki en inatçı nefisleri dahi ilzam eder ve susturur.
İnternet Sitelerimiz Sorularla İslamiyet
Questions on Islam
Fragen an den Islam
sorularlaislamiyet.com
questionsonislam.com
fragenandenislam.de
Suallarla İslam
Islam Voprosi
Vaprosi Islam
suallarlaislam.com
islamvoprosi.ru
Vragen en Islam vragenenislam.com
Viden om Islam
vaprosiislam.com
videnomislam.com
islamanswering.com
resulullah.org
Sorularla Risale wendaislam.com
sorularlarisale.com
seyrangah.tv
kuran.tv
kuran-ikerim.org
nurpenceresi.com
seyrangah.tv
risale-inur.net
bediuzzamannursi.com
sorularlaevrim.com
hercocuk.org
mehmedkirkinci.com
herseyonuanlatiyor.com
risale-inur.net hanimlar.com
ø/0( '$9(7
sorularlaislamiyet.com
160