Rabbimizi Bize Gösteren 99 Pencere

Page 1

99pencere.indd 1

26.04.2018 01:24:05


99pencere.indd 2

26.04.2018 01:24:06


99pencere.indd 1

26.04.2018 01:24:07


1- TOPRAK ASKERLER ORDUSU 1974’te üç yerel çiftçi bir kuyu kazarken, pişmiş topraktan gerçek boyutta binlerce askerlerin bulunduğu bir çukura rastladı. Kazılar hemen başladı. MÖ 221’de tahta çıkan ilk Çin İmparatorunun Anıtmezarı olduğu anlaşıldı. Yüz binden fazla işçi günlerce uğraşarak üstün dehasıyla yaptıkları, gerçek boyutta olan pişmiş toprak askerlerin hiçbiri birbirine benzemez; atları, arabaları, silahlarıyla gerçekliğinin şaheserleridir. Şimdi biri dese ki, “Bu toprak askerler ordusu, toprağın altındaki killi tabakanın, yeraltı sularının binlerce yıl aşındırmasıyla erozyona uğrayıp kendiliğinden şekillenerek en son bu mükemmel halini aldı!” Buna hiçbir akıl sahibi inanmaz.

2

99pencere.indd 2

26.04.2018 01:24:08


Bu anıtmezarı yukarıdan platformdan seyredenler Çinli ustaların üstün dehasını takdir ederken, biraz ötedeki futbol stadyumunu dolduran binlerce kişiyi helikopterle tepeden görseler, bunlara kim böyle şekil ve suret verdi diye düşünebilen milyonda bir çıkar mı acaba? Topraktan insanların kendi kendine veya tabiatın tesiriyle oluşamayacağına inanıyoruz ama etten ve kemikten yaratılmış ve bunlardan binlerce kez daha mükemmel, hikmetli ve sanatlı insanları hangi akla hizmet edip tesadüflere havale edebiliyoruz?

3

99pencere.indd 3

26.04.2018 01:24:09


2- RÜZGAR TESADÜFEN BİR UÇAK OLUŞTURABİLİR Mİ? Ünlü fizikçi Sir Fred Hoyle’un hayatın başlangıcıyla ilgili çok çarpıcı bir benzetmesi vardır. Hoyle, “Akıllı Evren” (The Intelligent Universe) isimli kitabında canlılığın tesadüflerle doğduğunu iddia eden evrim teorisi hakkında şöyle bir yorum yapar: Hayatın başlangıcına ait senaryoyu şöyle düşünebiliriz: Bir

kasırganın, Boeing uçak fabrikasının yanında bulunan yedek parça deposundaki malzemeleri savurarak, kaza sonucu bir Boeing -747 uçağı oluşturması gibidir. Fred Hoyle’un bu benzetmesi kuşkusuz son derece isabetlidir. Şu ana kadar gördüğümüz tüm örneklerden de anlaşıldığı gibi gerek hayatın varoluşu, gerekse şu an içinde barındırdığı sistemlerin kusursuzluğu tüm bunları meydana getiren büyük bir kuvveti aramamıza sebep olmaktadır. Zira nasıl ki bir kasırga tesadüfler sonucu bir

uçağı meydana getiremiyorsa, evrenin -daha farklı isimler de takılsa- plansız olaylarla meydana gelmesi ve üstelik de son derece kompleks yapıları içinde barındırması mümkün olamaz. Dahası, evren bir uçakla karşılaştırma dahi yapılama4

99pencere.indd 4

26.04.2018 01:24:10


yacak kadar sayısız detayla donatılmıştır. Bu bölümde bahsedilen tüm bilgiler de karşımıza gerek yakın çevremizdeki gerekse uzayın derinliklerindeki kusursuz planlamanın delillerini çıkarmıştır. Asla reddedilemeyecek kadar açık olan bu delilleri aklı ve vicdanıyla değerlendiren bir insanın varacağı tek sonuç ise şudur: Evrende tesadüfe yer yoktur, tüm kainat içindeki detaylarla beraber YARATILMIŞTIR. Ve bu kusursuz düzeni yaratan ALLAH sonsuz kudret ve ilim sahibidir. Eğer doğanın derinliklerinde gerçekleşen işlerin kompleksliği, dünyanın en zeki beyinleri tarafından bile zor anlaşılıyorsa, bu işlerin sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri olduğunu nasıl düşünebiliriz? Paul Davies, fizik profesörü

5

99pencere.indd 5

26.04.2018 01:24:10


3- KAYALIK BİR ADADAKİ ANTİK KALE Denizin ortasında ıssız bir yerde kayalık bir ada görsek, adanın ortasında bu taşlardan yapılmış antik bir kale ve etrafında surlar bulunsa ve surların üstünde ellerinde kılıç, yay, ok, mızrak tutan taştan askerler olsa, bunların hiçbir zaman sert dalgaların ve rüzgarların adadaki kayaları binlerce yıl aşındırarak, taşları savurarak kendiliğinden oluştuğunu iddia edemeyiz. Bu kalenin mimarını surların dibinde bir sandalda balık tutarken görmesek de onun taşlarının bir akıl tarafından özenle dizildiğini gayet iyi biliriz. Evrimciler, günümüzden beş milyar yıl önce bazı atomların tesadüfen bir araya gelerek kusursuz bir plan yaptıklarına inanırlar. Bu hayali senaryolara göre, cansız ve şuursuz atomlar rastgele bir arada bulunurken rüzgar, fırtına, tipi, şimşekler, ultraviyole ışınları ve depremlerin yardımıyla her biri kusursuz tasarım harikaları olan canlıları oluşturmuşlardır. Nasıl bu kaleyi surları ve heykelleri denizdeki dalgaların tesadüfen oluşturması imkansızsa ve bunları yapan bir akıl varsa, öyle de çok hassas ölçülere sahip tüm evrenin; yıldızlar, güneş, gezegenler, dünya 6

99pencere.indd 6

26.04.2018 01:24:11


ve içindeki bitki, hayvan ve insanların da cansız ve akılsız atomların, unsurların bir araya gelerek kendi kendilerine tesadüflerle savrularak oluşması imkansızdır. Ancak üstün bir ilim, hikmet, güç ve irade sahibi Allah tarafından atomlar hareket ettirilip bir araya gelebilirler. Kusursuz sistemlere sahip tüm kainatın ve içindeki canlıların tesadüfen oluştuklarını iddia etmek, Selimiye Camii, Tac Mahal, Mausoleum gibi mimari eserlerin taş kütlelerinin rüzgarların etkisiyle zaman içinde kusursuz mimari eserlere dönüştüğüne inanmaktan çok daha mantık dışı ve akılsızcadır. “Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur… Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir.” Prof. Paul Davies, fizik profesörü. “İçinde yaşadığımız dünya ve bu dünyanın kanunları biz insanların yaşamalarına en uygun biçimde Allah tarafından yaratılmıştır.” Prof. Edward Boudreaux, New Orleans Üniversitesi, kimya profesörü.

7

99pencere.indd 7

26.04.2018 01:24:11


4- HAMUR BEBEK Sanatkâr bir usta hamur teknesine bir lokmalık hamur koyup, üstüne unlar serpeleyerek yavaşça hamuru kabartıp elleriyle şekillendirmeye başladı. Hamur kabardıkça gövde, kafa, el, kol, bacak, parmaklar ortaya çıkmaya başladı. Sanatkâr usta maharetli elleriyle kafada göz, kulak, burun, ağız yapıp bebeğin simasını da oluşturdu. Eline aldığı jiletle parmak aralarını kesti, eğri büğrü şekiller verip tırnaklarını da yaparak minnacık parmaklarını da tamamladı. Dış hatların hepsi tamamlanınca fırına pişim için verdi. Neticede uzun dikkat, uğraş ve yetenek sonucu ortaya hamurdan harika bir bebek çıktı. Sanatkâr bir Usta rahim teknesine bir çiğnemlik cenin koyup, hücreleri bölüp çoğaltarak yavaşça cenini kabartmaya başladı. Cenin kabardıkça gövde, kafa, el, kol, bacak, parmaklar belirmeye başladı. 4 haftalıkken kafanın her iki tarafına birer oyuk açıldı ama içi boş acaba niye? 6.haftada o boşluklara gözler oluşmaya başladı. Önce binanın pencere boşlukları sonra çerçeveler yerleştirildi, ölçü tam uyuyor, sapma ve yanılma yok. Ha ha bu hamur bebeğin gözleri kadar da basit değilmiş. Hem de 40 ayrı parçadan oluşuyor. 8

99pencere.indd 8

26.04.2018 01:24:11


Bakın bazı hücreler korneayı, bazı hücreleri göz bebeğini, bazı hücreler de merceği yapıyor. Adeta biri camı, biri çerçeveyi, biri menteşeyi, biri kolu yapıyor. Her hücre inşa ettiği bölümün bitiş sınırına geldiğinde duruyor. Her biri gözün ayrı bir parçasını oluşturup sonra mükemmel bir şekilde birleşiyorlar. Cam, demir, plastik usta olmadan kendiliğinden bir araya gelip pencere olabilir mi ve yerine geçip takılabilir mi? Kim onu yapan ve monte eden? Ey hücreler siz kimsiniz? Kimden emir alıyorsunuz? Tabakaların başlangıç ve bitiş sınırlarına nasıl karar veriyorsunuz? Komutayı size kim veriyor, böyle ki, hiç şaşırıp karıştırmıyor ve unutmuyorsunuz? Örneğin göz merceği olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Ya da mercek ile göz bebeği yer değiştirse göz görevini yerine getiremez. Hangi detayını anlatsam ki, göz, kalp, beyin, karaciğer her birinde binlerce mucizevi sistemler işliyor. Sindirim, solunum, dolaşım, hormonal gibi sistemler her biri kusursuz bir mühendislik harikası ve üstün bir aklın ürünü. "30 yıldan bu yana canlıların anatomilerini inceliyorum. Her araştırmamda karşılaştığım gerçek, Allah'ın kusursuz yaratışı oldu." Prof. David Menton, Washington Üniversitesi, anotomi profesörü Tüm detaylarıyla ana rahminde şekil ve suretlendirilen insanın yaratılışında, şuursuz hücreler sonsuz bir akılla hareket ederler ve tüm organları ve sistemleriyle bir bebeği ana rahminde inşa ederler. Elbette ki bu olağanüstü olayı başaranlar bu hücrelerin kendileri değildir. Bebeği oluşturan hücreler sonsuz güç sahibi olan Allah'ın ilhamı ile hareket ederler. Allah bir ayetinde insana şekil ve suret veren olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur. Ana rahimlerinde size dilediği gibi şekil ve suret veren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 6) 9

99pencere.indd 9

26.04.2018 01:24:12


5. TARLAYA DÖKÜLEN UNLAR İhtiyar bir köylü eşeğine yüklediği buğdayları değirmene götürür. Dönüşte eşeği tökezleyince un çuvalları yere düşüyor ve tarlaya dökülüyor. Eve boş gelince hanımı diyor, be adam bari toplayabildiğini getirseydin ya, bak yağmur çiseliyor rüzgâr da çıktı unlar telef olmuştur şimdi. Gün doğunca Şükrü dede gidiyor bir bakıyor ki tarlada tuhaf şeyler olmuş: Adamın biri ağaca yaslanmış, inek, koyun, keçi yerde otlar, tavuk eşeleniyor, köpek havlıyor vaziyette ama hepsi hamurdan yapılmış tıpatıp aynı. Eve koşup geliyor, koş hanım tarlada garip şeyler olmuş. Unların döküldüğü yerde hamurdan heykel gibi yapılmış şu şu suretler vardı. Şaşırdım kaldım bu nasıl oluşmuş olabilir? Şimdi tüm ihtimalleri birlikte değerlendirelim: 1- Ya unlar yani un zerreleri mükemmel bir bilinç ve şuur gösterip bir araya gelmeye karar vermişler ve birlikte hareket edip rüzgârın da sırtına binerek bu mahlûkatın ayrı ayrı kalıplarını icad etmişler ve suretlerini oluşturmuşlardır. Bu şık tamamen imkânsızdır. Çünkü un zerreleri cansız ve şuursuzdur. Akledip düşünemezler ve bir araya gelip büyük bir disiplin içinde hareket ederek, bu kalıplara bu şekle ve şemale dönüşemezler. 2- Ya kendi kendine oldubitti. Yani kör kuvvetlerle serseri tesadüflerin bir araya gelmesiyle rastlantı sonucu oluştu. Bu sık da tamamen imkânsızdır. Çünkü sel gibi akan unsurların toplanmasıyla çamur gibi bir hamur yığını oluşur. Mükemmel bir ölçü, düzen ve plan gerektiren bu şekil ve suretler oluşamaz. 3- Ya doğa, tabiat kendi yaptı. Yani tabiat akledip rüzgârlarını gönderdi, yağmurun çiselemesi, şimşeğin çakması depremin sallaması, güneşin ısıtması, suların buharlaşması gibi müşterek hareketler sonucu oluştu. Bu şık da tamamen imkânsızdır. Çünkü kör, sağır, düşüncesiz ve

10

99pencere.indd 10

26.04.2018 01:24:12


cansız tabiat yani güneş, hava, su, toprak, mineraller, madenler, ultraviyole ışınları... Hepsi bir araya gelip istişare sonucu kara vererek her biri ayrı ve mükemmel bir ölçü, düzen ve plan gerektiren bu şekil ve suretleri oluşturamazlar. Haydi, yüz derece cehalete soyunup aklı ve şuur var desek bile, tabiatın eli, kolu ve teması mı var ki heykeltıraş gibi eliyle dokunup ince ince rötuşlar yapıp her birine ayrı şekil ve suretler versin? 4- Ya da akıl ve şuur sahibi bir zat tarafından yapılmıştır. Her ne kadar o kişiyi tarlada bağdaş kurup yerde oturarak görmesek de bir akıl tarafından yapıldığı kanaatine varırız. Tarlaya dökülen unlar misali canlı cansız tüm mahlûkat da un zerreleri gibi çok çok daha ufak cansız ve şuursuz atom zerrelerinden yaratılmıştır. Ha unlar ha bunlar. Hepsi cansız ve şuursuzlukla aynı birbiriyle eşittirler. Sel gibi akan unsurların bir araya gelip toplanmasıyla her biri mükemmel bir ölçü, düzen ve plan gerektiren canlı insan, ağaç, meyve, sebze, çiçek, böcek, inek, koyun, kurt, kuş... kalıpları, şekil ve suretleri kendi kendine, tesadüfen veya tabiatın tesiriyle oluşamazlar tüm âlemlerin Rabbi olan Allah'ın ol demesiyle ve emriyle oluşabilir. Nasıl unların rüzgârda uçuşması, yerde sel gibi toplanıp akmasıyla bu hamur heykeller oluşamazsa, bunlardan binlerce kez daha mükemmel canlı suretleri de, cansız ve şuursuz atomların kendi kendine, tesadüflerle ya da tabiatın tesiriyle oluşabilmeleri akıl ve mantık dışıdır. Ancak üstün bir akıl sahibi Allah'ın dilemesiyle olur. Evet, tüm mahlûkatı oluşturan atom zerreleri kendi kendine işlemez, işletilirler. "Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiş ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur." İngiliz matematikçi ve astronom Prof. Sir Fred Hoyle O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, "şekil ve suret" verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hâkimdir. (Haşr Suresi, 24)

11

99pencere.indd 11

26.04.2018 01:24:13


6- ALEM ECZANESİ Şimdi hep birlikte hayalen bir ilaç fabrikasına ya da eczaneye gidip ilaçların nasıl yapıldığını seyredelim. Bakıyoruz ki raflara sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, sülfat gibi yüzlerce çeşit hammaddelerin bulunduğu kavanozlar dizilmiş ve onlardan canlı, faydalı, şifalı bir macun yapılacak ta ki o harika karışım fırınlanıp hap, tablet, kapsül olsun. Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden her birisinden, çok hassas özel bir ölçüyle bir iki miligram bundan, üç dört miligram ötekinden, altı yedi miligram başkasından ve bunun gibi çeşitli miktarlardan parçalar alınmış. Eğer birinden, bir miligram ya noksan veya fazla alınsa o macun faydalı olamaz, tesirini gösteremez. Hem o hayattar şurubu da inceledik. Her bir kavanozdan çok hassas özel bir ölçüyle bir madde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya fazla olsa, ilaç özelliğini kaybeder. O kavanozlar elliden fazla iken, her birisinden ayrı bir ölçü ile alınmış gibi, ayrı ayrı miktarlarda parçalar alınmış. Acaba hiçbir yönle imkan ve ihtimali var mı ki, o şişelerden alınan çeşitli miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı

12

99pencere.indd 12

26.04.2018 01:24:13


bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden her birisinden alınan miktar kadar yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu oluştursunlar? Acaba bundan daha hurafe, imkansız, batıl bir şey var mı? İşte bu misal gibi; her bir canlı, her bir insan canlı bir macundur ve her bir bitki hayattar bir ilaç gibidir ki; çok farklı kısımlardan, çok çeşitli maddelerden gayet özel bir ölçü ile alınan maddelerden oluşmuştur. Eğer sebeplere, unsurlara dayandırılsa ve “sebepler icat etti” denilse; aynen eczanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, imkansız ve batıldır. Sözün kısası: Şu büyük alem eczanesinde her işi yerli yerinde yapan hikmeti sonsuz Allah’ın takdir ve tecellilerindeki ölçüyle alınan, hayat için gerekli maddeler hadsiz bir hikmet ve sınırsız bir ilim ve her şeyi kuşatan bir irade ile vücud bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan yüzlerce maddi unsurlar ve tabiatlar ve sebeplerin işidir diyen bedbaht, “O acayip ilaç kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur.” diyen deli bir saçmalayıcı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha fazla ahmaktır. Evet o inkar; ahmakane, sarhoşane, divanece bir saçmalıktır.

13

99pencere.indd 13

26.04.2018 01:24:14


7- DAVUD HEYKELİ Yılda sekiz milyon turist Michalengelo’nun 1504 yılında tamamladığı “David” heykelini görmek için İtalya Floransa’ya gelir, hayranlıkla bakarlar ve sanatkârını takdir ederler. Michalengelo tek parça halinde bir mermer bloğu ince rötuşlarla oyarak, beş metre boyundaki heykelini hapsolduğu yerden çıkarmış ve sanatını göstermiştir. Şimdi biri dese; “Bu heykel arazinin ortasında duran bir kaya kütlesinin, sert rüzgârların binlerce yıl esmesiyle kayayı aşındırarak kendiliğinden oluştu biz de alıp müzeye koyduk!” Aklı başında dünyada 7 milyar insandan bir kişiyi bile bu saçmalığa inandırabilir miyiz? Dünya’nın dört bir yanından gelen turistler heykelin sanatkârını takdir ediyorlar buna mukabil aynada kendisine bakınca tahminen sadece kendisi ile alakadar oluyorlar. Hâlbuki kendi yaratıcısı ve sanatkârı olan Rabbini düşünmeleri icap etmez mi? Peki bunu düşünen kaçta kaçıdır acaba? Binde biri mi yahut milyonda biri mi? Heykelin yanında durup hayran hayran izleyen turiste desen, “Hey seni yaratan, şekil ve suretlendiren sanatkârın bir Allah var, ona iman et.” What? What? der şaşırır gider ya da tuhaf tuhaf bakar. Heykelin sanatkârını takdir edip, kendi sanatkârını sağır tabiata, kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, camit ve şuursuz sebeplere isnad etmek veya hiç alakadar olmamak tam bir akılsızlık ve tam bir ihanettir. Bunun da cezası ahirette çok çetin ve vahim olacaktır.

14

99pencere.indd 14

26.04.2018 01:24:14


Bakın benim de gözlerim var ve hem de görüyor, onun ise görmüyor. Bakın kulaklarım duyuyor, ağzım konuşuyor. Parmağımı ani uzatıp heyt! desem irkilmez ben de ise refleks var, kalbim hızlı atar. Bakın akciğerlerim nefes alıyor onun ise almaz zaten yok ortadan ikiye bölsek mermer blok çıkar. Benim ise içimde mükemmel sistemlerle işleyen iç organlarım var. Hangimiz daha sanatlı, hikmetli ve harika? Yıllarca tıp fakültelerinde okuyup bir de ihtisas yapıyor doktorlar gözü, kalbi, beyni… daha iyi anlayıp öğrenebilmek için. Binlerce sayfa kitaplar okuyorlar Allah’ın sanatındaki detayları kavrayabilmek için. Arkadaşım dişin uzmanlığına hazırlanıyordu. Yayınevinden kitapları almış eve taşımak için hamal tutmuş. Heykele bakıp heykeltıraşı bir defa takdir ediyorsa insan aynada kendisine bakıp sanatkârı olan Allah’ı binlerce defa takdir etmesi gerekmez mi? İşte 7 milyar insanın çoğuna hâkim olan bir akıl tutulması var. Dinsizlik, inkâr ve gaflet büyüsü her yeri sarmış. Dalalet, safsata, kibir, inat, görenek gibi şeytani hilelerle insanlar inkâr ve küfür bataklığına saplanmışlar ve hakikati göremiyorlar. Gözler kör değil, basiretler kör olmuş, akıllar bağlanmış. And olsun cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler… İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

15

99pencere.indd 15

26.04.2018 01:24:15


8. SAATİN DİŞLİ ÇARKLARI Nasıl ki bir saat içinde birbiriyle bağlantılı küçüklü büyüklü birçok dişli çarkların dönmesiyle çalışır. Bir çark eksik ya da yanlış yerde olsa saat işlemez. Nasıl ki bir saatin çarkları doğadaki demir, çelik ve plastiğin kendiliğinden işlenip tesadüfen yerinde dizilmesiyle oluşamazsa ve onu 16

99pencere.indd 16

26.04.2018 01:24:15


yapan bir ustası varsa, birbiriyle bağlantılı dişli çarklar hükmünde olan ve mükemmel işleyen vücudumuz ve içindeki dolaşım, sindirim boşaltım, solunum, hormonal gibi sistemler de tesadüflerin değil sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin eseridir. Ülkemizde binlerce kilometre karayolları ve içinde birçok köprü, viyadük, tünel, kavşak ve bağlantı yolları vardır. Nasıl ki kum, çakıl, zift ve betonun tesadüfen tarlalara dökülmesiyle kendiliğinden bu yollar oluşamazsa ve onu yapan mimar, mühendis ve işçiler varsa, bu yollardan çok daha mükemmel ve uzun içimizdeki yaklaşık 100 bin kilometrelik ulaşım ağı olan kan damar yolları da tesadüfen oluşamaz. Hiç damar bulunmayan bir insan bedeni olduğunu varsayalım ve bir mühendisten bu bedenin içine döşenecek damarlar ile ilgili bir plan yapmasını isteyelim. Bu planda karaciğerin derinliklerinden kemik dokularının içine, göz kapaklarından böbreklere, mideden pankreasa, beyinden kaslara kadar her hücreye gerekli bağlantılar sağlanmalıdır. Ayrıca her organın işlerine göre damar kalınlıkları ve özellikleri de belirlenmelidir. Bir insanın böyle bir planı tek başına yapamayacağı çok açıktır. Ancak dünya üzerindeki tüm insanlar toplansa da sonuç değişmeyecektir. Bunların tümünün ne ömrü ne de aklı, sonsuz kombinasyona sahip kan dolaşım ağının planını tasarlamaya yetmez. Milyonlarca insanın bir araya gelerek tasarlayamayacağı kadar mükemmel bir planın, kör tesadüflerle ortaya çıktığını iddia etmek ise elbette mümkün değildir. Tek bir aşamasında dahi tesadüfe asla yer vermeyen bu sistem, insanın Allah tarafından yaratıldığını çok açık bir biçimde gözler önüne sermektedir. "Eğer doğanın derinliklerinde gerçekleşen işlerin kompleksliği dünyanın en zeki beyinleri tarafından bile zor anlaşılıyorsa, bu işlerin sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri olduğunu nasıl düşünebiliriz?" Prof. Paul Davies, fizik profesörü 17

99pencere.indd 17

26.04.2018 01:24:16


9. KUM, ÇAKIL, ÇİMENTO KENDİLİĞİNDEN BU HEYKELLERE DÖNÜŞEBİLİR Mİ? İnşaat malzemeleri satan bir arazide kum, çakıl, çimento malzemelerinin yığıldığını farz edelim. Sanatkâr bir kişi tarafından çakıl taşlarından at, köpek, kedi, tavuk, tavşan, fiil, aslan, ceylan, kartal gibi yüzlerce hayvan heykellerinin; ağaç, çiçek, meyve ve sebze gibi bitki şekillerinin yapıldığını ve oraya dizildiğini görsek, diyemeyiz ki yerdeki bu çakıl taşları tesadüfler sonucu rüzgârların esmesiyle kendiliğinden bu şekil ve suretlere büründüler. Bekçi kulübesinde kimseyi görmesek de akıl ve şuur sahibi biri tarafından bu ufak taşların itinayla dizilip, şekil ve suret verilmek üzere bu heykellerin oluştuğunu hemen anlarız. Çevremizde gördüğümüz canlı cansız her şey, cansız ve şuursuz atomların bir araya gelmesiyle oluşur. Bir atomun ne kadar küçük olduğunu anlamak için bir misal verelim. Elinizde bir anahtar olsun, kuşkusuz bu anahtarın içindeki atomları görebilmemiz mümkün değildir. Ama elimizdeki anahtarı dünya boyutunda büyütürsek, işte o zaman anahtarın içindeki her bir atom bir çakıl taşı büyüklüğüne ulaşır ve biz de onları görebiliriz. Nasıl çakıl taşlarının tesadüf rüzgârlarının esmesi sonucu bu hey18

99pencere.indd 18

26.04.2018 01:24:16


kel suretleri oluşamazsa, çünkü her birinin belirli bir ölçü ve düzen içinde yapılmış muayyen kalıpları var, öyle de bu çakıl taşları gibi cansız ve şuursuz atomların tesadüfen kendi kendine bir araya gelip toplanmasıyla her biri ayrı bir tasarım harikası olan bu canlı cansız mahlûkatı oluşturması imkansızdır. Evren’in şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi, tümüyle delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır. Karl Stern, Montreal Üniversitesi Psikiyatristi Atomları bir araya getirip tüm evreni; yıldızları, güneşi, gezegenleri, dünyayı ve içindeki hayvanları, bitkileri ve insanları yaratan, her birine muayyen ve ölçülü şekil ve suret verdiren tesadüf rüzgarları değil, âlemlerin Rabbi olan Allah'tır. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, "şekil ve suret" verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hâkimdir. (Haşr Suresi, 24)

19

99pencere.indd 19

26.04.2018 01:24:17


10. GÖZDEKİ TASARIM Çölde yürürken yerde bir kamera görsek, hiçbir zaman doğadaki demir, bakır, plastik ve diğer madenlerin ve elementlerin bir araya gelip yıllarca radyasyonlara maruz kalıp kimyasal tepkimelere uğrayarak çöl fırtınalarının esmesi sonucu tesadüfen bu cihazı oluşturduklarını iddia edemeyiz. Nasıl ki bir kamera tesadüfen oluşamazsa, ondan binlerce kez üstün tasarıma sahip gözlerimiz de kendiliğinden oluşamaz. 40 ayrı parçadan oluşan gözümüzün, yani mercek, kornea, konjonktiva, iris, gözbebeği, retina, koroid, göz kasları, gözyaşı bezleri gibi diğer tüm parçaların tesadüfen oluşmaları ve uygun bir şekilde biraraya gelmeleri imkânsızdır. Bir saatin dişli çarkları gibi 40 parçadan oluşan gözümüzün tek bir tanesi bile eksik olsa iş görmez. Örneğin göz merceği olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Dahası sadece mercek ile gözbebeğinin yer değiştirmiş bile olsa göz görevini yerine getiremez.

20

99pencere.indd 20

26.04.2018 01:24:17


Gözyaşı salgılamayan bir göz, çok kısa bir sürede kurur ve kör olur. Yine gözyaşı antiseptik özelliği ile gözü mikroplara karşı korur. Modern teknoloji sonucunda 10-15 yılda otomatik odaklama yapan kameralar üretilmiştir ama hiçbir zaman göz kadar hızlı ve kusursuz odaklama yapamamaktadır. Göz merceği her saniye hiç durmadan otomatik odaklama yapar. Nasıl kameralar tesadüfen değil yüksek teknoloji ve akıl sayesinde üretiliyorsa, kameralardan binlerce kez mükemmel gözlerimiz de kendiliğinden değil, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Allah tarafından kusursuz bir şekilde tasarlanmıştır ve işlev görmektedir. Rastgele meydana gelen hangi işlem bir insanın beynini veya bir insan gözünün sistemini oluşturabilir? Wernher Braun, uzay bilimcisi

21

99pencere.indd 21

26.04.2018 01:24:18


11. PETRA ANTİK KENTİ Dünyanın en gizemli kentlerinden Petra, Arabistan yarımadasında yer alan Ürdün'de, MÖ 400 ve 106 yılları arasında Nebati krallığına başkentlik yapmıştır. Kaya bloklarına oyulmuş tapınaklar, amfi tiyatro, kral mezarları ve kabartma figürlerin her biri hayranlık uyandırıcı türden. Özellikle kayalara oyulmuş, 12 katlı bina yüksekliğindeki El-hazne (hazine) tapınağı, gösterişli ön cephesindeki sütunlar, kabartma heykeller, hayvan ve çiçeklerle süslü figürler göz kamaştırıyor. Arap çöllerinde kayıp bir mücevher gibi parlayan bu yapıyı hiç kimse diyemez ki, binlerce yıl esen çöl rüzgârlarının kumları savurmasıyla kayaları aşındırarak kendiliğinden şekillendi. Yine hiç kimse diyemez ki bu yapıyı ve ön cephede dikilen heykelleri kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat, cansız ve şuursuz sebepler kendiliğinden inşa etti. 22

99pencere.indd 22

26.04.2018 01:24:18


Şimdi medeniyetten tamamen uzak Amazonların balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir yerliyi ya da Patagonya'nın insan ayağı basmamış ormanlarında yaşayan bir yamyamı getirin Petra'ya, bu yapının ve önündeki heykellerin tesadüflerle kendiliğinden oluştuğunu söyleseniz; "Ago migo yamo çigo!" Yani bu kadar da yamyam değiliz diyecektir. Deseniz ki, bu fikri kabul edersen seni fakülteye kaydettirir, beyaz önlük giyer, doktor olursun yoksa kabilene döner ha böyle tam tam çalıp oynarsın. "Ey efendiler varsın medeniyetiniz benden dünyam kadar uzak olsun. Bu önlüğü giymektense boynuma sarmaşıkları bağlayıp kabilemdeki kamp ateşinin etrafında dönüp dans etmeyi yeğlerim!" deyip bu fikri kabul etmeyecektir. Dünyanın çoğu ülkelerinde tıp fakültelerine gitseniz profesörler insan vücudu anatomisini anlatırken sık sık doğa, tabiat, tesadüfen, kendiliğinden gibi inkar kelimelerini duyarsınız. Ben buna çok şahit oldum. Allah diyen yüzde ya da binde bir çıkar. Halbuki çok kompleks sistemlerle yaratılan insan vücudu, Petra'daki insan heykellerinden binlerce kez daha mükemmel, hikmetli ve sanatlı değiller mi? Tıp fakültelerinde kadavranın yanında hocalarını dinleyen beyaz önlüklülerin, koro halinde "Ago migo yamo çigo!" demeleri gerekmez mi? Ama diyen yüzde ya da binde bir çıkar mı? Hadi uyarıcı gelmedi duymadık deseler onlar yırttı, ya bizler? Yarın mahşerde kamp ateşinin etrafında boyunlarına bükülmüş bir ip bağlayıp tam tam çalıp yamyam gibi dans ettirmezler mi? Yarın mahşerde bunları muaf kendinizi yamyam suretinde görürseniz, hemen tam tam çalıp dans etmeye başlayın onların sınıfına kendinizi dahil etmek için ama nafile orada çiğ et yemezler!

23

99pencere.indd 23

26.04.2018 01:24:19


12. YAYLA ŞENLİĞİ Bir harmana gitsek, etrafı toz, toprak ve saman yığınlarıyla karışmış olduğunu görürüz. Binlerce yıl geçse de tesadüf rüzgârlarıyla toz, toprak ve samanlar yağmurla birlikte karışıp mükemmel bir insan suretini, heykelini oluşturamaz. Sadece çamurlu bir yığın oluşur. O harmanın yanına on bin kişi gelmiş yayla şenliği yapmaya. Kimisi horon tepiyor yerde testi kırıyor, diğerleri onları izliyor, kimisi de güreşen boğaları izliyor. O harman yerinde birden fırtınalı bir yağmur çıksa, şimşekler çaksa; toz, toprak ve samanlar havada uçuşup birden o meydanda kerpiçten horon tepen insan suretleri ve güreşen boğa heykellerine bürünse ve dirilip horon tepmeye ve boğalar çılgınca böğürüp güreş etmeye başlasalar, o an binlerce kişi yaşanan tüm bu mucizeler karşısında şaşkınlıklar içinde secdeye varmazlar mı? Kıyamet mi kopuyor diye boğalar gibi böğürüp sağa sola kaçışmazlar mı? Az önce yayla camiinde ezan okundu yirmi kişi namazda saf tuttu, binlercesi horon başında saf tuttu. 24

99pencere.indd 24

26.04.2018 01:24:19


Çamurlu toprak ve saman karışımı kerpiçten suretlere mucize deyip, bunlardan binlerce kez mükemmel ve her an binlercesi etten ve kemikten yaratılan bu mucizeler karşısında hayrete düşüp kulluk vazifemizi yapabiliyor muyuz? Nasıl camit ve şuursuz toz zerreleri, samanlı balçıkla karışıp tesadüf rüzgârlarıyla kendiliğinden kerpiç insan ve hayvan suretlerine dönüşemezse, aynen öyle de bu toz zerreleri gibi camit ve şuursuz atomlar da tesadüfen hücrelere, dokulara, organlara derken bu canlı suretlerine dönüşemez. Yaratanı tanıyıp Yaratanın emri dairesinde yaşayalım. Dünyaya asıl gönderiliş gayemizi iyi bilelim. Saflarımızı sık ve doğru yerde tutalım. Yayladaki testi gibi alışkanlık ülfet perdesini kırıp, hakikatleri görmek için illâ boğa gibi müthiş böğüren İsrafil aleyhisselamın surunu işitmemiz mi gerekecek?

25

99pencere.indd 25

26.04.2018 01:24:20


13. BUZDAN HEYKELLER Sibirya’ya kışın bir ormana gitseniz orada sanatkârların mat buzları kesip yontarak yaptıkları ayı, kurt, geyik, tilki, tavşan gibi buzdan hayvan heykellerini görseniz, bunları hiçbir zaman kutuplardaki sert rüzgarların kar tanelerini savurup toplamasıyla veya buzulları aşındırarak tesadüfen kendiliğinden oluştuğunu hiçkimse iddia edemez. Peki az ilerde soğuktan donup kaskatı kesilmiş ayı, kurt, tilki, domuz cesedlerini görsek bunlara hangi heykeltıraş böyle şekil ve suret vermiş diye düşünebilen hiç çıkar mı acaba? Oradaki votkayı çeken bekçi çocuklara bu buzdan heykellerin sert rüzgârların esmesi sonucu tesadüfen kendiliğinden oluştu masalını anlatsa çocuklar herhalde bu sarhoşa durak! durak! deyip gülerler. Bir gün tüm insanlığa darwinizm ile uyuşturulan beyinler tüm canlıların tesadüfler sonucu kendiliğinden oluştuğunu anlattılar ve bu masala inanan zavallılar yarın mahşerde dirilecekleri gün, "Tüh bizim kalın kafamıza, nasıl bu hurafelere kanıp da hakikati görememişiz. Yazıklar olsun bize, nasıl bu apaçık gerçekleri göremeyecek kadar kör ve akılsızmışız ki Allah'ı inkâr etmişiz. Türlü türlü saçmalıklara 26

99pencere.indd 26

26.04.2018 01:24:20


inanmışız!" diye hayretler, pişmanlıklar ve şaşkınlıklar içinde buz gibi kesilip ormandaki donmuş ayı, tilki, domuz gibi baka kalmazlar mı? "Ben kendim, evrim teorisinin, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük alay konularından biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşaklar, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır." Malcolm Muggeridge, felsefe profesörü

27

99pencere.indd 27

26.04.2018 01:24:20


14. GİZEMLİ MAĞARA İçinde yığınla taşlar ve kayalar olan bir mağara düşünelim. Bu mağarayı doğal şartlara bırakır ve milyarlarca yıl beklerseniz, ilk halinden bile daha düzensizleştiğini, taşların ufalandığını, birbirleriyle tek düze ve şekilsiz bir yapıya geldiklerini görürsünüz. Ama eğer milyarlarca yıl sonra mağaranın içinde bu taşlardan yapılmış bir köy evi görseniz; pencereleri, kapısı, çatısı, bacası olan avlusunda yine bu taşlardan yapılmış inek, koyun, tavuk yerde otlar vaziyette, köpek kulübesinde, eşek kazığa bağlanmış, adam ağaca yaslanmış yatıyor durumda suretlerini görseniz bu tablo gibi düzenliliğin doğa kanunları ile açıklanamayacağına hemen karar verirsiniz. Yapılacak tek açıklama bu mağaranın bir akıl tarafından düzenlenmiş olduğudur. Mağaradan çıktıktan sonra hemen bitişikteki bir köye gitseniz ve bir köy evi görseniz, avlusunda ete kemiğe, oduna bürünmüş asılları duruyor. İnek, koyun, tavuk yerde otluyor, köpek sana bakıp havlıyor, eşek dolaşıyor, köylü yaslandığı ceviz ağacından uyanmış kalkıyor ve sana dese buyur hemşerim kime bakmıştın, ne arıyorsun? Deseniz ki tüm bunların sahibini, bu gizemi arıyorum. O sırada köyüne ziyarete gelmiş ateist bir profesör yoldan geçerken sizi duysa ve dese size aradığınızı ben bildireceğim beni iyi dinleyin: 28

99pencere.indd 28

26.04.2018 01:24:21


Bundan beş milyar yıl önce bazı atomlar tesadüfen bir araya gelerek proteinleri oluşturdular. Sonra başka tesadüfler proteinleri topladı hücreleri oluşturdu. Rüzgâr, fırtına, şişekler, ultraviyole ışınları, radyasyonlar hücreleri bölüp çoğalttı, fiziksel kimyasal reaksiyonlara girerek organları derken ha bu eşekler oluştu. Köylü dese yapma be hocam senin bu dediğine eşekler bile inanmaz. Bak benim Düldül aylarca hiç anırmazdı, söylediklerini duymuş olacak bak ortalığı yırtıp inletiyor, seni protesto ediyor. O sırada eşekten ürkünce köpek çitlerin üzerinden profesöre atlayıp saldırır. Adam Allah! der paçayı son anda kurtarır. Yogi otur yerine sakin ol der köylü, sakinleşince köpek, adam rahat bir nefes alır. Desek ki, sayın hocam mağaradaki ufacık taşlar tesadüf rüzgârları sonucu milyarlarca yıl geçse de nasıl bu hayvanların ve Sami amcanın heykel suretlerine dönüşemezse, bu taşlar misali ufacık atomlar da milyarlarca yıl geçse de tesadüf rüzgârları sonucu kendiliğinden bu canlı suretlerine dönüşemezler. Ortada belli bir ölçü, düzen, plan ve tasarım varsa onu ölçüp biçen, planlayıp tasarlayan bir akıl olmalı. Cansız ve şuursuz atomların, sel gibi akan kör kuvvetlerin, serseri tesadüflerin, sağır tabiatın işi olamaz. Çünkü bunların hepsi aciz, camit ve şuursuzdurlar. Bu işlere malik olamazlar. Oh eşekle bir olmuşsunuz, bilime saldırı, yobazlık ve bağnazlık yaparsınız. Böyle cahilce hurafeler anlatmayın bana. Tüm canlılığı sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi olan Allah yarattı demeyi bilimsel bulmayıp, bunun yerine milyonlarca mucizenin tesadüf denen bir süreçte oluştuğunu söylemenin bilimsellik olduğuna mı inanıyorsunuz? Sizler tesadüfleri ilah olarak kabul etmiş, bizler de âlemlerin Rabbi olan Allah'a iman ediyoruz.

29

99pencere.indd 29

26.04.2018 01:24:21


15. İNAD VE KİBİR Köylü der: Misafirin dediği gibi peki cansız ve şuursuz zerrelerin tesadüfler sonucu bir araya gelerek kendiliğinden bu inekleri, köpekleri, eşekleri ve bizleri oluşturmaları sizce makul ve mantıklı bir iddia mıdır? "Düldül kes artık şu sesini! Bırak adama bir şey anlatacağız." Bak hocam bu gördüğün saman balyaları tesadüf rüzgârlarıyla tarladan uçuşup buraya istif edilmedi. Düldül taşıdı ben de düzenli bir şekilde dizdim onları üst üste. Gel seni buğday harmanına götüreyim. Eline diğren al rüzgâra doğru günlerce savur, sapla saman karışsın. Tesadüf rüzgârlarıyla o harmanda o buğday taneleri, sapla, samanla, çamurla kendiliğinden karışıp inek, koyun, keçi suretleri, heykelleri oluşabilir mi? Ha o zerreler ha bu zerreler eğri büğrü ama yine de doğru. Samanla suyu toprağı karıştırıp kerpiç yaparız. Ama kerpiçler usta olmadan kendiliğinden muntazam dizilip ha bu gördüğün ahırı inşa edemez. Sapla samanı karıştırmayalım sayın hocam. Kardeş doğal seleksiyon ve mutasyonlar var. İşittiniz mi hiç? Bunlar eşek semeriyle beygir döveni değil, bilimsel teorilerdir. Köylü der: Hocam bin yıl da geçse eşek yine eşektir. Milyonlarca yıl geçse yine hiçbir zaman kedi tavuğa, tavuk köpeğe, köpek koyuna, koyun ineğe, inek eşeğe dönüşmez. Eskiden de dönüşmemiştir. Git köyün eski meşatlığını kaz birçok kedi, köpek eşek iskeletlerini bulursun. Ama yarı kedi yarı köpek, yarı köpek yarı eşek, yarı eşek yarı insandan oluşan ucube mahlûklara rastlayamazsın. Eh be Düldül hiç rahat durmadın en iyisi seni çözeyim de dolaş biraz. Bak hocam eşek bile bu fikri kabul etmem deyip kaçıp gitti, uzaklaştı buralardan. Bana köylü ağzıyla eşek muhabbeti laf salatalığı yapmayın. Bu işler tencereye lahana pırasa doğramaya benzemez. Üniversite kür-

30

99pencere.indd 30

26.04.2018 01:24:21


süleri var, paleontoloji ilmi var. Duydunuz mu tarladan patates toplamıyorlar uzun uğraşlar verip fosil topluyorlar. Er ya da geç fosiller bu iddiayı ispatlayacaktır. Misafir der: Eğer teorin doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır. Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntılarında bulunabilir. Normal hayvan fosilleri yüzbinlerce varken; bu ucube canlıların da yani yarı balık yarı ayı, yarı tilki yarı kartal, yarı timsah yarı zebra gibi yüzbinlerce fosili olmalı, bulabildiniz mi bir tane numune? Varsa üniversitenize bulup resmini asın. Bu inadı bırakın bak ezan okunuyor gel tövbe edelim. Rabbimize yönelip namaz kılalım. Öf be yeter! Biri havlar, biri anırır, biri karıştırır, biri sıkıştırır. Ben burada fazla duramayacağım. Siz gidin kılın namazınızı, Düldülü de çağırın aranıza saf tutsun. Size laf anlatacak halim yok. Sizin gibi kara cahillerle uğraşmaktansa, üniversiteme gider, aydın kişileri bu hakikatlerle aydınlatırım deyip uzaklaşmak ister oradan. Ama köpek önünde durmuş hırlar salmaz. Biyoloji eğitimi alan misafir, profesöre aynen evrimci paleontolog (fosil bilimci) Prof. Mark Czarnecki'nin yorumunu kitaptan okur: Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur. Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır. Yine bir başka evrimci paleontolog Prof. Colin Patterson'dan da şu yorumu okur: Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla, mutasyonlarla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu da budur.

31

99pencere.indd 31

26.04.2018 01:24:22


16. BUZLAR ERİYOR Sami amca der Zekeriya Efendi dur bir dakika. Çocukluk anılarımızın hatırına öyle konuşma. Bak senin baban rahmetli Hafız Molla Mehmet Efendi bu köyün imamıydı çok genç yaşta öldü. Bir gün şehirden geldi memurlar köy enstitülerine talebe toplamaya, deden tuttu verdi seni. Allah'tan beni rahmetli pederim öküzlere çift kim koşacak diye vermedi. Çünkü gidenlerin çoğu sizin gibi dinsizliği öğrendiler ve yaydılar. Hatırlıyor musun çocukken camide namaz kılarken kıs kıs gülmüştük, Basri dede susun be kafanızı kırarım diye bastonla bağırınca sen de zaten camiye bir daha hiç gelmedin. Hatırlıyor musun lisedeyken Kepirtepe'den yaz tatiline köye gelmiştin. Mektebin bahçesinde çelik çomak oynarken çocuklar ve beni ağacın altına toplayıp, bakkaldan aldığın kıstırma lokumları gösterip, haydi benden isteyin vereyim demiştin istedik verdin. Sonra erikleri koparıp haydi bunları da isteyin vereyim demiştin istedik verdin. Şimdi de Allah'tan isteyin erikleri deyince şaşırdık, sonra "Allah'ım bize erik ver, Allah'ım bize erik ver!" dedik. "Bak kimse vermiyor demek ki yok, olsa verirdi bak ben veriyorum" diye biz körpe beyinlere dinsizlik aşılıyordun. Akşam yerde yemek yerken "Allah'ım bana su ver, Allah'ım bana su ver demek ki yok ben gidip alayım" deyince annem babam şaşırdı, olup bitenleri anlatınca seni köy meydanında gören babam sana iki tokat atmıştı. Aslında o da yanlıştı. Keşke yüzüne vuracağına kalbine, ruhuna hitap etseydi. Kalbi yaralı bir kimseyle eline yüzüne vurup kavga etmek onun imanını kurtarmaz, o kişiyi kazanmaz, davasını da iptal ettiremez. Mesele akıl ve kalp meselesi olduğu için kalbi ve vicdanı nazara alıp, akla hitap etmek gerekirdi.

32

99pencere.indd 32

26.04.2018 01:24:22


Evet Sami Efendi o günleri dün gibi hatırlıyorum. Beni maziye götürdün, geçmişimi yâd ettirdin. Titrek bir sesle dedi. Sami Efendi bana babamın mezarını bulabilir misin? Tabii gel gidelim der beraber giderler çalıların arasında toprakların örttüğü harabe yıkık yosunlu bir taş görürler. Yosunlaşmış toprakları silip üstündeki silik yazıyı zar zor okurlar. İş bu rahmetli pederin deyince Zekeriya Bey elli yıl sonra geldiği kabre hüzünlenip bakar, yakasına asılıp kravatını yere atar, taşa kapanır ve göz yaşlarıyla toprağı sular. Babam affet beni babam küçüktüm öldün, annem de başkasına gidince elimden tutan, bana sahip çıkan olmadı, onlar sahiplendiler. Canım babacığım kalk bana anlat yine Rabbimi, Peygamberimi. Yine gündöndü çırpılarıyla oynayalım Bedir harbini. Kalk yine anlat mağarada kâfirlerden Peygamberimizi koruyan örümcek ağıyla, yuva yapan güvercinleri. Anlat bana kutlu sahabeleri. Bana Allah'ı Peygamber'i tanımazsan hakkımı helal etmem demiştin. Hakkını helal et babam aslıma döneceğim inşallah. Bilimsellik kılıfı altında dinsizliği öğrettiler bize. Nesi bunun bilim, körü körüne inattan başka bir şey değil. Bilim Allah'ı bulmaktır derdi arkadaşım kimya profesörü Nejat Bey. Bakmasını bilen göz için gökteki yıldızlar Allah'ın varlığını güneş gibi gösterir derdi fizik profesörü Rahmi Bey. Kuru bir inat ve kibir yüzünden hep kulaklarımızı tıkamışız. Gözlerimiz kör olmuş yazık geçen zamana ve boş emeklere. Sami Efendi lütfen beni burada yalnız bırakır mısınız? Beyefendi siz de lütfen. Sami Efendi ile misafir köye geldiler namazını kıldılar. Sami Efendi gece yatarken penceresine mezarlıktan rüzgâr hışırtısına karışmış inleme sesleri yankılanıyordu. Rüzgâr mı ağlıyordu, ağaçların yaprakları mı, kabir mi, oğul mu bilinmez ama mezar taşı gibi kırık babasın kalbinin o kış gecesi bahar sevincini yaşadığı kesindi.

33

99pencere.indd 33

26.04.2018 01:24:23


17. YENİDEN DİRİLİŞ O günden sonra Zekeriya Bey fen fakültesi biyoloji bölümüne geri dönmedi. Zaten 60 yaşında emekliydi. Allah'ı ve Peygamber'i anlatan kitapları okudu, namaza başladı. Ömrünün son zamanlarını köyünde geçirdi. Okul bahçesinde çocukları toplar, getirdiği erikleri, armutları, kirazları; "Bakın çocuklar bunları bize veren Allah'tır. Kör, sağır, düşüncesiz odunlar bizleri tanımaz, acımaz, şefkat etmez. Şükredelim diye bize gönderen Allah'tır. Tabiat doğa değildir!" diye diye iki yıl daha yaşadı. Köyün çıkışına bir hayrat çeşmesi yaptırmıştı suyu gürül gürül akan. Niçin yaptırdığını sorunca, oğlum memlekete hep küfür tohumlarını saçtık o kadar kirlettik ki o çamurları yıkayıp temizlemek için derya gibi sular lazım. Onun yanında bu ne ki? Ama öldükten sonra hayır hasenatım devam etsin istedim derdi. Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resullah sallallahu aleyhi vesselam şöyle dememiş miydi: "İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i cariye yani faydası kesintisiz sürüp giden sadaka, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat." Üniversiteye telefon açtım dilekçe yazdım kitaplarım toplansın diye ilgilenen olmadı. Bu boş davaya kendimi o kadar çok adamıştım ki evlenmeye fırsat olmadı. Evladım yok ama inşallah bu çocuklar bana hayır dua ederler. Bir gün caminin minarelerinden selâ sesleri yükseliyordu. Hafız Molla Mehmet oğlu Zekeriya Efendi Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur diye. Komşu köyler dahil bütün köylü camiye doldu ama çocuklar okul bahçesine koştular. Ha ha bu niye? Yoksa çok sevdiği amcalarını bu son gününde yalnız mı bırakacaklardı? Eh ne diyelim çocuk işte bırakalım oynasınlar. Tabutunu mezarlığa taşırken yola birden koşan çocuklar, ceplerine topladığı erikleri ardından atıp ağlayarak; "Hoşçakal Zekeriya amca hoşçakal, bunları bize Allah verdi ama seni de aldı. Mekânın cennet olsun!" diye uğurluyorlardı. 34

99pencere.indd 34

26.04.2018 01:24:23


Kabrini merhum pederinin yanına kazdılar. Baba ile oğul yan yana yatıyordu ebediyete doğru. Eminim ki artık babası ondan razıydı, Allah da razı olsun. Âmin. Sami amca o gece yine penceresinde, mezarlıktaki selvilerden sabaha kadar rüzgâr hışırtısına benzer sesler duydu. Kim bilir sevinç nağmeleri mi, özlem mi, hüzün mü? Bilinmez ama birileri ağlıyordu. Çocuklar toprak sahada top oynamaktan dönerken her zaman kana kana bu çeşmeden su içtiler ve amcalarının ruhlarına dualar ettiler. Yıllar sonra Erik Amca Çeşmesi'nden su içen bu çocuklar büyüdüler, kimileri öğretmen oldu memleketin dört bir yanına yayıldılar. Erik amcalarını ve bir şeyi daha unutmadılar. Derslerine girerken yanlarında taşıdığı çantalarına elma, armut, portakal, mandalina, erikler koyup çıkartarak; "Bakın çocuklar bunları bize veren Allah'tır. Kör, sağır, düşüncesiz odunlar bizleri tanımaz, bize acımaz, şefkat etmez. Şükredelim diye gönderen Allah'tır. Ağaç değil, tabiat değil, doğa değil!" diye Allah'ı anlatıyorlardı. Allah onlardan da razı olsun. Böylelikle Zekeriya amcamızın amel haznesine sevaplar köydeki çeşme gibi gürül gürül akıyordu. Not: Erik amcanın hikayesinin devamını "İstanbul Turunda Allah'ı Bulmak" adlı kitapta okuyabilirsiniz.

35

99pencere.indd 35

26.04.2018 01:24:23


18. PERİ BACALARI Vadi yamaçlarından inen sel suları ve rüzgârlar tüflü yapıdaki toprağı aşındırır ve tüfe göre daha sert yapılar aşınmayarak şapka gibi ayakta kalır. Yani alt katman olan konik şeklindeki gövde, üst katman olan sert kayaçlardan daha yumuşak olduğu için binlerce yılda daha fazla aşınarak bu ilginç peri bacaları görünümü olmuştur. Bu geniş vadi içinde ilk Hristiyanlar Roma'nın baskı ve zulmünden saklanıp ibadetlerini yapmak için kayaları oyarak içlerine birçok kiliseler yapmışlardır. Vadideki bir manastırın bitişiğindeki peri bacasının duvarını yontup, kilise duvarlarında resmedilen, son akşam yemeği sahnesinde masanın etrafında dizilen havarilerin kabartma heykelleri yapılsa ve oraya gelen turistlere; "Bu suretler de peri bacaları gibi binlerce yılda vadi yamaçlarından inen sel sularının ve rüzgârın tüflü toprağı ve kayaları aşındırmasıyla kendiliğinden oluştu!" denilse. Turistler demez mi; "Yapma be kardeşim hadi peri bacalarını anladık belli belirsiz şekiller, figürler, ilginç oluşumlar ortaya çıkmış. Ama bu sel gibi akan unsurların aklı, şuuru, mizanı mı var ki burada ikişer çift göz ve kulak, burun, ağız, kafa, gövde, el, kol, bacak,

36

99pencere.indd 36

26.04.2018 01:24:24


parmaklardan oluşan insan şekil ve suretlerine bürünsün? Baksana adamcağız kızarmış balığı nasıl kesiyor açlıktan içi gitmiş!" Bu turist kafilesindeki kişilerin belki de çoğu ülkelerinde profesördür. Örneğin Oxford Üniversitesi'ndeki kürsü başkanı olan bu tıp profesörü, yüzlerce dünyanın en seçkin beyinlerinden oluşan öğrencilerine konferansta ders verirken insan vücudundaki son derece kusursuz sistemlerle işleyen detaylardan bahsedip gözü, kalbi, beyni, sindirim, dolaşım sistemini anlatırken bunları tabiata ve tesadüflere havale etse, yani sel gibi akan unsurların (Hava, su, toprak, güneş ışığı) binlerce yılda toplanmasıyla bu harika vücut kendiliğinden oluştu dese hiç kimse buna itiraz etmez. Yarın mahşerde o hocaya ve talebelerine; "Yapma be kardeşim haydi peri bacalarını anladık ama sizlere şükredesiniz diye verilen bu gözleri kulakları nasıl sel gibi akan unsurlara verdiniz?" deyip adamın kulaklarını çekmezler mi? Son yemek sahnesindeki havariler; "Baksana adamcağız kızarmış cehenneme nasıl bakıyor, korkudan ödü patlamış" demezler mi? Ey insan; üstün kerem sahibi olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertip etti. (İnfitar Suresi, 6-8)

37

99pencere.indd 37

26.04.2018 01:24:24


19. TUĞLALAR KENDİLİĞİNDEN BİR BİNA YAPABİLİR Mİ? Varsayalım ki bir gün çorak bir arazide kayaların arasına sıkışmış bir miktar killi toprak, yağan yağmurlar sonucunda balçık haline gelir. Balçık, güneş açınca kayaların arasında kuruyup katılaşır ve şekillenir. Daha sonra, kendisine kalıp görevi gören kayalar bir şekilde ufalanıp dağılırlar ve ortaya düzgün, biçimli, sağlam bir tuğla çıkar. Bu tuğla senelerce, aynı doğal şartlarla yanında kendisi gibi başka tuğlaların oluşmasını bekler. Bu bekleyiş, aynı tuğladan aynı yerde yüzlercesinin, binlercesinin oluşmasına dek asırlarca sürer. Bu arada büyük bir rastlantı eseri, önceden oluşan tuğlalarda hiçbir kayıp olmaz. Binlerce sene fırtınalara, yağmurlara, rüzgârlara, kavurucu güneşe, dondurucu soğuğa maruz kalan tuğlalar, parçalanmaz, çatlamaz, başka yerlere savrulup dağılmaz, aynı yerde ve aynı sağlamlıkta diğer tuğlaları beklerler. Tuğlalar yeterli sayıya ulaşınca, rüzgâr, fırtına, hortum gibi doğal şartların etkisiyle savrulur ve tesadüf eseri yan yana ve üst üste planlı bir biçimde dizilip bir bina kurarlar. Bu arada tuğlaları birbirine yapıştıracak çimento, harç gibi malzemeler de "doğal şartlar“ la oluşup kusursuz bir plan içerisinde tuğlaların arasına girer ve bunları birbirlerine kenetlerler. Bütün bu işlemler başlarken toprağın altındaki demir filizleri de "doğal şartlar” la şekillenip toprağın dışına uzanarak tuğlaların oluşturacağı binanın temelini atarlar. Sonuçta her türlü malzemesi, doğraması, tesisatıyla eksiksiz bir bina ortaya çıkar.

38

99pencere.indd 38

26.04.2018 01:24:24


Ebetteki bina yalnızca temelden, tuğladan ve harçtan ibaret değildir. Öyleyse diğer eksikler nasıl tamamlanmıştır? Cevap basittir: Binanın ihtiyacı olan her türlü malzeme, üzerinde yükseldiği toprakta vardır. Camlar için gereken silisyum, elektrik kabloları için gereken bakır, kirişler, kolonlar, çiviler, su boruları vs. için gereken demir, toprağın altında bol miktarda bulunmaktadır. Bütün bu malzemelerin şekillenip binanın içine yerleşmeleri de "doğal şartlar'ın hünerine kalmıştır. Esen rüzgâr, yağan yağmur, biraz fırtına ve yer sarsıntısının da yardımıyla bütün tesisat, doğrama, aksesuarlar tuğlaların arasında yerli yerine oturur. İşler o kadar rast gitmiştir ki, tuğlalar, ileride doğal şartlarla cam diye bir şeyin oluşacağını biliyormuşçasına, gerekli pencere boşluklarını bırakarak dizilmişlerdir. Hatta ileride yine rastlantılarla meydana gelecek su, elektrik, kalorifer tesisatlarının içlerinden geçebileceği boşlukları bırakmayı da unutmamışlardır. Dediğimiz gibi, işler o kadar rast gitmiştir ki, "rastlantılar" ve "doğal şartlar", kusursuz bir tasarım ortaya koymuşlardır. Tuğla misali canlıların yapı taşı olan atomların ve hücrelerin de tesadüf rüzgârlarıyla bir araya gelip birleşerek insan vücudunun binasını temelden çatıya, tepeden tırnağa kadar sindirim, solunum dolaşım... tüm tesisatıyla rastlantılar sonucu kendiliğinden oluşturmaları aynen yukarıdaki misal gibi safsatadır. Ancak üstün bir Akıl tarafından inşa edilebilir. De ki: "Sizi inşa eden yaratan, size kulak, gözler ve gönüller veren Allah'tır. Ne az şükrediyorsunuz? (Mülk Suresi, 23)

39

99pencere.indd 39

26.04.2018 01:24:25


20. ASKERİ CELPLER Ana rahmindeki cenin gelişip büyürken, bütün hücreler adeta görev yerine dağılan askerler gibi bölük bölük hareket ederler. Gittiği yerlerde mükemmel bir silah talimi yapar gibi organları oluştururlar. Kemik hücreleri kemiklerin olması gereken yerde toplanırlar. Kas hücreleri kasların olması gereken yerde birikirler. Bazıları da iç kısımlara giderek iç organları yapmaya başlarlar. Bazıları beyni, bazıları gözleri, bazıları da damarları oluştururlar. Askeri celp için akıl ve şuur sahibi biz insanların eline mazbatalar verilse, kimimiz Manisa Kırkağaç’a, kimimiz Mersin Tarsus'a, kimimiz Ağrı Patnos'a gidecek diye. Elinden tutan, yol gösteren, rehberlik eden biri olmadıktan sonra nasıl bulsunlar Manisa, Mersin, Ağrı'yı? Mersin'e gideceğine çoğu gidecektir tersine. Bu hücreler bizim ölçülerimize göre kıyas yapıldığında kendilerinden binlerce kilometre uzakta olan bir başka yeri bulup, örneğin gözü yapan hücreler, nereye kadar gözbebeği yapıp retinayı, göz 40

99pencere.indd 40

26.04.2018 01:24:25


kaslarını veya göz merceğini hangi büyüklükte ve hangi yapıda üretip sonra da bu üretimi hangi aşamada durdurmaları gerektiğini nasıl anlamaktadırlar? Ya da karaciğeri, böbrekleri ve pankreası yapan hücreler hiç tanımadıkları bu organların özelliklerini nasıl bilip ona göre yapı değiştirmektedirler? Bu hücrelere bu emri kim vermektedir? Kim onların ellerine mazbatalarını verip, idare ve sevk etmektedir? Hiçbir akla, bilinç ve duyuya sahip olmayan hücreler bu emri nasıl anlamakta ve nasıl uygulamaktadır? Çünkü bu varlığın elleri, kolları, gözleri, kulakları, beyni ve şuuru yoktur. O halde bu seçimi ve faaliyetleri nasıl yapmaktadırlar.? Hücrelerin içine genetik programı yapan, yerleştiren ve okutan kimdir? Kimdir bu askerlerin eline navigasyon sistemini kurup veren, gideceği kışlaları işaretleyip programlayan kimdir? Sizleri biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz yoksa Yaratıcı biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59) 41

99pencere.indd 41

26.04.2018 01:24:26


21. HÜCREDEKİ BİLİNÇ? Evrimci Alman bilim adamlarından Hoimar von Ditfurth, anne karnındaki mucizevi gelişme hakkında şunları söylemektedir: "Tek bir yumurta hücresinin, bölünmesinin, nasıl olup da birbirlerinden öylesine farklılaşmış sayısız hücrenin doğuşuna yol açtığı, bu hücreler arasında kendiliğinden olan iletişim ve işbirliği, bilim adamlarının akıl erdiremediği olayların başında gelmektedir." Beginning of Life kitabının yazarı G. Flanagan da, bu konudaki soru işaretlerini şöyle dile getirmektedir; "Böyle zor bir organizasyon nasıl başarılır? Hücrelerin nereye gideceklerini, ne olacaklarını ve ilgili yere ulaştıklarında ne yapacaklarını bilmelerini sağlayan nedir? Ve aynı zamanda diğer hücrelerle güzel bir uyum içinde çalışmalarını sağlayan..." Yine vücudumuzdaki 100 trilyon hücre, beynimizde sayıları 10 milyar civarında olan sinir hücreleriyle mükemmel bir iletişim ve uyum içinde bağlantılıdır. 100 trilyon çok büyük bir sayıdır. Bu sayının büyüklüğünü biyokimya profesörü Michael Denton şöyle ifade eder: "100 trilyon elbette algılarımızın üzerinde bir sayıdır. Amerika'nın yarı büyüklüğünde bir arazi düşünün. Eğer bu bölgenin tamamının ağaçlarla kaplı olduğunu ve her ağacın 10 bin tane yaprağı olduğunu kabul edersek, işte tüm bu bölgedeki yaprak sayısı, beynimizdeki bağlantıların sayısına yakın olacaktır."

42

99pencere.indd 42

26.04.2018 01:24:26


Bu 100 trilyon bağlantının tesadüfler sonucunda oluştuğunu iddia etmek, İstanbul gibi bir şehrin tüm elektrik şebekesinin, bir gece çıkan fırtına sırasında tesadüfen oluştuğunu ve tek bir ev dahi dışta kalmamak üzere tüm evlere ulaştığını iddia etmekten çok daha mantıksız ve akılsızcadır. Tüm bu kusursuz sistemi kuran ve kontrol eden üstün bir gücün varlığı apaçık bir gerçektir. Bu güç hepimizin yaratıcısı olan Allah'tır. Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi sarıp kuşattığını bilip-öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

43

99pencere.indd 43

26.04.2018 01:24:27


22. KUMDAN KALE Sahil boyunda kör dalgaların vurduğu kumsalda belli belirsiz figürler, şekiller, yarıklar oluşur. Ama o sahilde haşin ve kör dalgaların vurduğu kumsalda kumdan yapılmış sanatlı kulübe gibi ufak bir kale görsek, kalenin kapıları, pencereleri, çatısında bayrağı, etrafında surları, surlarında ellerinde silah tutan kumdan askerleri görsek yani bir ölçü, plan, tasarımla karşılaşsak bunları hiçbir zaman kör dalgalara, sert rüzgarlara, serseri tesadüflere havale edemeyiz. Ortada belli bir ölçü ve düzen varsa, onu ölçüp biçen biri vardır. Plan ve tasarım varsa onu tasarlayan vardır. Sanat varsa sanatkâr vardır. Nasıl kumlar sel gibi akan dalgalarla, tesadüf rüzgarlarıyla savrulup kendiliğinden bu kaleyi ve tasarımları oluşturamazsa, kum misali cansız ve şuursuz atomların da ani bir kararla bir araya gelip, olağanüstü bir organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemlerle donatılmış canlıları tesadüfen kendiliğinden meydana getirmesi akıl ve mantık dışıdır.

44

99pencere.indd 44

26.04.2018 01:24:27


Amerikalı astrofizikçi Prof. Hugh Ross, "Dizayn ve İnsani İlke" başlıklı bir makalesini şöyle bitirir: Akıllı ve üstün bir Yaratıcı evreni yoktan var etmiş olmalıdır. Akıllı ve üstün bir Yaratıcı evreni dizayn etmiş olmalıdır. Akıllı ve üstün bir Yaratıcı Dünya gezegenini dizayn etmiş olmalıdır ve yine akıllı ve üstün bir Yaratıcı hayatı ve canlıları tasarlamış olmalıdır. Aslında yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir. Prof. Sir Fred Hoyle Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi,126)

45

99pencere.indd 45

26.04.2018 01:24:28


23- MARS GEZEGENİNDEKİ ANTİK TİYATRO İçinde yığınla taşlar ve kayalar olan Mars gezegenini düşünelim. Çok kuvvetli rüzgârlar ve aylarca kum fırtınalarının hüküm sürdüğü bu gezegeni doğal şartlara bırakır ve milyarlarca yıl beklerseniz, şimdiki şekilsiz ve karışık halinden fazla bir şey göremezsiniz. Ama eğer milyarlarca yıl sonra gezegenin üstünde bu taşlardan yapılmış Antalya’daki Aspendos Tiyatrosu gibi bir yapı görseniz ve bu yapının üstünde ince ince işlenmiş heykeller olsa, bu her bir detayı iyice ölçüp hesaplanmış yapının ve üstündeki sanat eserlerinin kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiatla, cansız ve şuursuz sebeplerle kendiliğinden yapılamayacağına karar verirsiniz. Yapılacak tek açıklama gezegendeki bu yapının bir “akıl” tarafından inşa edilmiş olduğudur. 1965’te Nobel ödülü kazanan Arno Penzias, evrendeki olağanüstü tasarım karşısında şu yorumu yapmaktadır:

46

99pencere.indd 46

26.04.2018 01:24:28


Astronomi bizleri çok olağanüstü bir olaya götürmektedir; hiç yoktan yaratılmış bir evren. Hayatın oluşmasına izin verecek gerekli olan şartları tam olarak sağlayacak hassas bir denge ile kurulmuş, bu amaca yönelik bir plana sahip olan bir evren. Evrendeki hayret verici dengeleri ve düzeni inceleyen her insanın karşısına çıkan bu gerçek son derece açıktır: Tüm evrende üstün bir tasarım, kusursuz bir düzen sergilenmektedir. Bu düzenin sahibi elbette her şeyi kusursuzca var eden Allah’tır. Allah evrenin yaratılışındaki düzene, “belli bir ölçüyle” hesaplanmış dengelere bir ayetiyle şöyle dikkat çekmiştir. “Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2)

47

99pencere.indd 47

26.04.2018 01:24:30


24. KELEBEK VE TAVUS KUŞLARINDAKİ SANAT Bir damın kiremitleri gibi itinayla dizilmiş kelebeğin kanadındaki pulcuklar ve üzerindeki renklerin ve desenlerin çeşit çeşit motiflerle süslü olarak yaratılması adeta bir ressamın fırçasıyla ince rötuşlarla dokunması ve resmetmesi gibidir. Mağazalarda gördüğümüz ipek kumaşların üzerindeki renkler ve desenler nasıl tesadüfen değil, ilmik ilmik itinayla işlenip renkleniyorsa, öyle de bu ipek gibi kanatların üzerindeki renkler ve desenler de tesadüfen değil Allah'ın gaybi kalemiyle fırçasıyla ilmik ilmik itinayla işlenip renklenmiştir. Boyaların tesadüfen kumaşların üzerine dökülmesiyle desenlerin oluşamadığı gibi, kelebeğin kanatlarındaki bu harika motifler de kendiliğinden değil, Allah'ın kudret kalemiyle çizilip hikmet fırçasıyla resmedilmiştir.

48

99pencere.indd 48

26.04.2018 01:24:30


Akıl ve şuur sahibi en usta ressamları toplayıp, ellerine su bardağı gibi çeşitli boya kavanozlarını verip önlerine de kumaşlar sersek ve desek, hiç fırça kullanmadan sadece boyaları uzaktan yakından savurarak tavus kuşunun tüylerindeki tablo gibi o harika desenleri taklit edin. Bunu resmedebilmeleri acaba hiç mümkün müdür? İsterseniz su bardaklarının içine boya mürekkeplerini doldurun ve duvara yıllarca yorulmadan savurun acaba belli bir ölçü, düzen ve simetri gerektiren o tavus kuşunun tüylerindeki motifleri, desenleri, benekleri taklit edip resmedebilir misiniz? Kör, sağır, düşüncesiz ve cansız tabiata yüz derece cehalete soyunup akıl isnat etsek bile, tabiatın eli, kolu, fırçası mı var ki, ince ince rötuşlarla dokunsun, tavus kuşunun tüylerine renk renk, öbek öbek o harika motifleri resmedebilsin? Akıl ve şuur sahibi ressamlar bile buna muvaffak olamazken, kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır ve şuursuz tabiat bu maharete nasıl vakıf olabilsinler? 49

99pencere.indd 49

26.04.2018 01:24:30


25- RESİM TABLOSU Bir insan bir tablo gördüğünde, hemen bu tabloyu yapan yetenekli, tecrübeli, bilgili bir ressamın varlığını anlar. Nasıl ki harika bir manzara tablosunda ressam dağları, bulutları, nehirleri, çiçekleri, kuşları… özenle çizmiş. Ressamını görmesek bile varlığından asla şüphe duymayız. Hiç kimse bu tablonun boyaların tesadüfen tual üzerine dökülmesi ile oluştuğunu iddia etmez. Bu tabloları beğenen kişi ise, övgü ve takdirlerini bu tablolara değil bunların mimarına ressamına iletir. Çevremizde gördüğümüz tüm güzellikler onların yaratıcısı olan Allah’a aittir. Övgüye ve şükre layık olsan ise sadece Rabbimiz olan, her yarattığını benzersiz yaratan Allah’tır. 50

99pencere.indd 50

26.04.2018 01:24:31


İki boyutlu cansız birer kopya olan tablolardaki görüntülerin dahi tesadüf eseri oluşma ihtimali imkânsız bulunurken; üç boyutlu, canlı ve kıyas olmayacak mükemmellikteki asılları için kör tesadüflerin etkisi nasıl düşünülebilir? Bir tablodaki alelade bir gül resminin dahi mutlaka bir ressamı olacağını idrak eden insan, nasıl oluyor da yeryüzündeki hayattar gülleri nakkaşsız zannediyor?

51

99pencere.indd 51

26.04.2018 01:24:31


26. DENEY ÇUKURU VE İLKEL ÇORBA Toprağın içine dev bir çukur kazalım. İçine canlılığın oluşması için her ne lazımsa koyup atalım. Karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri; aminoasitleri, proteinleri içine atıp dolduralım. Isı, ışık, nem, dalga, rüzgâr, radyasyon, ultraviyole ışınları hazır olsun. Güneş tepede dönsün, sağanak yağmurlar yağsın, şimşekler çaksın, karışımı çalkalasın. Güneş, hava, su, toprak, ultraviyole ışınları... Yani tabiat bir araya gelip ellerine gaybi kepçeler alıp çorba gibi bu karışımı iyice karıştırsınlar, ısıtsınlar, düşünsünler, taşınsınlar, birlikte istişare yapsınlar binlerce milyonlarca yıl beklesinler... Acaba bilinçsiz ve şuursuz atomlar bir araya gelerek hücreyi ve bunlardan müteşekkil canlıları aslanları, kartalları, zürafaları, yunusları, tilkileri, tavşanları, timsahları oluşturabilir mi? Bu bataktan bu mükemmel şekil ve suretlere bürünmüş hayvanatın çıkmasını bekleyebilir miyiz? Bırakın bu canlı hayvanları bunların tek bir hücresi bile elde edilemez. Ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemiştir: "Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür." Bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler bir araya getirilerek canlı bir hücre üretilememektedir. Ünlü ingiliz astronom ve matematikçi Sir Fred Hoyle maddenin kendi kendine hayat oluşturamayacağını şöyle bir örnekle anlatır:

52

99pencere.indd 52

26.04.2018 01:24:32


İlkel çorbayı temsil eden bir yüzme havuzunu deney için kullanın. Böyle bir havuzu istediğiniz her türlü cansız kimyasalla doldurun. Ona istediğiniz her türlü gazı pompalayın, ya da üzerine istediğiniz her türlü radyasyonu verin. Bu deneyi bir yıl boyunca sürdürün ve (hayat için gerekli olan) 2000 enzimden kaç tanesinin sentezlendiğini kontrol edin. Ben size cevabı şimdiden vereyim ve böylece bu deneyle zamanınızı harcamayın: Kesinlikle hiçbir şey bulamazsınız, belki oluşacak birkaç amino asit ve diğer basit kimyasal maddeler dışında. Evrimci biyolog Andrew Scott ise aynı gerçeği şöyle kabul etmektedir: Biraz madde alın, karıştırın, ısıtın ve bekleyin. Bu, hayatın kökeninin modern versiyonudur. Yerçekimi, elektromanyetizma, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler gibi "temel" güçler gerisini halledecektir... Peki, ama bu kolay hikâyenin ne kadarı sağlam temellere oturmaktadır ve ne kadarı umuda dayalı spekülasyonlara bağlıdır? Gerçekte, ilk kimyasal maddelerden canlı hücrelere kadar giden aşamaların bütün mekanizmaları ya tartışma konusudur ya da tamamen karanlık içindedir.

53

99pencere.indd 53

26.04.2018 01:24:33


27. BATIK GEMİ Denizin dibinde batık bir gemi görsek; demirleri paslanmış, kaportası çürümüş, camları patlamış, mengene direği bükülmüş her yeri yıkılmış, dökülmüş, çürümüş, yosun tutmuş, balıklara yuva olmuş... Biri dese ki bu gemi denizin dibinde evrim geçiriyor. Demir, çelik, ham petrol ve madenler binlerce yılda tesadüfen buluşmasıyla ve kimyasal reaksiyonlara girmesiyle şimdilik bu hale geldi. Hele sabret binlerce yıl sonra kendiliğinden Alanya Limanı'na demir atmış, her yeri gıcır gıcır parlayan lüks bir yata dönüşecek. Desek ki binlerce yıl daha beklesek bir Boeing 747 uçağına da dönüşebilir mi? Ona değil uzay gemisine bile dönüşebilir yeter ki zamanın mucizevi ellerine bırakalım. Bataklık içindeki cansız ve şuursuz atomların tesadüfen gelişen olaylar sonucunda, kendi kendilerini düzenleyip protein ve canlı hücrelere dönüşüp, kendi içindeki etkileşimlerle yani yağan yağmurlar, çakan şimşekler, ultraviyole ışınlarıyla yıllar sonra bataktan çıkan ba-

54

99pencere.indd 54

26.04.2018 01:24:34


lıklara, timsahlara, zürafalara, kaplanlara, geyiklere, kuşlara, kartallara, insanlara, bilim adamlarına dönüşmesi aynen bu hurda yığını batık geminin zaman içinde limana demirlemiş lüks bir yata ve diğerlerine dönüşmesine benzer. İddia ediyorum ki ne tesadüfler, ne prebiotik doğal seleksiyon, ne de fiziksel-kimyasal gereklilik, ilk hücredeki bilginin kaynağını açıklayamaz. Hücrede akıllı tasarımın kanıtlarını görürsünüz. Prof. Steven Meyer, Whitewort Üniversitesi, felsefe profesörü Soru şudur: Bana evrimle ilgili tek bir şey söyleyebilir misiniz, gerçekten doğru olan bir şey? Bu soruyu Doğa Tarihi Müzesi'ndeki tüm jeoloji ekibine sordum ve aldığım cevap tam bir sessizlik oldu... Sonrasında tüm yaşamımın, evrimin açık bir gerçek olduğuna inanarak aldatılmakla geçtiğini fark ettim. Colin Patterson, İngiltere Doğa Tarih Müzesi paleontoloğu, Evolution (Evrim) adlı kitabın yazarı.

55

99pencere.indd 55

26.04.2018 01:24:34


28- DARWİN FORMÜLÜ! Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir örnekle özetleyelim. Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana getirmişlerdir, simdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir “deney” tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına “Darwin Formülü” adıyla inceleyelim: Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar (doğal şartlarda oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10950 olan) protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. 56

99pencere.indd 56

26.04.2018 01:24:35


Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler. Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Allah’ın üstün yaratmasıyla hayat bulur. Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir. 57

99pencere.indd 57

26.04.2018 01:24:36


29- MEVHUM SANATKÂR Hikmetle yazılmış bir kitabın kâtibini veya sanatkârane yapılmış bir eserin sanatkârını aradığımızda, bize aradığımız eserin, mesela Süleymaniye Camii’nin mimarının kör bir zat olduğu söylense inanmayız. Hem kör, hem de sağır olduğu söylense, bu fikri katiyetle reddederiz. Hem kör, hem sağır, hem de şuursuz olduğu söylense bu iddiaya ancak güleriz. Hem kör, hem sağır, hem akılsız ve hem de hayatsız olduğu söylense bu hurafeyi tavsif edecek söz bulamayız. İşte tabiat, bu son iddiada belirtilen mevhum sanatkârdan yani gerçekte olmayıp var sanılan sanatkârdan başka bir şey değildir. Süleymaniye Camii’nde görünen bütün sanat ve güzellikler, Mimar Sinan’ın üstün ilmine işaret eder. Çünkü sanat ile hikmet ile iş görmek ilim ile olur. Hem herbiri birer ölçü içindeki bütün düzenli minareler, sütunlar ve herbiri birer düzen içindeki bütün ölçülü minber, mihrap, kubbe yine o dahiyane ilme işaret eder. 58

99pencere.indd 58

26.04.2018 01:24:36


Çünkü düzenle iş görmek ilim ile olur. Ölçü ile tartı ile sanatkârane yapan, elbette kuvvetli bir ilme dayanarak yapar. Şimdi desen; "Bakırköy taş ocağındaki taşlar, Marmara Adası’ndaki mermer, Bulgaristan demir yatağındaki demir, Sırbistan’daki kurşun... doğadaki depremlerle etkileşip, düşen yıldırımlarla tepkileşip, radyasyonlara maruz kalarak zamanla maden yataklarını depreştirdi; fırtına, tipi, kasırgalarla şimdiki yerine taşındı ve cami kendiliğinden oluştu." Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın üstün ilmine işaret ettiği gibi, üstün iradesine de işaret eder. Şöyle ki, minareleri tam olması gerektiği yere hassas bir ölçü, nazik bir tartı, ince bir düzen ile sanatkârane yapması, bizzat görerek üstün bir tercih, kasıt ve irade ile olur. Minareleri şimdiki yerinde değil de kubbenin tam ortasından içeriye geçirseydi, aynen insanın bacaklarının göbeğinden çıkması gibi tuhaf olurdu. Ana giriş kapılarını kubbeye, mihrabını dışarıya caddeye yapsaydı, insanın ağzının ensesinde, gözlerinin de koltuk altlarında olması gibi tuhaf ve hikmetsiz olurdu. Sayısız ucube vaziyetler içinde en mükemmel bir vaziyeti seçmek; bir tercih, bir kasıt ve bir irade ile olur. Tercih bir tercih edeni ister. Ayıran ve tercih eden ise iradedir. Nasıl ki bir cami kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat, akılsız ve cansız sebeplerin toplanıp bir araya gelmesiyle kendiliğinden oluşamazsa, evrendeki canlı cansız herbir eser, içinde hayret verici ölçü, denge ve düzenler Allah’ın sonsuz ilim, güç, hikmet ve iradesi ile vücut bulabilir.

59

99pencere.indd 59

26.04.2018 01:24:37


30- ANNE KARNINDAKİ CENİN Anne karnındaki ceninin orantılı bir şekilde büyümesi de Allah’ın rahmet ve şefkatinin çok güzel bir delilidir. Her organın kendisi için belirlenmiş bir büyüklüğü vardır. Bu büyüklüğe hiçbir eksik ya da fazla olmadan ulaşılabilmesi içinse, gelişmenin zamanlaması çok iyi ayarlanmalıdır. El, ayak, kulak, göz gibi bütün çift organlar aynı anda şekillenmeye başlamalı, gelişmeleri aynı anda durmalı, bu gelişim durduğunda da aynı büyüklüğe ulaşmış olmalıdırlar. Aynı şekilde, meydana gelen organların simetrik olması da, hücrelerin eşit olarak, doğru bir zamanlamayla hareket etmeleri sonucunda olur. Organların eş zamanlı büyümelerinin ne denli büyük ve hayati bir mucize olduğu, olayın tersi düşünüldüğünde daha da iyi 60

99pencere.indd 60

26.04.2018 01:24:37


anlaşılır. Organların farklı hızlarda, birbirlerinden bağımsız olarak büyüdüklerini düşünelim. Olacakları hayal edebilir misiniz? Örneğin beynin, kendisini çevreleyen kafatasından çok daha hızlı büyüdüğünü düşünün. Hacmi yeterince genişlememiş kafatası beyni sıkıştırıp onun ezilmesine dolayısıyla bebeğin kısa sürede ölümüne yol açardı. Veya deri, vücut çatısına oranla daha yavaş gelişse, hızla gelişen iskelet ve uzuvlar deriyi önce gerip bir süre sonra da yırtarak büyümeye devam edeceklerdi. Sonuçta ortaya garip bir görünümün çıkması bir yana bebek yaşamayacaktı. Bu konuda, hücre zarıyla hücre organellerinin uyumlu gelişiminden, iskeletle iç organlar arasındaki dengeli büyümeye kadar pek çok örnek verebiliriz. Bunların oluşmaması ve bizim dünyaya düzgün birer insan olarak göz açmamızın tek nedeni, Allah'ın sonsuz merhameti, şefkati ve biz kulları üzerindeki korumasıdır. Ancak tüm bu açık gerçeklere rağmen bazı kişiler, insana hayat verenin beyin, hücreler ya da kan olduğunu düşünürler. Oysa şuursuz hücrelerin insana can vermesi mümkün değildir, insanı yoktan var eden, can bağışlayan, sağlık veren ve yaşatan Allah’tır. Allah Muhyi (hayat veren)dir. Allah Yunus Suresi’nde yer alan bir ayette “O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz.” (Yunus Suresi, 56) buyurmaktadır. Bir varlığa can vermek, onu yoktan yaratmak ve onun yaşamını sürdürebileceği şekilde dünya şartlarını düzenlemek yalnızca sonsuz güç sahibi olan Allah’a mahsus bir özelliktir. Allah dokuz ay içinde yoktan; gören, duyan bir insan yaratır. Ona can bağışlar. Bir canlının oluşum aşamalarında meydana gelen bu mucizevi olayları, bir yumurtayla spermin başaramayacağı açıktır. Onları birleştiren ve anne karnındaki bebeği dokuz ay boyunca koruyarak büyüten yalnızca Allah’tır.

61

99pencere.indd 61

26.04.2018 01:24:38


31- USTA OLMADAN BÖREK OLMAZ Un, yağ, tuz, şeker, yumurta kendiliğinden bir araya gelip pide, börek, baklava, kadayıf olamaz. Bunları karıştırıp hamur haline getiren, eline oklava alıp yufka eden sonra evirip çeviren, devirip döndüren, açıp yayan, şekillendirip ocakta pişiren bir usta vardır. Yoksa; kör, sağır, düşüncesiz unlar ve diğerleri bir araya gelip dilimlenerek pide, börek, baklava, kadayıf olamazlar. Aynı şekilde bu kör, sağır, düşüncesiz ve iradesiz hücreler de kendiliğinden bir araya gelip kalbi, beyni, karaciğeri, damarları, sinirleri, simetrik orantılı elleri, kolları, kulakları yapamazlar. Yufka misali 62

99pencere.indd 62

26.04.2018 01:24:38


anne rahmindeki bu kör, sağır, düşüncesiz ve iradesiz cenini de evirip çeviren, devirip döndüren, açıp yayan, anne rahminde şekillendirip pişiren sonsuz bir ilim, güç, kudret ve irade sahibi olan yaratıcımız Allah’tır. Hücreler işlemez işletilirler! “Sizi anne rahimlerinde istediği gibi şekillendiren O’dur”(AI-i İmran Suresi, 6) Bir tezgâhta dokunan halıdan, tezgâhın da ipliklerin de haberdar olmadığı gibi anne rahminde teşekkül eden yavrudan da annenin ve diğer vasıtaların haberi yoktur.

63

99pencere.indd 63

26.04.2018 01:24:39


32- HAYALİ İCRAATLAR Dört yüz tane kör, sağır düşüncesiz insan olsun. Bunların gözleri görmüyor, kulakları işitmiyor elleri ve ayakları yok ve bir akla ve bilince sahip olmadıklarını farz edelim. Bu durumdaki bu insanlar bir araya gelip bir yerden arsa alarak oraya büyük bir fabrika kuracaklarını söyleseler ve bunun proje ve inşasını kendileri yapıp televizyon, buzdolabı, bilgisayar gibi cihazları üretecek makineleri de orada kendileri icat edip üretim yapacaklarını ve her gün milyarlarca lira kazanacaklarını söyleseler, sizleri de yanlarına çağırsalar ortak olur musunuz bu kör, sağır ve düşüncesiz mahluklarla? Böyle binlerce kişinin bir araya gelerek azim bir şirket kurdukları ve bu şirketin her gün yüz milyar kazandığı söylense, bu iddia ne kadar ahmakane ve ona inanan kimse ise ne derece divane olur. Buna inanan kimseye divane denilirse; hayatı, şuuru, fikri olmayan güneş, hava, toprak, su ve diğer unsurların bir araya gelip bir sistem kurduklarına ve her gün milyarlarca canlı meydana getirdiklerine inanan ve Halik-ı Kainatı tanımayan kimseye ne isim verilecektir?

64

99pencere.indd 64

26.04.2018 01:24:39


Ya da gözleri gören, kulakları işiten, aklı bilinci yerinde olan yüz tane keçi otlatan çobanı bir yere toplayıp onların önüne plastiği, demiri, çeliği yığıp, haydi bunlardan bir uçak yapın da uçalım deseniz, o mükemmel tasarımıyla, elektronik donanımı ile o uçağı canlı, eli kolu tutan bu insanlar yapabilirler mi? Bırakın bu insanları bu konuda özel eğitim almamış ve tecrübe kazanmamış hiç kimse bu işi yapamaz. Kaldı ki içimizdeki hücreler kör, sağır ve düşüncesiz. Bir akla ve bilince sahip değiller. Oysa insan vücudu hiçbir uçak, bilgisayar, robot gibi insan eseriyle kıyaslanamayacak derecede çok daha karmaşık bir şekilde yaratılmış olup Allah’ın yeryüzünde yarattığı en mükemmel bir yaratılış harikasıdır.

65

99pencere.indd 65

26.04.2018 01:24:40


33- ÇÖLÜN ORTASINDAKİ UÇAK Çölün ortasında bir uçak görsek; lastikleri patlamış, camları kırılmış, kaportası paslanmış, motoru çürümüş bir haldeki bu uçağın yıllar önce buraya düştüğü veya terk edildiği kanaatine varırız. Biri dese ki çölün altındaki madenlerin zamanla kendiliğinden bir araya gelip şekillenmesiyle bu uçak tesadüfen oluştu. Demir sıcaktan eridi, aktı, gece soğudu, uçağın iskeletini oluşturdu. Kumlar eridi camlara dönüştü. Petrol aktı, lastikler oldu. Bakırlar inceldi, kablolara dönüştü. Uzaklardan pamuklar uçuştu, koltuklar oluştu… Akıllı bir usta, bir mühendis olmadan doğadaki madenlerin kendiliğinden bir araya gelip tesadüf rüzgârlarıyla savrulmasıyla bir uçağın montajı olabilir mi? Bir uçak kanatlar, pervaneler, motor, kumanda sistemi, türbinler, tekerlekler, radar sistemi ve benzeri çeşitli parçalardan oluşur. Vücudumuzdaki birçok sistemlerde de örneğin sindirim sistemimizde de aynı şekilde çeşitli parçalar vardır. Bunlar mide, yemek borusu, yutak, dişler, dil, bağırsaklar gibi çeşitli organlarımızdır.

66

99pencere.indd 66

26.04.2018 01:24:40


Nasıl bir uçak güçlü türbinleri, motoru, kanatları, pervaneleri, uydu sistemi olmadan hareket edip uçamaz. Ancak her parçası bir arada ve yerinde olduğu takdirde çalışır. İşte sindirim sistemimiz için de aynı şey geçerlidir. Yemek borusu olmadan midenin olmasının bir anlamı yoktur. Çünkü yiyecekleri mideye taşıyan yemek borusudur. Veya mide olmadan bağırsakların bir işe yaraması mümkün değildir. Çünkü midede sindirilen besinler bağırsaklara geçerek kan dolaşımı yoluyla hücrelerimize kadar ulaştırılacak hale getirilirler. Nasıl bir uçak tüm parçalarıyla birlikte tesadüfen çöl şartlarında kendiliğinden oluşamazsa, ondan binlerce kez mükemmel işleyen vücudumuz ve çeşitli parçalardan oluşan sistemler de tesadüfen bir araya gelip oluşamazlar. Ancak üstün akıl sahibi, âlemlerin Rabbi tarafından yaratılıp monte edilebilir. De ki: "Sizi inşa eden yaratan, size kulak, gözler ve gönüller veren Allah'tır. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)

67

99pencere.indd 67

26.04.2018 01:24:41


34- GÖZÜN MUCİZEVİ YARATILIŞI Embriyo 4 haftalık olduğunda başının her iki tarafında birer oyuk oluşur. İnanması güçtür ama bu oyukların içine gözler inşa edilecektir. 6. haftada gözler oluşmaya başlar. Hücreler aylar boyunca akıl almaz bir plan içinde hareket eder ve gözün farklı bölümlerini teker teker oluştururlar. Bazı hücreler korneayı, bazı hücreler göz bebeğini, bazı hücreler de merceği yaparlar. Her hücre inşa ettiği bölümün bitiş sınırına geldiğinde durur. Her biri gözün ayrı bir parçasını oluşturur, sonra mükemmel bir şekilde birleşirler. Sıralamada bir karışıklık olmaz, gözbebeği yerine başka bir tabaka oluşmaz, kornea, göz kasları her şey yerli yerindedir. Bu işlemler sürekli devam eder ve farklı tabakalardan oluşan göz kusursuzca inşa edilir. Kara bir nokta görünümündeki bir cismin zaman içinde renkli, üç boyutlu gören, üstelik estetik görünümlü gözler haline gelmesini sağlayan her şeyin hâkimi olan Allah’tır.

Burada kendi kendimize bazı sorular sormamız gerekir: Bu hücreler farklı tabakalar inşa etmeleri gerektiğini nereden bilirler? Tabakaların başlangıç ve bitiş sınırlarına nasıl karar verirler? Bu soruların tek bir cevabı vardır. Hücreler Allah'ın ilhamıyla hareket ettikleri için bu şuurlu hareketleri yapabilirler. Ancak insanın oluşumuna tesadüflerle açıklamaya getirmeye çalışan evrimciler bu soruların cevabını veremezler. İnsan bedenindeki kusursuz planı kitaplarında anlatan evrimcilerden biri de Hoimar von Ditfurth'tur. Dinozorların Sessiz Gecesi adlı kitabında yazar, insanın oluşumunu detaylı olarak anlatmış ancak "nasıl, neden" gibi sorulara evrim teorisiyle asla cevap veremediklerini şöyle itiraf etmiştir: 68

99pencere.indd 68

26.04.2018 01:24:41


"... İnşaata nerede ve ne zaman başlanacağı ve planın tek tek parçalarının hangi zaman sırasıyla bir araya getirileceğini ayrıca belirten projeler yoksa en iyi plan bile bir işe yaramaz. Söz konusu olan bir binaysa işe temelden başlayıp, duvarlar bittikten sonra en son damı yerleştirmemiz gerektiğini biliyoruz. Ama elektrik ve su tesisatı tamamlanmadan sıvaya da geçemeyiz. Her inşaatta tıpatıp uygulanan bir mekân düzenleme planının yanı sıra, inşaatın uyduğu bir zaman düzenlemesi vardır. İşte doğanın inşaatları ve elbette hücreler için de geçerlidir bu. Ama hücre düzleminde bu öncelik-sonralık ilişkisinin nasıl gerçekleştirildiği konusunda hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Hücreye planın hangi bölümünü ne zaman imal etmesi gerektiğini kimin söylediğini biyologlar henüz bulamadılar. Bazı genler tam gerektiği anda ve doğru zamanda engellenirken, gene kimilerinin üzerindeki ambargonun nasıl olup da kalktığı, baskıcı genler ile baskıyı ortadan kaldırıcı genleri harekete geçiren komutayı kimin verdiği, tamamen karanlıkta bekleyen sorulardır..." Dünyanın "en mükemmel kamerası" olarak kabul edilen gözün oluşumunda da görüldüğü gibi şuursuz hücreler adeta sonsuz bir akılla hareket ederler ve gözler anne karnında yoktan inşa edilir. Elbette ki bu olağanüstü olayı başaranlar hücrelerin kendileri değildir. Gözü oluşturan hücreler sonsuz güç sahibi olan Allah'ın ilhamı ile hareket ederler. Allah bir ayetinde insana suret veren olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

69

99pencere.indd 69

26.04.2018 01:24:42


35- ÖLÜM MÜ? DOĞUM MU? Ömer Sevinçgül Biz sadece dünyayı tanıyoruz. Dünya ölçüleriyle ahireti anlamak hemen hemen imkansız. Şu görülen alemi bir çekirdeğe benzetirsek, ahiret ona nispeten ağaç gibidir. Hayatında ağaç görmemiş farazi bir şahıs, ağacı nasıl hayal etsin? Cehaletimiz kendi özrümüzdür, her anlayamadığımızı inkar edersek, inanacak ne kalır? Anne karnında akıllı bir bebek farzedelim, onun için bütün varlık alemi, bulunduğu yerden ibarettir. Dünyayı görmediği için bilemez. Ne güneşi, ne toprağı, ne havayı, ne hayvanları, ne de bitkileri tanır. Mümkün olsa da ona dünyayı anlatsak, belki de inkar eder. Kendi küçük dünyasına göre kainatın büyüklüğü ve sayısız imkanları, onu ürkütür. Bizim için “sıradan” gerçekler, bebek için “inanılmaz” dır. Bizim “doğum” diye isimlendirdiğimiz olay, onun için “ölüm” dür. Çünkü küçük dünyasından ayrılıyor. Bu ayrılık, boş yere kendisini korkutur. Fakat gerçeği bilir ve inanırsa, korkusu silinir, küçücük kalbi sevinçle dolar. Çünkü o dar alemden ayrılmasına mukabil, gayet geniş olan dünya memleketine gelecek, sevgili annesine ve babasına kavuşacaktır. Çeşit çeşit dünya nimetleri onu beklemektedir. O bebek anne karnındayken kendini inceler ve düşünürse, dünyanın varlığını anlayabilir. Çünkü el, kol, ayak, ağız, göz, kulak gibi organları anne karnında işe yaramamaktadır. Bunların başka bir alemde kullanılmak için yaratıldığı bellidir. Maddi ve manevi uzuvları, o dar alem için verilmemiştir. Aslına bakılırsa, bizim bu bebekten farkımız yoktur. Sayısız arzularımız, sonsuz emellerimiz ve sınırsız isteklerimiz var. Kalbimizdeki ses, “sonsuza kadar yaşamak istiyorum”, diye haykırmakta. Bu duygu, karşılıksız olamaz. Şuan dünyanın karnında yaşıyoruz. Bu dünya ahirete oranla ana rahminden daha dar ve daha sıkıntılıdır. Ahireti hâyâl bile edemeyişimizin sebebi de bu darlıktan dolayıdır. Efendimiz aleyhisselatu vesselam, âhiret konusunda, “ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de insan kalbine gelmiştir” buyuruken, dünya aklıyla öbür dünyanın anlaşılamayacağına ne güzel işaret etmiştir.

70

99pencere.indd 70

26.04.2018 01:24:42


Aslına bakılırsa bizim bir bebekten farkımız yoktur. Bu dünya, âhirete oranla ana rahminden daha dar ve kısıtlıdır. Âhireti hayal bile edemeyişimizin sebebi de bu darlıktır. Şu halde bizim “ölüm” dediğimiz hâdise, âhirettekiler açısından bir “doğum”dur. Kabir yoluyla, dünya karnından âhiret ülkesine gidiyoruz.. Nitekim, Kur’an, yeniden dirilişi ispat sadedinde “ilk yaratılışımızı” göz önüne getirmemizi ister. Bir defa yoktan hayat veren, bir defa daha niçin diriltmesin? İnsan da kendi kabiliyetlerini incelemek suretiyle âhiretin varlığını anlayabilir. Sayısız arzularımız, sonsuz emellerimiz ve sınırsız isteklerimiz var. Kalbimizdeki ses “sonsuza kadar yaşamak istiyorum” diye haykırmakta. Bu duygu, karşılıksız olamaz. Açlık hissi, nasıl yiyeceklerin varlığını gösteriyorsa, sonsuzluk duygusu da âhiretin vücudunu gösterir. Dünyadaki kısacık hayatımız boyunca ancak binde birini kullanabildiğimiz kabiliyetlerimiz, meyve vermeden, belki filiz bile olamadan gidiyor. Ölürken bile yaşamak ihtirasıyla doluyuz. Bu hakikatlar, bir başka dünyanın varlığını hatırlatmıyor mu?

71

99pencere.indd 71

26.04.2018 01:24:43


36- CENAB-I HAK İBADETİ NİÇİN EMRETMİŞ? Mehmed Kırkıncı Ana rahmindeki bir çocuğu şuurlu farz ediniz. O çocuk, gözüyle o âlemde bir şey göremediği için, “Yahu şu gözler bana niçin takılmış?” diye itirazda bulunacaktır. Ona, “Bu gözler sana başka bir âlemde lâzım olacak. O âleme gittiğin zaman bu gözler sayesinde semâvât ve arzdaki harika san’atları temaşa edeceksin.” denilse, “Ben görmediğim şeye inanmam” diye bu hakikatin karşısına çıkacaktır. Daha sonra itirazlarına devamla burnunun neye yaradığını ve ne için yüzünde kalabalık ettiğini soracak ve kendisine bu âletle başka bir âlemde güzel kokular alacağı söylendiğinde bu hakikati de inkâra gidecektir. Aynı şekilde kollarının kalabalık ettiğinden, ayaklarının lüzumsuzluğundan bahisle sadece göbeğinden beslenmesine nazar edecek, ağzını dahi lüzumsuz bulacaktır.

72

99pencere.indd 72

26.04.2018 01:24:43


İşte, Rahîm-i Zülcemâl, ana rahminde rahmetiyle bizim elimizden tutmuş, bizi kendi fikrimizle baş başa bırakmamış ve bu dünyada lâzım olacak bütün cihâzatı takarak bizleri bu dünyaya göndermiştir. İşte, O Hakîm-i Zülcemâl bu dünyada bizi bir imtihana tâbi tutmuş ve bu âlemden sonra gideceğimiz ahiret âleminden hakkıyla istifade edebilmek için, nasıl hareket etmemiz icap ettiğini Nebiy-yi Zişân (S.A.V.) ve Kur’an-ı Kerîm’iyle bizlere bildirmiştir. Bu imtihanda, ana rahmindeki mezkûr çocuğun düştüğü aptallığa düşmeyip; namazın, orucun, haccın, zekâtın ve sair emir ve nehiylerin niçin yapıldığını sormadan onlara harfiyen riayet ettiğimizde, ahirette bu ibadetlerimizden ebediyen istifade edeceğiz. Aksi hâlde, bu dünyaya gözsüz, elsiz, ayaksız, ağızsız ve kulaksız gelen bir çocuk gibi ahirete gittiğimizde, cennette bize hayat hakkı tanınmayacağı muhakkaktır. Bir zatın bir kamyonu olduğunu ve bununla kum taşıdığını farz ediniz. Bu kamyonun aylık kazancı ancak kendi yakıt parasını ve boya, tamir gibi masraflarını çıkarıp, hiç kâr bırakmasa, o zat bu kamyonu kaç ay çalıştırır? Bir kamyon dahi, kazanç itibariyle kendi masrafını aşamadığı takdirde kıymetten düşüp faaliyetten menedilirse, biz hangi akılla bu dünyaya gelişimizin gayesini sadece ekmek parası kazanma olarak mütalâa edebiliriz. Elbette ki Hâlik-ı Hakim, biz insanları böyle cüz’i bir iş için bu dünyaya göndermemiştir. İnsanın fıtrî vazifesi, ancak Allah’a (C.C.) iman ve ona itaat etmektir. Çünkü maddesi itibariyle şu koca kâinatla beslenen, diğer bir ifadeyle, masrafı şu kâinat olan insanlar, bilbedâhe bu dünyaya maddî bir gaye için gönderilmemişlerdir. Yani, insandan beklenen netice maddî değil, mânevî olacaktır. Bu ise, Hâlık-ı Külli Şey’e iman, kâinattaki mu’cize-i san’atı tefekkür, ihsanat-ı Rabbaniye’ye karşı şükür ve ibadetle mukabele gibi ulvî hakikatlerden başka ne olabilir?

73

99pencere.indd 73

26.04.2018 01:24:44


37- NASIL ALDANIYORLAR? - Mehmed Kırkıncı Seksen vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan her birisini bir öndeki vagonun çektiği söylenebilir. Fakat iş lokomotife dayandığında, artık lokomotifi kim çekiyor diye bir sual sorulamaz. Zira çeken fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa, trendeki nizam bozulur ve hareket meydana gelmez. Diğer taraftan bir elma, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağaç ise kâinat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da, kâinatın da, nihayetsiz bir ilim ve kudret sahibinin eseri olduğu kabul edilmezse, kâinat fabrikasına da bir fabrika, o fabrikaya da başka fabrika icab edecek mesele bir noktaya dayandırılamadan sürüp gidecektir.

74

99pencere.indd 74

26.04.2018 01:24:44


Bir er emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkumandan da emri padişahtan alır. “ Ya padişah kimden emir alıyor?” şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da raiyyet derecesine iner ve onun emir aldığı zat padişah olur. Yani emir veren fakat emir almayan bir zatın varlığı muhakkaktır ve o da padişahtır. Verilen misallerden anlaşılacağı gibi, mahlûkatın birbirini silsileler halinde meydana getirmesi mümkün değildir ve onları yaratan, fakat kendisi yaratılmamış olan bir kudretin varlığı zaruridir. Evet, bu hakikatler, bütün açıklığıyla ortada dururken, Cenab-ı Hak’kı haşa kim yarattı diye sual soranlar sadece cahilliklerini ortaya koymuş olacaklardır.

75

99pencere.indd 75

26.04.2018 01:24:45


38- DÜNYANIN BİN SENESİ CENNETİN BİR SAATİ Mehmed Kırkıncı “Dünyanın bin sene mes’udane hayatının, bir saat cennet hayatına mukabil gelemediği” hakikatine bir misâl dürbünüyle bakmaya çalışalım: Ana rahmindeki bir çocuğa şöyle denilse: Bu âlemin ötesinde dünya denilen öyle bir âlem var ki, buranın bin sene mes’udane hayatı oranın bir saatine mukabil gelmez. Ana rahminde malûmunuz olan hayatı süren ve bu hayattan son derece memnun olan bu çocuk, mezkûr hakikati aklına sığıştıramayacak, belki de inkâr edecektir. O çocuk dünyaya gelip büyüdükten sonra kendisine: “Burada bir saat yaşamayı mı, yoksa ana rahmine dönüp binlerce yıl yaşamayı mı tercih edersin?” denilse, böyle bir sualin sorulmasını dahi hayretle karşılayacak ve ana rahmini düşünmek dahi istemeyecektir. İşte bu dünya hayatı da ahirete nispeten ana rahmindeki hayat gibidir. Fakat bizim bunu hakkıyla idrak etmemiz mümkün olamamaktadır. Zira henüz bu hayatı yaşamaktayız. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) cenneti “ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş ve ne de kalb-i beşere hutur etmiştir” şeklinde tarif buyurmuşlardır. Önceki misalden bunun ne derece veciz bir tarif olduğu bedahetle anlaşılmaktadır.

76

99pencere.indd 76

26.04.2018 01:24:45


Yine ana rahmindeki o çocuğa, dünyada bir anda kazanılan ilmin ana rahminde bir milyon senede kazanılamayacağından bahsedilse, o çocuğun aklı bu hakikati de idrakten âciz kalacaktır. Lâkin farzımuhal olarak, ana karnında bir pencere açmak suretiyle bu kâinat kendisine bir an gösterilse, mesele bütün haşmetiyle tezahür edecek ve o çocuk bir anda ana rahmindekiyle kıyas kabul etmeyecek derece ilimlerle teçhiz edilecektir. İşte, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) mi’rac penceresiyle beka âlemine bir an baktı. Fakat o anda dünya senesiyle ölçülemeyecek ve anlaşılamayacak kadar çok hakikatlere vâkıf oldu ve geçmiş ve gelecek bütün ilimleri bir üzüm tanesi gibi bir anda yuttu. Bizler bu hakikati tefekkür ederken, dünya denilen ana rahminde bulunduğumuzu unutmayacak, aklımızın dar sahasına güvenmekle ana rahmindeki çocuğun durumuna düşmeyeceğiz. Malumdur ki, koyunlar faraza irade sahibi olsalar, kendi hissiyat ve duygularını, anlayış ve kavrayışlarını ne kadar artırırlarsa artırsınlar, çobanlarının ilmine ve irfanına kavuşamazlar. Çobanın bir saatte kazandığı ilme ve mazhar olduğu feyze onlar binlerce senede erişemezler. Diğer insanlarla Peygamber Efendimiz (S.A.V.) arasındaki fark da buna benzer.

77

99pencere.indd 77

26.04.2018 01:24:46


39- TOHUM MUCİZESİ Binlerce farklı tür bitki arasından, herhangi bir portakal ağacını ele alalım. Ağaç, bilindiği gibi toprağa atılan bir tohumdan ortaya çıkar. Tohum küçücük (bir santimetre küp bile etmeyen) bir cisimdir; ama nasıl olur bilinmez, o tohumun içinden kısa süre içinde 4-5 metre uzunluğunda ve yüzlerce kilo ağırlığında dev bir ağaç oluşur. Tohumun kendisine oranla bu dev boyuttaki ağacı yaparken kullanabileceği tek malzeme ise içine gömülü olduğu topraktır. Peki, ama tohum ağaç üretmeyi nereden bilir? Nasıl olur da toprağın içindeki malzemeleri ayrıştırıp ihtiyaç duyduklarını alır ve bir ağaç oluşturmak için bunları kullanmayı “akledebilir”? Ürettiği ağacın nasıl bir şekle ve yapıya sahip olması gerektiğini nasıl tahmin edebilir? Bu son soru özellikle önemlidir. Tohumdan herhangi bir tahta parçası çıkmamaktadır çünkü. Tohum, içinde damarlar bulunan, topraktaki maddeleri özümsemek

78

99pencere.indd 78

26.04.2018 01:24:46


için gereken köklere sahip ve üst kısmı da dallara ayrılan son derece iyi tasarlanmış bir canlı madde üretmektedir. İnsan bile iyi bir ağaç resmi çizmek gerektiğinde zorlanır; ağacın köklerindeki ve dallarındaki ayrıntıları çizmek zor bir iştir çünkü. Oysa, tohum, çizmek şöyle dursun, son derece kompleks bir cisim olan ağacı topraktaki malzemeleri kullanarak sıfırdan üretmektedir. Bu durumda tohumun son derece akıllı, hatta bizden de akıllı bir varlık olduğu sonucuna varırız. Daha doğrusu, tohumun içinde son derece etkileyici bir aklın gizli olduğunu anlarız. Peki, bu akıl ve ağacın oluşması için gerekli bilgi tohuma nereden, nasıl gelmiştir? Nasıl olur da küçücük bir tohum, bir bilgisayar diski gibi bir bilgiyi depolayabilir? Bilgisayar diskleri akıl ve bilgi sahibi insanlar tarafından üretilirler, sahip oldukları bilgiler de yine insanlar tarafından hazırlanıp içlerine yerleştirilir. Tohum da böyledir; Allah tarafından, ağaç yapabilecek yeteneğe sahip olarak yaratılmış, programlanmıştır. Toprağa atılan her tohum, Allah’ın ilmi ile kuşatılmıştır; O'nun ilmi ile büyür. Bir ayette bu gerçek şöyle haber verilir: “Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır.” (Enam Suresi, 59) Tohumu yaratan da, toprağın içine düştüğünde onu yarıp içinden yeni bir bitkiyi çıkaran da Allah’tır. Bir diğer ayette bu konu ile ilgili şöyle denir: “Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah’tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?” (Enam Suresi, 95)

79

99pencere.indd 79

26.04.2018 01:24:48


40- MEYVELERDEKİ NİMETLER Oturduğu yemek sofrasında çeşit çeşit meyveleri gören şuurlu bir insan şunları düşünür: Kapkara bir çamurun içinden, rengârenk, farklı farklı kokularda, içleri mis gibi tertemiz olan meyvelerin çıkması, her birinin tadının çok hoş ve lezzetli olması Allah’ın insanlara sunduğu büyük bir nimettir. Muz, mandalina, portakal, kavun, karpuz kısacası tüm meyveler hep ambalajları ile yaratılmışlardır. Hepsinin kabuğu meyveyi çürümekten, bozulmaktan korur. Kokuları da ambalajlarının içinde saklıdır. Ambalajları açıldığında ise bir süre sonra kararmaya ve bozulmaya başlarlar. Meyvelerin her biri tek tek incelendiğinde birçok inceliklerinin bulunduğu görülür. Örneğin portakal ve mandalina özel olarak dilimlenmiştir. Bir bütün halinde olsalardı o kadar sulu bir meyveyi yemek insan için zor olabilirdi. Ama Allah bunları küçük dilimler haline getirerek insanlara kolaylık sağlamış ve bir güzellik sunmuştur. Şüphesiz meyvenin içindeki bu kusursuz, ihtiyaca yönelik ve son derece estetik tasarım, üstün bir ilim sahibi olan Allah’ın yaratışının delillerindendir. Örneğin çilek, görüntüsü ve tadı ile çok özel bir meyvedir. Üzerindeki motifleri sanki milim milim ölçülerek işlenmiş gibidir. Kırmızı ve estetik biçiminin üzerinde yeşil yaprakları ile Allah’ın eşsiz sanatının eserlerinden biridir. Tadındaki ve kokusundaki güzellik, çekirdeksiz ve kabuksuz olduğu için yenmesinde hiçbir güçlük olmaması insana

80

99pencere.indd 80

26.04.2018 01:24:48


cennet meyvelerini hatırlatır. Toprağın neredeyse içinde yetişen bir meyvenin bu kadar güzel ve çarpıcı bir renge, bu kadar güzel bir kokuya sahip olması, onu örneksiz yaratan, sanatını, aklını ve ilmini yarattığı varlıklarda gösteren Rabbimizi bizlere tanıtır. Her mevsimde ayrı meyvelerin bulunması da üzerinde düşünmeye değer bir konudur. Örneğin kışın insanların en fazla vitamine ihtiyaçları oldukları dönemde, mandalina, portakal ve greyfurt gibi C vitamini yönünden zengin meyvelerin olması, yazın da insanların susuzluğunu gidererek ferahlamalarını sağlayan kiraz, kavun, karpuz, şeftali gibi meyvelerin çıkması Allah’ın insanlara lütfu ve nimetidir. “Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır...” (İbrahim Suresi, 32) Meyvelerin dallarındaki veya ekili haldeki görüntüleri de Allah’ın sunduğu birer güzelliktir. Kupkuru bir odunun üstünde içi sulu, bir çoğunun dışı özellikle cilalanmış gibi, dalına sımsıkı bağlanmış yüzlerce meyve görüntüsü, her birinin Allah tarafından yaratıldıklarının bir delilidir. Örneğin salkım salkım üzümler, sanki tek tek asma dallarına yerleştirilmiş gibidir. Allah her birini örneksiz ve eşsiz yaratmıştır. Dallarındaki görüntüleri ise insanların hoşuna gidecek şekle sokulmuştur. Bu nedenle Allah Kuran’da cenneti tasvir ederken, “(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış” (İnsan Suresi, 14) ayetiyle cennet meyvelerinin devşirilmeye, yani dallarından koparılmaya hazır olduklarını bildirmektedir.

81

99pencere.indd 81

26.04.2018 01:24:49


41- PERDE ARKASI Bakıyoruz ki odun çamur yiyor şeftali ftali veriyor. Çamur yiyor elma veriyor, çamur ur yiyor dut, vişne, kiraz veriyor. Kör, sağır düşüncesiz üşüncesiz odun bizleri tanımaz, bizlere acıyıp şefkat etmez. Ama yediklerimiz mesela portakal tadı damağımızın mızın hoşuna gidiyor, rengi gözümüzün hoşuna gidiyor; kokusu burnumuzun hoşuna gidiyor, vitaminleri vücudumuzun hoşuna gidiyor. uzu zun n ho hoşu şuna na g idiy id iyor or. Kapkara acı ve çamurlu bir toprak perdesinden rdesinden böylesine çeşit çeşit tatlarda, renklerde, kokularda ve vitaminlerde aminlerde meyveleri yaratmak, Rabbimizin bizlere olan o mükemmel el şefkatini, lütfunu ve ihsanını göstermektedir. Bir yere misafirliğe gidiyoruz, ev sahibi cömert bir zat bakıyoruz ki misafirleri için çeşitli ikramlarda bulunmuş. Masalalar arda da b ulun ul unmu muş. ş. M asal as alaa rın üzerlerine porselen tabaklar dizilmiş. miş. Porselen kâseler aynı ama içindekiler farklı. Kuru fasulye, tass ke kebabı, musakka, pilav, keba babı bı,, mu musa sakk kka, a, p ilav il av,, cacık... Yemekleri yerken bunları tabaklardan kâselerden bilsek klar kl arda dan n kâ kâse sele lerd rden en b ilse il sek k ve ev sahibine hiç teşekkür etmesek ne derece divanelik ettiğimizi hepiniz anlarsınız. İşte Rabbimizz Allah yeryüzü sofrasında odun kâselerinden bizlere sevgisinden, lütfundan tfundan dolayı çeşitli ve bol ikramlarda bulunmuş. Odunlar bir, aynı ama ma içindekiler farklı. Elma, armut, kayısı, dut, vişne, portakal... ve biz iz bu nimetleri yerken bunları odunlardan ağaçlardan bilsek ve Rabbimize bimize şükretmesek odunlar bize diyecek; dikkat edin bizler sadece odunuz odun odun! Bunları size gönderen Rabbimiz Allah eğer bunları rı bizlerden bizlerde d n bilirseniz siz de de odun gibi gidersiniz! Soğuk bir kış günü Cuma namazından çıkıyoruz. Dışarıda iki büklüm kalmış, hasta ve bitkin olduğu her halinden belli yaşlı bir zat oturmuş dileniyor. O halini görünce içimizdeki şefkat, merhamet ve acıma hissimiz kabardığından cebimizden üç beş kuruş çıkarıp o adama veriyoruz. Şimdi görünüşte veren el ama asıl veren kalbimiz ve vicdanımızdaki o şefkat, merhamet ve acıma hissimiz. 82

99pencere.indd 82

26.04.2018 01:24:49


İşte Rabbimiz Allah ağaç ve odun ellerinden bizlere çeşitli meyveler ve hayvanların manevi ellerinden çeşitli nimetler veriyor. Görünüşte verenler odun ve hayvanlar ama asıl veren, Rabbimizin bizlere olan o şefkati, rahmeti ve merhameti.

83

99pencere.indd 83

26.04.2018 01:24:50


42- MAĞARA DUVARINDAKİ ÇİZİMLER: Binlerce yıldır içine girilmeyen bir mağara düşünelim. İçine girdiğimizde topraktan duvarlarına basitçe çizilmiş elma, armut, kiraz, muz gibi meyve şekillerini ve incir, kayısı, dut gibi ağaçların resimlerini görsek, bu çizimlerin kendi kendine tesadüfler sonucu oluştuğunu veya toprağın kendisinin üzerine resmettiğini düşünemeyiz. Mutlaka canlı, şuurlu ve akıl sahibi biri tarafından çizilmiştir kanaatine varırız. İşte bu aciz, cansız ve şuursuz toprağın daha meyvelerin ve ağaçların alelâde çizimlerini bile yapamayacağını bildiğimiz halde nasıl oluyor da yine bu aynı toprağın bu meyvelerin ve ağaçların çizimlerinden binlerce kat daha mükemmel hayattar asıllarını kendileri icad ediyor diyebiliyoruz.

84

99pencere.indd 84

26.04.2018 01:24:52


Kaldı ki canlı ve şuurlu biz insanlar bile bunların resmini çizmeye kalksak köklerindeki ve dallarındaki sayısız ayrıntıyı çizmeye başaramayız. Ama cansız ve şuursuz toprağın bundan milyon kez mükemmel asıllarını icad ettiklerine inanma gafletini gösterebiliyoruz. “Asmalı ve asmasız bahçeleri hurmaları tatları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları – birbirine benzer ve benzeşmez – yaratan O’dur.” (Enam Suresi, 141)

85

99pencere.indd 85

26.04.2018 01:24:53


43- PLASTİK AĞAÇLAR Bir çiçek mağazasına gitsek, orada plastikten yapılmış ve Çin’den ithal edilmiş ağaçlar görsek, şöyle ki bembeyaz çiçek açmış kiraz ağacı, yemyeşil yaprakların arasında sapsarı limon ağacı, gelin çiçeği gibi pembe beyaz çiçek açmış şeftali ağacı… Şüphesiz bu süs ağaçları Çinli ustaların maharetlerini gösterir. Diyemeyiz ki plastikler kendi kendine akıp şekillendi, yaprak, çiçek ve meyve verdi. Mağazadan çıkıp az ötedeki orman parkına gitsek, orada sayısız ağaçları görsek, binlerce defa plastik ağaçlardan daha mükemmel, sanatlı, harika ve canlı bu ağaçların Sanatkârını hangi tezgâha havale edebiliriz? Şimdi plastik ağaçların icatlarını rahatlıkla Çinli ustalara verebiliyoruz ama nasıl oluyor da bunlardan binlerce kez mükemmel, sanatlı, hikmetli ve canlı sayısız ağaçların icatlarını kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, sağır tabiata, şuursuz ve karanlık toprağa havale edebiliyoruz?

86

99pencere.indd 86

26.04.2018 01:24:53


Bu ağaçların köklerine botanik profesörlerini gömüp bağlantı yapsak, elmayı, armudu, portakalı oluşturmak için toprağın içindeki mineralleri seçip, süzüp toplayamazlar, köklerinden geçirip ağaçlara nakledemezler. Ama şuursuz kökler pardon şuurlandırılmış kökler bunu yapabiliyorlar. Allah dilerse olur. Kökler kendiliğinden işlemez, işletilirler. “Hiç şüphesiz ki, her şey Allah’ın yüce kudreti ile meydana gelmiştir. Her şeye gideceği yolu gösteren ve çizen O’dur. Toprak ve bitkilerle ilgili araştırmalarda derinleştikçe Allah’a imanım da o nispette arttı” (Prof. Dr. Lestergon Simurden, Cochin Üniversitesi Tarım ve Matematik Profesörü) “Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık…” (Vakıa Suresi, 63-65)

87

99pencere.indd 87

26.04.2018 01:24:54


44- USTA OLMADAN ESER OLAMAZ İnsanlar, sanatta ve fende ne kadar ileri giderlerse gitsinler, kendilerinden daha üstün bir eser yapamazlar. Bu hale göre, toprak kendisinden daha mükemmel olan ağacı nasıl yapabiliyor veya ağaç kendisinden daha mükemmel olan bir meyveyi nasıl inşa edebilir? Bu eserler, zahiren ustaları gibi görünen şeylerden daha mükemmel olduklarından ağacın da, toprağın da ancak birer sebep, birer alet veya birer vasıta oldukları ve müsebbeplerin ve neticelerin Sani-i Kadir tarafından vücuda getirildikleri apaçık anlaşılmaktadır. Tahta, çivi, çekiç usta olmadan kendiliğinden sehpa olamaz. Cam, plastik, demir usta olmadan kendiliğinden gözlük olamaz. Un, yağ, şeker, yumurta usta olmadan kendiliğinden baklava olamaz. Toprak, mineraller, hava, su, güneş Usta olmadan kendiliğinden ağaç olamaz, meyve veremez. İnek, ot, saman, su Usta olmadan kendiliğinden süt olamaz. Ta-

88

99pencere.indd 88

26.04.2018 01:24:54


vuk, yem, ot, su Usta olmadan kendiliğinden yumurta olamaz. Arı, çiçek, nektar, su Usta olmadan kendiliğinden bal olamaz. İpek böceği, dut, ot, su Usta olmadan kendiliğinden ipek olamaz. Deniz suları, buharlaşma, toz, rüzgârlar Usta olmadan kendiliğinden bulut olamaz, yağmur yağamaz. Toprak, mineraller, yağmur, güneş Usta olmadan kendiliğinden filiz olamaz; domates, biber, patlıcan, kabak, fasulye, nohut, mercimek… veremez. Ana rahmi, yumurta, sperm Usta olmadan kendiliğinden bebek olamaz. Kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat, cansız ve şuursuz sebepler Yaratan olmadan kendiliğinden yaratıcı olamaz, kanun olamaz. Kâğıt, kalem, mürekkep usta olmadan kendiliğinden kitap olamaz, kanun olamaz. “İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O her şeyin üstünde bir vekildir. (En’am Sûresi, 102)

89

99pencere.indd 89

26.04.2018 01:24:55


45- HAYVANAT BAHÇESİ Gişelerin önüne mıcır taşları dökülmüş hayvanat bahçesi düşünelim. Girişte mıcırların üstüne bu taşlardan yapılmış aslan, geyik, maymun, timsah, fil, zürafa, kartal gibi hayvan heykellerini görsek, bunların tesadüfen, rüzgârların yerdeki mıcırları savurmasıyla oluştuğunu iddia edemeyiz. Yine hayvanat bahçesinden içeri girip daldan dala zıplayan maymunları, ağaçlara tırmanan sincapları, kükreyen aslanları, yaprak yiyen zürafaları görsek akıldan istifa edip nasıl bunların yaratılışlarını, şekil ve suretlerini sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Allah’a vermeyip kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, sağır tabiata, cansız ve şuursuz sebeplere, atomlara isnat edebiliriz? Bir yere pamuk yığınları, iplik yumakları yığsak, tesadüf rüzgârlarının esmesi sonucu kendi kendine çeşitli renk, desen ve motiflerde ilmik ilmik kilimler, halılar dokunabilir mi? Bir yere atom yığınlarını, hücre yumaklarını yığsak, tesadüf rüzgârlarının esmesi sonucu kendi kendine çeşitli şekil ve suretlerde, herbiri muayyen ve ölçülü kalıplarda kuşlar, papağanlar, zebralar, zürafalar, kangurular, kartallar, timsahlar… dokunabilir mi?

90

99pencere.indd 90

26.04.2018 01:24:55


Tabiat ya da doğa yani güneş, hava, su, toprak, bulut, rüzgâr, fırtına, şimşek, erozyon, radyasyon…bir araya gelip bu hayvanların basitçe yapılmış daha mıcırdan heykellerini yapmaktan acizken; nasıl oluyor da bu cansız ve akılsız atomların tesadüf rüzgarlarıyla kendiliğinden bir araya toplanarak bunlardan binlerce kez mükemmel, canlı, etten ve kemikten asıllarını yarattı deme gafletini gösterebiliyoruz? Evet, mıcırlar gibi cansız ve şuursuz atomlar, tesadüf rüzgârları sonucu kendi kendine bir araya gelip her bir hayvanın muayyen kalıbını düşünsünler, toplanıp öylece dizilsinler ve o mükemmel ölçü ve düzen içindeki şekil ve suretlere dönüşsünler? Bundan daha hurafe, batıl ve saçma bir safsata olabilir mi? Çevremizde gördüğümüz her şey, tüm varyasyonları ile yaratılışın birer kopyasıdır ve hepsi çok üstün ve mutlak ilim sahibi bir varlık olan Allah tarafından yaratılmıştır. (Prof. Dr. Kenneth Cumming, Biyokimya Profesörü) Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)

91

99pencere.indd 91

26.04.2018 01:24:56


46- ÇEKİÇ, ÇİVİ, TAHTA KENDİLİĞİNDEN SEHPA YAPABİLİRLER Mİ? Ömer Sevinçgül Bakıyorsunuz, her iş, büyük bir nizam ve intizam içinde yapılıyor. Her faaliyette bir fayda ve hikmet gözetiliyor. Şuurlu bir ölçüyle yaratılıyor her şey. Hiç bir şey başıboş değil; hiç bir mahluk kendi haline bırakılmamış. Soruyorsunuz: Kim yaratıyor bütün bu sanat eserlerini? Bu faaliyetleri yürüten, yıldızları çarptırmadan döndüren, dünyayı canlılara beşik yapan, milyarlarca mahluka vakti vaktine rızık veren kim? Kimdir o yaratıcı ki, toplu iğne başı kadar bir tohumdan dev gibi bir ağaç; bir damla sudan, insan çıkartıyor? “Tabiat” diyor bazı kimseler. Uydurulmuş şekliyle “Doğa” Televizyonda, radyoda, gazete ve dergilerde, hatta ders kitaplarında zaman zaman rastlıyorsunuz bu kelimeye. Sormak lazım böyle diyenlere: Tabiat nedir? En kısa tarifiyle “Canlı ve cansızların hepsi”, diyecekler.

92

99pencere.indd 92

26.04.2018 01:24:56


Halbuki cansızların kendi başlarına bir şey yapamayacakları, apaçık bir gerçek değil midir? Çekici, çiviyi, tahtayı koyun bir odaya, milyon sene bekleyin, şuurlu bir usta bunları kullanmadığı sürece bir sehpa bile yapılamayacaktır. Toprak, hava, su, güneş ışığı çekiçten, çividen ve tahtadan daha şuurlu değildir. Oysa, bir kar tanesi bile, bir sehpadan daha mükemmeldir. Hâl böyle olunca, cansız, akılsız, şuursuz; kuvvetten, iradeden mahrum tabiatın basit bir canlıyı bile yapamayacağı açıkça ortaya çıkmıyor mu? Gelelim canlılara. Bunların da en şuurlusu insandır. İnsan ise, bu kainatı ve içindekileri yapmak şöyle dursun, minnacık bir yaprağı bile yapmaktan âcizdir. Üstelik de kendini yaratanı aramakla meşguldür. Tabiat, canlılarla cansızlardan meydana geldiğine ve bunların da hiçbir şeyi yaratamayacakları kesin olduğuna göre, bu kâinatı ve kâinattaki bütün sanat eserlerini sonsuz ilim, irâde ve kudret sahibi olan Allah'ın yarattığı, açıkça görülebilir.

93

99pencere.indd 93

26.04.2018 01:24:57


47- TABİAT KANUNLARI KENDİLİĞİNDEN OLUŞAMAZ “Tabiat kanunları” veya “Doğa yasaları” ifadelerini sık sık kullanan tabiatçılara sormak lazım: “Bu kanunlar akıllı, şuurlu, gören, işiten, karar verme kabiliyetine sahip, her şeyi bilen şeyler mi?” Cevap: “Hayır” olacaktır. Çünkü bu soruya evet cevabını vermek, aklı inkâr etmekten farksızdır. Oysa, yukarıda saydığımız vasıflara sahip olamayan, yaratıcı da olamaz. Kaldı ki, tabiat kanunları Allah'ın varlığına delildir. Neden mi? çünkü, kanun varsa, onu koyan biri vardır. Hiç bir kanun kendi kendine ortaya çıkamaz. Mürekkebin masaya dökülmesiyle “Mecelle” gibi bir hukuk kitabı kendiliğinden yazılamaz. Bir maymunun daktilonun karşısına geçip rastgele tuşlara basmasıyla anayasa kitabı oluşamaz. Ayrıca kanunların uygulanması için bir hakime ihtiyaç vardır. Hakim yoksa, hiç bir kanun kendi başına suçluyu yargılayamaz. Bunun en güzel örneğini, yine insanların yaptığı kanunlarda görmek mümkündür. Tabiatın yaratıcı olduğunu iddia edenlere şunu da sormak gerek: “Kainatı ve tabiat kanunlarını kim yarattı?” Bu suale, mecburen “ta-

94

99pencere.indd 94

26.04.2018 01:24:57


biat” diye cevap verecektir. İşte bu durumda tabiatçı, kâinatın kendi kendini yarattığını iddia edecek kadar gülünç bir duruma düşmektedir. Evet bu durum gerçekten gülünçtür. Çünkü, “Yazıyı yazan yazıdır.” “Sehpayı yapan sehpadır.” demekten farkı yoktur bunun. Bir mühendis daktilo icad eder ama yazıyı yazan daktilonun kendisi değildir. O makinanın karşısına geçip aklı ve bilinci olan bir şahıstır. Sani-i Zülkemal olan Allah (c.c.) kâinatı yaratır, faaliyet yapan tabiat değildir. Perde arkasında sonsuz ilim, güç, kudret, irade ve hâkimiyet sahibi olan Allah’tır. Doğa kanunlarının gördüğümüz evreni yaratmak için ne denli olağanüstü bir şekilde ayarlandığını farkettiğinizde, evrenin öylesine oluşmadığını, arkasında bir amacın olması gerektiğini görüyorsunuz. John Polkinghorne, ingiliz fizikçi. Gökten yere her işi O evirip düzene koyar... (Secde Suresi,5)

95

99pencere.indd 95

26.04.2018 01:24:58


48- Ümmiliği ile Yani Okuma - Yazma Bilmemesi ile Beraber Dininin ve Tebliğinin Mükemmel Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Şimdi şöyle bir düşünelim: Okuma yazması olmayan birisi, bütün dünyayı ilgilendiren bir plan ve program geliştirmeye niyetlensin. Sonra bu zat, projesini onlarca yıl boyunca kimseye sezdirmeden geliştirsin ve sonra da bunu insanlara ömrünün sonuna doğru duyursun. Duyurduktan sonra da bütün plan ve projelerinde; en ufak bir çelişki ve hata olmadan, geri adım atmadan vefatına kadar bütün zorluklara rağmen davasından vazgeçmeden devam ettirsin ve sonunda davası onun planladığı gibi bütün dünyaya yayılsın. Bu mümkün müdür? Hem de bu anlattığı dava, öyle bir dava olsun ki, bütün duyurduğu insanların kavim, kabile, alışkanlık, örf, âdet, din yani alışa geldiği ve bağlana geldiği ne varsa hepsini kökten değiştirsin. Ümmi birisinin böyle bir inkılâbı yapması ve muvaffak olması imkânsızdır. İşte Hazreti Muhammed (asm), daha evvelden peygamberlik gibi bir plan ve projesi olmadan birden İslam davasıyla meydana çıkmış ve bütün insanlığa davasını tebliğ etmiştir. Bunu yaparken de zerre kadar bir tereddüt, korku, çelişki eseri göstermemiş ve on sene gibi kısa bir sürede üç milyon kilometre kare gibi devasa bir bölgede yüz binlerce insanın kalplerine ve gönüllerine hükmetmiştir. Mazide canlı canlı evlatlarını toprağa gömecek kadar cani olan bir toplumdan kısa sürede öyle medeni bir toplum meydana getirmiştir ki, vefatından on beş sene gibi kısa bir zaman sonra dini üç kıtaya ve milyonlarca insana ulaşmıştır. Şimdi soruyoruz; eğer peygamberlik iddiası -hâşâ- kendi uydurduğu bir dava olsaydı ve yıllarca hazırlık yaptıktan sonra kırk yaşında tebliğe başlasaydı, bunu kendi akrabaları ve hatta eşi bilmez miydi? Hem eğer bu büyük ve iddialı davasında doğru olmasaydı, O’na (asm) ilk iman edenler, bütün canlarını ve mallarını, bu uğurda feda ederler miydi? İlk dönem Müslümanların çektikleri sıkıntılar ortadadır. 96

99pencere.indd 96

26.04.2018 01:24:59


Şimdi düşünelim; eğer Peygamberimiz (asm) -hâşâ- peygamber olmasaydı ve -hâşâ- İslamı kendisi uydurmuş olsaydı, bunu hangi nedenlerden dolayı uydurabilirdi?  Rahat yaşamak için mi? Oysa bütün hayatının çileyle geçtiği, mal-mülk namına elinde ne varsa insanlara dağıttığı ve hatta ölürken borç karşılığında rehinde eşyası olduğu bir gerçektir. Demek ki, rahat yaşamak için böyle bir iddiada bulunmuş olamaz.  Liderlik için mi? Hâlbuki bütün hayatı şahittir ki, kendisi insanlardan bir insan olmuş, asıl efendiliğin ve liderliğin hizmetkârlıkla olduğunu hayatıyla ispat etmiştir. Savaşta en önde savaşmış, kendi yırtığını dikmiş, bir hizmet vaktinde arkadaşlarıyla beraber çalışmıştır. Demek liderlik iddiasında bulunmuş olması da geçerli bir iddia olamaz. Hem böyle bir iddiası olsaydı, Mekke müşriklerinin teklif ettikleri liderlik ve mal mülk tekliflerini reddedip sefaleti tercih eder miydi?  İnsanları, içinde bulunduğu kötü durumlardan kurtarmak için böyle bir iddiayla ortaya çıkmış olabilir mi? Hâşâ; bu iddia da geçersizdir. Çünkü insanları din namına kurtarmak isteyen dindar birisi -hâşâ- Allah nanıma yalan söyleyemez. Yalan söylese hakiki dindar olamaz ve yalanı er-geç ortaya çıkar. Hem getirmiş olduğu din emsalsizdir. Bütün dinlerin esasını özünde içermekle beraber, hepsinden farklıdır, orjinaldir. Ümmi bir Zatın kabiliyetinin üstünde mükemmellikte bir dindir. Demek ki bu iddia da geçersizdir. Demek bu iddiaların tamamı, şeytanın bir telkini ve nefsimizin vesvesesinden ibarettir. Hazret-i Muhammed (asm) Allah’ın son ve en üstün peygamberidir. Bütün insanlığa önderdir. Daha önceden en ufak bir iddiası yokken, kırk yaşında kendisine nübuvvet verilmiş ve hayatının sonuna kadar her türlü çileye göğüs gererek vazifesini ifa etmiştir.

97

99pencere.indd 97

26.04.2018 01:25:00


49- İnsanları, içinde bulundukları kötü durumlardan kurtarmak için, bir insan Kur’an’ı yazıp daha sonra da insanlar üzerindeki tesirini arttırmak için “Bu Allah’ın kelamıdır” demiş olamaz mı? Şeytan döndü, yine dedi ki: Kur’an’ın meseleleri gibi çok kişiler o çeşit meseleleri din namına söylüyorlar. Onun için, bir insanın, din namına böyle bir şey yapması mümkün değil mi? Cevaben Kur’an’ın nuruyla dedim ki: Evvelâ, dindar bir adam din muhabbeti için “Hak böyledir. Hakikat budur. Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, onun yerinde konuşmaz. “Allah’a iftira atandan daha zalim kimdir?” tehdidinden titrer. Ayrıca, bir insan kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir. Belki de imkânsızdır. Çünkü birbirine yakın kimseler birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin şekline girebilirler. Mertebece birbirine yakın zatlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler. Geçici olarak insanları aldatırlar, fakat daimî aldatamazlar. Çünkü dikkat ehli nazarında, eninde sonunda tavırları ve halleri içindeki yapmacık hareketleri ve zoraki davranışları sahtekârlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek.

98

99pencere.indd 98

26.04.2018 01:25:00


Eğer sahtekârlıkla taklide çalışan; ötekinden gayet uzaksa, meselâ basit bir adam, İbn-i Sina gibi bir dâhiyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendisi maskara olacak. Her bir hali bağıracak ki: Bu sahtekârdır. İşte, hâşâ yüz bin defa hâşâ! Kur’an, insan sözü olarak farz edildiği vakit şu imkansızlıkları kabul etmek gerekecektir: Bir yıldız böceği, bin sene hakikî bir yıldız olarak kendini gösterebilir mi? Bir sinek, bir sene tavus kuşu şeklini kendini seyredenlere gösterebilir mi? Sıradan bir asker; namlı, ünlü bir generalin tavrını takınıp, makamında oturup, hilesini hissettirmeden uzun zaman öyle kalabilir mi? Hem iftiracı, itikatsız bir adam; her halini inceden inceye araştıran insanların önünde, ömründe daima en doğru sözlü, en emin, en güvenilir bir kimsenin vaziyetini telaşsız gösterip, dâhilerin nazarında yapmacık hareketlerini saklayabilir mi? Bu saydıklarımızın hepsi hadsiz derecede imkânsızdır ve hiçbir akıl sahibi bunlara mümkün diyemez. Aynen öyle de, Kur›an’ı insan sözü farz edildiği zaman lâzım gelir ki: İslâm âleminin semasında pek parlak ve daima hakikat nurlarını yayan bir hakikat yıldızı, belki bir kemâlât güneşi kabul edilen Kur’an-ı Kerim’in mahiyeti; Hâşâ bir yıldız böceği hükmündeki, bir insanın uydurmalarla dolu bir düzmesi olsun ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın ve onu daima yüksek ve hakikatlerin madeni bir yıldız bilsin. Bu ise yüz derece imkânsız olmakla beraber, sen ey şeytan! Yüz derece şeytanlıkta ileri gitsen buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın! Yalnız mânen pek uzaktan baktırmakla aldatıyorsun! Yıldızı, yıldız böceği gibi böyle küçük gösteriyorsun. 99

99pencere.indd 99

26.04.2018 01:25:01


50- İslamiyet’in Kanunlarının Mükemmel Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Acaba ümmi olan, yani okuma yazma bilmeyen bir kişinin tek başına kanunlar yapması ve bu kanunların hiç değişikliğe uğramadan tam on dört asrı ve her asırda insanların en az dörtte birini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmesi mümkün müdür? Elbette hayır. Şimdi Hazret-i Muhammed’e (asm) bakıyoruz; ümmi bir Zatta ortaya çıkan kanunlar, on dört asrı ve her asırda insanların dörtte birini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmiş ve ediyor. Bunun yeryüzünde bir tek emsali yoktur. Hatta yıllarca hukuk eğitimi alan onlarca hukukçunun bir araya gelmesiyle yapılan kanunlar üç beş sene bile yaşayamıyor ve eskiyor. Adaletle idare edememesi ise cabası. Şimdi O Zattan (asm) meydana gelen kanunları, Hz. Muhammed’in (asm) vahye mazhar olup, Allah’ın elçisi olmasıyla izah etmezsek, ne ile izah edeceğiz? Ümmi olup okuma yazma bilmeyen bir zatın, kendi kendine bir din çıkarması ve bu dinin on dört asır boyunca, her asırda milyonlarca insanın rehberi, akıllarının muallimi, kalplerinin temizleyicisi, nefislerinin terbiyecisi ve ruhlarının gelişimine maden olması ve her asırda milyonlarca taraftar bulması mümkün müdür? Ve emsali var mıdır? Elbette yoktur… Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz; O ümmi Zatın (asm) fiilleri, sözleri, hal ve hareketlerinden çıkan İslamiyet, her asırda milyonlarca insanın rehberi ve kaynağı, akıllarının muallimi ve mürşidi, kalplerinin nurlandırıcısı ve temizleyicisi, nefislerinin terbiyecisi ve ruhlarının gelişiminin ve yükselmesinin sebebi olması yönüyle misli olmamış ve olamaz. Öyleyse bu Zat’ın (asm) peygamberliğini kabul etmezsek, İslamiyet’i ve İslamiyet’in kalplerde, ruhlarda, akıllarda, nefislerde ve gönüllerde yapmış olduğu inkılâbı ne ile izah edeceğiz?

100

99pencere.indd 100

26.04.2018 01:25:01


Cesareti, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Bir insanın, yalan bir davayı ortaya koyduğunu düşünelim. Bu yalan davasından dolayı birisi canına kast etse, elinde silah başına dikilse ve öldürmek istese; o yalancı adam davasını inkâr edip canını kurtarmak isteyecektir. Hatta belki yalvaracak, yakaracak ve yalancı izzetini de ayaklar altına serecektir. İşte Peygamberimiz’in (asm) davasının doğruluğuna yukarıdaki örnekten bakalım. Peygamberimizin (asm) tebliğ ettiği davası, eğer -haşa- yalan bir dava olsaydı; başına kılıç dayadıkları veya ordusu dağılıp yalnız kaldığı zamanlarda yine davasını haykırır mıydı? Elbette ki haykıramazdı. Peygamberimizin (asm) bu şekilde yaşadığı pek çok hadise ispat etmiştir ki, O’nun (asm) davası haktır; içerisinde hilenin zerresi bulunmamaktadır. Bu hadiselerden bir tanesini buraya alarak, detaylı bilgi almak isteyenleri siyer kitaplarına müracaat etmelerini öneriyoruz. Pek çok sahih hadis kaynağından bize nakledilen meşhur bir hadisedir. Peygamberimiz (asm) bir sefer esnasında kabilesinden uzak bir yerde dinlenmektedir. Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimseye gözükmeden, Peygamber Efendimizin (asm) yanına kadar ulaşmayı başarır. Elindeki kılıcı Peygamberimizin (asm) başının üstünde kaldırıp “Seni benim elimden kim kurtaracak?” diye bağırır. O anda uykudan uyanan Peygamberimiz (asm) hiçbir tereddüt, endişe ve korku hissetmeden, “Allah!..” diye cevap verir. Sonra da şöyle dua eder: “Allah’ım! Dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.” O anda Gavres, ansızın gaibden gelen ve sırtına çarpan bir darbe ile yere yuvarlanır. Bu defa elindeki çok güvendiği kılıncı Hazreti Muhammed’in (asm) eline geçmiştir. Şimdi sıra O’ndadır ve sorar: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” Gavres pişmandır. “Beni kurtaracak kimse yok!..” der.Aman diler. Efendimiz (asm) daha birkaç saniye önce canına kasteden düşmanını affeder, gitmesine izin verir.1 İşte cesaret, işte büyüklük!.. 1 ) Buhârî, cihad 84; megâzî 31; Müslim, fezâil 13; Hâkim, el-Müstedrek, 3/29.

101

99pencere.indd 101

26.04.2018 01:25:02


51- KURAN’IN EDEBİ MUCİZELİĞİ "De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler." (İsrâ Sûresi, 88) İnsanların en dâhi şairlerini ve edebiyatçılarını en harika hatiplerini, en büyük alimlerini muarazaya (karşılıklı sözlü mücadeleye) davet edip bin dört yüz senedir meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muarazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başını semavata vuran o dâhiler, ona muaraza için ağız açamayıp, zilletle boyun eğdiler. Arap yarımadası halkı o asırda çoğunluk itibariyle ümmi idi. Yani tahsil görmemiş okuma yazması olmayan idi. Ümmîlikleri için, övünmelerini ve tarihi olaylarını ve güzel ahlaka yardım edecek atasözlerini, kitabet yerine şiir ve belagat (bir sözü düzgün olarak yerinde, etkili ve güzel bir şekilde ifade etme) kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Manidar bir kelâm, şiir ve belagat cazibesiyle geçmişten geleceğe hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu fıtri ihtiyaç neticesi olarak, o kavmin manevi ticaret çarşılarında en ziyade revaç bulan, rağbet gören fesahat (bir dilin doğru ve düzgün söylenişi, sözün lafız mana ve ahenk itibariyle kusursuz olması) ve belagat (fesahatin daha yüksek derecesi düşüncenin düzgün olarak süslü sözlerle anlatılması) metaı idi. Hatta bir kabilenin büyük bir şairi, en büyük bir milli kahramanı gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte, İslamiyetten sonra alemi zekalarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve övünç vesileleri ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belagatta yeryüzünden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belagat o kadar kıymettar idi ki, bir şairin bir sözü için iki kavim büyük harp ederdi ve bir sözüyle barışıyorlardı. Hatta onların içinde “Muallâkat-ı Seb’a” (Yedi Askı) namıyla yedi şairin yedi kasidesini altınla Kabe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.

102

99pencere.indd 102

26.04.2018 01:25:02


İşte böyle bir zamanda, belagat en revaçlı olduğu bir anda Kur’an-ı Mucizü’l Beyan indi. Nasıl ki Musa aleyhisselam zamanında sihir ve İsa aleyhisselam zamanında tıp revaçta idi; mucizelerin mühimi o cinsten geldi. İşte o vakit. Arap belâgatçılarını en kısa bir suresine mukabeleye davet etti. “Kulumuza (Muhammed (s.a.v) indirdiğimiz Kuran’da bir şüpheniz varsa, onun benzerinden bir sure getiriniz.” (Bakara Suresi, 23) fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem, der ki: “İman getirmezseniz lanetlenmişsiniz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını küçümsüyor. Onları önce ebedi idam ile ve sonra da cehennemde ebedi idam ile beraber dünyevi idam ile de mahkum ediyor. Der: “Ya karşılıklı sözlü mücadele ediniz, yahut can ve malınız helakettedir.” İşte eğer muaraza (karşılıklı sözlü mücadele) mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muaraza edip davasını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en zorlu harp yolu tercih edilsin. Evet o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman alemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belaya atacak uzun bir yolu tercih etsin; hiç uygun mudur? Çünkü, şairleri birkaç harfle muaraza edebilseydi, Kuran davasından vazgeçerdi. Onlar da maddi ve manevi helâketten kurtulurlardı. Halbuki, harp gibi dehşetli uzun bir yolu tercih ettiler. Demek söz yahut yazı ile karşılıklı mücadele mümkün değildi, imkansızdı; onun için kılıçla karşılıklı mücadeleye mecbur oldular.

103

99pencere.indd 103

26.04.2018 01:25:03


52- Peygamber Olarak Gönderildiği Toplum Üzerinde Yapmış Olduğu İnkılâplar O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Küçük bir topluluk düşünelim! Bu topluluk son derece inatçı ve âdetlerine son derece bağlı bulunsun ve bu âdetler onların damarlarına kadar işleyip, benliklerine nüfuz etmiş olsun. Biz de böyle bir toplulukta büyük bir hâkim olduğumuzu farz edelim. Acaba, büyük bir hâkim olmakla birlikte, çok çalışıp gayret göstererek, bu küçük ve inatçı kavimdeki kaç âdeti değiştirip, yerlerine güzel ahlakı tesis edebilirdik? Bu soruya cevap vermeden önce şunları da düşünelim: Bir baba, evladındaki kötü bir ahlakı onlarca nasihatine rağmen bazen değiştiremiyor. Bir öğretmen o kadar çabasına rağmen bazen bir öğrencinin kötü ahlakını yok edemiyor. Bunca kanun koyucu, şiddetli cezalara rağmen hırsızlık gibi bir suçu önleyemiyor. Bir doktor bir tiryakiye sigara gibi küçük bir alışkanlığı bile bıraktıramıyor... Şimdi acaba biz büyük bir hâkim olarak, bu inatçı ve âdetlerine bağlı topluluktan kaç âdeti, ne kadar zamanda kaldırabilirdik? Malumdur ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir toplulukta, büyük bir hâkim, büyük bir gayretle, ancak geçici olarak kaldırabilir. Hâlbuki Hazret-i Muhammed (asm) küçük bir kuvvet ve küçük bir himmetle, birçok büyük âdetleri, hem de inatçı ve âdetlerine çok bağlı olan bir kavimden, az bir zamanda kaldırmış ve yerlerine öyle yüksek bir ahlakı yerleştirmiştir ki, bunun tarihte emsali yoktur. Dünya tarihinde hiçbir reformist, tüm toplumu onlarca ayrı alanda birden etkileyecek reformlar yapamamıştır. Yani örneğin siyaset, ekonomi, sanayi, eğitim, savaş ve benzeri alanlardan sadece bir veya birkaç tanesinde muvaffak olabilmişlerdir. Yine dünya tarihi şahittir ki, ideolojik bazı fikir akımlarının önderleri gibi en dahi insanlar bile muhataplarında sadece milliyetçilik, hürriyetçilik gibi birkaç hissi 104

99pencere.indd 104

26.04.2018 01:25:04


tahrike muvaffak olmuşlardır. Her alanda muhatapları etkilemekte muvaffak olamamışlardır. Hâlbuki Hz. Muhammed, sanattan sağlığa, adaletten eşitliğe, cahiliye âdetlerinin kaldırılmasından onların yerine en yüksek ahlak kurallarının tesisine, pek çok fen ilimlerinden savaş ilimlerine kadar yüze yakın alanda reformlar yaptığı gibi; âdetlerine son derece bağlı olan o toplumu çok kısa bir zamanda öyle değiştirmiştir ki tarihte emsali yoktur. Peygamberimizin (asm) sadece bir sohbetinde birkaç dakika bulunmakla en medeni insanların seviyesine çıkan ve kendi kavim, kabile veya ülkelerine muallim olarak dönen bedeviler, bir deve güreşçisinden, devasa bir devleti adaletle idare eden Ömer’ler, hep Hz. Muhammed’in meydana getirdiği toplumun meyveleridir. İşte Hazret-i Muhammed’in (asm) Asr-ı saadetini görmeyenlerin veya göremeyenlerin gözüne Arap yarımadasını sokarak diyoruz ki, haydi yüzlerce filozofu, sosyologu alın ve oraya gidin, tam yüz sene çalışın, acaba O Zat’ın (asm) o zamana nispetle bir senede yaptığı icraatın yüzde birini yapabilecek misiniz?..

105

99pencere.indd 105

26.04.2018 01:25:04


53- Eğiticilik Vasfı ve İnsanlara Öğrettiği Hakikatler, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Peygamberimizin (asm) çok sık nazara verilen bir sıfatı “ümmi” oluşudur. Ümmiliğinin üzerinde bu kadar çok durmamızın nedeni, O’nun (asm) ümmi olarak yaptığı icraatının her birinde ulaştığı başarıya, o konudaki ilim erbabının en uzmanlarının bile erişmesinin imkânsız olmasıdır. Bu yönü Efendimizin (asm) en büyük mucizelerindendir. Eğitim alanındaki icraatları da böyledir. Efendimizin (asm) özellikle medeni bir toplumu inşa ettiği Medine dönemine göz attığımızda, ashabını onlarca ayrı ilim dalında eğittiğini görmekteyiz. Bu ilim dallarının uzunca listesini İslam tarihi kitaplarına havale ederek, birkaç tanesini numune olması için buraya almak istiyoruz: “İman esasları, ibadetler ve ibadetlere ait konular, bazı âyetlerin tefsir ve izahları, toplum hayatına dair edepler ve güzel ahlak, sağlık ve tedavi, zuhur edecek fitne ve fesatlara dair haberler, dualar, Allah yolunda cihad, cihad hukuku, savaş taktikleri, alışverişe ve ticarete ait konular, anlaşma, sözleşme, borçlanma ve kefaletlere ait konular, şirketlere ait konular, ziraat ortaklığına ait konular, ortak mal ve arazinin idaresine ve taksimine ait konular, yitik şeylere ait konular, gasp ve yok etme suçlarıyla ilgili konular, şahitliklere ve beyyinelere ait konular, rehine konuları, kiraya ait konular, veraset ve mirasa ait konular, evlenme ve boşanma ile ilgili konular, hibeye ait konular, cinayetler ve diyetlere ait konular, suçlar ve mahiyetlerine göre uygulanacak cezalar, vergilere ait konular, davalarla ilgili hükümler, hâkimlik ve hâkimliğe ait hükümler...”1 ve daha sayamadığımız onlarca ilim dalına ait ortaya koyduğu hükümler... 1 ) M.Asıl Köksal, İslam Tarihi, Medine Dönemi, Bir Peygamber Şehri Olarak Medine, Peygamberimizin Meşgul Olduğu ve Ashabını Yetiştirdiği Başlıca Konular 106

99pencere.indd 106

26.04.2018 01:25:05


İşte şimdi soruyoruz: Bir insanın tüm bu ilim dallarında mükemmel hükümler ortaya koyması ve insanları bu ilim dallarında eğitmesi mucize değil de nedir? Hem de ümmi bir Zatın (asm) yukarıda saydıklarımızdan her birisi için günümüzde fakültelerde, ilim adamları yıllarca ter dökmekte ancak yine de şaşmaz ve değişmez kurallar ve hükümler ortaya koyamamaktadırlar. Ancak Efendimizin (asm) İslam ile koymuş olduğu tüm hükümler on dört asırdır tazeliğini korumaktadır. İşte bu O’nun (asm) Allah’ın peygamberi olduğunun en açık delillerinden birisidir...

107

99pencere.indd 107

26.04.2018 01:25:05


54- Düşmanlarının Çokluğuna Rağmen Vazifesini Başarıyla Yerine Getirmesi ve İslam Dininin Bütün Dünyada Yayılması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Hiçbir kuvvete dayanmayan ve tek başına yola çıkan bir zatın, son derece kuvvetli düşmanları arasında, kendi davasını korkmadan, tereddütsüz, telaş göstermeden ve son derece cesaretle tebliğ etmesi ve tebliğ ettiği dinin, bütün dinlerden üstün hale gelmesi mümkün müdür? Elbette hayır!.. Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz: O Zat (asm), tebliğ ve insanları hakka davette o derece metanet, sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatta kendi kavim ve kabilesi, hatta amcası O’na (asm) şiddetli düşmanlık gösterdikleri halde, zerre kadar bir tereddüt, bir telaş, bir korkaklık eseri göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başarılı da olması ve İslamiyeti dünyanın dört bir yanına yayması ispat eder ki, tebliğ ve Hakk’a davette dahi misli olmamış ve olamaz. Etrafında bir avuç Müslümanın bulunduğu, henüz kendi kabilesinin bile kendisini dinlemediği zamanlarda, kalkıp dünyanın büyük devletlerini İslam’a davet etmesi, davasının hak olduğunun en büyük delillerindendir. Eğer -hâşâ- yalan bir dava olsaydı, dünyanın büyük devletlerini kendi aleyhinde kışkırtacak böyle bir şeye girişir miydi? Çünkü İslamı henüz kendi kabilesi bile kabul etmemiştir ve bu nedenle O’na (asm) defalarca savaş açmışlardır. Hem de tebliğ ettiği devletler Bizans, İran gibi o dönemin süper güçleridir. Milyonlarca askerleri bulunan dev ordulara sahiptirler. Kendisi ise şehir devleti durumundaki Medine’de, bir avuç Müslümanla sıkışmış durumda yaşamaktadır. O Zatın (asm) yalnızlığı ve zayıflığı ile beraber, böyle büyük bir kuvvet ve cesaret göstermesini, Allah’a dayanması ve O’na tevekkül etmesiyle izah etmezsek ne ile izah edebiliriz? 108

99pencere.indd 108

26.04.2018 01:25:06


Peygamber Efendimizin (asm) nübuvvetinin en parlak delillerinden biri de, O’nun sadece bulunduğu zamana ve mekâna değil, bütün zamanlara ve mekânlara hitap eden bir dinle gelmiş olmasıdır. Efendimizin (asm) harika tebliği, mekânları aşarak tüm dünyaya yayılmıştır. Hazret-i Muhammed (asm), evrensel çağrısında başarılı olmuştur. Bugün büyük dinler, yavaş yavaş İslam karşısında erimekte, İslam’ın hakkaniyetine onlar da şahitlik etmektedirler.1

1 ) Bu konuda Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ahmet Akgündüz’ün tespit ettiği, Avrupa Kiliseler Birliği’nin, Hazreti Muhammedi (asm) peygamber kabul ettiğine dair tarihi belgelerini “Çandan Minareye Büyük İtiraf” isimli eserinde bulabilirsiniz. 109

99pencere.indd 109

26.04.2018 01:25:07


55- Göstermiş Olduğu Binlerce Mucize, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir.  Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi,  “(Ey Muhammed) attığın zaman da sen atmadın”1 ayetinin işaretiyle, aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları bozguna uğratması,  “Ay yarıldı.”2 ayetinin açık işaretiyle, aynı avucunun parmağıyla ayı iki parçaya ayırması,  ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi,  ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, elbette o mübarek elin, ne kadar harika bir İlahi Kudret mucizesi olduğunu gösterir. Güya, dostları içinde o elin avucu küçük bir Sübhânî zikir meclisidir ki, küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler. Ve düşmana karşı küçücük bir Rabbânî cephaneliktir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir Rahmânî eczahanedir ki, hangi derde temas etse, derman olur. Ve celâl ile kalktığı vakit, ayı parçalayıp, kàb-ı kavseyn yani iki yay şeklini verir. Ve cemâl ile döndüğü vakit, Kevser suyu akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesi hükmüne girer. Acaba böyle bir zâtın birtek eli böyle harika mucizelere mazhar ve kaynak olsa, o Zâtın (asm), Kâinat’ın Yaratıcısı yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar doğru bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı? 1 ) Enfal Sûresi, 8;17. 2 ) Kamer Sûresi, 54:1. 110

99pencere.indd 110

26.04.2018 01:25:08


“Rahmânü’r-Rahîmden, Arş-ı Âzamdan gelen Furkan-ı Hakîmin kendisine indiği Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun. Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur’da müjdelenen; nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kâhinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun. Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek yemeğiyle yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı, O’nun hürmetine Allah’ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mu’cize-i kübrâda ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed’e, Kur’ân’ın ilk indiği zamanın sonuna kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarına Rahmân’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salât ve selâm olsun. Bütün bu salâvatlardan herbiri hürmetine bizi bağışla, ey İlâhımız, bize merhamet et. Âmin.”

111

99pencere.indd 111

26.04.2018 01:25:08


Allah'ın lütfu ile yazmış olup ücretsiz dağıttığım kitaplarım: 1- Unesco Türkiye Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 2- Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 3- Rabbimizi Bize Gösteren 99 Pencere 4- Semâvât Âleminin Tefekkürü 5- İstanbul Turunda Allah'ı Bulmak 6- Kuran ve Sünnet Rehberliğinde Altın Öğütler 7- Unesco Kültürel Mirasımız Köyname 8- Divan Bahçesinin Gülü Aşk-ı Nebi 9- Peygamberimiz'in (s.a.v) Nübüvvet Delilleri 10- Hadislerle Resulullah'ın (s.a.v) Mucizeleri 11- Ahiretin Kesin İspatı 12- Vücudumuzdaki Mucizeler 13- Dünyamızdaki Mucizevi Dengeler 14- Allah'ı Delilleriyle Görebilmek 15- Allah'ı Akılla Görebilmek 16- Allah'ı Tanıma Kılavuzu 17- Altın İbretler 18- Hayırlarda Yarışmak 19- Yerli ve Yabancılara İman Yolunda İlginç Hatıralar Not: Listedeki ilk 8 kitabın ismini ve Cemil Metin yazıp internetten ücretsiz okuyabilirsiniz. Resulullah'ın (s.a.v) ayağının toprağı Hor, hakir, günahkar, şuursuz, miskin Cemil Metin, 2018 Malkara / TEKİRDAĞ 112

99pencere.indd 112

26.04.2018 01:25:08


99pencere.indd 114

26.04.2018 01:25:08


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.