İstanbul Turunda Allah'ı Bulmak

Page 1



1. GİZEMLİ MAĞARA İçinde yığınla taşlar ve kayalar olan bir mağara düşünelim. Bu mağarayı doğal şartlara bırakır ve milyarlarca yıl beklerseniz, ilk halinden bile daha düzensizleştiğini, taşların ufalandığını, birbirleriyle tek düze ve şekilsiz bir yapıya geldiklerini görürsünüz. Ama eğer milyarlarca yıl sonra mağaranın içinde bu taşlardan yapılmış bir köy evi görseniz; pencereleri, kapısı, çatısı, bacası olan avlusunda yine bu taşlardan yapılmış inek, koyun, tavuk yerde otlar vaziyette, köpek kulübesinde, eşek kazığa bağlanmış, adam ağaca yaslanmış yatıyor durumda suretlerini görseniz bu tablo gibi düzenliliğin doğa kanunları ile açıklanamayacağına hemen karar verirsiniz. Yapılacak tek açıklama bu mağaranın bir akıl tarafından düzenlenmiş olduğudur. Mağaradan çıktıktan sonra hemen bitişikteki bir köye gitseniz ve bir köy evi görseniz, avlusunda ete kemiğe, oduna bürünmüş asılları duruyor. İnek, koyun, tavuk yerde otluyor, köpek sana bakıp havlıyor, eşek dolaşıyor, köylü yaslandığı ceviz ağacından uyanmış kalkıyor ve sana dese buyur hemşerim kime bakmıştın, ne arıyorsun? Deseniz ki tüm bunların sahibini, bu gizemi arıyorum. O sırada köyüne ziyarete gelmiş ateist bir profesör yoldan geçerken sizi duysa ve dese size aradığınızı ben bildireceğim beni iyi dinleyin: 2


Bundan beş milyar yıl önce bazı atomlar tesadüfen bir araya gelerek proteinleri oluşturdular. Sonra başka tesadüfler proteinleri topladı hücreleri oluşturdu. Rüzgâr, fırtına, şişekler, ultraviyole ışınları, radyasyonlar hücreleri bölüp çoğalttı, fiziksel kimyasal reaksiyonlara girerek organları derken ha bu eşekler oluştu. Köylü dese yapma be hocam senin bu dediğine eşekler bile inanmaz. Bak benim Düldül aylarca hiç anırmazdı, söylediklerini duymuş olacak bak ortalığı yırtıp inletiyor, seni protesto ediyor. O sırada eşekten ürkünce köpek çitlerin üzerinden profesöre atlayıp saldırır. Adam Allah! der paçayı son anda kurtarır. Yogi otur yerine sakin ol der köylü, sakinleşince köpek, adam rahat bir nefes alır. Desek ki, sayın hocam mağaradaki ufacık taşlar tesadüf rüzgârları sonucu milyarlarca yıl geçse de nasıl bu hayvanların ve Sami amcanın heykel suretlerine dönüşemezse, bu taşlar misali ufacık atomlar da milyarlarca yıl geçse de tesadüf rüzgârları sonucu kendiliğinden bu canlı suretlerine dönüşemezler. Ortada belli bir ölçü, düzen, plan ve tasarım varsa onu ölçüp biçen, planlayıp tasarlayan bir akıl olmalı. Cansız ve şuursuz atomların, sel gibi akan kör kuvvetlerin, serseri tesadüflerin, sağır tabiatın işi olamaz. Çünkü bunların hepsi aciz, camit ve şuursuzdurlar. Bu işlere malik olamazlar. Oh eşekle bir olmuşsunuz, bilime saldırı, yobazlık ve bağnazlık yaparsınız. Böyle cahilce hurafeler anlatmayın bana. Tüm canlılığı sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi olan Allah yarattı demeyi bilimsel bulmayıp, bunun yerine milyonlarca mucizenin tesadüf denen bir süreçte oluştuğunu söylemenin bilimsellik olduğuna mı inanıyorsunuz? Sizler tesadüfleri ilah olarak kabul etmiş, bizler de âlemlerin Rabbi olan Allah'a iman ediyoruz.

3


2. İNAD VE KİBİR Köylü der: Misafirin dediği gibi peki cansız ve şuursuz zerrelerin tesadüfler sonucu bir araya gelerek kendiliğinden bu inekleri, köpekleri, eşekleri ve bizleri oluşturmaları sizce makul ve mantıklı bir iddia mıdır? "Düldül kes artık şu sesini! Bırak adama bir şey anlatacağız." Bak hocam bu gördüğün saman balyaları tesadüf rüzgârlarıyla tarladan uçuşup buraya istif edilmedi. Düldül taşıdı ben de düzenli bir şekilde dizdim onları üst üste. Gel seni buğday harmanına götüreyim. Eline diğren al rüzgâra doğru günlerce savur, sapla saman karışsın. Tesadüf rüzgârlarıyla o harmanda o buğday taneleri, sapla, samanla, çamurla kendiliğinden karışıp inek, koyun, keçi suretleri, heykelleri oluşabilir mi? Ha o zerreler ha bu zerreler eğri büğrü ama yine de doğru. Samanla suyu toprağı karıştırıp kerpiç yaparız. Ama kerpiçler usta olmadan kendiliğinden muntazam dizilip ha bu gördüğün ahırı inşa edemez. Sapla samanı karıştırmayalım sayın hocam. Kardeş doğal seleksiyon ve mutasyonlar var. İşittiniz mi hiç? Bunlar eşek semeriyle beygir döveni değil, bilimsel teorilerdir. Köylü der: Hocam bin yıl da geçse eşek yine eşektir. Milyonlarca yıl geçse yine hiçbir zaman kedi tavuğa, tavuk köpeğe, köpek koyuna, koyun ineğe, inek eşeğe dönüşmez. Eskiden de dönüşmemiştir. Git köyün eski meşatlığını kaz birçok kedi, köpek eşek iskeletlerini bulursun. Ama yarı kedi yarı köpek, yarı köpek yarı eşek, yarı eşek yarı insandan oluşan ucube mahlûklara rastlayamazsın. Eh be Düldül hiç rahat durmadın en iyisi seni çözeyim de dolaş biraz. Bak hocam eşek bile bu fikri kabul etmem deyip kaçıp gitti, uzaklaştı buralardan. Bana köylü ağzıyla eşek muhabbeti laf salatalığı yapmayın. Bu işler tencereye lahana pırasa doğramaya benzemez. Üniversite kür-

4


süleri var, paleontoloji ilmi var. Duydunuz mu tarladan patates toplamıyorlar uzun uğraşlar verip fosil topluyorlar. Er ya da geç fosiller bu iddiayı ispatlayacaktır. Misafir der: Eğer teorin doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır. Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntılarında bulunabilir. Normal hayvan fosilleri yüzbinlerce varken; bu ucube canlıların da yani yarı balık yarı ayı, yarı tilki yarı kartal, yarı timsah yarı zebra gibi yüzbinlerce fosili olmalı, bulabildiniz mi bir tane numune? Varsa üniversitenize bulup resmini asın. Bu inadı bırakın bak ezan okunuyor gel tövbe edelim. Rabbimize yönelip namaz kılalım. Öf be yeter! Biri havlar, biri anırır, biri karıştırır, biri sıkıştırır. Ben burada fazla duramayacağım. Siz gidin kılın namazınızı, Düldülü de çağırın aranıza saf tutsun. Size laf anlatacak halim yok. Sizin gibi kara cahillerle uğraşmaktansa, üniversiteme gider, aydın kişileri bu hakikatlerle aydınlatırım deyip uzaklaşmak ister oradan. Ama köpek önünde durmuş hırlar salmaz. Biyoloji eğitimi alan misafir, profesöre aynen evrimci paleontolog (fosil bilimci) Prof. Mark Czarnecki'nin yorumunu kitaptan okur: Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur. Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır. Yine bir başka evrimci paleontolog Prof. Colin Patterson'dan da şu yorumu okur: Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla, mutasyonlarla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu da budur.

5


3. BUZLAR ERİYOR Sami amca der Zekeriya Efendi dur bir dakika. Çocukluk anılarımızın hatırına öyle konuşma. Bak senin baban rahmetli Hafız Molla Mehmet Efendi bu köyün imamıydı çok genç yaşta öldü. Bir gün şehirden geldi memurlar köy enstitülerine talebe toplamaya, deden tuttu verdi seni. Allah'tan beni rahmetli pederim öküzlere çift kim koşacak diye vermedi. Çünkü gidenlerin çoğu sizin gibi dinsizliği öğrendiler ve yaydılar. Hatırlıyor musun çocukken camide namaz kılarken kıs kıs gülmüştük, Basri dede susun be kafanızı kırarım diye bastonla bağırınca sen de zaten camiye bir daha hiç gelmedin. Hatırlıyor musun lisedeyken Kepirtepe'den yaz tatiline köye gelmiştin. Mektebin bahçesinde çelik çomak oynarken çocuklar ve beni ağacın altına toplayıp, bakkaldan aldığın kıstırma lokumları gösterip, haydi benden isteyin vereyim demiştin istedik verdin. Sonra erikleri koparıp haydi bunları da isteyin vereyim demiştin istedik verdin. Şimdi de Allah'tan isteyin erikleri deyince şaşırdık, sonra "Allah'ım bize erik ver, Allah'ım bize erik ver!" dedik. "Bak kimse vermiyor demek ki yok, olsa verirdi bak ben veriyorum" diye biz körpe beyinlere dinsizlik aşılıyordun. Akşam yerde yemek yerken "Allah'ım bana su ver, Allah'ım bana su ver demek ki yok ben gidip alayım" deyince annem babam şaşırdı, olup bitenleri anlatınca seni köy meydanında gören babam sana iki tokat atmıştı. Aslında o da yanlıştı. Keşke yüzüne vuracağına kalbine, ruhuna hitap etseydi. Kalbi yaralı bir kimseyle eline yüzüne vurup kavga etmek onun imanını kurtarmaz, o kişiyi kazanmaz, davasını da iptal ettiremez. Mesele akıl ve kalp meselesi olduğu için kalbi ve vicdanı nazara alıp, akla hitap etmek gerekirdi.

6


Evet Sami Efendi o günleri dün gibi hatırlıyorum. Beni maziye götürdün, geçmişimi yâd ettirdin. Titrek bir sesle dedi. Sami Efendi bana babamın mezarını bulabilir misin? Tabii gel gidelim der beraber giderler çalıların arasında toprakların örttüğü harabe yıkık yosunlu bir taş görürler. Yosunlaşmış toprakları silip üstündeki silik yazıyı zar zor okurlar. İş bu rahmetli pederin deyince Zekeriya Bey elli yıl sonra geldiği kabre hüzünlenip bakar, yakasına asılıp kravatını yere atar, taşa kapanır ve göz yaşlarıyla toprağı sular. Babam affet beni babam küçüktüm öldün, annem de başkasına gidince elimden tutan, bana sahip çıkan olmadı, onlar sahiplendiler. Canım babacığım kalk bana anlat yine Rabbimi, Peygamberimi. Yine gündöndü çırpılarıyla oynayalım Bedir harbini. Kalk yine anlat mağarada kâfirlerden Peygamberimizi koruyan örümcek ağıyla, yuva yapan güvercinleri. Anlat bana kutlu sahabeleri. Bana Allah'ı Peygamber'i tanımazsan hakkımı helal etmem demiştin. Hakkını helal et babam aslıma döneceğim inşallah. Bilimsellik kılıfı altında dinsizliği öğrettiler bize. Nesi bunun bilim, körü körüne inattan başka bir şey değil. Bilim Allah'ı bulmaktır derdi arkadaşım kimya profesörü Nejat Bey. Bakmasını bilen göz için gökteki yıldızlar Allah'ın varlığını güneş gibi gösterir derdi fizik profesörü Rahmi Bey. Kuru bir inat ve kibir yüzünden hep kulaklarımızı tıkamışız. Gözlerimiz kör olmuş yazık geçen zamana ve boş emeklere. Sami Efendi lütfen beni burada yalnız bırakır mısınız? Beyefendi siz de lütfen. Sami Efendi ile misafir köye geldiler namazını kıldırlar. Sami Efendi gece yatarken penceresine mezarlıktan rüzgâr hışırtısına karışmış inleme sesleri yankılanıyordu. Rüzgâr mı ağlıyordu, ağaçların yaprakları mı, kabir mi, oğul mu bilinmez ama mezar taşı gibi kırık babasın kalbinin o kış gecesi bahar sevincini yaşadığı kesindi.

7


4. YENİDEN DİRİLİŞ O günden sonra Zekeriya Bey fen fakültesi biyoloji bölümüne geri dönmedi. Zaten 60 yaşında emekliydi. Allah peygamberi anlatan kitapları okudu, namaza başladı. Ömrünün son zamanlarını köyünde geçirdi. Okul bahçesinde çocukları toplar, getirdiği erikleri, armutları, kirazları; "Bakın çocuklar bunları bize veren Allah'tır. Kör, sağır, düşüncesiz odunlar bizleri tanımaz, acımaz, şefkat etmez. Şükredelim diye bize gönderen Allah'tır. Tabiat doğa değildir!" diye diye iki yıl daha yaşadı. Köyün çıkışına bir hayrat çeşmesi yaptırmıştı suyu gürül gürül akan. Niçin yaptırdığını sorunca, oğlum memlekete hep küfür tohumlarını saçtık o kadar kirlettik ki o çamurları yıkayıp temizlemek için derya gibi sular lazım. Onun yanında bu ne ki? Ama öldükten sonra hayır hasenatım devam etsin istedim derdi. Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resullah sallallahu aleyhi vesselam şöyle dememiş miydi: "İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i cariye yani faydası kesintisiz sürüp giden sadaka, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat." Üniversiteye telefon açtım dilekçe yazdım kitaplarım toplansın diye ilgilenen olmadı. Bu boş davaya kendimi o kadar çok adamıştım ki evlenmeye fırsat olmadı. Evladım yok ama inşallah bu çocuklar bana hayır dua ederler. Bir gün caminin minarelerinden selâ sesleri yükseliyordu. Hafız Molla Mehmet oğlu Zekeriya Efendi Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur diye. Komşu köyler dahil bütün köylü camiye doldu ama çocuklar okul bahçesine koştular. Ha ha bu niye? Yoksa çok sevdiği amcalarını bu son gününde yalnız mı bırakacaklardı? Eh ne diyelim çocuk işte bırakalım oynasınlar. Tabutunu mezarlığa taşırken yola birden koşan çocuklar, ceplerine topladığı erikleri ardından atıp ağlayarak; "Hoşçakal Zekeriya amca hoşçakal, bunları bize Allah verdi ama seni de aldı. Mekânın cennet olsun!" diye uğurluyorlardı. 8


Kabrini merhum pederinin yanına kazdılar. Baba ile oğul yan yana yatıyordu ebediyete doğru. Eminim ki artık babası ondan razıydı, Allah da razı olsun. Âmin. Sami amca o gece yine penceresinde, mezarlıktaki selvilerden sabaha kadar rüzgâr hışırtısına benzer sesler duydu. Kim bilir sevinç nağmeleri mi, özlem mi, hüzün mü? Bilinmez ama birileri ağlıyordu. Çocuklar toprak sahada top oynamaktan dönerken her zaman kana kana bu çeşmeden su içtiler ve amcalarının ruhlarına dualar ettiler. Yıllar sonra Erik Amca Çeşmesi'nden su içen bu çocuklar büyüdüler, kimileri öğretmen oldu memleketin dört bir yanına yayıldılar. Erik amcalarını ve bir şeyi daha unutmadılar. Derslerine girerken yanlarında taşıdığı çantalarına elma, armut, portakal, mandalina, erikler koyup çıkartarak; "Bakın çocuklar bunları bize veren Allah'tır. Kör, sağır, düşüncesiz odunlar bizleri tanımaz, bize acımaz, şefkat etmez. Şükredelim diye gönderen Allah'tır. Ağaç değil, tabiat değil, doğa değil!" diye Allah'ı anlatıyorlardı. Allah onlardan da razı olsun. Böylelikle Zekeriya amcamızın amel haznesine sevaplar köydeki çeşme gibi gürül gürül akıyordu.

9


5- ULUSLARARASI KONFERANS Ölmeden önce kendisini evinde ziyaret etmiştim. Dedim hocam hiç unutamadığınız eski anılarınız yok mu böyle ibretlik? Birden hüzünlendi ve derin bir ah çekip başladı uzunca anlatmaya: Yıllardır neredeyse gitmediğim vilayet, gezmediğim memleket kalmadı. Gittiğim yerlerde verdiğim konferanslarda insanlara hep dinsizliği hâşâ Allah’ın olmadığını anlattım. Hiç unutmam yıllar önce İstanbul’da Uluslararası Evrim Sempozyumu vardı. Ben de organizasyon başkanıydım. Yurtdışı ve yurtiçinden bine yakın akademisyen katıldı. Açılış konuşmamdan sonra sözü diğer meslektaşlarım aldı. Herkes evrimle ilgili bir şeyler anlattı. Bir ara mikrofonu İngiliz fosil bilimci Profesör Colin Patterson aldı ve şöyle dedi: “Sorum şudur: Bana evrimle ilgili tek bir şey söyleyebilir misiniz, gerçekten doğru olan bir şey?” O anda Cemal Reşit Rey Kongre Salonu’na derin bir sessizlik çöktü. Uzun süre kimse bir şey diyemedi. Sonra kimisi Endüstri Devrimi kelebeklerini, kimisi mutasyonları, kimisi Solekant Fosili’ni, kimisi Pilttdown Adamı’nı misal vermeye çalıştı ama profesör anında onları çürütüyordu. Çünkü yıllarını evrime adamış biriydi. Sözü evrimci İngiliz Zoolog Profesör Watson aldı ve ona şöyle dedi: “Ey Patterson senin neyin var? Gidip kilisede ömrünü papazın zünnarına tutunup günah çıkararak geçirmeyi mi düşünüyorsun? Yoksa kendini Nuh’un gemisine bindirip kurtarmayı mı düşünüyorsun? Bizim Materyalizme ideolojik bağlılığımız var. Sahneye ilahi bir açıklamanın girmesine izin veremeyiz. Çocuklarımızın zihinlerini ortaçağdan kalma papaz hurafelerine asla teslim edemeyiz!” Sözü evrimci bilim adamı Profesör Harold Blum aldı ve dedi: “Bilinen en küçük proteinlerin bile rastlantısal olarak meydana gelmesi adeta bir maymunun daktiloya rastgele basarak insanlık tarihini hatasız yazması kadar olasılık dışıdır. Milyarda bir bile tesadüf olamaz. Ya 10


da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O halde birinci varsayımı yani milyarda biri irdelemek gerekir.” Sonra bir başkası bir Rus profesör şöyle dedi: “Yoldaşlar! Şunu iyi bilin ki dünyanın kaderini asla eskilerin masalı yaratılışçı zihniyete teslim edemeyiz. Bilimin ışığından ayrılmayın, zifiri karanlıklardan koruyun kendinizi ve tüm insanlığı. İsa’nın değil Darwin’in öğretileri bizim rehberimizdir!" Bir anda salon alkışlardan tezahüratlardan yıkılıyordu neredeyse. İşte böyle konferans bilimselken bir anda ateşli konuşmaların yapıldığı ideolojik bir konferansa döndü.

11


6- SULTANAHMET CAMİİ Konferanstan sonraki gün İstanbul gezisi vardı. Otuza yakın yabancı akademisyenin toplandığı heyete rehberimiz Mesut Bey eşliğinde tarihi yarımada gezdirilecekti. İlk durağımız Sultanahmet Camii’ydi. Mesut Bey caminin sanat ve mimarisini en ince detayına kadar anlattı. Turistler caminin iç tezyinatına, mavi çinilerin güzelliğine bakmaktan kendilerini alıkoyamadılar. Biri mimarı kim bu eserin dedi. Mesut Bey dedi: Şimdi size bu eserin mimarının kör bir zat olduğunu söylesem inanır mısınız? Hem kör, hem de sağır olduğunu söylesem kesinlikle inanmazsınız. Hem kör, hem sağır, hem de akılsız olduğunu söylesem bu iddiaya ancak gülersiniz. Hem kör, hem sağır, hem akılsız hem de hayatsız biri olduğunu söylesem artık bu saçmalığı tarif edecek söz bulamazsınız. Şimdi de size bu eserin nasıl yapıldığını anlatayım. Yıllar önce taş ocaklarındaki taşlar, demir madenlerindeki demir, kurşun ve harçlar tesadüf rüzgârlarının esmesi sonucu savrularak kendiliğinden buraya taşındılar. Yağan yağmur, çakan şimşek ve radyasyonlara maruz kalıp şekillenerek kendiliğinden mükemmel bu esere dönüştüler. Doğa bizlerin tapınma içgüdümüzü bildiği için bu mabedi bizlere armağan etti. 12


Sayın profesörler dün gün boyu sizlerin konuşmalarını tercüme ettim. Ha sizin söyledikleriniz ha benim söylediklerim. Arada hiçbir fark yok. Nasıl bu mükemmel ve sanatlı eser ki, temelden kubbeye taşları itinayla dizilmiş ve özenle süslenmiş, akıl ve şuur sahibi bir mimara işaret eder. Öyle de vücudumuzun yapı taşları olan hücreler de tepeden tırnağa kadar itinayla dizilmiş ve özenle süslenmiş, bu eserden binlerce kez daha mükemmel, hikmetli ve sanatlıdırlar. O da kendi Sanatkârına işaret eder. Bu sanatkâr kör, sağır, düşüncesiz ve cansız atomlar veya tabiat değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Bir anda ortalık buz kesti. Ben ve turistler hiç böyle bir şey beklemiyorduk. Birden rehbere kızıp dedim; “Buraya vaaz dinlemeye değil sanat ve tarih dinlemeye geldik. Millete böyle hurafeler anlatma, sadece işini anlat!” Onlar müdahale ettiler. “Sayın profesör bırak anlatsın, bunlar ilginç ve orijinal sözler. Yaptığı mukayeseler İslâm sanatını anlamamıza yardımcı olacak.”

13


7- AYASOFYA Sonra grup Ayasofya’ya girdi. Mesut Bey oradaki sanat ve mimariyi anlatırken bazıları kamerayla videoya çekiyorlardı. Birine dedi: “Kameranızın markası nedir?” “Sony” dedi. “Oh harika bir teknolojik ürün” Şimdi ormana gidip, çukur kazsak içine demir, çelik, plastik madenlerini doldurup içine çamurlu suyu döksek yağmurun, fırtınanın, şimşeğin sihirli ellerine verip binlerce yıl beklemekle böyle bir kameranın çukurdan çıkmasını bekleyebilir miyiz? Tabii ki hayır. Aynen öyle de 40 parçadan oluşan gözümüzün de mercek, kornea, iris, retina tek bir tanesi eksik ya da yerinde olmasa gözümüz iş görmez. Nasıl kameralar kendiliğinden değil, ileri teknoloji ve akıl sayesinde üretiliyorsa, kameralardan binlerce kez mükemmel gözlerimiz de ilkel ortamlarda bilinçsiz güçlerle değil, sonsuz bir ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Allah tarafından kusursuz bir şekilde tasarlanmıştır ve işlev görmektedir. Oysa elinizdeki kamera gözümüz kadar hızlı ve kusursuz bir odaklanma yapamaz. Göz merceği her saniye hiç durmadan otomatik odaklama yapar. Haydi, parmağınızı gözünüze yaklaştırıp bakın. Şimdi de karşıdaki tasvirci İsa mozaiğine bakın. Anında hızlı ve kusursuz odaklanma. Ben yine kızıp dedim; “Ya kardeşim burası vaaz kürsüsü değil, böyle saçmalıklar anlatıp bizi de dünyaya rezil etme. Çek git şuradan, nereden bulaştık sana!” Onlar: “Sayın profesör lütfen müdahale etmeyin çok güzel anlatıyor. Çok güzel misaller ve bağlantılar, daha önce hiç işitmediğimiz harika benzetmeler bunlar. Hem doğru rastgele meydana gelen hangi işlem bir insanın gözünün sistemini oluşturabilir? Sonra üst kattaki kıyamet sahnesi portresinin olduğu duvarın önüne getirdi. Vaftizci Yahya, İsa Peygamber ve Meryem Ana resim14


lerinin bulunduğu mozaik tabloyu da anlattıktan sonra dedi: Hiç kimse doğadaki renkli küçük cam parçalarının tesadüf rüzgârlarıyla savrulup bu duvara muntazam yapışıp böyle harikulade bir sanat eserini oluşturacağını iddia edemez. Şimdi sizlerin önüne plastik boya kovalarını koysak bu sahneye bakıp aynısını karşıki bu boş duvara fırça kullanmadan, elinizle temas etmeden, uzaktan yakından boyaları bilinçli bir şekilde sıçratmakla resmedebilir misiniz? Netice duvarın boyalar ile batması olurdu değil mi? Haydi, cansız ve şuursuz tabiata yüz derece cehalete bürünüp akıl isnat etsek bile aklı, şuuru, eli, kolu, fırçası, kalemi olmayan tabiat nasıl bu insan suretlerinin asıllarını, canlı şekil ve suretlerini yapabilir deme gafletini gösterebiliyoruz? Aklı şuuru olan sizler çok basit iki boyutlusunu dahi yapamazken kör, sağır, düşüncesiz ve cansız tabiat nasıl bundan binlerce kez daha mükemmel ve kompleks üç boyutlu asıllarını resmedebilsin? Anlattıkça sinirimden adamı duvardaki tablo gibi çarmıha gerip asmak istedim. Ama sesimi de çıkaramadım çünkü heyet, rehberi dikkat ve ilgiyle dinliyordu. Müdahale etsem bu sefer bana kızacaklardı.

15


8- ESERİN MİMARI Şimdi bakın bu kubbedeki yazılara. Şu şamdandaki mumların ve kandillerin islerinden oluşan mürekkebin yere dökülüp hava akımıyla yukarıya uçmasıyla kendiliğinden, “Allah göklerin ve yerin nurudur.” ayeti yazılamaz. Onu yazan bir hattat vardır. Aynı şekilde şu gök kubbenin altındaki her biri bir kitap gibi ince ince hatlarla yazılan, mükemmel bir ölçü ve düzenle çalışan tüm evren, içindeki dengeler ve canlılar da mürekkep misali sel gibi unsurların (hava, su, toprak, ışık) kendiliğinden akmasıyla yazılamaz. Fizik profesörü Paul Davies söz aldı ve dedi: Eğer doğanın derinliklerinde gerçekleşen işlerin kompleksliği, dünyanın en zeki beyinleri tarafından bile zor anlaşılıyorsa, bu işlerin sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri olduğunu nasıl düşünebiliriz? Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur. Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir. Rehberimiz dedi: Sayın profesör niye Allah demiyorsunuz da kozmik bir tasarım diyorsunuz? Bilmiyorum gözümle görmediğim şeye inanmam. Bu hem bilimsel amaca uygun değil, itici geliyor bana. 16


Ey Paul, içinde bulunduğumuz Ayasofya’nın mimarını görebiliyor musun? Ya da bahçedeki kafede oturmuş çayını yudumlarken görmeyi mi umuyorsun? Mimarını görmesek de yapılan eserden, onun üstün bir akıl tarafından inşa edildiğini aklen, mantıken ve vicdanen anlarız. Mimarını görmediğimiz bu Ayasofya’nın mimarına inanmayı bilimsel bulmayıp; kör, sağır, düşüncesiz ve cansız unsurların bir araya gelip kendiliğinden yapabileceği tezlerini araştırmayı bilimsel mi buluyorsunuz? Yani bu cansız ve şuursuz taşların tesadüf rüzgârlarıyla kendiliğinden bir araya gelip temelden kubbeye kadar kusursuz dizilip Ayasofya’nın inşa edilebileceğini mi ispatlamaya çalışıyorsunuz? Bu binadaki taşlar misali tüm canlıların ve insanların yapı taşları olan cansız ve şuursuz atomların tesadüf rüzgârlarıyla kendiliğinden bir araya gelip, tepeden tırnağa kadar kusursuz dizilip, her biri mükemmel bir ölçü ve düzen içindeki bu mahlûkatı inşa edebileceklerini ispatlamaya çalışmak, aynen ürettiğiniz teoriler gibi saçma, akıl ve mantık dışıdır. Ey saygın profesörler! Allah’a iman etmek için daha neyi bekliyorsunuz? Allah’a iman eden Newton, Kopernik, Keppler, Galilei, Pasteur, Einstein gibi binlerce bilim adamları sizleri yadırgıyor ve kınayacaklardır. 17


9- VAFTİZ HAVUZU Ayasofya’nın çıkışında Güzel Kapı’nın solunda vaftiz odasına geçtik. İçeride büyük bir vaftiz havuzu vardı. Rehberimiz dedi: Sizleri günahlarınızdan arındırmak için buraya getirmedim. Belki burada kalplerinizdeki inatçı kirler tevhid suyuyla yıkanacaktır inşallah. Şimdi gelin hep birlikte bir deney yapalım. Bu havuzun içine canlılığın oluşması için her ne lazımsa koyup atalım. Karbon, fosfor, azot, potasyum, sülfat gibi elementleri, aminoasitleri, proteinleri içine atıp dolduralım. Isı, ışık, nem, dalga, rüzgâr, şimşek, güneş, radyasyon, ultraviyole ışınları hazır olsun. Etrafına da dünyanın en zeki bilim adamlarını yani sizleri dizelim ve dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarını da getirin. Kuşaktan kuşağa binlerce, milyarlarca yıl uğraşsanız da acaba bu ilkel çorbadan bir tek canlı hücreyi ve bunları çoğaltıp aslanları, kartalları, zürafaları, yunusları, tilkileri, tavşanları ve insanları bu havuzdan çıkartabilir misiniz? Bırakın bu canlıları içinden tek bir hücreyi bile çıkaramazsınız. Ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemiştir: Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür. Jeokimyacı Profesör Jeffret Bada: Bugün sahip olduğumuz en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız. Hayat yeryüzünde nasıl başladı? İngiliz matematikçi ve astronom Prof. Sir Fred Hoyle söz aldı ve dedi: Canlı hücreleri öyle kompleks bir yapıya sahiptir ki, bir tanesinin bile cansız atomlardan meydana gelmesi, bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uçağını oluşturması gibi imkansızdır. 18


Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiş ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur. Ağzına sağlık sayın Sir Fred Hoyle, nasıl ki bir kasırga tesadüfler sonucu bir uçağı meydana getiremiyorsa, yine nasıl taş, tuğla, demir yığınına isabet eden tesadüf rüzgarları inşaat malzemelerini savurarak kendiliğinden bu Ayasofya’yı vücuda getiremiyorsa, tüm evrenin ve içindeki mahlukatın plansız olaylarla meydana gelmesi ve üstelik de son derece kompleks yapıları içinde barındırması mümkün olamaz.

19


10- HAVUZ KAYNIYOR Amerikalı Jeolog Prof. William Stakes söz aldı: Hücreyi oluşturan protein moleküllerinin bir tanesinin bile rastlantılar sonucu oluşmasını beklemek imkânsızdır. (Değil bu vaftiz havuzu) eğer milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli aminoasitleri içeren sulu bir konsantre tabakayla dolu olsaydı bile yine (protein) oluşamazdı. Deniz kenarında kumdan yapılmış bir kale gören kimse bunun dalgalarla ve doğa şartlarıyla meydana geldiğini aklına bile getirmez. Bir protein molekülü ise kumdan kaleden trilyonlarca kat daha kompleks bir yapıdır. Dolayısıyla tesadüflerle ve doğa şartlarıyla oluşması aynı oranda imkânsızdır. Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe ardından şöyle dedi: (Bu misaller Darwin ve evrim teorisini bu vaftiz havuzuna gömmeye yeterlidir.) Bu gezegenin ya da bir başkasının üzerinde hiçbir zaman (hayatın doğabileceği) bir ilkel çorba olmamıştır ve yaşamın başlangıcı rastlantısal olarak gerçekleşemeyeceğine göre amaçlı bir aklın ürünü olmalıdır. Amerikalı bilim yazarı Guy Murchile söz aldı: Öyleyse maddenin ardında başka bir şey olmalıdır, bir şekilde onu kontrol eden bir şey. Ve bu denilebilir ki, bir Yaratıcı’nın varlığının matematiksel delilidir. Rehber dedi: Bakın aynı zamanda bulunduğumuz alan Osmanlı Padişahı Sultan İbrahim’in türbesinin bulunduğu yerdir. Gelin aynı isimdeki Peygamber İbrahim aleyhisselamın vahid dini bir olan Allah’a iman edelim.

20


Bakın minarelerden ezan sesi yükseliyor. Lütfen sizler de benimle beraber tekrar edin. O gün benimle beraber birkaç profesör hariç her biri ister istemez rehberle beraber ezanı tekrar ettiler. Yanımdaki Profesör Michael Behe’ye hitaben dedim: Siz neden sustunuz? Dedi: Hayatın üstün bir akıl tarafından tasarlanmış olduğu anlayışı, hayatı basit doğa kanunlarının bir sonucu olarak algılamaya alışkın olan bizlerde bir şok etkisi meydana getirmiş durumda. Allah’ın varlığını kavramak beni şok etmiştir.

21


11- TOPKAPI SARAYI Ayasofya’dan çıktıktan sonra grup, Topkapı Sarayı’na girdi. İçimden dedim: Acaba Mesut Bey orada Kaşıkçı Elması gibi daha ne cevherler anlatıp içimizdeki darwinist maymunu Topkapı Hançeri’yle parçalayacak? Hadi hayırlısı. Mesut Bey, Topkapı Sarayı’nı, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve ilginç hadiseleri anlattıktan sonra kutsal emanetler bölümüne girdik. Orada Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) hakkında bahsetmeye başladı ve dedi: Rabbimizi bize tanıtan üç büyük muallim vardır: Birincisi kâinat kitabı ki misallerini gezimiz boyunca sizlere anlatmaya çalıştım. İkincisi Peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (sav), üçüncüsü de kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir. İçlerinden biri dedi: Muhammed çok akıllı ve zeki biriydi. Araplar çok kaba ve cahil bedevilerdi. İnsanları içinde bulundukları kötü durumlardan kurtarmak için, Kur’an’ı kendi yazıp, daha sonra da insanlar üzerindeki tesirini artırmak için “Bu Allah’ın kelamıdır.” demiş olamaz mı? Bahçedeki yaprakları süpüren bahçıvanı kastedip dedim: Bakın bu adam süpürgesini havaya kaldırıp size seslense: “Ben dünyanın en zeki bilim adamıyım. Newton, Kopernik, Einstein benim yanımda talebe kalır.” kimi kandırabilir?

22


Kiminiz soracak ona termodinamiğin ikinci kanununu anlatır mısın? Statik evren modeli nedir? Atomlardaki elektromanyetik kuvveti açıklar mısın? Şey ben en iyisi yaprakları süpürmeye devam edeyim der geçer gider. Çünkü birbirine yakın kimseler birbirini taklit edebilirler. Mertebece birbirine yakın zatlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler. Geçici olarak insanları aldatırlar fakat daimi aldatamazlar. Çünkü sizin gibi dikkat ehli nazarında, eninde sonunda tavırları ve halleri içindeki yapmacık hareketleri ve zoraki davranışları sahtekârlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek. Eğer sahtekârlıkta taklide çalışan, ötekinden gayet uzaksa, mesela basit bir adam, Newton gibi bir dâhiyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendisi maskara olacak. Her bir hali bağıracak ki: Bu sahtekârdır. İşte, hâşâ yüz bin defa haşa, Kur’an’ı insan sözü, Hz. Muhammed (sav)’i yalancı farz etsek aynen sıradan bir askerin süpürge sapını silah gibi havaya kaldırıp ordunun başına geçip kendini Napolyon gibi ünlü bir kumandanın makamına oturmasına benzer.

23


12- ESKİMEYEN KANUNLAR Sayın profesör, ülkenizdeki anayasa kaç yıldır yürürlülüktedir? Belki 30-40 yıldır. Ondan önceki belki 40-50 yıldır. Yıllarca hukuk eğitimi alan onlarca hukukçunun bir araya gelmesiyle yapılan kanunlar çok uzun yaşayamıyor ve eskiyor. Acaba ümmi olan, yani okuma yazma bilmeyen bir kişinin tek başına kanunlar yapması ve bu kanunların hiç değişikliğe uğramadan tam on dört asrı ve her asırda insanların en az dörtte birini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmesi mümkün müdür? Elbette hayır. Şimdi Hazret-i Muhammed’e (asm) bakıyoruz; ümmi bir Zat'ta ortaya çıkan kanunlar, on dört asrı ve her asırda insanların dörtte birini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmiş ve ediyor. Bunun yeryüzünde bir tek emsali yoktur. Hatta yıllarca hukuk eğitimi alan onlarca hukukçunun bir araya gelmesiyle yapılan kanunlar üç beş sene bile yaşayamıyor ve eskiyor. Adaletle idare edememesi ise cabası. Şimdi O Zat'tan (asm) meydana gelen kanunları, Hz. Muhammed’in (asm) vahye mazhar olup, Allah’ın elçisi olmasıyla izah etmezsek, ne ile izah edeceğiz?

24


Ümmi olup okuma yazma bilmeyen bir Zat'ın, kendi kendine bir din çıkarması ve bu dinin on dört asır boyunca, her asırda milyonlarca insanın rehberi, akıllarının muallimi, kalplerinin temizleyicisi, nefislerinin terbiyecisi ve ruhlarının gelişimine maden olması ve her asırda milyonlarca taraftar bulması mümkün müdür? Ve emsali var mıdır? Elbette yoktur… Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz; O ümmi Zat'ın (asm) fiilleri, sözleri, hal ve hareketlerinden çıkan İslamiyet, her asırda milyonlarca insanın rehberi ve kaynağı, akıllarının muallimi ve mürşidi, kalplerinin nurlandırıcısı ve temizleyicisi, nefislerinin terbiyecisi ve ruhlarının gelişiminin ve yükselmesinin sebebi olması yönüyle misli olmamış ve olamaz. Öyleyse bu Zat’ın (asm) peygamberliğini kabul etmezsek, İslamiyet’i ve İslamiyet’in kalplerde, ruhlarda, akıllarda, nefislerde ve gönüllerde yapmış olduğu inkılâbı ne ile izah edeceğiz?

25


13- SİGARA İÇMEK YASAK Sayın konuklar bir uyarı yapmak durumundayım. Her ne kadar kapalı alanda olmasak da müzenin bahçesindeyiz. Lütfen sigaralarımızı söndürelim. Hem sağlığa hem de çevreye zararlıdır. Teşekkür ederiz. Malumdur ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir toplulukta, büyük bir hâkim, büyük bir gayretle, ancak geçici olarak kaldırabilir. Hâlbuki Hazret-i Muhammed (asm) küçük bir kuvvet ve küçük bir himmetle, birçok büyük âdetleri, hem de inatçı ve âdetlerine çok bağlı olan bir kavimden, az bir zamanda kaldırmış ve yerlerine öyle yüksek bir ahlakı yerleştirmiştir ki, bunun tarihte emsali yoktur. Dünya tarihinde hiçbir reformist, tüm toplumu onlarca ayrı alanda birden etkileyecek reformlar yapamamıştır. Yani örneğin siyaset, ekonomi, sanayi, eğitim, savaş ve benzeri alanlardan sadece bir veya birkaç tanesinde muvaffak olabilmişlerdir. Yine dünya tarihi şahittir ki, ideolojik bazı fikir akımlarının önderleri gibi en dahi insanlar bile muhataplarında sadece milliyetçilik, hürriyetçilik gibi birkaç hissi tahrike muvaffak olmuşlardır. Her alanda muhatapları etkilemekte muvaffak olamamışlardır.

26


Hâlbuki Hz. Muhammed, sanattan sağlığa, adaletten eşitliğe, cahiliye âdetlerinin kaldırılmasından onların yerine en yüksek ahlak kurallarının tesisine, pek çok fen ilimlerinden savaş ilimlerine kadar yüze yakın alanda reformlar yaptığı gibi; âdetlerine son derece bağlı olan o toplumu çok kısa bir zamanda öyle değiştirmiştir ki tarihte emsali yoktur. Peygamberimizin (asm) sadece bir sohbetinde birkaç dakika bulunmakla en medeni insanların seviyesine çıkan ve kendi kavim, kabile veya ülkelerine muallim olarak dönen bedeviler, bir deve güreşçisinden, devasa bir devleti adaletle idare eden Ömer’ler, hep Hz. Muhammed’in meydana getirdiği toplumun meyveleridir. İşte Hazret-i Muhammed’in (asm) Asr-ı saadetini görmeyenlerin veya göremeyenlerin gözüne Arap yarımadasını sokarak diyoruz ki, haydi yüzlerce filozofu, sosyologu alın ve oraya gidin, tam yüz sene çalışın, acaba O Zat’ın (asm) o zamana nispetle bir senede yaptığı icraatın yüzde birini yapabilecek misiniz?..

27


14- KUR’AN’IN EDEBİ MUCİZELİĞİ Sayın konuklar az önce kutsal emanetler bölümünde size çok eski yıllara ait bir Kur’an gösterdim. Hz. Osman’ın (ra) okurken şehit edildiği Kur’an. Bir Kur’an ayetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor: "De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler." (İsra Suresi,88) Arap yarımadası halkı o zamanlar şiir ve edebiyatta yeryüzünden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belagat o kadar kıymettar idi ki, bir şairin bir sözü için iki kavim büyük harp ederdi ve bir sözüyle barışıyorlardı. Hatta onların içinde “Muallâkat-ı Seb’a” (Yedi Askı) namıyla yedi şairin yedi kasidesini altınla Kabe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı. İşte böyle bir zamanda, belagat en revaçlı olduğu bir anda Kur’an-ı Mucizü’l Beyan indi. Nasıl ki Musa aleyhisselam zamanında sihir ve İsa aleyhisselam zamanında tıp revaçta idi; mucizelerin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit Arap belâgatçılarını en kısa bir suresine mukabeleye davet etti. “Kulumuza (Muhammed (s.a.v) indirdiğimiz Kuran’da bir şüpheniz varsa, onun benzerinden bir sure

28


getiriniz.” (Bakara Suresi, 23) fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem, der ki: “İman getirmezseniz lanetlenmişsiniz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını küçümsüyor. Onları önce ebedi idam ile ve sonra da cehennemde ebedi idam ile beraber dünyevi idam ile de mahkum ediyor. Der: “Ya karşılıklı sözlü mücadele ediniz, yahut can ve malınız helakettedir.” İşte eğer muaraza (karşılıklı sözlü mücadele) mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muaraza edip davasını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en zorlu harp yolu tercih edilsin. Evet o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman alemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belaya atacak uzun bir yolu tercih etsin; hiç uygun mudur? Çünkü, şairleri birkaç harfle muaraza edebilseydi, Kuran davasından vazgeçerdi. Onlar da maddi ve manevi helâketten kurtulurlardı. Halbuki, harp gibi dehşetli uzun bir yolu tercih ettiler. Demek söz yahut yazı ile karşılıklı mücadele mümkün değildi, imkansızdı; onun için kılıçla karşılıklı mücadeleye mecbur oldular.

29


15- ARKEOLOJİ MÜZESİ Topkapı Sarayı’ndan çıkıp hemen yakınındaki Arkeoloji Müzesi'ne girdik. Orada antik çağlardan kalma birçok mermer lahitler ve heykeller vardı. Özellikle Büyük İskender heykeline turistler ilgiyle bakıp incelerlerken rehberimiz birden dedi: Bu heykel arazinin ortasında duran bir kaya kütlesinin, sert rüzgârların binlerce yıl esmesiyle kayayı aşındırarak kendiliğinden oluştu. Biz de alıp müzeye koyduk. Turistler başlayınca gülümsemeye, niye gülüyorsunuz, sizler de üniversitelerinizde ders anlatırken talebeleriniz de böyle gülümsüyorlar mı? Nasıl sert rüzgârların binlerce yıl esmesiyle kayayı aşındırarak veya arazide savrulan mermer tozlarının tesadüf rüzgârlarıyla bir araya gelip kendiliğinden bu heykel oluşamazsa, bu mermer tozları gibi cansız ve şuursuz atomların da tesadüf rüzgârlarıyla kendiliğinden bir araya gelip canlı insan suretlerine dönüşmesi aynı saçmalıktır. Bay Henry senin gözlerin heykelinkinden daha mı sanatsız ki bunu heykeltıraşa, kendini tabiata havale edebiliyorsun?

30


Heykele bakıp heykeltıraşı bir defa takdir ediyorsa insan, aynada kendisine bakıp sanatkârı olan Allah’ı binlerce defa takdir etmesi gerekmez mi? Bay Dimitri, bu sabah hotelden çıkarken muhtemelen aynanın karşısına geçtin. Alelacele saçını taradın, yüzüne gözüne baktın ve çekip gittin. Aynanın karşısındayken birşeyler unutmadın mı acaba? Derin derin düşünülmesi ve görülmesi gereken, seni yoktan var edip, şekil ve suret veren Rabbini?

31


16- GÜLHANE PARKI Ham mermerin yontulması gibi oradan da darbe alıp Gülhane Parkı’na doğru yol aldık. Yaşlı kayın ağaçlarının uzandığı yoldaki çiçeklerin arasından geçerken süs havuzunun yanında gezinen ördekleri, sülünleri, tavus kuşlarını gördük. Yaklaşınca tavus kuşu tüylerini açıp ortaya muhteşem bir renk desen ve motiflerden oluşan bir tablo çıktı. Tıpkı Bayan Sofya’nın üzerindeki pelerin gibi… Mesut Bey dedi: Sayın profesör üzerinizdeki o harika pelerini hangi tarladan aldınız? Pardon anlayamadım. Nasıl tarladaki pamuklar tesadüfen ipliklere dönüşüp, iplikler de kendiliğinden bu harika renk ve desenlerin işlendiği bu kumaşa dönüşemezse, tavus kuşunun tüylerindeki bu tablo gibi benek benek renk ve motiflerden oluşan bu harika sanat da kendiliğinden oluşamaz. Şimdi sizin ellerinize boya bardakları verip, yere boş kumaşlar sersek, fırça kullanmadan elinizle temas etmeden uzaktan yakından boyaları savurarak o tavus kuşunun tüylerindeki motifleri resmedin desek bunu yapabilir misiniz? Akıl ve şuur sahibi ressamlar bile buna muvaffak olamazken, kör, sağır, düşüncesiz ve cansız tabiatın eli, kolu, fırçası mı var ki bu maharete vâkıf olabilsin? Ya şu daldan dala uçuşan kelebeğin kanatlarındaki renk ve desen uyumuna ne demeli? Bakın şu bayanın ipek eşarbı ne kadar güzel renk ve desenlerle işlenmiş. Mutlaka bir nakkaşı vardır. Boyaların tesadüfen kumaş üzerine sel gibi akıp dökülmesiyle bu eşarptaki ince ince motifler kendiliğinden oluşamayacağı gibi, ipek gibi şu kelebeğin kanatlarındaki o göz alıcı renk ve desenler de tesadüfen oluşamaz. Her şey gibi onların da bir Nakkaşı vardır. O nakkaş sel gibi akan unsurlar değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.

32


33


17- KIZ KULESİ Epey yorulduktan sonra parkın boğaza bakan bir terastaki çay bahçesine geçip çaylarımızı yudumlamaya başladık. Rehberimiz durmadan gördükleriyle bağlantılar yapıp bizlere anlatıyordu. Karşımızda görülen Kız Kulesi’ni işaret edip dedi: Görüyor musunuz işte Kız Kulesi boğazda ufak bir adanın üstünde muhteşem parıldıyor. Binlerce yıl denizdeki dalgaların sahildeki kayaları aşındırıp şekillendirmesiyle kendiliğinden tesadüf rüzgârlarıyla nasıl bu kule oluşamazsa; cansız ve şuursuz atomların da ani bir kararla bir araya gelip, olağanüstü bir organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemlerle donatılmış canlıları tesadüfen kendiliğinden meydana getirmesi akıl ve mantık dışıdır. Sizler, günümüzden beş milyar yıl önce bazı atomların tesadüfen bir araya gelerek kusursuz bir plan yaptıklarına inanırsınız. Bu hayali senaryoya göre, cansız ve şuursuz atomlar rastgele bir arada bulunurken rüzgâr, fırtına, tipi, şimşekler, ultraviyole ışınları ve depremler yardımıyla her biri kusursuz tasarım harikaları olan tüm evreni ve canlıları oluşturmuşlardır. Nasıl bu kuleyi denizdeki dalgaların tesadüfen oluşturması imkânsızsa ve bunu yapan bir akıl varsa, öyle de çok hassas ölçülere sahip tüm evrenin; yıldızlar, güneş, gezegenler, dünya ve içindeki bitki, hayvan ve insanların da cansız ve şuursuz atomların bir araya gelerek kendi kendilerine, tesadüflerle savrularak oluşması imkânsızdır. Ancak üstün bir ilim, hikmet, güç ve irade sahibi Allah tarafından atomlar hareket ettirilip bir araya gelebilirler. 34


Kusursuz sistemlere sahip tüm evrenin ve içindeki canlıların tesadüfen oluştuklarını iddia etmek, Kız Kulesi, Dolmabahçe Sarayı, Ortaköy Camii gibi mimari eserlerin, taş kütlelerinin rüzgârların etkisiyle zaman içinde kusursuz mimari eserlere dönüştüğüne inanmaktan çok daha mantık dışı ve akılsızcadır. Prof. Sir Fred Hoyle sözü aldı ve dedi: Aslında yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir. Ardından Amerikalı Astrofizikçi Prof. Hugh Ross şöyle dedi: Akıllı ve üstün bir Yaratıcı evreni yoktan var etmiş olmalıdır. Akıllı ve üstün bir Yaratıcı evreni dizayn etmiş olmalıdır. Akıllı ve üstün bir Yaratıcı Dünya gezegenini dizayn etmiş olmalıdır. Ve yine akıllı ve üstün bir Yaratıcı hayatı ve canlıları tasarlamış olmalıdır. Psikiyatri Profesörü Karl Stern şöyle dedi: Evrenin şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi, tümüyle delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetiyle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır. Sayın Profesör Michael Behe siz ne söylemek istersiniz? Yaşamın akıllı bir varlık tarafından tasarlandığı gerçeğine karşı öne sürülebilecek hiçbir tutarlı görüş yoktur. Profesör Richard Dawkins topluluğa birden seslendi: Eğer bir Meryem Ana heykelinin sizlere el salladığını görseniz dahi, bir mucize ile karşı karşıya olduğunuzu sanmayın… çok küçük bir olasılıktır, ama belki de heykelin sağ kolundaki atomların hepsi tesadüfen, bir anda, aynı yönde hareket etme eğilimi içine girmiş olabilirler. 35


18- ŞİFA ECZANESİ Gülhane Parkı’ndan çıktıktan sonra Sirkeci’ye doğru yürürken yolda bir eczaneye rastlayınca profesörler kendi aralarında yaptıkları istişare sonucunda Profesör Richard Dawkins’e psikiyatrik ilaç almak için eczaneye girdiler. Girince rehberimiz başladı anlatmaya: Şimdi hep birlikte şu eczane vitrinindeki ilaçların nasıl yapıldığını görmek için hayalen bir ilaç fabrikasına gidelim. Bakıyoruz ki raflara sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, sülfat gibi yüzlerce çeşit hammaddelerin bulunduğu kavanozlar dizilmiş ve onlardan canlı, faydalı, şifalı bir macun yapılacak ta ki o harika karışım fırınlanıp hap, tablet, kapsül olsun. Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden her birisinden, çok hassas özel bir ölçüyle bir iki miligram bundan, üç dört miligram ötekinden, altı yedi miligram başkasından ve bunun gibi çeşitli miktarlardan parçalar alınmış. Eğer birinden, bir miligram ya noksan veya fazla alınsa o macun faydalı olamaz, tesirini gösteremez. Hem o hayattar şurubu da inceledik. Her bir kavanozdan çok hassas özel bir ölçüyle bir madde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya fazla olsa, ilaç özelliğini kaybeder. O kavanozlar elliden fazla iken, her birisinden ayrı bir ölçü ile alınmış gibi, ayrı ayrı miktarlarda parçalar alınmış. Acaba hiçbir yönle imkan ve ihtimali var mı ki, o şişelerden alınan çeşitli miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden her birisinden alınan miktar kadar yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu oluştursunlar? Acaba bundan daha hurafe, imkansız, batıl bir şey var mı?

36


İşte bu misal gibi; her bir canlı, her bir insan canlı bir macundur ve her bir bitki hayattar bir ilaç gibidir ki; çok farklı kısımlardan, çok çeşitli maddelerden gayet özel bir ölçü ile alınan maddelerden oluşmuştur. Eğer sebeplere, unsurlara dayandırılsa ve “sebepler icat etti” denilse; aynen eczanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, imkansız ve batıldır. Sözün kısası: Şu büyük alem eczanesinde her işi yerli yerinde yapan hikmeti sonsuz Allah’ın takdir ve tecellilerindeki ölçüyle alınan, hayat için gerekli maddeler hadsiz bir hikmet ve sınırsız bir ilim ve her şeyi kuşatan bir irade ile vücud bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan yüzlerce maddi unsurlar ve tabiatlar ve sebeplerin işidir diyen bedbaht, “O acayip ilaç kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur.” diyen deli bir saçmalayıcı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha fazla ahmaktır. Evet o inkar; ahmakane, sarhoşane, divanece bir saçmalıktır.

37


19- UĞURLARKEN Daha sonra bir lokantada yemeğimizi yiyip Sirkeci Garı’nın önünde bizleri bekleyen servis minibüsüne binip konuklarımızı havalimanına uğurlamak üzere benimle beraber Mesut Bey de eşlik etti. Her şeyden delil çıkaran bir deliydi, davasının delisi. Giderken de şunları anlattı. Bir gün balta girmemiş bir ormanın derinliklerinde bir geziye çıksanız ve ağaçların arasında son model bir minibüs bulsanız ne düşünürdünüz? Acaba aklınıza ilk olarak ormanın böyle bir ürün ortaya çıkardığı mı gelirdi? Minibüsü oluşturan tüm hammadde; demir, plastik, kauçuk vs. topraktan ya da onun ürünlerinden elde edilmektedir. Ama bu durum size, bu malzemelerin tesadüfen sentezlenip, sonra da bir araya gelerek sonuçta ortaya böyle bir minibüs çıkardıklarını mı düşündürürdü? Elbette ki, akıl sağlığı yerinde olan her normal insan, minibüsün bilinçli bir tasarım, yani bir fabrikanın ürünü olduğunu düşünecek, bunun ormanda ne aradığını merak edecektir. Çünkü kompleks bir yapının aniden, bir anda, bir bütün olarak ortaya çıkması, onun bilinçli bir irade tarafından var edildiğini gösterir. Vücudumuz gibi karmaşık sistemler de elbette üstün bir ilmin ve

38


iradenin ürünüdür. Yani, Allah’ın yaratmasıyla var olmuştur. Bir kasırganın, araba fabrikasının yanında bulunan yedek parça deposundaki malzemeleri savurarak, kaza sonucu nasıl son model bu minibüsü meydana getiremiyorsa; sindirim, dolaşım, hormonal gibi son derece kompleks sistemleri barındıran vücudumuzun da cansız ve şuursuz atomların tesadüf rüzgarlarıyla kendiliğinden oluşması veya plansız olaylarla meydana gelmesi de mümkün olamaz. Dahası, insan vücudu bir arabayla karşılaştırma dahi yapılamayacak kadar sayısız detayla yaratılmıştır. Bak Henry arabanın ön camının silecekleri çalışıyor, senin de göz kapakların var. Bak lambalar yanıyor senin de gözlerin ve kafa fenerin var. Açın iman ışığını önünüz aydınlansın, tüm karanlıklar aydınlığa kavuşsun. Zira Allah göklerin ve yerin nurudur. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. Gözünüz aydın, yolunuz açık olsun. Allah’a emanet olun. Kalın imanla!

39


VEDA KONUŞMALARI Heyet ayrılırken öyle memnun kaldılar ki, ağlayıp Mesyu Mesyu bu hakikatleri bize daha önce niye kimse anlatmadı? Bir buçuk milyar İslâm âleminin dili mi tutuktu, aklı mı çalışmazdı şu yandaki külüstür Lada gibi. Yazık inkâr karanlıklarında geçen maziye ve göçen dostlara. Söylediğin cevher gibi her bir hakikat, içimizdeki darwinist maymunu hançerleyip dirilmeyecek bir surette öldürdü. Sizler bu hakikatleri, bu makul fikirleri tüm dünyaya anlatabilseydiniz, yeryüzünde küfrün beli kırılır, bizim gibi nice gafil insanlar akın akın hak dine koşacaklardı. Yazık inkar karanlıklarında geçen maziye, yazık karanlık dalgalarla boğuşurken semaya uzanan ellere aldırış etmeyen sizlere! Mesyu! Sizdeki vebal bizdeki dinsizlik kadar çok, bizdeki dinsizlik de sizdeki ihmal kadar çok! Mesyu! Şunu bil ki, bu batıl fikirlerle maziye göçen tüm insanlık, mahşer sabahı uyandıklarında İslam aleminin yakasına yapışacaklardır. Bunun gerçekleşeceğine dininiz İslam gibi emin olun! dediler ve ayrıldılar. Dışarıda sağanak yağmurlar yağıyor ve şimşekler çakıyordu. Mesyu'nun da yüreğinde şimşekler, gözlerinden sağanak yağmurlar boşalıyordu...

40


HAYAL VE HAKİKATLER Temsili hikâyecikler suretinde tarihi yarımada gezisinde sizlere hayalle gerçeği harmanlayıp bazı hakikatleri anlatmak istedim. Gizemli mağaradaki kişiler hele Düldül hayal, ama fikirler gerçek. Belki misalleri başka yerlerde başka türlü yaşanmış hakikatleri kesip toplayıp sizlere sunmak istedim. Sonraki konferans, yabancı profesörler, İstanbul tarihi yarımada gezisi ve Mesut Bey hayal ama profesörlerin adları ve sözleri gerçek. Kitap ve makalelerindeki orijinal sözlerini ve itiraflarını toplayıp Allah’ın lütfuyla hayali bir gezide birleştirdim. Adeta hakikatler konuştu. Son uğurlama kısmındaki profesörlerin itirafları ve serzenişleri hayal ama aslında fıtratın hakikatin ta kendisi!

41


BUZDAN HEYKELLER Sibirya’ya kışın bir ormana gitseniz orada sanatkârların mat buzları kesip yontarak yaptıkları ayı, kurt, geyik, tilki, tavşan gibi buzdan hayvan heykellerini görseniz, bunları hiçbir zaman kutuplardaki sert rüzgarların kar tanelerini savurup toplamasıyla veya buzulları aşındırarak tesadüfen kendiliğinden oluştuğunu hiçkimse iddia edemez. Peki az ilerde soğuktan donup kaskatı kesilmiş ayı, kurt, tilki, domuz cesedlerini görsek bunlara hangi heykeltıraş böyle şekil ve suret vermiş diye düşünebilen hiç çıkar mı acaba? Oradaki votkayı çeken bekçi çocuklara bu buzdan heykellerin sert rüzgârların esmesi sonucu tesadüfen kendiliğinden oluştu masalını anlatsa çocuklar herhalde bu sarhoşa durak! durak! deyip gülerler. Bir gün tüm insanlığa darwinizm ile uyuşturulan beyinler tüm canlıların tesadüfler sonucu kendiliğinden oluştuğunu anlattılar ve bu masala inanan zavallılar yarın mahşerde dirilecekleri gün, "Tüh bizim kalın kafamıza, nasıl bu hurafelere kanıp da hakikati görememişiz. Yazıklar olsun bize, nasıl bu apaçık gerçekleri göremeyecek kadar kör ve akılsızmışız ki Allah'ı inkâr etmişiz. Türlü türlü saçmalıklara 42


inanmışız!" diye hayretler, pişmanlıklar ve şaşkınlıklar içinde buz gibi kesilip ormandaki donmuş ayı, tilki, domuz gibi baka kalmazlar mı? "Ben kendim, evrim teorisinin, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük alay konularından biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşaklar, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır." Malcolm Muggeridge, felsefe profesörü

43


PERİ BACALARI Vadi yamaçlarından inen sel suları ve rüzgârlar tüflü yapıdaki toprağı aşındırır ve tüfe göre daha sert yapılar aşınmayarak şapka gibi ayakta kalır. Yani alt katman olan konik şeklindeki gövde, üst katman olan sert kayaçlardan daha yumuşak olduğu için binlerce yılda daha fazla aşınarak bu ilginç peri bacaları görünümü olmuştur. Bu geniş vadi içinde ilk Hristiyanlar Roma'nın baskı ve zulmünden saklanıp ibadetlerini yapmak için kayaları oyarak içlerine birçok kiliseler yapmışlardır. Vadideki bir manastırın bitişiğindeki peri bacasının duvarını yontup, kilise duvarlarında resmedilen, son akşam yemeği sahnesinde masanın etrafında dizilen havarilerin kabartma heykelleri yapılsa ve oraya gelen turistlere; "Bu suretler de peri bacaları gibi binlerce yılda vadi yamaçlarından inen sel sularının ve rüzgârın tüflü toprağı ve kayaları aşındırmasıyla kendiliğinden oluştu!" denilse. Turistler demez mi; "Yapma be kardeşim hadi peri bacalarını anladık belli belirsiz şekiller, figürler, ilginç oluşumlar ortaya çıkmış. Ama bu sel gibi akan unsurların aklı, şuuru, mizanı mı var ki burada ikişer çift göz ve kulak, burun, ağız, kafa, gövde, el, kol, bacak,

44


parmaklardan oluşan insan şekil ve suretlerine bürünsün? Baksana adamcağız kızarmış balığı nasıl kesiyor açlıktan içi gitmiş!" Bu turist kafilesindeki kişilerin belki de çoğu ülkelerinde profesördür. Örneğin Oxford Üniversitesi'ndeki kürsü başkanı olan bu tıp profesörü, yüzlerce dünyanın en seçkin beyinlerinden oluşan öğrencilerine konferansta ders verirken insan vücudundaki son derece kusursuz sistemlerle işleyen detaylardan bahsedip gözü, kalbi, beyni, sindirim, dolaşım sistemini anlatırken bunları tabiata ve tesadüflere havale etse, yani sel gibi akan unsurların (Hava, su, toprak, güneş ışığı) binlerce yılda toplanmasıyla bu harika vücut kendiliğinden oluştu dese hiç kimse buna itiraz etmez. Yarın mahşerde o hocaya ve talebelerine; "Yapma be kardeşim haydi peri bacalarını anladık ama sizlere şükredesiniz diye verilen bu gözleri kulakları nasıl sel gibi akan unsurlara verdiniz?" deyip adamın kulaklarını çekmezler mi? Son yemek sahnesindeki havariler; "Baksana adamcağız kızarmış cehenneme nasıl bakıyor, korkudan ödü patlamış" demezler mi? Ey insan; üstün kerem sahibi olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertip etti. (İnfitar Suresi, 6-8)

45


PETRA ANTİK KENTİ Dünyanın en gizemli kentlerinden Petra, Arabistan yarımadasında yer alan Ürdün'de, MÖ 400 ve 106 yılları arasında Nebati krallığına başkentlik yapmıştır. Kaya bloklarına oyulmuş tapınaklar, amfi tiyatro, kral mezarları ve kabartma figürlerin her biri hayranlık uyandırıcı türden. Özellikle kayalara oyulmuş, 12 katlı bina yüksekliğindeki El-hazne (hazine) tapınağı, gösterişli ön cephesindeki sütunlar, kabartma heykeller, hayvan ve çiçeklerle süslü figürler göz kamaştırıyor. Arap çöllerinde kayıp bir mücevher gibi parlayan bu yapıyı hiç kimse diyemez ki, binlerce yıl esen çöl rüzgârlarının kumları savurmasıyla kayaları aşındırarak kendiliğinden şekillendi. Yine hiç kimse diyemez ki bu yapıyı ve ön cephede dikilen heykelleri kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat, cansız ve şuursuz sebepler kendiliğinden inşa etti. 46


Şimdi medeniyetten tamamen uzak Amazonların balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir yerliyi ya da Patagonya'nın insan ayağı basmamış ormanlarında yaşayan bir yamyamı getirin Petra'ya, bu yapının ve önündeki heykellerin tesadüflerle kendiliğinden oluştuğunu söyleseniz; "Ago migo yamo çigo!" Yani bu kadar da yamyam değiliz diyecektir. Deseniz ki, bu fikri kabul edersen seni fakülteye kaydettirir, beyaz önlük giyer, doktor olursun yoksa kabilene döner ha böyle tam tam çalıp oynarsın. "Ey efendiler varsın medeniyetiniz benden dünyam kadar uzak olsun. Bu önlüğü giymektense boynuma sarmaşıkları bağlayıp kabilemdeki kamp ateşinin etrafında dönüp dans etmeyi yeğlerim!" deyip bu fikri kabul etmeyecektir. Dünyanın çoğu ülkelerinde tıp fakültelerine gitseniz profesörler insan vücudu anatomisini anlatırken sık sık doğa, tabiat, tesadüfen, kendiliğinden gibi inkar kelimelerini duyarsınız. Ben buna çok şahit oldum. Allah diyen yüzde ya da binde bir çıkar. Halbuki çok kompleks sistemlerle yaratılan insan vücudu, Petra'daki insan heykellerinden binlerce kez daha mükemmel, hikmetli ve sanatlı değiller mi? Tıp fakültelerinde kadavranın yanında hocalarını dinleyen beyaz önlüklülerin, koro halinde "Ago migo yamo çigo!" demeleri gerekmez mi? Ama diyen yüzde ya da binde bir çıkar mı? Hadi uyarıcı gelmedi duymadık deseler onlar yırttı, ya bizler? Yarın mahşerde kamp ateşinin etrafında boyunlarına bükülmüş bir ip bağlayıp tam tam çalıp yamyam gibi dans ettirmezler mi? Yarın mahşerde bunları muaf kendinizi yamyam suretinde görürseniz, hemen tam tam çalıp dans etmeye başlayın onların sınıfına kendinizi dahil etmek için ama nafile orada çiğ et yemezler!

47


Allah'ın lütfu ile yazmış olup ücretsiz dağıttığım kitaplarım: 1- Unesco Türkiye Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 2- Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 3- Rabbimizi Bize Gösteren 99 Pencere 4- Semâvât Âleminin Tefekkürü 5- İstanbul Turunda Allah'ı Bulmak 6- Kuran ve Sünnet Rehberliğinde Altın Öğütler 7- Unesco Kültürel Mirasımız Köyname 8- Divan Bahçesinin Gülü Aşk-ı Nebi 9- Peygamberimiz'in (s.a.v) Nübüvvet Delilleri 10- Hadislerle Resulullah'ın (s.a.v) Mucizeleri 11- Ahiretin Kesin İspatı 12- Vücudumuzdaki Mucizeler 13- Dünyamızdaki Mucizevi Dengeler 14- Allah'ı Delilleriyle Görebilmek 15- Allah'ı Akılla Görebilmek 16- Allah'ı Tanıma Kılavuzu 17- Altın İbretler 18- Hayırlarda Yarışmak 19- Yerli ve Yabancılara İman Yolunda İlginç Hatıralar Not: Listedeki ilk 8 kitabın ismini ve Cemil Metin yazıp internetten ücretsiz okuyabilirsiniz. Resulullah'ın (s.a.v) ayağının toprağı Hor, hakir, günahkar, şuursuz, miskin Cemil Metin, 2018 Malkara / TEKİRDAĞ 48



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.