2 Haftalık Yayın - 05 Aralık 2011
Turkey is now one of the harshest critics of President Bashar al-Assad’s government in Syria. This is in striking contrast to the warm personal relations established between Mr Assad and Turkey’s leaders up until this year. The Turkish prime minister has publicly called on Mr Assad to resign, warning that he was turning into a leader “who feeds on his people’s blood”. Turkish actions, though, have been more cautious. It has been two months since Prime Minister Recep Tayyip Erdogan promised to impose sanctions on Syria, but only now have they been announced. They include a travel ban and the freezing of assets of those close to President Assad, severing relations with Syrian banks, and enforcing an arms embargo. In that, they mirror those imposed by the Arab League last week. There are no broader trade sanctions - trade between the two countries rose to $2.4bn (£1.5bn, 1.78bn euro) last year - nor any measures that could harm ordinary people, like cutting electricity exports or restricting the flow of water from rivers originating in Turkey. ‘Protected corridors’ None of this is surprising. The Turkish government has often expressed its scepticism about the effectiveness of sanctions, and Turkish businesses have lobbied hard against any measures that might hurt them. Trade with Syria is in any case drying up quickly. The Syrian economy is at a standstill, and Turkish entrepreneurs fear that transporting goods into or through Syria is no longer safe. They are also concerned they may not get paid. There has been a lot of talk about a possible “buffer zone” inside Syria, protected by Turkish troops. Turkish officials say it has been discussed, but would only be considered if the flow of Syrian refugees became an unmanageable flood, and if Turkey had international backing for such action, in the form of a UN resolution. There has also been talk of “protected corridors” running from the Turkish border to troubled areas of Syria, like Idlib and Homs. But again, Turkish officials insist this is a hypothetical scenario, and no-one has explained how such corridors would be protected. Co-ordinated response What is clear is how closely Turkey is now co-ordinating its response to the crisis in Syria with other countries. When the Arab uprisings started in January, Turkey often appeared to be acting alone, calling for President Mubarak to step down in Egypt before any other leaders; arguing strongly against any intervention in Libya; but then, in an about-turn, deciding to join the multinational operation supporting the Libya opposition movement. On Syria, Turkish officials say, they found themselves in the forefront of President Assad’s critics after August, when months of Turkish effort to persuade the Syrian leader to embrace reform collapsed in acrimony. Mr Erdogan felt personally betrayed by what he saw as broken promises by Mr Assad, and outraged by the continued killing of protesters. But, say those officials, Turkey is more comfortable letting the Arab League, of which Syria is a proud founder member, take the lead in putting pressure on Mr Assad. Turkey is consulting Arab League members very closely about tackling Syria, but is being careful not to move ahead of it. French co-operation There has been surprisingly good co-operation too with France. Turkish-French relations had been very poor until this the middle of this year, due to President Nicolas Sarkozy’s very public opposition to Turkey’s EU aspirations, his comments about the slaughter of the Armenian population in 1915, and his hostility to Turkey’s efforts to mediate in Libya. A visit by Mr Sarkozy to Turkey earlier this year - his first as president - was widely judged a diplomatic disaster. But a more recent trip by Foreign Minister Alain Juppe has helped to smooth over their differences, and established common ground in their approach to Syria. Both France and Turkey are leading sponsors of the main Syrian opposition group, the Syrian National Council, and both are working with SNC members to help prepare them for a transition. Turkey also gives sanctuary to military defectors who have formed themselves into the Free Syrian Army, although it insists it does not allow FSA attacks to be launched from Turkish territory. US ally The United States too is fully supporting Turkey’s role in Syria. It suits the Obama administration’s back-seat approach to the Arab uprisings, to let a strong ally like Turkey do much of the leg-work in building the regional alliances needed to manage the Syrian crisis. It must also be a source of some satisfaction in Washington to see the strains in Turkey’s relations with Iran over Syria - Turkey’s attempts to engage Iran over its nuclear programme last year independently of the US caused some alarm there. For Turkey, the most pressing concern is the impact it will feel from whatever now happens in Syria. They share their longest frontiers with each other, and a civil war in Syria could have unpleasant consequences for Turkey, from waves of refugees, to increased attacks by Kurdish insurgents based over the border. Turkish officials say they have given up hope that President Assad can be part of a solution, but they are pressing the various opposition groups to take care not to allow the violence to escalate into a sectarian conflict. http://www.bbc.co.uk/news/mobile/world-europe-15967062
Türkiye, Beşar Esad başkanlığındaki Suriye hükümetine en çok karşı olan ülkelerin başında geliyor. Bu durum bu yıla kadar Türkiye-Suriye arasındaki ılımlı ilişkiler düşünüldüğünde şaşırtıcı bir karşıtlık içeriyor. Türkiye Başbakanı “insanların kanı ile beslenen” bir lider olmaya başladığını iddia ederek Esad’ın resmen istifasını istedi. Ancak Türkiye’nin eylemleri daha dikkatli planlandı. Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Suriye’ye yaptırım uygulama sözünü vermesinin üzerinden iki ay geçti ve yaptırımlar henüz bugün bildirildi. Yaptırımlar arasında seyahat yasağının getirilmesi ve Başkan Esad yakınlarının Türkiye’deki mal varlığının dondurulması, Suriye bankaları ile ilişkilerin koparılması ve silah ambargosunun koyulması yer alıyor. Ne daha geniş bir ticaret yaptırımı ne de elektrik ihracatının durdurulması ya da Türkiye nehirlerinden sağlanan suyun kesilmesi gibi halkın hayatını etkileyecek önlemler bulunmuyor. “Güvenlik Koridoru” Bunların hiçbiri şaşırtıcı değil. Türkiye hükümeti her zaman yaptırımların getirisi konusunda şüpheci yaklaşımlarda bulundu ve Türkiyeli işadamları kendilerine zararı dokunacak herhangi bir kısıtlamanın karşısında durdu. Her halükarda iki ülke arasındaki ticaret ilişkileri kesilmek üzere. Suriye ekonomisi durgun ve Türkiyeli girişimciler Suriye içine ya da Suriye kanalı ile mal taşımanın güvenli olmamasından korkuyorlar. Ayrıca ödemelerini de alamama tehlikesiyle karşı karşıyalar. Suriye içinde Türkiye askerleri tarafından korunan olası bir “tampon bölge” konuşmaları sürmekte. Türkiye yönetimi bu konunun görüşüldüğünü fakat sadece Suriye’den mülteci akışının kontrol edilemez düzeye gelmesi ve BM kararı olarak, uluslararası destek ile tampon bölge oluşturulmasının düşünülebileceğini açıkladı. Ayrıca Türkiye sınırından Idlib ve Homs gibi sorunlu bölgelere güvenlik koridorlarının kurulabileceği de tartışılmakta. Ancak yönetim bunun hipotetik bir senaryo olduğunu ve bu koridorların nasıl korunacağı konusunda kimsenin bir yanıtının olmadığını iletti. Eş-güdümlü Müdahale Açıkçası Türkiye şuan Suriye’de krizi ile ilgili diğer ülkelerle koordine cevaplar veriyor. Haziranda Arap isyanı başladığında Türkiye genellikle yalnız hareket eden, diğer ülkelerden önce Başkan Mübarek’in görevden çekilmesini talep eden; Libya’ya müdahaleye karşı olan bir ülkeydi ama sonra kararından dönerek Libya muhalif hareketini destekleyen uluslararası operasyonu destekledi. Suriye’de Türkiye resmi makamları kendilerini, Ağustos ayından sonra, Suriyeli liderin reformları kabul etmesi konusunda aylar süren çabalarının ters sonuçlanması üzerine Başkan Esad’ın eleştirilerinin odak noktası olarak buldular. Erdoğan durumu Esad’ın sözünü tutmaması olarak gördüğü için kendisini alatılmış hissetti ve protestocuların sürekli öldürülmeleri karşısında öfkelendi. Ancak Türkiye yönetimi Suriye’nin üyesi olduğu Arap Birliği’nin Esad’a baskı oluşturmada önderlik rolünü üstlenmesinden memnun. Türkiye, Arap Birliği üyeleriyle Suriye hakkında görüş alış verişinde bulunuyor fakat Birlik’in önüne geçmemeye çalışıyor. İşbirlikçi Fransa Fransa ile de şaşırtıcı şekilde yakın işbirliğinde bulunuluyor. Başkan Nicolas Sarkozy’nin Türkiye’nin Avrupa birliğine üyeliğine açıkça karşı çıkması, 1915 Ermeni Soykırımı hakkındaki yorumları ve Libya’da Türkiye’nin arabuluculuk çalışmalarına gösterdiği muhalefet göz önünde bulundurulduğunda Türkiye-Fransa ilişkileri içinde olduğumuz yılın yarısına kadar oldukça zayıftı. Sarkozy’nin bu yılın başlarında başkan olarak ilk kez gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti diplomatik bir felaket olarak tanımlanmıştı. Ancak Dışişleri Bakanı Alain Juppe’nin son günlerde gerçekleştirdiği ziyaret karşıt görüşleri ortadan kaldırdı ve Suriye yaklaşımında ortak bir zemin oluşturdu. Hem Fransa hem de Türkiye Suriye’deki ana muhalif grup olan Suriye Ulusal Meclisi’nin en büyük destekçileri ve geçişin hazırlanması için Suriye Ulusal Meclisi üyeleriyle birlikte çalışıyorlar. Türkiye ayrıca Özgür Suriye Ordusu’nu oluşturmuş olan askerlere de sığınma veriyor, buna rağmen Özgür Suriye Ordusu’nun saldırılarının Türk bölgesinden yapılmasına izin vermiyor. Müttefik ABD Amerika Birleşik Devletleri de Türkiye’nin Suriye rolünü tamamen destekliyor. Suriye krizinin idaresinde gerekli olan bölgesel müttefiklerin oluşumunda Türkiye’nin ayak işlerini yapması Obama yönetiminin Arap hareketindeki arka planda bulunma yaklaşımına uyuyor. Türkiye’nin Suriye üzerinden İran ile olan ilişkilerinin gerilmesini görmek de Washington için bir memnuniyet kaynağı olmalı, çünkü Türkiye’nin ABD’den bağımsız olarak İran’a nükleer programı üzerinden müdahil olma girişimi geçen yıl bölgede bir krize neden oldu. Türkiye’nin şuan en büyük kaygısı Suriye’de ne olursa olsun kendisini etkileyecek olmasıdır. Her iki ülke de birbirlerinin en geniş sınır komşusu ve Suriye’deki bir iç savaş, mülteci akımından sınır ötesinden gelen Kürt isyancılarının artan saldırılarına kadar birçok kötü sonuç doğurabilir. Türkiye yönetimi Başkan Esad’ın çözümün bir parçası olması yönündeki umutlarını kaybettiklerini söylüyor, fakat farklı muhalif gruplara mezhepsel çatışmalarının artmasını önlemeleri yönünde baskı yapıyor.
Çevirmenin yorumu: Tayyip Erdoğan her zaman yaptığı gibi yine halkı kandıran söylemlerine devam ediyor. Hali hazırda Türkiye halklarının kanı ile beslenen Tayyip Erdoğan, Suriye’deki durumdan faydalanmak adına halkları kandırabilmek için Suriye halklarının çıkarını düşünen lider rolüne bürünüyor ve Esad’ın üzerine gidiyor. Emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Suriye üzerine oynayan ülkelerden de tam desteği alarak insan hakları kisvesi altında ABD ve AB’nin ayak işlerini yapıyor. Sizce de “Ortadoğu Lideri Erdoğan” samimiyetsiz değil mi? SERPİL PEHLİVAN
Call to Account!
Hesap Soruyoruz!
Arab Spring: Conference, don’t be afraid of political Islam
Arap Baharı: Konferans, Siyasal İslamdan Korkmayın
The drum of war thunders and thunders. It calls: thrust iron into the living. From every country slave after slave are thrown onto bayonet steel. For the sake of what? The earth shivers hungry and stripped. Mankind is vapourised in a blood bath only so someone somewhere can get hold of governments. Human gangs bound in malice, blow after blow strikes the world only for someone’s vessels to pass without charge through the Bosporus. Soon the world won’t have a rib intact. And its soul will be pulled out. And trampled down only for someone, to lay their hands on Mesopotamia. Why does a boot crush the Earth — fissured and rough? What is above the battles’ sky Freedom? God? Money! When will you stand to your full height, you, giving them your life? When will you hurl a question to their faces: Why are we fighting?
Mücadele çanları çalıyor, yankılanıyor. Demir, bıçak gibi kesiyor bedenleri. Her ülkede Köleler var şimdi, Köleler çeliğe sürülüyor. Ne uğruna? Toprak titriyor Çorak Ve çıplak. İnsanlık, kan banyosu yapıyor. Yalnızca Birileri Bir yerleri Ele geçirip zenginleşsin diye. Çeteler, suç peşinde koşuyor, Dünya defalarca kez çalkalanıyor, Yalnızca Birileri Parasız geçebilsin diye Boğaziçi’nden. Yakında Dünya Sallanacak temelinden. Ve bir ruh doğacak. Her şeyi ezip geçtikten sonra onlar, Uzanacak Elleri Mezopotamya’ya. Neden Bu darbe vuruldu sanıyorsunuz çatlak ve pürüzlü dünyaya? Savaşın göğünde ne var – Özgürlük? Tanrı? Para! Tüm güç toplandığında ellerinize, Kurtuluş için savaşmaya var mısınız? Bir soru de sen savur onların yüzüne: Ne için savaşacağız bundan sonra?
Director of American Studies Centre, acid test after elections
Amerikan Çalışmaları Merkezi Müdürü, seçim sonrası tespitler
29 NOVEMBER
29 KASIM
(ANSAmed) - ROME - People must not be frightened by election results in Tunisia and Morocco, which have seen victories for Islamic parties like Ennadha and Justice and Development, but must watch closely to see what the parties are able to do. This, in short, is the message sent out yesterday at the end of a study day dedicated to the Arab Spring and the future of Euro-Mediterranean partnership, which was organised by the French embassy in Italy and by the Ecole Francaise de Rome.
“İnsanlar Ennadha ve Adalet ve Kalkınma gibi İslamcı partilerin zaferlerinin görüldüğü Tunus ve Fas’taki seçim sonuçlarından korkmamalılar, aksine bu partilerin neler yapabileceklerini yakından takip etmeliler.” İtalya’daki Fransız büyükelçiliği ve Roma Fransız Okulu tarafından düzenlenen Avro-Akdeniz ortaklığı için düzenlenen bir çalışma gününün sonunda dün yayınlanan mesaj özetle böyleydi.
“Slogans such as ‘Allah is the solution’ should not scare anyone,” said the director of the American Studies Centre, Karim Mezran, in his speech. “The solution now is no longer Allah. From now on they are the solution”. Once they have been democratically elected, Mezran said, “exponents of Islamic parties will have no more alibis. They will no longer be able to keep hiding behind a slogan but will instead need to answer to the people who have elected them”. The best consequence that the Arab uprisings have so far produced is to “bring Islam out into the open”, he added. Now, Mezran believes, those elected must show what they can do and in which direction they intend to go. For this reason “we must not be afraid”. The issue now, if anything, is to understand what Europe and the West are able to achieve. So far, they have done almost nothing, according to the EU’s special representative for the southern Mediterranean region, Bernardino Leon. “Europe and the West have been unable to respond swiftly to this political and social earthquake within the Arab world. Now Europe must act, providing economic help for countries going through a period of transition”. For this reason, Leon continued, “in the next two months new task forces will leave for Jordan, Morocco and Egypt, and perhaps even Libya”. Task forces were adopted for the first time in June, when the EU High Representative, Lady Catherine Ashton, set up the first group for the southern Mediterranean with the aim of providing financial assistance for the development of civil society, economic reconstruction and the process of democratisation on the southern shores. Task forces are useful initiatives but are not enough, the MP Stefania Craxi repeated. “Schemes in favour of small and medium-sized businesses are also needed,” Craxi said. Finally, a complete revival of Euro-Mediterranean policy is needed. One solution for overcoming the stagnation in which we have been for some time now is to concentrate on energy and food security, said the Moroccan ambassador to Italy, Hassan Abouyoub. “There is always an agreement between the two sides of the sea when it comes to energy,” the ambassador explained. (ANSAmed).
“ ‘Allah çözümdür’ gibi sloganlar kimseyi korkutmamalı” dedi konuşmasında Amerikan Çalışmaları Merkezi’nin müdürü Karim Mezran. “Çözüm artık Allah değildir. Artık onların kendisi çözümdür.” “Bir kez demokratik bir şekilde seçildiklerinde”, dedi Mezran, “İslamcı partilerin taraftarlarının daha fazla mazereti olmayacaktır. Artık bir sloganın arkasında saklanmaya devam edemeyecekler, bunun yerine kendilerini seçen insanlara cevap vermeleri gerekecektir.” Arap isyanlarının şimdiye kadar ürettiği en iyi sonuç “İslam’ı açığa çıkarmasıdır” diye ekledi. Şimdi Mezran seçilenlerin neler yapabileceklerini ve hangi yöne gitme niyetinde olduklarını göstermeleri gerektiğine inanıyor. İşte bu nedenle “korkmamalıyız”. Aksine, artık konumuz Avrupa ve Batının neler başarabileceğini anlamak olmalıdır. AB güney Akdeniz bölgesi özel temsilcisi Bernardino Leon’a göre şimdiye kadar neredeyse hiçbir şey yapılmadı. “ Avrupa ve Batı, Arap dünyasındaki bu siyasal ve toplumsal depreme hızlı bir şekilde cevap üretmeyi beceremedi. Artık Avrupa bir geçiş döneminde olan bu ülkelere ekonomik yardım sağlayarak harekete geçmelidir.” Bu nedenle diye devam etti Leon “gelecek iki ay içinde Ürdün, Fas ve Mısır, ve hatta belki de Libya için yeni görev kuvvetleri ayrılacaktır. Görev kuvvetleri ilk olarak Haziranda AB yüksek temsilcisi Lady Catherine Ashton sivil toplumun gelişmesi, ekonominin yeniden inşası ve güney sahillerinin demokratikleşme sürecine finansal yardım sağlamak amacıyla güney Akdeniz için ilk grubu kurduğunda benimsenmişti. “Görev kuvvetleri yararlı inisiyatifler fakat yeterli değiller.” diye yineledi Milletvekili Stefania Craxi. “Ayrıca küçük ve orta büyüklükteki işletmeler yararına planlara da ihtiyaç vardır” dedi Craxi. “Son olarak Avro-Akdeniz politikasının yeniden canlanması gerekmektedir. Bir süredir içinde bulunduğumuz durgunluğun üstesinden gelmek için tek çözüm enerji ve yiyecek güvenliğine yoğunlaşmaktır, dedi Fas’ın İtalya büyükelçisi Hassan Abouyoub. “Enerji söz konusu olduğunda denizin iki tarafı arasında bir anlaşma her zaman olur” diye açıkladı büyükelçi.
Vladimir Mayakovski, 1917
Vladimir Mayakovski, 1917
Çevirmenin yorumu; Vladimir Vladimiroviç Mayakovski, bir orman bekçisinin oğlu olarak doğdu. Ekim Devrimi’ni destekleyerek Bolşeviklere katıldı; eski ekonomik yapıyla birlikte eski sanat anlayışının da yıkılmasını savundu. Bu düşüncelerini “Sokaklar fırçamız, alanlar paletimizdir” şeklinde özetledi ve bu düşünce Mayakovski’nin başını çektiği Rus Fütüristlerinin en belirgin özelliği oldu. Bir arkadaşının intihar etmesini eleştirdiyse de bundan çok etkilenerek 37 yaşında kendisi de intihar etti. Şiirinin şekli aynı Nazım Hikmet’inki gibi dalga dalgadır. Nazım Hikmet, bu dalgalanmaların aynı zamanda düşüncelerdeki dalgalanmalar ve kabarmalar olduğunu söyler. Konusu ise yine Nazım’ınki gibidir. Nazım Hikmet, Mayakovski’nin şiirini kendisine örnek aldığını açık açık belirtmiştir. GÖKSENİN ABDAL ‘Once Upon a Time in Anatolia’: Cannes 2011 Review by Deborah Young The Bottom Line: A long, slow haul but for the willing, a haunting journey into the heart of darkness in Turkish Anatolia Cast: Muhammet Uzuner, Yilmaz Erdogan, Taner Birsel, Ahmet Mumtaz Tayulan, Firat Tanis Director: Nuri Bilge Ceylan Screenwriter: Ercan Kesal, Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan Producer: Zeynep Ozbatur Atakan A search party hunts for a missing corpse in the drama from Turkish writer-director Nuri Bilge Ceylan. In the last decade, the Turkish cinema has basked in the light of filmmaker Nuri Bilge Ceylan. With Once Upon a Time in Anatolia, the writer-director confirms his stature in a long, slow, hypnotic film that explores the human condition through side glances and offhand remarks, caring very little about time, especially the viewer’s time, in eventless sequences without conventional action. Even the hardened press audience at Cannes burst out in nervous laughter when, almost 90 minutes into a film running over two and a half hours, the first plot point occurs. It’s not just the length or the slow-moving storyline that makes the film difficult to access, but the extreme and unfamiliar way in which Ceylan deconstructs the story about the police looking for a dead man in the hills of Anatolia. When the body is at last dug up, themes of guilt and adultery come to the surface. Clearly this is festival material of a very high level, whose audience will be difficult to conjure up beyond the cognoscenti and patrons of black tie film events. At the same time, for those willing to take the plunge, it is a deep and haunting work that lingers in the memory. Everything seems cut and dried as the film begins. Three friends are laughing together over a modest meal. A few days later, in a search that will last all night long, two men are being driven around a remote rural area in two police cars and an army jeep. The squinting, silent Kenan (Firat Tanis) has confessed to murdering Yasar (Erol Erasian) and burying him, apparently with the help of the other man. Now the police chief Naci (Yilmaz Erdogan) has called prosecutor Nusret (Taner Birsel) all the way from Ankara to witness the discovery of the corpse. Everything must be done properly, dictated in bureaucratic lingo and Çevirmenin yorumu: Çeviri yaparken film hakkında yerli yabancı birçok eleştiri okuma fırsatı buldum. Yabancı basında yer alan eleştirilerin büyük bir çoğunluğu estetik ağırlıklıydı. Tabi ki bir filmin estetik yönü göz ardı edilemez ve bu film de estetik açıdan zirvelerde dolaşan bir çalışma. Yerli basında da yer alan bazı olumsuz eleştirilerin aksine “Bir Zamanlar Anadolu”da ‘estetiğini
www.ansamed.info Çevirmenin Yorumu: Siyasal İslam’dan korkmayın! Orta Doğu’yu yeniden şekillendiren, bize halk isyanları, devrimler olarak gösterilmeye çalışılan ve en genel tanımıyla Arap Baharı denilen sürecin sonundan İslamcıların güçlenerek çıkmasını, Fas, Tunus ve son olarak Mısır’da seçimleri İslamcı partilerin (muhalif geniş kesimler olmasına rağmen) kazanmasını hatta Libya’da Kaddafi diktatörlüğüne karşı verilen özgürlük mücadelesinden(!) şeriat çıkmasını bize bir şekilde açıklamak zorundalar. Ama Arap Baharı’ndan çıkan sonuç o kadar net ki bize sadece korkmamızı öğütleyip, bu sonucun son derece demokratik olduğunu anlatıyorlar. Bu-
drafted into a report. The problem is that, as the searchers drive along deserted roads through the windy hills, stopping at likely spots that all look the same in the dark, Kenan fails to locate the grave. The night goes on and the men grow weary, along with many members of the audience. The party finally stops off in a village for refreshment and are served by the mayor’s beautiful daughter. Then it’s back to the hills to search for the unholy grave. As in a story by Chekhov, the first half of the film is filled with insignificant conversations that serve to delineate the characters, like the scientific-minded young doctor who’s divorced and the hot-headed police chief who has a sick child. As the camera slowly and implacably zooms in on their faces, it seems to reveal their very soul. The chit-chat also abounds with hints which, if the viewer is a good detective, turn out to be highly significant later on. In the spirit of Michael Haneke’s Hidden, it’s essential to keep the eyes open and catch the clues that will make the ending work. The prosecutor, played with commanding authority and a worldly twinkle in his eye by Taner Birsel, casually tells the quiet doctor (Muhammet Uzuner) about a friend’s wife who predicted her own death. Instead of being impressed, the doctor asks if an autopsy was performed to determine the cause of death. Here, too, lies a mystery. The pace picks up in the film’s final hour, which takes place in a provincial town where the suspects are detained and a grisly autopsy is performed on the body. And things begin to happen, though their meaning needs to be puzzled out. Kenan, the accused man, is attacked by a young boy standing beside his mother – presumably the son of the dead man. Yet the look that passes between Kenan and the young woman suggests something else. Like Ceylan’s celebrated “Three Monkeys,” the characters all seem to be in emotionally charged triangular relationships; or as one man comments, wherever there’s trouble, look for a woman. Ceylan’s background in still photography informs every shot, which rings with hidden feeling and a sense of intimacy. Gokhan Tiryaki’s cinematography emphasizes the stark, eerie beauty of the Anatolian landscape, an ancient world of nature that humans can’t even see without the help of headlights or a lightning storm.
nun sebebi ise oldukça net. Çünkü bu İslami rejimler, aynı Türkiye’deki AKP örneğinde olduğu gibi muhafazakârlıkla liberalliği sentezlemiş, bölgede emperyalizmin isteklerini sorgusuz sualsiz yerine getirebilecek rejimler. Bu durum Orta Doğu’da Arap Baharı yaşanırken, Bahreyn’in neden bu Bahar’dan dışlandığını da açıklıyor aslında. Birçok ülkedeki ayaklanmaları özgürlük mücadelesi olarak yansıtan medyanın, Bahreyn’deki ayaklanmalara neredeyse hiç yer vermemesi, hatta bir gazetecinin (Robert Fisk) Bahreyn’i anlattığı için mahkemelik olmasının altında Bahreyn’deki mevcut iktidarın zaten muhafazakâr-liberal bir iktidar olması yatıyor.
2011-CANNES’IN PENCERESİNDEN ‘BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA Deborah Young Özet:Türkiye Anadolusu’nda karanlığın kalbine doğru akıllarda kalan bir seyahat, uzun soluklu ve ağır ilerleyen fakat ilgi çekici bir öykü… Oyuncular: Muhammet Uzuner, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Tayulan, Fırat Tanış Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan Senaryo: Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan, Ercan Kesal Yapımcı: Zeynep Özbatur Türk yazar-yönetmen Nuri Bilge Ceylan’dan bir dram filmi: Bir polis ekibi kayıp ceset avında Son on yılda Türk sineması, yönetmen Nuri Bilge Ceylanla aydınlık bir yola girdi. Yönetmen-yazar, geleneksel düzenin dışına çıkarak olaysız dizgilerle özellikle izleyicinin süre endişesi taşımasını dert etmeden, yandan bakışlar ve samimi düşünceleri aracılığıyla insanlık hallerini keşfeden, uzun, yavaş , hipnotize edici ’Bir Zamanlar Anadolu’da’ filmiyle sinema dünyasındaki yerine sıkıca tutunuyor. Cannes’da, adeta duyguları törpülenmiş basın mensubu izleyiciler bile iki buçuk saat kadar süren filmin 90. dakikalarında olayların başka bir yöne girmesiyle kendilerini gülmekten alıkoyamadılar. Filmin uzunluğu ya da ağır işleyen olay örgüsü filme erişimi güçlendiren tek nokta değil, asıl nokta, NBC’nin Anadolu’nun kırsalında bir ceset arayan polislerin öyküsünü marjinal ve özgün bir biçimde incelemesi. Ceset en sonunda topraktan çıkarılma aşmasındayken suç ve zina temaları su yüzüne çıkıyor. Şüphesiz ki bu film, seyircilerin görkemli sinema etkinliklerindeki erbabların ve menajerlerin ötesindekileri tasavvur etmesi zor görünen, üst düzeyde bir festival çalışmasıdır. Aynı zamanda, bunu ısrarla yapmak isteyenler için hafızasına kazınacak derin ve uzun vadeli bir arayış olur. Filmin başlangıcında her şey donuk ve belirsiz görünüyor. 3 arkadaş sade bir yemeğin ardından bir arada gülüşüyor. Geceler boyu aramayla geçen birkaç gün ardından 2 adam, 2 polis aracı ve bir askeri araçla merkeze uzak kırsal bir bölgede dolaştırılıyor. Sessiz sakin ve yan bakan duruşuyla Kenan(Fırat Tanış) , Yaşar’ı(Erol Erarslan) öldürdüğünü ve diğer adamın yardımıyla gömdüğünü itiraf ediyor. Komiser Naci de cesedin bulunmasına tanıklık etmek üzere Ankara’dan savcı Nusret Bey’i(Taner Birsel) çağırıyor. Her şeyin uygun bir şekilde yapılması, olay mahallinin bürokratik jargonda yazdırılması ve tutanak tutulması gerekiyor.
sadece uzun süren durağan veya ‘sıkıcı’ sahnelerden değil, NBC’nin fotoğrafçı kimliğinin de katkısıyla her bir karenin altını dolgulayan derin felsefi fikirlerden alıyor. Kaldı ki bu filmde durağanlık açısından NBC’nin önceki eserleriyle karılaştırıldığında, tarzında önemli değişiklikler göze çarpıyor. Bunların yanında filmin büyük oranda göz önünde tutulması gereken bir de toplumsal yanı var. Yukardaki haberde de belirtildiği gibi film uzun ve
ağır işleyen bir olaylar silsilesi üzerine kurulmuş. NBC bu tavrıyla, izleyicilerine bütün karakter ve olayları detaylı bir biçimde çözümleme şansı veriyor. Yönetmen Semir Arcayürek: “Bu filmiyle NBC, bu toprağın bir vicdanı gibi hareket ederek ülkenin otopsisini yapıyor…” şeklinde bir analizde bulunuyor. NBC otopsiyi yapmadan önce, bir de Türkiye anatomisi dersi veriyor. Ülkenin ağır aksak işleyen bürokrasisini, erkek dünyasının iktidar
Aslında, meselenin arkasında Sovyetler Birliğinin çözülüşünden sonra emperyalizmin dünyayı kendi istediği biçimde şekillendirme isteği olduğunu söyleyebiliriz. Nasıl ki Yugoslavya’nın parçalanmasının ardından gelen turunculu, karanfilli devrimlerle emperyalizm bu bölgeye kendi istediği biçimi vermişse, Kosova’da insanlar bağımsızlıklarını ABD bayraklarıyla kutladıysa, Libya’ya da özgürlük (!) elbet NATO tanklarıyla gelecektir. Emperyalist güçler kendi istedikleri Ortadoğu’yu kurduktan sonra da geriye, haberimizde görüldüğü üzere, nasıl müdahale edeceklerini tartışacakları konferansları düzenlemek kalmaktadır. ÖZLEM BAŞARIR
Fakat sorun şu ki, rüzgarlı tepelerin arasından ıssız yollar boyunca araçlarıyla ilerlerken durmaları gereken olası mekanlar karanlıkta neredeyse birbiriyle aynı görünüyor. Kenan mezarın yerini belirlemede güçlük çekiyor. Gece ilerliyor, adamlar ve ekiptekiler yorgun düşüyor. En sonunda arama çalışmasına bir köye ulaşılınca ara veriliyor ve muhtarın güzel kızı onlara yiyecek ve içecek ikram ediyor. Daha sonra dini usullerden yoksun olarak gömülen cenazeyi aramak için tepelere geri dönüyorlar. Çehov’un bir öyküsünde olduğu gibi filmin ilk yarısı karakterleri tasvir etmek adına önemsiz diyaloglarla doldurulmuş, eşinden boşanan genç doktor ve çocuğu rahatsız olan asabi komiserde olduğu gibi. Kamera yavaşça ve acımasızca yüzlerine doğru yaklaşıyor ve özlerini en derinlerine kadar ele veriyor. Eğer izleyici aynı zamanda iyi bir dedektifse kahramanlar arasındaki önemsiz gibi görünen muhabbetlerin aslında ilerleyen dakikalarda ne kadar önemli ve sonucu ortaya çıkaran bir çok ipucuyla dolu olduğunu fark edecektir. Bu filme benzer olarak, Almanya doğumlu yönetmen Micheal Haneke’nin ‘Saklı’ filminin ruhunu yakalayabilmek için de bu filmi dört gözle izlemek ve sonucu belirleyecek ip uçlarını yakalamak önemlidir. Hükmeden otoritesi ve gözlerindeki maddeci parıltıyla Taner Birsel tarafından canlandırılan savcı, doktora(Muhammet Uzuner) sıradan bir şekilde bir arkadaşının kendi ölümünü önceden tahmin eden karısını anlatır. Doktorsa hikayeden etkilenmekten ziyade, tepkisiz şekilde ölümün nedenini anlamak için otopsi yapılıp yapılmadığını sorar. Burada da başka bir sır saklıdır. Şüphelilerin gözaltına alındığı ve ürkütücü bir otopsinin gerçekleştiği bir taşra kasabasında geçen son bir saatte filmin temposu hızlanıyor. Bilmecenin çözülmesi için yorum gücü gerekse de olaylar gelişiyor. Suçlu bulunan Kenan ise annesinin yanında duran, öldürülen adamın oğlu olduğunu düşündüren çocuk tarafından saldırıya uğruyor. Fakat Kenan ve genç kadının bakışmaları akla başka şeyler getiriyor. Ceylan’ın ünlü filmi ‘Üç Maymun’ filmindeki gibi tüm karakterler duygusal nitelikteki üçlü ilişkiler içerisinde görünürler; ya da bir adamın yorumuna göre, nerede bir bela varsa arkasında bir kadın vardır. Ceylan’ın fotoğrafçılıktaki altyapısı, gizli duygular ve samimiyet duygusuyla yansıyan her karede kendisini gösteriyor. Gökhan Tiryaki’nin sinematografisi de Anadolu’nun ıssız ve gizemli tabiatını vurguluyor, insanların çakan şimşekler ya da araba farları olmadan farkına bile varamayacağı doğanın antik dünyası. http://www.hollywoodreporter.com/review/once-a-time-anatoliacannes-190893 hevesinin yarattığı hiyerarşik ilişkiler düzenini, Anadolu’da bir taşra kasabasının ruh halini, insan ilişkilerini adeta röntgenliyor. Otopsi sırasında doktorun yüzüne çalınan bir damla kanla kimsenin bu işten temiz çıkamayacağının sinyalini veriyor. Kısacası, film, sistemin içinde çürümemiş bir yönetmenden, çürüyen ve diri diri gömülen ülkesine dair, düşündürücü bir başyapıt. NİLAY KUTAN
Editörden; üniversiteliye önüne koyulan “yemeği” yemesi öğütlenirken, o bunu reddetmeli; hiç değilse içinde ne olduğunu merak etmelidir. Biz de verilenlerle yetinmeyerek “dışarı” baktık. Bu gazeteyle geniş düşünmeyi, “yemeği” kendimiz pişirmeden önce, önümüzdeki yemeğin malzemelerini bulmayı hedefledik. Ülkeyi anlamaya çalıştığımız ölçüde dünyayı da anlamanın önemini ihmal etmedik. Siz de bu çerçevede “ÇEVİRİ GAZETESİ” ne katkıda bulunabilir, çevirililerinizi paylaşabilirsiniz. İletişim: çevirigazetesi@gmail.com