ĐTÜ Đşletme Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Bitirme Tezi
KONU
: Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim
Öğrenci Numarası
: 070970369
Adı ve Soyadı
: Cuma ÇĐÇEK
Yöneten
: Doç. Dr. Cengiz GÜNGÖR
Teslim Tarihi
: 29.12.2003
Ödev no: G-03-10
i
ÖNSÖZ
Sivil toplum konusu daha önce de ilgi duyduğum bir konuydu. Bundan sonraki yaşamımda da sürekli ilgi duyacağım konulardan biri olacak. Yeni bir uygarlıksal gelişmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu uygarlıksal gelişmenin en temel karakteri demokrasidir. Demokrasi deyince; halkın toplumsal yaşamda yönetim süreçlerinin temel öznesi, halk iradesinin yönetim gücü haline gelmesi ilk olarak akla gelmektedir. Bilimsel teknik devrimin etkisiyle merkezi, katı devlet yapılanmalarının her geçen gün eridiğini, iktidar aygıtının merkezi yapıdan çıkıp tabana doğru yayıldığını hep birlikte görüyoruz. Siyasetten, ekonomiye, kültürsanattan, sağlığa kadar çeşitli alanlarda kurulmuş sivil toplum örgütleri halkın iktidar aygıtları, yaşama katılma, kendi geleceğini belirleme araçları olmaya adaydır. Türkiye’nin temel sorununun demokratikleşme olduğunu düşünüyorum. Demokrasinin gelişmesiyle siyasal, ekonomik, kültürel bir çok sorunun aşılacağına inanıyorum. Türkiye’de çağdaş bir demokrasinin gelişmesi güçlü ve etkin sivil toplum kuruluşlarıyla mümkündür. Bu da etkin bir yönetim anlayışıyla gelişecektir. Sivil toplum bilinci ve sivil toplum kuruluşlarının fazla gelişmediği, var olanların fazla etkili olamadığı ülkemizde, böyle bir çalışmayla daha etkin bir sivil toplum pratiğine katkı sunmayı umut ediyorum. Sivil Toplum konusunda, araştırma yapma imkanı sunan, araştırma sürecini bitirme çalışmasının ötesinde bir öğrenim sürecine dönüştüren değerli hocam Sayın Doç. Dr. Cengiz GÜNGÖR’e teşekkür ediyorum. Yine özellikle alan çalışması sırasında zamanlarını bana ayıran, değerli arkadaşlarım Ahmet KAYA, Sebahattin ALTUN, Derya GÖREGEN, Servin AYDIN, Đlke KARATAŞ ve Figen ÖZTOPRAK’a teşekkürlerimi sunarım.
Aralık 2003
Cuma ÇĐÇEK
ii
ĐÇĐNDEKĐLER
Şekil Listesi Tablo Listesi Özet Giriş
I. SĐVĐL TOPLUM ve SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARI 1. Sivil Toplumun Kısa Tarihi (Teorik Bir Çerçeve)
4
1.1. Sivil Toplumun Devletle Bölünmez Bütünlüğü
4
1.2. Hegel ve Sivil Toplum
7
1.3. Marks ve Sivil Toplum
9
1.4. Gramsci ve Sivil Toplum
11
1.5. Sivil Toplumun Yeniden Uyanışı
14
1.6. Modern Çağda Sivil Toplumun Tanımı
18
2. Sivil Toplum Kuruluşları (STK)
23
2.1. Sivil Toplum Kuruluşlarını Tanımlamak Đçin Kullanılan Kavramlar
23
2.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri
25
2.3. Sivil Toplumun / Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü ve Önemi
28
II. SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARINDA YÖNETĐM 1. Sivil Toplum Kuruluşları için Yönetimin Önemi
38
2. Sivil Toplum Kuruluşlarında Stratejik Yönetim
40
3. Sivil Toplum Kuruluşları Açısından Bazı Temel Değerler
42
3.1. Katılımcılık (Participation)
42
3.2. Yenilikçilik/Yaratıcılık (Innovation)
44
3.3. Toplumsal Aktiviteler (Community-based action)
45
3.4. Hiyerarşinin Erimesi (Decentralization)
46
4. Yönetim Fonksiyonları Açısından Sivil Toplum Kuruluşları
48
4.1. Sivil Toplum Kuruluşlarında Planlama
48
4.2. Sivil Toplum Kuruluşlarında Organizayon
49
4.3. Sivil Toplum Kuruluşlarında Motivasyon
51
4.4. Sivil Toplum Kuruluşlarında Đletişim
53 iii
4.5. Sivil Toplum Kuruluşlarında Liderlik 5. Bir Model Olarak “Aşağıdan Küreselleşme Hareketi” Tartışmaları
55 56
III. TÜRKĐYE’DE SĐVĐL TOPLUM/SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARI 1. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Sivil Toplum
62
2. Cumhuriyetten Günümüze Sivil Toplum
64
3. Türkiye’de Sivil Toplumun Yaşadığı Sorunlar
69
3.1. Bürokratik Yönetim Geleneği ve Sivil Toplum
69
3.2. Halktan Kopuk Sivil Toplum Kuruluşları
70
3.3. STK’larda Örgüt Đçi Demokrasi ve Katılım Sorunu
73
4. Daha Etkin Bir Sivil Toplum Pratiği Đçin
75
IV. SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARININ YÖNETĐMĐ-TÜRKĐYE ÖRNEĞĐ 1. Anket Bilgileri
82
2. Anket Sonuçlarının Analizi
90
2.1. Anketin Kodlanması
90
2.1.1. Soru Kodları
90
2.1.2. Cevap Kodları:
93
2.2. Anket Sonuçları 2.3. Anket Sonuçlarının Yorumlanması
94 114
2.3.1. STK’ların 1990 Sonrası Yükselişi
114
2.3.2. STK’ların Maddi Olanakları
114
2.3.3. STK’larda Đnsan Kaynakları
115
2.3.4. STK’larda Vizyon, Misyon ve Strateji
116
2.3.5. Yönetim Fonksiyonları Açısından STK’lar
116
2.3.5.1. STK’larda Planlama ve Kontrol
116
2.3.5.2. STK’larda Organizasyon
117
2.3.5.3. STK’larda Yürütme ve Koordinasyon
117
2.3.5.4. STK’larda Đletişim ve Đnsan Đlişkileri
118
2.3.5.5. STK’larda Motivasyon
119
2.3.5.6. STK’larda Karar Verme Süreçleri
119
2.3.5.7. STK’larda Liderlik
120
iv
2.3.6. STK’ların Yönetim ve Organizayon Açısından Genel Durumu
121
Sonuç
123
Kaynaklar
126
Ekler Ek 1: SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARINDA YÖNETĐM ANKETĐNE KATILAN SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARI
131
v
Şekil Listesi
Şekil 1: S7 STK’ların kuruluş tarihi (yıllara göre dağılımı) Şekil 2: S12 STK’nızın büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir? Şekil 3: S13 STK’nızda profesyonel çalışan kişi sayısı: Şekil 4: S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı Şekil 5: S16 STK’nızın üye sayısı: Şekil 6: S17 STK’nızda üyelerin yaklaşık yüzde kaçı faaliyetlere katılıyor?
vi
Tablo Listesi
Tablo 1
: S2 Anket bilgilerini veren kişinin ünvanı:
Tablo 2
: S6 Sivil Toplum Kuruluşunun türü
Tablo 3
: S8 Sivil Toplum Kuruluşunun kuruluş dönemi
Tablo 4
: S10 STK’nızın Đnternet adresi var mı?
Tablo 5
: S11 STK’nızın kendisine ait bir yeri var mı?
Tablo 6
: S12 STK’nızın büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir?
Tablo 7
: S13 STK’nızda profesyonel çalışan kaç kişi var?
Tablo 8
: S14 STK’nızda çalışanların düzenli çalışma saatleri var mı?
Tablo 9
: S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı
Tablo 10 : S16 STK’nızın üye sayısı: Tablo 11 : S17 STK’nızda üyelerin yüzde kaçı faaliyetler katılıyor? Tablo 12 : S18 STK’nızın misyonunu/vizyonunu belirtten yazılı bir döküman var mı? Tablo 13 : S19 STK’nızın kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirtten yazılı bir döküman var mı? Tablo 15 : S21 STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar? Tablo 16 : S22 STK’nızın çalışanlarını tümünün katıldığı toplantılar hangi sıklıkla yapılır? Tablo 17 : S23 Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul dışında)? Tablo 18 : S24 STK’nızda iletişim aracı olarak telefon kullanılır mı? Tablo 19 : S25 STK’nızda iletişim aracı olarak fax kullanılır mı? Tablo 20 : S26 STK’nızda iletişim aracı olarak internet kullanılır mı? Tablo 21 : S27 STK’nızda diğer iletişim araçları kullanılır mı? Tablo 22 : S28 STK’nızın e-mail grup adresi var mı? Tablo 23 : S29 STK’nızın organizasyonel yapısındaki hiyerarşik kademe sayısı: Tablo 24 : S30 STK’mızda Yönetim Kurulu dışında, yapılan işlerin ve mevcut görevlerin tanımları yazılı bir şekilde belirtilmiştir. Tablo 25 : S31 STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler. Tablo 26 : S32 STK’mızın yöneticiler dışındaki diğer üyeleri de kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler. vii
Tablo 27 : S33 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, iş hayatında da sürdürülür Tablo 28 : S34 STK’mızda yapılan planlamalar kurumsal gelişmeyi sağlar. Tablo 29 : S35 STK’mızda etkin bir kontrol sistemi vardır. Tablo 30 : S36 STK’mızda bulunan kontrol sistemi kurumsal gelişmeyi sağlar. Tablo 31 : S37 Projeler, projeleri yürütecek üyeler ile planlanır ve projenin her aşamasında değerlendirilir. Tablo 32 : S38 STK’mızın en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.) habersiz hiçbir şey yapılmaz. Tablo 33 : S39 Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler. Tablo 34: S40 STK’mızın sorunlarının çözümü için üyeler ortak çaba içerisine girerler. Tablo 35 : S41 Proje ve faaliyetler arası koordinasyon çok iyi tasarlanmıştır. Tablo 36 : S42 STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır. Tablo 37 : S43 Projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyeler düzenli olarak yazılı, sözlü ya da elektronik haberleşmeyle bilgilendirilir. Tablo 38 : S44 Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için, toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır. Tablo 39 : S45 Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve vizyonudur. Tablo 40 : S46 STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır. Tablo 41: S47 STK’mızın üst yönetiminin, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır. Tablo 42 : S48 STK’mızın faaliyetleri çalışanlarına maddi bir fayda sağlar. Tablo 43 : S49 Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas alırlar. Tablo 44 : S50 Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar üyelerin motivasyonunu artırır. Tablo 45 : S51 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde de sürdürülür. Tablo 46 : S52 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürülmesi iş hayatındaki başarıyı artırır.
viii
Tablo 47 : S53 Yöneticiler ve diğer üyeler arasında formel (resmi) ilişkiler dışında informel ilişkiler de vardır. Tablo 48 : S54 STK’mızın yöneticileri, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmiştir. Tablo 49 : S55 STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.) bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır Tablo 50 : S56 STK’mızın başarısında üst yönetimin önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır. Tablo51 :
S57 STK’mızda bulunan düşünsel, kültürel, sosyal..vb. farklılıklar kurumsal gelişmeye hizmet eder.
Tablo 52 : S58 STK’mızın başarısı düzenli olarak ölçülür. Tablo 53 : S59 Yönetim Kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol oynarlar.
ix
Özet
“Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” konulu bu çalışma, teorik incelemeler ve alan çalışması sonucu, sivil toplum kavramını inceleyerek, sivil toplum kuruluşlarında var olan yönetim kültürü ve organizasyon yapısını analiz etmeyi, daha etkin bir sivil toplum pratiği için, yönetim ve organizasyon ile ilgili bilimsel veri ve yöntemlerin sivil toplum kuruluşlarında nasıl uygulandığını tespit etmeyi amaçlamaktadır. Bu amaçla ilk olarak, sivil toplum kavramı analiz edilmiştir. Sivil toplumun hangi toplumsal değişimler sonucu açığa çıktığı, yine bu kavramın tarihten günümüze kazandığı anlamlar gözden geçirilmiştir. Dönemin önemli filozoflarının sivil toplum ile ilgili görüşleri kısaca ele alınmıştır. Yine bu bölümde sivil toplumun 1990’lı yıllar sonrası yeniden yükselişi gözden geçirilmiş, günümüzde sivil toplumun kazandığı anlam, sivil toplum kuruluşlarını tanımlamak için kullanılan farklı kavramlar, bu kuruluşların özellikleri, toplumsal yaşamdaki rolleri ve önemleri incelenmiştir. Đkinci bölümde, sivil toplum kuruluşlarında yönetim konusu ele alınmıştır. Bu amaçla yönetim kavramının sivil toplum kuruluşları için neden önemli hale geldiği sorusuna cevap aranmıştır. Bununla birlikte, belirsizliğin, sürekli ve hızlı değişimin, toplumsal yaşamın temel karakterleri haline geldiği 21. yüzyılda önem kazanan stratejik yönetim kavramı, sivil toplum kuruluşları açısından ele alınmıştır. Sivil toplum kuruluşlarında önem kazanan katılımcılık, yenilikçilik, sosyal sermaye, hiyerarşinin erimesi, hizmet sağlayan kuruluşlardan toplumsal hareketlere dönüşüm gibi konular incelenmiştir. Bu bölümde son olarak, yönetim fonksiyonları; planlama ve kontrol, organizasyon, yürütme-koordinasyon, motivasyon, iletişim ve insan ilişkileri, yetki devri, karar verme ve liderlik açısından sivil toplum kuruluşları teorik açıdan ele alınmış, bir model olarak gelişen “aşağdan küreselleşme hareketi” tartışmaları gözden geçirilmiştir. Üçüncü bölümde sivil toplumun Türkiye serüveni incelenmiştir. Osmanlıdan Cumhuriyet dönemine, yine Cumhuriyetten günümüze sivil toplum kavramı ele alınmıştır. Sivil toplumun bugünkü durumu, yaşadığı sorunlar, yine daha etkin bir sivil toplum pratiği için yapılması gerekenler bu bölümde değerlendirilmiştir.
x
Son bölümde, Türkiye’de sivil toplum kuruuşlarının yönetim kültürü ve organizasyon yapısı incelenmiştir. Bu amaçla çoğunluğu (57 adet) Đstanbul’da olmak üzere, vakıf, dernek, sendika, yurttaş girişimi, kooperatif birlikler, kamusal fayda amaçlı ticari kuruluşlardan oluşan toplam 72 sivil toplum kuruluşuyla yapılan “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” konulu anket çalışması sonuçları analiz edilmiştir. Anket sonuçlarından elde edilen veriler ışığında sivil toplum kuruluşları, kuruluş dönemi, maddi koşullar, insan kaynakları (gönüllü, profesyonel, ücretli çalışan vb.) ve yönetim fonksiyonları açısından istatistiki olarak değerlendirilmiş, sonuçlar tablolar halinde raporlanmış ve yorumlanmıştır.
xi
Giriş Çağdaş demokrasilerde siyaset, devlet ve toplum arasında koprü rolunu oynamaktadır. Toplumdan devlete, devletten topluma doğru, diyalog alanlarının, kanallarının gelişmesi ve kurumsallaşması önem kazanmaktadır. Demokratik siyaset araçları olarak tarif edebileceğimiz, politik, ekonomik, kültürel, sanatsal, sosyal, dini, sportif, bilimsel, çevresel, teknik vb. alanlarda faaliyet yürüten “Sivil Toplum Kuruluşları”, çağdaş katılımcı demokrasinin gelişim tarihinde en önemli toplumsal gelişme dinamikleri, demokratik yaşamın vazgeçilmez araçları olarak öne çıkmaktadırlar. Klasik devlet anlayışı ile kapalı toplumun aşılma ile yüzyüze kaldığı 21. yüzyılda, bu iki alanın dışında bir üçüncü alan olarak sivil toplumun geliştiği, etkinlik kazandığı görülmektedir. Đdeolojik, ekonomik, sosyal, etnik, cinsi, ırksal, dini ve siyasi farklılıkların toplumsal zenginlik olarak algılanmaya başlandığı modern dünyada, her grubun ifade özgürlüğüne sahip olması, özgür iradesiyle örgütlenerek, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşama aktif olarak katılımına dayanan sivil toplum paradigması, çağımızın yükselen değeri haline gelmiştir. Sivil toplum kavramının siyasal literatürde uzunca bir geçmişi vardır. Bununla birlikte buğünkü anlamına, esasta batıda gelişen sanayi devrimi sonrası açığa çıkan yeni toplumsal gelişmeler sonucunda kavuşmuştur. 18. yüzyıla kadar devletle aynı anlamda kullanılan sivil toplum kavramı, J. Locke, Montesquieu, A. Simith, A. Ferguson, Tocqueville, B. Constant, gibi liberal düşüncenin öncü düşünürleri ile birlikte farklı algılanmaya, tanımlanmaya başlanmıştır. Bu düşünürler burjuvazinin gelişimine parelel olarak, sivil toplumu devletten ayırmaya çalışmış, devlet dışında bireylerin ekonomik faaliyetlerini yürüttüğü özerk alanlar olarak tanımlamışlardır. 18. yüzyılda sivil toplum kavramında bir kırılma görülür. Barışçı düzenin ve iyi yönetimin koşulu olan devlet ile aynı anlamda kullanılan sivil toplum kavramını ilk olarak Hegel ve Marx doğrudan eleştirmiştir. Hegel, Marks ve daha sonra Gramsci bu kavramı yeniden ele almış ve sivil toplumu tamamiyle devletten ayıran farklı ve yeni bir bakış açısıyla ele almışlardır. Bugünkü anlamda sivil toplum kavramının temellerini bu düşünürler atmıştır. Uzunca bir dönem batı siyasal literatüründe yer almayan sivil toplum kavramının, 1960’lı yıllardan sonra, özellikle dünya genelinde gelişen 1968 öğrenci hareketlerinden sonra, yeniden tartışılmaya başlandığı görülmektedir. Mevcut siyasal 1
kurumları, normları kapsamlı eleştirilere tabi tutan bu hareketlerin bağrında daha sonraları feminizm, çevrecilik, alternatif yaşamcılık, anti nükleer hareket gibi yeni gruplar doğmuştur. Sivil toplum örgütleri, hem ulusal alanda hem de uluslar arası alanda 1960 sonrası, özellikle 1968 yılında gelişen “yeni toplumsal hareketler” ile yeniden güçlenme sürecine girmişlerdir. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki devrimsel gelişmeler, iki kutuplu dünyanın yıkılması, soğuk savaş döneminin sona ermesi ve bu gün genel olarak “küreselleşme” ile ifade edilen gelişmelerle birlikte sivil toplum kavramının günümüzde önemli bir yükselişi yaşadığı ve katılımcı çağdaş demokrasilerde, temsili demokrasiden öteye, doğrudan demokrasinin, doğrudan katılımın araçları haline geldikleri görülmektedir. Türkiye’de sivil toplumun uzun bir tarihi vardır. Osmanlı ve Selçuklu döneminde, dönemin koşulları itibarı ile sivil toplum kuruluşu olaral ifade edebileceğimiz, vakıfların, tarikatların, cematlerin oldukları görülür. Yine Osmanlı döneminde şehir yaşamında önemli bir yeri olan loncalar dönemin sivil toplum kuruluşları olarak tanımlanabilir. Özellikle II. Meşrutiyetle birlikte sivil toplumun ciddi bir gelişme yaşadığı görülür. Cumhuriyete geçişle birlikte sivil toplumun gelişebileceği zemin oluşmuştur. Parlementer sistem sivil topluma geçişte önemli fırsatlar sunmuştur. Bununla birlikte özellikle, tek partili dönemde sivil toplumun, susturulduğu, gelişmesinin engellendiği görülmektedir. 1950’li yıllarla birlikte dünya genelinde yaşanan gelişmeler sonucu Türkiye’de de demokratik dönüşümlerin yaşandığı görülür. Tek partili dönemin kapanmasıyla başlayıp, 1980 askeri darbesine kadar olan dönemde sivil toplumun Türkiye’de de yeniden canlanmaya, siyasetin aktörleri haline gelmeye başladıklarını görülmektedir. 1980 askeri darbesiyle on yıllık bir suskunluk dönemi yaşayan sivil toplum son 10-15 yılda önemli bir canlanmasyı yaşamıştır. Dünyadaki gelişmelerin, bu canlanmada belirleyici bir rolünün olduğu belirtilebilir. Sivil toplum paradigmasına dair bir çok şey yazılıp, söylenmesine rağmen, pratiksel ve yönetsel açıdan bu kuruluşların daha fazla etkin hale gelebilmesi için yeterli düzeyde alan çalışmasının ve bu çalışmalara dayalı teorik çalışmaların yapıldığı söylenemez. Dünya genelinde durum böyle iken Trükiye açısından durum daha da kötüdür. Özellikle kar amaçlı sektörün yönetim teorisi ile ilgili yaşadığı gelişmeler göz önünde bulundurulursa, kar amacı gütmeyen sektörün bu yönlü ne kadar gelişmesi gerektiği daha fazla görülecektir. 2
“Sivil Toplum Kuruluşalarında Yönetim” konulu bu çalışma, daha etkin bir sivil toplum pratiği için, bilimsel veri ve yöntemlerin sivil toplum kuruluşlarında nasıl uygulandığını tespit edip, çözüm önerileri sunmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla ilk önce literatür taraması yapılmış, daha önce bu konu hakkında yapılan bazı çalışmalar gözden geçirilmiştir. Ayrıca yeni verilere ulaşmak için alan çalışması (anket çalışması) yapılmıştır. Đlk bölümde genel olarak sivil toplum paradigması için kavramsal bir çerçeve çizilmiştir. Đkinci bölümde ise sivil toplum kuruluşlarında yönetim anlayışı ve organizasyon yapısı teorik olarak incelenmiştir. Üçüncü bölümde sivil toplumun Türkiye’deki gelişim serüveni ele alınmıştır. Son bölüm de ise ilk üç bölümden farklı olarak, alan çalışması (anket) yapılmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının yönetim kültürü ve organizasyon yapısını incelemek amacıyla “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” adlı bir anket hazırlanmış ve bu anket çalışması, hem bire bir görüşmelerle hem de bu çalışma için tasarlanan internet sitesinde online olarak hazırlanarak, sivil toplum kuruluşlarıyla yapılmıştır. Sivil toplum kuruluşları ile yapılan 72 adet anketin sonuçları istatistiki olarak incelenmiş ve sonuçlar raporlanmıştır. Çalışmaya iki hipotez ile başlanmıştır. Bunlardan birincisi Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarında etkin bir yönetim kültürünün olmadığıydı. Đkinci hipotez ise sivil toplum kuruluşlarının, kurumsal düzeyi zayıf örgütlenmeler olduğuydu. Yapılan literatür taraması sonucu bu iki hipotezin de geçerli olduğu görülmüştür. Türkiyede’ki bir çok siyaset bilimcisi, akademisyen bu görüşü paylaşmaktadır. Yazdıkları kitaplarda, makalelerde bunu ifade etmektedirler. Ancak yaptığımız alan çalışması sonucunda bunların aksi yönde verilere ulaşılmıştır. Anket sonuçları analiz edildiğinde, -sorularına verilen cevapların doğru olduğu varsayılarak- sivil toplum kuruşlarında yönetim fonksiyonları olarak bilinen planlama-kontrol, organizasyon, yürütme-koordinasyon, motivasyon, iletişim ve insan ilişkileri, karar verme, yetki devri ve liderlik fonksiyonlarının belli düzeylerde var olduğu, hipotezde ifade edilen düzeyden daha iyi olduğu görülmüştür. Yine bu kuruluşlarda kurumsallaşma düzeyinin hipotezde ifade edilen düzeyden daha iyi olduğu görülmüştür. Anket sorularına verilen cevapların doğruluğu varsayımı altında, iki hipotez de yanlışlanmıştır. Literatür taraması ve alan çalışması sonucu elde edilen çelişkili veriler, verilen cevapların doğruluğu varsayımını gözden geçirmemize neden olmaktadır. Bu da, farklı bir araştırmada incelenmesi gereken bir konudur. 3
I. SĐVĐL TOPLUM ve SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARI
1. Sivil Toplumun Kısa Tarihi (Teorik Bir Çerçeve)
Sivil Toplumun Devletle Bölünmez Bütünlüğü Siyasal literatürde sivil toplum kavramının uzunca bir geçmişi olmasına rağmen, bugünkü anlamına, esasta batıda gelişen sanayi devrimi sonrası, açığa çıkan yeni siyasal-toplumsal arayışların sonuncunda kavuşmuştur (Çaha, 1997, s. 28). Ortaçağda kentlerin doğuşu ile gelişen burjuvazi, sivil toplumun zeminini hazırlamıştır. Avrupa’da, ekonomideki canlanma ile kentlerin gelişimi arasında bir parelellik görülmektedir. Burjuvazi ekonomik olarak güçlendikçe, feodal ya da daha sonraki iktidar anlayışına dayalı siyasi iktidar yapılarını bir engel olarak gördüğünden, devletten özerk bir alanda kendi hareket alanını düzenleme eğilimi içerisine girmiştir. Tüm bunlar sivil toplumun doğuşunu hazırlayan faktörlerdir (Doğan, 2002, ss. 2-3). Doğan, burjuvazinin ekonomik ve sosyal yaşamda etkinliğini artırmasının ardından başlangıçta oluşan kral-burjuvazi birlikteliğinin anlamını artık kaybetmeye başladığını belirtmektedir. Bu durum aydınlanma düşüncesiyle yeni bir siyasal sistem anlayışının ortaya konmasıyla somut hale gelmiştir. Burjuvazi benimsediği özgürlüklere saygının gelişmesi için, devlet otoritesini sınırlamaya ihtiyaç duyuyordu. Bu sınırlama ile devlet karşısında toplumun özerk varlığının kabul edilmesi amaçlanmaktaydı. Bunun için de devletin meşruluk sınırlarının çizilmesi gerekiyordu. Liberal düşünürlerin, devletin meşruluğunun belirlenmesi konusunda ortaya koydukları kuramlar yönlendirici olmuştur. Bu kuramlar aynı zamanda sivil toplum için de kuramsal bir çerçeve ortaya çıkarmıştır (2002, s. 31). Tosun (2001, s. 31), sivil toplumun doğduğu bu dönemi şöyle ifade etmektedir: “Tarihsel bir olgu olarak Ortaçağ’ın sonlarında biçimlenmeye başlayan sivil toplum, modern ticari merkezlerin ortaya çıkmasına bağlı olarak gelişen kentsel unsurların (esnaf, tüccar gibi burjuvazinin habercilerinin) feodal sistem içinde ekonomik özerkliklerini elde ederek feodalizmin kurallarından özgürleşmeleri sonucu ortaya çıkan durumu tanımlıyordu. Bir başka ifade ile, batı toplumlarında sivil toplum kavramı orta sınıfa kentsel yaşamda sağlanan bir takım sivil özgürlükler
4
temelinde ortaya çıkan, merkezi otoriteden bağımsız ve özerk kurumların şahsında gelişme imkanı bulan toplumsal alanı belirtir”. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar siyasal yapı hakkındaki tartışmalar iki ana grupta toplanabilir. Birinci grupta yer alan filozoflar, devlet ve toplum ayrımından uzak, toplum ve devleti özdeş gören bir anlayışa sahiptiler. Machiavelli, J. Bodin, T. Hobbes gibi düşünürler bu grubta yer alır. Đkinci grupta yer alan J. Locke, Montesquieu, A. Simith, A. Ferguson, Tocqueville, B. Constant, gibi düşünürler ise toplum-devlet ilişkisinde bireyi önceleyen, bireyi devlet karşısında özerkleştirmeyi amaçlayan bir düşünce geliştirmişlerdir (Doğan, 2002, s. 39). 17. yüzyıl doğal hukuk okuluna mensup düşünürlerin, sivil toplum kavramı ile devletin geleneksel-siyasal kimliğini aynı çerçevede değerlendikleri görülür. Hegel ve Marx’a gelinceye kadar aydınlanma filozoflarınca bu terim, bilhassa “devlet öncesi toplum” durumunun karşıtı olarak kullanılır. Burada doğa durumusivil durum karşıtlığına dayalı açıklama söz konusudur. Sivil toplum, siyasal toplumu yani devleti ifade etmek için de kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ve takip eden yüzyılda toplumun devletten farklı bir sosyal düzey olarak değerlendirilmeye başlandığı görülmektedir. Sözleşme teorisinde ise sivil toplum, orta sınıfın ekonomik ve siyasal faaliyetlerini serbest bir şekilde yürüttüğü, siyasal alanın dışında bir alan olarak anlam kazanmaya başlamıştı. 19. yüzyıl başlarından itibaren ise sivil toplum terimi ile burjuvazinin feodal egemenlik anlayışından uzaklaşması ve özgürleşmesinin kastedildiğine tanık olunur (Doğan, 2002, ss. 32-34). 18. yüzyıla kadar “devlet” ve siyasal toplum” aynı anlamda kullanılıyordu. Sivil toplum kavramı ilk olarak Aristo tarafından, siyasal toplumu tanımlamak için, “politike koinonia” kavramı ile ifade edilmiştir. Daha sonra Çiçeron bunu “societas civilis” kavramıyla Latinceye çevirmiştir (Tosun, 2001, s. 30; “Sivil”, 2001, s. 2). Antik çağdan yeni çağa kadar, devlet ile toplum arasında henüz açık bir ayrımdan sözedilemez. Böyle bir farklılaşma henüz belirginleşmiş değildi. Avrupa siyasal düşünce tarihinde E. Kant’a gelinceye kadar “socieatas civilis” kavramı hem devleti hem de toplumu ifade ediyordu. Bu döneme kadar devlet ve toplum kavramının aynı anlamda kullanıldığı görülür (Doğan, 2002, ss. 9-10). 1750’li yıllardan itibaren, sivil toplum, giderek devlete eşdeğer nitelikte ayrı bir kavram olarak tartışılmaya başlanmıştır. Liberal bir dünya görüşünü savunan 5
burjuvazi, bu dönemde sivil toplumu, “siyasi alandan bağımsız, toplumun özel yaşamına ve ekonomik pazara ayrılmış
bir sosyal alan” olarak tanımlamıştır
(“Sivil”, 2001, ss. 2-3). Özgürlüklerin ve hukukun üstünlüğünün iktidara (devlete) karşı savunulmasını, düşüncesinin merkezine oturtan, siyasal liberalizmin temsilcisi olarak kabul edilen Locke (Tosun, 2001, s. 33), burjuvazinin yükselme çağında, sivil toplumu kendi kendini düzenleyen bir toplum olarak tanımlamıştır. Sivil toplumu doğa karşıtı bir durum olmaktan ziyade, insanlar arasındaki uyumun geliştirilmesi ve süreklileştirilmesi olarak tanımlayan Locke, devletin rolünün mümkün olduğunca sınırlanması gerektiğini belirterek, sivil toplumu siyasal toplumun alternatifi olarak gördüğünü gösterir (Tosun, 2001, ss. 32-33). Locke ve Montesquieu sivil toplumu, devlete zıt bir toplum olarak algılandığı anlayışın temellerini atsa da, bu yeni kavram, devlet-toplum ayrımını tam olarak kendi içinde barındırmaz. Aksine, çelişkili bir şekilde, sivil ve siyasal olarak toplumun devletle birlikte tanımlandığı geleneksel biçimi ile birarada bulunur. “Bir başka ifadeyle devlet ile toplumun keskin bir ayrımından çok, yumuşak bir birlikteliği söz konusudur” (Tosun, 2001, ss. 33-34). John Keane, devletin meşruluğunun sınırlarını belirlemeye çalışan liberal anlayışın beş farklı versiyonu olduğundan bahseder. Bodin, Hobbes, Spinoza ve diğerlerince temsil edilin birinci versiyon, devleti, doğal durumun radikal olumsuzlaması olarak düşünür. Devlet-öncesi dönemi ifade eden doğal durum, çoğu kez, oldukça istikrarsız, sosyal olmayan, doğal bir savaşın olduğu durumu ifade eder. Bu anlamda devlet, bu savaş durumuna, asosyal duruma bir son verme, bu durumu ortadan kaldırma anlamına gelmektedir. Daha doğrusu devlet meşruluğunu bu rolünden almaktadır. Sonuçta ortaya çıkan yeni durum sivil toplumdur ve bu durum devletle eşdeğer görülür. Pufendorf, Locke, Kant, Fizyoratlar, Adam Ferguson ve diğer Đskoç Aydınlanma düşünürlerin oluşturduğu ikinci versiyona göre, toplum doğaldır. Bu doğal durum devlet tarafından korunmalı ve düzenlenmelidir. Devletin rolü ve işlevi doğal durumun yerine geçmekten ziyade, tam tersine, toplumun özgürlüğünü ve eşitliğini tamamlamaktır. Bu ikinci versiyonda sivil toplum ve devlet ayrımı bulanıklaşır. Tom Paine’in Burke’ün Reflection on the Revulation in France (Fransa’da Devrim Üstüne Düşünceler) adlı kitabına verdiği yanıtta, üçüncü versiyonu belirginleştirir. Sivil toplum devlete karşı bir kavram olarak ilk kez burada belirginleşir. Bu versiyonda devlet zorunlu bir şekilde kötü olarak ve doğal toplum 6
da zorunlu olarak iyi kabul edilir. Devlet sadece, toplumun genel yararı için verilen iktidar vekaletidir. Sivil toplum kusursuz, kendi işlerini kendisi yapan, devlete daha az gereksinim duyan bir toplum olarak tanımlanır. Hegel’in temsil ettiği dördüncü versiyona göre devletin görevi toplumu korumak ve aşmaktır. Devlet, tarihsel olarak kurulmuş, doğal özgürlüğün aksine, ekonomiyi, toplumsal çıkar gruplarını ve medeni hukuk ve refahı yürütmekle sorumlu kurumları kapsayan, etik kurallara dayalı bir yaşam
düzenidir.
“Devlet,
ne
sürekli
savaş
halindeki
toplumun
sürekli
olumsuzlanmasıdır ... ve ne de toplumu tamamlayan bir araçtır”. Sivil toplum ideal devlete ulaşmada, tarihsel koşullar sonucu oluşan bir ara duraktır. Sivil toplum, onun bağımsızlığını koruyan ve öğelerini bir arada tutan, üst bir birliğe yönelten devlete ihtiyaç duyar. John Stuart Miil ve Tocqueville’nin temsil ettiği beşinci versiyona göre ise, sivil toplum, devlete doğrudan bağımlı olmayan, özörgütlü ve yasalarla güvence altına alınmış alanı ifade etmektedir. Bu düşünürlere göre, demokratikleşme ile güçlenen eşitlik anlayışının, devletin iktidar aygıtını kotüye kullanarak yurttaşları özgürlükten yoksun bırakmasının nasıl önleneceği en temel tartışma konusudur (1994, ss. 61-62). 18. yüzyıl düşünürleri, sivil toplumun üyelerinin, devletin de yurttaşları olduğundan, devletin koymuş olduğu yasalara uymak zorunda olduğunu belirtmiştir. Sivil toplumla devleti aynı kavram olarak tanımlamasalar da, tam anlamıyla bir devlet toplum ayrımından da bahsedilmez (Tosun, 2001, s. 36). 18. yüzyıl filozofları sivil toplumu özel olarak devlete karşı bir önlem olarak düşünmemiştir. Bundan ziyade, mutlakiyetçi devletin iktidarını dengeleyecek bir alan olarak ele almışlardır. 19. yüzyılla birlikte devlet toplum ayrımından daha açık bir şekilde bahsedilecektir (Doğan, 2002, s. 41).
1.2. Hegel ve Sivil Toplum 18. yüzyılda sivil toplum kavramında bir kırılma görülür. Barışçı düzenin ve iyi yönetimin koşulu olan devlet ile aynı anlamda kullanılan sivil toplum kavramını ilk olarak Hegel ve Marx doğrudan eleştirmiştir. Hegel, sivil toplumu, toplumun aile ve devlet arasındaki parçası olarak görür ve bu anlamda devletten ayırmaya çalışır. Hegel, sivil toplum kavramını geleneksel tanımından farklı tanımlayan ilk kişi olarak kabul edilir (Tosun, 2001, s. 37). Hegel’e göre sivil toplum, ekonomik faaliyetlerin icra edildiği alandır. Sivil toplumda herkes kendi gereksinimlerini karşılamak için 7
çaba sarf eder. Bununla birlikte bireyler karşılıklı birbirine gereksinim de duyarlar. Sivil toplumda ekomomik işler bireysel kar amaçlıdır ve çıkar kendi başına amaçtır. Bundan dolayı Hegel sivil topluma olumlu bir anlam atfetmez. Hegel sivil toplumu ekonomik faaliyetlerin icra edildiği bir alan olarak görmektedir. Sivil toplumda herkes kendi gereksinimlerini karşılamak için çaba harcar. Bu aşamada bireyler birbirlerinin çalışmasına karşılıklı olarak gereksinim duyarlar. Karşılıklı bir muhtaç olma durumu söz konusudur. Burjuva (sivil) toplumda ekonomik ilişkiler salt kar amaçlıdır. Hegel, sivil toplumu burjuva toplumu anlamında kullanır ve “karşılıklı bağımlılığa dayalı ekonomik gereksinimler sistemi” olarak tanımlar. Çıkar elde etmenin kendi başına hedef olduğu sivil topluma, Hegel olumsuz bir mana yükler (Doğan, 2002, ss. 116-117). Hegel’e göre sivil toplum, ticari sektörü oluşturan pazardır. Pazarın sağlıklı şekilde işlemesi için var olan kurumlar da sivil toplum kapsamına girer (Tosun, 2001, s. 37). Hegel sivil toplumu, “özel ve politik olmayan bir alan” olarak ele almaktadır. Buradan Hegel’in sivil toplumu siyasal toplumdan ayrı düşündüğü görülmektedir (Doğan, 2002, s. 117). Hegel, devleti, “evrensel akıl” olarak betimleyerek, devleti, burjuva toplumunun ulaşması gereken mutlak amaç olarak tanımlar. Hegel, devlete kutsallık atfederek, onu, her türlü düzenlemeyi yapmaya hakkı ve gücü olan, mutlak egemen, yüce bir amaç olarak tanımlar (Doğan, 2002, ss. 139, 146). Aile ve sivil toplum, Hegel için, mükemmel devlete ulaşmak için tarihsel koşulların doğurduğu zorunlu, ama aşılması gereken bir aşamadır. Hegel’e göre devlet bir araç değil, kendi başına amaçtır (Doğan, 2002, ss. 1139, 143, 146, 149). Düşünüre göre devlet; “evrensellik, rasyonellik ve nesnellik açısından işbirliğini sağlayan, herkes için uygar bir yaşamı mümkün kılan tek sosyal varlık iken, sivil topum, bireysel çıkar ve isteklerin, ihtiyaçların ilan edildiği alandır” (Tosun, 2001, ss. 38-39). Hegel’e göre, sivil toplum-devlet ayrılığı ortadan kaldırılması gereken bir ayrımdır. Devletin, kurumları ve memurlarıyla, sivil toplumu denetim altına alması gerekir (Doğan, 2002, ss. 150-151). Hegel sivil toplumu “burjuva toplumu” kavramı ile ifade eder. Düşünüre göre, sivil toplum “bir yandan bireysel, özel çıkarların, bencil arzuların ve ihtiyaçların savaş arenası konumunu sürdürürken, diğer yandan ekonominin gelişmesinin koşulu olan çelişkileri de içinde barındırır”. Bu bağlamda Hegel, devlete dengeleyici rol verir. Hegel’e göre sivil toplumu düzenleyecek bir aygıta 8
ihtiyaç vardır ve bu aygıt devlettir. Hegel’in sivil toplum tanımında mülkiyet sahipliği belirleyici bir faktördür. Sivil toplum mülkiyet sahipliğinin olduğu toplumdur. Hegel’in bu kullanımı kendisinden sonraki sivil toplum tartışmalarını ciddi şekilde etkilemiştir (Tosun, 2001, ss. 39-40).
1.3. Marks ve Sivil Toplum Marks, kendinden önceki yazarların eleştirisini yaparak sivil toplum kavramını tanımlar. Marks’a göre sivil toplum burjuva sınıfının ve sermayenin doğuşunu sağlayan, burjuvazinin, ortaçağın sonlarında geliştirdiği toplumsal hareketidir. Marks, sivil toplumun doğuşunda kentleşmenin önemine dikkat çekerek, sivil toplumu, kapitalist toplum manasında kullanıp, bu konuda Hegel’ci görüşe katılır. Marks’a göre sivil toplum medeniyet toplumundan ziyade, üretim araçlarını elinde bulunduranların, mülksüzlere zorla dayattığı bir kavramdır. Toplumun mülkiyet sahibi sınıflar ve mülksüzler sınıfı olarak bölünmesi sivil toplumun en önemli özelliğidir. Marksist literatürde sivil toplum devlete karşı bir kavram olarak kullanılmaktan ziyade, geleceğin devletsiz ya da az devletli toplumuna karşılık gelen bir kavramdır (Tosun, 2001, ss. 41-43). Marks sivil toplumu, burjuvazinin kendi imgesinin taklidi bir dünya yarattığı ekonomik biçim olarak değerlendirir (Keane, 1994, s. 91). Marksist düşünceye göre, toplum yaşamını ve insanların yaşam biçimlerini, tarihsel süreç içerisinde şekillenen somut ekomik sistem belirler. Bu anlamda toplum, bu ekonimik sistemin belirlediği insan ilişkilerinin tümünü ifade eder. Marksist paradigma, özgürlüğün tarihsel koşullar ve içinde yer alınan üretim ilişkileri tarafından belirlendiğini söyler. Çeşitli aşamalardan ve süreçlerden sonra şekillenen ekomik sistem, üretim araçlarını elinde tutan mülkiyet sahibi sınıf ile mülkiyetsizler sınıfından oluşan sınıflı bir toplum yaratmıştır ve devlet bu sınıflı toplumun ürünüdür (Doğan, 2002, s. 168). Yani Hegel’ci anlayışın belirttiği gibi devlet, sivil toplumdaki çatışmaları ortadan kaldıracak, genel çıkarı hakim kılacak üstün bir güç olmadığı gibi, “Akıl”ı gerçekleştirecek bir kurum da değildir (Tosun, 2001, s. 41). Marks sivil toplumu tanımlarken, bir çok konuda olduğu gibi, altyapı-üstyapı teorisinden faydalanır. Altyapı maddi üretim ilişkilerinin gerçekleştiği alandır. Marks’ın alt yapı-üst yapı tezi alt yapının üst yapıyı belirlediği ön kabülüne dayanır. Buna göre ekonomik alanda cereyan eden ilişkiler üst yapıyı biçimlendirir. Üst 9
yapıyı oluşturan hukuksal, dinsel, politik kurumların ortaya çıkışını ve biçimlenişini bu ekonomik üretimin cereyan ettiği alandaki ilişkiler belirler. Marks da Hegel gibi sivil toplumu, ekonomik ilişkilerin cereyan ettiği alan-altyapı alanı olarak tanımlar. Bununla birlikte filozof, sivil toplumu tek bir anlamda kullanmamıştır. Marks’ın kavramı, üç ayrı anlamda kullandığı görülür. Birincisi, “tarihsel anlamda özel bir içerik yüklemeksizin yaşadığı döneme kadar üretim güçleri ve üretim ilişkileri bağlamında toplumsal alt yapı anlamında sivil toplum”, ikincisi “eski toplumlardan farklı olarak gelişen modern kapitalist üretim tarzı anlamında sivil toplum” ve son olarak “kapitalist üretim tarzı ve buna göre biçimlenen burjuva siyasal devletinin egemen olduğu ortamda sivil toplum (burjuva toplumu)” (Doğan, 2002, ss. 165, 167). Marks’a göre sivil toplum, tarihsel gelişmeler sonucu ulaşılmış bir toplumsal aşamadır. Her toplumsal şekilleniş belirli bir üretim biçiminin karşılığıdır. Sivil toplum, feodal üretim ilişkilerinin aşılması sonucu doğmuştur. Bu anlamda Marks sivil toplumu, 18. yüzyılda burjuva sınıfının oluşturuğu bir maddi üretim ilişkileri organizasyonu olarak tanımlar. Ticaret ve sanayi alanındaki üretim ilişkilerinde özel mülkiyetin egemen olması, bu toplumsal aşamanın en temel özelliğidir (Doğan, 2002, s. 170). Görüldüğü gibi Marks da Hegel gibi özel mülkiyeti sivil toplumun en temel özelliği olarak ele alır. Marks devleti Hegel’den farklı yorumlar ve Hegel’in aksine, devlete olumsuz bir anlam yükler. O’na göre devlet egemen sınıfın hakimiyetini meşrulaştıran, bunu sağlayan bir kurumdur. Marks çok daha net ifadelerle devleti, “bir sınıfın çıkarını yineleyen ve geliştiren bir kurum” olarak tanımlar. Bu anlamda devletin, Hegel’in iddia ettiği gibi, sivil toplumu aşma diye bir amacı olamaz. Tam tersine, sınıflı toplum olan sivil toplumdaki mevcut ilişkilerin devam etmesini amaçlar. Bundan dolayı Hegel’in iddia ettiği gibi, devletle beraber sivil toplum ortadan kalkmaz, aksine kendisini yeniden üreterek süreklileşir. Bu da sömürüye dayalı ilişkilerin devam etmesi anlamına gelmektedir (Doğan, 2002, s. 172). Marks altyapı-üstyapı teorisinde alt yapı ile üst yapı arasındaki ilişkiye benzer şekilde devlet ve sivil toplum arasında bağlantı kurar. Buna göre, “devlet siyasal düzenin (üstyapının) aktörü iken, sivil toplum üretim süreci ve sosyal sınıfların (altyapı) aktörü”dür. Yani Marks devletin sivil toplum üstüne oturduğunu ifade ederek, sivil toplumun devlet aygıtı dışında kalan herşeyi kapsayacak şekilde 10
genişletir. Bu noktada, Hegel’i eleştirerek, sivil toplumu, “şahsi mutluluk, kazanç ve bireysel statünün korunmasına indirgeyen, devleti de sivil toplumun dışında, ona şekil veren bir çerçeve olarak gören” anlayışın yanlışlığını savunur (Tosun, 2001, s. 43). Marks hem Hegelci anlayışı hem de liberal anlayışı eleştirerek, sivil toplumdevlet çelişkisinin, ne devleti kutsallaştırıp sivil toplumun üstüne koymakla ve ne de sivil toplumu kendi haline bırakıp devleti ona bagımlı kılmakla çözülemeyeceğini belirtir. O’na göre çözüm, radikal bir devrimle sınıfların ve devletin ortadan kalkmasıyla mümkün olacaktır.
1.4. Gramsci ve Sivil Toplum Gramscigil “sivil toplum” anlayışını kavramak için öncelikle tarihsel blok kavramının anlaşılması gerekir. Bu da altyapı ve üst yapının birliği anlamına gelir (Texier, 1982, s. 49). Gramsci, ekonominin, marksist tabirle altyapının, tarihin akışını, dini, ahlakı ve hukuku belirleyen tek faktör olarak alınmasını doğru kabul etmez. Gramsci, sadece alt yapının üst yapıyı belirlemediğini, üst yapının da alt yapıyı etkilediğini belirtir. Alt yapı ile üst yapının karşılıklı etkileşimini “tarihsel blok” olarak niteleleyen Gramsci, bunun göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtir. O’na göre sadece alt yapı herşeyi belirlemez, belirleyici olan “tarihsel blok”tur (Doğan, 2002, s. 179). Gramsci’ye göre devlet, sadece zorlama aygıtı olarak da ifade edebilceğimiz politik toplumdan oluşmaz. Bununla birlikte hegemonya aygıtı olan sivil toplumu da kapsar. Devlet zorlama ve hegemonya aygıtları sayesinde tüm toplumu yönetir. Gramscigil teoriye göre, tam devlet, politik toplum ve sivil toplumun toplamıdır (Texier, 1982, ss. 49, 72-73). Gramsci’nin devlet sivil toplum ilişkisini, Tosun şöyle ortaya koyar: “Marksist kuramın izleyicilerinden olan Gramsci’ye göre, sivil toplum üretim ve ekonomik örgüt içinde değil, fakat devlet içinde bulunur. ... Gramsci’nin sıkça kullandığı ‘Devlet = Siyasal Toplum + Sivil Toplum’ formülünde bu vurgu açıktır. ... ‘Devlet = Diktatörlük + Hegemonya’ olup, açıklaması ise; devlet, baskıcı aygıtları kapsayan siyasal toplum ile hegemonyayı sağlayan sivil toplumun bir bileşimidir ya da devlet eşittir zor ile pekiştirilmiş hegemonyadır” (2001, ss. 45-46). Farklı bir ifade ile devlet, “zorlanmayla zırhlanmış hegemonya”dır (Portelli, 1982, s. 11
33, Doğan, 2002, s. 213). Gramsci burjuva hegemonyasının başlıca aracı olarak da sivil toplumu görüyordu (Doğan, 2002, s. 190). Gramsci’nin bir ideolojik üst yapı kompleksi olarak ele aldığı sivil toplum, bir toplumdaki egemen grubun bütün toplum üzerinde hegemonya kurmasını sağlayan aygıtlar bütünüdür (Portelli, 1982, s. 10-11). Bu bağlamda, Gramsci’nin sivil topluma benzer bir anlam yüklediği söylenebilir. Bobbio’ya göre Gramscigil literatürde sivil toplum, karşılıklı olarak maddi ilişkilerin tümünü değil, ideolojik-kültürel ilişkilerin tümünü; ticari ve sanayi yaşamın tümünü değil, tinsel ve düşünsel yaşamın tümünü içermektedir (1982, s. 19). Gramsci, Hapishane defterinde yazdıklarıyla, sivil toplumun yapısal değil, fakat üstyapısal bir momente ait olduğunu belirtir: “Bu anda yapabileceğimiz, üst yapısal iki büyük düzeyi ayırmaktır. Bunlardan birisi; “sivil toplum”, yani genellikle “özel” diye anılan organizmalar bütünü, digeri ise; “siyasal toplum”, ya da “devlet” diye adlandırılabilir. Bu iki düzey bir yanda yönetici grubun toplumsal yapının tümü üzerinde uyguladığı, “hegemonya” işlevine, diğer yanda da, devlet ve hukuksal iktidar yoluyla uygulanan “doğrudan egemenlik” ya da “konuta” işlevine tekabül eder” (ss. 18-19). Gramsci, sivil toplumun sadece alt yapıya değil, üst yapıya ve hatta altyapı ile üstyapının kesiştiği bir toplumsal alan olduğu belirterek Marks’tan ayrılır (Doğan, 2002, s. 180). Gramsci’de sivil toplum ve politik toplum arasındaki ayrım organik bir ayrım olmaktan ziyade, metodolojik bir ayrımdır. Gerçekte sivil toplum ile politik toplum arasında, bir başka ifadeyle onaşmayla zorlama arasında bir bütünlük vardır, bu iki kavramın birbirinden ayrı olması mümkün değildir (Portelli, 1982, s. 29). Gramsci’nin politik toplum ve sivil toplum ayrımı yöntembilimsel bir ayrımdır. Bunu organik bir ayrım olarak ele almak, yanlış analizlere, teorik yanılgılara neden olur (Texier, 1982, ss. 74). Sivil toplum, belirli üretim ilişkileri temeli üzerinde kurulan ve yaşayan pratik ve ideolojik toplumsal ilişkiler bütünlüğüdür. “Bir yandan ‘hegemonya aygıtları’, öte yandan ‘zorlama aygıtları’ aracıyla, düzeylere ve uğraklara göre çeşitli biçide uygulanan üstyapısal etkinliklerin nesnesi, konusu, ve yeridir öyleyse, sivil toplum” (Texier, 1982, ss. 86-87). Doğan, Gramsci’nin hegemonyayı, “toplumda egemen durumdaki grupların diğer toplumsal kesimlere doğrudan egemenliği, diğer toplumsal kesimleri kumanda 12
etmesi” olarak tanımladığını belirtir. Başka bir deyişle hegemeonya “siyasal ve kültürel önderlik” anlamına gelir. Bu bağlamda, Gramsci hegemonyayı, sadece yeni bir devlet aygıtı ve sivil toplumu dönüştürme aracı olarak görmez, bununla birlikte, yeni bir dünya görüşünün toplumda benimsetilmesi ve yaygınlaştırma aracı olarak da görür. Bu araç parti, devlet, siyasal eğitim gibi kavramları aşan bir anlama sahiptir. Gramsci’de hegemonya, üst yapı alanını biçimlendiren her türlü aktiviteyi ve kurumu kapsar (2002, ss. 191, 194). “Saint Simon’da askeri toplumdan sanayi toplumuna, Marx’da sanayi toplumundan sosyalist topluma geçiş öngörülürken, Gramsci’de siyasal toplumdan sivil topluma geçiş öngörülmektedir” (Şehsuvaroğlu, 1997, ss. 237-238). Gramsci, Marksist öğretide özgün bir ekolü temsil eder. Nihai amaç olan sosyalizme ulaşmak noktasında herhangi bir ayrılıktan bahsedilemez. Ancak sosyalizme geçişi kanlı bir devrimle gerçekleştirmekten taraftar değildir. O, sosyalizme geçişin toplumu ikna etme yoluyla sağlanabileceğini savunmaktadır. Bu, Gramsci’yi farklı kılan en önemli özelliklerden biridir. Gramsci’ye göre sosyalizme geçiş çeşitli aşamalardan geçerek olacaktır. Sosyalist aşamadan önceki aşamayı korporatif aşama olarak adlandıran Gramsci, bu aşamada aydınların ve devletin sosyalist düşünceyi, eğitim, hukuk, parti gibi araçlarla, toplum arasında yayacağını belirtir. Bu şekilde toplumsal destek sağlanacaktır. Bundan sonra, toplumun sosyalizmi kabulendiği, sosyalizme olumlu bakar hale geldiği “arınma” (katarsis) aşamasına geçilir. Sivil toplum arasında arınma yaygınlaştıkça, kendi kendini üreten ve yöneten bir toplum oluşacaktır. Sivil toplum aydınlar aracılığıyla ideolojik değişime, dönüşüme uğratılacak, yani sivil toplum üzerinde egemenlik (hegemonya) kurularak, özgürleşme yaygınlaşacak ve devlete olan gereksinim ortadan kalkacaktır. Bir başka ifade ile sosyalizm, sosyalistlerin
sivil
toplum
üzerinde
kendi
hegemonyalarını
kurmaları
ile
gerçekleşecektir. Böylece genişleyen sivil toplum içerisinde siyasal toplum eriyecek ve devletsiz topluma, bir başka ifade ile “düzenlenmiş topluma” ulaşılacaktır (Doğan, 2002, s. 38, 178, 180, 190, 196). Buraya kadar sivil toplum kavramının geçirmiş olduğu evrim özetlenirse, üç ayrı sivil toplum anlayışının var olduğundan söz edilebilir. Bu üç aşama şöyle sıralanabilir: 1. 18. yüzyıla kadar devam eden bu aşamada, sivil toplum ve devlet kavramlarının
henüz
ayrışmadığı
görülür.
Aydınlanma
felsefesi, 13
burjuvazinin doğuşunu hazırlayan ekonomik gelişmeler ve bu perspektifte oluşan siyaset anlayışı devlet sivil toplum ayrışmasını hazırlayan faktörler olarak değerlendirilebilir. 2. Đkinci aşama devlet ve sivil toplum kavramının ayrışmaya başlandığı görülür. Ancak devlet ve sivil toplumun sistematik bir ayrılmasından söz edilemez. 1789 Fransız devrimi ideolojisiyle, devlet ile sivil toplumun zihinsel anlamda kopuşundan bahsedilebilir. Serbest Pazar ekonomisi anlayışı ile ekonomik faaliyetler devletten ayrı düşünülmeye, toplum, özgürlükleri devletten ayrı bir alan olarak tanımlamaya başlamıştır. Kant felsefik anlamda bu kopuşun temellerini atmıştır. Liberal ekonomi anlayışını benimseyen A. Smith, A. Ferguson gibi düşünce adamları da bu felsefeyi sahiplenmiştir. 3. Hegel, Karl Marx ve daha sonra Antonio Gramsci, sivil toplumu devletten ayrı bir alan olarak tanımlayan filozoflardır. Bu üç düşünür de sivil toplumun nasıl ele geçireleceği ve kontrol altına alınacağı konusunda düşünceler geliştirmişlerdir. Dolayısıyla, sivil topluma totaliter bir bakış açısıyla bakıldığı belirtilebilir (Doğan, 2002, s. 224).
1.5. Sivil Toplumun Yeniden Uyanışı Sivil toplum kavramı yeni bir toplumsal siyasal sistem arayışları sonucu gelişmişti. Bundan dolayı bu arayışların zayıflamasından olacak, 1960’lı yıllara kadar bu kavramın batı siyasal literatüründe fazla kullanılmadığını görülmektedir. Sivil toplum kavramı, özellikle dünya genelinde gelişen 1968 öğrenci hareketleri ile birlikte yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Mevcut siyasal kurumları, normları kapsamlı eleştirilere tabi tutan bu hareketlerin bağrında daha sonraları feminizm, çevrecilik, alternatif yaşamcılık, anti nükleer hareket gibi yeni gruplar doğmuştur (Çaha, 1997, s. 29). Sivil toplum örgütleri, hem ulusal alanda hem de uluslar arası alanda 1960 sonrası, özellikle 1968 yılında gelişen “yeni toplumsal hareketler” ile yeniden güçlenme sürecine girmişlerdir (Sancar, 2000, s. 24). 1970’li yıllardan parlementer sistemin temsiliyet krizi yaşamasıyla birlikte sivil toplum kuruluşları yeni toplumsal aktörler haline gelmeye başladılar. Parlementer sistemin yaşadığı bu kriz, önceleri yeni toplumsal hareketlere, bu gün de 14
bu hareketlerle birlikte sivil toplum örgütlerine olan ilgiyi artırmıştır. Uluslara arası alanda bu temsiliyet krizi daha fazladır. Uluslar arası sistemde ulus devletlerdeki gibi yerleşik kurumların varlığı söz konusu değildir. Bu anlamda bu alanda daha büyük bir boşluktan sözedilebilir. Bu gelişmeler sivil toplum kuruluşlarının bu boşluğu doldurabileceği fikrinin gelişmesini sağlamıştır. Özne konusunda yaşanan bu boşluk, genel olarak toplumsal hareketlerin, özel olarak da sivil toplum örgütlerinin, üstekilerin yeni dünya düzeni karşısında alttakilerin/güçsüzlerin/tabanın global demokratik bir alternatifin özneleri olabileceği yönündeki fikirlerin güçlenmesini sağlamaktadır (Sancar, 2000, ss. 26-28, 32). Gülgün Erdoğan Tosun, sivil toplum kavramının modern dönemdeki global yeniden doğuşunun, birbirleriyle yakından ilişkili dört kriz bağlamında açıklanmaya çalışıldığından bahseder. Bu yükselişe neden olan ilk kriz, sosyalist model olarak bilinen “otarşik devlet kapitalizmi modeli”nin yaşamış olduğu genel krizdir. Đkinci kriz ise, “...genel krize bağlı olarak mikro düzeyde Stanilizmin siyasal mirasçılarının moral ve entelektüel yapısına, makro düzeyde ise siyasal kurumlara ilişkindir. Krizin ortaya çıkışı, kriz bölgelerinde uzun süredir devam edegelen zorunlu ekonomik kalkınma üzerine kurulu siyasal ve sosyal sistemlerin minimum düzeyde de olsa rızaya dayalı egemenliğe izin vermediğinin ortaya konulmasıyla bağlantılıdır”. Batı Avrupa’da uyanan sosyal demokrat partilerin, kapitalizmin işçi sınıfı üzerindeki aşırı olumsuz etkilerini azaltmaya dönük projelerinin, dünya genelinde, ekonomik globalleşemeden dolayı başarısız olması üçüncü kriz olarak belirtilir. Son kriz ise, devlet temelli stratejilerin aşılmasına parelel olarak, muhalefet anlayışında yaşanan değişimlerdir (2001, ss. 52-53). Keane de Avrupa kaynaklı, bugünkü modern sivil toplum kavramını etkileyen üç yeni gelişmeye dikkat çeker. Bunlardan birincisi, kapitalist ekonominin yaşamış olduğu yeniden canlanmadır. Đkincisi, Keynesçi refah devlet anlayışa ilişkin yapılan sorunlu siayasal tartışmalardır. Keynesçi iç politikanın, toplumdaki dayanışmayı bozduğu, bürokrasi, profesyonellik ve uzmanlığa toplumun şüpheyle bakmasına neden olduğu yönündeki eleştirilerdir. Mevcut sistemi eleştiren ve yeniden tanımlamaya çalışan toplumsal hareketelerin yükselişi ise üçüncü yeni gelişmedir (Tosun, 2001, ss. 53-54).
15
Bugün var olan bir çok sivil toplum örgütü (NGO) “yeni toplumsal hareketlerin” doğrudan mirasçısı sayılırlar. Yine sivil toplum örgütlerinin bir kısmının, bu toplumsal hareketlerin profesyonelleşmiş kesimi olduğunu da savunulur. 1980’lı yılların ortalarından itibaren ve özellikle 90 sonrası yoğunlaşan “globalleşme” sürecinin sivil toplum örgütlerinin gelişmesinde önemli bir etkisi olmuştur. Sivil toplum örgütleri ile globalleşme arasında karşılıklı bir etkileşim, diyalektik bir ilişki vardır. Ulaşım ve iletişim teknolojsindeki gelişmeler de NGO’ların etkinliğin ve yaygınlığının artmasına önemli bir katkı sağlamıştır. (Sancar, 2000, ss. 24-25). Temsili demokrasinin karşı karşıya kaldığı meşruluk krizi ve sosyal refah devletinin karşı karşıya bulunduğu kriz, sivil toplum örgütlerine olan ilginin artmasını önemi ölçüde sağlamıştır. Günümüz gelişmiş toplumları açısından temsili demokrasinin artık yeterli gelmediği görülmektedir. “Medya ve iletişim, haberleşme alanındaki yeni gelişmeler ile varılan noktada birkaç yılda bir oy vermenin siyasal katılım açısından yetersiz görülmesine neden olmaktadır”. Yaşanan tüm bu gelişmeler, sivil topolum kuruluşlarının, siyaseti bir kaç yılda bir katılımdan öteye, sürekli etkilemenin araçları haline gelmelerini sağlamıştır (Doğan, 2002, ss. 243, 255). Sivil toplum kavramı, Sosyalist Blok’un yıkılmasından sonra tüm dünyada yeniden tartışılmaya başlandı (Çaha, 1997, s. 28). “Komünizmin dağılması, yoksul ülkelerde demokrasinin yayılması, teknolojik değişim ve ekonomik entegrasyon, kısacası küreselleşme, hükümet dışı kuruluşların yeşermesi için bereketli bir toprak yarattı. Küreselleşmenin kendisi bir çok konu hakkında endişeleri daha da artırdı: çevre, işçi hakları, insan hakları, tüketici hakları vs. Demokratikleşme ve teknolojik ilerleme, yurttaşların hoşnutsuzluklarını dile getirmek üzere biraraya gelme biçimlerinde de bir devrim yarattı” (Brecher, Costello & Smith, 2002, s. 117). Batı toplumlarının modern tarihinde, siyasal yaşamın temel aktörü bireydir. Bu hem teorik açıdan hem de pratik açıdan böyledir. 1980 sonrasında ise bireyden ziyade grupların siyasal aktörler haline geldiğini görmekteyiz. Bu dönemle birlikte temel insan hakları da artık grup hakları olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Nitekim uluslar arası sözleşmelerde çocuk hakları, kadın hakları, yaşlı hakları, özürlü hakları gibi düzenlemeler yapılmıştır. Grup eksenli yeni politik eğilimler mikro milliyetçiliğin gelişmesine neden olmuş, bu da ulus-devlet anlayışında ciddi gedikler yaratmıştır. Nitekim demokrasiye geçişle birlikte mikro ölçekli grupların kimlik ve 16
kültürel hakları daha fazla zikredilir olmuştur. Bu grupların duğuşu ve yükselişi “grup eksenli” yeni bir politik anlayışın da doğmasına neden olmuştur. Grup eksenli politik yaklaşımlar özellikle 1980 sonrası Sosyalist Blok’un yıkılmasıyla birlikte gittikçe yaygınlık kazanmıştır. Grup eksenli bu yeni politik yaklaşım, sistemi bir bütünen değiştirmekten ziyade, sistem içerisinde daha fazla özgürlük, daha fazla katılım, daha fazla hak gibi temalar işlemiştir (Çaha, 1997, ss. 29-30). Günümüzde sivil toplum örgütlerine sosyal devlete alternatif olmak olarak ifade edebilebilecek bir rol biçilmektedir. Bu bağlamda devletin yapması gereken birçok sorumluluk sivil toplum örgütlerine devredilerek özelleştirme politikalarının önü açılmaya çalışılmaktadır. Örneğin başta Dünya Bankası olmak üzere bir çok uluslar arası kuruluş, ABD ve Avrupa ülkeleri “kalkınma/gelişme yardımı” adı altındaki ödeneklerini NGO’lar aracılığıyla dağıtmayı tercih etmektedir. Böylece meşruluk krizine çare bulunmaya ve dünya neoliberal ideolojinin gereklerine göre yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. Tabi NGO’lara biçilen bu misyonlar tüm NGO’ların “yeni dünya düzeni”nin piyonları olduğu anlamına da gelmiyor (Sancar, 2000, ss. 29-30). Hem ulusal çapta hem uluslar arası çapta yoğunlaşan sivil toplum tartışmaları özü itibariyle demokratikleşme tartışmalarını ifade ediyor. Bununla birlikte, 2. Dünya savaşından 10-15 yıl öncesine kadar sayıları hızla artan “hükümet dışı kuruluşların” (non-governmental organization – NGO) devletlerin ve devletlerarası sistemin “tekel”ini kırmak bir yana bu yapıların sorgulanmasında dahi etkileri olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu durum 90’lı yılların başından itibaren değişmiş, bir yandan bu örgütlerin sayısı ve yaygınlığı çok önemli oranda artmış ve bu örgütlerin rolleri, işlevleri ve misyonları ile iligili yoğun bir tartışma başlamıştır. Haftalık Alman gazetesi Die Zeit’ın 25.8.1995 tarihli sayısının “hükümet dışı örgütlere” tahsis edilen dosyasının başlığı “Yeni Enternasyonal” şeklindeydi. Yine bazılarına göre çağımız tam anlamıyla “hükümet dışı örgütler çağı”dır (Sancar, 2000, s. 19). Buğün, NGO’ların, mevcut elverişli koşullardan faydalanarak hem ideolojik hem de kurumsal açıdan güçlenen, motoru çok-uluslu şirketler olan, “sermayenin enternasyonali” olarak da ifade edebileceğimiz uluslara arası sistem karşısında, alternatif bir güç olabileceğini iddia etmek, gerçekleri aşırı zorlamak, aşırı iyimser olmak demektir. Bununla birlikte ulus-devleti “muhalefet öznesi” olarak öne çıkaran 17
“milliyetçi” ya da “ulusal sol söylemler” de gerçeklikten uzaktır ve bu söylemler mevcut uluslar arası sistemden daha demokratik ya da daha özgürlükçü bir proje olarak da değerlendirilemezler (Sancar, 2000, ss. 31-32 ). Sivil toplumun bugün kazanmış olduğu anlam buyük ölçüde Hegel’in sivil toplum anlayışına dayanmaktadır. Bugünkü sivil toplum kavramının, Hegel’in sivil toplum kavramıyla 1960 sonrası gelişen refah devlet, sosyal devletin anlayışının sentezi olduğu belirtilebilir (Çaha, 1997, s. 28-29). Sivil toplumla ilgili bir çok tartışma olmakla birlikte, bugünkü sivil toplum tartışmalarında üç ana yaklaşımdan bahsedilebilinir. Bunlardan birincisi olan liberal yaklaşım, “vatandaşları, hak ve ödevleri açısından tanımlanan ekonomik ve rasyonel unsurlar olarak görür”. Yurttaşlar çıkar grupları olarak kendi kendilerini düzenlerler. Devleti ise bu düzenlemelere müdahale etmeyen, evrensel olarak geçerli bireysel hakları güvence altına alan, düzenleyici bir araç olarak algılanır. Sivil toplumun gelişimi bir anlamda bireysel hakların hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Bir başka deyişle, sivil toplum ile bireysel hakların parelel bir gelişim seyri içinde olduğu vurgulanır. Toplumcu teoriye göre ise, vatandaşların, kendilerinin belirledikleri değerler esasında kurulmuş olan bir toplumun üyeleri olduğunu ifade edilir. Bireyler kendi işlevlerini yaparken, bireyle-devlet arasındaki ilişkiler sistemini dikkate almalı, davranışlarını toplumsal hedeflerle birlikte ele almalıdır. Demokratik yaklaşıma göre ise, sivil toplum ile sadece demokratik tartışmalar yürütülmemekte, bununla birlikte çeşitli normlar yaratılarak, toplumda bir siyasi bilinçlilik yaratılmaktadır. Bu anlamda, ortak değerler yaratılmakta, bilgilendirme süreci bir katılım sürecine dönüşmektedir (“Sivil”, 2001, s. 3).
1.6. Modern Çağda Sivil Toplumun Tanımı Sivil toplumla ilgili çok farklı, çelişkili tanımlar yapılmaktadır. Bununla birlikte, sivil toplumun bazı ana özelliklikleri noktasında çok geniş bir konsenssüs de olduğu belirtilmelidir. Sivil toplum kavramının tanımlamanın zorluğuna dikkat çekmek için genelde “duvara fırlatılmış puding” benzetmesi yapılır. Türkçe tabirle “nereye çekersen oraya gider” sözünü andıran bu tanımlama, sivil toplum kavramının, tanımı üzerinde anlaşılması güç, çok farklı ve çelişkili tanımlamaları barındıran bir kavram olduğunu gösteriyor (Doğan, 2002, s. 264).
18
Batı politika teorisyenleri toplumu üç alana ayırır; devlet, özel teşebbüs ve sivil toplum. Bu ayrım mecazi bir deyim olan şu sözü hatırlatıyor; “yönetim (governmental) gücünü elinde bulunduran prens, ekonomik gücü elinde bulunduran tüccar, halkın gücünü temsil eden yurttaş” (Atack, 1999). Sivil toplum kavramının literatürde burjuva toplumu kavramı karşılığı olarak geçtiğini belirten Doğan, bu kavramın, ekonomik ve sosyal açıdan bir çok toplumsal öznenin rol oynadığı, devlete karşı özerk ama onunla çoğu zaman iç içe olan toplumsal alan olarak anlaşıldığını belirtmektedir (Doğan, 2002, ss. 2-3). Habermas sivil toplumu, “toplumsal alanda var olan sorunları devlet dışı alanda çözme amacı güden ya da bu sorunları siyasal sisteme yansıtmak amacı güden az ya da çok kendiliğinden ortaya çıkan gönüllü kuruluşlar, kurumlar ve sosyal akımlar” olarak ifade etmektedir (Doğan, 2002, s. 244). Sivil toplum kavramı askeri toplum kavramının karşıtı değildir (Yılmaz, A., 1997, s. 86). Sivil toplum kavramsallaştırması, toplumların medenileşme (civilization), sivilleşme süreci sonrasında vardığı noktayı ifade eder. Bu bağlamda, Tosun, Shils’in sivil toplumu, toplum üyelerinin birbirine karşı davranışlarında medeniliğin varolduğu toplum olarak belirtiğini yazar. Buradaki medenilik anlayışı bireyler arası, bireylerle devlet arasındaki ve bireylerin topluma karşı davranışlarını, topluluk ilişkilerini, topluluklar arası ilişkileri ve toplum-birey-devlet ilişkilerini düzenler (2001, ss. 54-55). Doğan, White’ın sivil toplumu, “...devlet ile –devletten ayrı, devletle ilişkide özerkliğe sahip olan ve toplumun üyeleri tarafından kendi çıkarlarını ya da değerlerini korumak ya da yaymak için gönüllü olarak kurulan örgütlenmelerin oluşturduğu- aile arasında ara bir birliktelik alanı” olarak tanımladığını belirtir. (Doğan, 2002, s. 264) Harbeson ve Gallner’e göre sivil toplum, “...devlet toplum ilişkilerinin karşılıklı bağımlılığını ifade eden analitik bir kavramdır. Bu analitik yaklaşım, devlet açısından bakıldığında, devletin toplumdan ayrı olduğunu ima eder ve onun özerkliğinin niteliğini, derecesini ve sonuçlarını inceler. ... Toplum açısından bakıldığında ise kendine özgü gelişme dinamiği veya ilkesi, yerleşik karar alma ve ihtilaf çözme yöntemleri anlamında kurumlaşmış yapıları bulunan, devletten bağımsız bir toplumsal alanın var olma imkanıdır” (Doğan, 2002, s. 266).
19
Sarıbay’a göre sivil toplum, dört aşamalı bir geçiş sürecini ifade eder. Đlk aşama, devletin üyesi olma, yani devletin bir parçası olma döneminden kurtulma dönemidir. Đkinci aşama toplumun içinde bulunan farklı grupların, toplumsal kimliklerin, kendilerini devlete karşı savunmalarının meşruluk kazanma sürecidir. Üçüncü aşama, sivil toplum içinde bulunan özgürlüğün çatışmaların kaynağı, devletin ise bu çatışmaları önleyici, düzenleyici bir güç olarak algılandığı süreci ifade eder. Son aşama sivil toplumdaki özgürlük anlayışına karşı devletin müdahale ederek sivil toplumu boğacağından korkulduğu aşamadır (Azaklı, 1997, s. 224). Toplumda zamanla, sorunlar birikebilir ve bu bir değişim sürecini başlatabilir. Bu sorunlardan etkilenen gruplar; cemaatler, uluslar, sınıflar, ırksal, etnik, din ve siyasi oluşumlar, zaman içerisinde mevcut statükoyu sorgulamaya ya da redetmeye başlayabilir. Đnsanlar, başkalarının da aynı sorunları yaşadıklarını, rahatsız olduklarını, çözüm üretme eğilimi taşıdıklarını farkettiği an, bu arayışlar toplumsal bir
süreçe
dönüşür.
Bununla
birlikte
insanlar,
kendilerini
başkalarıyla
özdeşleştirmeye ve onlarla ilişkilenmeye başlarlar. Đnsanlar tek başlarına yapmayı bile
hayal
edemedikleri
etkinlikleri,
başkaları
ile
birlikte
kolaylıkla
gerçekleştirebileceklerini farkederler. Bu aynı zamanda, bireysel çıkarlarla, kolektif çıkarın birleşme sürecidir. Bu süreç bireylerde meydana geldiği gibi, gruplarda, örgütlerde, faklı kesimlerde de meydana gelebilir (Brecher, Costello & Smith, 2002, ss. 42-43). Sivil toplum, devletin toplum üzerindeki kontrolünü sınırlandıran, farklı eksenlere göre örgütlenen kesimlerin birlikte yaşayabileceği çoğulcu yapıya sahip bir sistem talebidir. Sivil toplum aynı zamanda siyasetin en temel sorunlarından biri olan devlet toplum arasındaki temsiliyet sorununu, devleti bir anlamda devreden çıkararak, daha doğrusu sınırlandırarak, farklı eksende örgütlenen grupların inisiyatif kazanmasını sağlayarak ortadan kaldırmanın düşüncesidir. (Bostancı, 1997, s. 185). Sivil toplum, bir başka deyişle, tam demokratik toplum, batı toplumlarında bazı siyasi düşüncelerin hedefi olan devletin sonu ütopyasıdır. “Düzenlenmiş toplum” olarak da ifade edilen devletin sonu kavramı, devletin ortadan kalkması anlamında kullanılmamaktadır.
Bundan
ziyade
“etik
devlet”
varlığına
dayanmaktadır
(Şehsuvaroğlu, 1997, s. 237). Yılmaz’a göre, üç tür sivil toplum kuramından bahsedilebilir. Bunlar; çoğulcu sivil toplum, asgari devletçi sivil toplum ve katılımcı sivil toplum kuramıdır. 20
Çoğulcu sivil toplum kuramı, “...devletten ayrı bir toplum alanının varlığını tanırken devletin asgariye indirilmesi yerine sivil toplumun kurumsal yapıyı etkileyerek devlet faaliyetlerini yönlendirmesi...” gerektiğini savunur. Asgari devletçi sivil toplum kuramı, devletin toplumsal yaşamın doğal ve kendiliğinden düzenini yani sivil toplumu engellememesi, sadece bu düzenin işleyişini sağlaması gerektiğini, yine hükümetin toplumu biçimlendirme ve bireylerin davranışlarına karar verme konumunda olmaması gerektiği anlayışına dayanır. Son olarak, katılımcı sivil toplum kuramı ise, katılımcı demokrasi düşüncesinden doğan, devlet ile sivil toplumun içiçeliğine dayanan, devlete ve devletin toplum üzerindeki yetkisine karşı olmaktan ziyade devleti demokratikleştirme ve yurttaşların siyasal faaliyetlere katılımını artırmayı hedefleyen bir kuramdır (1997, s. 90). Toplum yararına çalışan, demokrasinin gelişmesine katkıda bulunan, kar amacı gütmeyen devlet dışı kuruluşlar olarak tanımlanan sivil toplum kuruluşları, sivil topluma ilişkin bir tanımlamada başvurulması zorunlu kavramlardan biridir. Sivil toplum kuruluşları, bireysel amaçlardan ziyade, ortak amacın gerçekleşmesini hedefleyen, yatay ilişkilerin esas alındığı alanlardır. Baskı grupları olarak da bilinen bu örgütler demokratik çoğulcu bir toplumun temel bileşenleridir. Doğrudan devlet tarafından düzenlenmeyen, kendi dinamiğini oluşturan toplumsal ilişkiler alanı olarak ele alınan sivil toplum, demokratikleşme, insan hakları, siyasal, toplumsal ve kültürel çoğulculuk, yönetime ve karar alma sürecine katılım, iktidar paylaşımı gibi kavramları içerecek biçimde kullanılmaktadır. Bu bağlamda, yaşamın her alanına damgasını burmaya başlayan özerk, gönüllü toplumsal örgütlenmeler olarak sivil toplum kuruluşları da, toplumsal sistemde yerlerini almaktadırlar (Doğan, 2002, ss. 237-240, 266). Sosyal fayda gayesiyle oluşturulan ve Sivil Toplum Kuruluşu olarak adlandırılan örgütlenmeler özellikle son 20 yıla damgasını vurmuştur. Devlet ve ekonomi dışı bu gönüllü organizasyonlar, dini grupları ve cemaatleri, kültür derneklerini, spor ve hobi klüplerini, vatandaş formlarını, yurttaş inisiyatiflerini, mesleki birlikleri, siyasi partileri, sendikaları, alternatif kurumlar ve devlet ve ekonomi dışı birlikleri kapsamaktadır(Çarıkçı & Acar, 2002, s. 17; Çetin). Bununla birlikte sivil toplum ‘kanarya sevenler derneği’ olmayıp, yurttaşlık ve toplumsal bilincine sahip kişilerin biraraya gelerek kurdukları dernek ve vakıflardan teşekkül eder (Bali, 2000, s. 33). 21
Tosun, sivil toplumun, “belli amaçları gerçekleştirmek üzere, bir araya gelmiş, örgütlü bireylerin oluşturdukları çeşitli türden sosyal hareketlerin genel bir adı olarak” kullanıldığını belirtiyor. Sivil toplumu her yönüyle kapsayabilecek bir tanımlama yapmak mümkün olmamakla birilikte çoğu zaman devlet tarafından kontrol edilmeyen haneler, kitle iletişim araçları, piyasa, gönüllü kuruluşlar ve sosyal hareketler gibi toplumsal ilişkiler alanına gönderme yapılarak, sivil toplum tanımlanmaya çalışılır (Tosun, 2001, ss. 56-57). Yine sivil toplum, “...devlet dışı ve merkezi devlet organlarınca yönlendirilmeyen, siyasi partiler, sendikalarında içinde yer aldığı özerk kurumların hareket alanı” olarak da tanımlanabilir (Doğan, 2002, s. 266). Siyasetten uzak konularda faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri olabileceği gibi, grup çıkarlarını siyasal alanda koruma amaçlı, gönüllü olarak bir araya gelmiş sivil toplum kuruluşları da olabilir. Baskı grubu olaral adlandırılan bu örgütler, kamu yararı dengesini kurmaya, siyasal iktidarı demokratik siyasal mekanizmaları etkilemeye çalışırlar (Doğan, 2002, ss. 248-249). Bu örgütler, “demokrasilerin sosyal sigortası” olarak da tanımlanabilir. Kar amacı gütmeyen bu sivil toplum örgütleri, kamu sektörünün yetersiz kaldığı alanlarda topluma hizmet götürmek amacıyla ortak hedefe yönelmiş insanlar tarafından kurulmuştur. Bu kuruluşların faaliyet yürüttükleri alan üçüncü sektör olarak tanımlanmaktadır (Tarhan). Kamusal alan kavramı sivil toplum tartışmalarında başvurulan temel kavramlardan biridir. Modern toplumlarda siyasal, kültürel ve ekonomik yaşamın aile içinden çıkarak sosyal alana, yani kamusal alana kaydığı görülmektedir. Günümüzde kamusal alan, özel şahısların toplumun tümünü ilgilendiren konuların, toplumsal çıkarların tartışma alanı olarak anlaşılmakatadır. Yani kamusal olan kamuya açık ve toplumun tümünü ilgilendiren olandır. Bu bağlamda toplumun tümüne ait kurumlar, mekanlar, kamusal alanlar olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda sivil toplum örgütlerinin faaaliyet yürüttükleri alanlar kamusal alanlar olarak tanımlanabilir (Doğan, 2002, ss. 230-231, 235, 240). Avrupa’da sivil toplum, örgütlü binlerce dernek, girişim, ajans ve sivil toplum kuruluşunu temsil eder. Bu kuruluşlar, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti kavramlarının yerleşmesiyle ilgili talepleri, ekonomiyle ilgili endişeleri "toplum adına" gündeme getirir. En geniş anlamıyla sivil toplum, bireylerin ve grupların devletten kaynaklanmayan ve devletçe yönetilmeyen her türlü toplumsal 22
faaliyeti için oluşturulan birliktelikler olarak tanımlanabilir. Bu kuruluşları tanımlamak için Avrupa’da çoğu kez hükümet dışı kuruluşlar (non-governmental organizaion-NGO) kavramı kullanılmaktadır. Sosyal refah örgütlerini, profesyonel meslek odalarını, sendikaları, işveren örgütlerini ve pek çoğu Avrupa düzeyinde örgütlenmiş ajansları içeren çok geniş bir yelpazedeki kar amacı gütmeyen STK’lar ve ajanslar Avrupa’daki sivil toplumu oluşturur. Sivil toplum, kamu bilincinin gelişebildiği, demokratik katılıma imkan veren ve iletişime açık bir alanlar olarak tanımlanır. Sivil toplumun var olması için, dayanışma içinde hareket edebilecek ve iletişim kurabilecek insanların var olması gerekir. Sivil toplumu oluşturan, sivil toplum kuruluşları bu insanlarla açığa çıkar: “Sivil toplum, örgütlü toplumdur” (“Sivil”, 2001, ss. 1-5).
2. Sivil Toplum Kuruluşları (STK)
2.1. Sivil Toplum Kuruluşlarını Tanımlamak Đçin Kullanılan Kavramlar Sivil toplumun aktörleri olan sivil toplum kuruluşlarını tanımlama konusunda bir kavram kargaşasının olduğunu belirtmek gerekiyor. Bağımsız bir şekilde ve diğer örgütlerle işbirliği halinde, toplumun örgütlendirilmesi, demokrasi, eğitim, yatırım/kalkınma, sağlık, iskan (housing), insan hakları, altyapı sistemi, politik haklar, yoksullukla mücadele gibi alanlarda faaliyet yürüten sivil toplum örgütlerini (“Keywords”, 2003), tanımlamak için bir çok kavram kullanılmaktadır. Kar amacı gütmeyen bu gönüllü organizasyonlar için, Kim ve Hwang aşagıdaki kavramların kullanıldığını belirtmektedir: •
Kar amacı gütmeyen kuruluşlar (non profit organization-NPO),
•
Hükümet dışı kuruluşlar (non governmental organization-NGO),
•
Sivil toplum örgütleri (civil society organization),
•
Yurttaş hareketleri örgütlenmeleri (civic movement organization),
•
Kamusal alanla ilgilenen örgütlenmeler (public interest corporation).
Bu terimlerin hiçbirisi açık bir şekilde tanımlanmamıştır ve bu terimler birbirleri yerine kullanılmaktadırlar. Bununla birlikte hükümet dışı kuruluşlar (NGO) ve sivil toplum örgütleri (CSO) daha çok medya ve akademik alanda kullanılmaktadır.
Kamusal
alanla
ilgilenen
örgütlenmeler
(public
interest
corporation) daha çok yasal örgütlenmeler için kullanılmaktadır. Son zamanlarda, 23
Amerika’da
kullanılan
kar
amacı
gütmeyen
kuruluşlar
(NPO)
kavramı
popülerleşmekle birlikte, şimdiye kadar akademik ve medya alanında NGO ve CSO terimleri kullanılıyordu. Günlük dilde kullanılma şeklinden tutalım, yasal, sosyal, toplumsal, ekonomik ve politik söylevlere kadar geniş bir alanda, kar amacı gütmeyen kuruluşların (nonprofit sector), aynı şeyi ifade ettiği söylemek mümkün değildir. Devlet ve iş alanı arasında kalan sektörü ifade etmek için farklı terimlerin kullanılmasıyla birlikte, her terimin bu alanın alt niteliklerini belirtiğini vurgulamak gerekir. (Kim & Hwang, 2002, ss. 1-5) Global Kalkınma Araştırmaları Merkezi (The Global Development Research Center), hükümet dışı kuruluşları (NGO) tanımlamak için kullanılan kavramlar şöyle sıralamaktadır. •
Hükümet dışı kuruluşlar (non-governmental organization)
•
Kar amacı gütmeyen kuruluşlar (non-profit organization)
•
Gönüllü organizasyonlar (private voluntary organization)
•
Hükümet dışı kalkınma örgütleri (non-governmental development organization)
•
Hümetlerin organize ettiği NGO’lar (government-organized NGO/GONGO)
•
Donörlerin organize ettiği NGO’lar (donor-organized NGO/DONGO)
•
Sosyal hareketler (social movements)
•
Sivil toplum (sivil society)
•
Toplumsal örgütlenmeler (community-based organization)
•
Halk örgütleri (People’s organization)
•
Taban örgütleri (grassroots organization) (“Keywords”, 2003).
Bu örgütleri tanımlamak için en yaygın kullanılan terim NGO olmakla birlikte, Non-Profit-Organization (Kar amacı Gütmeyen Organizasyonlar), Private Organization / Sektor (Özel Örgüt / Sektör), Voluntary Orgnization / Sector (Gönüllü Organizasyonlar), Private Foreign Aid (Özel Yardım Kuruluşları), Altruistic Organization (Fedakarlığa Dayalı Organizasyonlar) vb. terimler de kullanılmaktadır (Sancar, 2000, s. 20). Doğan, bu alanı tanımlamak için sivil toplum örgütleri, baskı grubu ile birlikte “üçüncü sektör kavramının da kullanıldığını belirtmektedir. Buna göre devlet “birinci sektör”ü, Pazar ekonomisi “ikinci sektör”ü, bu iki alan dışında kalan alanını da “üçüncü sektör” ifade ediyor. Sivil toplum örgütü olarak ifade edilen 24
bir örgütlenme türü ise yurttaş girişimidir. Bireylerin, kamu yararına dönük veya politik bir hedefe ulaşmak amacıyla bir araya gelerek, işbirliği yapmaları olarak tanımlanmaktadır. Bu birliktelikler çelitli araçlarla olabilir. Bu araçlar siyasi partiler, baskı grupları, sendikalar, siyasi çevreler veya derekler, olabilir. Benzer şekilde, bir hastanede, okulda ya da herhangi bir yardım kuruluşunda gönüllü olarak faaliyet yürütmek de birer yurttaş girişimi örneğidirler. “Yurtaş girişimi kısaca kamusal fonksiyonların gönüllü girişimlerle üstlenilmesi ya da desteklenmesi olarak adlandırılabilir. Karşı karşıya bulunduğumuz bu gönüllü girişimcilik yeni, kendine has bir ahlaki anlayış ve mantıksal perspektifle kendini göstermektedir” (Doğan, 2002, ss. 242, 246, 248).
2.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri Sivil toplum örgütlerinin özellikleri konusunda çok çeşitli belirlemeler yapılmaktadır. Bir çok düşünürün, yazarın ortaklaştığı noktalar olmakla birlikte, tartışma konusu olan, farklı görüşlerin olduğu noktalar da sözkonusudur. Doğan’a göre sivil toplum kuruluşlarının belirleyici özelliği, bireylerin özgür iradeleriyle ve birlikte belirlediği ortak amaç etrafında bir araya gelmeleridir. Sivil toplum örgütleri devlet ve ailenin aksine, kendiliğinden olmayan, bireylerin bilinçli tercihlere dayanan oluşumlardır. Bir örgütün sivil toplum örgütü olabilmesi için öncelikle devletle ve onun kurumlarıyla arasına mesafe koyması gerekmektedir. Yani devletin dışında olmalıdır. Tabi bu faaliyetlerini rahat bir şekilde yürütmek için devlet desteğini almamak anlamına gelmiyor. Demokratik olma, insan haklarına saygılı olma, hem siyasette hem de diğer sivil toplum örgütleriyle dayanışma ve yarış içinde olma, özgür düşünceyi benimsemiş olma, gönüllüğe dayalı sivil toplum örgütlerinin taşıması gereken önemli değerlerdir. Bu değerler bir örgütün sivil toplum kuruluşu olup olmadığının saptanması için temel kriterler olarak kabul görmektedir. Doğan, sivil toplum örgütlerinin faaliyet yürüttüğü sivil toplum alanında, özel mülkiyetin egemen olması gerektiğini, üretim araçlarının mülkiyet konusu olduğunu, yine iş gücünün ekonomik alanda serbest dolaşımının esas alındığını belirtmektedir (Doğan, 2002, ss. 240, 241, 246, 250, 258). Sivil toplumun üç önemli özelliğinden bahsedilebilir: ilk olarak siyasal toplumdan yani devletten ayrı olmaları, başka bir ifade ile özerk bir yapıya sahip olmaları gerekmektedir. Bu özellik sivil topluma demokratik bir nitelik 25
kazandırmaktadır. Đkinci olarak, kamu yararı konusunda, siyasal otoriteden farklı bir anlayışa sahip olabilmeleri gerekir. Üçünçü olarak, ki en önemli özelliktir, üyelerin katılımına açık bir yapıya sahip olmaları gerekir. Üç özellik de sivil toplumun demokratik niteliğine işaret etmektedir (Azaklı, 1997, s. 228). Atack, sivil toplumun dört özelliğinden bahseder; temsiledilebilirlik (representativeness), ayırt edici değerlere (distinctive value) sahip olma, etkili, geçerli
(effectiveness)
olma
ve
yetkileri
devretme
(empowerment).
Temsiledilebilirlik (representativeness) NGO’lar için bazı standartların belirlenmesi anlamına gelmektedir. Bir çok hükümet dışı kuruluşun devleti ve çeşitli kalkınma programlarını eleştirmek için kullandığı bu standartlar şeffaflık, sorumluluk, hesapverilebilirlik ve katılım olarak ifade edilebilinir. NGO’ların bir diğer özelliği devlet ve özel sektörden farklı olarak, ayırt edici değerlere (distinctive value) sahip olmasıdır. Gönüllülük (voluntary), sorumluluk (commitment) düzeyi, dayanışma (solidarity) hükümet dışı kuruluşların ayırt edici nitelikleri olarak değerlendirilebilir. Hükümet dışı kuruluşlarının bir diğer özelliği etkili, geçerli (effectiveness) olmasıdır. Hükümet
dışı
kuruluşlar
yaptıkları
faaliyetlerde
hedeflerini
başarmaları
gerekmektedir. Yetkileri devretme (empowerment) hükümet dışı kuruluşların bir diğer özelliğidir. Yetkileri devretme, bireylerin -en kötü durumda bulunanların, en altakilerin dahi- kendi yaşamını kontrol edebilecği bir süreç olarak tanımlanabilir (1999). Sivil toplum örgütleri (NGO), adından da anlaşıldığı gibi sivil toplumun önemli bir öğesidirler. Kiliseler, ticari birliktelikler, özel amaçlı dernekler, medya gibi kuruluşlardan oluşan bu örgütler devletten ve özel teşebbüsten farklı olarak kar amacı gütmeyen (nonprofit), hükümet dışı (nongovernmental) kuruluşlardır. Hükümet dışı organizasyonlar arasında büyük bir çeşitlilik ve heterojenlik var. Bu örgütlenmeler, coğrafik konum, büyüklük, motivasyon türleri, çalışma alanları (eğitim, sağlık, insan hakları vb.), ideojik yaklaşım itibariyle çeşitlilik arz ederler. Hükümet dışı kuruluşlar devletlerin politikalarını tarafsızca ve kalkınma süreçelerini destekleyerek etkilemeye çalışırlar (Atack, 1999). Sivil toplum örgütlerinin en belirgin özelliği, kendi amaç ve değerlerine hizmet etmemeleri dışında toplumsal fayda için çalışmaları, devletten, hükümetten ve devlet kurumlarından, bununla birlikte siyasi partilerden bağımsız olmaları, kar amacı gütmemeleri ve merkezi otorite ile vatandaş arasında arabuluculuk 26
yapmalarıdır. Bu örgütler belli bir grubun veya toplumun tümünü ilgilendiren konularda faaliyet yürütüp bu kesimin faydası için çalışırlar. “Başka araçlarla sesini yeterince duyuramayanların sesi olarak hareket ederler” (“Sivil”, 2001, s. 4). Sancar da, bir örgütün NGO olarak tanımlanablmesi için iki temel niteliğe sahip olması gerekirtiğini vurgulamaktadır: Her şeyden önce “devlet-dışı” bir kuruluş olması gerekir. Devlet dışı olmak devlet güdümü ve parelelinde hareket etmemeyi gerektirir. Đkinci olarak, kar amacı gütmemeli ve “özel çıkarlar”a göre değil, “kamusal gerekler”e yönelik faaliyet yürütmesi gerekir (Sancar, 2000, s. 21). Fizikçi bilim adamı Hans – Peter Dürr sivil toplum kuruluşlarının entelektüel ve zihinsel olarak üretken olması gerektiğini, bununla birlikte, etik ve moral değerlere sahip olması gerektiğini ve özgür bireyler arasındaki dayanışmayı esas alması gerektiğini vurgular (Doğan, 2002, s. 268). Uluslararası “aşağıdan küreselleşme” hareketinin önemli düşünürlerinden Michael Albert’e göre sivil toplum kuruluşlarının, “...arzu edilen normalardan biri insanların kararları, karar verilen olayların onları etkileme derecesi oranında etkilemeleridir.” Buna göre bir azınlık, başkalarının tercihlerini göz ardı ederek kendisini dayatmamalıdır, bununla birlikte bir çoğunluk da örneğin bir protestonun nasıl yapılacağını azınlıklara dayatmamalıdır. Çeşitlilik arzu edilen ikinci özelliktir. O’na göre yeni toplumsal hareketler, farklılığı insanların bir hakkı olarak algılamalıdır, farklı yaklaşımlar hoşgörüyle karşılanmalıdır. Bu gün doğru olmadığı düşünülen bir yaklaşımın daha sonra doğru olabileceği, daha üstün bir düşünce olabileceği ihtimali gözardı edilmemelidir. Farklılık daima tekdüzelikten daha iyi sonuçlar verir. Arzu edilen üçüncü norm ise dayanışmadır. Hareketin üyeleri arasında bir dayanışma olmalıdır. Farklı düşünceler doğru kabul edilmese de, ya da daha az önemli de olsa, hareketin üyeleri arasında karşılıklı desteğin olması gerekir (2002, s. 49). Genel olarak sivil toplum kuruluşları, kamusal alandaki tüm bireylerin katılımına açık kuruluşlardır. Bireylerin özgür iradeleri ile bu kuruluşlara katılmaları en önemli özelliktir. Sivil toplum kuruluşları gönüllülük esasına dayalı kuruluşlardır. Siyasi partilerden, devletten ve devlet kurumlarından bağımsız olma bir diğer önemli özelliktiktir. Dernekler, vakıflar, sendikalar, siyasi partiler, siyasi çevreler, ajanslar, bağımsız medya kuruluşları, baskı grupları, yurttaş girişimleri gibi örgütleri kapsayan sivil toplum kuruuşlarının, bir diğer önemli özelliği kar amacı gütmemeleridir. 27
Kamusal alanda faaliyet yürütmek ve toplumu ilgilendiren konularda kamusal, toplumsal fayda için faaliyet yürütmek bu kuruluşların en önemli özelikliklerinden biridir. Tek renkli olmamaları, heterojen bir yapıya sahip olmaları bir diğer özellik olarak değerlendirilir. Son olarak sivil toplum kuruluşları, toplumsal sorumluluğun, yurttaş bilincinin hakim olduğu, insan haklarına saygılı, çağdaş demokratik değerlerinin benimsendiği ve uygulandığı alanlar olarak değerlendirilir. Sivil toplum kuruluşlarının bu değerlere sahip olması arzu edilir.
2.3. Sivil Toplumun / Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü ve Önemi Sivil toplum kavramı konusunda olduğu gibi sivil toplumun aktörleri olan sivil toplum kuruluşlarının rolü ve önemi konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler, demokratikleşme süreçlerinde sivil topluma farklı rol biçip, sivil toplum kuruluşlarını, doğrudan demokrasinin olduğu, devletsiz toplumun aktörleri, aygıtları olarak tanımlayan yaklaşımlardan; sivil toplum örgütlerini genelde egemen sistemlerin hegemonya araçları, günümüzde ise yeni dünya düzeninin piyonları olarak gören yaklaşımlara kadar farklılaşabilmektedir. Bununla birlikte, günümüzde, demokrasi ve sivil toplum arasında doğrudan bir parelellik kurulmakta, etkin ve gelişmiş sivil toplum örgütlerinin faaliyet yürüttüğü sivil bir toplum demokratik bir toplum olarak algılanmaktadır. Öyle ki sivil toplum, örgütlü toplum ile demokrasi çağdaş uygarlığın iki temel unsura olarak kabul görmektedir. 1980 sonrası sivil toplum tartışmaları daha çok demokratikleşme süreçlerinde sivil toplumun rolü eksenli olmuştur. L. Diamond, demokratikleşme süreçlerinde sivil toplumun, demokrasinin tabandan tavana doğru yaygınlaşması, politilk kadroların yetişmesi, siyasal partilere sosyal bir taban teşkil edilmesi, bu şekilde devlet üzerinde sınırlayıcı bir mekanizma rolü oynaması gibi gibi misyon ve rolünün olduğunu belirtiyor (1997, s. 30). Sivil toplumun en önemli işlevi devleti metafiziksel bir kurum olmaktan çıkarmasıdır. Sivil toplumun güçlü olduğu siyasal ortamlarda devlet, birey ve grupların eleştiriği odağı haline gelmekte, sivil toplumun devlet üzerinde ciddi bir denetimi bulunmaktadır. Devlet, ulaşılamaz, sorgulanamaz, yarı-Tanrısal bir otorite olmaktan çıkmakta, sorgulanan, eleştirilebilen, teknik bir örgüt ve hizmetçi bir kurum haline gelmektedir. Paul Q. Hirst sivil toplum unsurlarının, demokrasilerde “çoğunluğun hegemonyası”nın önüne geçebilecek yegane güç olduğunu belirtiyor. G. White güçlü bir sivil toplumun siyasal alanda 28
gücü elinde bulunduran yöneticilerin tiranlaşmasını önleyeceğini belirtmektedir (Çaha, 1997, ss. 30-31). Doğan, üçüncü sektörü oluşturan ve gönüllü birlikler olana sivil toplum kuruluşlarının, demokrasinin daha da anlam kazanıp, çoğulcu toplumun oluşmasına katkıda bulunabileceğini belirtir. Bu kuruluşlar, devletin uygulamaları ve serbest Pazar ekonomisinin kötü uygulamaları karşısında, bir tür denetleyici rol oynayabilirler. Ayrıca bu kuruluşlar ülke yönetimin kolaylaşmasına katkıda bulunurlar. Sivil toplum kuruluşlarının desteklediği devlet politiikaları daha rahat hayata geçirilebiliyorlar. Tersi şekilde bu kuruluşların karşı çıktığı politikaları hayata geçermek oldukça zorlaşabiliyor, hatta kimi zaman tamamen uygulanamaz hale gelebiliyorlar. Bununla birlikte toplumsal çıkarların gelişmesinde, toplumsal birliğin ve bütünlüğün sağlanmasında, yurttaşların siyasal katılımının sağlanmaında sivil toplum örgütleri önemli bir işlev görürler.
Doğan’a göre, bilgi ve iletişim
teknolojilerinin geliştiği günümüzde, temsili demokrasi anlayışı zayıflamış, artık bir kaç yılda bir oy vermekle siyasal yaşama katılma yetersiz gelmeye başlamıştır. Bu bağlamda, sivil toplum kuruluşları, günümüzde, siyasal yaşama daha etkin ve sürekli katılmanın aygıtları haline gelmişlerdir (2002, s. 239, 243, 244, 255). Doğan, sivil toplumun varolduğu toplumlarda, düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, siyasal partilerin serbestçe kurulması ve faaliyet yürütmesi, basın özgürlüğü gibi özgürlüklerinde gelişeceğini belirtir (s. 270). Devlet merkezli sosyalizm anlayışını eleştiren ve demokratikleşmeyi “sosyalizme giden yol” olarak tanımlayan John Keane (1994, s. 36-37), sivil toplum devlet ilişkisini incelerken, sivil toplum kuruluşlarının devletin düşmanı olmadığını, bununla birlikte koşulsuz bir şekilde dostu da olmadığını belirtir. Devlet sivil toplumu ne çok fazla ne de çok az yönetmelidir. Keane’ne göre demokratikleşme devlet iktidarı ile gerçekleşemez, bununla birlilte devlet olmadan da gelişemez. Sivil toplum kuruluşları devletin yeniden tanımlanarak, her şeyi belirleyen, toplumu biçimlendiren, güvenlik endeksli “koruyucu devlet”ten, kamuoyuna karşı sorumlu olan “katalizör devlet”e geçişi sağlar (s. 48-49). Devleti kutsallaştıran Hegel’ci anlayışı eleştiren Keane, devleti ve kurumlarını, “...yasa çıkarma, yeni politikaları yürülüğe koyma, tikel çıkarlar arasındaki kaçınılmaz çatışmaları açık seçik bir şekilde çizilmiş olan yasal sınırlar içinde tutma ve sivil toplumun yeni eşitsizliklere ve tiranlıklara kurban gitmesini engelleme araçları...” olarak tanımlamaktadır. Öte 29
taraftan, öz yönetime sahip işletmeler, sendikalr, bağımsız medya kuruluşları vb. çok çeşitli alanda ve formda faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşları, bu devlet ve kurumları üzerinde denetim rolünü oynamalıdır. Keane’ne göre bu örgütler güçlerini öyle artırmalıdır ki bir anlamda, “siyasal iktidarın başından hiç eksilmeyen bir bela” haline gelmelidir (s. 37). Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, devletten bağımsız, çoğulcu, ve özörgütlülüğe dayalı bir sivil toplumun var olmasıdır. Devlet ile sivil toplumun birleşmesi demek, demokratik devrimi tehlikeye atmak demektir. Devleti denetleyen sivil toplum örgütlerinin olmaması demek, despotizme davetiye çıkarmaktır (s. 82). Keane bu konu hakkındaki görüşlerini şu sözlerle ifade etmektedir: “...özerk kamusal alanlardan oluşan, güvenli ve bağımsız bir sivil toplum olmaksızın, özgürlük ve eşitlik, katılımcı planlama ve toplulukların kendi kararlarını kendilerinin
almaları
gibi
hedeflerin
içi
boş
sloganlar
olmaktan
öteye
gidemeyeceklerini savunuyorum. Ne var ki, devletin koruyucu, yeniden bölüştürücü ve çatışmaları dolayımlayıcı işlevleri olmayınca da, sivil toplumu dönüştürmek için verilen mücadeleler, gettolaşmış, bölük pörçük ve durgun bir hal alacak veya kendilerine özgü, yeni eşitlik ve özgürllüksüz biçimleri yaratacaktır” (s. 37). “Aşağıdan küserelleşme” hareketinin önemli düşünürleri olan Brecher, Costello ve Smith, aşağıdan küreselleşmenin tek bir amacı ifade etmediğini, demokrasi
sürecini
temsil
ettiğini
belirtirler.
Toplumsal
hareketler
öz
örgütlenmelerini yaratarak toplum üzerinde egemenlik kuran grupların kurallarını değiştirebilirler, bu gruplara bazı normları dayatabilirler. Örneğin yükselen Avrupa burjuvazisi, bir yandan kendi öz örgütlerini yaratırken, diğer yandan bu öz örgütleri sayesinde politik sistemin yeniden yapılandırılması için savaştı ve sonuç olarak, politik sistem pazarların daha serbest şekilde gelişmesine olanak sağlamak zorunda kaldı. Aynı şekilde işçi hareketleri hem sendikarın örgütlenmesini sağladı hem de işçilerin birtakım haklara sahip olması için hükümeti zorladı. Toplumsal hareketler güç aygıtları olan ordulara, saraylara, zenginliğe, tapınaklara ve bürokrasiye sahip olmaya bilirler, ama marjinal hareketlerin birleşmesini sağlayarak, ortak bir vizyon ve program geliştirerek, mevcut kurumlara olan onayın geri çekilmesini sağlayabilirler. Böylece güç odaklarına, hegemonya sahiplerine; devletlere, sınıflara, ordulara ve hegemonyanın diğer öznelerine normlar dayatabilirler (2002, s. 49). Sağlıklı bir demokrasi ve ekonomik gelişme için etkin ve yaygın sivil toplum örgütleri zorunludur. Dünya barışının ve adaletin sağlanması için, temel hak ve 30
özgürlüklerin korunması ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Bunların gerçekleşmesi için hükümetlere önemli görevler düşmektedir, bununla birlikte asıl görev sivil toplum örgütlerine düşmektedir. Güçlü, etkin ve örgütlü bir sivil toplum olmaksızın bunların gerçekleşmesi mümkün değildir. Sivil toplum örgütleri devlet aygıtlarında şeffaflığı sağlar, yönetimde sorumlulukları paylaşır, toplumsal yapıda ise uzlaşma sağlayan araçlar olarak rol oynarlar. Avrupa’da sivil toplum örgütleri, bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmelerin ve küreselleşmenin getirdiği değişim süreçlerine toplumun daha kolay adapte olmasını, yine kamu kuruluşlarının yapamadığı işlerin yapılmasını, bıraktığı boşlukların doldurulmasını sağlamıştır. Sivil toplum kuruluşları ayrıca doğrudan ya da dolaylı yollarla rekabetin artmasına, ekonomik gelişmeye katkıda buunurlar. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi kamu hizmetlerinin sunumu, yerel ekonomik gelişmenin desteklenmesi, sosyal ve ekonomik açıdan dışlanan birey ve grupların toplumla bütünleşmesinin sağlanması, doğrudan faaliyetler olarak değerlendirilebilir. Toplumun, rekabet ve ekonomik büyümeye, özürlülere, ırkçılığa, cinsiyet ayrımına ve yaşlılara yönelik tutumunun ölümlü yönde etkilenmesi, sorunların giderilmesi, dolaylı faaliyetler olarak değerlendirilebilir (“Sivil”, 2001, ss. 1-6). Johns Hopkins Üniversitesi Sivil Toplum Merkezi’nde faaliyet yürüten Inchonn Kim ve Changsoon Hwang, Güney Kore’de sivil toplum kuruluşları üzerine yaptıkları çalışmalarda, Güney Kore’de, 1987 yılında otoriter rejimin egemenliğinin, Büyük Demokrasi Hareketi tarafından sona erdirilmesi ile birlikte sivil toplum açısından yeni bir dönemin başladığını belirtirler. Bu dönemde sivil toplumun yaşadığı heyecan verici büyüme, 80’li yılların ortalarından itibaren yaşanan demokratikleşme sürecini önemli oranda hızlandırmıştır. Bu dönemde genç kuşakların liderlik ettiği sivil toplum örgütleri yurtaşlar gruplarının etkinliğini ve niteliğini artırmıştır. Sivil toplum örgütleri, ayrıca kamusal tartışmaların gelişmesini sağlamış, toplumsal sorunların formilasyonunda yurtaşların katılımını artırmış, insan hakları alanını güçlendirmiş, ekonomik büyüme karşısında kamusal kaynakları korumuştur (2002, s. 4). Birçok düşünür, Güney Kore’de demokrasiye geçiş sürecinde ve demokrasinin pekiştirilip güçlendirilmesi döneminde sivil toplumun önemini tartışır. Sivil gruplar yurttaşların paylaşımını, demokratik güçlenmenin olasılığını artırmıştır. Sivil toplum, kamusal problemlerin sivil toplum örgütleri tarafından ele alındığı ve çözüldüğü, demokratik pratiklerin sergilendiği bir tür 31
kamusal alandır. Sivil toplum kavramı gerçektir ve pozitiftir. Diğer yandan bazı düşünürler, Güney Kore’de sivil toplumun olmadığını ifade ederler. Sivil toplum hayali bir gerçektir ve bu hayali sivil toplum, ayrıcalıklı orta sınıfın ilgilerini, ilgilendikleri alanı ifade etmektedir. Bu düşünceye göre sivil toplum batıya ait olan ve evrenselleşen bir modeldir. Bundan dolayı batı tipi, evrensel bu modelin bir kopyasının oluşturulması, Güney Kore için bir ihtiyaç olduğu bir gerçekse, Güney Kore’nin böyle bir evrensel modele uygun sivil toplumunun olmadığı da bir o kadar gerçektir. Son zamanlarda, bir çok Güney Kore’li düşünür, her ülkenin kendine özgü bir sivil toplumu, farklı yöntemlerle sahip olması gerektiği konusunda ortak görüş sahibidir. Bundan dolayı Güney Kore’de sivil toplumun var olduğunu iddia ederler (s. 11). Öncelikle, devlet ve onun gibi sivil toplum demokratik olmalıdır. M. Walzer’in belirttiği gibi demokratik bir devlet ancak demokratik bir sivil toplumu yaratabilir ve ancak demokratik bir sivil toplum demokratik bir devleti sürekli kılabilir. Đkinci olarak, sivil toplum örgütleri devletin potansiyel aşırılıklarını kontrol etme rolünü oynar, bunun mekanizmasını oluşturur. Ayrıca devlet sivil toplumun başarılı olması ve sağlıklı bir gelişmeyi yaşaması için gerkli olan kurumsal, yasal ortamı hazırlar (Kim & Hwang, 2002, s. 11). Devletin ve büyük ekonomik güçlerin aşırılıklarını kontrol etmek ve önlemek için sivil toplum bir üçüncü güç (third power) olarak işlev görürler (s. 17). Đdeal olan, devlet alanının ve ekonomik sektörün, sivil toplumun üstünde yer almamasıdır. Her biri farklı fonksiyonlara sahip ve birbirlerini tamamlıyorlar. Problemler sadece devlet tarafından çözülemezler. Üç gücün de bu sürece katılması gerekir. Yeni yönetim modelin vizyonu, devleti, ekonomik alanı (business) ve kar amacı gütmeyen alanı (nonprofit sector) kendi içinde barındırmalı ve bunları güçlendirmeye dayalı bir dengeyi sağlamalıdır. Bu üç alan hiyerarşik bir şekilde birbirinden ayrılmamalıdır. Sivil toplum en az devlet kadar güçlü olabilmelidir ( s. 18). Sivil toplumun güçü demokratik niteliğine, çabasına dayanır. Demokrasinin gelişmesi ve güçlenmesi büyümüş, güçlenmiş sivil toplumla mümkündür. Son yirmi yılda demokrasinin, adaletin, iyi bir yaşam standartının korunması sivil toplumun Gney Kore’de baskın bir ses haline gelmesiyle mümkün oldu. Önümüzdeki yıllarda, yeni yönetim modelinde, sivi toplum geçmiş yıllardan çok daha etkili bir rol oynayabilir (s. 19).
32
Sivil toplum, totaliter rejimlerde gelişemez, otoriter rejimlerde ise oldukça güçsüzdür. Totaliter rejimler halk ile devlet arasında aracılık yapan bu kurumların gelişmesine müsaade etmezler. Otoriter rejimlerde ise sivil toplum kuruluşları tamamiyle
engellenmemekle
birlikte
bu
kurumlara
sıcak
bakılmaz
ve
sınırlandırılmaya çalışılır (Akat, 1997, s. 100). Sivil toplum örgütleri, 1980 sonrasında Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkerinde otoriter rejimlerin geriletilmesi, demokrasiye geçiş süreçlerinde önemli bir rol oynayan halk hareketlerinin gelişmesinde, oynadıkları öncülük rolünden ötürü yeniden önem kazanmıştır. Sivil topluma,
demokrasinin
kurulma
süreçlerinden
daha
çok
sürdürülmesi
ve
güçlendirilmesi süreçlerinde ihtiyaç duyulur. Farklı çıkarlara dayalı örgütlerin birlikte var olduğu çoğulcu bir sivil toplum, demokratikleşme süreçlerinin ana öğesidir. Sivil toplumun, demokratik bir siyasal sistemin ve yönetişimin gelişmesine, dört farklı şekilde katkı sağlayabileceği öne sürülmektedir: devletle toplum dengesini toplum lehine değiştirerek dengeli bir muhalefet sağlamak, kamusal ahlaki değerli oturmak ve bunların pratikleşmesini sağlamak, alternatif bir temsil sistemi yaratarak örgütlü farklı toplumsal grupların taleplerinin sisteme aktarılmasını olanak sağlamak ve bu grupların çıkarlarını birleştirmek, son olarak toplumsal yaşamda demokratik değerleri yerleştirmek ve korumak (Gençkaya, 1997, ss. 102-104). Rıfat N. Bali, iş adamlarının sivil toplum içerisinde yer almalarını hatta bu örgütlere öncülük etmelerini ve sivil toplum örgütleri içinde yer doğal olarak gelişen “seçkinçiliği” sivil toplum örgütlerinin iki önemli zaafı olarak görür. O’na göre işadamları varlıklarını, büyümelerini sadece sadece devletle, bürokrasi ile olan ilişkilerine borçludurlar. Devlet ve toplumun demokratikleşmesini hedefleyen, kendi içinde muhalif kültürü barındıran sivil toplum örgütleri açısından bir tezatlık teşkil etmektedir. Liberalizmin en ateşli savunucuları olan işadamlarının sivil topluma ilgi duymalarının altında özelleştirme zihniyeti yatmaktadır. Bürokrasinin zayıflayıp, özelleştime politilarının önünü açan sivil toplum anlayışının işadamları tarafından desteklenmesi hatta bu işadamlarının sivil topluma öncülük etmeye kalkışması bu anlamda şaşırtıcı gelmemektedir (Bali, 2000, ss. 34-35). Đşadamların sivil toplum faaliyetlerine katılmakları, sivil toplumun en ateşli savunucuları olmaları, bir yandan toplum tarafından saygınlık kazanmalarını, bir yandan da “fikir adamı” imajı yaratmalarını
sağlamaktadır.
Đşadamlarının
sivil
toplum
örgütlerine
ragbet
etmelerinin bir diğer nedeni, bu hereketlerin kendi içinde kaçınılmaz bir şekilde bir 33
seçkinciliği içermesidir. Sivil toplum faaliyetlerine katılmak kentliliğin, yüksek eğitimli olmanın, batı kültürü ile yetişmenin ifadesi haline geldi (ss. 37, 39). Gönüllü ve idealist insanların çok kısıtlı olanaklarla başlattığı sivil toplum hareketleri, günümüzde kamuoyuna mal olmuş, popüler insanların ya da seçkinci genç kuşak gençlerin kamuoyu nezninde kendi imajlarını yaratmalarına hizmet eden bir araç haline gelmeye başlamıştır. Bu da sivil toplum hareketlerinin gerçek misyonlarından uzaklaşmalarına neden olmaktadır (s. 42). Sivil toplumu, devletin olmadığı alan olarak tanımlayan Azaklı’ya göre, “...sivil toplumu artık bu alanla sınırlı tutmak yetmemektedir. Bu nedenle modern toplumda sivil toplumu, devletten farklı bir anlam sistemi, tanımlama, değer, program ve söylemler geliştirebilecek yeterlilikte görmek gerekir. Ayrıca ekonomik, ideolojik ve örgütsel kapasiteye sahip olan sosyal gruğların ile özdeşleştirmek daha mümkün hale gelmiştir”. Günümüzde sivil toplumun gelişmesiyle, demokrasinin de gelişeceğine inanılmaktadır. Sivil toplum günümüzde totaliter devleti aşmanın ve demokratik bir yapıya gerçekleştirmenin aracı olarak ifade edilmektedir. Sivil toplumun gelişmesi ile demokratik gelişme arasında parelelliğin olduğu belirtilebilir. Bununla birlikte, sivil toplumun ve demokrasinin gelişmesi de, devletin sosyal, politik ve hukuku olarak bu gelişmelere cevap verebilecek, bunun önünü açabilecek bir yapıya sahip olmasına bağlıdır (1997, s. 229). Birbirinden bağımsız çok sayıdaki vakıf, dernek, sendika, grup, cemaat ve medya gibi kuruluşlardan oluşan sivil toplumun fonksiyonlarını şöyle sıralayabiliriz: •
Tam olarak işleyan bir sivil toplum çoğulcu ve katılımcı bir toplum haline gelecektir.
•
Sivil toplum kuruluşları daha geniş bir siyasal platformlarda çıkarların savunulmasını sağlarlar.
•
Siyasal kurumlar çeşitli projelerde sivil toplum örgütlerine danışabilirler. Dolayısıyla sivil toplum örgütlerinin bu kurumların politikalarını etkileme potansiyeli
var,
yine
sivil
toplum
örgütleri
bu
konuda
haklı
bilgilendirebilirler. •
Sivil kuruluşlar değişime karşı olan direnci zayıflatırlar.
•
Sivil kuruluşlar siyasal kurumların halktan uzaklaşmasına mani olabilirler.
34
•
Sivil kuruluşlar birbirleriyle ve devletle yarışarak farklı toplumsal çıkarları savunurlar, böylece demokrasinin gelişmesi için temel teşkil ederler.
•
Sivil toplum kuruluşları farklı düşünceler ve ideolojiler vasıtasıyla devlet üzerinde bir kontrol islevi görürler ve devletin toplumu kontrol etmesi karşısında bir alternatif oluştururlar. Bundan dolayı sivil toplumda tek renk bir düşünceyi ya da ideolojiyi egemen kılmaya çalışmak demokrasi ile bağdaşmaz (Atar, 1997, s. 99-100).
Sivil toplum kuruluşalarının etkileri global, ulusal ve yönetsel boyutlarıyla tartışılması gerekir. Özellikle bilgi teknolojilerine yapılan yatırımlar sonucu, bu alanda yaşanan gelişmeler, küreselleşme ile birlikte insanların STK’lara olan ilgilerini artırmıştır. Açık sistemler olan STK’lar hem uluslararası gelişmelerden etkilenmekte hem de etki alanlarıyla bu sistemlerde önemli roller oynamaktadır. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve BM gibi kuruluşlar dönem dönem yaptıları açıklamalar ve bu yönlü çalışmalarıyla, STK’ların bu önemli rolün farkındadır. STK’lar benzer şekilde ulusal çaptaki etkinlikleriyle, mevcut hükümetlerin politikalarını çok çeşitli düzeylerde etkileyebilmektedirler. STK’lar global ve ulusal etkilerinin yanısıra, yoğun bir biçimde istihdam sağlayan bir sektör olarak da kabul edilmektedir. Örneğin ABD’de bu tür organizasyonlarda 80 milyon kişi haftada en az 5 saat çalışmaktadır. Bu 10 milyon kişinin tam zamanlı çalışmasına karşılık gelmektedir. Bu rakamlar bizlere STK’ların sosyal etkilerini ve toplumda oynadıkları rolleri göstermektedir (Çarıkçı & Acar, 2002, s. 19). S. Madon (London School of Economics & Political Science’ın Enformasyon Departmanı üyelerinden), Wils ve Meyer’in, 1980 sonrasında uluslara arası hükümet dışı kuruluşların (INGO) niceliği ve etkinliği dikkate değer bir biçimde arttığını yazdıklarını belirtiyor. Uluslar arası kalkınma süreçlerinde merkez güç haline gelen kuruluşlar
yoksulluklar
mücadele,
sürdürülebilir
kalkınma,
insan
hakları,
kadınınların eşit haklara sahip olması gibi alanlarda faaliyet yürütüyorlar. Bu uluslararsı hükümet dışı kuruluşlar (INGO) büyük, çok katmanlı, koplike sistemelere sahip örgütlenmelerdir. Örneğin Oxfam, Action Aid ve Save the Children gibi kuruluşlar fonlarını yüksek gelirli ülkelerden sağlayan, fakat fakir, düşük gelirli ülkelerin yararı için çalışan kuruluşlar. Giddens; Robertson ve Lash, 20. yüzyılın sonlarında neo-liberalizmin ve globalizmin ideolojik egemenliği, üstünlüğü, yeni 35
sosyal toplumsal hareketlerin büyük, güçlü yükselişine neden olduğunu belirtiyorlar. Yerel topluluklardan, marjinal gruplardan oluşan bu yeni sosyal hareketler bütün dünya genelinde kendi kimliklerini (self-identity) yaratmaya çalışıyorlardı (1999). Korten ve Hulme, 1970’li yıllara kadar uluslar arası hükümet dışı kuruluşların (INGO), global politikaları etkileme potansiyelleri fazla olmadığını belirtiyor. Oxfam ve Red Cross (Kzıl Haç) gibi, büyük örgütlenmelere sahip birinci kuşak INGO’lar, dünyanın bir çok bölgeside fakir ve yardıma muhtaç insanlara yardım eden, çeşitli hizmetler sunan, doğal afetlerden zarar gören insanlara yardım eden kuruluşlar olarak geliştiler. Korten, ikinci kuşak INGO’ların, 1960’lar sonrası, yerel özgüce dayalı örgütlenmelerin orta düzeydeki hükümet dışı kuruluşların yardımdan öteye destekleriyle gelişmesi sonucu açığa çıktığını belirtiyor. 1980 yıllarından bu yana uluslararası hükümet dışı kuruluşlar kavramının, politik bir hareket kavramı ile eşanlamlı hale geldiğini belirten Clark, bu örgütlerin yerel topluluklar lehine politik koşulları yaratmaya güvendiğini, ulus devlet sınırlarını aşan kanallar kurarak, global sorunlar kakkındaki düşüncelerin yayılması sonucu oluştuğunu ifade ediyor. Bu kuruluşlar, fonlarını yüksek gelirli ülkelerden sağlayan, fakat fakir, düşük gelirli ülkelerin yararı için çalışan örgütlenmelerdir. Edward ve Matthews, yenilenmiş, güçlenmiş ve birbiriyle ilişkilenmiş uluslararası hükümet dışı kuruluşların (INGO) dünya politikarını belirlemede daha fazla rol oynayacağını belirtiyorlar. Örneğin Dünya Bankası, 1973-1988 yılları arasında, uluslar arası örgütlerin projelerinin % 6’sına katıldığını, 1993 yılında ise bu katılımın üç katına çıktığını belirtiyor. Ekins ve Dirlik, çağdaş sosyal bilimler terorisyenlerinin, yeni toplumsal hareketlerdeki bu patlamayı “aşağıdan küreselleşme” (globalisation from below) olarak adlandırdığını belirtiyorlar. Bu hareketler, hiyerarşik bir organizasyon yapısı kurmaktan ziyade, yarattıkları ağ sistemi (nerworkin) üzerinden sokaktaki insanları birleştirmektedirler. Spybey, bu global sosyal hareketlerin uluslar arası hükümet dışı örgütler olarak (INGO) ifade ettiklerini söylemektedir (Madon, 1999). Kanada’daki Dalhousie Üniversitesi’nin üyelerinden Elisabeth Mann Borgese de global sivil toplum üzerine yaptığı çalışmada, 1980 sonrası sivil toplumun yaşamış olduğu yükselişe dikkat çekmektedir. Sivil toplum, 1980 yıllarından sonra inanılmaz bir yükselişi yaşadı. Uluslararsı önemli olaylar sonrasında hükümet dışı kuruluşların rolleri ile ilgili ortaya atılan doktrinler, hukumet dışı sektörün büyümesinde güçlü bir etki yarattı ve global sivil toplumun açığa çıkasını sağladı. 36
Rio’da bir araya gelen 30.000’den fazla hükümet dışı kuruluş temsilcisi, artık bu hükümet dışı örgütlerin gz ardı edilemeyeceğini ortaya koyuyordu. Bu gün bu örgütler Birleşmiş Milletler sisteminin tanınan, gerekli görülen bir parçasını oluşturuyorlar. Globalleşme sadece politik kuruluşların, iş dünyasının tanımlaması değildir. Bununla birlikte global sivil bir kültürü de ifade edebilir. Birincisi Coca Cola kültürünü ifade ederken, ikincisi, global yönetimin demokratikleştiği, GüneyKuzey, zengin-fakir ayrımın azaldığı ve sürdürülebilir kalkınmanın yaygınlaştığı bir kültürü ifade etmektedir. Global sivil toplumun beş temel öğeesinden bahsedilebilir; hükümet dışı organizasyonlar (nongovernmental organisations), çokuluslu şirketler (multinational companies), evrensel bilim toplulukları (worldwide scientific community), uluslar arası medya kuruluşları (international communications media), ve yerel topluluklar (local communities). Bunlar kompleks globalleşme sürecinn önemli bileşenlerindir. NGO, endüstri, bilim ve medya kuruluşları, zengin ve fakir arasındaki, merkez çevre arasındaki global boşluğu, genişletmektedirler. Sadece yerel topluluklar kendi iç süreçlerini demokratikleştirerek bu global uçurumu daraltabilirler. Bununla birlikte güçlü bir eğilim bu beş faktörün her birini değişime de zorlayabilir. Çevresel ve ekonomik güvenlik gibi faktörler tüm sistem belirleyecektir (1999). II. SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARINDA YÖNETĐM
1. Sivil Toplum Kuruluşları için Yönetimin Önemi Sivil toplum kuruluşlarının tanımı, toplumsal yaşamdaki rolleri ve misyonları, olumlu ve olumsuz yönleri, kısacası sivil toplum paradigması ile ilgili bir çok çalışma olması ve bu konuda ciddi bir literatürün oluşmasına rağmen, sivil toplum kuruluşlarının daha etkin bir hale gelmesi için, pratiksel ve yönetsel konular aynı düzeyde incelenmemiştir. Bu konuda geniş, kapsamlı bir literatürün oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Jo de Berry, London School of Economics and Political Science’ın Sosyal Politikalar Departmanı’nda, sivil toplum kuruluşlarının yönetimi konusunda vermiş olduğu seminerde aynı noktaya dikkat çekiyor: Hükümet dışı kuruluşların rolü, devlet ve donörlerle olan ilişkileri üzerine çok miktarda literatür olmasına rağmen, bu kuruluşların yönetimi konusunda bu derece bir literatürün olduğnu söyleyemeyiz. NGO’ların yönetiminden ziyade politik rollerinin daha fazla tartışılması, bu kuruluşlar pratiksel ve organizasyonel yapısı hakkında bilgiler de 37
sunmaktadır (s.1). Sivil toplum kuruluşlarının yönetimi konusunda çalışma yapan Çarıkçı ve Acar da bu konuya dikkat çekiyorlar. STK’ların tanımı ve rolleri konusunda bir çok çalışma yapılmasına, çok şey söylenmesine rağmen, STK’larda etkin yönetim konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir (Çarıkçı & Acar, 2002, s. 17). Hükümet dışı kuruluşların yönetimini konusuna dikkat çekmemizi sağlayan iki nedenden bahsedilebilir. Birinci, gelişen, büyüyen hükümet dışı kuruluşlar, karmaşıklaşan ve farklılaşan sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Stratejik planlamalar, bütçeleme, kadrolama (staffing), organizasyon yapısının yönetimi gibi iç sorunlar, hükümet dışı kuruşları yönetim sorunu ile ilgilenmek zorunda bırakmıştır. Bununla birlikte kuruluşun hükümetle, özel sektörle ve diğer hükümet dışı kuruluşlarla olan ilişkileri gibi dış nedenler yönetim sorununu öne çıkarmıştır. Hükümet dışı kuruluşlarının başarısını, tüm bu iç ve dış yonetim sorunlarının üstesinden gelme düzeyi, daha doğrusu bu iç ve dış ilişkileri yönetme kabiliyeti belirlemektedir.
Hükümet
dışı
kuruluşlarda
(NGO)
yönetim
kavramının
düşünülmesine neden olan bir diğer faktör, politikaların etkileyici, sonuç alıcı eylemlere dönüşmesinin, ancak etkileyici ve sonuç alıcı bir yönetimle mümkün olacağı düşüncesidir. Kritik bir gerçek var ki, politikaların uygulanması süreci ideolik süreçlerden daha fazla pratiksel süreçlerdir ve ne yazık ki bu hükümet dışı kuruluşlarda gözardı edilmektedir (Berry, s. 1). Hükümet dışı kuruluşlarda yönetimin önemi genel olarak kavranmakla birlikte, buğün yönetim ilkeleri konusunda bir konsensüsün olduğunu söylemek mümkün değildir (Sheehan, s. 5). Bununla birlikte birtakım değerlerin, yaklaşımların belirginleştiği ve bu gün artık bir çok sivil toplum örgütü tarafından kabul edilen ilkeler haline geldiği belirtilebilir. Günümüz dünyasının en önemli karakterlerinden biri olan belirsizlik ve hızlı ekonomik ve politik değişimler tüm kurumlarda olduğu gibi STK’larında da etkin bir yönetimi daha da gerekli kılmaktadır. STK’ları değişime zorlayan faktörler dört grupta toplanabilir: •
Bütün dünya genelinde STK’ların sayısı hızla artmaktadır.
•
Beyin gücü, bilgi ekonomisi baskın ve belirleyici olsa da, STK’lar için önemli bir güç haline gelmiştir.
38
•
Soğuk savaş sonrasında dünyada gelişen politik ve kamusal düşünceler, STK’larla ilgili düşüncelerde radikal değişimlere neden olmuştur.
•
Mali
yapılardaki
radikal
değişimlerden
dolayı,
STK’ların
varlıklarını devam ettirebilmeleri için gerekli maddi kaynakların elde edilmesi ve tutulması süreçleri oldukça zor hale gelmiştir (Çarıkçı & Acar, 2002, s. 19). Hükmet dışı kuruluşlar kendi alanlarrında profesyonel ve etkin, karmaşık güçlü yapılara örgütlere dönüştü (Borgese, 1999). Organizasyonel büyüme ve donörlerin beklentileri hükümet dışı kuruluşlara profesyonelleşmeyi dayatıyor. Bununla birlikte artık projelerin başarısında yönetim anahtar bir kavram haline gelmiş bulunmakta. Organizasyonel büyüme sürekli yeni sorunlara neden oluyor, bu da yönetim kavramının önemini tekrar açığa çıkartıyor (Sheehan, s. 4). Hükümet dışı kuruluşlarda farklı, özel bir yönetim tarzının geliştirilmesi gerektiğine dair üç temel perspektiften bahsedilebilir. Birinci perspektifte hükümet dışı kuruluşların gönüllü organizasyonlar olduğu ve gönüllü sektörün prensipleri içeriside ele alınmasını savunur. Đkinci perspektifte, yönetim tarzını belirlerken hükümet dışı kuruluşlarının ihtiyaçlarının, yönetim tarzını belirlemede belirleyici olduğunu savunur. Üçüncü olarak kültürel perspektiften bahsedilebilinir. Bu perspektifte, hükümet dışı kuruluşların bir kültürel çevre içerisinde bulunduğunu ve hükümet dışı kuruluşların yönetim anlayışlarını bu çevreye göre belirlemesi gerektiğini savunur (Sheehan, s. 5). Hükümet dışı kuruluşlarda yönetim anlayaşına dair tartışmalar kutuplaşmaya neden olmuştur. Bir kutupta, hükümet dışı kuruluşlarda kar amaçlı kuruluşlardan farklı, kendine has bir yönetim anlayışının var olması gerktiğini savunur. Tabi bu kar amaçlı kuruluşlarda var olan yönetim bilgisini bir bütünen red etmek anlamına gelmiyor. Örneğin kar amaclı kuruluşlarda son dönemlerde önem kazanan “stratejik yönetim”, kar amacı gütmeyen kuruluşlar için de geçerli olan bir yönetim tarzıdır. Đkinci
kutupta
ise,
yönetim
ilkelerinin
organizasyonun
doğasından
ve
fonksiyonlarından bağımsız olarak, kar amaçlı kurluşlarda olduğu gibi kar amacı gütmeyen kuruluşlarda da geçerli olduğunu savunur. Dichter, yönetim ilkelerinn hem kar amacı güden organizasyonlar hem de kar amacı gütmeyen organzasyonlar için geçerli
olduğunu,
yönetim
ilkelerinin
organizasyonların
doğasından
ve
fonksiyonlarından bağımsız ele alınması gerektiğini savunur. Đnsanların katılımı 39
sadece batı tipi örgütler için başarı sağlamaz. Üçüncü dünya ülkelinde de geçerli olan bir yönetim modelidir (Sheehan, s. 6).
2. Sivil Toplum Kuruluşlarında Stratejik Yönetim Sivil toplum kuruluşlarında stratejik yönetim üzerine yazdıkları makalede Çarıkçı ve Acar, gönüllü birlikteliğe dayanan STK’ların, etkin bir vizyon, sağlıklı bir organizasyon yapısı ve yönetim anlayışına sahip olduğu takdirde gelecekte çok daha etkili olabileceklerine dikkat çekiyorlar. Özellikle bilgi-iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle, bu kuruluşların koordinasyonu ve etkin yönetimi kolaylaşmış, etkin eylem birlikleri ile etki güçlerini artırma imkanları artmıştır (2002, s. 19). Vizyon bir örgütün hayalleri olarak tanımlanabilir. Bu anlamda etkin bir vizyon sahibi olabilmek demek, hayal kurabilmek, etkin düşünceler üretebilmek, olağanın dışına çıkabilmek anlamına gelmektedir. Etkin bir yönetim, gelecek perspektifine sahip bir vizyona sahip olmayı gerekli kılar. Misyon ise bir örgütün varlık nedeni olarak ifade edilebilir. Bir örgütün faaliyet alanını tanımlayan, bir örgütü diğer örgütlerden ayıran, yegane varlık nedenidir. Üstün bir vizyona ve geçerli bir misyona sahip olmak, çevresel değişimleri yönetebilmenin öncelikli şartıdır (s. 20). STK’ların öncelikli amacı kendi kontrolleri dışında çevrelerinde meydana gelen değişimleri etkin bir şekilde yönetebilmektir. Bir başka deyişle bu çevresel değişimlerin organizasyon üzerindeki olumsuz etkilerini minimize, olumlu etkileri de maksimize edebilmektir. Bu bağlamda stratejik yönetim, “...çevre ile örgütsel amaçlar arasındaki etkileşimi görebilen ve buna uygun yapısal değişimleri destekleyen bir yönetim yaklaşımıdır. ... Değişimin ve belirsizliğin hakim olduğu ekonomik ve politik şartlar göz önünde bulundurulduğunda stratejik boyutu ön planda tutulmuş bir yönetim yaklaşımı çevreye uyumu kolaylaştıran, dinamik bir süreç olarak nitelendirilebilir”. Stratejik yönetim yaklaşımına sahip STK’lar, kendileriyle ilgili stratejik unsurların tümünü –STK üyeleri, destek veren kurum ve kuruluşlar, ulusal ve uluslar arası ekonomik ve politik organizasyonlar, devlet vb.tatmin ederek çevresel belirsizlik ve hızlı değişimlere karşı etkinlik sağlayabilirler (Çarıkçı & Acar, 2002, s. 20). Bir STK açısından stratejik yönetimden söz edebilmek için açıkça belirlenmiş bir vizyona sahip olması ve çevre yönetimini amaç edinmesi gerekir. STK’larda stratejik yönetim üç boyutta incelenebilinir. 40
•
Stratejik formülasyonun oluşturulması
•
Stratejik içeriğin belirlenmesi
•
Stratejik uygulama ve performans değerlendirme boyutları
Stratejik formülasyon; STK açısından misyon, felsefe ve amaçlarının belirlenmesi ve bu eksende uzun vadeli, esnek planlamaların yapılmasını ifade etmektedir. STK’lar açısından stratejik formülasyonun oluşturulması hayati öneme sahiptir. STK’larda stratejik yönetimin ikinci aşamasını, STK’ların çevresindeki olası fırsat ve tehlikelerin tespit edilmesi ve bunların gelecekteki kuruluşun performansıverimliliği üzerindeki olası etkilerinin belirlenmesi ve buna bağlı olarak örgütün güçlü ve zayıf yönlerinin ortaya çıkarılması sürecinin tamamını içeren, SWOT (Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats) analizi oluşturmalıdır. Stretejik yönetim sürecinin ikinci aşaması alternatif stratejiler belirleme ve STK’nın gücü ve kaynakları ve amaçları doğrultusunda uygun olanları seçme sürecini ifade etmektedir. STK’ların sosyal ve finansal verimlilikleri, etkin bir stratejik formülasyon ve stratejik içerikle artabilir. Çevresel belirsizliğin ve değişimin hakim karakterler olduğu bir ortamda, politik ve ekonomik dönüşümlerden olduğu kadar, toplumsal dinamiklerden de fazlasıyla etkilenen, klasik yönetim anlayışıyla başarı elde etme olasılığı oldukça düşük olan STK’lar ancak, stratejik yönetim anlayışı ve stratejik planlamayla başarı elde edebilirler (Çarıkçı & Acar, 2002, ss. 21-24). Organizasyonlar açısından, başarının ön koşulu uzun vadeli hedefleri açık bir şekilde tanımlamaktır. Bu hem iyi bir başlangıç anlamına glecektir hem de ayakta kalmayı sağlayacaktır. Bunun tersi de doğrudur, hedeflerini sık sık değiştiren, bir çok amacı
birden
gerçekleştirmeye
çalışan
kuruluşların
başarı
şansları
azdır.
Organizasyonel yaşam standardında ve organizasyonel yeteneklerde sağlam gelişmeler, ilerlemeler kat etmek, sürdürülebilir değişimler için önemlidir. Sivil toplum örgütlerinin performansını etkileyen bu iki anahtar kavram arasında mümkün olduğunca erken bir zamanda, uygun bir denge kurmak, daha fazla başarı, sonuçların daha fazla iyi olması anlamına gelmektedir (Edwards, 1999). Sivil toplum örgütleri için her yerde geçerli olan evrensel, iyi bir strateji yoktur. Bazı cevaplar bir takım örgütler için önemli iken bir başka örgüt için daha az önemli olabilir, ya da önemsiz olabilir (Edwards, 1999). Bununla birlikte bazı gelişen bir takım değerlerin tüm sivil toplum kuruluşları tarafından kabul edildiğini ve
41
stratejiler geliştirilirken bunların esas alınması gerektiği konusunda bir konsensüsün olduğunu belirtebiliriz.
3. Sivil Toplum Kuruluşları Açısından Bazı Temel Değerler
3.1. Katılımcılık (Participation) Katılımcı yönetim anlayışı kar amacı gütmeyen kuruluşlara özgü, farklı bir yönetim anlayışı değildir. Đş dünyasında uzun bir dönemdir uygulanan ve karar mekanizmalarına çalışnalar katılımını sağlamak anlamına gelen bir yönetim teorisidir. Özellikle 1960’lı yıllardan sonra çalışanların karar mekanizmalarına katılımında bir yükselişin olduğu görülür (Sheehan, s. 6). Genel olarak yönetim modelleri, iş odaklı otoriter yönetim anlayışı ve çalışan odaklı demokratik ya da katılımcı yönetim modelleri olarak tartışılır. Yetki dağıtımına (empowerment) ya da katılımcılığa dayalı yönetim modelleri, iş dünyasında ve kalkınma modellerinde ciddi anlamda öne çıkmaktadır. Örneğin Japon firmaları Hitachi, Nissan, Honda, Mitsubishi ve Toyota gibi kar amacı güden kuruluşlarda çalışanların katılımına dayalı bir yönetim modelinden bahsedilmektedir. Yine son zamanlarda özellikle 1980 sonrası yıllarda çalışanların katılımına dayalı yönetim anlayışının sağlıklı bir büyümeyi sağladığını, ve insan kaynakları yönetimlerinin strateji oluşturken başvurdukları temel bir kavram olduğunu görmekteyiz. Bugünlerde ise Japon firmalarından etkilenerek açığa çıkan takım çalışması, toplam kalite yönetimi gibi yönetim anlayışlarının popüler hale geldiğini görmekteyiz (Sheehan, s. 6). Hükümet dışı kuruluşlarda yönetim modellerini tartışırken hangi yönetim modellerinin hükümet dışı kuruluşlara uygun olduğunu sormak gerekir. Eğer bu yapılırsa tartışmaların bir anlamı, değeri olur. Katılımcı yönetim anlayışının genelde organizsyonlara, özelde kar amacı gütmeyen organizasyonlara ne gibi avantajlar sağladığını tartışılırsa, bunun kar amacı gütmeyen kuruluşlar için daha fazla uygun olduğunu anlaşılabilir. Kar amacı güden kuruşlarda katılımcılığın yükselmesi ile ilgili birkaç perspektifin olduğu belirtilebilr. Guest ve Knight, endüstriel ve ekonomik sorunların, değişen uluslararası pazar şartlarının, çalışanların artan beklentilerinin üstesinden gelmek ve endüstriyel demokrasiyi sağlamak için katılımın gerekli olduğunu savunurlar. Yine Lawler’a göre, değişen çevre şartlarına -sosyal, 42
ekonomik, iş dünyası ile ilgili, ürün ve iş gücü değişimi- verilecek en iyi cevaptır katılımcı yönetim anlayışı.
Wall ve Lischeron, katılımcılığı, çalışma yaşamının
kalitesini artırmak olarak tanımlar. Katılımcılığın artması sadece çalışma dünyasındaki hümanizmle ilgili değildir. Bearwell ve Holden, daha fazla katılımcılığın daha fazla verim, daha fazla etkinlik ve daha fazla kar olduğunu söylemektedir. Ouchi, katılımcılıkla performans arasındaki bağlantıya dikkat çekmektedir (Sheehan, s. 6). Sivil
toplum
örgütlerinde
katılımcılık
genellikle
hiyerarşik
yapının
yumuşatılması, düzleştirilmesi, yönetimsel sorumlulukların pratik ihtiyaçlara ve durumlara göre paylaştırılması olarak tanımlanıyor (Fyvie & Ager, 1999). Son dönemlerde en çok ortaklaşılan popüler kavramlardan biridir katılımcılık. Buijs insanların katılımını, bir proje grubundaki tüm üyelerin, organizasyondaki tüm karar süreçlerinde kendi çabalarını katabildikleri bir değişim süreci olarak tanımlamaktadır (Berry, s. 2). Organizasyonel büyüme açısından katılımcı yönetim, örgütler için önemli hale gelmektedir. Holcombe, bugün bir çok sivil toplum örgütünün katılımcı yönetim tarzını konuştuğunu bu yönetim tarzını; bu yönetim tarzında çalışanların, kapasite ve yetenek kaynakları olarak algılandığını dile getirmektedir. Yine Chambers, büyüyen, gelişen kurumsal yapıların hiyerarşiyi eritmeye, yumuşatmaya çalıştığını, bunun için de katılımcı yönetim kültürünü geliştirerek, yeni insanları kazanıp, onların disiplin içinde çalışarak kendini adamış insanlar haline gelmesine, prosedürlere, normlara uyum sağlamalarına ve bu normları geliştirmelerine, bunun için bütün kademelerde ve düzeylerde katılımı yükseltmeye çalıştığını dile getiriyor (Sheehan, ss. 3-4). Hükümet dışı organizasyonların uluslar arası kalkınma alanında önemi, her geçen gün artmaktadır. Bu anlamda niteliğinde “katılım”ı barındıran bu kuruluşların yönetimi, önemli hale gelmektedir. Katılımcı yönetim (participatory management) kavramı hükümet dışı kuruluşlar için önemli bir hale gelmektedir, özellikle de gelişme açısından bu böyledir (s. 2). Mozambik’te, CONCERN Worlkwide adlı sivil toplum kuruluşu üzerinde, katılımcı yönetim konusunda alan çalışması yapan James Sheehan, katılımcı yönetim anlayışının herşeyden önce katılımcı gelişim paradigmasını gerektirdiğini ifade ediyor (s. 4). Hükümet dışı kuruluşlar açısından katılımcı yönetim çoğunlukla üzerinde durulmamış, araştırılmamış bir konudur. Bu, hükümet dışı kuruluşlarının 43
yönetiminde karmaşıklığın ve katılımın öneminin anlaşılması açısından bir şans sunmaktadır. Bu, bir Kuzey hükümet dışı kuruluşu olan CONCERN Worlkwide’da kapasite değişimini ve yeni düşünceler gelişimini sağlıyor (s. 2). Bununla birlikte katılımcılık ile öğrenen organzasyonlar arasında da bağlantı kurulmaktadır. Senge, gelecekte gerçekten çok iyi olmak isteyen organizasyonların, organizasyonel yapının tüm
kademelerinde,
insanların
sorumluluklarını,
bağlılıklarını
ve
öğrenme
kapasitelerini artırmaları gerktiğini keşfettiklerini savunmaktadır (ss. 6-7). Sheeden, CONCERN Worldwide üzerine yapılan çalışmada, hükümet dışı kuruluşların, kar amaçlı kuruluşlardan katılımcı yönetim modelleri ile ilgili çok şey öğrenebileceğinin görüldüğünü ifade etmektedir (s. 20). Sheeden’a göre katılımcı yönetim anlayışı ile örgüt içi demokrasi arasında doğrudan bir bilişki vardır (s. 22). Katılımcılık, sadece organizasyon yapısı ve aktiviteleri ile ilgili değildir. Katılımcılık aynı zamanda kuruluşun politikalarını, stratejilerini belirleme süreçlerini de esas alınması gereken bir perspektiftir (s. 23).
3.2. Yenilikçilik/Yaratıcılık (Innovation) Yenilikcilik (innovation), özel sektöre ait, pazar payını büyüterek organizasyonları geliştiren bir kavram olarak anlaşılmasına rağmen, kar amacı gütmeyen ve yardım amaçlı kuruşlar arasında da fayda sağlayıcı bir kavram olarak fark edilmeye başlandı. Bazı yazarlar hızlı değişen çevre şartlarından dolayı, kar amacı gütmeyen kuruluşların en az devlet ve özel sektör kadar yenilikçiliğe ihtiyaç duyduğunu tartışıyorlar (Drucker’dan alıntılanmıştır, Fyvie & Ager, 1999). Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Konseyi (Economic and Social Research Council) yenilikçiliği, yeni tekniklerin ve çalışma yöntemlerinin başarılı şekilde yaratılması, geliştirilmesi ve uygulanması olarak tanımlıyor (Fyvie & Ager, 1999). Kompleks örgütlenmelerde –üyelerinin bilgi düzeyi, mesleki özellikleri, eğitim düzeyleri, profesyonellik düzeyleri açısından farklılık düzeyi vb. açıdan- yeni düşüncelerin gelişme olasılığı daha yüksektir. Dolayısıyla bu kuruluşlarda yenilikçi düşüncelerin gelişmesi daha kolaydır (Fyvie & Ager, 1999). Peter Uvin (Brown Üniversitesi), Pankaj S. Jain (Hindistan Yönetim Enstitüsü-Indian Institute of Management) ve L. David Brown (Harvard Üniversitesi), hükümet dışı kuruluşlar (NGO) üzerine yaptıkları çalışmada, yenilikçiliği, fiziksel açıdan büyümeden, hükümet dışı kuruluşlara büyüme yeteneği 44
kazandıran yeni paradigmanın en önemli değerlerinden biri olarak değerlendiriyorlar. Sivil toplum örgütleri açısından iki temel gelişme, büyüme (scaling up) paradigmasının olduğu belirtilebilir. Eski paradigmaya göre, sivil toplum örgütleri için gelişmek demek, fiziksel açıdan büyümek, profesyonelleşme, daha etkin ve proramatik kurumsallaşma demekti. Bu paradigmayı esas olan bir çok sivil toplum örgütü hala başarılar elde ediyorlar. Yeni paradigma ise, tüm güçlerin etkileşimin sağlanması ve bunların ortaklaştırılması, yenilikçiliğin ve yaratıcılığın sağlanması, alternatif bilgilerin yaratılması ve diğer sosyal hareketlerin etkileme yeteneğine sahip olması olarak tanımlanıyor (Uvin, Jain, & Brown, 2000). Organizasyon formlarından ziyade, etkin birliktelik, kültürel hassaslık, organizasyonel öğrenme düzeyi daha önemli faktörler olabilir ve bunların farkında olmak, belki sivil toplum örgütleri açısından, talepler ve değişen çevre şartları karşısında daha büyük bir yenilikçiliği sağlayabilir (Fyvie & Ager, 1999).
3.3. Toplumsal Aktiviteler (Community-based action) Hükümet dışı kuruluşlar arasında önem kazanan bir diğer kavram ise, toplumsal aktiviteler (community-based action) kavramıdır. Berry’ye göre, toplumsal aktiviteler (community-based action) kavramı, stratejik bir değişimin parçasıdır. Fowler bu stratejik değişimi, hükümet dışı kuruluşların (NGO), hizmet ve servis sağlayan örgütlerden, halk örgütlenmelerini ve halk hareketlerini güçlendiren örgütlenmelere
dönüşmesi
şeklinde
tanımlamaktadır
(s.1).
Yapılan
tüm
tanımlamalarda genellikle bu stratejik değişimine dikkat çekilir. Toplumsal aktiviteler hükümet dışı kuruluşlar arasında gelişen politik söylemelerin merkezini oluşturmaktadır. Hükümet dışı kuruluşlar toplumsal aktiviteleri ya bu iş için kurulmuş örgütlerle ilişki kurarak, ya da bizzat kendisi bu örgütleri kurarak sağlayabilir. Her iki yaklaşım da, hükümet dışı kuruluşların (NGO) farklı yönetim sorunlarıyla karşılaşmasına neden olmaktadır (Berry, s. 1). Toplumsal hareketlerin (Community-based organization) etkinliği, temel amaçları geniş bir perspektifle sıraya koymasından, ve farklı toplumsal hareketler arasında ağlar kurarak, bu hareketler arasında sosyal ve ekonomik alışverişi sağlayarak, organizasyonların ve üyelerin güçlenmesini gerçekleştirmesi sayesinde artmaktadır (Berry, s. 6).
45
3.4. Hiyerarşinin Erimesi (Decentralization) Sivil toplum kuruluşlarının yeniden yükselişi döneminde, özellikle de 90’lı yıllardan sonra kamu ve özel sektörde olduğu gibi, sivil toplum örgütlerinde de, tüm yönetim süreçlerinde hiyerarşinin eridiği, adem-i merkeziyetçiliğin geliştiği görülmektedir. Yönetim değerlerinde demokrasinin gelişimine parelel bir gelişimin olduğu görülür. Demokrsinin 1950’li yıllarında, özellikle de 80’lerden sonra yaşadığı yükselişin en önemli nedenlerinden biri bilgi ve iletişim teknolojisindeki heyecan verici gelişmelerdir. Clark, Spybey ve Meyer, bir çok yazarın demokratik değerlerin yükselişi ile iletişim teknolojilerindeki gelişmeler arasında bağlantılar kurduğunu vurguluyorlar. Mansell ve Wehn, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın şikilde kullanımının, güçlerinin insanların bağlılıklarından ve enerjilerini faaliyetlerinin yaygınlığından alan uluslarasrası hükümet dışı örgütlenmelerin, toplumsal hareket ağlarının organize olmalarını kolaylaştırdığına dikkat çekmektedirler (Madon, 1999). Yakın zamanda bir çok yazar, katılımcı yönetim anlayışının hükümet dışı kuruluşlar için uygun olduğunu savunmaktadır. Roche, deneyimlerin, yarı otonom, özyönetim anlayışına dayalı federe unitelerden oluşan, enformasyonla bütünleşmiş, kooperatif bir öğrenme süreçlerin olduğu, hiyerarşik olmayan bir yapının, microkalkınma anlayışa dayalı organizasyonlar açısından daha iyi bir organizasyon dizaynı olduğunu ifade etmektedir. Campbell ve Fowler, hükemet dışı organizasyonların adem-i merkeziyetçiliği (decentralization) ve katılımcı karar verme makanizmaları yaratmaya ihtiyaç duyduğunu belirtiyorlar. Bu şekilde, sorun çözme, çevreye uyum sağlama yetenekleri artacak, esnek bir yapıya kavuşacaklardır. Yine Clark, sivil toplum örgütlerinin çalışanlarının, genellikle bu kuruluşların sosyal değişim misyonlarına olan inaçları ve kurumun değerlerini paylaşmalarından dolayı, işlerini yüksek sorumlulukla yürüttüğünü söyler (Sheehan, s. 8). Desantralizasyon, sivil toplum örgütleri açısından, yerel topluluklara (coğrafik açıdan ve sosyal açıdan) daha kolay hizmet sunmayı, yerel kurumların kurulmasını kolaylaştırmayı, yerelde yaşayan insanların katılımının artmasını ve kurumsal ve entelektüel çeşitliliğin güçlenmesini sağlar. Kısacası, desantralizasyon, organizasyonel süreçlerin dinamik bir yapıya kavuşması, kalitenin artması ve devamlılık için en iyi yoldur (Uvin, Jain, & Brown, 2000). Wierdsma ve Swieringha, bir çok uluslararası hükümet dışı kuruluşun (INGO), öğrenmeyi başarmak için, katı merkezi (centralised) organizasyon yapılarını 46
değiştirdilerini ve adem-i merkeziyetçi (decentralised) bir organizayon yapılarını oluşturduğunu
belirtiyorlar.
Hiyerarşik,
merkezi,
kontrol
anlayışına
dayalı
örgütlenmeler, karar vericilerin gerçeklikten uzaklaşmasına, öğrenme ile yapma arasındaki önemli ilişkinin kopmasına, zayıflamasına, tüm bunlar da öğrenme süreçlerinin zayıflamasına neden olmaktadır (Madon, 1999). Deneyimler, insanlar öğrenmeyi birilerinin düşünmesi ve birilerinin de yapması olarak algılandığı zaman öğrenmekten hoşlanmadığını ve bu sürece dahil olmadığını göstermiştir. Uluslar arası hükümet dışı kuruluşlar, bu geleneksel anlayışın dışında bir öğrenme anlayışının gelişebileceği konusunda insanları cesaretlendirmeye özel bir önem vermeye ihtiyaç duyarlar. Hiyerarşik olmayan iletişim mekanizmasıyla ve öğrenmeye karşı açık olmakla, uluslararası hükümet dışı kuruluşlar, değişimleri karşılama, yine karmaşık gelişim sorunları karşısında çözüm bulma konusunda daha esnek bir yapıya kavuşmaktadır. Bu konu, birçok yazar tarafından katılım (participation) kavramı çerçevesinde oldukça detaylı bir şekilde analiz edilmiştir (Madon, 1999). Hükümet dışı kuruluşların yönetiminde öne çıkan bir diğer kavram sosyal sermaye (social capital) kavramıdır. Putnam sosyal sermayeyi, aktivitelerin koordinasyonunu sağlayarak toplumun etkinliğini artıran, güçlendiren normlar, sorumluluklar ve ağlar olarak, sosyal organizasyonların geleceği olarak tanımlar (Berry, s. 2). Sivil
toplum
örgütlerinde
yükselen
değerlen
olan
katılımcılık,
yenilikçilik/yaratıcılık, hiyerarşinin erimesi, toplumsal aktiviteler ve sosyal sermaye kavramlarının, birbiriyleriyle doğrudan etkileşim içinde oldukları belirtilebilir. Bu kavramlar, yükselen demokratik değerlerin farklı öğelerini ifade ediyorlar. Demokratik bir sistemin başat aktörleri olan sivil toplum örgütlerinin bu değerlerle bütünleşmesi, bir anlamda, bu kuruluşların hedeflediği ve gerçekleşmesi için çaba sarfettiği demokratik sistemi, kendi içinde uygulaması, pratikleştirmesi anlamına geliyor.
4. Yönetim Fonksiyonları Açısından Sivil Toplum Kuruluşları
4.1. Sivil Toplum Kuruluşlarında Planlama
47
Planlama, genel bir tanımla “...neyin, ne zaman, nasıl, nerede ve kim tarafından yapılacagını önceden kararlaştırma sürecidir”. Başka bir deyişle planlama, “...bir amacı geliştirmek için en iyi davranış biçimini seçme ve geliştirme niteligi taşıyan bilinçli bir süreçtir” (“Planlama ve Kontrol”, 2002, s. 1). Planlama, uygulamaya geçmeden önce düşünmeyi, tercih yapmayı ve karar vermeyi ifade ettiğinden stratejik değeri ve önemi olan bir fonsiyondur (s. 2). Her planlamada, esas olan
belirlenen
hedeflere
ulaşmaktır.
Planlar
bu
amaçları
ve
hedefleri
gerçekleştirmek için hazırlanır. “Amaçsız bir plan ve faaliyetten söz edilemez. Kısaca plan ve planlama; •
Planlama bir seçim ve yegleme sürecidir.
•
Planlama gerçekte bir karar sürecidir
•
Plan geleceğe dönüktür
•
Planlamada tahmınler büyük rol oynamaktadır
•
Plan bilinçli bir seçim sürecidir.
•
Planlama ve örgütlenme evreleri, yönetimin belirleyici ve yasalaştırıcı nitelikte olan işlemleridir.
•
Plan belli bir zaman süresini kapsar” (“Planlama ve Kontrol”, 2002, s. 1).
Planlama fonsiyonuna değer katan, organizasyona sağladığı yararlardır. Zaman ve emek israflarını azaltma, yöneticinin dikkatini amaca yönelmek, çabaları koordine etme, kaynakların amaç ve hedeflere yöneltilmiş olup olmadıgını kontrol etmeyi sağlama planlama fonsiyonlarının yararları olarak değerlendiriliebilir. Önemli zaman ve enerji harcamalarını gerektirmesi ve girişim gücünü sınırlandırması ise, planlama fonsiyonunun dezavantajları olarak değerlendirilebilir (“Planlama ve Kontrol”, 2002, s. 2). Bir yönetim fonsiyonu olan planlama, genel olarak yukarıdaki gibi tanımlansa da sivil toplum örgütlerinde nasıl bir planlama sürecinin olması gerektiği konusunda detaylı çalışmaların yapıldığını söylemek mümkün değildir. Stratejik yönetim anlayışı, yine önceki bölümde ele aldığımız katılımcılık, yenilikçilik, yaratıcılık, sosyal sermeya gibi değerler tüm yönetim süreçlerinde, stratejik önemde değerler olarak kabul görse de, sivil toplum kuruluşlarında planlama fonksiyonu ile ilgili detaylı, alan çalışmaları sonucu açığa çıkmış kuramlardan, teorilerden bahsedilemez. Bununla birlikte bir çok yönetim fonksiyonunda olduğu gibi planlama
48
konusunda da özel sektörde çok ciddi çalışmaların yapıldığı ve ciddi bir literatürün oluşturulduğu belirtilebilir. Stratejik planlar, STK’lar açısından içsel dinamikleri olumlu yönde etkileyen, yapısal yeniden organize olamayı kolaylaştıran, çevreyi yönetmeyi ve verimliliği artırmayı sağlayan yönetim aygıtlarıdır. Stratejik düşünebilen kadrolara sahip STK’ların geçerli misyonlar oluşturma ve stratejik planlar yapabilme yeteneği daha fazladır (Çarıkçı & Acar, 2002, ss. 20-21). Henry ve Walker, kuralların ve prosedürlerin
vurgulanması
ve
kayıt
altına
alınması
olarak
tanımlanan
formalizasyonu (resmileştirme), genel olarak organizasyon üyelerinin yenikçiliğini engelleyen bir yaklaşım olarak değerlendirir (Fyvie & Ager, 1999). Edwards, yapmış olduğu dört ayrı alan çalışması sonucunda resmi, formel planlama sistemleri ile etkin bir performans arasında bir ilişkinin olmadığı; açık ve ortak bir duyguya dayanan yönetimin, değişimlerin gereklerini karşılamadaki esnekliğin, öğrenme ve iletişimin öneminin farkındalığının daha fazla önemli olduğunu belirtiyor (Edwards, 1999). Sonuç olarak, sivil toplum kuruluşlarında, tüm bileşenlerin planlama sürecine aktif katılımı etkin bir yönetimi geliştirir. Etkin yönetim için etkin planlama gerekir. Gerçekte ise STK’larda bundan söz etmek mümkün değildir (Çarıkçı & Acar, 2002, ss. 20-22).
4.2. Sivil Toplum Kuruluşlarında Organizayon Sivil toplum örgütlerinde planlama ile ilgili yaşanan araştırma, kuram ve teori eksikliği, bir diğer yönetim fonsiyonu olan organizasyon için de geçerlidir. Bununla birlikte, hiyerarşi, bu kavramın tarihsel süreç içerisinde yaşasığı değişimler, hiyerarşinin eridiği adem-i merkeziyetçi organizasyon konularına dair bazı çalışmaların yapıldığını belirtmek gerekiyor. “Küresel ekonomi, küresel düşünüp hızlı yerel çözümler üretebilme becerisine ve iletişim ağına sahip, toplumsal kabulu ve etkinliği yüksek projeleri hayata geçirebilen organik örgütler gerektirmektedir. Küreselleşme ve sonuçları çok boyutlu, karmaşık, iç içe geçmiş ve kaos tipi süreçler ile desentralizasyon geliştirmeyi, beklenmeyene etkili ve süratli cevap verebilmeyi, yani bürokrasiden uzaklaşmayı gerektirir”. Bürokratik örgütler de ise bunun tersi geçerlidir. Bu örgütlerde, işler formalize edilmiştir, kaos ortamına uymayan öngörülüğe dayalı karar süreçleri söz konusudur. Yine bu örgüt tiplerinde iletişim mekanizması, ihtiyaca göre şekillenen, bilgi aktarımına dayalı, dinamik bir yapıya 49
sahip değildir, aksine talimat veren, yapılmasını gerekenleri bildiren, formal bir yapıya sahiptir (Çetin). Günümüzde, sivil toplumun tüm aktörleri arasında desantralizasyon, demokratikleşme baskın kavramlar haline geldi. Endüstri sektöründe bu kendisini endüstri sonrası yönetim teorileri (post-industrial management theory) olarak göstermektedir. Tüm bunlara neden olanlar bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler olarak ifade edilir (Borgese, 1999). Bir çok yazar, sivil toplum örgütlerinin hem devletten hem de resmi donörlerden daha fazla rekabet sağlayıcı avantajlara sahip olduğunu vurguluyor. Devletler yapıları gereği doğal olarak merkezi, bürokratik ve kontrol anlayışına dayalı örgütsel yapıya sahipler. Diğer yandan, sivil toplum örgütleri (NGO), esneklikleri, yenilikçiliğe olan isteklilikleri, hiyerarşik olmayan değerlere ve ilişkilere vurgu yapmaları, birlikteliği ve katılımı geliştirmeleri ile diğer kuruluşlardan ayırt edilirler, farklılaşırlar (Fyvie & Ager, 1999). STK’lar aynı zamanda öğrenen organzasyonlardır (Çarıkçı & Acar, 2002, s. 23). Bürokratik örgüt modelinin aksine, takım çalışmasına, ekiplere dayalı, profesyonelliğe daylı bu örgütlenmeler “organik ve birleştirici örgüt” olarak ifade edilir. Bu örgütlenlemelerin en önemli özelliği, adem-i merkeziyetçi bir anlayışa dayanmaları ve özyönetimi esas almalarıdır. Dinamik bir yapıya sahip olan bu örgütlerde, kuruluşun elemanları sürekli bir etkileşim içerisindedir. Bu etkileşimler sayesinde organizasyon sürekli yenilemekte ve kendisini yeniden üretmektedir (Çetin). 4.3. Sivil Toplum Kuruluşlarında Motivasyon Sivil toplum kuruluşlarını, kamu sektöründen ve özel sektörden ayrı ve avantajlı kılan en önemli özelliklerden biri gönüllü kuruluşlar olmasıdır. Yani sivil toplum örgütleri, bir anlamda gönüllü insanların birlikteliği anlamına gelmektedir. Belli sayıda profesyonel çalışan olsa da üyelerin büyük çoğunluğu gönüllü insanlardan oluşmaktadır. Kar amacı gütmeyen bu kuruluşlarda, insanların motivasyonunu sağlayan unsurun para, kazanç olduğu da iddia edilemez. Formel anlamda sivil toplum örgütü olan, ama işlevsel açıdan farklı amaçlar için faaliyet yürüten, bu anlamda üyelerine, çalışanlarına maddi kazanç sağlayan kuruluşlar, her ne kadar formel açıdan sivil toplum örgütü olsa da, gerçekte sivil toplum örgütü olarak değerlendirilemeyeceğinden, bu saptama, yanlış sayılmaz. Başarıda insan 50
faktörünün belirleyici olduğu günümüzde, sivil toplum kuruluşlarında istekli, maddi fayda beklemeksizin çalışan insanlara sahip olmak, bu örgütler açısından büyük bir avantaj olarak değerlendirilebilir. Tabi tüm bunların yanında sivil toplum kuruluşlarının amaçlarına uymayan, maddi çıkar elde etme, kariyer sağlama, mevki edinme gibi ya da hobi, eğlence olarak değerlendirme, arkadaş, çevre edinme gibi amaçlarla sivil toplum örgütlerine gelen üyelerin de olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu insanların da kuruluşun amaç ve hedeflerine uygun şekilde yönetilmesinde motivasyon önemli bir işlev görebilir. Literatür incelendiğinde, sivil toplum örgütlerinde gönüllülerin motivasyonunun kalıcı kılmak, daha da geliştimek için neler yapılması gerektiğine dair alan çalışmalarının, teorik çalışmaların fazla olmadığı görülmektedir. Betil, insanları sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olmasını sağlayan unsurları, “inanç” ve “umut” olarak belirtir. Betil, sivil toplum kuruluşlarının gelişmesi için bu iki kavramın gelişmesine ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır (2001). Bu değerler ancak, güven sağlanarak geliştirilebilir, bu da “şeffaflık”, “hesap verebilir durumda olmak”, “insanların katılımına olanak sağlamak” ve “insanlar arasında cinsiyet, düşünce, inanç, etnik köken ayırımı yapmaksızın herkese eşit yakınlıkta olabilmek” gibi unsurların geliştirilmesiyle mümkün hale gelir. “Hiç bir maddi çıkar beklemeden zamanını, fikirlerini, ilişkilerini kuruluşun hizmetine sunan gönüllülerin ödülü manevi tatmindir. Đnandığı bir amaç için güvendiği bir kurumda karşılıksız hizmet vererek toplumsal sorumluluğunu yerine getirmek ve çözümün bir parçası olmak için çalışır. Gönüllüler ile sıcak, sağlam bir bağ kurmak için profesyonel kadronun gönüllüleri ‘muktedir kılması’ çok önemlidir. Bu ise ciddi bir çaba ve zaman gerektiriyor. Gönüllülük ruhunu yaratmak, korumak, sürekliliğini ve etkinliğini sağlamak, doğru bir iletişim, eğitim ve denetim mekanizması ile mümkündür. Gönüllünün sağladığı kaynak parasal kaynak kadar hatta daha değerlidir” (Tarhan). Betil insanların gönüllü olma nedenlerini şöyle sıralar: •
Zevk aldığı bir şey yapmak için
•
Đnandıkları bir şeyi desteklemek için
•
Can sıkıntısından kurtulmak için
•
Becerilerini korumak için
•
Kendisini ihtiyaç duyulan kişi olarak hissetmek için 51
•
Eğlenceli bulabilir
•
Yeni dost ve çevre edinmek için
•
Kişisel gelişimine katkı sağlamayı hedeflediği için.
Betil, gönüllüğün insanlara bir takım avantajlar sağladığı gibi, çeşitli dezavantajlara da neden olduğunu belirtir. Bunlar: •
Aile ve arkadaşlardan, meslekten, hobilerden uzak kalmak
•
Ek masraflara girmek
•
Gönüllü pozisyonu dolayısıyla ek zaman ayırmak (Betil, 2001).
Betil’in
sivil
toplum
kuruluşlarında
profesyonel-gönüllü
ilişkisini,
motivasyonu etkileyen bir faktör olarak ele alır. O’na göre sivil toplum kuruluşlarında profesyonel çalışanlarla, gönüllü çalışanların uyum sağlaması en önemli unsurlardan biridir. Bu uyumun sağlanmasında profesyonel çalışanlara rol biçen Betil, yapmaları gerekenleri şöyle sıralar: •
Gönüllünün yetenek ve ilgisine uygun görevler belirlemek
•
En önemli çalışma olan gönüllü eğitimini yapmak
•
Gönüllülerin kuruluşun amacını, misyonunu benimsemesi sağlamak (2001).
Sivil toplum kuruluşlarında çalışanların ve üyelerin motivasyonunda eğitimine önemli bir anlam biçen Betil, eğitimin; •
Kuruluşun amaç ve hedeflerinin kavratılması
•
Gönüllüler arasında ortak dil, duygu, düşünce ve davranışın oluşması
•
Bireylerin
kendileriyle,
birbirleriyle
ve
grupla
ilgili
farkındalık
kazanmaları •
Grup olma bilinci ve ortak dili oluşturmaları
•
Bireylerin sorun çözme becerilerini fark etmeleri
•
Đleriye yönelik hedeflerin gerçekleştirilmesinde bireylerin aktif ve etkili hale gelmelerini
•
Gönüllüleri tanıma ve hangi amaçla kuruluşa katıldıkarını anlama
•
Kimlik yaratma
•
Gönüllünün etki alanı ve yaptığı işin öneminin anlaşılması 52
•
Sorumluluk ve ödevler belirlenmesi gibi faydalarla motivasyonu artırdığını ifade eder.
4.4. Sivil Toplum Kuruluşlarında Đletişim Sivil toplum örgütlerinin gelişimini sağlayan en önemli faktörlerden birinin, bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrimsel gelişmeler olduğu daha öncaki bölümlerde belirtilmişti. Bununla birlikte sivil toplum örgütleri, insan ilişkilerine dayalı, sosyal dayanışmanın olduğu, toplumsal fayda amacıyla oluşan gönüllü birliktelikler olarak ifade edildi. Hem çağımızın gelişmeleri hem de sivil toplum örgütlerinin niteliği iletişim ve insan ilişkilerini bu örgütler açasından önemli kılmaktadır. Buna rağmen planlama, organizasyon ve motivasyonda olduğu gibi, bu konuda da yeterli çalışmanın yapılmadığı belirtilmelidir. Dichter (1989) başarılı bir birlikteliği, güçlü insani ilişkilerin varlığı olarak tanımlamıştır. Brown (1996), bunu sosyal sermaye olarak tanımlamıştır. Brown güçlü insan ilişkilerinin güçlü sosyal sermaye anlamına geldiğini, bunun da sorun çözme yeteneğini artırdığını ve çeşitli düzeylerdeki farklı güç kaynaklarının yaratmış olduğu olumsuz ayrılıkların ortadan kalkmasını sağladığını belirtmiştir. Covey (1989), toplumsal değişim örgütlerinin (social change organizations) genellikle yerel bazda örgütlenmiş, insan ilişkilerine dayalı örgütler olduğunu, bunun da,
bu
kuruluşlara, liderin değişmesi ya da sorunlu olması durumunda, esneklik kazandırdığını savunmaktadır (Lister). Sosyal bilimler alanında egemen bir kavram haline gelen ortaklık, birliktelik (partnership), hükümet dışı örgütlerin (NGO) pratiklerinde ve retoriklerinde de kolayca kabul gören bir kavram haline geldi. Literatürde birlikteliklerle ilgili sorunların fazlasıyla bahsedilmesine rağmen, organizasyonel bir perspekiften, teorik bir algılayışın sınırlı olduğunu belirtmek gerekir (Lister). Birçok uygulayıcı ve gözlemci, başarılı bir ortaklığın, birlikteliğin (partnership) içermesi gereken faktörleri tanımlamışlar; •
Karşılıklı güven, tamalayıcı güç, karşılıklı hesapverebilirlik, karar verme süreçlerinde ortaklık, karşılılı bilgi alış-verişi (Postma, 1994, s. 451).
•
Açık ve anlaşılır hedefler, maliyetlerin ve kazançların adaletli dağıtımı, performansı
ölçmeyi
sağlayan
mekanizmalar
ve
denetleyiciler,
53
anlaşmazlıklarda karar verebilmek için açık ve tanımlanmış sorumluluklar ve süreçler (USAID, 1997, s. 1). •
Ortak bir anlayış ve karşılıklı hoşgörü (Tandon, 1990, s. 98).
•
Karşılıklı destek, geliştirici, yapıcı taraf tutma (Murphy, 1991, s. 179).
•
Finansal konularda şeffaflık, uzun vadeli birlikte çalışma sorumluluğu, diğer ortakları tanıma (Campbell, 1988, s. 10).
Bir sosyal sistemdeki birimlerin ve bireylerin arasındaki ilişki ağının düzeyi (interconnectedness), genellikle kuruluşun yenilikçi karakterini etkiler. Yeni bir düşüncenin rahat ve hızlı bir şekilde organizasyon üyeleri arasında yayılması yenilikçiliği, başarıyı artıran bir faktör olarak algılanır (Fyvie & Ager, 1999). Sivil toplum örgütlerinde iletişim kavramı tartışılırken öne çıkan konulardan biri de bu örgütler arasındaki ilişkilerdir. Bilgi ve iletişim teknlojisindeki gelişmelerle birlikte bu ilişkilerde bir artışın olduğu görülür. Öyleki internet arcılığıyla kurulan ağlar sayesinde bugün “aşağıdan küreselleşme” olarak da adlandırılan dünya genelinde yaygın örgütlenmelere gidildiğini ve bu örgütlerin uluslararası sistemde ciddi yankılar yaratttığı görülmektedir. Bununla birlikte bu ilişkilerde ciddi sıkıntıların, sorunların yaşandığı da belirtilmektedir. Hükümet
dışı
kuruluşlar açısından,
organizasyonalar
arası
ilişkiler,
ekseriyetle özel, şahsi ilişkilere dayandığı, birçok hükümet dışı kuruluş çalışanı ve gözlemcisi tarafından vurgulanır. Fakat yönetim teorilerinde bu gerçeklik dikkate alınmamıştır. Organizasyonel düzeyde ilişkilenmelerin olmadığı durumlarda bireysel aktörler ve ilişkiler kritik öneme sahiptir. Bu ilişkiler organizasyonel sınırlar aşarak başkalarıyla doğrudan ilişkiler kurarak çeşitli faaliyetlerin olması açısından avantaj olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte, bu ilişkiler dezavantaja da dönüşebilir. Birliktelik, ortaklık çok yönlü ve organizasyon bileşenlerinin tümünü kapsadığı sürece bir güçe dönüşebilir. Eğer tüm ilişkiler sadece lider tarafından yönetilirse, bu tür bir ortaklık, birliktelik sorun yaratır (Lister). Sivil toplum örgütleri arasında daima simetrik, dengeli ilişkiler bulunmaz, asimetrik ilişkiler de yaşanır. Bu ilişkilerde totaliter yaklaşımların geliştiği gözlemlenmektedir. Güçlü organizasyonların bu ilişkilerde belirleyici oldukları vurgulanmaktadır. Organizasyonel ilişkilerde bireysel ilişkilerin belirleyiciliği, sivil toplum örgütlerinin gelişimi için yapılan teorik tartışmaların bir diğer önemli sorunudur. Eğer örgütler arasında birlikteliklerin oluşturulması düşünülüyorsa, 54
potansiyel bileşenlerin neleri zorunlu kıldıkları ile pratik için bunların ne anlam ifade ettiği konusunda açık bir kavrayışın olması gerekmektedir. Kapasite düzeyi, kurumsal güçlü yanlar, yenilikçiliğin ve yaratıcılığın büyümesi ve gelişmesi gibi kavramlar organizasyonel süreçlerde değişim için temek dayanaklardır. Bir çok faktörü birlikte değerlendiren yaklaşımlar ancak sivil toplum orgütleri teorilerini geliştirebilir (Lister).
4.5. Sivil Toplum Kuruluşlarında Liderlik Stratejik yönetim, katılımcılık, yenilikçilik, yaratıcılık, desantralizasyon, sosyal sermaye gibi, sivil toplujm örgütlerinde egemen hale gelen değerler, bu örgütlerde de yeni bir liderlik anlayışının gelişmesini sağlamıştır. Teorik açıdan bu değerler öne çıkmakla birlikte bu değerlerle çelişen anlayışlar da devam etmektedir. Şahıslardan çok kuralların ve misyonun yön verdiği ve profesyonel kadroların güçlü olduğu kurumsallaşan örgütler çok daha iyi çalışır ve ömürleri çok daha uzun olur (Tarhan). “Küresel ekonomi, küresel düşünüp hızlı yerel çözümler üretebilme becerisine ve iletişim ağına sahip, toplumsal kabulu ve etkinliği yüksek projeleri hayata geçirebilen organik örgütler gerektirmektedir. Küreselleşme ve sonuçları çok boyutlu, karmaşık, iç içe geçmiş ve kaos tipi süreçler ile desentralizasyon geliştirmeyi, beklenmeyene etkili ve süratli cevap verebilmeyi, yani bürokrasiden uzaklaşmayı gerektirir”. Bu bağlamda günümüzde yaratacı lider anlayışının geliştiği görülür. Belirsizlikleri azaltmak, vizyon ve misyon yaratarak, riskleri minimize etmek bu yeni liderlik anlayışının unsurları olarak ele alınır (Çetin). Liderlerin, çevresel değişimleri zamanında görerek, örgütü bir bütünen bu değişimlere uyarlama yeteneğinde olması beklenir. Liderlerin, örgüt içerisinde farklı çıkarları bir araya getirip birleştirerek, uzlaşmayı sağlamaları ve çevresel şartların dayattığı değişimi gerçekleştirmaleri beklenir. Bunu da sivil toplum örgütü içerisinde ortak normlar, değerler yaratarak başarılar (Bennis ve diğerleri, 1985 alıntılanmıştır, Çetin). Lidere bağımlı sivil toplum örgütelerinde katılımcı bir yönetim anlayışından bahsedilemez (Tarhan). “Liderin bu örgütteki görevleri örgüt elemanlarının kendi kendilerini
güdülendirecek
koşulları
sağlamasıdır.
Ancak
bu
örgütlerde,
transformasyonel liderlik bir düşe bir vizyona yöneltme ve yönlendirme çabasını, sadece tasarımsal-zihinsel değil, davranışlarla da özendirme liderliğidir, yani kreatif transformasyonel liderliktir. Bu liderler, kendi örgütü dışındakileri de biz olarak 55
algılayan ve içte ve dıştaki kültür ve anlayış farklılıklarını görevdeş (sinerjik) olarak yönetebilen liderlerdir” (Edinsel, 1997’den alıntılanmıştır Çetin). Teorik açıdan bu değerler öne çıkmakla birlikte bu değerlerle çelişen anlayışlar da devam etmektedir. Çetin, “kurucu lider” anlayışının olduğu sivil toplum örgütlerinde, kurumsal yapının oturmadığını, gelişmediğini belirtir. Kızıl Haç gibi, bazı sivil toplum örgütleri, bu liderlik anlayışının olumsuz etkilerinden kurtulmak için tüzüklerine liderin yetkinliklerini tanımlamışlardır. “...Liderlik vasfı, toplum bilinci ve bilgisi, çalışmalarında deneyim, duruma göre davranış ve diplomasi yeteneği, kişiler arası iyi iletişim yeteneği, tarafsızlık, doğruluk ve gizliliğe uyum yeteneği...”
gibi
yetkinlikleri
tanımlayarak
kurumsal
gelişmeyi
sağlamaya
çalışmışlardır (Çetin).
5. Bir Model Olarak “Aşağıdan Küreselleşme Hareketi” Tartışmaları Yukarıdan küreselleşmeye karşı, hakim iktidar merkezlerine göre marjinal konumda bulunan toplumsal mekanlarda ortaya çıkan hareketler, ulusal sınırları aşan ağlar aracılığıyla ilişkiler geliştiryorlar, ağlar kuruyorlar. Bu ağlar sayesinde “ortak bir inanç sistemi ve ortak bir program” geliştirmeye başlıyorlar. Ulusötesi şirketler, hükümetler ve uluslar arası kuruluşlar bu ağların yaratmış olduğu güç karşısında bazı normlara uymak zorunda kalıyorlar (Brecher, Costello & Smith, 2002, s. 49-50). Aşağıdan küreselleşe hareketinin ana stratejisi, genel olarak kabul edilen normları gözetmek, bu normlar ihlal edildiği takdirde bunu tespit etmek ve normları ihlal eden güçlerin bu tutumlarından fazgeçmesi için toplumsal onayı ve rızayı geri çekmek olarak ifade edilebilir. Đktidar sahiplerine, eğer şu normlara uymazsanız, faaliyetlerinizi engeller, onaylamaz, egemenliğinizi ortadan kaldırırız, mesajı verilir. Toplumsal hareketin popüler sloganı “Hallet ya da yok olacak” sloganı bu stratejiyi özetliyor. Đyi bir strateji, hareketin bütün bileşenlerine kapsayan, belirli bir örgütlenmeyi veya belirli bir kesimi aşan bütünsel bir vizyonu gerekli kılar. Yine iyi bir strateji hızlı değişime ayak uymayı dağlayacak bir esnekliğe de sahip olmalıdır (s. 149). Aşağıdan küreselleşme ancak, yukarıdan küresellemeden zarar gören kesimlerin işbirliğini sağlayarak birleşik bir güç yaratabilirse başarılı olabilir. Bu işbirliği, diyalog, karşılıklı yardım, ortak mücadeleler, ortak normlar, ortak programlar,
kültürel
uyum,
çatışmaların
azaltılması
gibi
değerlerin 56
yaygınlaşmasıyla, ortak değerler haline gelmesiyle gerçekleşecektir (s.73-75). Aşağıdan küreselleşmenin başarılı olabilmesi için, sadece kendi sorunları üzerinde odaklanan, başkalarının sorunlarını görmeyen, birliği engelleyici yaklaşımlar değişmek zorundadır. Kendi çelişkilerini çözüme kavuşturması gerekiyor. Bunu da, bir bütün olarak hareket hakkında bir vizyon geliştirip, hareketin her bir bileşeninin kendi perspektifini bu vizyonla bağdaştırmasını sağlayarak yapabilr. Ayrıca hareket bu anlayışın pratik ifadesi olan bir “küresel dönüşüm programı” da geliştirmeye ihtiyaç duyuyor (s. 87). Farklı gelenek ve deneyimlere sahip gruplar, ortak dünya görüşleri, paradigmalar, vizyonlar veya çerçeveler ya da ideolojier aracılığıyla birleşebilirler (s. 89). Hareketler, insanların duygularını ifade etmelerinden öteye gidemedikleri takdirde, statüko üzerindeki baskıların azalmasına, statükonun devamı için bir emniyet sübabı işlevi görmesine de neden olabilirler, başka bir deyişle sistemin yedeğine düşebilirler (s. 93). Bir hareketin, insanların duygularını ifade etmesinden öteye gidebilmesi için program sahibi olması gerekir. Program sayesinde hareketler, vizyonu somut hedeflere dönüştürerek förmüle eder ve bu şekilde insanların duyguları, istekleri ile gerçek yaşam arasında aracılık rolü oynarlar (s. 94). Mevcut sistemin yarattığı sorunları dile getirmek tek başına yetmez. Bununla birlikte alternatif çözüm önerileri de geliştirmek gerekir. Bir toplumsal hareketin başarısı için, programı bu alternatifleri de içermelidir. Bir program, bileşenlerinin hem ortak hem de farklı ihtiyaçlarını kapsayan, toplumsal değişime ilişkin bütünsel bir çerçeve çizmelidir. Bu şekilde bireysel çıkarların karşılandığı ortak bir çıkar inşa eder. Program, bugün başarılması gerekenleri ele aldığı kadar, geleceğe dönük de bir çerçeve çizmelidir. Gelecekte elde edilecek gücün nasıl kullanılacağını ortaya koymalıdır (s. 95). Bir program, hareketin içindeki farklı unsurlar, daha geniş halk kitleleri, kendisine karşı olan muhalefet ve değiştirilecek olan dünyaya ilişkin olarak dört temel işlevi yerine getirmelidir. Đlk olarak, kareketin içindeki farlı unsurları birleştirmek zorundadır. Đkincisi, hareketle ilişkisi olmayan daha geniş halk kitlelerinin desteğini kazanmaya çalışmalıdır. Üçüncüsü, kendisine karşı olan muhalefeti zayıflatmak, dağıtmak, tarafsızlaştırmak yapabiliyorsa bazı kesimlerini kazanmak için çaba sarfetmelidir. Son olarak, gerçek dünyanın sorunlarına dair iyi çözümler önermelidir (s. 96).
57
Egemenlerin en büyük zaafı başkalarının desteğine ve rızasına bağlı olmasıdır. Toplumsal hareketin gücü ise bu onayı ve rızayı geri çekme potansiyeline sahip olmalarıdır. Bu potansiyel gücün aktifleşmesi, somut eylemlere dönüşerek değişimi zorlaması için stratejilere ihtiyaç var (s. 147). Aşağıdan küreselleşme hareketi merkezi bir örgütlenmeden ziyade aşağıdan özörgütlenmeye dayalı bir örgütlenmeyi gerektirir. Bu özörgütlenmeler uluslar arası sivil toplum, hükümet dışı kuruluşlar ya da uluslar arası savunma ağları gibi terimlerle adlandırılıyor (s. 115).
Ağ Tipi Organizasyon Modeli: Siyaset bilimci Margaret Keck ve Kathryn Sikkink’in “belirli bir yaklaşımı savunan ağlar” olarak adlandırdığı yeni örgütlenme biçimleri sadece hükümet dışı kuruluşlardan oluşmaz; bununla birlikte yerel toplumsal hareketleri, kurumları, medyayı, kiliseleri, sendikaları, tüketici örgütlenmelerini, entelektüel, bölgesel ve uluslar arası hükümetler arası örgütlerin ve hüküetlerin yürütme ve/veya yasama kollarının bazı kesimlerini de kapsayabilir. Aşağıdan küreselleşme hareketinin örgütlediği kampanyalarda en öenmli örgütlenme aracı ağlardır. Ağlar klasik örgütlenmelerden farklıdır; resmi olarak belki bazı kuruluşlar başını çeker ama pratikte tüm planlamalar ağ üzerinden bileşenler tarafından birlikte çıkarılır (ss. 118119).
Ağ tipi örgütlenmelerin güçlü yanlarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: 1. Örgütçüler ve sıradan katılımcılar arasında sert ayrımlar yoktur. 2. Statükodan kuşku duymaya başlayan insanları biraraya gelmesini kolaylaştırır. 3. Onayı geri çekmenin çok çeşitli biçimlerini örgütleyebilir. 4. Farklı düzeylerdeki çeşitli grupları birbirine bağlama konusunda son derece esnektir. 5. Ağlar içinde, iletişim akışını tekeline almak ya da iletişimin örgütsel sınırlarını aşan akışını engellemek zordur. 6. Ağlar liderlik hakimiyetine karşı dirençlidir. 58
7. Liderleri, kıt örgütsel kaynakları denetimleri altına almaya ya da fiziksel gücün belirli bir biçimine değil, büyük ölçüde iknaya dayanır. (Şu ana kadar, aşağıdan küreselleşme hareketi saygı duyulan, ama otoriter olmak şöyle dursun, karizmatik olmayan liderler yetiştirdi) 8. Otorite devredildiğinde çabucak eskir ve ancak aktif güven olduğunda yenilenebilir. 9. Ağlar denetimin sekter tarzda ele geçirilmesine karşı, daha geleneksel örgütlenme biçimlerine göre çok daha fazla dirençlidir. 10. Bu tür merkezsiz bir form deneyselliğe de izin verir; ki bu başarısızlıkların bir bütün olarak hareket için bir felakete yol açmasının düşük bir ihtimal olması anlamına gelir (s. 121-122).
Ağ tipi örgütlerin zayıf yanlarını şöyle sıralayabiliriz: 1. Ağlar, geleneksel örgütlenmelerle karşılaştırıldığında yüksek düzeyde bir kişisel sorumluluk gerektirir. 2. Bu örgütlenme biçiminin sadece yıllık bir katkı ya da aidat çeki göndermekle kişinin ödevi yerine getirmiş sayılmasına izin verilmemesi, hem zayıf hem de güçlü yönüdür. 3. Hükümet dışı kuruluşlar ve ağlar hiçbir şekilde eşitsizliği ortadan kaldırmazlar. 4. Bir örgütlenmenin aksine, bir ağ anlaşmazlıkları çözmek için resmi bir mekanizmaya sahip değildir. 5. Ağların ve dayanışma grubu konseylerinin, etkinliklerine bilerek zarar verecek grupları kontrol etmelerini ya da kendilerini bu gruplardan ayrıştırmalarını sağlayacak hiçbir resmi aracı yoktur. 6. Hükümet dışı kuruluşlar yeni bir elit işlevi görebilirler. Teknik deneyim, örgütlenme ve finansmana sahipler ve büyük kaynakların dağıtımını yapıyorlar. Hükümet dışı kuruluşlar şu anda, BM sisteminin tamamından daha fazla yardım dağıtıyor. 7. Hükümet dışı kuruluşlar aynı zamanda kamusal işlevlerin özelleştirilmesi için bir kılıf işlevi de görebilir.
59
8. Hükümet dışı kuruluşlar seçkinlerin çıkarları tarafından yaratılabilir veya ele geçirilebilir, böylece onların çıkarlarının taşıyıcıları olarak hizmet edebilirler. 9. Ağ formu temsil sorunlarını da barındırır: tek kişiyi temsil eden bir örgütlenme, 10.000 kişiyi temsil eden bir örgütlenmeyle eşdeğer bir statüde görünebilir. 10. Son olarak, hesap verebilme sorunundan bahsedilebilir. Bu örgütlenmeler geniş halk kitleleri adına faaliyet yürütüyorlar ama bu kitlelerin hesap sorma mekanizmaları yoktur (s. 122-124). STK' ların amacını açık ve net ortaya koyabilmesi ve bu amaç etrafında bağışçı ve gönüllülerini buluşturabilmesi, başarı için birinci koşuldur. STK' ların hedef kitlesine sunduğu plan ve projeler de başarı için kritik bir faktördür. STK'lar için diğer bir başarı faktörü insan unsurudur. “STK'larda profesyonel yönetim, sağlam bir altyapı ve işleyen sistemler kalıcılığın sağlanması açısından olmazsa olmazdır”. Performans değerlendirme sistemleri, sivil toplum kuruluşlarının başarısını etkileyen bir diğer önemli unsurdur. “Kendi içinde değerleme sistemlerini kurmak, yapılan çalışmaların sonuçlarını ölçebilmek, şeffaf olarak açıklayabilmek ve hesap verebilmek çok önemlidir. ... Her STK gönüllüleri kadar güçlüdür. STK'lar kişilere güvenle kurulur, kurumlara güvenle süreklilik ve kalıcılık kazanır” (Tarhan). Sivil
toplum
örgütleri
açısından
büyüme,
genişleme,
daha
büyük
organizasyonlar haline gelerek, daha büyük bütçeleri yöneterek ve daha fazla insanlara ulaşarak sağlanabilir. Bu, hedeflere ulaşmak için bir yol ve yöntemi ifade ederken, bununla birlikte sivil toplum örgütleri (NGO), amaçlarına ulaşmak için daha farklı yol ve yöntemler de kullanıyorlar. Bu yollardan bazıları, organizasyonların niceliksel büyümeyi yaşamadan da, gelişebileceğini göstermektedir. Sivil toplum örgütleri, etkinliklerini fiziksel açıdan büyüyerek (quantitative scaling up), yeni aktiviteler yaparak (functional scaling up), diğer organizasyonların hareketlerini etkileyerek (political scaling up used) ve son olarak, kendi organizasyonel sürdürülebilirliğini sağlamlaştırarak (organizational scaling up) artırabilirler, geliştirebilirler (Uvin, Jain, & Brown, 2000). Yeni paradigmada, sivil toplum kuruluşlarının başarılı bir şekilde genişleme ve büyüme dereceleri, sadece fiziksel büyümeleri ile değil, ürettiklerinin düzeyi ile, farklı aktörler tarafından geliştirilen proje sayıları ile, sivil toplumun entellektüel ve 60
sosyal çelitlilik düzeyi ile belirlenir. Burada ölçümün kriterleri, sadece para, çalışanlar, makinalar, değil bununla birlikte kuruluşun sahip olduğu ağlar, güvenilirliği, inanılırlığı, alternatif bilgiler üretmesidir. Sonuç olarak kuruluştan kazanç elde eden kişi sayısı değil, daha çok yerel potansiyelleri açığa çıkarması, sektörler arası ilişkileri geliştirmesi, birliğin ve doğruluğun normlarını güçlendirmesi ve demokratik bir ortamı ve sosyal farklılıkları güçlendirmesi önemlidir ve belirleyicidir. Yeni paradigma standartizasyondan daha çok çelitliliği, prolejelerden daha fazla süreçleri, finansal güçten daha çok toplumsal gücü, bürokrasiden daha çok sivil toplumu, rekabet ve ikameden daha çok sinerjiyi esas alır (Uvin, Jain, & Brown, 2000).
III. TÜRKĐYE’DE SĐVĐL TOPLUM/SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARI
1. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Sivil Toplum Sivil toplumun temel aktörleri olan örgütleri tanımlamak için bir çok kavramın kullanıldığı ilk bölümde incelenmişti. Bugün dünya genelinde bu kuruluşları tanımlamada ve adlandırmada en çok kullanılan, başvurulan kavramın Non-Governmental Organization (NGO) olduğu belirtilebilir. Đngilizce’deki "NonGovernmental Organization" kavramı
Türkçe’ye tam olarak “hükümet dışı
kuruluşlar” olarak çevrilmektedir. Türkiye’de ise bu örgütleri adlandırmak için daha 61
çok Sivil Toplum Kuruluşları (STK) kavramı kullanılmaktadır.
Hükümet dışı
kavramı da Türkiye’de kullanılan bir adlandırmadır. Geçmişte cemiyetler, klüpler, vakıflar olarak adlandırılan bu kuruluşlar günümüzde demokratik kitle örgütleri olarak da adlandırılmaktadır (“Sivil”, 2001, s. 4). Doğan, bu örgütleri adlandırma ile ilgili görüşlerini ifade ederken, sivil toplum kuruluşu kavramının yaygın olarak kullanıldığı belirtmekte, bununla birlikte “baskı grubu”nun da bu örgütleri tanımlamak için kullanıldığını ifade etmektedir (2002, s. 238). Türkiye’de devlet dışı kuruluşları ifade etmek için, “sivil toplum örgütleri”, sivil toplum kuruluşları”, “demokratik kitle örgütleri”, “gönüllü örgütler”, “üçüncü sektör”, “yönetim dışı örgütler” gibi kavramlar kullanılmaktadır (Sancar, 2000, s. 20). Ahmet Đnsel, batı toplumlarında "hükümet dışı örgütler" olarak ifade edilmeye başlanan bu tabiri Türkçe’ye sivil toplum kuruluşları olarak çevrildiğini, ancak "idare/yönetim dışı kuruluşlar" veya "devlet dışı örgütler" kavramlarının daha doğru bir tanımlama olacağını belirtmektedir. Đnsel, sivil toplum kavramının kullanılma nedenini şöyle açıklıyor: “...Türkiye'de devlet dışında bulunmak zanlı olmak için güçlü bir kanıt oluşturduğu için, daha yumuşak bir tabir tercih edildi. Üstelik sivil toplum örgütü tabiri, bu kuruluşlara, o dönemde Türkiye'de yükselen sivil toplum bilinçlenmesinin taşıyıcılığını yapma misyonunu üzerine aldıklarını ifade etmelerini sağlıyordu” (2002). Latince "civis" kökünden, Türkçe’ye “sivil” olarak çevrilen kavram "yurttaş veya kenttaş" anlamına gelmektedir. “Sivil toplum” kavramı da yine Fransızca’daki "societe civile" kavramından çevrilmiştir (“Sivil”, 2001, s. 9). Türkiye’de, siyasi partiler, vakıflar, dernekler, sanayi ve ticaret odaları, meslek örgütleri, üniversiteler, sendikalar, farklı platform ve yurttaş girişimleri sivil toplum kuruluşları kapsamında değerlendirilir (“Sivil”, s. 4). Türkiye’deki sivil toplum örgütleri, farklı alanlarda faaliyet yürütmektedir. Yoksullukla mücadele, sağlık hizmetleri, aile planlaması, eğitim, çevre ve ekoloji, kültürel ve etnik değerler, dini değerler, mesleki ve profesyonel örgütlenmeler sivil toplum kuruluşlarının faaliyet yürüttüğü başlıca alanlardır (“Sivil”, 2001, s. 10). Bununla birlikte fikir, felsefe, ahlak gibi alanlarda da bu kuruluşların faaliyet yürüttüğü görülmektedir (Azaklı, 1997, ss. 228-229). Türkiye’de ve dünyada 1990’lar sonrası popülerleşen, sosyal bilimlerin önemli bir tartışma konusu haline gelen sivil toplum ve sivil toplum kuruluşu 62
kavramının, Türkiye’de oldukça uzun bir tarihe sahip olduğu görülür. Dünya Bankası, "Türkiye’de STK’lar" konusunda hazırladığı raporda (1997), Türkiye’de sivil toplumun, gönüllülük kavramı ile birlikte geliştiğini belirtilmektedir. Gönüllülük kavramının, Osmanlı Đmparatorluğu’nun kuruluş yıllarına kadar uzanan, 700 yıllık uzun bir tarihi dönemi ifade ettiği görülür. Dünya Bankası, Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde, kimi toplumsal hizmetlerin gönüllü kuruluşlarca yapıldığını belirtmektedir. Özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerini yürüten, gönüllülerden oluşan dönemin vakıfları, Türkiye’de bugünkü eğitim ve sağlıktan sorumlu devlet kuruluşlarının temellerini atmışlardır (“Sivil”, 2001, ss. 9-10). Mardin, Vergin ve Sarıbay gibi pek çok sosyal bilimci islami akımları, başka bir ifadeyle cemaat ve tarikat örgütlerini sivil toplum örgütleri olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte yukarıda anılan sosyal bilimciler, sivil toplumun özünde bireyi etkin kılmayı hedeflediği, bununla birikte cemaat ve tarikat örgütlerinde bireyin özgürlüğünün ve inisiyatifin cemaat bilinci içinde önemsizleştiğini, bundan dolayı da bu örgütlerin sivil toplum örgütleri olarak tanımlanamayacağını ifade etmektedirler (Azaklı, 1997, ss. 228-229). Selçuklu ve Osmanlı döneminde halka yönelik hizmetlerin vakıf adı verilen kuruluşlar tarafından verildiği görülür. Bu kuruluşlar yerel idarenin araçları olarak çalışan, merkezi idarenin yetersiz kaldığı durumlarda, merkezi idarenin yapamadığı işleri; toplumsal hizmetleri, altyapı hizmetlerini yapan örgütlenmelerdi. Bu örgütlenmelerin daha çok islami gelenekten gelen yardım anlayışına ve dini motiflere dayandığı görülür. Medreseler, cemiyetler, tarikatlar Osmanlı döneminin sivil unsurları olarak değerlendirilmektedir. Devletten bağımsız olarak gelişen vakıfların o dönemde medreselere kaynak sağladığı görülür. Osmanlı döneminde bir diğer önemli sivil oluşum da loncalardır. Devletten bağımsız faaliyet yürüten loncalar, şehirlerin en temel ekonomik birimini oluşturuyordu. Bu örgütlerin yönetimleri devletten bağımsız olarak esnaflar tarafından seçilmekteydi. Toplumsal dayanışma geleneğini yaratan vakıf ve loncalar, Osmanlı döneminde önemli bir toplumsal boşluğu doldurmuştur.
Resmi
kayıtlara
göre,
19.
yüzyılın
başlarında
Osmanlı
Đmparatorluğu’nda 15.000’den fazla vakıf bulunmaktaydı. Bu veriler o dönemde kurulan vakıf ve loncaların Türkiye için önemli bir toplumsal dayanışma geleneği yarattığını göstermektedir.
63
16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devletten bağımsız olan, medrese, vakıf, tarikat ve lonca gibi sivil kuruluşların yavaş yavaş merkezi idarenin etkisi altına girdiği ve bağımsız olma özelliklerini kaybettikleri görülmektedir (“Sivil”, s. 10). II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı’da sivil toplumun altın çağını yaşadığı söylenebilir.Ancak hem Genç Osmanlıcılar hem de Jön Türkler akımı içerinde yer alan aydınların tepeden inmeci, kurucu ve düzenleyici devlet felsefesinin temellerini attığı görülmektedir, ki bu felsefik yaklaşım sivil toplumu yok sayan, gelişmesini engelleyen bir düşünce sistemidir (Çaha, 1997, s. 36). Cumhuriyetin ilanından önce merkezi idarenin sivil toplumu denetim altına aldığı görülse de, bu dönemde sivil toplumun modern unsurlarla biraz daha canlandığı, güçlendiği görülmektedir. Siyasi partiler, basın yayın organları, dernekler, ekonomik gruplar, bankacılık sektörü, ticaret, hukuki ve idari düzenlemeler, sivil toplumun gelişmesine önemli katkılar sağlayan faktörler olarak değerlendirilmektedir.
2. Cumhuriyetten Günümüze Sivil Toplum Cunhuriyet ile birlikte sivil toplumun gelişiminin önü açılmıştır. Cumhuriyet sistemini ve onun temellerini düzenleyen anayasanın ve sosyal düzenlemelerin yapılması sivil toplumun gelişmesine imkan sunmuştur (Azaklı, 1997, s. 227, Karaman’dan alıntı yapmıştır). Osmanlı Đmparatorluğundan Cumhuriyete geçişle birlikte zayıf bir sivil toplum ve merkeziyetçi bir geleneğin alındığı görülmektedir. Tek partili yıllarda karanlık dönemini yaşayan sivil toplumun, 1950 yıllarla birlikte canlanmaya başladığı ve özellikle 1980’li yıllardan sonra bir gelişmeyi yaşadığı görülmektedir (“Sivil”, 2001, s. 10). Tarhan, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde, 1924 yılında kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne Osmanlı’dan devredilen vakıf sayısının 26.798 olduğunu, bununla birikte, 1990 tarihine kadar kurulan vakıf adetinin 2817 olduğunu belirtmektedir. Günümüz de ise bu rakamın 4800 civarında olduğunu belirtmektedir. 12-13 Aralık tarihinde Đstanbulda yapılan 14. Sivil Toplum Semozyumuna katılan Fikret Toksöz ise buğün Türkiye’de 4.547 adet vakıfın, 152.369 derneğin (2001 verilerine göre), 59.144 kooperatifin bulunduğunu belirtmiştir. Meslek odaları, sendikalar ile birlikte Türkiye’de toplam 22.803.728 kişinin sivil toplum örgütlerine üye olduğunu belirtmiştir. Bu, Türkiye’de 18 yaşın üstündeki nüfusun neredeyse yarısının br sivil toplum örgütü üyesi olduğu anlamına gelmektedir (2003). Tabi 64
Türkiye’deki mevcut toplumsal duruma bakıldığında, gerçekte bu rakamlara denk bir sivil toplum bilinci ve etkinliğinin olmadığı görülmektedir. Türkiye’deki merkeziyetçi-bürokratik devlet yapısının, hem tarihindeki pratiklerinden hem de Cumhuriyet sonrası uzun bir süre devam eden otoriter politikalardan dolayı sivil toplumun gelişmesini engellediği belirtilebilir (Çaha, 1997, s. 34). Türkiye’de batının tersine sivil toplum alanı yeterince gelişmemiştir. Bundan dolayı Türkiye’de iktidarı sınırlandıran değişimler sivil toplumun zorlaması sonucu gerçekleşmemiştir. Daha çok iktidarın kendi kendisini sınırlaması söz konusudur (Yılmaz, A., 1997, s. 91). Türkiye modernleşme sürecinde devlet eliyle sivil toplum yartılmaya çalışılmıştır. Ancak sivil toplumdan ziyade bürokratik toplum denebilecek yeni bir model ortaya çıkmıştır (Tosun, 2002, s. 54). 1923-1946 yılları arası tek partili otorite yılları Türkiye’de sivil toplum açısından en karanlık dönemi ifade etmektedir. Cumhuriyet, kötü de olsa bir sivil toplum geleneğini Osmanlıdan devralmıştı. Medrese, tarikat, vakıf, özel teşebbüs, ekonomik gruplar, siyasi partiler, dernekler, işçi hareketleri, kadın hareketleri gibi sivil toplum oluşumlarının Osmanlı’da zayıf da olsa var olduğu görülmektedir. Ancak tek partili dönemle birlikte “tek tipleştirme”, “homojenleştirme” politikaları karşısında bu tür sivil toplum örgütleri işlevsizleşmiş, sivil toplumun var olma koşulları ortadan kaldırılmıştır (Çaha, 1997, s. 36). 1950-1980 arası dönemde devletin toplum üzerindeki korku perdesi kalkmış, sivil toplum unsurları uzun bir dönemden sonra tekrar toplumsal yaşamda yer edinmeye başlamıştır. Bu dönemde yürütülen politikalar, tek partili dönemde yürütülen “tek tipleştirme”, “homojenleştirme” politikaların aksine, bir yandan toplumsal farklılaşmanın açığa çıkmasını sağlarken, diğer yandan bu farklıkların toplumsal alanı, devlet alanına göre daha fazla zenginleştirmesini sağladı. 1950-1980 arası dönemde sivil toplumun ciddi bir gelişmeyi yaşamasıyla birlikte, bu grupların siyasal yaşamın gerçek aktörleri olduğu söylenemez. Siyasal yaşamın temel aktörleri devletin elit tabakası olmaya devam etmiştir. Bu dönemde sosyal grupların siyasal partilerin yörüngelerine girdikleri görülmektedir (Çaha, 1997, s. 37). 12 Eylül askeri darbesi sonrası hazırlanan 1982 Anayasası devlet-toplum ilişkisinde devleti esas alan, devleti koruyan bir anlayış ile hazırlanmıştır. Bununla yetinilmeyip, siyasi rejim de tahkim edilmiştir (Yılmaz, M., 1997, s. 368). 12 Eylül ile birlikte toplum siyasetten uzaklaştırılmış, siyasal akımlar dahil olmak üzere 65
devlet, toplumsal yaşamın her alanını kontrol altına almıştır (Azaklı, 1997, s. 227). 1982 Anayası, temelde devleti koruyan ve yücelten bir anlayışla hazırlanmıştır. Gerek toplumsal ve siyasal farklılıkları tanımlarken, gerekse de temel insan hakları tanımlanırken bu anlayışın esas alındığı görülmektedir. Anayasal anlamda Türk devleti, Machiavelli ve Hegel’in formüle ettiği, her koşulda itaat edilmesi gereken yarı-Tanrısal devlet anlayışınına dayanmaktadır (Çaha, 1997, s. 37). 1982 sonrası, teorik olarak “kutsal ve metafiziksel” bir devlet anlayışı olmakla birlkte pratikte bunların kısmen aşıldığını da belirtmek gerekir. 24 Ocak kararları ile liberal ekonomiye geçiş, dini haklar, kadın hakları, çevre , eğitim hakları, etnik/kültürel haklar atılan bazı adımlar bu aşınmayı ifade etmektedir (Çaha, s. 38). Türkiye’nin Anadolu’daki tarihine bakıldığında birçok değişimin dünya genelinde yaşanan değişimlerden etkilenerek gerçekleştiği görülmektedir. 1980 sonrası dünyada yaşanan gelişmeler adeta Trükiye’de sivil toplum kavramını kullanmayı zorunlu hale getirmiştir. Bu yılların başlarından itibaren dünya genelinde özelleştirme, liberal iktisadi politikalar, insan hakları, çevre hakları, sivil toplum gibi konular gündem haline gelmiştir (Çaha, s. 34). 24 Ocak 1980 tarihinde başlayan yeni ekonomik ve politik tercih ve uluslar arası sahada meydana gelen değişimler Türkiye’de sivil toplum kavramının yeniden canlanmasını sağlamıştır. Uzun bir dönem devletçi, planlamacı, karma ekonomi politikasından vazgeçip, serbest piyasa ekonomisine geçiş Türk siyasal yapısının köklü değişimler yaşamasına neden olmuştur (Çaha, s. 33). 1980 sonrası Türkiye’de tartışılan iki temel kavram sivil toplum ve liberalizmdir. (Çaha, s. 39). Bostancı ise demokrasi ve sivil toplum kavramlarının bu dönemde öne çıktığını dile getirmektedir (1997, s. 181). 1980 sonrası sivil toplumcu ve liberal anlayışın gelişmesinde Turgut Özal’ın önemli bir rolü vardır. Özal’ın vefatıyla Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Süleyman Demirel ile birlikte bu eğilimlerin zayıfladığını ve devletçi anlayışın tekrar hakim gelmeye başladığını görmekteyiz (Çaha, s. 61). 1990’lı yıllarda örgütsüz sivil inisiyatifler gelişmeye başlamıştır. “Barış için bir milyon imza”, “Kocakulak aradan çekil”, “Aydınlık için bir dakika karanlık” , “Oy verdik sonra boş verdik. Boşvermeyin” gibi kampanyalarda toplumsal hareketlere yoğun bir katılımın olması, vatandaşlar arasında yurttaşlık bilincinin geliştiğine dair umutların büyümesini sağladı. Ancak bu hareketlerin bütünlüklü bir 66
toplum projesine sahip olmamalarından dolayı bu katılım zaman içerisinde düştü ve bu hareketler kendi içinde daralmaya başladılar (Tosun, 2002, s. 54). 1980 sonrası Türkiye’de sivil toplumun başlıca cephelerini çevre grupları, kadın grupları, Alevi grupları, etnik/kültürel haklar temelinde, özellikle Kürt sorunu çerçevesinde gelişen gruplar, bu dönemde önemli bir açılım sağlayan insan hakları bağlamında ortaya çıkan gruplar oluşturmaktadır (Çaha, ss. 48-53). Yine 1980 yılları sonrası, geçmişte devlete göbekten bağlı olan aydınların, bu bağı kopararak, devletçi anlayışa karşı, sivil toplum, liberalizm, demokratik katılım, insan hakları, islam, sosyal demkrasi gibi değerlere yöneldiğini görmekteyiz (Çaha, 1997, s. 42). Türkiye’de islami gruplar sivil toplumun en etkin ve yaygın cephesini oluşturmaktadır. Özellikle 1980 sonrası islami grupların etkinliği ve yaygınlığı artmakla birlikte, bu grupların yükselişi esasta 1950 sonrasına dayanmaktadır. Tek partili dönemde bastırılan bu gruplar, çok partili sisteme geçişle birlikte yeniden etkili olmaya başlamışlardır. 1980 sonrası islami uyanış, özel alandan ziyade artık kamusal alanda büyümeye başlamıştır. Đslami uyanışa olan tepki de özünde bu kamusal niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bugün akonomik alandan, eğitim alanına, siyasal alandan entelektüel alana kadar geniş bir alanda islami kesimler ciddi bir etkinlik ve yaygınlık kazanmıştır (Çaha, 1997, s. 54). Sivil toplumun sadece kamunun karşısında “özel” kesiminin tümünü kapsamakla sınırlı kalmayıp, fikir, din, felsefe ve ahlakı da içinde barındırdığı, sivil toplumun kökeninin dinsel özgürlük için verilen mücadelede olduğu gibi düşüncelere dayanarak, Mardin, Vergin ve Sarıbay gibi pek çok sosyal bilimci islami akımları, başka bir ifadeyle cemaat ve tarikat örgütlerini sivil toplum örgütleri olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte yukarıda anılan sosyal bilimciler, sivil toplumun özünde bireyi etkin kılmayı hedeflediği, bununla birikte cemaat ve tarikat örgütlerinde
bireyin
özgürlüğünün
ve
inisiyatifin
cemaat
bilinci
içinde
önemsizleştiğini, bundan dolayı da bu örgütlerin sivil toplum örgütleri olarak tanımlanamayacağını ifade etmektedirler (Azaklı, 1997, ss. 228-229). 1980 sonrası, sivil toplum örgütlerinin varlığı bir anlamda siyasetin yokluğu anlamına gelmeye başlamıştır. Sivil toplum ile siyaset zapturapt altına alındığından bazı solcular sivil topluma muhalefet etmiştir (Tekin, 2000, s. 45). 1980-1983 döneminde toplumun politikadan, siyasetten uzaklaştırılması, ardından gelişen ANAP iktidarı döneminde yürütülen piyasa yönelimli politikalar sonucu sivil toplum 67
toplumsal alandan çok piyasa ekseninde oluşturulmaya çalışılmıştır (Tosun, 2002, s. 54). Neoliberal fırtınanın etkisi altında kalan tüm coğrafyalarda olduğu gibi Türkiye’de de siyasetin içi boşaltılmış, siyaset adeta siyasetsizleştirilmiştir. “Bunun silah ve güç zoruyla daha vahşi biçimde gerçekleştirildiği Türkiye'de, ortaya çıkan boşluğu kısmen STK'lar doldurmaya çalıştılar. Siyasete akamayan enerjiyi kendilerine çektiler. Bu hem yeni tür bir siyasallaşmanın ön habercisiydi hem de siyaset alanının boşalmasını kalıcı kılıyordu. Bu ikinci gelişme zaman içinde daha baskın çıktı” (Đnsel, 2002). Bununla birlikte sivil topluma olumlu bir anlam yükleyen sol kesimler de olmuştur. 1980 sonrası sol düşünceye sahip bazı aydınlar, sivil toplum kavramını, gerçekleşemeyen sosyalizm projesinin yerine ikame edilebilecek bir projeye olarak ele aldığı görülmektedir. Benzer yaklaşımın islami kesimlerde de olduğu söylenebilir. Her iki kesim de sivil toplumu, mevcut siayasal yapıyı anlama ve tanımlama aracı olarak görmekten çok, “ceberut” devlet geleneğinin aşıldığı bir gelecek toplum projesi özlemi olarak ele almıştır (Çaha, 1997, s. 33). Türkiye’de genel olarak sivil topluma ait iki farklı tezin olduğu söylenebilir. Sivil toplum konusunda geliştirilen sol tezlere bakıldığında, -bazı solcular sivil topluma siyasetin bitmesi anlamında olumsuz anlam yükleseler de-, Gramsci’nin sivil toplum anlayışının etkisi görülür. Buna göre, sivil toplum genişleyerek siyasal toplumun alanını daraltacak, bir noktadan sonra aşılmasını sağlayacaktır. Aslında yukarıda da belirtildiği gibi sivil toplum örgütleri, sosyalizme giden yolda, sosyalist düşüncenin toplumda yayılmasını sağlayan, toplum tarafından benimsenmesini sağlayan araçlar olarak değerlendirilmektedir. Sol tez aynı zaman da liberal sağ tezin sivil toplumun mülkiyet ilişkilerini ve sınıf çatışmasını gizleyen yaklaşımını da eleştirmektedir. Sivil toplum ile ilgili sağ, liberal tezler ise, dikkatini daha çok toplumsal düzeye çevirmiş bulunmaktadır. Liberal tezler, devleti yeniden ele almamakta, devletle ilgili ideolojik ve yapısal yeni önermeler yapmamaktadır. Tabii bunlar yapılmaksızın da sivil toplumun gelişebileceğini söylemek mümkün değildir (Doğan, 2002, s. 280).
3. Türkiye’de Sivil Toplumun Yaşadığı Sorunlar
3.1. Bürokratik Yönetim Geleneği ve Sivil Toplum
68
Doğu toplumlarının tümünde olduğu gibi Türkiye’nin de en temel sorunu, bireyi devlet karşısında koruyacak mekanizmaların olmayışıdır (Azaklı, 1997, s. 228). Bireyi devlet karşısında koruyacak mekanizmaları sivil toplum olarak tanımlayan Murat Yılmaz, Türkiye’de demokrasinin gelişmesinin, sivil toplumun gelişmesiyle parelel bir seyir izleyeceği anlayışının hemen hemen tüm siyasi akımların ortak görüşü haline geldiğini vurgulamaktadır (1997, s. 368). Türkiye’de devlet-toplum ilişkisi demokratik ülkerlerde olduğu gibi gelişmemiştir. Mardin’e göre, herşeyden önce devlet seçkinleri, sivil toplumun etkili olmasına ve yurttaşların siyasal faaliyetler katılımına olumlu yaklaşmamaktadır. Đkinci olarak ekonomik alanda da devlete bağımlılık söz konusudur. Özel sektörde dahi başarı, devletle iç içe olmayı gerektirmiştir. Son olarak, seçkinlerin halk kültüründen farklı bir kültüre sahip olması, tepeden inme anlayışı pekiştirmiş ve sürdürülmesini kolaylaştırmıştır (Yılmaz, A., s. 93). Türkiye’de sivil toplumun devlete karşı olduğu anlayışı egemendir. Bu anlayış, Osmanlı’dan bu yana devam eden
merkeziyeçi,
katı
devlet
yapısını
devam
ettirme
anlayışından
kaynaklanmaktadır (Azaklı, 1997, s. 227). Türkiye ve Latin Amerika örneğinde olduğu gibi, siyasi, özellikle de askeri alanın toplum üzerinde bu denli etkili olması sadece ülkedeki ekonomik nedenlerden kaynaklanmamaktadır. Bu bağlamda, askerin toplumsal yaşam üzerindeki etkin belirleyiciliğinin nedenlerini toplumsal tarihte aramak gerekmektedir. Türkiye’deki devlet baba imgesi kadar, askeri alanın temel toplumsal görevleri üstlenmesi, yine askeri alanda doğal olarak demokratik kültürün zayıflığı, Türkiye’deki demokratik kültürün, sivil alanın etkinliğinin zayıflığının nedenleri olarak değerlendirilebilir (Yılmaz, A., 1997, s. 92). Đdris Küçükömer, Türkiye’de felsefenin yeterince gelişmemesini,
sivil
toplumun
yokluğunun
önemli
bir
nedeni
olarak
değerlendirmektedir. Küçükömer’e göre. “...Türkiye’nin de dahil olduğu Doğulu toplumlarda felsefe geleneği yoktur ve ‘felsefesiz bir toplum, sivil toplumun yokluğunun –hiç değilse önemsizliğinin- bir göstergesidir. Toplumlar ideolojisiz yaşayamazlar, ama ideolojleri de derleyip toplayacak, birini öbürü ile ikame edebilecek üst düzeyde bir ideoloji olarak felsefe geleneği gereklidir. Üst düzeyde genel ilkeler üreten akıl ürünü felsefenin varlığı ya da yokluğu önemli bir göstergedir’ (Türkeş, 2000, s.49).
69
Türk siyasal sisteminin oluşum süreçlerinde sivil toplumun etkili olduğu söylenemez. Daha çok devlet katındaki gelişmeler bu süreci belirlemiştir. Türkiye’de toplumsal
yapının
temel
özelliği
“Bürokratik
yönetim
geleneği”
olarak
nitelenmektedir. (Heper’den alıntılanmıştır). Devleti kurtarma ve ulus yaratma gibi söylemlerin güçlendirdiği bürokrasi, demokratik iktidara karşı olumsuz bir tavır almış, demokratik gelişmeler karşısında direnç göstermiştir. Bürokrasi sivil ve asker olmak üzere ikili bir yapıdan oluşmaktadır. Türk siyasal tarihine baktığımızda askeri bürokrasinin daha etkin olduğu görülür (Yılmaz, A., 1997, s. 91). Kongar’ın ordunun ideolojik ilkeleri adını verdiği hususlar da, Türkiye’de sivil toplumun gelimesini, doğal olarak demokratikleşmeyi engellemiştir. Kongar’a göre; Batılılaşma ve Anayasacılık hareketleri ordu içinde gerçekleştiğinden orduda bir meşruiyet duygusu gelişmiş, padişaha karşı anayasa adına siyasete katılım mümkün olmuştur. Bu Türkiye’de, ordunun iktidara karşı siyasete katılma geleneğini yaratmıştır. Geçmişte yaşanan isyanlar ve bu isyanlarda ordunun aldığı tavır, böylesine derin bir gelenek yaratmıştır. Batı tipi bir toplum yaratma ve batı modeline inanç, yani batıcılık; Osmanlı dini toplumsal yapısını değiştirme yani laiklik veya laikçilik anlayışı; yine Anayasacılık, Osmanlı daha sonra Cumhuriyetin kuruluş döneminde halk tarafından desteklenmediğinden, kabul görmediğinden, bu gelişmeler tepeden dayatılarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu da askeri bürokraside tepeden inmeci bir anlayışın gelişmesine neden olmuştur. Bu tepeden inmeci anlayış, beraberinde halka güvensizliği de getirmiştir (Yılmaz, A., 1997, s. 93).
3.2. Halktan Kopuk Sivil Toplum Kuruluşları Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarında görülen en önemli sorunlardan biri de, bu örgütlerin kitle desteğinden yoksun oluşudur, başka bir değişle halktan kopuk olmalarıdır. A. Ömer Türkeş Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının halktan kopukluğunu şu sözlerle değerlendirmektedir: “Avrupalı muhatapları tarafından Batılı olma özellikleri, çalışma disiplenleri, teknolojiyi kullanma becerileri ve parlak demokrasi bilinçleri takdirle karşılanan Türk STK’larının, “ötekine” karşı tahammülsüz, şiddeti içselleştirmiş, devletle iç içe geçmiş ve militarize olmuş bir toplumsal yapının temsili olmadığı çok açık”. Türkeş’e göre, sivil toplum kuruluşları toplumun organik temsilcileri değildir. Bundan ziyade, Batılı bir sivil toplum modelinin Türkiye’deki acenteleri konumundadırlar. Türkiye’de, gerçek bir sivil 70
toplum anlayışının olmaması, baskıcı ve merkezi bir yapıya sahip devletin değişmemesi
ve
toplumu,
kamusal
yaşamı
resmi
ideoloji
aracılığıyla
biçimlendirmeye çalışması, devletin sivil toplumu boğmaya çalışması, sivil toplum örgütlerini bu şekilde değerlendirmemize neden olmaktadır (Türkeş, 2000, s.49). Bir çok sivil toplum kuruluşu kendi aralarında yatay ilişki geliştireceğine, siyasal partiler ya da resmi kurumlarla dikey ilişkiler geliştirmekte, bu da siyasal gruplaşma ve çatışmaları körüklerken, sivil alanı daraltmaktadır. Sivil faaliyetlerin belirli bir düşüncenin hele hele resmi ideolojinin eksenine girmesi demokratik sistem açısından ciddi sakıncalar doğurur. Bu tarz ilişkiler sivil toplumu özünden uzaklaştırıken, siyasal kurumların toplumu kontrol etme, toplumsal ilişkileri belirleme arzusunu artırır (Akat, 1997, s. 100-101). Sivil toplum kuruluşlarının ayakta kalabilmek için devlet yardımı peşinde koşmaları, bu kuruluşların devlet yörüngesine girerek, amaçlarından sapmasına neden olabilir. Bu anlamda sivil toplum kuruluşlarının en sağlıklı finans kaynakları geniş kitlelerden alınan bağışlardır. Bu şekilde geniş kitleler, finanse ettikleri bu kurumların faaliyetlerine daha fazla ilgi gösterecek, bu kuruluşları izleme ve sahiplenme eğilimleri güç kazanacaktır (Akat, 1997, s. 101). Bununla birlikte Türkiye’deki mevcut sivil toplum örgütlerinin kitlesel bir tabandan yoksun olduğu görülmektedir. Bu dün de böyle idi, bugün de böyledir (Türkeş, 2000, s.48). Türkiye’deki sivil toplumun meşruiyetini tartışan Ahmet Đnsel, sivil toplum örgütlerinin demokratik kitle örgütlerinden en büyük farkının, bir iki istisna dışında kitle örgütü olmamaları olduğunu savunmaktadır. Derneklerden ziyade vakıf türü örgütlenmelerin tercih edilmesinin -vakıflar derneklerden farklı olarak kitlesel tabanı olmayan, özel amaçlar için kurulmuştur-, bu gerçeği gösterdiğini ifade etmektedir. Kitle desteğinden yoksun bu kuruluşlar, Đnsel’e göre, çoğu zaman ayakta kalabilmek için gerekli asgari sermayeden dahi yoksundurlar ve bu vakıflar, ayakta kalabilmek için proje avcılığına başlamış, tamamiyle dış desteğe muhtaç hale gelmişlerdir (2002). Sivil toplum örgütleri katılım, özveri gibi değerlere dayanan, ücret ve piyasa dışı ilişkilerin egemen olduğu, dayanışmayı veya sosyal amaçlı bir hizmet üretimini ön plâna çıkaran kuruluşlardır. Đnsel, Türkiye’de, sivil toplum kuruluşlarının kar amacı gütmeyen ama gelir üretme amaçlı kuruluşlar haline geldiğini savunmaktadır. Türkiye ortalamasının üstünde, kalifiye emeğe dayanan bu kuruluşlarda, gelir 71
beklentisi emek piyasasının ortalamasının oldukça üstündedir. Özellikle yurt dışından mali destek gören kuruluşlarda bu gelirin oldukça yükek olduğu görülmektedir. Tüm bunlar Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının, amaçlarından saparak, “kendisi amaçlı kuruluşlar” haline gelmelerine neden olmuştur. Kamusal yarar için, fedekarlığa, dayanışmaya dayanan örgütlenmeler görünümü altında, sivil toplum örgütleri genellikle kendisi için çalışan, gelir elde etmeyi amaçlayan kuruluşlar haline gelmiştir. Fon sağlayan kuruluşlar daha çok faaliyet bilançosunu doldurmak için yardım etmekte, bundan dolayı ciddi bir denetim sağlamamaktadır. Yine bu kuruluşlar kitle örgütleri olmadıklarından, içten bir denetim de mevcut değildir. Tüm bunlar, elde edilen büyük miktardaki maddi kaynakların asıl amaçlarının dışında kullanılmasına neden olmaktadır. Bu Türkiye açısından üzerinde durulması gereken vahim bir durumdur (2002). Arı Hareketi genel koordinatörü Kemal Köprülü, sivil toplum örgütlerinde yaşanan amatörlüğü, bir diğer önemli sorun olarak tanımlar. O’na göre, Türkiye'de sivil topluma, profesyonel değil, amatörce bir yaklaşım hakim. Köprülü, finansman sıkıntısını bir diğer önemli sorun olarak ifade etmektedir. Fon geliştirme ve fon sağlamada sivil toplum örgütlerinin oldukça yetersiz kaldığını ifade etmektedir. Bu konuda Đnsel’den farklı düşünen Köprülü, Türkiye’de fon geliştirme ve fon temini kültürünün zayıf olduğunu belirtmekte, faaliyetler için para talebinin ülkemizde ayıp olarak algılandığını ifade etmektedir. Ülke içinde bu yönlü fon sağlama sorunları yaşanırken, sivil toplum örgütleri, uluslar arası ilişkileri zayıf olduğundan, dışarıdan fon sağlama konusunda da yetersiz kalmaktadır.
STK’larda Örgüt Đçi Demokrasi ve Katılım Sorunu Birer “erdem okulları” olmaları gereken sivil toplum kuruluşlarının kendi iç yapılarında katılım ve uzlaşma sorunları yaşanabiliyor. Yine gönüllü birliktelikler olan bu kuruluşlar, üye tabanlarından koparak, kuruluş içerisindeki dar grupların, sivil örgütleri kullanarak kendi dar menfeatlerini gerçekleştirmeye öncelik verdikleri örgütler haline gelebiliyorlar. Bu sivil kuruluşlarda, oligarşik dar bir grubun hakimiyetine de rastlanabiliyor. Devletin kontrolü altında olmakla, oligarşik bir grubun yönetimi altında olmak arasında farkın olmadığı belirtilebilir. Tüm bu 72
sorunların giderilmesi görevi sivil toplum pradigmasının bir gereği olarak bu kuruluşların üyelerine düşmektedir (Akat, 1997, s. 101). Sivil toplum örgütlerinin kendi iç yapılarında tartışma, iletişim ve katılım süreçlerinin demokratikleşmesi gerekmektedir (Tosun, 2002, s. 53). Sivil toplum örgütleri kendi içlerinde demokratik diyalog ve müzakere mekanizmalarını yaratmadığı sürece diğer örgütlerle ve devletle sağlıklı bir diyalog ve müzakere mekanizmalarını
yaratamazlar.
demokratikleşme
süreçlerinin
Örgüt
içi
görünmeyen
diyalog
ve
yüzüdür.
müzakere Ancak,
süreçleri bu
süreç
demokratikleşme ve demokrasinn pekişme süreçleriyle doğrudan ilgilidir ve mutlaka dikkate alınması gerekmektedir (Tosun, 2002, s. 54). Gülgün Erdoğan Tosun, sivil toplum üzerine yapılacak bir çalışmanın birbirleriyle yakından ilişkili üç farklı düzlemde ele alınabileceğini dile getiriyor. Bunlar; “sivil toplum alanındaki örgütlenme ve etkileşim”, “sivil toplum örgütleri arasındaki iletişim ve etkileşim”, “sivil toplum ve devlet ilişkisi”. Tosun, sivil toplum alanındaki örgütlenme ve etkileşimin diğer iki düzey üzerinde de belirleyici olduğunu dile getiriyor (2002, s. 52). Tosun, sivil toplum kuruluşlarında örgüt içi demokrasi ve katılım sorununu ortaya koymak amacıyla, Türkiye’nin üç büyük metropolünden biri olan Đzmir’de bulunan dernekler arasından seçtiği 178 derneğin, 408 üyesiyle yaptığı alan çalışması (anket çalışması) sonucu, özelde dernekler, genelde de sivil toplum örgütleri hakkında önemli verilere ulaşmıştır. Ankette sorulan sorulara verilen cevaplar önemli veriler sunmaktadır. Tosun, Türkiye’deki derneklerin çoğunlukla ekonomik ve mesleki dayanışma amacıyla kurulduğunu belirtiyor. Örneğin, “STK’nın kurulmasında kim öncü oldu?” sorusuna %35,3 başkan ve yönetim kurulu, %26 üyeler olarak cevap vermiştir. Yürütülecek proje ve faaliyetleri kimin belirlediği sorusuna, %64,7 başkan ve yönetim kurulu, buna karşılık, %9,8 üyeler cevabını vermiştir. Çeşitli faasliyet ve projelerde kullanılacak mali kaynak miktarının bütçelendirilmesi ile ilgili soruya, %90’lar düzeyinde, başkan ve yönetim kurulu ile genel merkez, %4’ler civarında ise üyeler, cevabı verilmiştir. Tosun, üyelik aidatları gibi üyeleri doğrudan etkileyen bir konuda dahi başkan ve genel merkezin yüzde 90’lar düzeyinde belirleyici olduğunun ifade ediyor (s. 56). Tosun, yapılan anket çalışmaları sonucu, derneklerde merkeziyetçi, yatay ilişkiler ağı yerine dikey, hiyerarşik ilişkilerin hakim olduğu, karar verme 73
süreçlerininde üyelerin dışlandığı bir örgütsel yapının var olduğunu tespit etmiştir. Tüm bu veriler, “...profesyonelleşmiş, bürokratik piramit tipi bir yapılanma ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir” (Tosun, 2002, ss. 56-57). Bununla birlikte, daha fazla dikkat çeken ve ilginç olan nokta ise üyelerin mevcut durumdan rahatsız olmamasıdır. Bu da Türkiyedeki sivil toplum örgütlerinde üyelerin sorumluluk almama eğiliminde olduğunu göstermektedir (s. 59). Tosun, “Sizce üyesi bulunduğunuz STK’nın örgüt içi demokrasi sorunu var mı?” şeklindeki soruya üyelerin yüzde 61,8’inin hayır cevabı verdiğini, ancak yüzde 31,9’unun örgüt içi demokrasi sorununun varlığına dikkat çektiğini ifade etmektedir. Tosun, örgüt içi demokrasi sorununun varlığını kabul eden 131 üyeden yüzde 56’sının, genel olarak katılım sorunu olduğunu, yüzde 17’si karar alma mekanizmalarıyla ilgili sorunun olduğunu, yüzde 11’i ise kararların uygulanmasının takibiyle ilgili sorunlarların yaşandığını, diğerlerin ise üye kabulü ve yönetimin değiştirilmesiyle ilgili konularda sorunların yaşandığını belirttiğini ifade ediyor (s. 59). Örgüt içi katılım ve demokrasi süreçlerini yorumlayabilmek için kavramsal süzgece ihtiyaç olduğunu belirten Tosun, beş farklı katılım düzeyinden bahseder. Bunlar, ilgililere tek yönlü veri veya bilgi iletme sürecini kapsayan “enformasyon düzeyi”, hedef kişi veya grupların özelliklerine dikkat etmeyle tanımlanan “duyarlılık düzeyi”, enformasyon verilen grupların düşünce ve görüşlerinin alınmasını kapsayan “danışma düzeyi”, ilgili taraflarla eşitlik temelinde görüşme ve tartşmaların yapıldığı “diyalog kurma düzeyi”, konuşmaların ötesinde herhangi bir mekanın düzenlenmesi, bir faaliyetin gerçekleştirilmesi gibi konularda bireylerin doğrudan müdahale imkanının olduğu “ortak yönetim düzeyi”dir. Tosun, yaptıkları alan çalışması sonucu, üyelerin dernek içi katılım düzeylerinin gellikle tek yönlü enformasyon iletme düzeyinde kaldığı ve nadiren duyarlılık ve danışma düzeylerine erişildiği ifade etmektedir. Tosun’a göre, “diyalog kurma düzeyi” ve “ortak yönetme düzeyi” henüz ulaşılması zor düzeylerdir. Üyelerin karar alma sürecinde görülen zayıflığını, sivil toplum kuruluşlarının yapısının seçkinçi yapısına bağlayan Tosun, sivil
toplum
kuruluşlarının
örgütlenme
modeli
olarak
-farklı
bir
model
görmediklerinden dolayı- devletin merkeziyetçi-bürokratik modelini esas aldıklarını belirtmektedir (s. 59-60). Müjgan Çetin, yaptığı alan çalışması (anket çalışması) sonucu, kaleme aldığı Sivil toplum Kuruluşlarında Liderin Başarıya Etkisi ve Kurumlaşma adlı makalede, 74
Tosun’dan farklı veriler sunmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının liderlerinin çoğu, örgütlerinin başarılı olduğuna inanmaktadır. Liderler, anket sorularına verdikleri cevaplarda, sivil toplum kuruluşu içerisinde, yönetimin, çalışma ekiplerinin ve üyelerin kuruluşun vizyon, misyon ve faaliyetlere inandıklarını bildirmektedirler. Delegasyon, iş yükü ve kararları paylaşımın yüksek olduğuna ve üyelik mekanizmasının katılımı teşvik ettiğine ile ilgili saptamaya da büyük oranda katılmışlardır. Ankete verilen cevaplardan liderlerin %80’i başarıda rollerinin olduğunu belirtmektedir. Çetin, ankete verilen cevaplarda, STK liderlerinin %50 si 5 yıldan beri STK lideri olduğunu belirtiğini, ayrıca liderlerin %40’ı diğer bir STK’da, %20’si iki, %40’i ise üçten fazla STK’da lider veya üye olarak görev yaptığını belirtmektedir (Çetin).
4. Daha Etkin Bir Sivil Toplum Pratiği Đçin Türkiye’de sivil toplum ve demokrasi kavramları artık birlikte anılmaktadır. Demokratik bir Türkiye için sivil toplum örgütlerinin varlığı bir zorunluuk olarak görülmektedir. Etkin bir sivil toplum, aynı zamanda çağdaş demokrasiye kavuşmuş bir Türkiye anlamına gelmektedir. Bu konuda her geçen gün artan bir konsensüsün geliştiğini vurgumak gerekir. Sivil toplumun niteliği, toplumdan topluma değişmektedir. Devletin kurumlarının niteliği kadar, toplumun ekonomik, kültürel, zihinsel yapısı, değerler sistemi de sivil toplumun niteliğini belirlemektedir (Yılmaz, A., 1997, s. 87). Sivil toplum ancak demokratik bir yapıya sahip devletlerde, siyasal yapılarda var olabilir (Çaha, 1997, s. 34). Sivil toplum ve devlet dengesi yeniden kurulduğu takdirde; devlet siyasi ve hukuksal kurumları ile sivil toplumdaki karmaşayı ve sapmaları önleyecek, sivil toplum da devletin oligarşiye dönüşmesini önleyecek, bu şekilde daha özgürlükçü bir toplumsal sistem yaratılacaktır (Yılmaz, A., 1997, s. 96). Doğan, siyasal, kültürel ve ekonomik düzeyde devletin iznine gerek olmaksızın örgütlenebilmek ve faaliyette bulunabilmeyi, sivil toplumun ön koşul olarak değerlendirir. Siyasal anlamda sivil bir toplum var olduğunu söyleyebilmek için, siyasi katılım kanallarının açık olması gerekmektedir. Siyasi partilerin serbest bir şekilde kurulabilmesi ve faaliyet yürütebilmesi gerekmektedir. Bu anlamda, sivil toplum, bir hukuk devletini gerektirir. Kültürel anlamda sivil toplumdan bahsedebilmek için, farklı kültürlerin kensini ifade edebilmesi, devletin resmi bir 75
ideolojisinin, dininin olmaması gerekir. Ekonomik anlamda sivil toplumdan bahsedebilmek ise, özel mülkiyetin olduğu, serbest Pazar ekonomisinden bahsedebilmeyi gerektirir (Akat, A. S., 1991, s. 215’ten alıntılanmıştır, Doğan, 2002, ss. 277-278). Demokrasi kavramıyla hukuk devleti kavramının birlikte ele alınmasının tesadüf olmadığını belirtten Gülnur Malgil, katılımcı demokrasinin ancak etkin sivil toplum örgütlerinin var olması ile mümkün olacağını belirtir. O’na göre Türkiye’de sivil
toplumun
gelişmesi
için
birtakım
yasal
düzenlemelerin
yapılması
gerekmektedir. Malgil’e göre, yasal düzenleme ile birlikte “katılımcı demokrasinin ilerlemesi için gerekli yasal zemin sağlanacak”, “ülkemizdeki sivil toplum örgütleri faaliyetlerini özgürce sürdürebilecek” ve “sivil toplumun güçlenmesiyle, bireylerin toplumsal sorunların çözümüne aktif katkıda bulunmaları” mümkün hale gelecektir (Malgil). Dokuz Eylül Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi, Maliye Bölümü ğretim Üyesi, Prof. Dr. Coşkun Can Aktan, sivil toplumun gelişmesi içim ideal devletin yirmi özelliğinden bahseder. Aktan ideal devletin bu yirmi özelliğini şöyle sıralar (önemli veriler içerdiğinden ve ilkeler arasında bağlantı olduğundan, uzun bir alıntı yapılmıştır): 1. Devlet sosyal konsensüse dayalı bir kurum olmalıdır. ... Đdeal devletin bu birinci boyutu Sözleşmeci Devlet olarak adlandırılır. 2. Devlet sosyal sözleşmeye dayalı bir kurum olmalıdır. ... Đdeal devletin bu boyutunu Anayasal Devlet olarak adlandırılır. 3. Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler tek bir elde toplanmamalı; yasama, yürütme, ve yargı organları arasında dağıtılmalıdır. Đdeal devlet Kuvvetler Ayrılığına Dayalı Devlettir. 4. Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler merkezde toplanmamalı; bir kısım güç, yetki, görev ve fonksiyonlar yerel yönetimlere ve diğer devlet birimlerine aktarılmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Adem-i Merkeziyetçi Devlet olarak adlandırlabilir. 5. Devletin sahip olduğu “siyasi” güç ve yetkilerin çerçevesi ve sınırları mutlaka devlet anayasasının bir bölümünü oluşturan “Siyasal Anayasa” içerisinde sınırlandırılmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Hukuk Devleti olarak adlandırılabilir. 76
6. Devletin
sahip
olduğu
“ekonomik”
güç
ve
yetki,
görev
ve
fonksiyonlarının çerçevesi ve sınırları mutlaka devlet anayasasının bir bölümünü oluşturan “Ekonomik Anayasa” içerisinde sınırlandırılmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Sınırlı Devlet ya da Çerçeve Devleti olarak adlandırılabilir. 7. Devlet halk egemenliğne dayalı bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutunu Demokratik Devlet olarak ifade edebiliriz. 8. Devletin piyasa ekonomisinin işleyişine ve fiyat mekanizmasına müdahaleleri ancak gerektiğinde ve çok sınırlı düzeyde olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Katalzör Devlet olarak adlandırılabilir. 9. Devlet, özel teşebbüsleri daha iyi ve etkin bir şekilde sunabilecekleri mal ve hizmetleri üretmekten kaçınmalı, bunun yerine piyasa ekonomisinde oyunun kurallarını tespit etmelidir. Đdeal devletin bu boyutu Hakem Devlet olarak adlandırlabilir. 10. Devlet yönetiminde açıklık/şeffaflık sağlanmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu AçıkDevlet ya da Şeffaf Devlet olarak adlandırlabilir. 11. Devletin
varlık
sebebi
bireylerin
haklarının
ve
özgürlüklerinin
korunmasıdır. Đdeal devletin bu boyutu Özgürlükçü ve Bireyci Devlet olarak adlandırlabilir. 12. Devlet, dinsel kurallara bağlı olarak değil, bireylerin özgür düşünceleri ile oluşturdukları hukuk kuralları ile yönetilmelidir. Đdeal devletin bu boyutu Tarafsız Laik Devlet olarak adlandırlabilir. 13. Devlet, insanlar arasında cinsiyet, ırk, din, dil, etnik köken farkı gözetmeyen bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Çoğulcu (Plüralist) Devlet olarak adlandırlabilir. 14. Devlet, tüm vatandaşlarının her türlü sorunlarını çözecek bir kurum değil, gözetilmeye ve korunmaya muhtaç kimselere yardım ve destek sağlayacak bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Sorumlu Devlet olarak adlandırlabilir. 15. Devlet, gelir ve giderleri prensip olarak birbirine denk olan bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Denk Bütçeli Devlet olarak adlandırlabilir.
77
16. Devlet, uluslar arası siyasi ve ekonomik ilişkilere önem veren, uluslar arası rekabete kenetlenmeyi ve dünya ekonomisi ile bütünleşmeyi hedef alan bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Global Devlet ya da Küresel Devlet olarak adlandırlabilir. 17. Devlet evrensel değerlere sahip bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Evrensel Değerlere Dayalı Devlet olarak adlandırlabilir. 18. Devlet, yönetiminde liyakat sistemi (merit system) geçerli olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Meritokratik Devlet olarak adlandırlabilir. 19. Devlet, katılıma dayalı bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Katılımcı Devlet olarak adlandırlabilir. 20. Devlet yönetiminde kalitenin artırılması ve geliştirilmesi için Toplam Kalite felsefesinin benimsenmesi ve uygulanması gerekmektedir. Đdeal devletin bu boyutu Kaliteli Devlet olarak adlandırlabilir (Aktan, 1997, ss. 188-191).
Devletin düzenlenmesi sivil toplum kuruluşarının gelişmesi için zorunludur. Bununla birlikte sivil toplumun gelişmesi için devlet dışında, bu örgütlerde de bir takım gelişmelerin olması gerekmektedir. Sivil toplum örgütleri kendilerinde başlatacakları değişim ile devletteki bu demokratik değişimi hızlandıracaktırlar. Siyaset bilimcisi Doç. Dr. Aytekin Yılmaz, ekonomik gelişme ile birlikte sivil toplumun gelişmesinin mevcut devlet anlayışını değiştireceğini, devletin toplumu şekillendiren değil, karmaşayı önleyen ve düzeni sağlayan bir mekanizma halini alacağını belirtmektedir (1997, s. 96). “Sivil toplum örgütleri, ülke yönetimindeki sorumlulukların halkla paylaşım aracıdır”. Kurumsallaşmış, altyapısı iyi hazırlanmış, örgütlü ve etkin bir sivil toplum, günümüz gelişmiş katılımcı demokrasilerin en önemli ve vazgeçilmez aktörleridir (Köprülü). Türkiye Kalite Derneği (KalDer) tarafından düzenlenen 10. Ulusal Kalite Kongresinde, Dr.Yılmaz Argüden, sivil toplum kuruluşlarının ülke yönetimindeki önemine dikkat çekerek, iyi yönetişimi; “...şeffaflığın, katılımcılığın, hesap verebilirliğin, verimliliğin, etkinliğin öncelikli ilkeler olarak benimsendiği dinamik bir yönetim süreci” olarak tanımlmıştır. Argüden, iyi bir yönetişimin en uygun organlarının sivil toplum kuruluşları olduğunu belirttir.
78
STK’lar kendi iç işleyişlerinde, gelecek için tasarladıları demokratik yaşamı pratikleştirerek, katılımı artırıp, kitleselleşmeyi amaçlayrak demokrasi okullarına dönüşbilirler (Türkeş, 2000, s.51). Sivil toplumun gelişmesi, aynı zamanda kültürel bir süreçtir. Sivil toplum “çoğulculuk”, “bağımsızlık”, “dayanışma”, “toplumsal bilinçlenme”, “katılım”, “eğitim”, “sorumluluk” ve “yetki devri” gibi kavramların gelişmesiyle parelellik arz eder. Bu değerler toplum içinde geliştikçe sivil toplum kuruluşları da gelişecektir. Benzer şekilde Türkiye’de sivil toplum örgütleri geliştikçe, bu değerler toplumsal yaşamda yer edinmeye başlayacaktır (“Sivil”, 2001, s. 2). Tosun da, modern sivil toplumun taşıması gereken özellikleri yasallık, çoğulculuk ve kamusallık olarak belirtir (2001, s. 61-62). Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin yeniden yapılanması gerektiğine vurgu yapan Kemal Köprülü, sivil toplumun gelişmesi için yerel sivil toplum örgütlerin gelişmesine vurgu yaparak, bu örgütlerin önemine dikkat çeker. Türkeş, Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin gelişmesi için, örgüt içi katılım ve demokrasi sorunlarının aşılması gerektiğine dikkat çeker. Örgüt içi katılım ve demokrasi sorunlarını çözmüş, yerel sorunları ulusal ve uluslar arası platformalara taşıma perspekifleri olan, kendi alanındaki diğer kuruluşlarla iletişim kuran ve bunlarla ortak çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarının toplumsal yaşamdaki rolleri artacaktır (Türkeş, 2000, s.51). Köprülü, sivil toplum örgütlerinin etkinliklerini artırmaları için belli alanlarda uzmanlaşmaları gerektiğine dikkat çeker. Konu bazında faaliyet göstermek, aynı zamanda söz konusu örgüt için sürekli ve kapsamlı eğitim anlayışının gelişmesine, örgütün daha etkin hale gelmesine katkı sağlayacaktır. Türkiye’de sivil toplum örgütleri önemli gelişmeler kat etseler de, henüz “emekleme dönemi”ndedirler. Sivil toplum örgütleri genelde kişilere bağımlı bir görünüm arz etmektedirler. Türkiye’de sivil toplum kuruluşları kişilere bağımlı kuruluşlardan, vizyon, misyon, amaç ve hedeflere dayalı, strateji sahibi kuruluşlara geçiş sürecini yaşıyor. Bu anlamda “...var olan ihtiyacı doğru tespit edecek, bu zor yolda yürümeyi göze alacak bireysel ve kurumsal öncülere ihtiyaç duymaktadır” (Tarhan). “Demokrasi büyük liderler tarafından değil, yetkin ve sorumlu yurttaşlar tarafından güvence altına alınabilir” (Barber, 1995, s. 18). Günümüzde sivil toplum tatırtışmalarında, hemen hemen tüm kuruluşların ortaklaştığı beş temel önkoşuldan bahsedilebilir. Bu önkoşullar; “toplumsal 79
farklılaşma”, “toplumsal örgütlenme”, “gönüllü birliktelik”, “toplumsal düzeyde otonomileşme” ve “baskı mekanizması oluşturma” olarak ifade edilebilir. Sivil toplumun gelişmesi öncelikle toplumsal farklılaşmanın gelişmesiyle sağlanabilir. Toplumsal yaşamda, etnik, dinsel, ideolojik, siyasi, ekonomik ve cinsiyet bazındaki farklılaşmalar, sivil toplumun gelişmesi için zorunludur. Bu farklılaşmalarla birlikte, sivil toplumun gelişmesi için, bu farklılıkları politikalara dönüştürebilecek toplumsal örgütlenmelerin oluşturulması gerekmektedir. Bu anlamda sivil toplum örgütlü olan toplumdur. Buradaki örgütlülük vatandaşların gönüllü birlikteliğine dayanmalıdır. Bireyin kendi rızasıyla ve iradesiyle üye olabildiği örgütlenmeler sivil toplum oluşumudur. Dördüncü olarak sivil toplum örgütlerinin siyasete katılma kanallarının, mekanizmalarının yaratılması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle sivil toplum örgütlerinn siyasal mekanizmaları denetleyebileceği bir siyasal sistemin olması gerekiyor. Bu elbette sivil toplum örgütlerinin gelişmesiyle bağlantılı olduğu kadar, siyasal sistemin katılıma açık bir yapıda olmasını gerektiriyor. Son olarak sivil toplum kuruluşlarının siyasal sistem üzerinde bir baskı grubu niteliği göstererek, yasal, demokratik ve şiddet içermeyen demokratik yöntemlerle üyelerinin haklarını koruması sağlanmalıdır (Çaha, 1997, ss. 31-32). Sivil toplumun dünya ölçeğindeki yaşadığı gelişmeler ve devlet ile birey ilişkisi açısından Türkiye’ye baktığımızda şunlar belirtilebilir: Đlk olarak, devlet alanının sivil alana olumlu bakmamakta, sivil alanı kabul etmekte isteksiz davranmaktadır. Halka ve sivil alana şüpheyle bakılmaktadır. Bundan da öteye demokrasilerde halka ve sivil alana ait olan yetkilerin Türkiye’de soyut ve belirsiz bir milli güvenlik kavramı adına siyasi temsil kurumları dışına çıkarıldığı görülmektedir. Đkinci olarak, anayasal yetkilerin kime ait olduğu ve nasıl kullanılacağı, güç dengeleriyle belirlendiği bir ortamda hukuk devleti anlayışının da yerleşmesi zorlaşmaktadır. Bu anlayış halka ve sivil alana güvensizlikle birlikte ele alındığında, toplumda ifade ve örgütlenme özgürlüğünden siyasi özgürlüklere kadar bir çok hak, soyut
devlet
düşmanlığı
adına
sınırlandırılmakta,
bu
hakları
kullananlar
cezalandırılmaktadır. Üçüncü olarak, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi şüphelerin olduğu gözlenmektedir. Devlete karşı bireyi koruması gereken yargı, Türkiye’de
80
devleti korumayı esas almakta, tüm bunlar sağlıklı bir demokrasinin ve hukuk devletinin kurulmasını engellemektedir. Devleti dengeleyecek mekanizmaların olmadığı ortamda, iktidar ve rant mücadelesi gelişmekte, bu da derin devlet gibi yapılanmaların, çetelerin ve hukuk tanımaz mekanizmaların oluştuğuna dair şüphelerin artmasına neden olmaktadır. Resmi bir ideolojiye sahip olan devlet, toplumu şekillendirmeye çalışmakta, eğitimden giyim kuşama kadar toplumsal yaşamın birçok alanına müdahale etmekte, toplumsal farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bu da özgürlükçü bir ortamın yerine otorter bir ortam yaratmaktadır. Son olarak, sivil topluma güvenilmemesi, sivil alanın zayıflığı ekonomik alanda da sorunlara neden olmakta, serbest piyasa ekonomisinin gelişmesini engellemekte, ekonomik alanı devlete bağımlı, devletin müdahalesine açık hale getirmektedir (Yılmaz, A., 1997, ss. 95-96).
IV. SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARININ YÖNETĐMĐ TÜRKĐYE ÖRNEĞĐ
1. Anket Bilgileri Bu bölümde Türkiye’de bulunan sivil toplum kuruluşlarının yönetim kültürü ve organizasyon yapısı incelenmiştir. Bu amaçla ilk üç bölümden farklı olarak, literatür inceleyerek veriler elde etme yerine, alan çalışması yapmak tercih edilmiştir. Sivil toplum kuruluşlarında yönetim konusunda yeterli alan çalışmasının olmaması ve bu çalışmalara dayalı teorik incelemelerin yetersiz olması, bir yönüyle alan çalışması yapılmasını zorunlu kılmıştır. 81
Sivil toplum kuruluşlarının yönetim kültürü ve organizasyon yapısını incelemek amacıyla “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” adlı bir anket hazırlanmış ve bu anket çalışması, hem bire bir görüşmelerle hem de bu çalışma için tasarlanan internet sitesinde online olarak hazırlanarak, sivil toplum kuruluşlarıyla yapılmıştır. Sonuç olarak 21’i internet aracılığıyla ve 65’i de birebir görüşmeler yoluyla olmak üzere toplam 86 sivil toplum kuruluşuyla anket çalışması yapılmıştır. Yapılan incelemeden sonra, 3’ü internet aracılığıla, 11’i de birebir görüşme yoluyla yapılan anketler, verilen cevapların yeterli görülmemesi, aynı kuruluş türünün (birden fazla şube) fazla olması gibi nedenlerden ötürü elenmiş ve toplam 72 adet anket değerlendirmeye alınmıştır. Ankete çalışmasına, 72 sivil toplum kuruluşunun, 1’i Eskişehir’den, 1’i Antalya’dan, 1’i Kayseri’den, 3’ü Ankara’dan, 9’u Diyarbakır’dan ve geriye kalan 57’i de Đstanbul’dan katılmıştır. Anket çalışması yapılırken, sivil toplum kuruluşlarının faaliyet alanları, düşünsel yapısı gibi konularda seçici davranılmamış, mümkün olduğunca çeşitlilik artırılmaya çalışılmıştır. Đnternet aracılığıyla ankete katılan kuruluşlara müdahale etme söz konusu değildir. Birebir görüşmelerle yapılan anketlerde de bu hususa dikkat edilmiştir. Sadece anket çalışması yapılırken, vakıf, dernek ve sendikalara ağırlık verilmeye çalışılmıştır. Anket çalışması yapılırken, Vakıf, Dernek, Sendika, Meslek Odaları, Yurttaş Girişimi, Kooperatif Birlikler, Kamusal Fayda Amaçlı Ticari Kuruluşlar (KFATK), sivil toplum kuruluşu kapsamında değerlendirilmiştir. Anket çalışması yapılırken, yönetim kademesindeki yetkililerle yapılmaya dikkat edilmiştir.
SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARINDA YÖNETĐM PROJESĐ ANKET ÇALIŞMASI
82
ĐSTANBUL TEKNĐK ÜNĐVERSĐTESĐ ĐŞLETME FAKÜLTESĐ ENDÜSTRĐ MÜHENDĐSLĐĞĐ BÖLÜMÜ
Bu anket bilimsel bir çalışmaya veri oluşturmak amacı ile hazırlanmış olup, Türkiye’de daha etkin bir sivil toplum pratiği için, bilimsel veri ve yöntemlerin sivil toplum kuruluşlarında nasıl uygulandığını tespit etmeyi amaçlamaktadır.
Đstanbul, Ekim 2003
Açıklamalar
Bu anket, Đstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünde yapılan “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” konulu bilimsel bir araştırma kapsamında hazırlanmıştır.
Ankete verilen cevaplar sadece bilimsel araştırma amacı ile kullanılacak olup toplu sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirilecek ve kişisel bilgiler kimseye
83
verilmeyecek, yayınlanmayacaktır. Soruların cevaplandırılması sadece 10-15 dakika gibi kısa bir sürenizi alacaktır.
Anketimiz www.students.itu.edu.tr/~cicekc ve http://www.kaliteofisi.com/anket_sihirbazi/anketgor.asp?anketno=211 adresinde de bulunmaktadır. Internet üzerinden de anket çalışmamıza katılabilirsiniz. Çalışmanın sonuçları hakkında bilgi isterseniz, sonuçlar size e-posta vasıtası ile ulaştırılacaktır. Araştırmamızın sonuçlarını, ayrıca araştırma tamamlandığında internet adresimizden de temin edebilirsiniz.
Değerli zamanınızı bu çalışma için ayırdığınızdan ötürü teşekkür ederiz.
Doç. Dr. Cengiz GÜNGÖR
Cuma ÇĐÇEK
gungor@itu.du.tr
cicekc@itu.edu.tr
Kavramlar Sivil Toplum Kuruluşu: Bu ankette, Vakıf, Dernek, Sendika, Meslek Odaları, Yurttaş Girişimleri, Kooperatif Birlikler, Kültür Amaçlı Ticari Kuruluşlar, Sivil Toplum Kuruluşları kapsamında değerlendirilmiştir. Yönetim: Yönetim, organizasyon kaynaklarının etkin ve yeterli biçimde planlaması, örgütlenmesi, yönetilmesi, koordine edilmesi ve denetlenmesi yoluyla organizasyon amaçlarına erişilmesidir.
84
Misyon: Bir organizasyonu, benzerlerinden farklı kılan yegane var oluş nedenidir. Vizyon: Vizyon geleceği biçimlendiren, tanımlayan ve ifade eden bir senaryodur. Vizyon, bir kuruluşun ne olmak istediğini, uzun dönemli amaçlarını ve bunları gerçekleştirmek için gerekli aşamaları ve bu aşamaların birbiri ile bağlantısını ortaya koyan bir gelecek tasarımıdır. Planlama: Planlama, en basit şekilde neyin, ne zaman, nasıl, nerede ve kim tarafından yapılacağını önceden kararlaştırma sürecidir. Diğer bir tanımla planlama, bir amacı geliştirmek için en iyi davranış biçimini seçme ve geliştirme niteliği taşıyan bilinçli bir süreçtir. Kontrol: Kontrol, arzulanan amaçlara ulaşılıp, ulaşılmadığını ya da hangi ölçüde ulaşıldığını araştırmak, gerekirse düzeltici önlemleri almaktır. Gönüllü Çalışan: Belirli bir ücret almaksızın Sivil Toplum Kuruluşunda belirli zamanlarda çalışan, kendi alanında belirli bir bilgiye sahip olan çalışanları ifade etmektedir. Profesyonel Çalışan: Belirli alanlarda uzmanlığı olan, belirli bir ücret karşılığı ya da karşılıksız, Sivil Toplum Kuruluşunda çalışanları ifade etmektedir. Hiyerarşik Kademe Sayısı: Organizasyonel yapının kaç kademeden oluştuğunu ifade eder. Örneğin bir vakıfta en en üst karar organı Yönetim Kurulu olsun. Yönetim Kurulundan sonraki organ, eğitim, dış ilişkiler gibi alt birimler olsun ve bu birimler yönetim kuruluna bağlı olarak çalışsın. Bu birimlere bağlı olarak da proje ekipleri faaliyet yürütsün. Böyle bir vakıfta yönetim kurulu birinci kademeyi oluşturur. Yönetim kuruluna bağlı çalışan eğitim, dış ilişkiler gibi birimler de ikinci kademeyi oluşturur. Bu birimlere bağlı çalışan proje ekipleri de üçüncü kademeyi oluşturur. Bu organizasyonda hiyerarşik kademe sayısı üçtür.
SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARINDA YÖNETĐM ANKETĐ Anket Bilgilerini Veren Kişinin; Adı ve Soyadı Ünvanı (Başkan, Müdür, Üye..vb.) Tel E-mail Sivil Toplum Kuruluşunuzun adı
: : : : :...................................................................... 85
Sivil Toplum Kuruluşunuzun kuruluş tarihi :................................................................. STK’nızın internet adresi (varsa)
:.......................................................................
1. STK’nızın kendisine ait bir yeri var mı? Evet
Hayır
2. STK’nızın mekanının büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir ?................................... 3. STK’nızda da profesyonel çalışan kişi sayısı: ........................................................... 4. STK’nızda çalışanların düzenli çalışma saatleri var mı? Evet
Hayır
5. STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı:…………………………………….................. 6. STK’nızın üye sayısı :................................................................................................. 7. STK’nızda üyelerin yaklaşık olarak yüzde kaçı faaliyetlere katılıyor:....................... 8. STK’nızın misyonunu / vizyonunu belirten yazılı bir doküman var mı? Evet
Hayır
9. STK’nızın kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirten yazılı bir doküman var mı? Evet
Hayır
10. STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen komiteler (birimler, komisyonlar, kurullar) var mı? Evet
Hayır
11. STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar? Her gün
Haftada bir
15 günde bir
Ayda bir
Đki ayda bir
Diğer..............................................................
12. STK’nızın çalışanlarının tümünün katıldığı genel toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır? Her gün
Haftada bir
15 günde bir
Ayda bir
Đki ayda bir
Diğer...............................................................
13. Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul dışında)? 15 günde bir
Ayda bir
2 ayda bir
3 ayda bir
6 ayda bir
Diğer.......................................
14. STK’nızda hangi iletişim araçları kullanılır? Telefon
Faks
Đnternet
Diğer................................................................
15. STK’nızın e-mail grubu var mı (varsa adresini belirtiniz)? Evet...........................................................................
Hayır 86
16. STK’nızın misyonunu / vizyonunu aşağıya yazınız (varsa): ………………………………………………………………………………………… ……………………….................................................................................................. ………………………………………………..……………………………………… ………………………………….................................................................................... 17. STK’nızın organizasyonel yapısındaki hiyerarşik kademe sayısı (*Bak. sayfa 1, Kavramlar):................…….................................................................... Bundan sonraki soruları aşağıda belirtilen puanlama sistemine göre cevaplandırınız. Cevabınıza en yakın sayıyı yuvarlak içerisine alınız. 1
Kesinlikle Katılmıyorum
2
Katılmıyorum
3
Fiktim Yok / Kararsızım
4
Katılıyorum
5
Kesinlikle Katılıyorum
1
2
3
4
5
18. STK’mızda Yönetim Kurulu dışında, yapılan işlerin ve mevcut görevlerin tanımları yazılı bir şekilde belirtilmiştir. 19. STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler. 20. STK’mızın yöneticiler dışındaki diğer üyeleri de kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler. 87
21. STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, iş hayatında da sürdürülür. 22. STK’mızda yapılan planlamalar kurumsal gelişmeyi sağlar. 23. STK’mızda etkin bir kontrol sistemi vardır. 24. STK’mızda bulunan kontrol sistemi kurumsal gelişmeyi sağlar. 25. Projeler, projeleri yürütecek üyeler ile planlanır ve projenin her aşamasında değerlendirilir. 26. STK’mızın en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.) habersiz hiçbir şey yapılmaz. 27. Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler. 28. STK’mızın sorunlarının çözümü için üyeler ortak çaba içerisine girerler. 29. Proje ve faaliyetler arası koordinasyon çok iyi tasarlanmıştır. 30. STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır. 31. Projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyeler düzenli olarak yazılı, sözlü ya da elektronik haberleşmeyle bilgilendirilir. 32. Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için, toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır. 33. Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve vizyonudur. 34. STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır. 35. STK’mızın üst yönetiminin, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır. 36. STK’mızın faaliyetleri çalışanlarına maddi bir fayda sağlar. 37. Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas alırlar. 38. Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar üyelerin motivasyonunu artırır. 39. STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde de sürdürülür. 88
40. STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürülmesi iş hayatındaki başarıyı artırır. 41. Yöneticiler ve diğer üyeler arasında formel (resmi) ilişkiler dışında informel ilişkiler de vardır. 42. STK’mızın yöneticileri, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmiştir. 43. STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.) bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır. 44. STK’mızın başarısında üst yönetimin önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır. 45. STK’mızda bulunan düşünsel, kültürel, sosyal..vb. farklılıklar kurumsal gelişmeye hizmet eder. 46. STK'mızın başarısı düzenli olarak ölçülür. 47. Yönetim Kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol oynarlar. Anket ve içerdiği konularla ilgili belirtmek istediğiniz görüş ve önerileriniz varsa aşağıda belirtebilirisiniz. ......................................................................................................................................... ......................................................................................................................................... ......................................................................................................................................... ......................................................................................................................................... …………………………………………………………………………………………
Anketimizi doldurduğunuz için teşekkür ederiz. 2. Anket Sonuçlarının Analizi
2.1. Anketin Kodlanması Yapılan anket çalışmaları analiz edilirken, verilen cevapların doğru olduğu varsayılmıştır. Analiz için “SPSS 11.5 for Windows” bilgisayar programı kullanılmıştır. Đlk önce tüm sorular ve cevaplar kodlanarak, veriler programa girilmiş, daha sonra sonuçlar analiz edimiştir. 89
2.1.1. Soru Kodları S1
Anket Bilgilerini veren kişinin adı ve soyadı:
S2
Anket Bilgilerini veren kişinin ünvanı (Başkan, Müdür...vb.):
S3
Telefon:
S4
E-mail:
S5
Sivil Toplum Kuruluşunuzun adı:
S6
Sivil Toplum Kuruluşunun türü:
S7
Sivil Toplum Kuruluşunuzun kuruluş tarihi:
S8
Sivil Toplum Kuruluşunun kuruluş dönemi:
S9
STK’nızın internet adresi:
S10
STK’nızın internet kodu
S11
STK’nızın kendisine ait bir yeri var mı?
S12
STK’nızın mekanının büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir ?
S13
STK’nızda da profesyonel çalışan kişi sayısı:
S14
STK’nızda çalışanların düzenli çalışma saatleri var mı?
S15
STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı:
S16
STK’nızın üye sayısı:
S17
STK’nızda üyelerin yaklaşık olarak yüzde kaçı faaliyetlere katılıyor?
S18
STK’nızın misyonunu / vizyonunu belirten yazılı bir doküman var mı?
S19
STK’nızın kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirten yazılı bir doküman var mı?
S20
STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen
komiteler (birimler,
komisyonlar, kurullar) var mı? S21
STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar?
S22
STK’nızın çalışanlarının tümünün katıldığı genel toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır?
S23
Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul dışında)?
S24
STK’nızda iletişim aracı olarak telefon kullanılır mı?
S25
STK’nızda iletişim aracı olarak fax kullanılır mı?
S26
STK’nızda iletişim aracı olarak internet kullanılır mı?
90
S27
STK’nızda telefon, faks ve internet dışında farklı iletişim araçları kullanılır mı?
S28
STK’nızın e-mail grup adresi var mı?
S29
STK’nızın organizasyonel yapısındaki hiyerarşik kademe sayısı:
S30
STK’mızda Yönetim Kurulu dışında, yapılan işlerin ve mevcut görevlerin tanımları yazılı bir şekilde belirtilmiştir.
S31
STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler.
S32
STK’mızın yöneticiler dışındaki diğer üyeleri de kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler.
S33
STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, iş hayatında da sürdürülür
S34
STK’mızda yapılan planlamalar kurumsal gelişmeyi sağlar.
S35
STK’mızda etkin bir kontrol sistemi vardır.
S36
STK’mızda bulunan kontrol sistemi kurumsal gelişmeyi sağlar.
S37
Projeler, projeleri yürütecek üyeler ile planlanır ve projenin her aşamasında değerlendirilir.
S38
STK’mızın en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.) habersiz hiçbir şey yapılmaz.
S39
Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler.
S40
STK’mızın sorunlarının çözümü için üyeler ortak çaba içerisine girerler.
S41
Proje ve faaliyetler arası koordinasyon çok iyi tasarlanmıştır.
S42
STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır.
S43
Projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyeler düzenli olarak yazılı, sözlü ya da elektronik haberleşmeyle bilgilendirilir.
S44
Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için, toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır.
S45
Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve vizyonudur.
S46
STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.
S47
STK’mızın üst yönetiminin, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır. 91
S48
STK’mızın faaliyetleri çalışanlarına maddi bir fayda sağlar.
S49
Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas alırlar.
S50
Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar üyelerin motivasyonunu artırır.
S51
STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde de sürdürülür.
S52
STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürülmesi iş hayatındaki başarıyı artırır.
S53
Yöneticiler ve diğer üyeler arasında formel (resmi) ilişkiler dışında informel ilişkiler de vardır.
S54
STK’mızın yöneticileri, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmiştir.
S55
STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.) bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır.
S56
STK’mızın başarısında üst yönetimin önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır.
S57
STK’mızda bulunan düşünsel, kültürel, sosyal..vb. farklılıklar kurumsal gelişmeye hizmet eder.
S58
STK’mızın başarısı düzenli olarak ölçülür.
S59
Yönetim Kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol oynarlar.
2.1.2. Cevap Kodları: S1, S2, S3, S4, S5, S6, S9
Metin ve Rakamlar olduğu gibi girilmiştir.
S7
Tarihler girilmiştir.
S8
1940-1979 arası için 1 1980-1989 arası için 2 1990-2003 arası için 3
S10
Internet adresi varsa 1 Internet adresi yoksa 0 92
S11, S15, S18, S19, S20, S24, S25, S26, S27, S28
Evet
1
Hayır 0 S12, S14, S16, S17, S29
Sayısal değer girilmiştir.
S21, S22
Her gün
1
Haftada bir
2
Onbeş günde bir
3
Ayda bir
4
Đki ayda bir
5
Diğer
6
Onbeş günde bir
1
Ayda bir
2
Đki ayda bir
3
Üç ayda bir
4
Altı ayda bir
5
Diğer
6
S23
S30-S59
Kesinlikle Katılmıyorum
1
Katılmıyorum
2
Fikrim Yok / Kararsızım
3
Katılıyorum
4
Kesinlikle Katılıyorum
5
2.2. Anket Sonuçları Anket sorularına verilen cevaplar, toplu halde, istatistiksel veriler halinde tablolar ve şekiller halinde aşağıda verilmiştir. Kullanılan programın (SPSS 11.5 for Windows)
dili
Đngilizce
olduğundan,
tabloda
başlıklar
Đngilizce
olarak
görülmektedir. Bu bölümde kullanılan Đngilizce kavramların Türkçeleri aşağıda belirtilmiştir: Statistics
: Đstatistik
Valid
: Geçerli 93
Frequency
: Frekans (Sıklık)
Percent
: Yüzde (Yüzdelik)
Valid Percent
: Geçerli Yüzde
Cumulative Percent
: Birikimli Yüzde (Birikmiş Yüzde)
Missing System
: Eksik Cevaplar
Count
: Sayı
Total
: Toplam
Mean
: Aritmetik Ortalama
Std. Deviation
: Standart Sapma
Tablo 1: S2 Anket bilgilerini veren kişinin ünvanı:
Valid
Frequency 3 Avukat 1 Başkan 18 Genel Sekreter 1 Muhasebe Sorumlusu 1 Müdür 10 Örgütlenme Uzmanı 1 Porje Koordinatörü 1 Sekreter 5 Sosyal Hizmet Uz. 1 Temsilci 1 Üye 13 Y. K. Üyesi 16 Total 72
Percent 4,2 1,4 25,0 1,4 1,4 13,9 1,4 1,4 6,9 1,4 1,4 18,1 22,2 100,0
Valid Percent 4,2 1,4 25,0 1,4 1,4 13,9 1,4 1,4 6,9 1,4 1,4 18,1 22,2 100,0
Cumulative Percent 4,2 5,6 30,6 31,9 33,3 47,2 48,6 50,0 56,9 58,3 59,7 77,8 100,0
Tablo 2: S6 Sivil Toplum Kuruluşunun türü
Valid Dernek KFATK1 Kooperatif Oda2 Sendika 1 2
Frequency 31 8 2 2 11
Percent 43,1 11,1 2,8 2,8 15,3
Valid Percent 43,1 11,1 2,8 2,8 15,3
Cumulative Percent 43,1 54,2 56,9 59,7 75,0
KFATK: Kamusal Fayda Amaçlı Ticari Kuruluşlar Oda: Meslek Odası 94
Vakıf Yurttaş Girişimi Total
13 5 72
18,1 6,9 100,0
18,1 6,9 100,0
Tablo 3: S8 Sivil Toplum Kuruluşunun kuruluş dönemi Valid Frequency Percent Percent Valid 1940-1979 8 11,1 12,1 1980-1989 5 6,9 7,6 1990-2003 53 73,6 80,3 Total 66 91,7 100,0 Missing System 6 8,3 Total 72 100,0
93,1 100,0
Cumulative Percent 12,1 19,7 100,0
8 7 6 5 4 3
Count
2 1 0 3 0 0 2 1 0 0 2 9 9 9 1 7 9 9 1 5 9 9 1 3 9 9 1 1 9 9 1 9 8 9 1 5 8 9 1 2 7 9 1 9 5 9 1 9 4 9 g 1 n i s s i M
S7
Şekil 1: S7 STK’ların kuruluş tarihi (yıllara göre dağılımı)
Tablo 4: S10 STK’nızın Đnternet adresi var mı? Valid Frequency Percent Percent Valid Hayır 37 51,4 51,4 Evet 35 48,6 48,6 Total 72 100,0 100,0
Cumulative Percent 51,4 100,0
Tablo 5: S11 STK’nızın kendisine ait bir yeri var mı? 95
Valid
Hayır Evet Total
Frequency 33 39 72
Percent 45,8 54,2 100,0
S12
Valid Percent 45,8 54,2 100,0
Cumulative Percent 45,8 100,0
Tablo 6: S12 STK’nızın büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir? N Valid 68 Missing 4 Mean 284,78 Std. Deviation 616,685
10
8
6
Frequency
4
2 0 20
80 60
135 170 250 500 1000 100 150 185 400 600 5000
S12
Şekil 2: S12 STK’nızın büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir?
Tablo 7: S13 STK’nızda profesyonel çalışan kaç kişi var? N Valid 72 Missing 0 Mean 14,68 Std. Deviation 61,508 Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid 0 20 27,8 27,8 27,8 1 15 20,8 20,8 48,6 2 9 12,5 12,5 61,1 96
4 5 6 7 8 9 10 12 13 14 15 20 25 30 50 70 100 512 Total
1 1 1 3 1 1 7 1 1 1 1 3 1 1 1 1 1 1 72
1,4 1,4 1,4 4,2 1,4 1,4 9,7 1,4 1,4 1,4 1,4 4,2 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 100,0
1,4 1,4 1,4 4,2 1,4 1,4 9,7 1,4 1,4 1,4 1,4 4,2 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 100,0
62,5 63,9 65,3 69,4 70,8 72,2 81,9 83,3 84,7 86,1 87,5 91,7 93,1 94,4 95,8 97,2 98,6 100,0
S13 30
F r e q u e n c y
20
10
0 0
5 2
9 7
14 12
30 20
512 70
S13
Şekil 3: S13 STK’nızda profesyonel çalışan kişi sayısı: Tablo 8: S14 STK’nızda çalışanların düzenli çalışma saatleri var mı? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Hayır 17 23,6 23,6 23,6 Evet 55 76,4 76,4 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 9: S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı 97
N
Valid Missing
Mean Std. Deviation
Valid
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 13 14 20 25 35 106 Total Missing System Total
Frequency 24 23 7 1 4 1 1 2 1 1 1 1 1 1 1 1 71 1 72
Percent 33,3 31,9 9,7 1,4 5,6 1,4 1,4 2,8 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 98,6 1,4 100,0
71 1 4,38 13,584 Valid Percent 33,8 32,4 9,9 1,4 5,6 1,4 1,4 2,8 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 100,0
Cumulative Percent 33,8 66,2 76,1 77,5 83,1 84,5 85,9 88,7 90,1 91,5 93,0 94,4 95,8 97,2 98,6 100,0
S15 30
F r e q u e n c y
20
10
0 0
2 1
4 3
6 5
8 7
13 9
20 14
35 25
106
S15
Şekil 4: S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı
Tablo 10: S16 STK’nızın üye sayısı: N Valid 71 Missing 1 Mean 1701,20 Std. Deviation 3877,68 0 98
2,2 2,0 1,8 1,6 1,4
Count
1,2 1,0 ,8 0 0 0 7 1 0 5 9 6 0 7 1 3 0 0 1 2 0 0 0 1 0 8 7 0 0 6 0 0 4 0 4 2 0 2 1 0 9
5 7
2 5
6 3 g 0 n 2 si s i M
S16
Şekil 5: S16 STK’nızın üye sayısı: Tablo 11: S17 STK’nızda üyelerin yüzde kaçı faaliyetler katılıyor? N Valid 69 Missing 3 Mean 40,88 Std. Deviation 33,259 Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid 1 2 2,8 2,9 2,9 2 1 1,4 1,4 4,3 5 3 4,2 4,3 8,7 7 1 1,4 1,4 10,1 10 12 16,7 17,4 27,5 15 4 5,6 5,8 33,3 20 7 9,7 10,1 43,5 25 4 5,6 5,8 49,3 30 4 5,6 5,8 55,1 35 1 1,4 1,4 56,5 40 2 2,8 2,9 59,4 50 8 11,1 11,6 71,0 60 1 1,4 1,4 72,5 65 1 1,4 1,4 73,9 70 1 1,4 1,4 75,4 75 3 4,2 4,3 79,7 80 3 4,2 4,3 84,1 99
90 100 Total Missing System Total
2 9 69 3 72
2,8 12,5 95,8 4,2 100,0
2,9 13,0 100,0
87,0 100,0
S17 14 12 10 8
F r e q u e n c y
6 4 2 0
0 0 1
0 9
0 8
5 7 0 7
5 6
0 6
0 5
0 4 5 3
0 3
5 2
0 2 5 1
0 1
7
5
2
1
S17
Şekil 6: S17 STK’nızda üyelerin yaklaşık yüzde kaçı faaliyetlere katılıyor? Tablo 12: S18 STK’nızın misyonunu/vizyonunu belirtten yazılı bir döküman var mı? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Hayır 10 13,9 13,9 13,9 Evet 62 86,1 86,1 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 13: S19 STK’nızın kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirtten yazılı bir döküman var mı? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Hayır 12 16,7 16,7 16,7 Evet 60 83,3 83,3 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 14: S20 STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen komiteler (birimler, komisyonlar, kurullar) var mı? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Hayır 20 27,8 27,8 27,8 100
Evet Total
52 72
72,2 100,0
72,2 100,0
100,0
Tablo 15: S21 STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Haftada bir 27 37,5 37,5 37,5 Onbeş günde bir 21 29,2 29,2 66,7 Ayda bir 14 19,4 19,4 86,1 Đki ayda bir 3 4,2 4,2 90,3 Diğer 7 9,7 9,7 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 16: S22 STK’nızın çalışanlarını tümünün katıldığı toplantılar hangi sıklıkla yapılır? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Her gün 1 1,4 1,4 1,4 Haftada bir 6 8,3 8,6 10,0 Onbeş günde bir 11 15,3 15,7 25,7 Ayda bir 23 31,9 32,9 58,6 Đki ayda bir 8 11,1 11,4 70,0 Diğer 21 29,2 30,0 100,0 Total 70 97,2 100,0 Missing System 2 2,8 Total 72 100,0
Tablo 17: S23 Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul dışında)? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Onbeş günde 3 4,2 4,3 4,3 bir Ayda bir 13 18,1 18,6 22,9 Đki ayda bir 6 8,3 8,6 31,4 Üç ayda bir 12 16,7 17,1 48,6 101
Altı ayda bir Diğer Total System
Missing Total
9 27 70 2 72
12,5 37,5 97,2 2,8 100,0
12,9 38,6 100,0
61,4 100,0
Tablo 18: S24 STK’nızda iletişim aracı olarak telefon kullanılır mı?
Valid
Evet
Frequency 72
Percent 100,0
Valid Percent 100,0
Cumulative Percent 100,0
Tablo 19: S25 STK’nızda iletişim aracı olarak fax kullanılır mı?
Valid
Hayır Evet Total
Frequency 11 61 72
Percent 15,3 84,7 100,0
Valid Percent 15,3 84,7 100,0
Cumulative Percent 15,3 100,0
Tablo 20: S26 STK’nızda iletişim aracı olarak internet kullanılır mı? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Hayır 19 26,4 26,4 26,4 Evet 53 73,6 73,6 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 21: S27 STK’nızda diğer iletişim araçları kullanılır mı?
Valid
Hayır Evet Total
Frequency 56 16 72
Percent 77,8 22,2 100,0
Valid Percent 77,8 22,2 100,0
Cumulative Percent 77,8 100,0
Tablo 22: S28 STK’nızın e-mail grup adresi var mı? Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Hayır 55 76,4 76,4 76,4 Evet 17 23,6 23,6 100,0 Total 72 100,0 100,0
102
Tablo 23: S29 STK’nızın organizasyonel yapısındaki hiyerarşik kademe sayısı:
Valid
0 1 2 3 4 5 Total Missing System Total
Frequency 9 8 19 17 7 2 62 10 72
Percent 12,5 11,1 26,4 23,6 9,7 2,8 86,1 13,9 100,0
Valid Percent 14,5 12,9 30,6 27,4 11,3 3,2 100,0
Cumulative Percent 14,5 27,4 58,1 85,5 96,8 100,0
Tablo 24: S30 STK’mızda Yönetim Kurulu dışında, yapılan işlerin ve mevcut görevlerin tanımları yazılı bir şekilde belirtilmiştir. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 6 8,3 8,3 8,3 Katılmıyorum Katılmıyorum 9 12,5 12,5 20,8 Fikrim Yok / 4 5,6 5,6 26,4 Kararsızım Katılıyorum 33 45,8 45,8 72,2 Kesinlikle 20 27,8 27,8 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 25: S31 STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 3 4,2 4,2 4,2 Katılmıyorum Katılmıyorum 6 8,3 8,3 12,5 Fikrim Yok / 1 1,4 1,4 13,9 Kararsızım 103
Katılıyorum Kesinlikle Katılıyorum Total
34
47,2
47,2
61,1
28
38,9
38,9
100,0
72
100,0
100,0
Tablo 26: S32 STK’mızın yöneticiler dışındaki diğer üyeleri de kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Katılmıyorum 10 13,9 14,1 14,1 Fikrim Yok / 7 9,7 9,9 23,9 Kararsızım Katılıyorum 34 47,2 47,9 71,8 Kesinlikle 20 27,8 28,2 100,0 Katılıyorum Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 27: S33 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, iş hayatında da sürdürülür Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 5 6,9 7,1 7,1 Katılmıyorum Katılmıyorum 8 11,1 11,4 18,6 Fikrim Yok / 12 16,7 17,1 35,7 Kararsızım Katılıyorum 30 41,7 42,9 78,6 Kesinlikle 15 20,8 21,4 100,0 Katılıyorum Total 70 97,2 100,0 Missing System 2 2,8 Total 72 100,0
Tablo 28: S34 STK’mızda yapılan planlamalar kurumsal gelişmeyi sağlar. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Katılmıyoru 4 5,6 5,6 5,6 m Fikrim Yok / 2 2,8 2,8 8,3 Kararsızım Katılıyorum 33 45,8 45,8 54,2 104
Kesinlikle Katılıyorum Total
33
45,8
45,8
72
100,0
100,0
Tablo 29: S35 STK’mızda etkin bir kontrol sistemi vardır. Valid Frequency Percent Percent Valid Kesinlikle 1 1,4 1,4 Katılmıyorum Katılmıyorum 17 23,6 23,6 Fikrim Yok / 1 1,4 1,4 Kararsızım Katılıyorum 39 54,2 54,2 Kesinlikle 14 19,4 19,4 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
100,0
Cumulative Percent 1,4 25,0 26,4 80,6 100,0
Tablo 30: S36 STK’mızda bulunan kontrol sistemi kurumsal gelişmeyi sağlar. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 1 1,4 1,4 1,4 Katılmıyorum Katılmıyorum 11 15,3 15,3 16,7 Fikrim Yok / 5 6,9 6,9 23,6 Kararsızım Katılıyorum 35 48,6 48,6 72,2 Kesinlikle 20 27,8 27,8 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 31: S37 Projeler, projeleri yürütecek üyeler ile planlanır ve projenin her aşamasında değerlendirilir. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 1 1,4 1,4 1,4 Katılmıyorum Katılmıyorum 3 4,2 4,2 5,6 Fikrim Yok / 7 9,7 9,7 15,3 Kararsızım Katılıyorum 38 52,8 52,8 68,1 105
Kesinlikle Katılıyorum Total
23
31,9
31,9
72
100,0
100,0
100,0
Tablo 32: S38 STK’mızın en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.) habersiz hiçbir şey yapılmaz. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 10 13,9 13,9 13,9 Katılmıyorum Katılmıyorum 23 31,9 31,9 45,8 Fikrim Yok / 3 4,2 4,2 50,0 Kararsızım Katılıyorum 23 31,9 31,9 81,9 Kesinlikle 13 18,1 18,1 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 33: S39 Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 8 11,1 11,1 11,1 Katılmıyorum Katılmıyorum 13 18,1 18,1 29,2 Fikrim Yok / 3 4,2 4,2 33,3 Kararsızım Katılıyorum 35 48,6 48,6 81,9 Kesinlikle 13 18,1 18,1 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 34: S40 STK’mızın sorunlarının çözümü için üyeler ortak çaba içerisine girerler. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Katılmıyorum 7 9,7 9,9 9,9 Fikrim Yok / 2 2,8 2,8 12,7 Kararsızım Katılıyorum 35 48,6 49,3 62,0 Kesinlikle 27 37,5 38,0 100,0 Katılıyorum 106
Missing Total
Total System
71 1 72
98,6 1,4 100,0
100,0
Tablo 35: S41 Proje ve faaliyetler arası koordinasyon çok iyi tasarlanmıştır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 1 1,4 1,4 1,4 Katılmıyorum Katılmıyorum 12 16,7 16,7 18,1 Fikrim Yok / 10 13,9 13,9 31,9 Kararsızım Katılıyorum 39 54,2 54,2 86,1 Kesinlikle 10 13,9 13,9 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 36: S42 STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 1 1,4 1,4 1,4 Katılmıyorum Katılmıyorum 10 13,9 13,9 15,3 Fikrim Yok / 6 8,3 8,3 23,6 Kararsızım Katılıyorum 39 54,2 54,2 77,8 Kesinlikle 16 22,2 22,2 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 37: S43 Projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyeler düzenli olarak yazılı, sözlü ya da elektronik haberleşmeyle bilgilendirilir. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Katılmıyorum 8 11,1 11,3 11,3 Fikrim Yok / 3 4,2 4,2 15,5 Kararsızım Katılıyorum 37 51,4 52,1 67,6 Kesinlikle 23 31,9 32,4 100,0 Katılıyorum 107
Missing Total
Total System
71 1 72
98,6 1,4 100,0
100,0
Tablo 38: S44 Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için, toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 3 4,2 4,2 4,2 Katılmıyorum Katılmıyorum 10 13,9 13,9 18,1 Fikrim Yok / 4 5,6 5,6 23,6 Kararsızım Katılıyorum 35 48,6 48,6 72,2 Kesinlikle 20 27,8 27,8 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 39: S45 Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve vizyonudur. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 2 2,8 2,8 2,8 Katılmıyorum Katılmıyorum 7 9,7 9,7 12,5 Fikrim Yok / 9 12,5 12,5 25,0 Kararsızım Katılıyorum 28 38,9 38,9 63,9 Kesinlikle 26 36,1 36,1 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 40: S46 STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 5 6,9 6,9 6,9 Katılmıyorum Katılmıyorum 7 9,7 9,7 16,7 Fikrim Yok / 10 13,9 13,9 30,6 Kararsızım 108
Katılıyorum Kesinlikle Katılıyorum Total
29
40,3
40,3
70,8
21
29,2
29,2
100,0
72
100,0
100,0
Tablo 41: S47 STK’mızın üst yönetiminin, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 4 5,6 5,6 5,6 Katılmıyorum Katılmıyorum 7 9,7 9,7 15,3 Fikrim Yok / 9 12,5 12,5 27,8 Kararsızım Katılıyorum 32 44,4 44,4 72,2 Kesinlikle 20 27,8 27,8 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 42: S48 STK’mızın faaliyetleri çalışanlarına maddi bir fayda sağlar. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 37 51,4 52,1 52,1 Katılmıyorum Katılmıyorum 21 29,2 29,6 81,7 Fikrim Yok / 4 5,6 5,6 87,3 Kararsızım Katılıyorum 7 9,7 9,9 97,2 Kesinlikle 2 2,8 2,8 100,0 Katılıyorum Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 43: S49 Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas alırlar. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 1 1,4 1,4 1,4 Katılmıyorum Katılmıyorum 7 9,7 9,7 11,1 109
Fikrim Yok / Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle Katılıyorum Total
6
8,3
8,3
19,4
35
48,6
48,6
68,1
23
31,9
31,9
100,0
72
100,0
100,0
Tablo 44: S50 Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar üyelerin motivasyonunu artırır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 3 4,2 4,2 4,2 Katılmıyorum Katılmıyorum 2 2,8 2,8 6,9 Fikrim Yok / 3 4,2 4,2 11,1 Kararsızım Katılıyorum 32 44,4 44,4 55,6 Kesinlikle 32 44,4 44,4 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0 Tablo 45: S51 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde de sürdürülür. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 4 5,6 5,6 5,6 Katılmıyorum Katılmıyorum 10 13,9 13,9 19,4 Fikrim Yok / 13 18,1 18,1 37,5 Kararsızım Katılıyorum 35 48,6 48,6 86,1 Kesinlikle 10 13,9 13,9 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 46: S52 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürülmesi iş hayatındaki başarıyı artırır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 2 2,8 2,8 2,8 Katılmıyorum Katılmıyorum 4 5,6 5,6 8,5 Fikrim Yok / 18 25,0 25,4 33,8 110
Kararsızım
Missing Total
Katılıyorum Kesinlikle Katılıyorum Total System
32
44,4
45,1
78,9
15
20,8
21,1
100,0
71 1 72
98,6 1,4 100,0
100,0
Tablo 47: S53 Yöneticiler ve diğer üyeler arasında formel (resmi) ilişkiler dışında informel ilişkiler de vardır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 2 2,8 2,8 2,8 Katılmıyorum Katılmıyorum 2 2,8 2,8 5,6 Fikrim Yok / 5 6,9 7,0 12,7 Kararsızım Katılıyorum 41 56,9 57,7 70,4 Kesinlikle 21 29,2 29,6 100,0 Katılıyorum Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0 Tablo 48: S54 STK’mızın yöneticileri, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmiştir. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 12 16,7 16,7 16,7 Katılmıyorum Katılmıyorum 21 29,2 29,2 45,8 Fikrim Yok / 7 9,7 9,7 55,6 Kararsızım Katılıyorum 27 37,5 37,5 93,1 Kesinlikle 5 6,9 6,9 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 49: S55 STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.) bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 6 8,3 8,3 8,3 Katılmıyorum Katılmıyorum 11 15,3 15,3 23,6 111
Fikrim Yok / Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle Katılıyorum Total
7
9,7
9,7
33,3
29
40,3
40,3
73,6
19
26,4
26,4
100,0
72
100,0
100,0
Tablo 50: S56 STK’mızın başarısında üst yönetimin önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 2 2,8 2,8 2,8 Katılmıyorum Katılmıyorum 6 8,3 8,3 11,1 Fikrim Yok / 4 5,6 5,6 16,7 Kararsızım Katılıyorum 38 52,8 52,8 69,4 Kesinlikle 22 30,6 30,6 100,0 Katılıyorum Total 72 100,0 100,0
Tablo 51: S57 STK’mızda bulunan düşünsel, kültürel, sosyal..vb. farklılıklar kurumsal gelişmeye hizmet eder. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Katılmıyorum 3 4,2 4,2 4,2 Fikrim Yok / 4 5,6 5,6 9,9 Kararsızım Katılıyorum 34 47,2 47,9 57,7 Kesinlikle 30 41,7 42,3 100,0 Katılıyorum Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 52: S58 STK’mızın başarısı düzenli olarak ölçülür. Valid Frequency Percent Percent Valid Kesinlikle 2 2,8 2,8 Katılmıyorum Katılmıyorum 13 18,1 18,1
Cumulative Percent 2,8 20,8 112
Fikrim Yok / Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle Katılıyorum Total
10
13,9
13,9
34,7
35
48,6
48,6
83,3
12
16,7
16,7
100,0
72
100,0
100,0
Tablo 53: S59 Yönetim Kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol oynarlar. Valid Cumulative Frequency Percent Percent Percent Valid Kesinlikle 1 1,4 1,4 1,4 Katılmıyorum Katılmıyorum 7 9,7 10,0 11,4 Fikrim Yok / 2 2,8 2,9 14,3 Kararsızım Katılıyorum 27 37,5 38,6 52,9 Kesinlikle 33 45,8 47,1 100,0 Katılıyorum Total 70 97,2 100,0 Missing System 2 2,8 Total 72 100,0
2.3. Anket Sonuçlarının Yorumlanması Anket sorularına verilen cevaplar toplu halde gözden geçirildiğinde, kuruluş tarihleri, insan kaynakları, yönetim fonksiyonları -planlama ve kontrol, organizayon, yürütme-koordinasyon,
motivasyon,
iletişim,
insan
ilişkileri,
karar
verme,
delegasyon (yetki devri) ve liderlik- ve mali durum açısından değerlendirilebilir.
2.3.1. STK’ların 1990 Sonrası Yükselişi Herşeyden önce, sivil toplum kuruluşlarının çoğunun 1990’lı yıllardan sonra kurulduğu görülmektedir. Tablo 3’e bakıldığında, kuruluşların 8’inin (%11,1) 19401979 yılları arasında, 5’inin (%6,9) 1980-1989 yıllları arasında, 53’ünün (%80,3), 1990-2003 yılları arasında kurulduğu görülmektedir. Bu sonuçların dünya genelinde ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerle parelellik gösterdiği belirtilebilir. Önceki bölümlerde incelendiği gibi 1950’li yıllardan sonra dünya genelinde sivil toplum yeniden yükselişe geçmiştir. Yine bu yıllarda dünyadaki gelişmelere parelel olarak Türkiye’de de tek partili dönemden çok partili döneme geçilmiş ve bununla birlikte 113
uzun bir sessizlikten sonra sivil toplumun yeniden canlandığı görülmüştür. 1980’li yıllar ve özellikle 1990 sonrası yıllar, sivil toplumun gerçek anlamda doğuş yılları olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, anket sonuçlarından, 1940-1979 yılları arasında sivil toplum kuruluşlarının kurulmaya başlandığı, 1980-1989 yılları arasında 1980 askeri darbesinden sonra bir düşüşe geçtiği ve 1990 sonrası büyük bir yükselişi (%80,3) yaşadığı söylenebilir.
2.3.2. STK’ların Maddi Olanakları Đkinci olarak STK’lar, maddi koşullar açısından incelenebilir. Anket sonuçlarından STK’ların %54,2’sinin (39) kendisine ait bir yerinin olduğu, %45,8’inin (33) ise kendisine ait bir yerinin olmasığı görülmektedir (Bak. Tablo 5). Yine STK’ların genellikle, küçük sayılabilecek, 50-250 metrekarelik mekanlarda faaliyet yürüttüğü görülmektedir. 1000, 5000 gibi büyük mekanlarda faaliyetlerini sürdüren STK’lar olmakla birlikte bunların sayısı oldukça düşüktür (Bak. Şekil 2). Bu sonuçlardan da, maddi olarak sivil toplum kuruluşlarının iyi durumda olmadıkları belirtilebilir.
2.3.3. STK’larda Đnsan Kaynakları Üçüncü olarak STK’lar, insan kaynakları açısından değerlendirilebilir. STK’larda ciddi bir üye potansiyelinin olduğu görülmektedir. Ortalama olarak her STK’nın 1701 üyesi var. Bununla birlikte standart sapmanın çok büyük olduğu (3877,68) görülmektedir. Anket yaptığımız kuruluşlarda en yüksek üye sayısının 17.000, en düşük üye sayısının ise 10 olduğu görülmektedir (Bak. Tablo 10). Üye sayısı yüksek olmakla birlikte, üyelerin faaliyetlere katılımının da normal düzeyde olduğu görülmektedir. Anket sonuçlarından ortalama olarak üyelerin %40,88’inin faaliyetlere katıldığı görülmektedir. Bununla birlikte standart sapmanın bu konuda da yüksek olduğu (33,259) görülmektedir. Dokuz kuruluş bu oranı %100 olarak değerlendirirken, en küçük değer ise %1 olarak tespit edilmiştir. Üyelerin katılımında iyi bir görünümün olduğu belirtilebilir (Bak. Tablo 11). Yine STK’larda ortalama olarak 14,68 kişinin profesyonel olarak çalıştığı görülmektedir. Bununla birlikte standart sapma bu konuda da oldukça yüksek (61,5) çıkmıştır. Örneğin profesyonel çalışanın olmadığı STK sayısı 20’dir. Bununla birlikte 512 profesyonel çalışana 114
sahip olan kuruluş da mevcuttur. Ama kuruluşların %81,9’unda 10 ve daha az sayıda profesyonel çalışanın olduğu görülmektdir (Bak Tablo 7). STK’larda ortalama olarak 4,38 kişi ücretli olarak çalışmaktadır. Bu konudaki standart sapma da 13,584’tür. STK’ların %84,5’inde bu rakam 5’in altındadır (Bak. Tablo 9). STK’nın yapmış olduğu faaliyetlerin üyelere maddi kazanç sağlayıp sağlamadığına dair soruya STK’ların %81,7’si hayır cevabını verirken, %12,7’si evet cevabını vermiştir. STK’larda çalışma saatlerinin genellikle düzenli olduğu görülmektedir. Bu konuda sorular soruya %76,4 oranında STK, düzenli çalışma saatlerinin olduğunu, geriye kalanlar ise olmadığını belirtmiştir (Bak. Tablo 8). Ankete katılan STK’lar, üyelerinin büyük oranda kuruluşun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bildiklerini ifade etmişlerdir. STK’lardan %14,1’i olumsuz cevap verirken, %76,1’i olumlu cevap vermiştir (Bak. Tablo 26). Yine STK’ların %87,3’ü, üyelerinin, kuruluşun sorunlarının çözümü için ortak çaba içerisine girdiğini belirtmiş, bu konuda sadece %9,7 oranında olumsuz cevap verilmiştir (Bak. Tablo 34). “Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve vizyonudur” ifadesine STK’ların %75’i katılırken, %12,5’i katılmamıştır (Bak. Tablo 39). Yine, “Yönetim kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol uynarlar” ifadesine STK’ların %11,4’ü katılmazken, %85,7’si katıldığını ifade etmiştir (Bak. Tablo 53). Sonuç olarak, anket sonuçlarından STK’larda üyelerin genellikle faaliyetlere katıldığı, etkin olduğu, yine profesyonel çalışanların olduğu, bununla birlikte ücretli çalışan kişi sayısının az olduğu belirtilebilir.
2.3.4. STK’larda Vizyon, Misyon ve Strateji Sivil toplum kuruluşlarının %86,1’i kuruluşun misyonunu, vizyonunu belirten yazılı bir dökümanın olduğunu belirtmiştir (Bak. Tablo 12). Yine %83,3’ü bununla birlikte kuruluşun kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirtten yazılı bir dökümanın olduğunu ifade etmiştir (Bak. Tablo 13). “STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen komiteler (birimler, komisyonlar, kurullar) var mı?” sorusuna ise %72,2’si evet, %27,8’i hayır cavabını vermiştir (Bak. Tablo 14). “STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler” belirlemesine %12,5 katılmadığını ifade ederken, %86,1 katıldığını ifade etmiştir (Bak Tablo 25). Aynı şey üyeler için belirtildiğin de ise, bu oranların %14,1 ve %76,1 olduğu görülmektedir (Bak. Tablo 26). “Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör 115
kuruluşun misyonu ve vizyonudur” ifadesine STK’ların %75’i katılırken, %12,5’i katılmamıştır (Bak. Tablo 39). Yukarıdaki rakamlardan STK’ların genelde vizyon, misyon sahibi olduğu, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirlediği ve bunların üyelerin motivasyonunu sağladığı belirtilebilir. Yine yöneticilerle birlikte üyelerin de büyük çoğunluğunun kuruluşun vizyonunu, misyonunu, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bildiği ifade edilebilir. Tüm bunların yaşam bulması için kuruluşlarda genelde, strateji belirleyen kurullarının, komisyonlarının var olduğu görülmektedir.
2.3.5. Yönetim Fonksiyonları Açısından STK’lar
2.3.5.1. STK’larda Planlama ve Kontrol Sivil toplum kuruluşlarının %86,1’i kuruluşun misyonunu, vizyonunu belirten yazılı bir dökümanın olduğunu belirtmiştir (Bak. Tablo 12). Yine %83,3’ü bununla birlikte kuruluşun kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirtten yazılı bir dökümanın olduğunu ifade etmiştir (Bak. Tablo 13). “STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen komiteler (birimler, komisyonlar, kurullar) var mı?” sorusuna ise %72,2’si evet, %27,8’i hayır cavabını vermiştir (Bak. Tablo 14). Bunlarla birlikte STK’ların % 91,6’sı yaptıkları planlamaların kurumsal gelişmeyi sapladığını ifade etmiştir (Bak. Tablo 28). STK’ların %25’i kuruluşlarında etkin bir kontrol sisteminin olmadığını belirtirken, %73.6’sı etkin bir sistemin olduğunu ifade etmiştir (Bak. Tablo 29). Yapılan bu kontrollerin kurumsal gelişmeyi sağladığı belirlemesine %76,4’ü katılırken, %16,7’si katılmamıştır (Bak. Tablo 30). STK’ların %84,7’si projelerin projeleri
yürütecek
üyeler ile planlandığını
ve projenin
her aşamasında
değerlendirildiğini ifade ederken, %5,6’sı buna katılmamıştır (Bak. Tablo 31). Yine STK’ların %20,9’u kuruluşun başarısının düzenli olarak ölçülmediğini ifade ederken, %65,3’ü ise başarının düzenli şekilde ölçüldüğünü ifade etmiştir (Bak. Tablo 52). Tüm bu veriler STK’larda genel olarak bir planlama ve kontrol fonksiyonunun var olduğunu göstermektedir.
2.3.5.2. STK’larda Organizasyon STK’ların organizasyon yapısı ile ilgili sorulan soruda, STK’ların fazla hiyerarşik yapıya sahip olmadığı görülmektedir. STK’ların %14,5’inde hiyerarşik bir 116
yapılanma bulunmamaktadır. Yine tek kademeli hiyeraşik yapıdan oluşan STK’ların oranı %12,9’dur. Hiyerarşik kademe sayısı 2 olan STK oranı %30,6’dır. Yine hiyerarşik kademe sayısı 3 olan %27,4, bununla birlikte 4 olan %11,3 ve 5 olan ise %3,2’dir (Bak. Tablo 23). Özellikle hiyerarşik bir yapılanmaya sahip olmayan STK’ların %14,5 gibi bir oranda olması dikkat çekicidir. Tablo 31’deki veriler de bu görüşü desteklemektedir. Elde edilen sonuçlardan STK’ların fazla hiyerarşik olmayan, esnek yapılara sahip olduğu sonucu çıkarılabileceği gibi, STK’ların küçük çapta, fazla kapsamlı, kompleks olmayan yapılara sahip olduğu sonucu da çıkarılabilir. STK’ların maddi koşulları, ücretli, profesyonel çalışan sayıları göz önünde bulundurulduğunda ikinci yorumun da geçerli olduğunu görülmektedir.
2.3.5.3. STK’larda Yürütme ve Koordinasyon STK’ların %84,7’si projelerin projeleri yürütecek üyeler ile planlandığını ve projenin
her
aşamasında
değerlendirildiğini
ifade
ederken,
%5,6’sı
buna
katılmamıştır (Bak. Tablo 31). Yine STK’ların %68,1’i proje ve faaliyetler arası eşgüdümün iyi tasarlandığını ifade etmektedir, %18,1’i ise buna katılmamaktadır (Bak. Tablo 35). “Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için, toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır” ifadesine STK’ların %76,4’ü katılırken, %18,1’i katılmamıştır (Bak.Tablo 26). “Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas alırlar” ifadesine ise STK’ların %80,5’i katılmış, %11,1 katılmamıştır (Bak. Tablo 43). Anket cevaplarından elde edilen veriler, STK’larda genellikle işlerin kollektif tarzda yörütüldüğünü, proje ve faaliyetler arası koordinasyonun iyi tasarlandığını ve mevcut durumu geliştirmek için sürekli ve düzenli şekilde toplantı, konferans, seminer vb. çalışmaların yapıldığı göstermektedir.
2.3.5.4. STK’larda Đletişim ve Đnsan Đlişkileri Anket yapılan sivil toplum kuruluşlarının hepsi iletişim aracı olarak telefonu kullanıyorlar (Bak. Tablo 18). Bununla birlikte faksı kullananların oranı %84,7 (Bak. Tablo 19) ve interneti kullananların oranı %73,6’dır (Bak. Tablo 20). Telefon, faks ve internet dışında farklı iletişim araçlarını kullananların oranı ise %22,2’dir (Bak. Tablo 21). Email grup adresi olanların oranı ise %23,6’dır (Bak. Tablo 23). Bununla birlikte STK’ların %48,6’sının internet adresi vardır (Bak. Tablo 4). 117
“STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır” ifadesine STK’ların %76,4’u katıldığını, %15,3’ü ise katılmadığını ifade etmiştir (Bak. Tablo 36). Yine STK’ların %84,5’i projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyelerin
düzenli
olarak
yazılı,
sözlü
ya
da
elektronik
haberleşmeyle
bilgilendirildiğini ifade etmiştir (Bak. Tablo 37). STK’ların %62,5’inde, üyeler arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde de sürdürülürken, %19,5’inde bu ilişkiler sürdürülmemektedir (Bak. Tablo 45). Yine STK’ların %66,2’si, üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürüldüğünü ve bu ilişkilerin iş hayatındaki başarıyı artırdığını ifade ederken, %8,4’ü buna katılmamıştır (Bak. Tablo 46). STK’ların
%87,3’ünde
resmi
ilişkiler
dışında
informel
ilişkilerin
olduğu
görülmektedir (Bak. Tablo 47). Anket sonuçlarından elde edilen veriler, STK’larda bilgi akışının iyi olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte resmi ilişkiler dışında sosyal ilişkilerin hakim olduğu, bu ilişkilerin sosyal yaşamda ve iş ilişkilerinde de sürdürüldüğü örgütler olduğunu ortaya koymaktadır.
2.3.5.5. STK’larda Motivasyon Sivil toplum kuruluşları “Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve vizyonudur” ifadesine %75 oranında katılmaktadır, bununla birlikte %12,5’i katılmamaktadır (Bak. Tablo 39). Yine STK’ların %69,5’i en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi olduğunu ifade etmektedir. STK’ların %16,6 ise bu görüşe katılmamaktadır (Bak. Tablo 40). Bununla birlikte STK’nın en üst yönetiminin üyelerinin motivasyonunda önemli bir etkisinin olduğunu %72,2’si ifade ederken, %15,3’ü buna katılmamaktadır (Bak. Tablo 41). Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmaların da üyelerin motivasyonunu artırdığı görülmektedir. Bu konuda olumlu görüş belirtilenler %88,8 gibi yüksek bir orandadır (Bak. Tablo 44). Tüm bu verilerden, sivil toplum örgütlerinde üyelerin motivasyonunda kuruluşun vizyonunun, misyonunun, liderin, yönetimin, ve yapılan toplantı, seminer, konferans gibi ortak etkinliklerin önemli bir yerinin olduğu anlaşılmaktadır.
2.3.5.6. STK’larda Karar Verme Süreçleri 118
“STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar?” sorusuna STK’ların %39,5’i haftada bir, %29,2’si on beş günde bir, %19,4’ü ayda bir, %4,2’i iki ayda bir ve %9,7’si bunların dışında sıklıkta toplantı yaptığı cevabını vermiştir (Bak. Tablo 15). “STK’nızın çalışanlarını tümünün katıldığı toplantılar hangi sıklıkla yapılır?” sorusuna ise STK’ların %1,4’ü her gün, %8,6’sı haftada bir, %15,7’si on beş günde bir, %32,9’u ayda bir, %11,4’ü iki ayda bir ve %30’u bunların dışında cevabını vermiştir (Bak. Tablo 16). Bununla birlikte “Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul dışında)?” sorusuna, STK’ların %4,3’ü on beş günde bir, %18,6’sı ayda bir, %8,6’sı iki ayda bir, %17,1’i üç ayda bir, %12,9’ü altı ayda bir cevabını vermiştir (Bak. Tablo 17). Üyelerin katılımı sınırlı iken aktif çalışanlar arasında katılımcılığın olduğu görülmektedir. “Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler.” ifadesine STK’ların %66,7’si katılırken, %29,2’si katılmamıştır (Bak. Tablo 33). Yine, “Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas alırlar” ifadesine, STK’ların %80,5’i katılırken, %11,1’i katılmamıştır (Bak. Tablo 43). Bu veriler yöneticilerin çok sık olmasa da toplantı yaptıklarını, ama bununla birlikte üyelerle toplantıların çok sık yapılmadığını ortaya koymaktadır. Bir anlamda üyelerin karar gücü haline gelmeleri için gerekli karar mekanizmalarının yaratılmadığını ortaya koyuyor. Bu cevaplar aynı zamanda bundan önceki bir çok analizle de çelişiyor. Bununla birlikte STK’larda yöneticiler ve diğer çalışanlar arasında kolektif bir çalışma tarzının olduğu, karar süreçlerine etkin ve aktif çalışanların katıldığı sonucuna varılabilir.
2.3.5.7. STK’larda Liderlik Genel olarak STK’ların %72,2’si kuruluşun stratejik hedeflerini belirleyen komitelerin (birimlerim, komisyonların, kurulların) olduğu ifade ediyor (Bak. Tablo 14). Yine STK’ların %86,1’i yöneticilerin kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bildiğni ifade etmektedirler (Bak. Tablo 25). STK’ların %50’si kuruluşun en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.) habersiz hiç bir şey yapılmadığını ifade ediyor, bununla birlikte %45,8’si de tersini ifade ediyor (Bak. Tablo 32). Yine “STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.” 119
ifadesine STK’ların %69,5’i katılırken, %16,7’si katılmamaktadır (Bak. Tablo 40). “STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.) bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır” ifadesine ise STK’ların %66,7’si katılırken, %23,6’sı katılmamıştır (Bak. Tablo 49). Elde edilen bu veriler STK’larda liderlerin önemli bir yerinin olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte üyelerin motivasyonunda, en est yönetimin rolü sorulduğunda olumlu cevap verenler %72,2’dir (Bak. Tablo 41). Yine kuruluşun başarısında en üst yönetimin rolü sorulduğunda olumlu cevap verenlerin oranının %83,4 olduğu görülür (Bak. Tablo 50). Bunlarla birlikte STK’ların %45,9’unda yöneticiler yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmemiştir. Bu tür bir eğitim sürecinden geçenlerin oranı %44,4’tür (Bak. Tablo 36). Tüm bu veriler STK’larda liderlerin önemli bir yere sahip olduğunu ama bununla birlikte yönetimlerin en az lider kadar rol sahibi olduğunu göstermektedir. Liderin ve yöneticilerin STK’larda önemli bir rolünün olmasına rağmen, yarısından daha fazlasının, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmediği görülmektedir.
2.3.6. STK’ların Yönetim ve Organizayon Açısından Genel Durumu Anket sonucunda elde edilen veriler genel olarak değerlendirildiğinde, 19401979 yılları arasında sivil toplum kuruluşlarının kurulmaya başlandığı, 1980-1989 yılları arasında 1980 askeri darbesinden sonra bir düşüşe geçtiği ve 1990 sonrası büyük bir yükselişi geçtiği söylenebilir. STK’ların genellikle, küçük sayılabilecek, 50-250 metrekarelik mekanlarda faaliyet yürüttüğü görülmektedir. 1000, 5000 gibi büyük mekanlarda faaliyetlerini sürdüren STK’lar olmakla birlikte bunların sayısı oldukça düşüktür. Bu sonuçlardan da maddi olarak sivil toplum kuruluşlarının iyi durumda olmadıkları belirtilebilir. STK’larda üyelerin genellikle faaliyetlere katıldığı, etkin olduğu, yine profesyonel çalışanların olduğu, bununla birlikte ücretli çalışan kişi sayısının az olduğu belirtilebilir. STK’lar yönetim fonsiyonları açısından değerlendirildiğinde ise şu noktalar vurgulanabilir: •
STK’larda genel olarak bir planlam ve kontrol fonksiyonunun var olduğunu görülmektedir.
120
•
STK’ların fazla hiyerarşik olmayan, esnek yapılara sahip olduğu, bununla birlikte STK’ların küçük çapta, fazla kapsamlı, kompleks olmayan yapılara sahip olduğu görülmektedir.
•
Anket sonuçlarından elde edilen veriler, STK’larda bilgi akışının iyi olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte STK’ların, resmi ilişkiler dışında sosyal ilişkilerin hakim olduğu, bu ilişkilerin ailevi, sosyal ve iş ilişkilerinde de sürdürüldüğü örgütler olduğunu ortaya koymaktadır.
•
Sivil
toplum
örgütlerinde
üyelerin
motivasyonunda
kuruluşun
vizyonunun, misyonunun, liderin, yönetimin, ve yapılan toplantı, seminer, konferans gibi ortak etkinliklerin önemli bir yerinin olduğu görülmektdir. •
STK’larda genel olarak, yöneticilerin çok sık olmasa da toplantı yaptıkları,
ama
bununla
birlikte
üyelerle
toplantıların
çok
sık
yapılmadığını görülmektedir. Bir anlamda STK’ların üyelerin karar gücü haline gelmeleri için gerekli karar mekanizmalarını yaratmadıklarını ortaya çıkmıştır. Bu cevaplar aynı zaman da bundan önceki bir çok analizle de çelişiyor. Bununla birlikte STK’larda etkin çalışan yöneticiler ve diğer çalışanlar arasında kollektif bir çalışma tarzının olduğu, karar süreçlerine etkin ve aktif çalışanların katıldığı sonucuna varılabilir. •
Son olarak, STK’larda liderlerin önemli bir yere sahip olduğunu ama bununla birlikte yönetimlerin en az lider kadar rol sahibi olduğu görülmektedir. Liderin ve yöneticilerin STK’larda önemli bir rolünün olmasına rağmen, yarısından daha fazlasının, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmediği görülmektedir.
121
Sonuç Sivil toplum paradigmasına ilişkin yapılan çalışmalar, genellikle sivil toplumun devletle olan ilişkisi, yine bununla bağlantılı olaral sivil toplum kuruluşlarının ulusal ve uluslar arası alanda gelişen demokratikleşme süreçlerindeki rolü üzerinde odaklanmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde sivil toplumun gelişim seyri de bu gerçeği ifade etmektedir. Yapılan literatür taraması sonucu, birey-toplumdevlet ilişkisinin, yapılan çalışmaların ana odağını oluşturduğu görülmüştür. Sivil toplum kavramı, politik, ekonomik, düşünsel gelişmeler sonucu yaşanan toplumsal değişimlere parelel olarak bir değişim göstermiştir. Bununla birlikte genel olarak, birey-toplum-devlet ilişkisinde her geçen gün bireyin biraz daha bağımsızlaştığı görülmektedir. Birey toplum ilişkisinde, batı toplumlarında birey öne çıkarken, doğu toplumlarında –sivil toplumun gelişmemesin bir sonucu ya da nedeni olarak- bireyin fazla bağımsızlaşmadığı, toplumun öne çıktığı görülmektedir. Yine dünya genelinde, toplumun devletten koptuğu, devlet aygıtının müdahale alanının her geçen gün biraz daha daraldığı görülmektedir. Sivil toplumun, modern dünyada 1990 yılları sonrası ciddi bir yükselişi yaşadığı görülmektedir. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki devrimsel gelişmeler, buna 122
parelel olarak ulus devlet kavramının aşılması, temsili demokrasinin yetersiz görülmesi, doğrudan katılımcı demokrasi arayışlarının yükselmesi, uluslararası etkileşimin geçmişle kıyaslanmayacak düzeyde artması, yine soğuk savaş döneminin sona ermesi, genel olarak “küreselleşme” olarak ifade edilen gelişmeler, sivil toplumun hem ulusal hem de uluslar arası alanda her geçen gün etkinliğinin artmasının nedenleri olarak sıralanmaktadır. Küresel çapta yaşanan bu gelişmeler sonucu, toplumsal yapının felsefik, ideolojik, siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel etnik, dini, mesleki anlamda oldukça farklılaştığı ve bu farklılaşmaların kendisini örgütleyerek, toplumsal yaşama katıldığı görülmektedir. Sivil toplum kuruluşları bu sürecin ürünüdür. Bu sürecin sağlıklı işlemesinde devlet yapılanmalarının da, bu farklılaşmaların kendisini ifade edebildiği ve örgütlülüğe kavuşturabildiği bir yapıya sahip olması önem arz ediyor. Nasıl ki sivil toplumun gelişmesi demokratikleşmeyi, devletin ve siyasetin demokratik bir niteliğe kavuşmasını sağlıyorsa, devletin demokratikleşmesi de, sivil toplumun ve siyaset
araçlarının
demokratikleşmesini
sağlamaktadır.
Dolayısıyla
çağdaş
demokrasinin gelişmesi, sivil toplumun gelişmesine bağlı olduğu kadar devletin demokratik bir dönüşüme uğramasını da zorunlu kılar. Tabi devlet doğası gereği, merkezi, bürokratik, otoriter bir özellik arz etmektedir. Bu anlamda demokratikleşme sürecinin asıl belirleyici unsurları sivil toplum kuruluşlarıdır. Türkiye’de sivil toplumun oldukça eski bir tarihi vardır. Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde vakıf, tarikat, cemiyet, lonca gibi, devleten alanının dışınca faaliyet yürüten kurumlara rastlanır. Cumhuriyet ile birlikte sivil toplumun gelişmesi için gerekli koşullar daha fazla olgunlaşmıştır. Parlementer sistemle birlikte, yurttaşlık anlayışının gelişmesi, anayasanın hazırlanması gibi modern unsurlar sivil toplumun gelişmesi için uygun zemini yaratmıştır. Bununla birlikte Cumhuriyetin ilk yılları olan tek partili dönemde sivil toplumun yaşam alanının daraltıldığı görülmektedir. 1950’li yıllarla birlikte, dünya genelinde yaşanan gelişmelere parelel olarak Türkiye’de de sivil toplum canlanmaya başlanmıştır. 1980 askeri darbesi, sivil toplumun 1990’lı yıllara kadar tekrar toplumsal yaşamın dışına itilmesine neden olmuştur. 1990 sonrası yıllarda, küresel gelişmeler Türkiye’yi daha fazla etkilemiş ve sivil toplum kuruluşları dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir yükselişi yaşamıştır. Bununla birlikte Türkiye’de geçmişten bu yana devam eden, önemli bir tarihsel geleneğe sahip olan, sivil ve özellikle askeri bürokrsinin etkin 123
olduğu, tepeden inmeci, bürokratik yönetim anlayışı da devam etmektedir. Bu da sivil toplumun -her ne kadar belli bir gelişmeyi yaşasa da- gerçek anlamda etkin olmasını, toplumsal yaşamda asıl, belirleyici unsurları haline gelmelerini engellemektedir. Sivil toplum ile ilgili günümüzde bir çok çalışma yapılmıştır. Her geçen gün sivil topluma olan ilgi artmaktadır. Ama bu ilginin genellikle sivil toplumun paradigması ilgili olduğu, bu kuruluşların daha etkin hale gelmesi için pratiksel ve yönetsel çalışmaların yeterince yapılmadığı görülmektedir. Bununla birlikte hem genel olarak dünyada yaşanan gelişmeler hem de sivil toplumun yüzyılları bulan pratikleri sonucu bazı değerlerin öne çıktığı söylenebilir. Stratejik yönetim anlayışı, STK’larda öne çıkan en önemli düşüncedir. Belirsizliğin, sürekli ve hızlı değişimin en temel karakter olduğu 21. yüzyılda, çevresel değişikliklere ve belirsizliklere uyum sağlama ihtiyacı stratejik yönetim anlayışını öne çıkarmıştır. Katılımcılık, sivil toplum kuruluşlarında öne diğer önemli husustur. Hem çağın getirdiği gelişmeler, hem de sivil toplum paradigması, bu örgütlerde katılımcı bir yönetim anlayışını zorunlu kılıyor. Bütün yönetim süreçlerinde hiyerarşinin erimesi, yenilikçilik, yaratıcılık, sosyal sermaye, hizmet sağlayan kuruluşlardan toplumsal hareketlere dönüşme, sivil toplum kuruluşlarının öne çıkan diğer önemli karakterleridir. Türkiye’de bulunan sivil toplum kuruluşlarının yönetim kültürünü ve organizasyon yapısını incelemek amacıyla bir alan çalışması yapılmıştır. Bu çalışma kapamında “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” konulu bir anket hazırlanmış ve 72 STK ile anket yapılmıştır. Daha sonra anket sonuçları istatistiki olarak analiz edilmiştir. Literatür çalışması ve anket çalışmasının sonuçları bir araya getirildiğinde çelişkili souçlara varılmıştır. Literatür taramasında, Türkiye’de sivil toplumun etkin olmadığı, var olan sivil toplum kuruluşlarının, sivil toplum paradigmasına ters bir şekilde, halktan kopuk, kitle desteği olmayan, hiyerarşik, anti demokratik unsurları kendi içinde barındıran kuruluşlar olduğu yine, yönetim bilgisinden bihaber çalıştığı, stratejik yönetim anlayışının olmadığı, planlama-kontrol, organizasyon, yürütme koordinasyon, motivasyon, iletişim ve insan ilişkileri, karar verme ve sorun çözme, yetki devri, liderlik gibi yönetim fonksiyonlarının gelişmediği, zayıf kaldığı sonucuna varılmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının yönetim kademesindeki insanlarla yapılan anket sonuçları ise literatürden farklı veriler sunmuştur. Sivil toplum kuruluşu temsilcileri verdikleri cevaplarda literatürün tersi yönde bir durumun 124
olduğu
savunmuşlardır.
Bu
anlamda,
çalışmaya
başlarken,
ortaya
atılan;
Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarında etkin bir yönetim kültürünün olmadığı, ve sivil toplum kuruluşlarının, kurumsal düzeyi zayıf örgütlenmeler olduğu hipotezlerini yanlışlamışlardır. Literatür ve alan çalışması arasındaki bu çelişki anket çalışmasını yaparken “sorulan sorulara verilen cevapların doğru olduğu varsayımı”nı gözden geçirmeyi gerekli kılmaktadır. Literatürün mü yoksa sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin mi gerçeği ifade ettiği ise, Türkiye’de bu kuruluşların etkinlik düzeyinin incelenmesi ile açığa çıkacaktır. Bu ise daha kapsamlı farklı bir çalışmayı gerekli kılmaktadır.
KAYNAKLAR
Aktan, C. C. (1997, Kasım-Aralık). Sivil Toplum Đçin Đdeal Devlet. Yeni Türkiye, 18. 188-191.
Albert, M. (2002). Değişimin Yolu: Toplumsal Dönüşüm Đçin Aktivist Stratejiler. Đstanbul: Aram Yayınları.
Atack, I. (1999, Mayıs), Four Criteria of Development NGO Legitimacy. World Development, Volume 27, Issue 5. ss. 855-864.
Atar, Y. (1997, Kasım-Aralık). Demokratik Sistemde Sivil Toplumun Fonksiyonu ve Sivil Toplum-Devlet Düalizmi. Yeni Türkiye, 18. 98-101.
Azaklı, S. (1997, Kasım-Aralık). Devlet-Sivil Toplum ve Türkiye. Yeni Türkiye, 18. 224-230.
Balı, R. N. (2000, Şubat). Sivil toplum hareketinin iki zaafı: Đşadamları ve elitizm. Birikim, 130. 33-42. 125
Barber, B. (1995) Güçlü Demokrasi, Çev. Mehmet Beşikçi, Đstanbul. Ayrıntı Yayınları.
Berry, J. D. (n.d.) Exploring the concept of community: implications for NGO management. CVO International Working Paper Number 8. 24 Ekim 2003 tarihinde http://www.library.bilgi.itu.edu.tr adresinden alınmıştır.
Betil, Đ. (2001). Sivil Toplum Kuruluşlarında Gönüllülük ve Gönüllü Yönetimi. 26 Ekim 2003 tarihinde http://www.tegv.org/haber/kasim/yontem.htm internet adresinden alınmıştır.
Bobbio, N. & Texier, J. (1982). Gramsci ve Sivil Toplum. Ankara: Savaş Yayınları.
Borgese, E. M. (1999, Kasım). Global civil society: lessons from ocean governance. Future, Volume 31, Issues 9-10. ss. 983-991. Bostancı, N. (1997, Kasım-Aralık). Sivil Toplum, Devlet ve Türkiye. Yeni Türkiye, 18. 181-187.
Brecher, J., Costello, T. & Smith, B. (2002). Aşağıdan Küreselleşme. Đstanbul: Aram Yayınları.
Campbell, P. (1988) Relations between Southern and Northern NGOs in the context of sustainability, participation and partnership in development. Unpublished discussion paper prepared by International Committee for Voluntary Agencies (ICVA) Working Group on Development Issues. CVO International Working Paper Number 5. 24 Ekim 2003 tarihinde http://www.library.bilgi.itu.edu.tr internet adresinden alınmıştır.
Çaha, Ö. (1997, Kasım-Aralık). 1980 Sonrası Türkiye’sinde Sivil Toplum Arayışları. Yeni Türkiye, 18. 28-64.
Çarıkçı, Đ. H. & Acar, Đ. A. (2002). STK Stratejik Yönetim ve Yeni Yönelimler, Yeni Projeksiyonlar. Đ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi Sayı: 26. ss. 17-25.
Çetin, M. Sivil Toplum Kuruluşlarında Liderin Başarıya Etkisi ve Kurumsallaşma. Sistem (Ortadoğu Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü E-dergisi). 26 Ekim 2003 tarihinde http://sistem.ie.metu.edu.tr/stklarda_liderlik.htm internet adresinden alınmıştır. 126
Doğan, Đ. (2002). Özgürlükçü ve Totaliter Düşünce Geleneğinde Sivil Toplum. Đstanbul: Alfa Yayınları.
Edwards, M. (1999, Şubat). NGO Performance ¯ What Breeds Success? New Evidence from South Asia. World Development, Volume 27, Issue 2, ss. 361-374.
Erkut, H. (2002). Planlama ve Kontrol Raporu. Yönetim ve Organizaayon Ders (2002-2003 Güz Dönemi) Notları.
Fyvie, C. & Ager, A. (1999, Ağustos). NGOs and Innovation: Organizational Characteristics and Constraints in Development Assistance Work in The Gambia. World Development, Volume 27, Issue 8. August 1999, ss. 1383-1395.
Gençkaya, Ö. F. (1997, Kasım-Aralık). Demokratikleşme ve Sivil Toplum Đlişkisi Üzerine Bir Not. Yeni Türkiye, 18. 102-104.
Đnsel A. (2002, 10 Mart). Sivil toplum kuruluşlarının meşruiyeti. Radikal Đki. Đyi yonetişimin temel taşı sivil toplum. (2001, Aralık). Aktiveline Gazetesi, Sayı 21. 26 Ekim 2003 tarihinde www.activefinans.com/activeline/sayi21/iyiyonetisim.html intenet adresinden alınmıştır.
Keane, J. (1994). Demokrasi ve Sivil Toplum: Avrupa Sosyalizminin Açmazları, Toplumsal ve Siyasal Đktidarın DenetlenmesiSorunu ve Demokrasi Beklentileri Üzerine. Đstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Kim, I., & Changsoon, H. (2002). Defining the Nonprofit Sector: South Korea. Working Papers of the Johns Hopkins Comparative Nonprofit Sector Project, no.41. Baltimore, The Johns Hopkins Center for Civil Society Studies.
Köprülü, K. (2001, Kış). Trükiye’de Sivil Toplum ve AB’ne Üyelik Sürecinde Sivil Toplumun Önemi. Elegans, Sayı 52. 26 Ekim 2003 tarihinde, www.elegans.com.tr/52/haber034.html adresinden alınmıştır.
Lister, S. Power in partnership? an analysis of an NGO’s relationships with its partners.
127
Madon, S. (1999, Eylül). International NGOs: networking, information flows and learning. The Journal of Strategic Information Systems, Volume 8, Issue 3. ss. 251261.
Malgil, G. Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri Đçin Hukuki Şartlar. Arı Bülten, Sayı 21. 27 Ekim 2003 tarihinde www.ari-tr.org internet adresinden alınmıştır.
Murphy, B. (1991) 'Canadian NGOs and the politics of participation' in Swift, J and Tomlinson, B. (eds) Conflicts of interest Toronto: Between the Lines. [31] Portelli, H. (1982). Gramsci ve Tarihsel Blok. Ankara: Savaş Yayınları.
Postma, W. (1994) 'NGO partnership and institutional development: making it real, making it intentional' Canadian Journal of African Studies vol 28, no 3. Sheehan, J. NGOs and participatory management styles: a case study of CONCERN Worldwide, Mozambique. CVO International Working Paper Number 2. 24 Ekim 2003 tarihinde http://www.library.bilgi.itu.edu.tr internet adresinden alınmıştır.
Sincar, M. (2000, Şubat). Global sivil toplum mu?. Birikim, 130. 19-32.
Sivil Toplum Đş Başında. (2001). 26 Ekim 2003 tarihinde http://www.deltur.cec.eu.int/sivil.rtf internet adresinden alınmıştır.
Şehsuvaroğlu, L. (1997, Kasım-Aralık). Devlet Ana mı? Devlet Baba mı? Yeni Türkiye, 18. 235-239.
Tandon, R. (1990) 'Partnership in social development evaluation: a thematic paper' ss. 96-113 in Marsden, D, and Oakley, P. (ed.) Evaluating social development Projects, Oxford:Oxfam.
Tarhan, G. STK'ların Etkin Yönetimi. 26 Ekim 2003 tarihinde http://www.tegv.org/haber/kasim/tarhan_kalder.htm internet adresinden alınmıştır.
Tekin, S. (2000, Şubat). Sivil toplumun devletiyle bölünmez bütünlüğü. Birikim, 130. 43-46.
The Global Development Research Center. (2003). A Folder on Keywords and Cencepts on assoiated with NGOs. 26 Ekim 2003 tarihinde www.gdrc.org/ngo/ngokeywords.html adresinden alınmıştır.
128
Toksöz, F. (2003, Aralık). Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları. “AB Süreci ve Sivil Toplum Kuruluşları” Sempozyumuna (14. STK Sempozyumu) sunulan tebliğden alınmıştır, Đstanbul, Turkiye.
Tosun, G. E. (2000, Şubat). Demokratikleşme-sivil toplum tartışmasının görünmeyen boyutu: Sivil toplum örgütleri içinde katılım ve örgüt içi demokrasi. Birikim, 130. 52-60.
Tosun, G. E. (2001). Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum Đlişkisi. Đstanbul & Bursa: Alfa Yayınları. Türkeş, A. Ö. (2000, Şubat). STK’lar ya da sanal toplum kuruluşları. Birikim, 130. 47-51.
USAID. (1997) ‘New partnership initiative (NPI) resource guide: a strategic guide to development partnering’. Report of the NPI Learning Team. Washington DC: United States Agency for International Development.
Uvin, P., Jain, P. S. & Brown, L. D. (2000, Ağustos). Think Large and Act Small: Toward a New Paradigm for NGO Scaling Up. World Development, Volume 28, Issue 8. ss. 1409-1419.
Yılmaz, Aytekin. (1997, Kasım-Aralık). Sivil Toplum, Demokrasi ve Türkiye. Yeni Türkiye, 18. 86-97.
Yılmaz, M. (1997, Kasım-Aralık). Sivil Toplumun Kısa Tarihi ve Aktüel Bazı Meseleleri. Yeni Türkiye, 18. 368-372.
129
Ek 1: SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARINDA YÖNETĐM ANKETĐNE KATILAN SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARI 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22.
AEGEE-Ankara (Avrupa Öğrencileri Forumu Ankara Temsilciliği) AEGEE-Eskişehir AIESEC Turkiye AKA Arama Kurtarma Araştırma Derneği Akdeniz Genç Đşadamları Derneği-AGĐD AK-DER (Ayrımcılığa karşı Kadın Hakları Derneği) Amargi Kadın Kooperatifi Anadolu Kültür / Diyarbakır Sanat Merkezi Anadolu Kültür Merkezi Balkanlar Dostluk ve Diyalog Derneği Barış Anneleri Đnisiyatifi Belediye Đş Sendikası Diyarbakır Şubesi Bilim Eğitim Estetik Sanat Araştırmaları Vakfı Büro Emekçileri Sendikası Aksaray Şubesi Büro Emekçileri Sendikası Kadıköy Şubesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Vakfı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Dicle Fırat Kültür Sanat Merkezi Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneği Diyarbakır Verem Savaş Derneği Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Đstanbul 3 Nolu Şube 130
23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. 64. 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Đstanbul 8 Nolu Şube Ekonomik ve Teknik Dayanışma Vakfı Gazi Cem Vakfı Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma veKültür Derneği Genel Merkezi Gökkuşağı Kadın Derneği Güneydoğu Sanayici ve Đşadamları Derneği (GÜNSĐAD) Đnsan Hakları Derneği (ĐHD) Diyarbakır Derneği Đnsan Hakları Derneği (ĐHD) Đstanbul Şubesi Đstanbul Felsefe Kulüpleri Platformu Đstanbul Fotograf ve Sinema Amatörleri Derneği (ĐFSAK) Đstanbul Kürt Enstitüsü Đstanbul Santranç Derneği Đstanbul Umum Diş Protez Teknisyenleri ve Sanatkarlar Odası Kadıkoy Bilim Sanat Kültür Dostları Derneği Kadın Araştırmaları ve Dayanışma Merkezi Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV) Kimya Mühendisleri Odası Lambda Đstanbul Eşcinsel Sivil Toplum Girişimi Liberal Gençlik Derneği (LĐGED) Lokantacilar Derneği Marmara Üniversitesi Mezunları Derneği Marmara Üniversitesi Öğrenci Derneği Mezopotamya Kültür Merkezi Muş Eğitim Vakfı Pertevniyal Eğitim Vakfı Pirinç Değirmencileri Derneği Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı S.S. Đskenderiye Bilimsel Kültürel Araştırmalar ve Üretim Kooperatifi Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Aksaray Şubesi Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Kadıköy Şubesi Selis Kadın Danışmanlık Merkezi Sosyal Araştırmalar Vakfı Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) Sosyal Ekolojist Dönüşüm Derneği Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat Đçin Vakıf Tozkoparan Birlik Kültür ve Spor Kulübü Derneği Tutuklu Aileleri ile Dayanışma Derneği Tüketici Koruma Derneği Tüketiciler Birliği Tüketiciyi Koruma ve Dayanışma Birliği Tüm-Bel-Sen Đstanbul 1 Nolu Şube Tüm-Bel-Sen Đstanbul 5 Nolu Şube Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TÜRÇEK) Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı Türkiye Motorlu Taşıt Đşçileri Sendikası (TÜMTĐS) Türkiye Sağlık Đşçileri Sendikası Diyarbakır Şubesi Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Zeytinburnu Müzisyenler Derneği 131
72.
Zihinsel Engellilerin Eğitimi Rehabilitasyonu ve Đstihdamı Derneği
132