Lise Postası, Sayı 6

Page 1

N 6 Bahar 2012 ISSN:130B-996X

Reklamların yoksullarla dalga geçen yüzü Ey yoksul! Açken sen, sen değilsin! Kadına yönelik şiddette medyanın rolü Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek

DOSYA Firesiz şair: CEMAL SÜREYA

Gerçek çevreciler: Çöp toplayıcılar Mersin’in sorunlarına bir bakış Mersin bir kent midir?

Yılın edebiyat olayları Edebiyat öğretmeni nasıl olmalı?

Olmayan kelimeler

Sokakta çileden çıkaran davranışlar

Edebiyatçıların 100 temel eser listesi

“Her öykünün bir emanetçisi, her şarkının da bir derdi vardır.” SELNUR GÜNEŞ / ALİ ATAKAY / AHMET FURKAN ALTÜRK / SEVGİ AĞIRCAN / TÜRKAN KAÇMAZ / SELİN ŞİPALOĞLU PINAR KARAKAYA / TÜRKAN KANAR / DİLAN AKGÜL / S. DENİZ UFLAZOĞLU / EYÜP YAVİ / FIRAT BOZAN / HALİL CİCE TENZİLE S. DAĞDELEN / SERVET KENAN SİVASLI / AYŞEGÜL GÖNÜL / SABİHA ARSLAN / İLKNUR CEYLAN / ŞULE SEVİM NEŞE GÖRÜCÜ / FİLİZ ÇOBAN / RIDVAN EJDERHA / EMİNE SARIBAY / ELİF CÖMERT / DENİZ YAĞMUR / ZEYNEP UYANIK


LPliSEPOSTASI

LPliSEPOSTASI Mevsimlik Edebiyat Dergisi Mersin Gazi Anadolu Lisesi Yayınıdır Sayı:2

Mayıs 2012

ISSN:130B-996X Okul Adına Sahibi Musa Malkoç (Okul Müdürü) Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Deniz Gönüllü Editör İlknur Ceylan (12. Sınıf ) Yayın Kurulu Ahmet Furkan Altürk (12. Sınıf ) Filiz Çoban (9. Sınıf ) Deniz Öztürk (9. Sınıf ) Yayın İnceleme Kurulu Mustafa Çınar(Müdür Yrd.) Zülfü Gül (Öğretmen) Mürsel Adal (Öğretmen) Yönetim ve Yazışma Mersin Gazi Anadolu Lisesi Akdeniz/Mersin Telefon ve Belgegeçer: 0324 336 40 74 e-posta: lisepostasi@gmail.com web: www.magal.meb.k12.tr www.lisepostasi.blogspot.com Grafik Tasarım Deniz Gönüllü / onegrafik.com Baskı Mersin Reprotek >>Gönderilen yazılar yayımlansın yayımlanmasın iade edilmez. >>Yayımlanan yazıların sorumluluğu eser sahiplerine aittir. >>Gazetemiz, Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan “İlköğretim ve Ortaöğretim Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğine (Madde 24)” uygun hazırlanmıştır. (13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı R.G.)

G

ünlük hayatın sıradanlığından sıkıldığımızda başucumuzda edebiyata dair izlerin olması keyif verici… Şimdi hayatın gürültüsünü bir tarafa koyup edebiyatı doyasıya yaşamanın tam zamanı. Düşler evreninde bizimle yola çıkmaya var mısınız? Lise Postası’nın 6. sayısı, keyif alacağınız ve her sayfasında kendinizi bulabileceğiniz bir kardeşlik bahçesidir. Dergimizin bu sayısında samimi ve sımsıcak duyguların bütünleştiği Cemal Süreya dosyası, Cemal Süreya’yı içinize bir kez daha taşıyacak. Duygularımıza ve düşüncelerimize dil veren şiirlerimizde bu sayımızın vazgeçilmezlerinden. Sözcükler dünyasını anlamlaştıran öykülerimiz, bir dost sıcaklığıyla anlatıyor yaşamın gerçeklerini. İnsanın içine işleyecek ve sizi derinden etkileyecek deneme ve makalelerimiz. Yeni, ışıltılı bir ses Jehan Barburla yapılan “çok hoş” söyleşimiz, size yeni bir arkadaş kazandıracak. Buna çok eminiz. Reklamların yoksul insanlar üzerinde yarattığı derin uçurumlara; kadına şiddetin arttığı son günlerde medyanın kadına yönelik şiddet karşısındaki tutumununa dikkatlerinizi çekmek istedik. Çöp toplayıcılığının bir çevre hareketi olduğunu düşünüyoruz. İlgili yazımız sizi şaşırtacak. Yaşadığımız kente döndük yüzümüzü ve sorduk: “ Mersin bir kent midir?” Gençlere sorduğumuz sorulara karşılık gençlerin bakış açılarını ortaya koyan yanıtlar aldık. Şunu anlatacak bir kelime olsa bölümümüz müthiş bir zihin jimnastiği olacak. “Şiir denemeleri” köşemiz şiire yeni başlayanlar için cesaret verecek. Gençler için ideal bir okuma listesini de Notos’un son sayısından alarak yayımlıyoruz. Bu liste bir başucu okuma listesi olacaktır. Hayatın sıradanlığından kurtulmak için düşler evreninde biraz mola verin şimdi. Edebiyatla kucaklaştığımızda her bölümde farklı bir haz alacak ve sözcüklerimiz sizi dost sıcaklığıyla yeni hayallere sürükleyecek.

ilknur Ceylan

Eğitimde İyi Örnekler Konferansı serüvenimiz:

Bir ihtimaldi İstanbul ve çok güzeldi

Bir ihtimaldi İstanbul... Belki kabul edilebilirdi başvurumuz. İçimizde büyük heyacanla bekledik. Başarımızın ilk ödülünü aldık ve yolculuk başladı. ‘Eğitimde İyi Örnekler Konferansı, Sabancı Üniversitesinin her yıl düzenlediği seçkin bir etkinlik. Hep hayali kurulan üniversite ortamı bizi heyecanlandırdı. Sabahın erken saatlerinde ordaydık. Hemen hazırlıklara başladık, yayınlarımızı dizdik, standımızı kurduk. Standımıza ilgi oldukça fazlaydı. Yüzlerce konuğu ağırladık. Yakası açılmadık övgüler aldık. Gün boyunca gelen ziyaretçilere amacımızı anlattık, yapıcı birçok öneri aldık. Lise Postası Türkiye’yle buluştu. Bu arada diğer eğitim örneklerini de inceleme fırsatı bulduk. Gezdiğimiz stantlarda gördük ki üretenler, paylaşanlar, gülümseyen insanlar ve kurumlar vardı. Bu durumdan cesaret aldık. Pek çok ışık parladı kafamızda. Güzel insanların bir buluşmasıydı bu konferans ve Lise Postası da bu şansı yakalayan örneklerden biriydi. Akşama doğru tatlı bir yorgunlukla standımızı topladık ve İstanbul ‘un tadını çıkardık. Bazı yaşananlar asla unutulmaz. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı ve İstanbul serüveni bellek ağacımıza çoktan kazındı bile.


LPliSEPOSTASI

Söyleşi Selnur Güneş

“her gün perçinlenen bir kırılmışlığı” olan Jehan Barbur, müzik dışında ne yapar, ne yer, ne içer? Herkes ne yaparsa onu yapar. Yemek pişirir, arkadaşlarıyla buluşur, evde öylece durur ya da duramaz, okur, yazar, çizer, sonra durur yine... Yani bir farkımız yok kimseyle...Yazları ise varsa fırsatı balığa çıkar...Çünkü en sevdiği şey budur. Lisede müzik ve edebiyata ilginiz ne dereceydi? Beni kurtaran şeylerdi, özellikle müzik. Tüm o can sıkıntımı temizleyen, zor anlarda imdadıma yetişen iki önemli duraktı. Peki müzik ve edebiyat şimdi hayatınızın neresinde? Onlar zaten hep hayatımdı. Bir yerlerinde durmuyorlar hayatımın, hayat benim için bu kadar. Gerisi yaşamam gereken, katlandığım hayat. Öykü ve şiirlerinizi yayınladığınız “Çatıdaki Çimenler” adlı bir blogunuzun adı bir zıtlığı imliyor: “çatı ve çimen” Yan yana gelemeyecek iki sözcükmüş gibiydi bizde. Biyografiniz de blogunuzun adıyla uyum içinde. Yanılıyor muyuz yoksa? Nasıl algılamak isterseniz öyle olmalı bence. Zıt geliyorsa zıt, olmayacak yerde olabilirliği anlatıyorsa benim için «umut». Gelecekte Jehan Barbur’un bir kitabı yayınlanacak mı? Pek sanmıyorum. Olsa olsa blogumdaki yazıları ve çekmecemdekileri bir günce niteliğinde toplatabilirim. Ama bu bir Jehan Barbur kitabı olmaz. Yazdıklarıma dokunabileyim diye kendime şımarıkça hazırladığım matbu bir hatıra olabilir. Biz, “Küçük Kadın” adlı şarkınıza bayılıyoruz. “Küçük kadın” ne alemde? Büyüdü mü, büyümeyi düşünüyor mu? Mümkünse asla... Ben o büyümeyen, büyümek istemeyen kısmıyla yaşıyorum. JEHAN BARBUR 12 Nisan 1980, Beyrut, Lübnan doğumlu. Arap asıllı Türk vokalist, besteci ve söz yazarı. 2002’de profesyonel müzik hayatına başlamak için Ankara’dan İstanbul’a taşınan sanatçı, ilk olarak farklı gruplarda pop, caz türünden repertuvarlarla vokalist olarak yer aldı. Bülent Ortaçgil’in referansı ile Ada Müzik adlı şirket ile anlaştı. 2009 yılında ilk stüdyo albümü Uyan yayımlandı. 2010 yılında ise ikinci albümü Hayat ile müzik kariyerini devam ettirdi. İLK YILLARI Ailesi iç savaş sebebiyle henüz iki yaşındayken Lübnan’dan İskenderun’a göç etti. Ankara’da üniversite eğitimine başlayana kadar İskenderun’da ikamet etti. Çocukluğundan beri müziğe karşı ilgisi vardı. Fakat babasının konservatuvara izin vermemesinden dolayı Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümüne burslu olarak yerleşti. Üniversite yıllarında amatör olarak tiyatro ve müzik ile ilgilendi. 2002 yılında mezun oldu. MÜZİK KARİYERİ, Üniversiteden mezun olduktan sonra profesyonel müzik hayatına adım atmak için İstanbul’a yerleşti. Taşındığı zaman piyasada herhangi

Aynaya her bakışım hayal kırıklığı. Kendimi şimdiki halimle göremiyorum. Görmek istemiyorum. Çocukluğum benim omuriliğim. Zaman zaman şarkılarınızın içinizdeki öykülerden oluştuğunu dile getirmişsiniz. Her öykünün bir şarkısı, her şarkının da bir öyküsü var mıdır? Onu bilemem ama her öykünün bir emanetçisi, her şarkının da bir derdi vardır. Biz sizi seviyoruz, peki siz hangi müzisyenleri ısrarla dinlersiniz? Erkan Oğur, Ortaçgil, Cengiz Özkan, Fink, Kings Of Convenience ve Ane Brun...Israrla! Hayatınıza yön veren kitaplarınız, yazarlarınız, şairleriniz var mı? Olmaz mı? Murathan Mungan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Edip Cansever (illa), Peyami Safa, Gündüz Vassaf, Sabahattin Ali, Peride Celal, Leyla Erbil... Hepimiz çocukluğunda ya da gençliğinde bir roman kahramanına takılıp kalmışızdır. Sizi çok etkileyen, kendinizi bulduğunuz ya da yerinde olmak istediğiniz bir roman ya da öykü kahramanı var mıydı? Henüz hayallerime uzak bir yerde dururken Murathan Mungan’ın Son İstanbul kitabındaki Fatma Aliye, çıkar yol ararken, Mungan’ın “Aynalı Kırk Oda’sındaki Fatma Aliye, dönüşemediğim noktada, Kafka’nın Gregor Samsa’sı ve içimdeki kayıp şehrin kahramanı olmaya yaklaşırken Ahmet Hamdi’nin Hayri İrdal’ı... Lise ve sanat dersek ne dersiniz? Okulu hemen bitirme ve gerçeğe kavuşma arzusu. Sevemedim hiç okul hayatını... Yeknesaklık, sanata pek uzak... Tüm kurallardan uzaklaşmam gerekiyordu dilediğime yaklaşabilmek için. bir tanıdığı yoktu. Canlı müzik yapılan mekanlara giderek müzisyenlerle tanışmaya çalıştı. İki yıllık arayışının ardından bir grup ile canlı müzik yapmaya başladı. Aynı mekanda dört yıl boyunca performansını sergiledi. Burada devam ettiği süre boyunca kendisine ait bir hayran kitlesi oluşturdu. Bu sırada evine amatör bir stüdyo kurması ile şarkı sözleri yazmaya başladı. Daha sonra bir arkadaşı aracılığıyla Bülent Ortaçgil ile tanıştı. Demolarını dinledikten sonra Bülent Ortaçgil sözlerini beğendi ve albüm çıkarması gerektiğini söyledi. Fakat Jehan Barbur’un önceden albüm çıkarmak gibi bir niyeti yoktu. Ortaçgil’in işin işine girmesi ve müzisyen arkadaşlarının destek vermesi ile albüm olayına olumlu bakmaya başladı. Bir süre Ortaçgil, Ada Müzik’e isimini önerdi. Altı aylık bir stüdyo çalışması sonucunda ilk albümü Uyan, iki bin adet kopya ile piyasaya sürüldü. Albümü yayınlandıktan sonra “Gidersen, Leyla ve Neden” gibi şarkıları bazı müzik kanallarının Top 10 listelerinde birkaç hafta zirveye çıktı. Asi ve Sır Gibi dizileri için şarkı seslendirdi. Gece Sesleri dizisinin şarkılarından birini Özgür Çevik ile birlikte söyledi. Zuhal Olcay’a Aşk’ın Halleri albümü için “Şermin” parçasının sözlerini verdi.


LPliSEPOSTASI

Seçilmiş anlar ALİ ATAKAY On dakika önce sözleriyle ruhunu parçalayan adamla, şimdi ona huzur veren adam aynı adam nasıl oluyordu.

K

adın topuklu ayakkabılarıyla büyük bir hışımla çıktı. Biraz önceki o topuklar üzerinde sallanarak duran yürüyüşten eser yoktu. Öfkesi topuklu ayakkabıyla yürüme sanatına yardımcı olmuştu. Yağmur yağıyordu. Lanet yağmur! Yağmur damlaları ve gözyaşları birbirine karıştı. Sol elinin tersiyle gözünü parçalarcasına akan rimelinin siyahını sildi. Kozmetik sektörü ne kadar ilerlese de akmayan rimele çare bulamamıştı. Akmaz diye aldığı her rimel böyle anlarda yüzüne gözüne bulaşmıştı. Ağlamanın güçsüzlük belirtisi olduğuna inanırdı hep. O yüzden güçlü durmaya çalışırdı. Sahi şu an içindeki güçlü kadına ne olmuştu? Az önce kendiyle girdiği savaşı kaybetmiş ve o güçlü kadın intihar etmişti. Ağlamasını durdurmasına gerek yoktu artık.. Hava kararmış,ay ışığı ve sokak lambalarının loş aydınlığı kaplamıştı her yeri. Şemsiye altında yürüyen bir kaç silüetten başka hiçbir şey yoktu. Zaten aklı olan bu yağmurda evinden dışarıya adımını atmazdı. Akıl kârı değildi bu yağmurda dışarıda olmak. Sokakların ıssızlığı dahada cesaretlendirmişti onu. Ne bozulan saçı, ne akan rimelin suratını simsiyah yapması umrunda değildi. Şu anda sadece yürümek istiyordu. Sonunda nereye varacağını düşünmeden yürümek! Adımlarını farkında olmadan hızlandırmıştı. Bir el kavradı kolunu,sıkıca tutuyordu. Kendine doğru çekti elin sahibi. Kadın karşısında O’nu görünce şaşırmadı nedense. Adam kadının ağlamaktan makyajı birbirine karışmış yüzüne bakıyordu. Hem de bugüne kadar hiç olmadığı kadar sevecen bir bakıştı bu. “Özür dilerim.” dedi adam. “Çok özür dilerim. Biliyorum ben eşeğin önde gideniyim.” Adamın sevecen bakışı karşısında dayanamadı,gülümsedi. Kadının gülümsemesinden cesaret alan adam aradaki buzu eritmek için bir adım daha attı. “Ağladığında çirkin olduğunu söyler dururdun,oysa şimdiye kadar gördüğüm en güzel,en masum halin bu.” Yüzünü yüzüne yaklaştırdı kadının. Önce akan gözyaşlarının olduğu yerden, sonra yanağından öptü. İkisi de sırılsıklam olmuştu ama şu an en son düşündükleri şey bu olabilirdi. Sarıldılar ve yürümeye başladılar. Kadın iyice sokuldu adama. Sadece ona sarılmanın verdiği huzuru yeniden hissetmek istedi. Evet evet şu anda ihtiyacı olan şey o huzurdu… Kadının kulağına eğildi adam: “Buradayım ve hiçbir yere gitmeye niyetim yok. Ta ki sen kovana kadar. Seni seviyorum. Dünyada hiçbir adamın hiçbir kadını sevmediği kadar hem de.” Sustu kadın. Anlam veremiyordu bazen. On dakika önce sözleriyle ruhunu parçalayan adamla, şimdi ona huzur veren adam aynı adam nasıl oluyordu. Şuan bunun üzerinde düşünmek istemedi. Daha sonraya erteleyebilirdi. Döndü gülümsedi adama kadın. Kadının gülümsemesinden cesaret alan adam, bir öpücük kondurdu Ne yapacağını bilmiyordu ama eğer hayatında seçili o anlar olsaydı ve bunları sıralaması gerekseydi bu anı ilk sıraya koyacağından emindi. * Adana-Seyhan Danişment Gazi Anadolu Lisesi, 11. Sınıf

Başlama sözcükleri: sokak, uyku, el, gece, kırık, su, kuyu, söz, düş, kapı, uzak, bahçe Düş kapımı gümüş sözlerinle aç Uzak ve gönülden ırak olma sevgili (Melis Özden) İçinde aşk olan bir kuyuya düştüm (Halil Yavuz) Sensizlik dipsiz bir kuyudan daha dipsiz (Duygu Tüysüz) Uzak duramam senden,içimde sen varken (Nurten Orhan) Seni uzak bir kapıdan seyrediyorum (Ali Bulut Kılınç) Kendimi aklımla yuttum Tuttum işte kalbimle seni ve kendimi (Mehmet Şirin Koyun) Ben sözlerin tükendiği bir uzaklığım (Fatma Yeşim Özgür) Gözlerindeki karanlık kuyular Sözcüklerindeki hayaller kadar uzaksın (Melih Can Şahin) Uzak geldin bana Yanımda kapatmıştın kapılarını oysa (Ömer Kağan Usta) Kırık uykularımda gördüm seni Sokak suyu gibi kirliydin (Savaş Bozduman) Uykusuz gecelerimin ardında kırık hayallerim vardı (Zeliha Dilek) Kırık bardaktan su içmek gibiydi seni aramak (Hasan Öztürk) Gözlerimde gece,uykumda hece oldun (Muhabbet Arslan) Bir güz gecesi ansızın uyku çekti ellerini Sokaklar yine giymişti simsiyah geceliğini (Halime Akkuşlu) Kimsesizlerin uykusunda, aşk kırığı oldum (Utku Tural) O hayallerinde uyuyor Herkes bedeninde yürüyor (Cansu Arslan) Günlerde sensizlik Ah, bir gelsen de kalbime su serpsen (Nurseda Çınarlı) Sensizken soğuk sular dökülür tepemden (Batuhan Özkent) Uykum, ol da gel Narin, tatlı, sessiz (Ferihannur Yağan) Sensizlik kalbimin sokaklarında Kırık kalbimi soğutuyor (Raşit Uğuz) Uzak bir bahçe kapısı gibiydin (Ege İyioğlu) Bütün kapıları kapatıp üstüme Bu gece bir düş görmek istiyorum (Gül Eyövge) Söz,söylenmemiş, diyarlarda dipsiz bir kuyudur (Yiğit Bilecen) Dilimden yaş gibi akıyor sözcüklerim (İpek Mutluay) Sözler camdan bir bardak gibi Söylendikçe kırılıyor, parçalıyor (Deniz Yağmur) Yüreğimin ta köşesinde uzaktasın bana (Türkan Kaçmaz) Kırık bir testi vermişsin elime Dolunca geleceğim demişsin (Açelya Ayça Kayhan) Ellerim boş ölüyorum (Hilal Çetinkaya) Mutluluklarda yüzerken elimden tutsaydın keşke (Serdan Yıldız) Gecemde bir el, uykumu kırdı (Sevgi Ağırcan)


LPliSEPOSTASI

Ey yoksul! Açken sen, sen değilsin! AHMET FURKAN ALTÜRK

...Emine Akçay olaydan dört saat önce cebindeki son altı lirayla oduncudan yakacak almak istedi. Oduncu para almadan on kilo odun verdi. Sırtladığı çuvalla eve gelen Emine Akçay, aldığı odunlar yağmur nedeniyle ıslak olduğu için sobayı yakamadı. Eski kamyon lastiğini de parçalayıp yakmaya çalıştı, ancak beceremedi. Emine Akçay, çocuklarının üşüdüğünü görünce, saç kurutma makinesini çalıştırıp, oğlu İsa’nın eline tutturdu. Daha sonra diğer odaya gidip, tavandaki salıncak demirine ip bağlayarak kendini astı. (Sabah Gazetesi, 16.03.2012)

T

üyler ürperten, kendimizi, yaşamımızı sorgulatan bu haberi eminiz ki birçoğunuz sıcacık evinde otururken izlemiş, okumuşsunuzdur. Emine’yi intihara sürükleyen kuşkusuz onlarca sebep vardır. Ama ben görünmeyen bir sebepten bahsetmek istiyorum. Reklamlar! Emine Akçay’ın intihar etmeden önce izlemiş olabileceği birkaç reklamı tahmin etmeye çalışalım: Bir ısıtıcı reklamı: Spiker hava durumunu anlatırken ekranda birden havalar 25 dereceye çıkıyor. Hava durumunu sunan spiker, “Evet sayın seyirciler, aldığımız son habere göre X ısıtıcısının Y kampanyasından sonra tüm Türkiye’de evlerin hem ekonomik hem de hızlı bir şekilde X ısıtıcısı ile ısındıklarını ve hava tahminlerinin böylece değiştiğini öğrendik.” der ve kampanyaya vurgu yapar. Bir elbise reklamı: Güzel ve şık elbiseler, lüks evler ve sonunda: “Harika görünmenin indirimli yolunu keşfet.” Bir bisküvi reklamı: Reklamda gülen, eğlenen mutlu çocuklar… Canları bisküvi çekiyor. Adamın biri ortaya çıkıyor, onlara bisküvi veriyor ve ekliyor: “Yapana da yiyene de helal olsun.” Bir çikolata reklamı: Biri hayattan canı sıkıldığı için dünyada keşfedilmemiş yerlere gitmeye çalışıyor. Orada yediği tek şey çikolata: “Bir ısırıkta bambaşka bir dünya.” Lüks bir ev projesi reklamı: İstanbul’un göbeğinde ve boğaz manzaralı. Lüks ve sıcak daireler: “Evimiz de cebimiz de ferahlayacak.” Bir pencere reklamı: Yine lüks bir ev. Kadın değişiklik olsun diye evinin pencerelerini değiştiriyor. Ayrıca pencerelerle beraber eşyalar da yenileriyle değişiyor. Sonuç: “Kazanan ev.” O an Emine Akçay’ın bu reklamı izlediğini düşünelim. X ısıtıcısı, “Dünyamızı ısıtır” Peki neden Emine ve çocuklarını ısıtmadı bu ısıtıcı? Tam onların evini ısıtacağı sırada elektrikler mi kesildi acaba? Ya da Emine sözü geçen dünyanın dışında mı kalıyordu? Bu reklamlardan sonra Emine’nin neler hissetmiş olabileceğini bir düşünelim lütfen. Bu reklam ve bunların benzerleri, Emine ve onun da mensubu olduğu yoksul ordusunun yoksulluğuna vurgu yapmakta ve onların bilinçaltlarına şu gizli mesajı vermektedir: “Siz yoksulsunuz, bundan dolayı hiçbir şeye sahip değilsiniz.” Tamtamına, ruhlarda uyandırılan bir değersizlik duygusu. Emine’nin komşusu Emine Özal, Akçay’ın eşinin bir yıldır işsiz olduğunu kaynak ustası olmasına rağmen iş bulamadığını, Emine’nin çocuklarına yedirecek ekmek bulamadığı için bunalıma girdiğini söylüyor. Emine’nin çok büyük maddi sıkıntı yaşadığını belirterek onun çok gururlu bir kadın

olduğunu, bu nedenle intihar ettiğini sözlerine ekliyor. Hatta bir yıl önce evlerinin suyunu bile kesmişler. Bu bir insanlık dramı değil de nedir! Koca bir kentin içinde işsiz, aç ve suyu olmayan bir aile?... Ama bir mobilya reklamı der ki: “Güzel yaşamak, sanattır.” Emine başaramadı. Olsun! Reklamlar için hayat devam ediyor. Emine’nin izlemiş olabileceği bir reklama daha göz atalım isterseniz. Bir yağ reklamı: Mutlu bir aile. Lüks, sıcacık bir ev. Emekleyen bebek zengin kahvaltı sofrasında bir börek alıp yer. Bu arada anne çocuğunun yürüdüğünü görür. Anne, babayı da alarak bu mutlu tabloyu kameraya çekmek ister. Ama geldiklerinde çocuk bu sefer börekteki yağın etkisiyle uçmaya başlamıştır. Bu reklamı Akçay ailesinin de izlediğini -ki büyük bir ihtimalle izlenmiştir- varsayalım. Evinde yiyecek ekmeği, yemek yapacak yağı olmayan bu ailenin aklından geçenler neler olabilir sizce? Ama Akçay ailesine cevabı bir cips reklamı veriyor: “Kıskananlar çatlasın.” Akçay ailesi, “ekmek bulamıyorlarsa cips yemek” zorundadır zaten. Emine’nin eşi bir yıldır işsizdi. Ülkemizin çoğunluğunu işsizler, mevsimlik işçiler, günlük işçiler ve asgari ücretli “işsizler” oluşturmakta. Ülkemizde asgari ücret açlık sınırının altında seyretmekte. Türkiye’de asgari ücret son 5 yılda %37.1 artarken açlık sınırı aynı dönemde %55.1 artmıştır. Asgari ücretin açlık sınırına oranı 2006 da %72.1 iken 2010 da %63.8 olmuştur. Yani asgari ücret ile 4 kişilik bir ailenin asgari gıda harcamalarını harcamak son 5 yılda daha zor hale gelmiştir. Yani açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki fark daha da açılmıştır. 4 kişilik bir ailenin tüm fertleri asgari ücretle çalışsa bile eve giren para yoksulluk sınırı altında gezinmektedir. Sonuç itibari ile asgari ücret yoksulluktan ziyade sefil bir hayatı öngörmektedir. Evine bu parayı bile götüremeyen Akçay ve onun gibi ailelere izletilen reklamların acımasızca açtığı yaraları yok sayamayız. Özellikle Emine’nin de mensubu olduğu yoksul ordusunun çocuklarının yaşadığı travmayı tahmin etmek zor olmasa gerek. Böyle bir kışkırtmanın suça meyil oluşturduğunu da ayrıca belirtmek gerekir. Emine’nin evine bir kuru ekmek bile giremezken bu reklamların giriyor olması ve sürekli çocuklarının aç olduğunun gözünün önünde olması onu bu intihara sürükleyecek sebeplerden biri olabilir. Bir çikolata reklamı: “Açken sen, sen değilsin.” O halde Emine intihar ettiğinde kendisi değildi. Bir insan açsa ve ona bu sloganı dürtüyorsanız aslında şunu söylüyorsunuz: Aç insan bir hiçtir. Bilinçaltımıza verilen mesaj, bu olsa gerek. Reklamlar ve diziler bir taraftan tüketim toplumunu yaratmaya çalışıyor, öte taraftan Emine’nin de mensubu olduğu yoksul ordusunun koşullarıyla dalga geçip derin uçurumlar yaratıyor. Para kazanmanın tek meşru yol sayıldığı reklamların ve dizilerin yoksul ordusunun evini, giysisini, yiyeceğini ve hayatını hiç hesaba katmamasını anlamak mümkün değildir. Evini bile ısıtamayan Eminelerin kendini değersiz ve çok çaresiz hissetmesinden daha doğal ne olabilir. Gözyaşları içerisinde dinlediğimiz binlerce acı hikaye, gözümüzün önünde adım adım oluşuyor. Bu hikayelerin bir kahramanı da biziz, unutmayalım. 12. Sınıf


LPliSEPOSTASI • Arabaların yerlere bıraktıkları yağ izleri. Kırık kaldırım taşları. Yağmurdan sonra kırık kaldırım taşları arasına biriken sular ve basmamız sonucunda üstümüze su sıçraması. Engelli insanlar için uygun olmayan kaldırım eşikleri. Ağaç diplerine atılan sigara izmaritleri. O sigara izmaritlerinin ağaçların canını yaktığını düşünürüm hep. Esnafların dükkânlarının önüne ürünlerini yerleştirerek geçiş yollarımızı daraltması... bir tane değil ki... (Serkan BLU) • Sokakta zorla dergi satmaya çalışanlar.(Ecem KAPLAN) • Sokaktaki yaya izdihamı.(Gökçen EROĞLU) • Camda “5, 10, 15 TL” yazmasına rağmen, içeri girince “20, 25 TL” ile karşılaşmak. (İrem ALPAGUT) • İnsanların çiğnedikleri sakızı yere atması ve yazın o sakızın ayakkabıma yapışması. (Kübra ULUSAL) • Yoldan çıkmak.(Sibel SUSEVEN) • Yol kenarında 75 yaşındaki amcanın 25 yaşındaki çocuğun ayakkabısını boyaması beni rahatsız ediyor ve zoruma gidiyor.(Emine SARIBAY) • Adamın yolda karısını dövmesi.(Zeynep ARAPASLAN) • Kaldırımları erkeklerin kahvehane gibi kullanması.(Sevgi ALAN) • Sokakta sesli müzik dinleyenler. (Esin Tuba ÖZTÜRK) • Teyzelerin sesli dedikodu yapması. (Gerçek ANGIN) • Kaldırımlarda ve caddelerde sürekli çalışmaların olması.(Zülfü GÜL) • Yanımdan geçen birinin bana çarpıp özür dilememesi. (Ferhat TOY) •”Hattını taşıyalım!” diyen stant görevlileri (Kadir TEKKIRAN) • Sokakta bazı yerlerde çöp kovalarının olmaması.(Furkan ALTÜRK) • Ne tüküren ne burun karıştıran insanlar... Hepsini de geçtim. Sevgililer mutluluklarını gözüme gözüme sokmasın yeter. Ele ele, kol kola yürüyen çiftleri görmekten sokakta gezmekten soğudum. Olanı var olmayanı var. Ayıptır, günahtır. (SELNUR GÜNEŞ) • Elinde telefonla gezen insanlardan çok rahatsızım. Kime baksam ya konuşuyor ya mesaj yazıyor. Önüne baksın ağabeyciğim.(Gülsüm ÜSTÜN) • Hani yolda biriyle karşı karşıya gelirsin de çarpışmamak için sağ-sol yaparsın ama ikiniz de aynı yöne döndüğünüz için bir türlü geçemezsin. Lanet bir durum! (Seren ÖZKAN) • Tüküren adam! Sen tükür tükür, sonra da sevgilisizlikten yakın. Sağa sola salyanı akıtırsan bırak sevgili gözüyle bakmayı, sümüğümü sürmem sana. (PuCCa) • Her sokak köşesinde dikilen çapulcular. Sanırsın mahalleyi satın almış haspam! Sanırım orda durup gelen geçene cins cins bakınca maaş veriyorlar. (Hakan ŞAHİN) • Dükkânının önündeki tozu inatla üzerime süpüren esnaf. Bir de laf atan insanlar kesinlikle. Belediye köpeklerden önce onları toplamalı. (Beste) • Sokakta yandan geçerken tip tip surata bakan lüzumsuz insanlar! Atom parçalıyoruz sanki, altı üstü yürüyoruz.(Erkam KOCA) • Sokak ortasında kavga eden çiftler kesinlikle. Hayattan, aşktan soğutuyorlar adamı. Ne o öyle saygısızca bağrışmalar.(Ceren AKÇAKOÇA) • Topuklu ayakkabıyla nasıl yürüyeceğini bilmeyen kızların ısrarla on santim topukla yürüyebilme çabası. (Ali ATAKAY) • Dilencilerin ve mendil satanların Allahtan beni sevdiğime bağışlamasını dilemesi. Giden gitmiş zaten bir de geçip bağışlasın diyor ya bırak para vermeyi, o dilencinin önündeki parayı alıp kaçasım geliyor. (Berkay UYGUNOĞLU) • Bir şey isteyip de almayınca ağlayan çocuğu sokak ortasında döven ebeveyn! Çocuk o,isteyecek tabii. Gidip o ebeveyni dövmek geliyor içimden. (Asu ASENA) • Bağıra bağıra, saçma sapan şakalar yaparak gezinen gençler. Toplumsal bir yaradır bu bence. (Merve EREN) • Köpek pisliği. En modern, en elit, en güzel sokaklarda bile karşılaşılması mümkün bir şey. Çözümü yok gerçekten!(Nihan ÇUMRAGİL) • Sokakta hayvanları kovalayan ve zarar vermeye çalışan insanları sevmiyorum. (İlknur CEYLAN)

HAYAT

SEVGİ AĞIRCAN Hayat hep böyle midir, Mutluluklar bu kadar kısa, Kederler bu kadar uzun mudur? Hayat herkese acımasız mıdır, Yoksa istisnalar da mı vardır? Nasıl bir kördüğümsün sen hayat, Çözülmez misin hiç? Hep can mı yakarsın, Bir kere okşamaz mısın kalbimi? Kader deyip geçer misin, Yoksa tutup çeker misin beni aydınlığa?

*9. sınıf

SEN YOKSAN

TÜRKAN KAÇMAZ Sonsuzluğun baharında Senin için yağar yağmur Sen yoksan güneşimde Solar açmaz bu çiçek Sen yoksan zamanımda Ölür gider her gün

*9. sınıf

SEN GiTTiKTEN SONRA SELİN ŞİPALOĞLU

Sensizlikle başladı her şey Bütün güzel şeyler senle gitti. Sen gittikten sonra Kimsesiz olduğumu anladım. Peki, şimdi ne olacak Sen gittikten sonra

*9. sınıf


LPliSEPOSTASI

Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek! PINAR KARAKAYA - SUPHİ DENİZ UFLAZOĞLU DİLAN AKGÜL - TÜRKAN KANAR

M

edya, yaşananları topluma sunmanın önemli bir aracıdır. Aynı zamanda, insanların belleğine düşüncenin yerleşmesini sağlamakla yükümlüdür. Kullanılan dilden ses tonuna, görsel materyallerden verilen fon müziğine kadar her detay genel toplum anlayışını taşır insanlara. Kuşkusuz bundan zarar görenler de vardır: Kadınlar... Kadının medyada yer almaması ya da görmezden gelinmesinin yanında; kadına medyada yer verildiği zamanlarda erkek egemenliğinin pekiştirildiğini, kadının sadece bir meta olarak sunulduğunu, her zaman psikolojik veya fiziki şiddet uygulanan bir varlık olarak zihinlere kazındığını görüyoruz. Yayına giren hemen her dizide göze çarpan; bir kadının çaresizliği üzerine yazılmış rollerdir. Tecavüzü, tacizi, şiddeti, güçsüz kadın imajını sunan; bunları meşrulaştıran, kadına yaşattığı travmayı yok sayan diziler gün geçtikçe artmakta. Bu şekilde halka benimsetilen kadın imajı ise adeta izlenme rekoru kırmakta. Kadın hakları yok sayılarak ihlal edilenin kadın hakları değil genel ahlak olduğu işlenmekte çoğunlukla. Genelde diziler, her gün sokak ortasında kadınların katledilmesine yol açan ‘genel toplum ahlakı ‘kalıplarını normalmiş gibi gösteren roller üzerine oturtulmuştur. Toplumda kadın üzerine şu hüküm kurulmuştur: “Kadın eve geç gelirse, yemek yapmazsa, sabahları kocasından sonra kalkarsa, boşanmak/ ayrılmak isterse, ailesine sadık kalmazsa her türlü köteğe müstehaktır.” Cezası ya kırk katırdır, ya da kırk satır. Erkek egemen toplumunda baskısıyla hemen kesiliverir. Ayşe Paşalı cinayetinde olduğu gibi… Aynı durum haber programlarında, ailece izlediğimiz ana haber bültenlerinde çıkıverir karşımıza yine, yeniden. Kadının, sırf kadın olduğu için yaşadığı taciz, tecavüz, şiddet, baskı, cinayet sanki bir “kader”miş gibi anlatılır, “talihsiz”lik gibi sunulur. Kadının genç, güzel olması, eve geç gelmesi, kocasının, babasının ya da sevgilisinin dediklerini yapmaması ve sonucunda hazin bir sonu olması onun suçu, talihsizliği olarak vurgulanır. Oysa bu cinayetlerin elbette nedeni(!) vardır. Mesela ‘kocasına gerektiği gibi hizmet etmediği için’ öldürüldüyse kadın, bu normalmiş gibi anlam çıkarılır, cinayet önemsizleştirilir. Genelde ana haber bültenlerinin sonlarına doğru yer verilir bu tür haberlere: Bir kadın, sokak ortasında öldürülmüştür. Sonra nedenleri sıralanır, aslında hepsininki aynıdır. İşin ayrıntısı, öldürülme nedeni bütün çıplaklığıyla aktarılır. Bir anlamda, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürülür, kuzu kurda emanet edilir. Toplum bilincinde, bu tür olaylara bakış açısı da böylece gelişir. Haklı nedenler vardır mutlaka(!) Artık, erkek birey kadına gözdağı verir. Ona der ki: Eğer asi olursan sonun budur! Böylece dayatmalar, baskılar oluşturulur kadın üzerinde. Son dönemde artan kadın cinayetlerini medyanın rolüne bağlamak mümkündür. Çünkü verilen detaylar bir sonraki cinayete örnektir sanki … Haber başlıklarında yazar: “Kadına şiddetin bu kadarı!” Bir de kanlar içinde yatan bir kadın resmi verilir. Kurbanın yanında katilin resmi adeta bir “kahraman” edasıyla sunulur. Bu haberler ile şiddete karşı çaresizlik

düşüncesi benimsetilir, “ibret” olsun hissi verilir topluma adeta. Ve her gün üç kadın daha ölür... Kadını “zavallı”, “acınacak”, “çaresiz” bir varlık olarak gösteren diğer bir medya marifeti ise “kadın programları” adı altında yapılan yayınlardır. Kadın; bu programlarda hep ezilen, sömürülen, ihanete uğrayan, güçsüz birey olarak gösterilir. Karı koca arasındaki kavgalar sanki çok normaldir. Sanki her kadın tacize uğrar. Sanki her kadın dayak yer, şiddet görür. Bu durum o kadar normalleştirilir ki aksi durumlar tuhaf karşılanır artık… Toplumsal cinsiyet rollerine fazlasıyla vurgu yapan cinsiyetçi, ayırımcı, erkek egemen diziler ve filmler toplumun bakış açısını şekillendirmekte ve pekiştirmektedir. Oysa toplumun bilinçlenmesini sağlamakta, fikir yapısını oluşturmakta medyaya düşer en büyük görev. Haberlerin veriliş şekli, atılan manşet ve yorumlar ters etki yarattığı gibi istenirse olumlu etki de yaratabilir. Medya, bu tür kadın cinayetlerini “gerçekten” önemseyerek kadın hakları bilincinin oluşması yönünüde yayınlar yapmalıdır. Dizi senaryoları oluşturalacak bir denetim kurulundan geçmeli; kadına yönelik açık ve gizli bütün olumsuz mesajlar ekranlardan uzak tutulmalıdır. Ayrıca dizi ve reklamlarda, kadına biçilen roller çağdaş dünyaya yakışan biçimde belirlenmelidir. Kadına yönelik şiddet ve cinayet haberleri, magazin haberi verilir gibi verilmemeli; bu tür haberlerin durumu yaygınlaştırdığı, normalleştirdiği asla gözden kaçırılmamalıdır. Toplumun bilinçlenmesi adına, diğer kurum ve kuruluşların işbirliğiyle, kadının toplumdaki yeri, önemi ve temel hakları konulu bilgilendirme programları oluşturulmalıdır. Kadın bakışıyla hazırlanan programlara yer verilmesi, kadınların sadece sunucu ve oyuncu(vitrin ) olarak değil yönetmen, editör, haber müdürü, muhabir, senarist, moderatör gibi teknik birimlerde de olmaları; kadınların bu sektörde daha fazla yer almaları sağlanmalıdır. Kadın bakış açısını yaygınlaştıran, eril dilden arınmış yayın politikalarının benimsenmesi çözüm için önemlidir. Unutmayalım ki, kadına yapılan her türlü şiddet ve sömürü o toplumun çağdaşlaşma düzeyini belirler. Kadınlar, yaşamın en az yarısıdır. Kadınlar, çağdaş bir toplumun temel yapı taşıdır. Kadına şiddet uygulayan bir toplum çürümeye mahkumdur. Bu konuda toplumun her kurumuna düşen görevler vardır. Şiddeti durdurmanın yolu, kadınların bilinçlenmesinden ve erkeklerin de bilinçlendirilmesinden geçer. Kadının toplumsal yaşama katılımı, medyayı da toplumu da olumlu yönde dönüştürecektir. *12. Sınıf


LPliSEPOSTASI

Y

ine aynı sabahla uyanıyorum. Soğuk bir başlayış. İnsanın içine işleyen bir soğuk var. Kalbimin buz tuttuğu bir sabahla kalkmak istemiyorum. Beni ısıtan yorganıma sarılmak, sıkı sıkıya bağlanmak istiyorum. Kalkmaya mecburum. Bana yabancı olmayan bir ses işitiyorum, benimle aynı kaderi paylaşan kişinin sesini; annemin sesini duyuyorum: “Oğlum kalk işe geç kalacaksın.” İşe gitmek hayatta edindiğim en büyük tecrübelerden biri… Bana kendi ayaklarım üzerinde durmayı, sorumluluk almayı öğretti. Annem kahvaltıyı hazırlıyor; uykulu gözlerle biraz peynir, zeytin ve pekmezi alışkanlık gereği yemeye çalışıyorum. Ayağa kalkıp ağır adımlarla odaya gidip elbiselerimi giyiyorum. Elbiselerimi giydikten sonra kapının yanı başında duran epey bir hırpalanmış ayakkabılarımı ayağıma geçiriyorum. “Anne ben gidiyorum hadi eyvallah!” diyorum. “Güle güle git oğlum, Allah güç kuvvet versin.” diye hayır dualarına başlıyor annem. Bu hayır duası güne zinde başlamamı sağlıyor. Sokağın içinde yol alırken yine bana düşman olan soğuk yüzüme çarpıyor. Soğuktan olsa gerek başıma bir ağrı giriyor. Burnum akıyor, burnumu çeke çeke salya sümük yol alıyorum. Benimle aynı konuda muzdarip olan kedi miyavlaya miyavlaya sabahın haberciliğini yapıyor. Dükkâna varıyorum. Her zamanki gibi ustamın fırçasını işitmeden işe başlamıyorum, aşina olduğum sözler kulağımda çınlıyor: “Yine geç kaldın. Saatten haberin var mı? Sen bu işi öğrenmeye niyetli değil misin? Böyle yaparsan sen bu işi zor öğrenirsin!” Kafamı kaldırıp masum gözlerle ustama bunun olmayacağını ima ediyorum. Ama biliyorum ki ustam her sabah aynı durumla tekrar tekrar karşılaşacak. Ama hep bu soğuğun kabahati. O, olmasaydı ben kesin erken kalkardım. Her zaman yaptığım ilk işi yapıyor, fırçamı kapıp yerleri süpürüyorum. Köşe bucak her tarafı temizliyorum. Bu alanda uzmanım. Pırıl pırıl her yer, bal dök yala. Aynı hızla verilen diğer işlere de el atıyorum. Çırak olduğum için sökük yapıyorum. Elim jilet izlerinden parça parça oldu; ama alıştım. Jiletsiz sökük olmayacağını biliyorum. İlk müşteriler geldi. Kapıdan kısa boylu elli altmış yaşlarında yüzünün çizgilerinin belirginleştiği, saçlarına aklar düşmüş, hayatın ağır yükünü sırtında bir mühür gibi taşıyan kambur teyze bastonuyla yavaş yavaş yürüyerek geldi. Torbasının içindeki pantolonun dikilecek yerlerini kekeleye kekeleye pek de anlaşılmayan bir konuşmayla anlatıp tatlı bir ihtiyar tebessümüyle aynı yavaşlıkta dükkândan ayrıldı. Bense elimdeki işlerle uğraşıyorum, dikiş makinesinin tıkırtılarını işitiyorum. Çok istiyorum makine de dikiş dikmeyi; ama bu işleri öğrenmem için daha da büyümem gerekiyor. Çünkü daha ayaklarım makinenin pedalına bile yetişmiyor. Hayal kurmak ne güzel bir şey. Birden Abdullah’ı görüyorum o da benim gibi çırak. Benimle ortak noktası ellerindeki jilet izleri… Abdullah’ında ayrı bir hikâyesi var. Memleketten buraya gelirken trafik kazası geçirmişler. Paramparça olan arabadan sağ salim kurtulmuşlar; ama bütün eşyaları sağa sola dağılmış, kullanılamayacak hale gelmiş. Yokluk içinde göç etmişler baba toprağından. Abdullah alışmaya çalıştığı şehir ortamında ayakta durmaya çalışıyor. Tek çaresi çalışmak olan Abdullah’ın özlemi okumak. Ama okuyamıyor. Çalışmak zorunda. Kendimi şanslı hissediyorum; çünkü ben okuyorum aynı zamanda. İşler tam takır işliyor, hareketlilik devam ediyor. Yorgunluğun belirtisini küçük benimde hissediyorum. Yine bir müşteri içeri girdi. Bu seferki çok genç. Taş patlasın on sekiz on dokuz yaşında. İçindeki yaşama sevincini yüzünden anlamak mümkün. Uzun boylu, jöleli saçlar, dar pantolon, üzerine oldukça güzel bir ceket… Ağır aksak değil hızlı dinamik adımlarla ustama varıyor; gömleğinin tamiratını anlattıktan sonra yine aynı şekilde dükkândan ayrılıyor. İnsanları incelemek hoşuma gidiyor. İnsanların hayatlarını okumak hiç zor değil. Akşam yaklaşıyor, dükkân boşalıyor. Yine bana uzman olduğum iş düşüyor. Ortalığı topluyor, yerlerin süpürüyorum. Dükkânı kapatıyorum sonra. Sabah uykusuzluk, akşam yorgunluk. Düşmanım olan soğukla tekrar karşılaşıyorum. Dar sokaklarda sobalardan gelen duman kokusu ciğerimi yakıyor. Karanlığın içinde başka bir sabaha uyanmak için yol alıyorum.

*12. Sınıf

Bir inilti duyulur bilinmezden. Bir ses eşlik eder ona, Tam altı yerden, aşk-ı kifaye. Bir yıldızın sürgünüdür bu. Gökyüzünden göğüs kafesine, Müebbet hapsidir. Samanyolu’nun evladı sana emanet. Nasıl dayansın ,öyle bir daralma var ki ruhta Kaç pranga vurdular, Bir mahkum olsam ağlasam Kim var, diyip çığlıklarımı duysalar Farkeder mi en gizemli hücrelerine de koysalar Üşümem asla,buz yataklarında tek kalıp Sabah güneş doğarken, Demir perdelerimi araladım Yollanan resimlerin var mektubunda,karaladım Üzgünüm kader bugün de ziyaretçim olamadın Kalbin içinden seslenirdim sana evet Benim hücrem,buydu gördüğün ceza evim Yargılanmadan cezamı çekerdim İtirazı var mı sor, olamaz bu benim niyetim Sen yegane hazinem Boynu bükük, yıkık bi harabeyim ben İçimde sağ kalan bi sen Ve sende gittin güzergahı bilmeden Yanlış yapmadan dönersen bu can kabul eder Bir fincan aşk istiyorum senden, İçinde biraz merhamet biraz da şefkat olsun Özlemi çok istemem yoo! Özlemi az olsun.. *12. Sınıf


LPliSEPOSTASI KENDi KENDiNE SiiR

SERVET KENAN SİVASLI Başlayacaksın, Kapıdaki çocukluğun da başlayacak. Bir ses bir hevesle çıkacaksın Bütün yollar senin olacak. Yorgunluktan birleşen kapıların ıssız kalacak Onları bir bir kapatacaksın. Elde sadece sen olacaksın Yıldızın küsüp solacak, üzüleceksin. Ayrılacaksın. Yalnızlığına kalacaksın. *12.Sınıf

AYŞEGÜL GÖNÜL

yüklemsiz cümleyim ben

Çaresi bulunmayan bir hastalık benimkisi. Ne anlatması kolay ne de yaşaması… Gelgitlerle dolu bir kâbus. Arabanla son hız giderken ansızın karşına çıkan bir uçurum benimkisi. Yoklukla kucak kucağa dans… Soğuk bir nefes. Cansız bir halde bomboş dünyayı izleyen bir çift göz misali. Acıların en garibi, tutsaklığın en can alıcısı. Boğazında ansızın düğümlenen kelimeler gibi, haykırmak istediğin ama bir türlü yapamadığın, zamanla yüreğinde kabuk bağlayan ama asla iyileşmeyen ansızın kanayan bir yara gibi… Kelimelerin konuşmak yerine susmayı yeğlediği, küçücükte olsa savunmaya geçemediği hep boşlukta sürüklendiği bir karanlık okyanusunda boğulması gibi… Kolay gibi görünen ama yanıtlaması zaman alan ya da hiçbir şekilde açıklanamayan sorular gibi… Aslında benimkisi yüreğini sevdaya güzelliğe adayan; ama tam tersi “öyle yaptım” diyerek kendini avutan zavallı bir ruhun arapsaçına dönmüş bir hayatta boşuna kanat çırpışlarıdır.

göreceli anlam

Gülmek acı verirmiş. Bir perde görevini üstlenirmiş aslında. Tüm olumsuzlukları kapatmak için yayılırmış yüzüne. Ama unuttuğu bir şey varmış her daim. Ne kadar uğraşsa da kalpteki olumsuzlukları, acıyı, hüznü saklayamazmış. Orada saklananlar gece gibi çökermiş insanın üzerine. Yok etmesi zormuş. Tek başına yok edemezmiş onları. Ya güneşi bulman gerekirmiş o karanlığı dağıtmak için ya da ömrünün sonuna kadar o karanlığı giymen gerekirmiş. Dünyada olmak acı verirmiş.

hayatı “yorulmak kipiyle” çekimlemek

Aslında her şey çok basit. Aslında her şey çok güzel. Ama anlayamadığım birtakım olaylar var. Çözemediğim ufacık bir sorun… Bilmiyorum, olmuyor. Ne yapsam olmuyor. Bir bakıyorum her şey harika yerli yerinde hiçbir sorun yok. Adımlarımı korkmadan atıyorum. Sonra bir de bakıyorum ki bir boşluktayım. Sıkıntı desen yok, mutluluk desen… O zaten saklambaç oynuyor. Yoruldum ben. Sürekli elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi ağlamaktan yoruldum. Ve ben bazı şeyleri sonlandırmaktan bıktım. Son vermek istemiyorum. Bitmesin istiyorum. İstiyorum. Ben istiyorum. İnsanım sonuçta duygularım var, düşüncelerim var. Hiç susmadan konuşmak istiyorum. Korkmadan, çekinmeden susturulmadan konuşmak istiyorum. Delicesine sevmek, sevmekten bitkin düşmek istiyorum. Onu düşünmek, hayaller kurmak istiyorum. Ama cansız, renksiz hayaller değil, cıvıl cıvıl hayaller kurmak istiyorum. Çok şey mi istiyorum? *12.Sınıf

Yengeç kıskacındaki Köhne inciler kadar Yorgun. Ve en deli çağlarındayım Ömr-ü kıyametin Bir varmış, bir yokmuş anne. Adı ‘’masal’’ Adı ‘’uyutan’’ Ruhu değil kalbi karartan Biçimsiz haller aldı bu gidişler Beyazında adı varmış Kefen! Şelale gibi uçuruma akıyor zaman Bir bakmışsın yeni bir doğuş Bir bakmışsın son kayboluş Bunu yakıştıran hangi sağır? Uyuyan kahraman uyan! Bir varmış, bir yokmuş. *11.Sınıf

MUTLULUK NERDE? SABİHA ARSLAN

Bir çocuğun gülüşünde mi, Gözyaşından sonra gelen tebessümde mi? Güneşin ilk ışıklarında mı, Geceyi aydınlatmaya çalışan yıldızda mı? Denizi dalgalandıran rüzgarda mı, Okunmayı bekleyen satırda mı? Sahi mutluluk nerde? *11.Sınıf


LPliSEPOSTASI

“1931 yılında Erzincan’da doğdum. Bir doğum günüm yoktur benim.” Cemal Süreya hastalıklı, zayıf, çelimsiz bir çocuktur. Çok inatçıdır, annesinden Kerem ile Aslı hikâyesini dinlemeden süt içmez. Henüz 5-6 yaşlarındayken Dersim isyanından sonra Bilecik’e sürgün edilirler. 6 yaşındayken 23 yaşında olan annesi Gülbeyaz’ı kaybeder. Bu kayıp ona yıllar sonra en güzel dizelerinden birini yazdıracaktır: “Annem çok küçükken öldü/ Önce öp sonra doğur beni’’ Annesinin ilk mevlidini hoca olarak Cemalettin okur. Okula İstanbul’da başlar. Okula geç başlamasına rağmen oldukça iyi bir öğrencidir. İlk edebiyat ödülünü ilkokul ikinci sınıfta yazdığı kompozisyon nedeniyle Türkçe öğretmeninden alır. Cemalettin’i annesinden sonra onu en çok etkileyen babası ve amcasıdır. Amcası çocukluğunda verdiği derslerle, kamyon şoförü olan babası ise uzaklığıyla… İlk dergisini ilkokul arkadaşı ile okulda çıkarırlar. Arkadaşı Altan ile aynı kıza aşık olurlar. Cemalettin aynı zamanda Türkçe öğretmenine de aşıktır. Babası yeniden evlenir. Cemalettin’in üvey annesi Cemalettin’e ve kız

kardeşlerine kötü davranır. Cemalettin Esma’nın yaptıklarına dayanamaz ve babaannesiyle birlikte yaşamaya başlar: “Kuyuya sarkıtan kadın/Saçından kavrayıp kız kardeşimi’’ Esma, temizlik hastası, illetli bir kadın. Bir gün Perihan kuyudan su çekerken, ip elinden kayar, kovayı kuyuya kaçırır. Esma evde yok. Perihan korku içinde. Bilir ki, döndüğünde kovayı yerinde görmezse dayak atacak. Çareyi inip almakta bulur. Kuyunun örgü taşlarına tutuna tutuna inmeye çalışır. Ayten, tutar, bırakmaz ablasını. Perihan inmek zorunda ne olursa olsun alacak kovayı. Hiçbir şey Esma’dan korkunç değil. Kardeşinin elinden kurtulup yeniden davranır. Tam o sırada kapı açılır, Esma gelir. Perihan’ın saçlarından kavradığı gibi sarkıtır kuyuya. Sonra da döndürüp döndürüp dışarı fırlatır. “Bu yüzden kız kardeşlerimin saçları ‘gür’ değildir.’’ der Cemal Süreya. Baba ocağına geri dönen Cemal Süreya Esma’ya dayanamayarak parasız yatılı okulu sınavına gizlice girer ve kazanır. Yatılı okulun ilk gecesinde, yatakhanede bütün çocuklar ağlarken, Cemal Süreya sevinçten uyuyamaz. Atletizmle ilgilenir, en büyük zevki de futbol oynamak. Cemal Süreya Dostoyevski’nin kitaplarını okumaya başlar: ”Dostoyevski’yi okudum, o gün bu gündür huzurum yok.’’ der. Cemal Süreya sınıf arkadaşı Seniha’ya aşık olur. Konuşma yok ama şiirler başlamış. Kızın defterine gizlice şiirler yazar: “Seni sevdiğim anda her şeyim kızıl oldu./Masmavi defterime kızıl satırlar doldu.’’ Kızıl satırlarla dolu defterler elden ele dolaşır ve bütün okul öğrenir Cemalettin’in aşkını. Yaşça daha büyük arkadaşı Abdullah Macit, Cemalettin’i uyarır: “Yahu, ne yapıyorsun, sana komünist derler!’’ Şiirdeki sözcükler de, mürekkebin rengi de değişir: “Seni sevdiğim anda her şeyim yeşil oldu./Masmavi defterime yeşil satırlar doldu.’’ Orta üçte de aynı sınıftalar. Henüz karşı karşıya gelip bu konuda birbirlerine tek söz etmemişler. Ama bir süredir yazışıyorlar. Cemalettin’in mektuplarından biri idarenin eline geçince kıyamet kopar. İdare cezasız bırakmaz Cemalettin’i. Ahlak notu düşürülür ve o günden sonra hangi kızın cebine mektup atılsa ilk o sorguya çekilir. Eh, hem şair hem de sabıkalı! Kendini şair olarak hayal eder ve Cemalettin Seber adının bu işte yakışmadığını düşünür. Kendine yeni bir isim arar ve bulur: Cemal Süreyya Seber. Daha sonra Seber soyadı da gidecektir. Ama yıllar sonra belleğine çok güvenen Cemal Süreyya, arkadaşıyla bir telefon numarasını hatırlamak üzere iddiaya girişir. Bir şairin iddiasında ortaya adana kebap konacak değil ya. Cemal, kaybederse adından bir harf atacağını söyler. Sonuçta olan “y” harfine olur: Cemal Süreya. Onu şiire yönelten iki unsur vardır. Ahmet Muhip Dıranas’ın ‘’Kar’’şiirinden çok etkilenir. Günlerce döne döne okur. Kendi deyişiyle ‘’bin kez’’ okur. Ezberlesinler diye başkalarının defterine yazar.Öbürü de Özdemir Asaf ’ın bir dizesi: ’’Bağırdım kan gibi aktı sesim.”


LPliSEPOSTASI Koyu Fenerbahçeli ve Lefter hayranıdır. Lise biter. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü’nü bitirir. Maliye Bakanlığı’nda müfettiş yardımcılığı ve müfettişlik, darphane müdürlüğü, Kültür Bakanlığı’nda kültür yayınları danışma kurulu üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği ve 25 yılı aşkın Türk Dil Kurumu üyeliği görevlerinde bulunur. Yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yapar. En sevdiği şeylerden biri de yüzünü bile görmediği insanlarla mektuplaşmaktır. Gönderdiği mektupların birinci sayfasına erkeksiniz, ikinci sayfasına kadınsanız yazar. Mektup yazma bir tutkudur onda. Sevdiği her kadına her gün yazar, onlarla aynı şehirde bile mektuplaşır. Bir röportajında, aşkı “aynı masada mektuplaşmak’’ olarak tanımlar. Ütopyası: “kendi mektubunun postacısı olan kız.” En yakın arkadaşları Hasan Basri, Sezai Karakoç, Edip Cansever ve Ahmed Arif ’tir. Ahmed Arif, Cemal Süreya’nın kız kardeşini hiç görmediği halde onunla evlenmek istemiştir. Cemal Süreya’nın duyguları da ondan farklı değil. Kız kardeşi Ayten’ e ‘’Evlen kız’’der.’’Türkiye’nin en iyi şairi.’’Ayten şaşırır ama sonradan kabul eder ve Zafer Çarşısı’nda buluşmak üzere sözleşirler. Bekle bekle Ahmed Arif yok! Cemal Süreya ertesi gün öğrenir ki, Ahmed Arif temiz bir gömleği olmadığı için gelememiş. ‘’İnsan dostuna karşı aptaldır.’’ diyen Cemal Süreya arkadaşlık ilişkilerinde hep titizlikle yaklaşır arkadaşlarına. Yakın arkadaşı olan Edip Cansever ile küserler. Cemal Süreya zeytin dalı uzatsa da Edip Cansever: “Cemal Süreya’ ya içki içmeyi ben öğrettim.’’ deyince Cemal Süreya çok kırılır. O da,’’Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim.’’der. Ama daha sonra barışırlar. Onu en çok yaralayanlardan biri de Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır.’’Sen şiiri bırak, düzyazı yaz.’’demiş. Çok kırılan Cemal Süreya sonradan barışsalar da bu olayı unutmaz. Attila Özkırımlı’ ya göre ‘’hoşgörünün en somut simgesidir.’’Cemal Süreya. Bağışlayıcıdır. İyi yanlarıyla sever insanları. Yeni tanıdığı kimselere karşı hep bir uzaklık koyar araya. Hemen açılmaz. Herkes hakkında çok şey bilir, oysa kimse dişe dokunur bir şey bilmez onun hakkında. Kimseyle dost olamadığı için değildir bu. Sürekli ihanet edilmiştir dostluğuna. Bu nedenle bir büyük yalnızdır. Okulda yapılan bir sanat gününde Nurullah Ataç’ı dinlerken ‘’Ve’’ adlı bir dergi çıkarmak istemiştir. Ataç, ’’ve’’ sözcüğünü sevmediği için… İlk şiiri Şarkısı Beyaz’dır. Asıl ününü ‘’Gül’’ şiiriyle almıştır. Cemal Süreya annesinin ölümünden çok etkilenir ve sevdiği her kadında annesini aramaya başlar. Mülkiye’nin 3.sınıfında evlenme kararı alır. İlkokul aşkı Seniha ile. Daha sonra iş yerinde Üvercinka’ya aşık olur. Haziran 1957. Nafia şoförü Hüseyin Bey, bir trafik kazasında hayatını kaybeder. Çadır bekçiliği yaptığı yaz, yanmaktan kurtardığı babası artık yok! “Sizin hiç babanız öldü mü?/Benim bir kere öldü kör oldum…’’ İlk kitabı Üvercinka ’dır. Cemal Süreya ‘’Elma’’ şiirinde, adındaki ‘y’ harflerinden birini attığını da bu kitapla ilan etmiş olur. Papirüs’ün ilk sayısı 1960 Ağustos’unda çıkar. Papirüs dergisi Cemal Süreya’nın en önemli parçalarındandır. Papirüs dergisi sürekli çıkamasa da

Cemal Süreya hayatının sonuna kadar bu dergiyi çıkarmaya devam eder. Derginin adı Ararat’ken sonradan değiştirilir. Cemal Süreya bir akşam arkadaşıyla eve gelir ve arkadaşına imzalamak için Üvercinka kitabını arar bulamaz Seniha’ya sorar ve aldığı yanıt yüreğini deler geçer: ‘’Ben onları sobada yaktım.’’der. Karısından kurtulmak için deli taklidi bile yapar. Üç kere evlenip boşanmıştır. Oğluna amcasının adını verir:’’Memo’’ Oğlunun doğuştan yetenekli olduğunu düşünür ve oğluna kızması gereken yerde kızmaz. Çok dengesiz tepkiler verir bu da Memo’nun psikolojik sorunlar yaşamasına neden olur. Söyleyeceklerini takma adlarla daha rahat söyleyebildiğini düşündüğü için birçok takma ad kullanmıştır. 13 takma ad: Osman Mazlum, Ali Fakir, Dr. Suat Hüseyin, Hasan Basri, Cemasef, Charles Suares, Suna Gün, Ali Hakir, Hüseyin Karayazı, Adil Fırat, Genco Gümrah, Ahmet Gürsu, Birsen Sağanak... İspanya’da yayınlanan “Çağdaş On Bir Türk Şairi’’ antolojisinde ona da yer verilmiştir. 8 Ocak Pazartesi günü Cemal Süreya, cebinde bir tek vapur jetonu çıkar evden. Arkadaşları Gazeteciler Cemiyeti’nde Cemal Süreya’yı bekliyor. Arkadaşları Cemal Süreya’nın halini hiç beğenmez ve Cemal Süreya’yı hastaneye yatırmak için çaba sarf ederler ama nafile. Cemal Süreya iyi olduğunu söyleyip geçiştirir onları. Cemal Süreya, Öner Ciravoğlu ile içki masasından kalkar ve vapurun yolunu tutarlar. Bu Cemal Süreya’nın son vapur seyahatidir: “Gömmeden önce biraz gezdirin beni’’ O günün akşamı Memo mutfağa girer, babasının yerde yattığını görür ve hastaneye götürür. Cemal Süreya’nın istediği bir tek şey var, cenaze töreni istemiyor. Cemal Süreya, kötüleşir. Doktora, “Kurtar beni, sen kurtarırsın beni! Oksijen verin!” der. Doktorlar onu yan odaya taşırlar. Cemal Süreya, sedyede oturmaktadır. 9 Ocak 1990 günü son kez gülerek bakar: Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir.. Üstü kalsın.. Ocak, 1993’te oturduğu sokağa “Cemal Süreya Sokağı” adı verilir. Sokağa plaketi kardeşi Perihan çakar. Firesiz şair Cemal Süreya’yı saygı ve minnetle anıyoruz.

Kaynak: Cemal Süreya “Şairin hayatı şiire dahil” , Feyza Perinçek, Nursel Duruel, Can Yayınları, İstanbul 2008

ESERLERİ /// Şiir: Üvercinka (1958), Göçebe (1965), Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973), Uçurumda Açan (1984), Güz Bitigi (1988), Sıcak Nal (1988), Sevda Sözleri (toplu şiirler) Deneme- Eleştiri: Şapkam Dolu Çiçekle (1976), Günübirlik (1982), 99 Yüz (1992), Uzat Saçlarını Frigya (1992), Folklor Şiire Düşman (1992), Aydınlık Yazıları/ Paçal (1992), Oluşum’da Cemal Süreya (1992), Papirüs’ten Başyazılar (1992), Toplu Yazılar I (2000, Şapkam Dolu Çiçekle ve Şiir Üzerine Yazılar), Toplu Yazılar II (2005, Günübirlikler) Günce: 999 Gün/ Üstü Kalsın (1981) Mektup: Onüç Günün Mektupları (1990) Çocuk Kitabı: Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi (1993) Söyleşi: Güvercin Curnatası (1997) Derleme: Mülkiyeli Şairler (1966), Yüz Aşk Şiiri (1967) Şiir Çevirileri: Yürek ki Paramparça (1995) ÖDÜLLERİ /// 1959 Yeditepe Şiir Armağanı (Üvercinka) / 1966 Türk Dil Kurumu (TDK) Şiir Ödülü (Göçebe) / 1988 Behçet Necatigil Şiir Ödülü (Sıcak Nal, Güz Bitiği)


LPliSEPOSTASI Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde Sen çıkardın utancını duvara astın

Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda

Seni bir kere öpsem ikinin hatrı kalıyordu İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük…

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.

Açlığa saygısından olacak Beni görünce şapkasını çıkarıyor Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde Kasketimi eğip üstüne acılarımın Sen yüzüne sürgün olduğum kadın Biliyorsun ben hangi şehirdeysem Yalnızlığın başkenti orası Sıralanmışlar su boylarına Bıçakla soyuyorlar kelimeleri Bir daldır uykusuzluk Sallanır durur gecede

Çünkü her yüz bir memlekettir Ölüm bir kafiye arayabilir Ak gömleğinde iki şey: aşk ve şiir mutsuzlukla beslenir biri biri ona dönüşür Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı Her şeyin fazlası zararlıdır ya, Fazla şiirden öldü Edip Cansever.

Senin kahkahalarının boğumlarında Söz temiz değil

Bir şeyiniz olayım sizin, Hani nasıl isterseniz, Oğlunuz, kiracınız, sevgiliniz; Dünyanın bir ucuna Birlikte gider miyiz?

İnsanlarımız gibi aşkımız da Kazılarla bulacak kendi güneşini

Ülkemin ırmakları dışarı akar Neden bilmem can havliyle akar

Özgürlüğün geldiği gün O gün ölmek yasak

Yürüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Kim istemez mutlu olmayı Mutsuzluğa da var mısın? Daha nen olayım senin Onursuzunum senin!

hiç bir şeyim yok şu akıp giden sokaktan başka keşke yalnız bunun için sevseydim seni

Köklerimiz kendi çiçeklerinden ürküyor

Ölüm geliyor aklıma birden ölüm Bir ağacın gövdesine sarılıyorum Küçük bir kitaptır yaşamak Elinde tutmaya yarar Sana rastladığımda susuzdum, yalnızdım Bir çırpıda içtim gözlerini

ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil keşke yalnız bunun icin sevseydim seni. Arada bir ağlamak için Onu kocaman ellerimle sevdim. Ölüm mü, Bir gölün dibinde durgun uykudasın.

Hayat kısa, Kuşlar uçuyor.

Bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin Sil beni n’olur kırk yıllık kirim pasım gitsin

Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum.

Mutsuzluğumu yeterince haketmek için Geri döndüm kilometrelerce yürüdüm.


LPliSEPOSTASI

Gerçek çevreciler: Çöp toplayıcılar NEŞE GÖRÜCÜ FİLİZ ÇOBAN

Türkiye’de geri dönüşüm sektörü hızlı bir büyüme içinde. Yasal düzenlemelerin de etkisiyle milyar dolarlık potansiyele ulaşan sektöre son iki yılda 200’e yakın firma eklendi. Ancak çöplerin ayrıştırılarak atılması konusunda halkın ve yerel yönetimlerin yeterli bilince ulaşamaması ‘sokak toplayıcıları’ adı verilen yeni bir iş kolu doğurdu. Sayıları 100 bin kişiyi aştığı tahmin edilen toplayıcılar, Türkiye genelinde dev bir çöp ayrıştırma sisteminin dişlisi gibi çalışıyor. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye genelini sokak sokak parselleyen toplayıcılar şirketlerin kontrolünde çalışıyor. Sokaklardan toplanan kağıt, plastik, demir belirli merkezlerde toplanıyor. (Sabah, 26.02.2011)

S

oğuğu insanın içine işleyen bir aralık ayı. Güzelim kaldırım taşları ve asfaltı kirliliğe hapseden milyonlarca çöp… Soğuktan çatlamış elleriyle, yorgun bedeniyle ve belki de utanç duyan yüreğiyle o çöpleri toplayan cesur adamlar; çöpçüler! Bu ismi kullanmak ne kadar doğru bilmiyorum ya da ne kadar kırıcı. Çöpçü kelimesini duyduğumuzda bizim için çok fazla bir şey ifade etmediğini biliriz. Onları çöp kutularına, sokaklara, parklara atarız. Peki ya “çöpçü” sözcüğünü duyduğumuzda ne hissederiz? “Senden olsa olsa çöpçü olur, okuma okuma da git çöpçü ol!” deriz. Peki, gerçekten bu kadar basit ve boş bir iş midir çöpçülük? Bir insanı anlamanın en iyi yolu kendimizi onun yerine koymaktır. Onları bırakmak yakından tanımak, düşüncelerini ve duygularını bir bir çözmek istedik. Kendimizi dışarı attığımızda gözlerimiz çöpleri toplayan/ayıklayan o çatlamış ellerin sahiplerini aradı. Gördüğümüz anda boğazımızı bir düğümün acıttığını fark ettik. Adam sayamadığımız kadar çok olan çöpleri akşam evine götüreceği paranın heyecanıyla güçsüzlüğünden güç yaratarak topluyordu. O topladıkça bizim gözümüzde çöpler çoğaldı. Kendimize gelmemizle “merhaba” deme fırsatını yakaladık. Ve işte bize gülümseyen simsiyah bir çift göz… Konuşma fırsatı bulduğumuz o cesur kahraman, Murat Demirhan, 38 yaşında. Küçük yaştayken babasını kaybetmiş ve çok zor günler geçirmiş. Babası öldükten sonra annesi ve üç kardeşiyle beraber kalmışlar. Sonra yurda verilmiş, bir süre sonra yurttan alınmış, Mersin’e gelmiş. Mersin’e gelince on üç yaşında tüpçüde çalışmaya başlamış. On beş yaşında motorsiklet tamircisinde çalışmış ve yirmi iki yaşında çöp toplayıcılığına başlamış. On altı senedir bu işi yapıyormuş. Murat Demirhan evli ve iki çocuk babası. Çocukların biri yedi yaşında diğeri ise iki yaşında… Günde sekiz-on saat çalışıyor; ama sadece on beş lira kazanabiliyor ve doğal olarak kazandığı miktar kendilerine yetmiyor. İnsanlar neden

önyargılı diye sorduğumuzda şu cevabı aldım: “ Çöp topladığım için üstüm pisleniyor ve görünüşümden dolayı beni küçümsüyorlar. Oysa ekmek parası kazanmak için çöp topluyorum. Açıkçası bu durum beni çok üzüyor; herkes tarafından dışlanmak oldukça kötü bir durum.” Zaman zaman empati yaparak, kendimizi başka insanların yerine koyarak, o insanların hal ve durumlarını, iç dünyalarını daha iyi anlayabilir ve algılayabiliriz. Şimdi kendimizi beş dakikalığına çöp toplayıcısı olarak hayal edelim. Elimizde bir eldiven. Üstümüz başımız kirlenmiş ve çevremizdeki insanların bize küçümser gözlerle baktığını hayal edelim. Hiç paranız yok ve bakmaya mecbur olduğunuz bir aileniz var, mecburen bu işi yapmak zorundasınız. Bu yüzden insanların bu küçümseyici gözlerini görmezden gelmeye çalışırdınız. Şimdi o kolayca savurduğunuz ön yargılarınızı bir kenara bırakıp başkalarını anlamaya çalışın. Ön yargıyla savurduğumuz bu kişiler aslında önemli işler yapmaktalar. Çöpleri ayrıştırıp bazı atıkları geri dönüşüme yönlendirerek yaşlı dünyamızın yükünü azaltıyorlar. Bir düşünün, sayıları yüz binleri aşan böyle dev bir “çevre örgütünü” hangi devlet kurabilir? Kendi kendine gelişen bu iş kolu yüz binlerce işssize iş alanı oluşturdu. Geri dönüşen tonlarca atık ekonomiye güç ve enerji verdi. Bu durumda çöp toplayıcılığın devlet düzeyinde bir meslek olarak tanımlanması gerekmektedir. Öncelikle bu işi yapanları kayıt altına alınarak sigortalanması gerekmekte. Sağlıksız koşullara maruz kalan bu işçilerin düzenli sağlık kontrollerinden geçmesi sağlanmalıdır. Çöp toplayıcılara devlet ve toplum duyarlı olmalıdır. Böylelikle sıklıkla vurgulanan çevreci sözler inandırıcı olabilir. Gerçek çevreci çöp toplayıcılarını yürekten alkışlıyoruz.


LPliSEPOSTASI yaşamak: çığlık çığlığa susmaktır bazen kaybedeceğini bile bile başlamaktır. yaşamak: bir rüyadır bazen… efsunlu uykulardayken kâbuslarla uyanıvermektir. yaşamak: cahiliyedeki kuyuya atılan kızlar kadar korkunç… cahit sıtkı gibi ölümden korkarak! yaşamak: güneş gibi, ey güneş! süzgün ışıklı süpürgenle gökyüzünün bütün aydınlığını toplayarak gitme! ve yaşamak: bütün bunlara rağmen dimdik ayakta ve gururla…

• Görünenin ardındakini gören gözleri olmalıdır. (Melek Yıldırım) • Karanlığı aydınlatabilmelidir. (Bilal Sırlıbaş) • Gözümüzün önündeki perdeyi kaldırmalıdır. (Çiğdem Berkkaya) • Gölgesine sığınacağımız ağaç gibi olmalıdır. (Kadir Çolaker) • Hayal gücünün zenginliğini yaratabilendir. (Rojan Yılmaz) • Bence edebiyatı yaşamalıdır. (İrem Deveci) • Hayatın olmadığı bir yerde yeni bir hayat başlatmalı. (Botan Oğuz) • Edebiyatı su gibi olmalı; içtikçe içeceksin. (Uğur Dalkılınç) • Edebiyatı büyük bir zevkle anlatmalı. (Çiğdem Çağla) • Edebiyat öğretmeni hayatın kendisi olmalı. (Tenzile Safiye Dağdelen) • Edebiyat öğretmeni kahraman olmalı (Batuhan Özkent) • Öğrenciye sadece edebiyatı öğretmemeli, öğrenciyi edebiyatın

muhteşem dünyasına götürmelidir. (Osman Özalp) • Müfredata bağlı kalmadan LYS’ ye yönelik ders işlemeli. (Ali Çağdaş Küçükkubaş) • Her derste bana farklı anlamlar kazandıran biri olmalı. (İpek Taş ) • Beni öyle bir kıvama getirsin ki edebiyat benim yanımda taşıdığım ve hatta hiç ayrılmak istemediğim değerli bir şey olsun. (Ülger Büyük) • Edebiyata karşı olan önyargılarımı ortadan kaldırmalı. (Şule Sevim ) • Bir Bağdat Kütüphanesi gibi olmalıdır; her şeye rağmen zaman içinde yok olmayan, öğretici, yol gösterici fikirleriyle… (Pınar Karakaya) • Sonbaharda rüzgardan darbe yese bile yapraklarını dökmemek için inat eden bir ağaç gibi olmalı. (Türkan Kanar) • Öğrencinin iç dünyasının zincirlerini kırdırabilmeli. (Burhan C. İlçi) • Az şeyle çok şey anlatmalıdır. (Hüseyin İlbay) • Kahraman olmalıdır. Edebiyatını, duyguların, gerçeğin kahramanı. Gerçek bir kahraman. ( Aslı Nasıf ) • Derslerini eğlenceli anlatmalı ve öğrencileri derse kaptırmalı. (Selin Şipaloğlu) • Diğer öğretmenlerden belirli bir farkı olmalı. (Murat Toyoğlu) • Dersi gerçek hayatla ilişkilendirmeli ve şakacı olmalıdır. (Ali B. Kılınç) • Puan bakımından bonkör, yazılı bakımından pinti olmalıdır. (Utku Tural) • Adı üstünde ‘edebiyat’ gibi olmalıdır. (Esma Vangül) • Hayatın içinden, hayata ve insanlara dair olumlu, yapıcı ve ışık dolu olmalı. (Havva Kılınç) • Şair ruhlu olmalıdır. (Suzan Serin) • Konuşurken sesindeki ahenk ortaya çıkmalıdır. (Necla Parsuk) • Özgün yorumlar yapabilmelidir. (Hasan Başpınar)

Anlamsızlığın içinde Uyanıyorum yine Kırmızı elma, yine aynı yerinde Penceremden bakıyorum Güneş bulutlara saklanmış yine Bir baloncuk üflüyorum ona Bulutlar mırın kırın etse de Açıyorlar yolu Baloncuğumu okuyor Sesi bitkin, bezmiş ama özlem dolu “Çıksın artık şapkamdaki tavşan” diyor. *9.Sınıf


LPliSEPOSTASI

Mersin bir kent midir? DENİZ YAĞMUR ZEYNEP UYANIK

İ

nsan doğası gereği hayatını tek başına sürdürememektedir. İnsanlarla iletişim, alışveriş halinde olup toplumla birlikte yaşamını devam ettirmektedir. İnsan toplulukları yerleşik hayat içerisinde olduğundan dolayı birbirinden farklı birçok kentler oluşmuştur. Peki, bir kenti kent yapan koşullar Mersin’de mevcut mudur? 1980’lerin ikinci yarısından itibaren Mersin’de yoğun göçten dolayı hızlanan nüfus artışı kentsel gelişmeyi olumsuz yönde etkilemiştir. Ve bu olumsuz etki günümüzde hala devam etmektedir. Yeşilliklerin yerini çok katlı beton yığınları almıştır. Verimli topraklar, piknik alanları, ormanlar gittikçe yok olma tehlikesine girmektedir.

konuşmadık. Her insan yaşadığı kentin olduğundan daha güzel ve gelişmiş olmasını ister. Bu sadece yaşadığı kentin doğal güzellikleriyle olmaz. İnsanları geliştirebilecek, yaşadıkları kentten zevk alabilecek bir şeylerin yapılmasıyla elde edilir.

Mersin’in en önemli sorunlarından birisi de plansız yapılaşmadır. Günümüzde tarım arazisi ve yerleşim alanı olarak planlanan Mersin’in doğusu, sanayi tesisleriyle doludur. Bu tesisler yapılırken fazla ilgilenilmediği için birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu bölgelerde belediyelerin su, kanalizasyon, arıtma tesisi ve çöp toplama gibi hizmetleri ni karşılayamaması da önemli bir sorundur. Bu alt yapı eksiklikleri su, toprak ve deniz kirliliğine neden olmaktadır.

Kentte yaşayan insanlar farklı farklı yeteneklere, isteklere sahiptir. Onların içlerindeki bu kıvılcım spor alanları, konservatuarlar ile dışarı çıkarılabilir. Afişler hazırlanıp yetenekli gençlere çağrıda bulunabilir. Daha bilgili, daha kültürlü bir kent insanına sahip olmak için kütüphaneler açılabilir. Bu tek bir kütüphane ile olmaz, her mahallede, mahallenin her okulunda olunca amacına ulaşabilir. Okuyan bir kent, hayali kurulan bir kenttir.

Mersin’in bahsettiğimiz bu gözle görülür sorunların çözümünde belediyeler arası işbirliğinin sağlanması çok önemlidir. Mersin’de bu güne kadar yapılan çalışmalar gösteriyor ki her belediyenin bölgesel olarak getirdiği çözüm, diğeri tarafından uygulanmadığı müddetçe yapılan girişimler de doğal olarak sonuç verememektedir.

İnsanların ailesi ile birlikte, minicik kızını-oğlunu içi rahat edebilecek bir şekilde gezdireceği yürüme yolları, parklar yapılmalı. Temiz sokaklar, caddeler bir an önce yapılmalı. İnsanları yaşadığı kentten tiksindirmemeli; insanlara yaşama sevinci veren güzellikler ortaya atılmalı, yaşatılmalı.

Şu bir gerçektir ki Mersin’de hava kirliği, trafik yoğunlukları, çarpık kentleşmeler kentin önünde bir engel olarak durmaktadır. Ancak şu da bir gerçektir ki doğru ve sürdürülebilir bir planlama uygulanırsa, Mersin doğal, tarihi ve kültürel zenginlikler açısından Akdeniz’in gözbebeği güzel bir kent olacaktır. Güzelliğinin yanı sıra turizm, tarım ve sanayi kenti olabilecek bir konuma sahiptir. Bu nedenle avantajlı bir şehirdir. Peki, Mersin yaşanılabilecek bir şehir midir, değil midir? Bunun üzerinde hiç durmadık. Biz bunu Mersin’e göç eden bir işçi emeklisine sorsak her şeyin ucuz olduğu, kış mevsiminin fazla soğuk geçmemesinden ötürü oduna kömüre çok ihtiyaç duyulmadığı için Mersin’in yaşanılabilir bir kent olduğunu söyler. Hali vakti yerinde, Mersin’e göç etmiş birisine sorsak Akdeniz Bölgesi’nde, sakin, turunçgil bahçeleri ve yeşilliklerle dolu olduğu için geldiğini ve Mersin ‘in yaşanılabilir bir kent olduğunu söyler. Bir de Mersin’de bir avantaj yakalamaya çalışan insanlar vardır. Bunlar genellikle doğu bölgesinden gelen işçilerdir. Gerek sanayi yönünden, gerek turizm, gerek tarım yönünden Mersin’de iş bulma olanağı fazladır. “Mersin yaşanılabilir bir kent midir?” dedik, avantajlarından, dezavantajlarından bahsettik, nüfus artışından, yeşilliklerin yerini alan çok katlı binalardan yakındık. Bir kenti kent yapan koşullar Mersin’de mevcut mudur? Mersin gerçekten bir kent midir? Dedik ama bunun üzerinde hiç

Sinemalar çoğaltılmalı konserler, tiyatrolar insana zevk veren onu geliştiren eleştiri dünyasını açan etkinlikler Mersin’in simgesi olmalı. Bir sanat şehri, yeteneklerin keşfedildiği konservatuarların dolup taştığı bir sanatçı şehri olmalı. Sanatın ve sanatçının toprakları olan Mersin’de halen bir sanat festivalinin olmaması üzücüdür. Fikirleri olan ve bunları gerçekleştirmek için uğraşan gençlerden oluşan bir gençlik meclisi kurulmalı. Ve bu meclis kent hakkında söz sahibi olmalı fikirlerini, kentten beklentilerini anlatacakları özgür meclis şeklinde olmalı. Bunlar Mersin’in kendi kendine yapabileceği işler değildir. Bunları hayata biz geçireceğiz. Öncelikle nasıl bir kent istediğimizi, bizim kentten beklentilerimizi, kentin bizden beklentilerini düşünüp bunları hayata geçirmeye çalışacağız. Unutmamak gerekir ki, kent sadece, insanla dolu, doğal güzelliklere sahip meşhur yemekleri olan bir yer değildir. Ne iş bakımından avantajlı olması ne de iklim bakımından rahat olması, onu bir kent yapmaz. Mersin, temiz sokaklarda yürüyünce, kütüphanelerin, konservatuarların, spor alanlarının içinden geçince, bir sanat ve sanatçı şehri olunca ve her mahallede kitap okuyan minik ellere sahip çocuklar olunca ancak gerçek bir kent niteliğine kavuşur.


LPliSEPOSTASI

Beyazperdeye uzun bir hikaye

Yönetmenliğini Osman Sınav’ın üstlendiği ve yazar Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikaye adlı eserinden aynı adla beyazperdeye uyarlanan filmin çekimleri başladı. Sinegraf ’tan yapılan açıklamaya göre, yönetmen Osman Sınav ve oyuncu Kenan İmirzalıoğlu, 10 yıla yakın zamandır hayata geçirmek istedikleri Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikaye adlı eserini beyazperdeye aktarma projesinde ilk adımı attı.

Altın Portakal Şiir Ödülü Mahmut Temizyürek’in oldu Geçen yıl Kırmızıkedi yayınlarından çıkan Yalangezen kitabının yazarı Mahmut Temizyürek’e verilmesini kararlaştırdı.

Edebiyata teşvik geliyor!

Kültür ve Turizm Bakanlığı, özgün edebî eser üretecek yazarlara projeleri karşılığında maddî teşvik verecek. Resmî Gazete’de yayımlanan yönetmeliğe göre, Türk edebiyatı kapsamında özgün eserlerin yayımlanmasını özendirmek ve geliştirmek amacıyla bakanlık bütçesinden teşvik verilebilecek. Projeler için maddî desteğin miktarı ise proje süresi ve özelliklerine göre belirlenecek.

Ana Britannica Ansiklopedisi artık basılmayacak

Ana Britannica Ansiklopedisi’nin baskısı, 244 yıl sonra durduruldu. Mirası yüzyıllar öncesine dayanan ve insanlık kaydı niteliği taşıyan ansiklopediler artık basılmayacak. 2010 yılında basılan 32 cildin son baskı olduğunu duyuran yetkililer, yeni baskıların yapılmayacağını ama internet üzerinden yeni sayılara erişmenin mümkün olduğunu söylediler.

Hemingway Ödülü sahibini buldu

Nijerya kökenli yazar Teju Cole, fantastik romanı Open Cith (Açık Şehir) ile 10.000 dolar para ödüllü Hemingway Vakfı/ PEN Ödülü’nü kazandı.

Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’nü Aykut Ertuğrul kazandı

Aykut Ertuğrul, Keyfekeder Kahvesi kitabıyla Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’nü kazandı. Ertuğrul, 11 Mart Pazar günü Gönen’de yapılan tören ile ödülünü aldı.

Edebiyat erkeklerin tekelinde

Edebiyatla uğraşan kadınları desteklemek amacıyla kurulan Amerikan sivil toplum örgütü VIDA, yaptığı araştırmada edebiyat dünyasının ve edebiyat yayınlarının hala erkek egemen bir yapıda işlediğini ortaya koydu. The Times Literary Supplement, The New Yorker, New York Times Book Review ve London Review of Books gibi dünyanın önde gelen edebiyat dergilerinin incelemeye alındığı araştırmada, gerek kitap eleştirisi yazanların gerekse kitapları öne çıkarılan yazarların büyük bır kısmının erkek olduğu belirtildi.

Aydın Doğan Ödülü Selim İleri’nin oldu Bu yıl “öykü” dalında verilen Aydın Doğan Ödülü’nün sahibi, Türk edebiyatına yaptığı katkılardan ötürü Selim İleri oldu. Ödül töreni nisan ayında yapılacak.

Hemingway’in evi 525 bin dolar

Ernest Hemingway’in çocukluğunu geçirdiği ev, satışa çıkarılıyor. Chicago Oak Park’taki üç katlı, mavi boyalı eve 525 bin dolar fiyat biçildi.

20 bin kitap bağışladı

Edebiyat dünyasının etkili ismi yazar, eleştirmen Doğan Hızlan’ın bağışladığı 20 bin

kitapla oluşturulan Doğan Hızlan Kütüphanesi, Antalya’da törenle açıldı.

Mem û Zîn dizi oluyor

Ehmedê Xanî’nin ölümsüz eseri Mem û Zîn, TRT6’te yayınlanmak üzere dizi olarak çekiliyor.

Nazım’ın Piraye’sine mektupları

Yapı Kredi Yayınları, Nazım Hikmet’in eşi Piraye’ye gönderdiği tam 581 mektubu, Piraye’ye Mektuplar adında bir kitapta topluyor. Mehmet Fuat’ın hazırladığı kitap, zarfları ile çoğaltılmış 26 mektubun içinde bulunduğu bir kutuyla birlikte satışa sunuluyor.

PEN Öykü Ödülü Tahsin Yücel’e sunuluyor

Pen 2012 Öykü Ödülü, edebiyatın ustalarından Tahsin Yücel’e sunuldu. Ödül Töreni, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nde İstanbul Fransız Kültür Merkezi’ndeki gerçekleştirildi.

Telefon rehberi de yasakmış

Sansürsüz Sansür Tarihi kitabı Osmanlı’dan günümüze sansür uygulamalarını ayrıntılarıyla anlatıyor. Kitaba göre İstanbul Telefon Rehberi de bir dönem yasaklı eserler arasındaymış.

Türkiye’nin ilk oratoryosu sahnede

Mersin Devlet Opera ve Balesi, ünlü besteci Ahmet Adnan Saygun’un 1942 yılında solo, koro ve orkestra için bestelediği “Yunus Emre” oratoryosunu 26 Ocak Perşembe günü seslendirdi.

Kitap yasağı kalkıyor!

Yargıyı hızlandırma projesi kapsamında Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 3’üncü yargı paketini açıkladı. İfade özgürlüğü ihlalleri için değişikliklerin dikkat çektiği pakatte önemli maddelerden biri de yasak kitapların “affedileceği” yönündeki ibareler oldu.

Dünyanın en büyük Kur’an-ı Kerim’i

Afganistan’da bir hattat, beş yıl süren çalışmasını sonuçlandırarak dünyanın en büyük Kur’an-ı Kerim’ini yazdı. Afganistan Hac ve Dini İşler Bakanlığı tarafından dünyanın en büyüğü kabul


LPliSEPOSTASI edilen dev Kur’an, 2.28 metreye 1.55 metre ölçülerine sahip. Eski rekor, Rusya’nın Tataristan bölgesinde bulunan 2 metreye 1.5 metre ölçülerindeki Kur’an’a aitti.

topraklarda yaşanan acıların, özlemlerin sesi olmaya uğraştık. Bunun için de çoğumuz bedel ödedik’’ diye konuştu.

Nazım 110 yaşında

Amerikalı polisiye roman yazarı Nancy Gelber kocasını öldürmek için kiralık katil tuttuğu gerekçesiyle tutuklandı.

İstanbul’da ünlü şair Nazım Hikmet’in 110. doğum yılında, şairin Türkiye’den ayrıldığı Sarıyer’deki bölgeden denize karanfiller atıldı.

Korsan kitap ve CD’ye karekodlu önlem

Kültür ve Turizm Bakanlığı, kitap, sinema ve müzik eserlerindeki bandrollerde karekod sistemini uygulayacak. Sistem korsanla mücadelenin yanı sıra yayıncıların ürünlerini takip etme ve stoksuz çalışma fırsatı bulmalarını da sağlayacak.

Yazar, çizer öldürür

Yaşar Kemal’e en üst düzey Fransız nişanı

Fransız Büyükelçiliği’nin, Yaşar Kemal’e en üst düzey fransız nişanı olan “Grand Officier dans l’Ordre National de la Légion d’Honneur” nişanını takdim edeceğini açıkladı.Takdim töreni, Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Ekselansları Laurent Bili’nin katılımıyla 17 Aralık 2011 Cumartesi günü Fransız Sarayı’nda gerçekleştirildi.

Yaşar Kemal: Edebiyatımızla bedel ödedik

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nce Yaşar Kemal’e ‘’onursal doktora’’ unvanı verildi. Usta edebiyatçı Yaşar Kemal ise MSGSÜ’den aldığı bu unvan dolayısıyla çok mutlu olduğunu belirterek, buradan aldığı ödülle 20’li yaşlardayken üniversitede geçirdiği günleri hatırladığını kaydetti. Kemal, yaratıcılığın önündeki en büyük engellerden birinin Batı taklitçiliği olduğunu vurgulayarak, ‘’Ben halk dili ve edebiyatından çok yararlandım. Bizim temelimiz kendi kültürümüzdür’’ dedi. Yaşar Kemal, edebiyat hayatına ilişkin, ‘’Biz edebiyatımızla inatla yaşama sarıldık. Biz inatla bu

Everest İlk Roman Ödülü sahibine verildi

Dostoyevski’nin dünyaca ünlü romanı Suç ve Ceza’nın başkahramanı Raskolnikov, reklam yıldızı oldu. Türk Telekom, Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Laboratuvarı (GETEM) işbirliğiyle hayata geçirilenTelefon Kütüphanesi projesi reklamında Dosteyevski’nin dünyaca ünlü kahramanı Raskolnikov yer aldı.

16 yaşındaki yazardan 3. roman

Milli mücadele çizgi roman oldu Sosyal antropolog Suat Turgut, Türk destanının yazıldığı Çanakkale Savaşı, milli mücadelede yer alan kadın kahramanlardan ve üç büyük futbol kulübü oyuncularının Çanakkale’deki hikayelerinden sonra Fransa’nın Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan sonra işgal ettiği Şanlıurfa, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Adana’da Ermeni çetelerle birlikte halka yaptığı zulmü çizgi romanlara aktardı.

Mehmet Âkif yılının son günlerinde Âkif ’in hatıraları, kapsamlı bir sergiyle görücüye çıkıyor. Türk Telekom’un düzenlediği “Vefatının 75. Yılında Mehmet Âkif Ersoy Sergisi”, aile fotoğraflarından mektuplarına, kitaplarının imzalı nüshalarından hakkında kaleme alınan yazılara, el yazısı notlarından İstiklal Marşı’nın taş plaklarına kadar Âkifle ilgili pek çok orijinal belgeyi bir araya getiriyor.

Raskolnikov reklam yıldızı oldu

ABD’deki Maryland Üniversitesinde 35 yıldır mühendislik alanında öğretim üyeliği yapan Türk profesör Yavuz Oruç’un, 9 Aralık’ta ABD’de Türkçe basılan romanı “İkinci Peron”, satış listelerinde üst sıralara yerleşti.

Milli mücadele çizgi roman oldu

Âkif ’ten bugüne kalanlar

Everest Yayınları tarafından bu yıl 6’ıncısı düzenlenen “İlk Roman Yarışması” birincisi Serhan Ergin, ödülünü aldı.

Türkçe roman ABD’de ‘bestseller’ oldu

14 yaşında yazdığı ‘’Gölgedeki Işıklar’’ adlı kitabı ile ‘’Türkiye’nin en genç roman yazarı’’ unvanına sahip olan lise öğrencisi Rana Demiriz’in 3’üncü romanı ‘’Donmuş Ateş’’ yayımlandı.

Ali Ural, Haydar Ergülen, Cemil Kavukçu, Beşir Ayvazoğlu gibi yazarların da aralarında bulunduğu projede yazarlar, yapılan çekilişle ilçelerine dağıtıldı. İlçe- yazar eşleşmeleri her yıl değişecek.

Hakan Günday ‘Dünya Kitap’ ödülünü kazandı Aslı Erdoğan Zürih Şehir Yazarı Seçildi Şehir Yazarları (Writers in Residence) projesi kapsamında 2012 Zürih Şehir Yazarı seçilen Aslı Erdoğan, altı ay boyunca, Zürih’te bir daireye yerleştirilecek ve konferanslara, okuma günlerine katılıp kent üzerine yazılar yazacak.

Server Tanilli yaşamını yitirdi

Uzun süredir sağlık sorunları nedeniyle tedavi gören Server Tanilli, yaşamını yitirdi. Tanilli, 1980’den önce Türkiye’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ve Devlet tatbiki Güzelsanatlar Yüksekokulu’nda “Uygarlık tarihi” dersi vermiş, 7 Nisan 1978 günü terör ortamında silahlı saldırıya uğrayıp, belden aşağısı felç olmuştu. Fransa’da uzun yıllar Strazburg Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra 2000 yılında dönen ve Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazıları kaleme alan Tanilli, 2006 Sertel Demokrasi Ödülü’ne layık görülmüştü.

Yazarlar okullarda

İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nce hazırlanan ‘Yazarlar Okullarda’ projesi yakında hayata geçti. İstanbul’un her ilçesini kapsayan projede, her ilçenin bir yazarı olacak. Selim İleri,Ali Çolak, A.

Hakan Günday, Doğan Kitap’tan çıkan son romanı ‘Az’la ‘Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı Ödülü’nü kazandı.

Türkiye’nin ilk yatay kitabı!

Kitabın tek el ile de çok rahat okunması için düşünülen yatay baskılı “Hiç Hesapta Yokken” isimli roman, Türkiye’de ilk defa okuyucu ile buluştu.

İranlılar Nâzım Hikmet’i daha yakından tanıyacak İranlı yazar, şair ve çevirmen Ahmet Puri, yaptığı açıklamada, 1978’den beri eserleriyle tanışık olduğu Nâzım Hikmet’in başta lirik şiirleri olmak üzere 300 kadar şiirini Farsçaya tercüme edeceğini söyledi.

Kırkpınar’ın çizgi romanı geliyor

Kırkpınar’da yüzyıllardır devam eden Kırkpınar güreşlerinin çizgi romanı hazırlanıyor. Edirne kültürünün efsanesi Kırkpınar yağlı güreşlerini küçük çocuklara daha iyi aktarabilmek için çizgi roman hazırlanacak.


LPliSEPOSTASI

HER YER SEN HALİL CİCE

Her yıl farklı bir konuda düzenlediği yıllık soruşturmalarına bir yenisini ekleyen iki aylık edebiyat dergisi Notos, bu sayısında konuyu “100 Temel Eser” olarak belirledi. 192 yazar ve eğitimcinin yer aldığı soruşturmaya 741 eser adı verildi. Listenin ilk sıralarında, Yaşar Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik’in kitapları yer alıyor. Derginin genel yayın yönetmeni Semih Gümüş, “Öğrencilerin kendilerine yakın bulacakları bir liste hazırladık.” diyor. Sonuçlara göre “100 Temel Eser” listesinde 59’u Türk, 41’i dünya edebiyatından eserler yer alıyor. Listede 13 yaşayan yazarın eseri de bulunuyor. KİMLER SEÇTİ? Notos listesini aralarında aşağıdaki isimlerin de bulunduğu 192 edebiyatçı ve akademisyen belirledi: Adnan Binyazar, Adnan Özer, Ahmet Büke, Ahmet Telli, Ali Akay, Ayfer Tunç, Barış Müstecaplıoğlu, Burhan Sönmez, Celil Oker, Cemil Kavukçu, Esmahan Aykol, Feridun Andaç, Feyza Hepçilingirler, Fuat Keyman, Gaye Boralıoğlu, Gündüz Vassaf, Gürsel Korat, Hakan Bıçakçı, Hakan Günday, İnci Aral, Jale Parla, Leyla İpekçi, Murat Özyaşar, Mehmet Murat Somer, Müge İplikçi, Nazlı Eray, Orhan Alkaya, Özcan Karabulut, Roni Margulies, Sadık Yalsızuçanlar, Selim Temo, Sema Kaygusuz, Semih Gümüş, Suzan Samancı, Şükrü Erbaş, Tanıl Bora, Yavuz Ekinci, Yusuf Eradam. Listenin seçici kurulunda dergimizin genel yayın yönetmeni Deniz Gönüllü de bulunuyor. NOTOS’UN 100 TEMEL ESER LİSTESİNİN İLK 25’İ 1 İnce Memed 1, Yaşar Kemal 2 Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar 3 Alemdağ’da Var Bir Yılan, Sait Faik 4 Memleketimden İnsan Manzaraları, Nâzım Hikmet 5 Don Quijote, Cervantes 6 Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali 7 Sevgili Arsız Ölüm, Latife Tekin 8 Bütün Öyküleri, Sait Faik 9 Suç ve Ceza, Dostoyevski 10 Parasız Yatılı, Füruzan 11 Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupéry 12 Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali 13 Dönüşüm, Kafka 14 Tutunamayanlar, Oğuz Atay 15 Bereketli Topraklar Üzerinde, Orhan Kemal 16 Yüzyıllık Yalnızlık, Gabriel García Márquez 17 Çavdar Tarlasında Çocuklar, J.D. Salinger 18 Aylak Adam, Yusuf Atılgan 19 Sevda Sözleri, Cemal Süreya 20 Beyaz Kale, Orhan Pamuk 21 Bütün Öyküleri, Anton Çehov 22 Yeraltından Notlar, Dostoyevski 23 Fareler ve İnsanlar, John Steinbeck 24 Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay 25 Yabancı, Albert Camus Tam listeye aşağıdaki linkten ulaşılabilir: www.lisepostasi.blogspot.com/2012/04/notosun-100-temel-eser-listesi.html

Aşkın kuytusunda kalmış Bir acizane bedenim var Ruhum hapsolmuş Gözlerimde yağmur var. Geceler yağmalar Gündüzler alır canımı Canım cananım olur Ölür ölür dirilirim ben. Nereye dönsem ne yöne baksam Karşımda bir hayal Beyazımsı bir perde kararır Başımda bir sancı var. Hayal hakikatım olur Bazen belam, bazen sevdam Nereye gitsem hangi yöne baksam Karşımda sen var.

Şunu anlatacak bir kelime olsa... Karşıdan karşıya geçerken, yoldan gelen araba durup durmamaya, yaya da geçip geçmemeye karar veremediğinde oluşan tereddüt atmosferin ardından, önce bir ikisinin de geçmeye, sonra her ikisinin de durmaya davranması üzerine her iki tarafın yaşadığı yarı şaşkınlık yarı öfke hali. Protestolarda bir sloganın toplu halde iki-üç kere haykırılmasından sonra devam etmeye yeltenen ama topluluğun susması sonucunda sap gibi ortada kalarak ilk iki kelimeden öteye geçmeyen kişinin, durumu bozuntuya vermemek amacıyla koyuverdiği kırık kahkaha. Her laflarına “bütün kadınlar şunu ister”, “bütün erkekler böyle yapar” diye başlayan, müthiş bir özgüvenle konuşan, siz daha köroğlunu tanıyamamış, kendinizi bulamamışken dünyadaki her kadını adamı bu kadar yakın tanımış olmasıyla afallatan kişilere bir ad takılsa… (medyadaki yansımaları: Her genç kız gelinlik hayali kurar, her erkek aldatır, her kadın ana olmak ister, ilh.) Otobüs veya vapurda, pek çok yer seçeneğinin arasından, araç hareket ettiğinde kabak gibi güneşin alnında kalan bir yer seçmenin (ve daha sonra diğer yerler dolduğundan oraya mahkûm olmanın) yarattığı hüsran/pişmanlık/umutsuzluk/ kızgınlık/isyan hissi. Hani tam bir şey ya da bir gerçek açığa çıkar gibi olur ama aynı anda gözden yok olur da tam anlayamazsınız, yine de hiçbir şey eskisi gibi değildir artık… “Anlayamadığınız şeyi” görmüşsünüzdür, artık eski cehaletinize dönmeniz mümkün değildir, değişmişsinizdir… Bir ad konsa buna? Kaynak: Metis 2012 Olmayan Kelimeler ajandası


ADRES: MERKEZ ŞUBE ÇANKAYA MAH. YAŞAT İŞH. KAT: 2 NO:72 TLF: 0.324.232 05 74/ 0.324. 233 65 38 FAX: 0.324. 237 79 38 YENİŞEHİR ŞUBE: İNÖNÜ MAH. 1408 SK. NO:24 MERSİN TLF: 0.324.328 65 65 FAX: 0.324. 326 28 73


LPliSEPOSTASI

Adres: İstiklal Caddesi Özel İdare İşh. No: 10 MERSİN Tel: +90 324 231 31 29 ( pbx ) Fax: +90 324 231 33 10 Web: www.aracilar.com.tr E-mail: aracilar@aracilar.com.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.