P L
liSEPOSTASI
2 Kış ‘08
SÖYLEŞİ>Celal Soycan
“Mersin benim için bir kısıt değil bir olanaktır.” SORUŞTURMA
Liselerde Edebiyat Öğretimi
ŞİİR> aycan bulat, m.baran madenli, seda atalay, murat özkan, şerif çitçi ÖYKÜ> neriman bozkurt, dilan ülük, zeynep yalçın, hacı yeşilgöz DENEME> tuğba demirel, mine öner, selnur güneş, evin ülük MASAL> sibel çağlar KARİKATÜR> çağlar metin MEKTUP> aycan bulat, nilüfer günay, ayşegül fırat, merve gezer, bahar sarsılmaz GÜNLÜK> rengin suretli, hasan demir KAPAK FOTOĞRAFI> ismail h. ertin
2
LPliSEPOSTASI
12. Sınıf
şehirdebiryalnız Hiçbir petek kuru görüntüden ibaret değildir. İçini dolduran arılar tek sebebidir. Tıpkı petek gibi kalbine ne çok arılar batırmıştır sivri iğnelerini kim bilir.
Merhaba, Lise Postası, liseli gençliğin edebiyat buluşması demiştik… Yaşamımızı anlamlı kılabilmek için; edebiyatı da yol arkadaşı sayıp çıktık yola… Tüm maviliklerin yavaş yavaş kaybolduğu bir dünyada, yaşamda hala güzel şeylerin olduğunu anlatabilmek için yazdık. Yazdık; çünkü içimizdeki denizleri diğer yüreklere akıtmak istedik. Dünya denen koca bahçede, yaşamımıza ışık tutan sanatı benimsedik ve nice kardeşliğin doğmasını ümit ederek yazdık. Barış evrenini oluşturabilmek için, ulaştırmaya çalıştık sesimizi en kuytu köşelere… Hayata açılmak için yazdık aslında… Edebiyata vurgun yüreğimiz, umutlu ellerimizle, içimizdeki ırmaklara akabilmek için çıktık bu uzun yolculuğa. Yazmamızın birileri tarafından fark edilmesinden çok hoşlandık. Ve şimdi ikinci sayımızla yüreğimizin en derinliklerinde sakladığımız duygularımızı kalemimiz ve kağıdımızla birleştirip tekrar buluştuk Lise Postasıyla… Mersin’ de yaşamayı seçmiş, Türk şiirinin ve şiir eleştirisinin önemli isimlerinden Celal Soycanla söyleştik. Bu söyleşinin edebiyat dünyasına katkı sunacağı inancındayız. Bu sayımızda daha çok isme yer vermeyi, böylece gençliğin tüm duygu titreşimlerini tek yürek çırpıntısına sığdırmayı amaçladık. Yaşamın kıyısından akıp kalemimizi dolduran damlalarda yine şiirler, öyküler, denemeler, mektuplar yazdık, masallar anlattık. Liseli gençliğin sorunları adına, Lise Postası ekibi olarak lise edebiyat öğretimini sorguladık. Faydalı olması umuduyla… ‘Liselinin Listesi’ ve ‘ Edebiyat Haberleri’ ne yer verdik yenilenmiş haliyle. Yine ‘Postamıza Bırakılanlar’ köşemizde okuduklarımızı paylaşmaya devam ettik sizinle. İyi okumalar dileğiyle! Geçtiğimiz aylarda Türk şiirinin iki önemli adını yitirdik: Fazıl Hüsnü Dağlarca ve İlhan Berk. Onları saygı ve şiirle anıyoruz. Lise Postası olarak edebiyat durağında ürün ve katkılarınızı bekliyoruz. Sevginin hep açık olduğu bir dünyada tekrar Lise Postası’nda buluşmak umuduyla… Edebiyata bulaşın ve dokunun yazıya…
editör
gülşen yıldız
Güneşin, şehrin üzerine bütün sihrini boca ettiği bir gün. Nemli gözlerde bir bıkkınlık, uzunca bir günün kahrını çekmiş tabanlarda, karasular misali bir bezginlik hakimdi. Şehrin göbeğinde yakıp kavuran bir sıcağa inat işlerini bitirmeye çalışan, vitrinlerin insanda bıraktığı tesiri yenemeyip camekânlara doğru yaklaşan ve sahildeki martıların zevkten dört köşe olmuş bir halde çıkardıkları o can alıcı notalara kendini kaptırmaktan alıkoyamayan bir yığın insan… Bu koca şehir aslında peçesi altından yiğit delikanlılara göz kırpıp kaçan gizlerle dolu bir kadından farklı değildi. Çünkü asıl marifet, o küçük göz kırpışlardan nasibini almak değil, peçenin altındaki gizi çözebilmekteydi. Görkemli bir yalının penceresinin kenarında durmaktansa pencereden başını uzatıp içeriye bakabilmekteydi… Her biri ötekine inat uzayıp giden binaları, yukarılara doğru yollandıkça azalan dükkanlar ve o dükkanların üç dört sokak arkasında kendini simsiyah bir peçenin ardına gizlemiş bir mahalle. Sabahın erken saatlerinde iş başı yapan insanlar kimisi iki, kimisi beş yaşında, bazısının elinde bir parça ekmek bazısının ayaklarında top oynamaktan canı çıkmış bir krampon olan bir yığın çocuk… Çocukların yorulup bir köşeye sessizce sinmesinden faydalanan, kâh çeyizini bir an önce yetiştirmeye çalışan genç kızlar kâh evinin eksiğini gidermek için satıcıyla çetin bir mücadeleye girmiş düştüğü gülünç durumdan bihaber kadınlar, akşam mesaisine başlamışlardı. Peçenin altındaki bu küçük mahallede kendi koca dünyasında yaşayan, kimsenin kirletmeye cesaret edemediği bir de yürek vardı ki; hayat aslında bu tertemiz yüreğe, çirkin yüzünü çok erken göstermeye başlamıştı. Bu yürek, birçok kereler elinden gök mavisi umutlarını bataklığa düşürmekten son anda kurtarmış ve ta derinliklerden gelen bir damla gözyaşını bir parça tebessümle kurutup yok edebilmişti. Ne çok viraneler tamir etmişti kendi koca dünyasında. Ona birçok kereler sivri dişlerini göstermişti hayat. Ama o hiçbir zaman sımsıkı tuttuğu paçasından ellerini çekmemişti. Çocuk kalbiyle “çok erken” dedi hayata. En çok istediği şey sıcak bir merhabaydı zaten. Ailesini, yüreğin yanaklarına dolup dolup taşan gözyaşlarına emanet ederdi. Ne var ki sadece ailesine değil kendisine de itiraf edemiyordu yüreğini kasıp kavuran fırtınayı. Hiçbir petek kuru görüntüden ibaret değildir. İçini dolduran arılar tek sebebidir. Tıpkı petek gibi kalbine ne çok arılar batırmıştır sivri iğnelerini kim bilir. Sebepsiz değildi tek bir damla gözyaşı. Anlamsız değildi hiçbir bakışı. Büyüklüğünü kavrayamadığı bir sızı vardı kalbinde. Işık saçmayan yıldızlarla dolu gökkubbesine haykırıyordu yalnızlığını. Evet, yalnızdı, o kalabalık dünyasında yapayalnızdı. Sitem ediyordu bunca insan içerisinde yalnız bırakan düşüncelerine. Belki de onu yalnızlığa iten anılarına, sevgisini isteyip de elini boş çekişlerine, belki de sevgisini sadece hayallerinde tattığı ‘’annesine’’. İçini bir kurt gibi kemiren yalnızlığına inat, yüreğini titreten haykırışlarının çaresizliğine inat sıkı sıkıya bağlanmıştı hayata. Çünkü onun için ne geçmişte bedbaht olaylarla birlikte kül olup giden anıları ne de birçok kişinin yaşayıp da kendisinin yaşama olanağı varken yaşayamadığı çocukluk yılları, hiçbir şey hayattan ümidini kesmesine kâfi değildi. O, geçmişindeki gecede uykusuz kalmaktansa geleceğindeki gündüzde uyumayı tercih etmişti. Her şeye rağmen geçmişte istemediklerini yaşayarak, bugün istediklerine kavuşabilmişti. Bu yürek, sevmeyi başarmış, sevilmeyi kazanabilmişti…
3
LPliSEPOSTASI
!dikkat! 10. Sınıf
.
.
haydar ergülen
..
sŞ. imdi üzülmek için
. büyümek yeterli...
KİMSESİZİN MEKTUBU
Islak bir kaldırımda, ellerim yüzümde oturuyorum, kimse yok. İnsanlar neredeler? Yaşıyorken ölüyorum bu susuz bahçede. Bir ağaç var. Dallarıyla bütünleşmiş, yapraklarına ıslık çalan. Sonra güneş doğuyor, her yer ışıl ışıl. Gün geçiyor, her yer çirkinleşiyor. Güneşin rengi karanlığa dönüyor. Tuhaf. Kimsecikler yok, yalnızım… Bakıyorum etrafa o ıslak kaldırımın kırılmış yamacında. Kirli her yer. Toz duman içinde. Taşlıklar var ve üzerinde hayvan izleri. Tuhaf, kimse yok. Gözlerimde bir yaş, ağlamıyorum ki. Sonra her yer ıslandı, gözlerim gibi. Her yer birer birer sulara gömüldü. O bahçedeki meçhul ağacın yaprakları da buruştu, ıslandı. Damlalar akıyordu dallarından. Her yer acı çekiyordu. Kimsesizim şimdi, bir başımayım. Ne evim var, ne ablam. Çocukken buralarda, insanlar vardı, izlerdim onları. Her sabah küçük bir kız çocuğunun elini tutardı ablası. Gözlerindeki sevgiyle bakardı. Onu, şu tepedeki renkli parka götürürdü. Küçük kız, küçücük elleriyle sımsıkı sarılırdı ablasına. Ama şimdi ne küçük kız, ne ablası ne de o park kaldı. Sulara gömülmüştü, küçük kızın renkli parkı. Ben de yokum, hiç kimsenin olmadığı gibi. Kimsesizliğim, acıyorum sana. Sen de benim gibi hiç yaşamadın ki. Sen de hiç bırakmadın ki beni. Kimsesizliğim, incitme beni. Ben de hiç oyun oynamadım ki. Ben de hiç gülmedim ki. Kimsesizliğim, gidiyorum. Kimse yok! Hiç kimse olmadı ki. Kimse, bilmedi ki beni, bakmadı ki yüzüme kimse. Kimsesizliğim, hiç gitmedin ki… Hiç sevilmedin ki...
12. Sınıf
kuşkular tümseğine girip derinliklerden delercesine baktın ya gözlerime! yalnızlık girdabına salarak sıraya girmiş hüzünlerle yaralı elimde öksüz aşkı bırakarak çekip gittin ya! gidişinin yangını çökmüştü yüreğime yalnızdım yaralıydım sokak değil yüreğimdi gördüğün kimse yoktu kimsesizliğime! sövgüler dizdim ardından övgüler dizdiğim gecelere pencere önlerine çiçekler bırakıp kırık kapılara aşk yazdım karşımdasın yine sensiz olmaz diyorsun git! yeni sevgiler git! yeni şehirler bul kendine
fotoğraf: pelin kılıç
yeryüzüne indiğimde böyle değildim elbet tatlı gülücüklere kanıp ısınırdım aklım erene kadar bana yalan söylerlerdi ben yalan nedir, bilmezdim benden alınan haberlerin doğruluğu çok eskilere dayanıyordu şimdi üzülmek için büyümek yeterli...
4
LPliSEPOSTASI ülük BİR dilan 9. Sınıf SONBAHAR HAYALİ
günay SORU nilüfer 11. Sınıf SORMA SANATI
Bütün gün daldığı güzellik duvarının arkasındaki perdeyi kalbinin kaldırmasıyla yeniden başlardı yaşamaya. İşte o zaman anlardı, hayal ile gerçek arasında gerçekten bir bağ vardı ve kendisi o bağın her zaman dışında kalandı. Kendi hayallerinin diyarında kaybolmanın verdiği hazla gülümsedi içinden. Yine bilmediği yerlere gitmiş, hayal ile gerçek arasındaki çizgiden geçmiş ve hayatında görmediği şeyleri yaşamıştı. Sadece onun olan masal diyarında bazen doyumsuz zevkler yaşayarak dönüyordu gerçeğe. Hayal bu ya, bazen de en olmadık şeyden toz kapıyor ve kendi diyarında kimsenin olmadığı bu masalda üzüyordu kendini. Sonbahar yaprakları kadar özgür olmaktı hayali. Kendini rüzgarın güvenli kollarına bırakarak savrulmak istemişti çocukluğunda. Hatta imrenmişti sonbaharda hayat kaynağından ayrılıp, bütün eşsiz güzellikleri gördükten sonra ilkbaharda tekrar hayat kaynağında yetişen yapraklara. Belki de ondandır sonbaharı sevmesinin nedeni. Hatta en çok sevmesi. O eşsiz mevsim kapısını çaldığı zaman önce bir toparlanır, daha sonra dünyayı gezmeye çıkan yaprakları teker teker selamlardı. Belki de onlar kadar özgür değildi. Gördüğü, yaşadığı hep aynı yerlerdi. Ama onun yaşamasa bile kimsenin aklına gelmeyecek değerde hayalleri vardı. Gözlerini diker ve sonbaharın büyülü güzelliğine bakardı bütün gün. Fakat gözleriyle sadece hayallerin mevsiminin içindeki güzelliği örten duvarına bakardı. Bütün gün daldığı güzellik duvarının arkasındaki perdeyi kalbinin kaldırmasıyla yeniden başlardı yaşamaya. İşte o zaman anlardı, hayal ile gerçek arasında gerçekten bir bağ vardı ve kendisi o bağın her zaman dışında kalandı. Gerçek ve hayali ayırt edemeyecek kadar kopmuştu dünyadan. Bazen gördüğü hayali gerçek sanır, bazen de gerçeği hayal sanıp kaptırırdı kendini dışarıdaki ağaçların yaprakları uğurlamasına. Bir ara rüyasında o da yapraktı ağaçtakiler gibi; ama onun ne gezecek yeri ne de uğrayacak dostu vardı. O zaman gözüne dolan yaşları zor zapt eder ve yapraklara katılırdı. Onun aralarına girmesiyle öbürleri kaçmış ve rüyadan uyanmıştı. Yine dalmıştı hayale; ama bu seferki rüyasının devamıydı.Onun hayalleri vardı, gerçekleşmesi için gerekli olan sadece sonbahardı. Gözlerini kapadığında onu masal diyarına uçuran ve kalbinin en derin kuytusunun sahibi olan sonbahar. Onun bir sonbahar hayali vardı… Kendi diyarında, elleriyle biçimlendirdiği bir sonbahar hayali… Kalbine çivilediği bir hayali…
fotoğraf: ibrahim tunca
Ya da sevdaya masal olmak? Neden bırakıp gidesin ki yokluk hissi ile varlığın müjdesini?
Kalbimden geçen sevgi dolu sözcüklere soruyorum: Bir selam için el uzattığım sevdaya elveda demek mümkün olabilir mi? Kırık bir kalemden akan mürekkep gibi bir sevda kaplamışsa yüreğini nasıl bırakırsın arkandaki özlemi? Gecelerini çalmak ister misin? Hırsız yüreğinde ömrünün yarısını kaybetmiş şekilde aramak ister misin benliğini? Ya diğerini bir köşeye atıp paslanmaya bırakmak? Hasret trenine binip ön safhada beklemek güzel mi sence? Ya da sevdaya masal olmak? Neden bırakıp gidesin ki yokluk hissi ile varlığın müjdesini? Bir yakuta aşık ol, git onu gönlünün sarrafında bozdur, rahatlık içinde yaşa. Unutma, her fırtına yağmurun, her yağan karda kardelenin müjdesidir. Bunlar bir güzelliğin müjdecisi ise gözlerden dökülen inciler de senin bana geldiğinin müjdesidir. Dilerim ki hayatta yüreğin servetine kavuşur, sürgün içinde çırpınan yüreğin yanı başında duran mutlulukla nişanlanır ve yürüdüğün yollar destanlaşır.
Gece bizi korur mu, unutmak istediklerimizi unutturur mu? 11. sınıf Gecedir her şeyi saklayan, görülenleri örten, görmek istediklerimizi göstermeyen. Bazen isteriz karanlığın çökmesini. Yorulmuşuzdur ya da o kadar üzülmüşüzdür ki sıyrılmak isteriz, siyah örtünün altına saklanırız. Gece bizi korur mu, unutmak istediklerimizi unutturur mu? Orasını tam bilemeyiz; ama galiba gece her şeyin üstüne bir perde çeker. Biliriz, gecenin rengi siyahtır, siyah ya her şeyi saklar ya da her şey gecenin gölgesinde kalır. Karanlığa saklanmak korkaklıktır, güçsüz olduğunu bilmektir. Karşılaştığımız sorunlarla baş edememektir. Gecenin en güzeli gökteki yıldızları seyredip aya bakıp ayın bize gülümsediğini hissetmektir. Bardağın dolu tarafına bakmak gibi karanlığa saklanmak ne kadar kötü ise, karanlığın gülümseyen ayının ve yıldızının altında oturup gecenin sessizliğine kendini bırakmak bir o kadar güzeldir.
5
LPliSEPOSTASI “Bende senin devamın var…” Leyla Erbil sonu çıkmaz sokaklarda buldum yolumu her seferinde hasret geçti bastığım tozlu yollardan her gözyaşı fener oldu geceme karabasanlardan uyandım rüya diye… acaba olmasın diye hep keşke dedim sonlarımda sadece gidiş diye kestim biletimi sonsuzluğa ama nafile gözüm en uçta, gözüm arkada… kendi çizdiğim çemberden çıkamıyorum şimdi merkeze yakın bir yerde beklemekteyim kim bilir belki de sadece hiçteyim… şimdi çocuk kalbimle en kuytu köşeme çekildim elimden şekerimi aldılar ya da hiç şekerim olmadı benim cebimde kalan bozukluklarla, adam akıllı hayal bile kuramadı çocukluğum düşünemedi, konuşamadı baş kaldıramadı ki hiçbir zaman bu doğru diyemedi, sadece çocuktu hadi oradan oyun oynamadı ki çocukluğum, çocuk olmadı ki olması gerektiği kadar… evet, şimdi büyüdü bedenim! ama çocuk kalbimde hala o kuytu köşemdeyim herkesten gizli kuruyorum gecikmiş hayallerimi elimde çubuklu şekerim, adını öğrenemedim ama olsun susmuyorum…
POSTAMIZA
12. Sınıf
içimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki, “beni körbir kuyularda merdivensiz bölünmüş hatırayım ben dünyayabıraktın” dağılan. Birhan Keskin
Münir Nurettin Selçuk şarkısı
denizim ben batık aşklarla dolu. Melih Cevdet Anday
“Nursuçlu içindebir yatdeniz anacığım/ için gibi Mecbur muydun dokunma yüreğime. beni doğurmaya/Bir daha yapma” Turgut Uyar ölmek ki senin Vüs’at O. Bener başlayıp da bitiremediğin allah bilir kaçıncı bin şiirin… Can Yücel Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! sorduğumburada. tek soru kendime Kukla oynatmıyoruz Acıvardı çekiyoruz. şimdi gitsem benden ne kalır geriye. Mahmut Temizyürek
Oğuz Atay
seni sevmiştim hayat fark etmedin, anlamadın “Eller yar oldu da sevdiğim yolaşimdi gitti ölüyorum Gövdem burada kaldı ruhum onunla bilesin! gitti” küçük İskender
Mihrî Hatun
başka çocuklar var bahçelerde. Fazıl Hüsnü Dağlarca
Dünle beraber gitti cancağızım ne kadar sözOvarsa düne ait.kendine Şimdi, yeni şeyler söygün Tanrının sorduğu en zor lemek lazım.sen. ve ben, çözmek bana düşmüş bilmeceydin gibi sevinçliydim. Hasan Ali Toptaş
Mevlana
-Bir ikindi vakti, başımı omzuna dayayıp uyumak isterdim, dedi kadın. “Yangın kavmindeniz ne giysek alev” -Ya bir daha uyanmazsan, dedi adam. -Işte Hulki mutluluk Aktunç bu olsa gerek, dedi kadın. Ferit Edgü ve kalkar gideriz, gitmek unutmaksa
“Anahtar deliğinden harf harfBehçet çıkıp etrafa Necatigil baktım.” ben az konuşan çok yorulan biriyim Arkadaş Zekai Özger
Yavuz Ekinci
artık buruşuk bir çarşaf gibi dağılan yüzüne bakınca duydum ancak: “Sen yoksun. Benim neyim var?..” anneler erken ölümlerine yakın sevilir babalar. Necati Tosuner Kemal Varol
6
LPliSEPOSTASI yalçın UMUDUN zeynep Hüseyin Okan Merzeci Lisesi BEKLEYİŞİ 11. sınıf
ayşegül fırat 12. Sınıf
Gün boyunca savaş yıkıntıları içerisinde dolaşıyorum. Güneş batarken umutlarım da batıyor. Yatağımdayım ve o ses yine kulağımda.
Gecenin karanlığında yatağımdan özgürlüğümü elimden alan o sesle uyanıyorum. Pencereye korku ile yaklaşıyorum, o ışığı görme korkusu ile… Canları alan o ses, ayazı öfke ile aydınlatan o ışık. Birden annemle, babamın o korkunç sesle savrulmasını ve parçalanmasını hatırlıyorum. Pencereden uzaklaşıp bez bebeğime sarılıyorum. Uzun saçları, ışıl ışıl mavi gözleri, yırtık elbisesiyle bebeğim benim her şeyim, geçmiş yaşantımdan getirebildiğim tek varlığım. O ses, bütün gece yankılanıyor ve ben bütün gece bez bebeğime sarılıp şafağın doğmasını bekliyorum. Şafak, kırık penceremden doğarken bebeğimi yere koyup ellerimi açıp dua ediyorum, beni buradan kurtarsın, özgürlüğüme kavuştursun diye. Gün boyunca savaş yıkıntıları içerisinde dolaşıyorum. Güneş batarken umutlarım da batıyor. Yatağımdayım ve o ses yine kulağımda, ne yapsam ne etsem olmuyor, o sesten kurtulamıyorum. Bebeğime sarılsam da fayda etmiyor. Bilmiyorum bu savaş bitecek, bu ses gidecek mi? Bir gün bu sesi duymayacağımı bilmek bana huzur veriyor. Sabah olmuyor yatağımdan kalkıp yine yemek sırasına giriyorum. Ama her zamanki gibi uzun bir kuyruk var ve insanlar kargaşa içinde. Ortalık benim gibi kimsesiz çocuklarla dolu, çoğu zaman bize yemek kalmıyor. Ben alıştım bu duruma. Umudum beni besliyor; ama diğer çocuklar buna alışamadı. Çöp gibi bacakları, bütün hafifliğine rağmen vücutlarını taşıyamaz hale gelmiş. Boş tabağımı alıp penceremin önünde özgürlüğüme kavuşturacak ablaları, ağabeyleri bekliyorum. Biliyorum gelecekler, bir gün gelecekler. Akşam olunca o sesi duymamak, o ışığı görmemek için bebeğime sarılıp yatağıma gömülüyorum. Sabaha karşı vücudumda farklı bir sıcaklık hissediyorum. Yakan değil ısıtan bir sıcaklık. Gözlerimi açtığımda bir el bana uzanmış “Hadi savaş bitti, gidiyoruz” diyor. Yerimden mutlulukla kalkıyorum. O eli tutuyorum ve bir daha hiç bırakmıyorum.
10. sınıf
İhtiyaç duymaktır, su gibi, ekmek gibi ihtiyaç duymaktır. Özlemektir, yüreğindekini olduğu gibi kabul etmektir. Paylaşabilmektir, her şeyi ona anlatmaktır. Vazgeçmeyi bilmektir, gerektiği yerde, onu deliler gibi sevmene rağmen vazgeçmektir. Kaybetmek korkusuyla yaşamaktır. Onu kaybettiğinde sen de kaybolursun; çünkü o senin yüreğindir. Yüreğini, yaşama sevincini, hayatının anlamını kaybetmişsindir ve o bir daha asla geri gelmez. Beklemektir, bıkmadan, usanmadan, yenilmeden beklemektir. Dönmeyeceğini bile bile beklemektir.
Seni kaybettim sonsuzluğa inen merdivende… Ama sen benim için hiç gitmedin ki… Ölen tendir. Canın ise bende.
E v e t , y i n e oturuyorum kırık dökük bıraktığın kalbimin yanına. Kırık dökük; çünkü sana her yazdığımda kalbimden bir parçanın daha koptuğunu hissediyorum. Bütün ruhumla sana yazıyorum; ama yetmiyor. Sana yazdıkça doluyor gözlerim. Hani sana ‘ağlamıcam’ demiştim ya tutamıyorum sözümü, tutamıyorum. Seni senle paylaşıyorum ağlarken. Gözlerimdeki yaş senin, senin adınla iniyor yanaklarımdan. Senin adınla konuşuyorum, senin adınla kalbimi hissediyorum. Senin gözlerine bakıyorum yaşadığımı hissedeyim diye. Gözlerine baktıkça anımsıyorum dünyayı, gözlerine baktıkça kayboluyorum. Kayboluyorum masmavi berrak derinliklerinde. Gözlerin alıp sonsuzluğa götürüyor beni. Keşke, keşke oradan hiç ayrılmasam. Çünkü seninle buluştuğum biricik yer orası. Sonsuz bir mutlulukla kavruluyorum orada. Yalvarıyorum Allah’ıma çıkarmasın beni oradan diye ama boşuna… Yine kendimi paramparça bıraktığım kalbimin ve gözyaşlarımın yanında buluyorum. Artık biliyorum, seni kaybettim sonsuzluğa inen merdivende… Ama sen benim için hiç gitmedin ki… Ölen tendir. Canın ise bende. Geldim işte bir kere daha yanına elimde bir demet karanfil, gözümde yaşlar ve cebimde bir mektupla. Sonsuzluğa bırakıyorum yokluğuna yazdığım mektubu…
7
LPliSEPOSTASI
KIRIK sibel çağlar BİR MASAL 12. sınıf
Uyanır uyanmaz güneş selamladı beni ve ‘’günaydın‘’ dedi. Ben de güneşi selamladım ve denize doğru çevirdim başımı. Çevirdim çevirmesine de bulamadım denizi. Oysa deniz, benden kurtulmak için sularını çekmiş kıyılardan. O gün bu gündür gözüm yolda beklerim denizi.
Kuş, bir gün deniz kenarında tek dostu olarak kalan kayanın yanına gitmiş. Ama kaya eskisi gibi heybetli ve güçlü bir şekilde durmuyormuş. Yosun bağlamış her yeri. Kuş selam vermiş kayaya ve geçmiş karşısına. Kederli bir hali varmış kayanın ve bir şeyler anlatmak ister gibi duruyormuş. Kuş dayanamayıp sormuş kayaya: ‘’Ne derdin var?‘’ diye. Kaya, gözleri dolu dolu başlamış anlatmaya. ‘’Deniz‘’ demiş. “Çok uzaklaştı. Çok seviyordum onu ve her fırsatta sevdiğimi söylerdim ona. Pek hoşlanmazdı hatta bazen çok sinirlenirdi. Sonra dalgalarıyla üzerime doğru gelirdi ve en sert şekliyle yüzüme çarpardı serin sularını. Yüzüm acırdı biraz ama yüzümden çok yüreğim acırdı. Daha sonra olsun derdim, yüzüme dokunuyor ya o da yeter. Her an karşımda ya, her an benimle ya bu bile huzur verir bana… Kuş uzun uzun baktı dostu kayaya. Derin ve fısıldar gibi devam etti kaya yosun kaplı yüreğindekileri dostuna anlatmaya: “Bir gün artık bu duruma dayanamayacağımı anladım. Tekrar denize içimdekileri dökmeye karar verdim. Çağırdım onu yanıma ve anlattım yine defalarca duyduğu şeyi. Susmuştu bu defa deniz. Konuşmamıştı. Hem dalgalarını bile çarpmamıştı yüzüme, birkaç gün böyle sütliman sürdü… Bir gün çok yorulmuştum, erken uyumak istedim. Yıldızlara, aya, kaya dostlarıma ve denize iyi geceler diledikten sonra uyudum. Deliksiz bir şekilde sabaha kadar uyumuşum. Uyanır uyanmaz güneş selamladı beni ve ‘’ günaydın ‘’ dedi. Ben de güneşi selamladım ve denize doğru çevirdim başımı. Çevirdim çevirmesine de bulamadım denizi. Oysa deniz, benden kurtulmak için sularını çekmiş kıyılardan. O gün bu gündür gözüm yolda beklerim denizi. Geri döneceği ve bana tekrar sertçe çarpacağı günü. Uzun bir zaman oldu ve hala gelmedi ama gelecek biliyorum…” Böyle devam etti kaya anlatmaya, tek dostu olarak kalan kuşa. Kuş dostuna sabır diledi ve vedalaşıp gitti kendi diyarına. Aradan aylar geçmişti, kuş yine kayayı ziyarete gitmiş. Kayanın yanına varmadan denizi görmüş. Çok sevinmiş; çünkü deniz geri dönmüş kıyılarına. ‘’ Dostum kaya bu duruma çok sevinmiştir. ‘’ diye düşünmüş. Kayanın yanına doğru uçmuş. Ama kayayı yerinde bulamamış. Diğer kayalara sormuş ‘’ Dostum nerede ‘’ diye. Meğerse deniz gelmeden iki gün önce kocaman iki makine ve elleri kağıt tomarlarıyla dolu birkaç insan gelmiş ve kayanın bütün diretmelerine rağmen parçalayıp götürmüşler, onu yurdundan etmişler. Gitmeden önce ‘’Beni bırakın ‘’ diye haykırmış kaya. “Beklediğim biri var, o geri dönecek, ne olur bırakın geri dönene kadar bekleyeyim onu‘’ demiş. Ama nafile kimse dinlememiş zavallı kayayı ve alıp götürmüşler hiç bilinmeyen bir diyara. İki gün sonra deniz geri dönmüş. Kayayı sormamış bile. Yüzünde alaycı bir tavırla kıyıda duran diğer kayalara doğru savurmuş dalgalarını. Belki de ona tekrar diğer kaya gibi aşık olacak birini bulmak için böyle davranmış. Uzun bir süre böyle devam etmiş. Deniz sonunda anlamış ki, onu bu dünyada bir tek kaya sevmiş. Anlamış anlamasına da, artık sevmek için de sevilmek için de çok geçmiş.
liseliye öneriler
KİTAP
1- Dikkat! Kırılacak Eşya - Semih Gümüş, Öykü Seçkisi, Günışığı Kitaplığı 2- Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri – İhsan Oktay Anar, Roman, İletişim Yayınları 3- Korkuyu Beklerken – Oğuz Atay, Öykü, İletişim Yayınları 4- Palto – Gogol, Roman, Bordo Siyah Yayınları 5- Üstü Kalsın – Cemal Süreya, Şiir, YKY
DERGİ 1- Fotoğraf (Aylık Fotoğraf Dergisi) 2- Kül Öykü (Aylık Öykü Gazetesi) 3- rh+ sanart (Aylık Plastik Sanatlar Dergisi) 4- Sincan İstasyonu (Aylık Edebiyat Dergisi) 5- Sinema (Aylık Sinema Dergisi)
MÜZİK
1- Farid Farjad - Anroozha 1 2- Kazım Koyuncu – Viya 3- Pinhani – Zaman Beklemez 4- Vivaldi - Dört Mevsim 5- Zuhal Olcay - Başucu Şarkıları 1-2
*Listelerde sıralama, alfabetik sıraya göre yapılmıştır.
8
LPliSEPOSTASI
CELAL SOYCAN
SÖYLEŞİ:RÜYA BAĞ(12. Sınıf),NERİMAN BOZKURT(12. Sınıf)
’A SORULAR
“değil Mersin benim için bir kısıt bir olanaktır. ”
Yedi yıla yakın “Islık” adlı şiir dergisini yayımladığınızı biliyoruz. Edebiyat yayıncılığının zor ve hoş yanlarından bize bahseder misiniz? Ulusal ölçekte dağıtımı sağlanan ISLIK-Şiir Dergisi yaklaşık yedi yıl yayımlandı. Geliştirdiğimiz ilkeler uyarınca şiirler yayımlarken, şiir üzerine yazılarla da ülkenin şiir ortamını dönüştürmeye çalıştık. Önemli tepkiler aldık ve şiir kamuoyunda Mersin adıyla bütünleştik. Asıl değerlisi de, yayımlandığı dönemdeki yıllık ve seçkilerde ciddiye alınan bir kaynaktı ISLIK; ötesinde, bugün çağdaş Türk şiirinde adları duyulan en az on şair, ilk kez ISLIK dergisinde şiir yayımlamışlar ya da ISLIK dergisi bu on şairin çıkışına olanak hazırlamıştır. Bunlar elbette işin olumlu yanları olarak yazıldı. Dağıtım ve para konusunda sıkıntılardan söz etmeye gerek var mı? Bunları da büyük ölçüde çözerek yedi yıl dergiyi yayımladıktan sonra kendimize şu iki ölümcül soruyu sorduk: ISLIK dergisi acaba kendini tekrarlamaya mı başladı? Yayımlanmasa şiir için bir eksiklik olur mu? İki soruya da yanıtımız, derginin yayımının durdurulmasını gerektiriyordu. Öyle de yaptık. Metropoller dışında dergiciliğin benzer sorunlar yaşadığı söylenebilir. Ancak, yoğun ve hızlı iletişim/ bilişim koşullarında merkez/taşra ayrımının ortadan kalktığı da açık. Günümüzde, çok sınırlı kısıtlar dışında, ülkenin bir ucundan dergi yayımlayarak gündemi etkilemek olanaklı. Burada, dağıtım koşullarını göz ardı etmiyorum elbet. Temelinde parasal olan sorunlar aşıldığında da, dergiciliğin bütünüyle yaratıcı bir doyum sağladığını söylemek bile fazla. Eleştiri yazıları yazdığınızı da biliyoruz. Hem şiir yazan hem de eleştiri yazan biri olarak bu iki disiplin arasında nasıl bir gel-git yaşıyorsunuz? Şiir eleştirisi, elbette ve öncelikle akademinin, yani bu amaçla eğitim veren yüksek öğrenim kurumlarının işi olmalıdır. Yaşayan şiirimizin sorunları, şiirkuramsal bağıntıları, çözümlenmesi ve incelenmesi başlı başına bir bağımsız disiplini gerektirir. Ancak ülkemiz koşullarında akademi bu gereksinime yanıt vermiyor, veremiyor ( son dönemde Bilgi Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi yanında birkaç üniversitede umut verici çıkışlar var). Günümüz Türk şiiri ortamında eleştirel çalışmaları ağırlıklı olarak şairler omuzlamış durumdadır. Gerek şiirin iç sorunları, gerekse şiirin diğer sanat disiplinleriyle ilişkisi ya da toplumsal dolayımı konularında yazan şairlerimiz, bir yandan da kitap tanıtım yazılarıyla, söyleşilerle okuru donatmaya çaba gösteriyorlar. Benim de şiirin sorunları ve kavram araştırmaları üzerine çalışmalarım var ve sürüyor. Bu yazıların şiirin zamanını işgal ettiği açıktır. Yazı dolayında özel okumalar yapmak gerekiyor. Bu okumalar salt edebiyatla da sınırlı değil: Ekonomiden psikolojiye, dilbilimden sosyolojiye ve bütün bir kültürel alana yayılıyorsunuz. Bunun zihinsel bir bölünmeyi ön gerektirdiği açık. Ama buna rağmen şiir üzerine yazmak gerekiyor, en başta kendi şiirinin eleştirel tartımı için bu zorunlu. Şairlerin şiir üzerine metin üretme gereği, günümüz koşullarında kaçınılmaz. Yeter ki temel eleştiri kurumunu akademi oluştursun ve şairler bu temele dayalı kendi çizgilerini açımlayan yazılarla yetinip şiirlerine zaman ayırabilsinler.
Edebiyatımızda çeşitli dönemlerde çeşitli akımlar veya takımlar oluşmuş; Tanzimatçılar, Servet-i Fünuncular, Garip, Hececiler ve İkinci Yeniciler gibi. Günümüz şiirine baktığınızda bugün yazılan şiiri nasıl buluyorsunuz, gelecekte bugüne bakıldığında bugünkü şiirimiz için neler söylenecek? Çağımızın çok hızlı, yaygın ve çeşitli bilgi dolaşımına maruz kaldığını biliyoruz. İnsana, hayata ve eşyaya ilişkin bilgiler ve sorunlar, sonsuz çeşitlilikte ve hızda yol alıyor. Bunun sonucunda dinamik, her biçimin denendiği, farklı seslerin kendi ölçütleri içinde zengin söyleyişlere yöneldiği, tematik olarak da çok farklı şiirlerin öne çıktığı bir şiir ortamından söz edebiliyoruz. Bu nedenle de İkinci Yeni’den sonra belirgin bir şiir akımı oluşmadı, oluşamazdı. Çok zengin akan ırmakların beslediği bir deltadır şiirimiz. Elbette poetik arayışlar sürüyor, sürecektir; elbette kimi deneyler ve biçimsel dayatmalar vardır, olacaktır. Bunlar, günümüz Türk şiirinin canlı ve devingen görünümü yanında hızla aşılabilir sorunlardır. Ama yinelemek gerekir: Artık akımlar, ekolar, okular dönemi kapanmıştır ve her şairin kendi çizgisi içinde kuracağı bir şiirselden söz edilmelidir. Günümüz şiirinde öne çıkan şairler kimlerdir sizce? Bunun yanıtını bir önceki soruya dayalı olarak düşünmekte yarar var: Öne çıkmaktaki ölçüt nedir? Biçimsel yenilik, tematik çıkış, ses özellikleri, bilgibilimsel derinlik, varlığa/ yokluğa yönelme gibi başlıklar altında düşünürsek, bütün bu ölçütlere göre iyi şiirler yazan onlarca şair adı verilebilir. Her okur kendi kimliğiyle bunlara ulaşabilir, ulaşmalıdır. Öte yandan, çok zengin bir şiir birikimimiz( antoloji) var. Bu birikimi farklı düzeylerde yeniden ve yeniden okumak, farklı bilgi süreçleri dolayımında incelemek, çözümlemek gerekir. Artık şiir okuru, yaratımın bir parçasıdır. Her okumada başka bir düzeyde beliren anlamlandırma süreci, okurdan da önemli katılım bekler. Öyleyse, çağdaş Türk şiirinde her okur, kendini doğrulayan okumalarda kendi şairine ulaşacaktır. Elbette bu anlamda şiirin kurgusal ve teknik bütünlüğü, anlamlandırma kurgusundaki başarısı, müzikalitesi, imgesel gücü gibi olgular temel belirleyiciler olarak gözetilmek koşuluyla… Pek çok şair ve yazar, İstanbul gibi daha büyük kentlerde yazıyor/yaşıyor. Mersin’de şair olmak nedir, nasıldır? Niçin Mersin? Çağdaş Türk şiirinde ulusal düzeyde şiir yayımlayan ve adı şiir kamuoyunda bilinen şairlerin önemli bir kısmı büyük kentler dışında yaşıyor. Yukarda da değinmiştim: Günümüzde bilişim ve iletişim koşulları, mekansallığı da kökünden değiştirmiştir. Ulaşmak, paylaşmak sorun değil artık. Edebiyat, bu anlamda örneğin resim sanatından daha şanslıdır. Ücra bir kıyıda, bir kalem ve defterle edebiyata katılabilirsiniz. Yapıtınız gereğince güçlü ise, yayımlamak için bilgisayar başına oturmanız yeterli. Hatta zamanın ruhu, edebiyatta yaratım için çevrede yaşayanın daha verimli olabileceği koşulları üretmektedir. Yalınlık, sessizlik, mesafe sıcaklığı, gözlem olanağı, yavaşlık, doğayla görece yakınlık vd. koşullar, edebiyatçı ve hele şair için bir şansa dönüşebilir. Bu açıdan, Mersin’de yaşıyor olmak beni hiç sınırlamıyor; yazı yaşamımdaki verimimi
9
LPliSEPOSTASI
engellemiyor. Kaldı ki Mersin sıra dışı özellikleri olan bir şehir. Süre gelen kozmopoliten yapısı, denizin şehrin içlerine sokulması, durgun ve yavaş akan zamanı, yokuşsuz topografyası, hemen şehrin uçlarından yükselen Toroslardaki zengin flora besleyici özelliklerdir. Bugün şiirimizde Mersin adı, şairleriyle iç içe geçmiş durumdadır. Bu anlamda Mersin benim için bir kısıt değil bir olanaktır. “Değişmez” adlı şiirinizde benliğimizin hangi çabaya girerse girsin değişmeyeceğini söylüyorsunuz. Sizce değişim nedir, mümkün müdür? Şairin kendi şiiri üzerine söz alması gereksiz; orada söylemek istediği zaten vardır ve başka türlü söylenemez durumdadır. Varoluş düzeyinde bir değişim elbette olanaklıdır, dahası kaçınılmazdır. Günümüz bilimi, özellikle psikiyatri alanındaki kişilik kuramı, insanı bir “ durum “ olarak değil, bir “ süreç “ olarak ele alıyor. Bu süreçsellik, elbette temel kişilik özelliklerini yani kalıcı kişilik düzeylerini yadsımaz. Ama temelde süreçsellik vardır; insan dönüşerek kendi varlığına açılır. Öte yandan, insanın yeryüzündeki serüveni kimi mutlak dayatmalarla karşı karşıyadır. Ölüm, hiçleşme, iletişimsel boşluk, dilsel kısıtlar, ötekine ulaşmada sorunsallık gibi olguları değiştiremiyoruz. Bir başına ölümün varlığı bile, varoluşu darmadağın etmeye yetiyor; Camus’nün “Saçma” dediği aşılmazlık içinde sürüp gidiyoruz. Edebiyat ve genel olarak sanat bir teselli sayılabilir mi? Kim bilir,,, Lise ve edebiyat dersek ne dersiniz? Lise eğitiminin temel kültürel oluşumda benzersiz bir yeri ve önemi vardır. Temel bilgiler, duyarlıklar, yönelimler bu düzeyde verilir/ alınır. Edebiyatı bir bilgi süreci değil ama esas olarak bir İLGİ süreci haline getirebilmiş bir lise eğitimi, kişinin sonraki dönemlerine doğrudan etkir. Edebiyatı sevgiyle kavratan bir eğitim, oradaki bilgileri de bu sevgi içinde eriterek sunabilirse, kişilik oluşumunda önemli bir eşik kurmuş sayılır. Günümüz eğitim koşullarında bunun ne ölçüde başarılabileceği sorulabilir. Doğrudur: Test çözümüne odaklı mekanik bir bilgilenme, edebiyat gibi otantik bir düzeyde ne söyleyebilir. Edebiyat, sürüp giden hayatı gözler, oradan söz alır ve oraya doğru konuşur. Duyarlıklar, acılar, umutlar ve endişe hayata dairdir; canlıdır ve doğrudan dil yetisine içerilmiş bir duyarlığı kollar. Test çözümüne odaklı bir eğitim bütün bu insanca düzeyleri kodlayarak geçer. Belki de bütün yük, edebiyatın evrensel değerini bilen gerçek edebiyat öğretmenlerimizin müfredat dışı çabalarına kalıyor. Evet, test ne yazık ki, öğrenci için zorunlu bir saçmalıktır ve öğrenci orada başarılı olmaya mahkûmdur. Ama bir ucundan da insanca soluklanmak üzere edebiyata bir pencere açma olanağı bulunabilir mi? Bu umutsuz soruyla noktalarken, LİSE POSTASI gibi çabalar karşısında içimin ürperdiğini söylemek zorundayım. Çok sıradan gibi gelebilir bu çıkış; şimdi burada okuyan öğrenciler için bunun anlamı yıllar sonra belirecektir. El uzatan, katkısı olan öğretici ve öğrenci kardeşlere hayat adına, hayatımız adına teşekkür ediyorum. Yalnızlığımızı dayanılır kılan bunca sessiz emek olmasa, nasıl katlanırdık.
Celâl SOYCAN: 1948 Gaziantep doğumlu. Gaziantep Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi mezunu. Üniversite yıllarında başlayan yazı yaşamı, sonrasında edebiyat ve resim alanında yoğunlaştı. Şiirlerinde insanın yeryüzü serüvenine ilişkin olguları sorunlaştırır. Dil özeni ve disiplinler arası düşünüşüyle, farklı , özgün bir şiir kurar. Yazılarıyla da bu arayışın kuramsal dayanaklarını açığa çıkarmaya çalışır. Son dönem Türk şiiri üzerine düşünen, yazan bir şairdir. Çağdaş resim üzerine de farklı metinleriyle dikkat çeker. Çeşitli katalog çalışmalarına katılmıştır.Almanya, Fransa ve İsrail’de yazıları yayımlanmıştır. Şiir üzerine yazılarıyla ve şiirleriyle ülkenin önde gelen dergilerinde gözüken Soycan, birçok şiir dergisinin yayımında görev almıştır. ISLIK şiir dergisini yedi yıl yayımlamıştır. Halen Mersin’de yaşamaktadır. Yayımlanmış yapıtları: Öyle Kal (şiir), Cemresiz Günlerde ( şiir), Saptım Burçlar Bilgisinden ( şiir), Adın Olsam( şiir), Ölüler İçin Oda Müziği( şiir ), Şiir İçin Notlar (poetik yazılar), Şiirin Zamanı/ Zamanın Şiiri( poetik yazılar), Mevsimsiz Bir Şair- Özdemir İnce ( inceleme), Anlatmaktan Anlamaya: Ahmet Yeşil ( resim katalogu ).
liseliye öneriler
alar
yaşamdan dakik
PROGRAM
1- GECE GÜNDÜZ – NTV>> Hafta içi her gün,18:15 2- OKUDUKÇA - TRT2>> Her cumartesi, 19:30 3- ÖMÜR DEDİĞİN – TRT1>> Her cumartesi, 16:25 4- VE İNSAN - NTV>> Hafta içi her gün, 17:40 5- YAŞAMDAN DAKİKALAR – ATV>> Her Pazar,10:50
YER
1- Ayaş : Antik Kent, Mersin 2- Balıklıgöl, Şanlıurfa 3- Efes Antik Kenti, İzmir 4- Karagöl, Artvin 5- Nemrut Dağı, Adıyaman
İNTERNET 1- www.fotokritik.com 2- www.ideefixe.com 3- www.mevsimsiz.net 4- www.nuribilgeceylan.com 5- www.sinema.com
SİNEMA 1- BIÇAK SIRTI (Blade Runner) - Ridley Scott 2- İZ SÜRÜCÜ (Stalker) - Andrei Tarkovsky 3- ORADA SAAT KAÇ? (What Time Is It There) Ming-Liang Tsai 4- PARİS, TEKSAS - Wim Wenders 5- Yİ Yİ - Edward Yang
*Listelerde sıralama, alfabetik sıraya göre yapılmıştır.
10
LPliSEPOSTASI güneş CAN selnur 10. sınıf
KIRIKLARI
Hep mutluydum ben, hep hayat dolu. Gece dolunaya bakarken ağlayarak uykuya dalmak ve ıslak bir yastıkta ve yine suyunu çekmiş yanaklarla uyanmak yeni bir güne. Bunları maskemde gizledim hep
yanarak yıkılarak ağlayarak bahçene bıraktığım dalları unutma! anlattıkça kış vuruyor sözlerime anlattıkça üşüyorum anlattıkça ısınıyor yüreğim bugün sardunyalarım da açmadı belki de küskünler renklere bugün günah gibi yaşayamadıklarım ellerimde
Hayatın hep acıtan yanını yaşamak karşısında gülümsemeyi öğrendim ben. Asla yıkılmayacağını sandığım bir kalem vardı. Hiçbir şey, hiç kimse karşı koyamazdı bu kaleye. Surlarımdan yüreğime kimse sızamazdı, yüreğini ortaya koyanlar dışında. Yüreğini açtığını sandıklarım sızmıştı; ama ben hala asla yıkılmayacağını düşündüğüm bir kaleden söz ediyordum. Kalbimde hep iyi gün dostlarımı barındırmış, onlarla paylaşmışım sevincimi, kederimi. Ancak kederimde bile gülümsemişim onlara karşı. Yüzüme ve yüreğime taktığım maskem gizlemiş ve korumuştu beni bir nebze. Hep mutluydum ben, hep hayat dolu. Gece dolunaya bakarken ağlayarak uykuya dalmak ve ıslak bir yastıkta ve yine suyunu çekmiş yanaklarla uyanmak yeni bir güne. Bunları maskemde gizledim hep. Kimse bilmezdi beni, bildiklerini sanarlardı. Yüreğime sığdırmıştım onca insanı. Ancak içimde sonsuz bir boşluk vardı. Ben o boşlukta boğuluyordum. Direndiğim her an, her dakika bana zarar vermeye başlamıştı. Duvarlarım yıkılıyor, dökülüyordu. Yüreğime sığdırdığım sahte yürekler, zarar veriyordu kaleme. Dökülüyordu birer birer kalemin taşları, yıkılıyordu. Bense öylece izliyordum, sadece izliyordum. Kalem dayanamaz olmuş ve herkesin rahatça girebileceği, yıkıp döküp umarsızca girebileceği bir harabe haline gelmişti. Yine izliyordum, karşı koyamıyordum. Yıkılmıştı artık, bitmişti… Bitmiştim! Artık yalnızca maskenin altında gizlediğim bir ben vardı. Dayanamıyordum, kalbim çok kırılmıştı. Binlerce parçaya böldüler onu. En güçlü yerlerini de yanlarına alıp arkalarına bakmadan gittiler. Önceden içimde sonsuz bir boşluk vardı ama kalbim de insanla doluydu. Artık, kalbim de bomboştu. Kimse yoktu, yaralı ve güçsüzdüm… Ve şimdi… Bomboş bir yüreğim var. İçimi sadece yaşayabilme azmiyle dolduruyorum. Kale filan yok artık. Yalnızca ben varım. Maskem de yok artık. O da bir süre sonra zarar vermeye başladı bana. Maskenin altında gizlediğim can kırıkları batmaya başlamıştı içime. Acıtıyor ve kanatıyordu. Saplanmışlardı hem maskeye hem de içime. Çıkarıp atmak zor oldu. Yine de can kırıklarını teker teker temizledim… İçimde ben fark etmeden açılan derin yaraları kendi başıma sardım. Yine de hiçbir şeyden pişman değilim, hiçbir hatamdan. Teşekkür ediyorum iyi gün dostlarıma. Her yönüyle bana hayatı tanıttıkları için. Hayatıma girdikleri, mahvettikleri ve defolup gittikleri için. Teşekkürler! Artık yalnızca ben varım… Ben ve hayatım. *Can Kırıkları - Karin Karakaşlı’nın öykü kitabı; Can Kırıkları - Şebnem Ferah’ın albümü
duyuyor musun… orda mısın… var mısın… yok musun… benden sana gelen mevsimleri yanarak yıkılarak ağlayarak unutma!
12. Sınıf
fotoğraf: nizamettin alkan
11
LPliSEPOSTASI edebiyat
HABERLERİ
12. Sınıf
Gitmek kelimesi söylemekten ibaret değilmiş, bunu anlamak bu güne kısmetmiş. Yavaş yavaş fark etmeye başladım, koca koca dağlar düze inmeye başladılar.
fotoğraf: mehmet teoman
Şimdiki zaman diliminde metropol dedikleri, o zaman ise büyük şehir dedikleri yere yolculuğumuz vardı. Aslında göç demek daha doğru, gitmek istersin yolculuk olur. Zorunda kalırsan göçtür o. Anı şanı bilinir, yolu izi meçhul büyük şehre yol, almış götürüyor bizi. Bizim göç demeye dilimizin varmadığı yolculuğumuz bana çok cazip gelmişti ilk başlarda. Yol aldı bizi götürüyor yavaş yavaş karanlığa doğru. Yelkovanın akrebi defalarca geçmesi, geceyi inadından vazgeçirmiyordu. Güneşin doğmaya zaten niyeti yok. “Bindik bir alamete gidiyoz...” Gitmek kelimesi söylemekten ibaret değilmiş, bunu anlamak bu güne kısmetmiş. Yavaş yavaş fark etmeye başladım, koca koca dağlar düze inmeye başladılar. Yüreğimdeki yalnızlık bir yana aklımda coğrafik sorularım ortaya çıkmaya başlıyordu. Ardımda bıraktığım her dönemeç o ana kadar hayatımda yaşadığım mutluluklarıma, özlemlerime, acınacak hallerime teğet geçiyordu. Karanlıktan korkmadığı belli olan bu gırgır sesli araba yol aldıkça beni de karanlığın içinde bir okul kalabalığına götürüyordu. Bazen annemden, babamdan, köyümden çok beraber hayatımı paylaştığım yatılı okuluma götürüyordu beni. Bazen de Zap suyunun hışırtısı sanırdım gırgır sesli arabanın vites değişikliğinden gelen sesi. Bizi dağlardan düzlüklere indiren karayolunu da bulanıklığına benzetirdim Zap’ ın. Büyük kente varış yolu bitti, bindik yeni bir arabaya; başladı yeni hayatın yolculuğu. Bu sefer aşılması gereken dağlar daha yüksek, yollar geçilecek gibi değil. Burnumun alışık olmadığı kokular, gözlerimin alışık olmadığı bir sürü insan. Çarpık bir kente çarpık bir hayatla geldik. Beni görenler yanılmasın, yola devam ediyorum, sadece mola verdim.
Büyük ödül Yaşar Kemal’in
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü edebiyat dalında Yaşar Kemal, mimaride Turgut Cansever ve müzikte Alaeddin Yavaşça aldı. Yaşar Kemal ödül konuşmasında “Kitaplarımı okuyanlar barışçı olsunlar yoksa zahmet etmesinler” dedi.
Mersin Kenti Edebiyat Ödülü Tahsin Yücel’in oldu
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası bünyesinde verilen Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’nü bu yıl romancı, öykücü, denemeci ve edebiyat kuramcısı Tahsin Yücel kazandı. Başkanlığını Özdemir İnce’nin yaptığı değerlendirme kurulu, ödül gerekçesini şöyle açıkladı: “Dilbilim, göstergebilim, deneme, çeviri, eleştiri, roman ve öykü alanındaki verimleriyle çağdaş Türk edebiyatının dünya edebiyatı içindeki saygın temsilcilerinden biri olduğu, edebiyata ihanet etmeden edebiyatla düzen eleştirisinin özgün örneklerini yarattığı, insanı ve hayatı seküler değerler içinden ironiyle zenginleştirilmiş yazınsal bir dille onarmaya çalıştığı için çağdaş yazınımızın büyük ustası, bilim insanı Tahsin Yücel’i oy birliğiyle ödüle değer bulmuştur.” 10 bin YTL’lik ödül, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası’nın kuruluş yıldönümü olan 18 Aralık’ta Mersin’de yapılacak olan edebiyat oturumu sonrasında Yücel’e verilecek.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı kaybettik:insan nasıl ölebilir, yaşamak
bu kadar güzelken Türk şiirinin “Ulu Çınarı” Fazıl Hüsnü Dağlarca yaşamını yitirdi. Arkasında sayısız yapıt ve ödül bırakan Dağlarca son yolculuğuna uğurlandı. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ölümü edebiyat dünyasını yasa boğdu.
12
LPliSEPOSTASI
DUVARDAN merve gezer BANA 11. sınıf
Belki taştım; ama susuşlarım vardı. Sessiz dinleyişlerim
Beni kötümser bilme Merve! Ben hep sustum... Dikiş yerinden attı hayatım... Ne duygularım ne de ruhum etkiledi varoluşumu... Günlerce aynı kelimeleri tekrarladın durdun. “Bu dört duvar beni boğuyor!” İstemiyorum bu evi. Oysa ben senin böyle düşünmene sebep olacak ne yaptım? Sadece sustum... Bütün üzüntülerinin bedeli oldum. Dönüp dolaşıp hep bana geldin. Geceleri sen uyurken bile dört bir yanda başını bekledim. Ama sen bütün kinini bana savurdun. “İstemiyorum dedin!” Ben istenmeyecek ne yaptım? Kimi zaman ağlayışlarına, gülüşlerine ortak oldum... Ama sen hep “yalnızım” dedin. Varlığımı fark etmedin. Bana boş, anlamsız bakışlarla baktın. Oysa neler gizliydi bende. Rengârenktim! Tam da senin zevkine göre. Bambaşka bir dünya taşıyordum içimde. Senin varlığının fark edilmemesi ne demek bilir misin Merve? Taşın bile kalbi vardır, unutma! Belki taştım; ama susuşlarım vardı. Sessiz dinleyişlerim. Beni ne zaman görsen yüzünü çevirdin! Oysa benim bir ruhum vardı, kırılgan... Tek arkadaşım sendin. Bunları bilmeni isterdim. Benim dört duvarımın içinde senin yaşadıklarına ortağım. Beni acılarına sebep olmaya mahkum etme... Kimsesiz, yalnız olduğunu unut! Yalnız değilsin Merve! Unutma, ‘’ kimse, kimse değildir kimsenin kimsesizliğine’’ Hoşça kal...
Mersin Gazi Lisesi 11. Sınıf
öyle uzaksın ki yüreğimin kıyısına dalgalar getirmiyor göçüyor çıplak gecelere ruhum yırtık perdelere çizilmiş yüzüm yüzüm yüreğimin yarısı değil yarısı kıvılcımların arasında kavrulup küle dönüşüyor kapkara bir duman sarıveriyor yüzüm yüreğimin yarısı değil ben diğer yarımla her sabah bir kabusa uyanıyorum seni getirmiyor gün ışığı yok aslında ne gün ne ışık karanlık bedenimin gözü her şey dipsiz duygular, yıkık dökük yollar yollara dökülen kanlı yaşlar karanlık gözlerim gibi yüreğimdeki göz gibi sen gibi karanlık yüzüm yüreğimin yarısı değil
fotoğraf: güney güney
Lise Postasının yüreğine kapı olanlar, penceresini liseliye açanlar, gençliği fark edenler, bize gülümseyenler: İYİ Kİ VARSINIZ... Haydar Ergülen, Murat Özyaşar, Mehmet Rıfat Yeğen, Hakan Çelikarslan, Mustafa Aydemir, Ali Yedigöz, Mürsel Adal, Zaman, Bir Gün, Posta, İmece, Mersin Tercüman Gazeteleri, Bianet, Sun TV
ben sende boğulurken sen sende olmayan ve asla olmayacak benle fısıldaşırken ruhum göçecek çıplak gecelere ben, ben olmaktan çıkacağım kalmayacak hiç bir şey kırıntılarım seninle birlikte sonsuza gömülecek
13
LPliSEPOSTASI
HABERLERİ AŞK EDEBİYATI
AŞK EDEBİYATI
11. Sınıf
edebiyat
AŞK EDEBİYATI
NEYDİ SANA OLAN DUYGULARIM Sahip olduğum, gözlerinde gezdiğim cennetim... Gözlerin sonsuzluktu. Ve ben ne çok özledim sonsuzlukta kaybolabilmeyi. Acı çekiyorum ve günden güne biraz daha kayboluyorum
AŞK EDEBİYATI ŞERİF ÇİFTÇİ
fotoğraf: engin başa Birçoğu büzüşmüş kağıt parçası arasında kalacak ürkek duygularım! Gidişinde bile haykıramayacak kadar ürkek miydi yüreğim? Geç de olsa anlıyorum ki ben korkutmuştum onları, aşkın dilsiz olduğuna inandırmıştım belki de. Kandırıyordum kendimi ve bile bile kanıyordum yalanlarıma acımasızca. İçim acıyor. Gidişinle öğrendim gerçeklerimi. Gidişin çok şey öğretti bana. Oysa yeterdi bildiklerim. Acıyı öğrendim. Yalnızlığı öğrendim; ama kabul etmedim sensizliği. Beni acıtan, kanatan sonra bu yaraları saran asıl gerçeğim: sensizliğim... Sahip olduğum, gözlerinde gezdiğim cennetim... Gözlerin sonsuzluktu. Ve ben ne çok özledim sonsuzlukta kaybolabilmeyi. Acı çekiyorum ve günden güne biraz daha kayboluyorum. Yok olmak üzereyken seni hatırlayıp dönüyorum ve devam ediyorum sensizliğime kaldığım yerden. İçimi ne acıtıyor biliyor musun? Senin de aynı acıları çektiğini bilmek. Nasıl bir şey bu, anlam veremiyorum. Beni kanatan sarabiliyor bir tek beni ve ben kanatıyorum seni bir tek, beni sarabildiğin gibi. Ne çok isterdim cennetimizde sonsuza dek kalabilmeyi. Şimdi o cennetten kovulmuş gibiyim. Sanki cehennem zebanileri tutmuş götürüyorlar beni, hiç görmediğim, hiç bilmediğim kadar büyük ateşlere: sensizliğe...
12. Sınıf
çoğaltılmamış bir hüzün yaprağıydı sana yazdığım şiirler ve bir o kadar dertli kelimeler... hiçbir edebiyatta olmayan sessiz duygularla yüklü bir şiir her yeri kırık dökük sözcüklerle anlatırım seni mekan olur her sayfa senin için senin adına yazılan bir mehtap ben sadece sana şiir yazan bir çırak gönülden gönüle anlatırım seni romanlarımda çoğaltılmamış bir hüzün yaprağı hala öylesin... sessiz bir edebiyat her çığlığı anlatır mı, bilmem ama hala şiirlerimde Ahmed Arif’sin...
Şiirimizin u ç b e y i İlhan Berk’i kaybettik: su’ydum ben geçiyordum Türk şiirinin kendine özgü kişiliklerinden biri, İkinci Yeni akımının yaşayan son ismi İlhan Berk, yıllardır yaşadığı Bodrum’da, 90 yaşında 28 Ağustos’ta hayata veda etti. İlhan Berk, şiirimizin, edebiyatımızın kendine has kişiliklerinden biri olmuştur. Şiiriyle olduğu kadar türler ötesi metinleri, defterleri, resimleri ve desenleriyle de tanınan bir imzaydı İlhan Berk.
Nobel Edebiyat Ödülü Le Clezio’nun
Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü’nü Fransız yazar Jean-Marie Gustave Le Clezio kazandı. İsveç Akademisi, Le Clezio’ya verilen ödülle ilgili açıklamasında, romancıyı, “mevcut medeniyet altında ve ötesinde insanlığın kaşifi, duygusal coşkunun, şiirsel maceranın ve yeni ayrılıkların yazarı” olarak tanımladı. Nobel Edebiyat Ödülünü geçen yıl İngiliz yazar Doris Lessing almıştı. Le Clezio’nun 1980 tarihli ‘’Çöl’’ romanı, kaybolmuş uygarlığın insanlarının bugünkü Avrupa tarafından reddedilişinin dramını anlatıyor.
Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü A h m e t Erhan’ın
Türkiye Yazarlar Sendikası ve Ören Belde Belediyesi işbirliğiyle bu yıl üçüncüsü düzenlenen Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü`ne, “Sahibinden Satılık” adlı kitabıyla Ahmet Erhan değer bulundu. Gülten Akın, Doğan Hızlan, Ataol Behramoğlu, Eray Canberk, Egemen Berköz, Refik Durbaş ve Enver Ercan`dan dan oluşan seçici kurulca ödüle değer görülen Ahmet Erhan`a ödülü, 12-13 Temmuz 2008 tarihlerinde Ören`de düzenlenen “III. Ören Melih Cevdet Anday Şiir Günleri ve Kültür Şenliği”nde sunuldu.
14
LPliSEPOSTASI
BAHAR SARSILMAZ 10. sınıf
Sonbahar mevsiminde gördüm gözlerindeki o silinmeyen gerçeği. Yapraklar dökülüyordu üstümüzden, yorgun ve soluk yapraklar. Ayrılığın habercisiymiş, öyle dediler. Tam da hayatın bizi oyunun içine aldığı böyle bir gündü. Çıkamazdık artık oradan, kurtuluş yoktu. Tek yapmamız gereken çaresizce oyunu kurallarına göre oynayıp, bu anlamsız direnişe son vermekti. Hayatın acımasız yüzünü görmüştük çok önceden, korkuyorduk ondan. Saklandık, ortaya çıktık ve oynamaya başladık. Umarsızca! Evet, oynuyordu bizle hayat, hazan mevsiminde dökülen çaresiz ve yorgun yaprak gibiydik ellerinde, savuruyordu bizi. Direndik, ama o vazgeçmiyordu. Acaba gözlerimi kapatıp içimden saymaya başlasam ve tekrar açsam gözlerimi hayata biter miydi bu oyun? Denedim, gözlerimi yavaşça kapattım ve başladım saymaya 1, 2, 3… 10 ve açtım. Hayır! Hayat beni kandırmıştı işte, bitmemişti oyun. Birinci perde bitti ve ben kaybettim. Kararlıydım bu sefer. İkinci perdede ben kazanacaktım. ikinci perde başladı. Sanki hiç kaybetmemiş gibi, çaresiz ve umutsuzca değil başım dik, umut dolu, dudağımdaki ufak tebessümle başladım oynamaya. Ben mutlu oldukça kapılar aralanıyordu, ben başardıkça hayat kaybediyordu. Bitmeye gelmişti oyun ve galiba ben kazanıyordum. Hayır! “ galiba” diye bir şey olmamalı hayatımda, çıkarmalıyım o kelimeyi, atmalıyım en uzaklara kimsenin ulaşamayacağı bir yere. Şimdi, hayatımda açtığım tertemiz bir sayfaya şu sözleri tekrar yazıyorum “ az kaldı, oyunu ben kazanacağım!” Kazanmak, gerçek buydu işte! İdam ettim, bütün kötü duyguları, hapsettim beni gerçekten uzaklaştıran kelimeleri. Kazanmak “ efsunlu gerçeğim” . Ona ulaşacağım! Başaracağım! Gördüm mutluluğu, yakaladım. Zor değilmiş mutluluğu yakalamak, zaten bendeymiş.
Yırtardım kağıdı, seni bir daha hatırlamamak için; ama her seferinde kağıt parçalarını birleştirip yazardım tekrar sana
Birdenbire oldu her şey! Gözlerimi açtığımda sen vardın. Gelip kalbimin ortasına yerleştin, etrafını duvarlarla ördün. Orda öylece bekledin hiçbir adım atmadan. Seni etrafını ördüğüm kalpten çıkarmamı istedim; ama yapamadım, çıkaramadım seni ve sen kalbimde öylece kaldın. Kalbimde kaldıkça, kalbimi yaraladın. Unutmak istedim ama unutamadım. Unutmaya çalıştıkça duygularım kendi kendini yeniledi. Duygular içimde büyüdü, büyüdü sonsuz bir deniz gibi… Büyümesini değil de; geçmişi, seni her şeyi unutmak isterdim. Ama unutamadım! Hani derler ya ‘’Geçmişi hatırlamayanlar onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar. ‘’ Ben seni geçmişi bir daha yaşamak istemezdim doğrusu. Her şey zamansız olsa da; seni sevmek, seni düşünmek, seni özlemek, gizliden gizliye seni izlemek, kalbine değmek kokunu içime çekmek, oldukça güzeldi. Kalbin kalbime değince inceden inceye o gün seni düşünmekten beynim yorulurdu. O günün sonunda elime bir kağıt bir de kalem alıp başlardım seni yazmaya. Ardından okurdum tekrar tekrar seni… Yırtardım kağıdı, seni bir daha hatırlamamak için; ama her seferinde kağıt parçalarını birleştirip yazardım tekrar sana. Sonra saklardım bir fotoğraf anısı gibi, her gece o fotoğrafı elime alıp okuyup izlerdim seni doyasıya. İki damla gözyaşı akardı gözlerimden o an, senin silmeni isterdim; ama yanımda olmazdın. Sonra uykuya dalıp rüyamda seni görürdüm. Yine de gece olsun istemezdim, güneş doğsun, bir daha güneşin batmamasını isterdim. Her seferinde batardı karanlık, her yeri sarardı. Seni, beni, her şeyi, herkesi sarardı. Güneşin doğduğu her gün seni görürdüm. Bende kalmaz giderdin. Gider gitmez özlerdim seni. Bir rüzgar eserdi gittiğin yerlerden, dallara çarpıp seni bana getiriyor diye sevinirdim. Sevilen seni, rüzgarın tatlı esintisiyle beklerdim. Rüzgar o dallara çarpa çarpa gelirken kokunu, sesini getirirdi. O rüzgarı, o havayı içime çekerdim ve seni söylemeye başlardım. Tüm bunlara rağmen seni, geçmişi, her şeyi unutmak isterdim. Ama dedim ya… ‘’Geçmişi hatırlamayanlar onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar.‘’
Bu kahramanlar, hangi romanların kahramanlarıdır? Gregor Samsa / Raskolnikov / Selim Işık / Ka / Ahmet Cemil
Yanıtlar, lisepostasi@gmail.com ‘a, ad-soyad ve iletişim bilgilerinizle birlikte en son 01 Şubat 2009 tarihine kadar gönderilebilir. Doğru yanıtı bilenler arasında yapılacak çekilişle, beş kişiye adı geçen romanlardan bir tanesi armağan edilecektir.
Geçen Sayıdaki Sorunun Cevabı: Film: “Usta Beni Öldürsene” Yönetmen: Barış Pirhasan Geçen Sayının Talihlileri: Muhammet Çay-Merve Gezer Ödül: Sinema Bileti
15
LPliSEPOSTASI
12. sınıf
Öğle saat on iki civarında dershaneden çıktım. Benimle aynı dershanede okuyan arkadaşımın bölümü farklı olduğundan benden bir saat fazla ders görecekti. Ben de çarşıda biraz gezinecek ve sık sık gittiğim kitapçıda bana tavsiye edilen kitaplara bakıp fiyatı uygunsa alacak değilse, uygun değilse geri dönecektim. Yolda düşüne düşüne yürürken cebimde fazla para olmadığını fark edip kitapçıya gitmemeye karar verdim. Şehrin en işlek caddelerinden birine saptım. Karşıma kirli sakallı, eski bir elbise giymiş, çirkin suratlı biri bir kağıt uzatıp para istedi. İçimde bir tiksinti duygusu hissetim. Kafa işaretiyle “hayır” deyip hemen ondan uzaklaştım. Bu tür insanlara sık sık rastlamaya başlamıştım. Az ilerde birkaç kişinin oturduğu ağaçlığa yöneldim ve onların ortasına oturdum. Bu cadde şehrin en işlek caddesiydi. Bir süre burada telaş içinde yürüyen insanları seyretmeye başladım. Nadiren elime kağıt kalem alıp bir şeyler yazarım. Burada bulunduğum an da, o anlarımdan biri oldu. Kalemi aldım birkaç sözcük yazıyordum ki ani bir hareketle biri elimden kâğıdı kalemi aldı. Bir an çok korkup ürperdim. Karşımda genç, güzel yüzlü, giyimi kötü bir adam kağıda bir şeyler yazıp kağıdı bana uzattı. Kağıtta çirkin bir yazıyla şunlar yazıyordu ‘‘ Ben para yok. Abim 20 TL ver. Ben belediye çarşı bekliyor saat 1:00 otobus şofor.’’ Bu anlamsız yazıdan
dolayı onu dilenci sandım. Ben de yazıya karşılık olarak öğrenci olduğumu ve ona para veremeyeceğimi yazdım. Genç “hayır” anlamında kafasını salladı ve telefonu bana uzattı. O an sağır olduğunu anladım; çünkü telefon rehberinden abisinin numarasını açmıştı. Abisiyle konuştum, kardeşinin yanımda olduğunu ve parasının olmadığını söyledim. Abisinin verdiği cevap içler acısıydı. Abisi bütün parasını ekmeğe harcadığını ve borçlu olduğunu söyledi. Ben de abisinin söylediklerini yazarak gence gösterdim. Gencin güzel yüzü birden buruştu ve hüzünlü bir hal aldı. Genç tekrar kağıda bir şeyler yazdı. Bu kez aynı çirkin yazıyla bu sefer annesinden istememi yazdı. Ben de bunları abisine söyledim. Abisi beni donduran cevabı verdi, annesinin parasını daha önce ekmeğe verdiğini söyledi. Kalbimde büyük bir buruklukla bunları gence yazdım. Genç okuduktan sonra hüzünlü bir şekilde yüzüme baktı ve umutsuz bir tebessümle kafasıyla teşekkür ederek yanımdan uzaklaşıp gitti. Ben o an ona yardım etmek istedim. Elimi cebime attım. 1 TL’den başka param olmadığını gördüm ve içim buruk bir şekilde oradan ayrıldım. Dershaneye doğru yürümeye başladım. Sokaklarda yaşam devam ediyordu. Durumu benimkinden zor olan bir insana yardım edememek beni çok üzdü. Bu olayı unutmamak için gencin yazdığı bu yazıyı hep yanımda taşıyacağım.
çaglarmetin
EDEBİYAT ÖĞRETİMİ ama
Liseli or y u l u g r o s Edebiyat bireyin inandığını, düşündüğünü, duyduğunu dile getirmesidir. Lise çağı da bireylerin inandıklarını, düşündüklerini en yoğun şekilde duyumsadıkları bir dönemdir. Böyle bir dönemde gençliğin edebiyatla iç içe olması beklenirken, gençler edebiyattan adım adım uzaklaşıyor; peki neden? Çünkü; q Gençlik, edebiyatı sadece edebiyat derslerinde gördükleri dilbilgisi, edebiyat bilgileri ve edebiyat kuramları olarak tanıyor. q Biz çoğu zaman edebiyat zevkinden öte edebiyat tarihini işliyoruz. Edebiyat tarihi edebiyatçıların işidir, biz öğrencilerde öncelikle edebiyatı sevdasının ve sanat bilincinin oluşması gerekiyor. qEdebiyat etkinlikler dersidir; ama bütün bir yıl boyunca tek bir edebi etkinlik yapılmadan ders yılını noktalıyoruz. qDeğişen edebiyat öğretim programına rağmen, edebiyat derslerinde çoğu zaman hala eski usul öğretim benimseniyor. qGünümüz şair ve yazarları edebiyat kitaplarında yer almıyor. Bundan dolayı da gençlik güncel olanı tanıyamıyor, edebiyatı “geride kalmış tarih parçacıkları” olarak tanımlıyor. qŞairlerin, yazarların adları ve eserleri ezbere sayılabiliniyor; ama ne yazık ki bu şairlerin ve yazarların eserleri okunmadan mezun olunuyor. qDerslerdeki ezberci anlayış hala devam ediyor. qEğitimciler sadece müfredattaki konuları öğrenciye aktarmakla sınırlı kalıyor, öğrenci edebiyatı yalnızca bir ders olarak biliyor ve edebiyat yapmakla buluşamıyor. Edebiyatın asıl keyifli yüzüyle hiç karşılaşmıyor. qYazma çalışmalarına neredeyse hiç yer verilmiyor; öğrenci, dört yıllık bir edebiyat ve dil eğitimin ardından halen yazmayı ağır bir yük olarak görüyor ve çoğunlukla da başaramıyor. qEdebiyat ve dil ders kitapları, gereksiz soru ve etkinliklerle öğrenciyi ve öğretmeni bıktırıyor. Ne yapılmalıdır? OEdebiyatın inandığını, düşündüğünü paylaşma, geleceğe, topluma ve başkalarına seslenme, özgürce düşünme olduğu da öğrenciye uygulamalarla aşılanmalıdır. OEğitimciler müfredattaki konuların yanında ders dışı etkinliklerle edebiyatı ve gençliği buluşturmalı, edebiyatı öğrencilere sevdirmelidir.
LP
liSEPOSTASI
Mevsimlik Edebiyat Gazetesi Mersin Cemile Hamdi Ongun Lisesi Yayınıdır Yıl:1 Sayı:2 Kış ’08/’09 Okul Adına Sahibi : Ahmet Ruşen (Okul Müdürü) Genel Yayın Yönetmeni: Deniz Gönüllü (Öğretmen) denizgonullu@gmail.com
OMilli Eğitim Bakanlığı ve okullar öğrenciye edebiyatı sevdirici ve özendirici çalışmalar yapmalıdır. (Yarışmalar düzenlemek, yazarlarla öğrencileri buluşturmak… vb.) Böylece edebiyatın yalnızca bir ders olmadığı vurgulanmalıdır. OYazar, şair ve edebiyat yayıncılarından edebiyat eğitimine yönelik öneriler alınmalıdır. OÖğrencilere edebiyat ve dil derslerine ilişkin çeşitli anketler uygulanarak öğrencilerin şikâyet ve önerileri doğrultusunda edebiyat/dil eğitimi yeniden düzenlenmeli ve ders kitapları da bu doğrultuda basılmalıdır. ODers kitaplarına alınan şiirler, ya şairin kendi sesinden ya da bir tiyatrocunun seslendirmesiyle dinlenebilmelidir. Bakanlığın buna olanak verecek bir CD çalışması mutlaka olmalıdır. Sonuç Olarak; aGeleceğin edebiyatı daha ümit verici olacaktır. aEdebiyat öğretimi ezberden tamamen kurtulacaktır. (Gerek müfredattan gerek öğretmenden gerekse öğrencinin ÖSS kaygısıyla ortaya çıkan tutumlarından kaynaklı) aEdebiyat öğrenciyi yazmayla, okumayla, dünyayı algılamayla buluşturacaktır. aBütün bunlarla birlikte özgürce düşünebilen, paylaşabilen, çevresine ve ülkesine duyarlı bir gençlik oluşacaktır. Böyle bir gençlikle dünya daha ayrıntılı görülecektir. aUnutmayalım bütün bunları başarmak edebiyat dersini sevmek, sevdirmekle gerçekleşecektir. aDaha güzel bir dünya edebiyatsız nasıl mümkün olacak!...
sı
ruşturma o S n ı n ı y a Gelecek S
Editör: Gülşen Yıldız (12. Sınıf) - editor.gulsen@gmail.com Yayın Kurulu: Rüya Bağ(12.Sınıf), Sibel Çağlar(12.Sınıf), Perihan Aksu(11.Sınıf) Elif Suretli(12.Sınıf), Neriman Bozkurt(12. Sınıf) Yayın İnceleme Kurulu: Fatma Kurt(Md. Başyrd.), Figen Erciyas (Öğrt.), Şenay Işık Biçer(Öğrt.) Yönetim ve Yazışma: Mersin Cemile Hamdi Ongun Lisesi Güneykent Mh. Mersin Telefon ve Belgegeçer: 0324 223 03 03 e-posta: lisepostasi@gmail.com web: www.lisepostasi.blogspot.com Grafik Tasarım: denizdeniz Baskı: Reprotek - Mersin >>Gönderilen yazılar yayımlansın yayımlanmasın iade edilmez. >>Yayımlanan yazıların sorumluluğu eser sahiplerine aittir. >>Gazetemiz, Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan “İlköğretim ve Ortaöğretim Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğine (Madde 24)” uygun hazırlanmıştır. (13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı R.G.)