3
ISSN:130B-996X
P L
liSEPOSTASI
Bahar ‘09
yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışkanlıkların tazelensin mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz alışklanlıkların tazelensin mektup yaz mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin mektup yaz
RomanKAHRAMANINAMektup söyleşi•FERİT
EDGÜ•
LPliSEPOSTASI
2 Liseliler arası
Roman Kahramanına Mektup Yarışmasının sonucu açıklandı! Merhaba! Yeni bir heyecan, umut ve yüreklilikle yine edebiyat durağındayız... Yaşamın getirdiği telaşın yanında; inadına sanat, inadına edebiyat için ‘ Lise Postası’nın’ üçüncü sayısındayız. Bu sayımızın içeriğinde değişiklik yaparak, mektuplara yer verdik. Gazetemizin düzenlediği ‘Roman Kahramanına Mektup’ yarışmasında dereceye giren mektupları yayınladık. Bunun yanında kelimelerin büyüsüne kapılmış şiirleri unutmadık… En güncel edebiyat haberlerine yer verdik. ‘Liselinin Listesi’ bölümünde ise, bizleri yolculuklarıyla büyüleyen kitapları, müzikleri, dergileri unutmadık. Defterimize birikmiş yazılara; ‘Postamıza Bırakılanlar’ köşesinde yer ayırdık. Ferit Edgü meraklılarına müjde! ‘Her kalem yazabilir, en azından şu benim kırık kalemim kadar…‘ diyen ünlü yazarımız ile söyleşi yaptık. Kendine özgü, kısa ama bir o kadar da etkileyici öyküleriyle, bizi doğuyla buluşturduğu romanlarıyla onu okuyan herkesi büyüleyen; aynı zamanda ressam olan yazarımızdan çok sıcak, çok samimi yanıtlar aldık... Çok özel bir söyleşi olduğunu düşünüyoruz. Bazen nefes bile almakta zorlandığımız dış dünyada; ruhumuzun nefessiz kalmaması için sanatsız kalmayalım. Koca şair Turgut Uyar’ ın da dediği gibi: ‘ Evet kimsesizdik; ama umudumuz vardı.’ Kelimelerden umut düşlemeyi unutmayın! Edebiyat yaşamdır… Yeniden görüşmek umuduyla.
LPliSEPOSTASI Mevsimlik Edebiyat Gazetesi Mersin Cemile Hamdi Ongun Lisesi Yayınıdır
Yıl:1 Sayı:3 Mayıs ’09 ISSN:130B-996X
Okul Adına Sahibi : Fatma KURT (Okul Müdürü V.) Genel Yayın Yönetmeni: Deniz Gönüllü (Öğretmen) denizgonullu@gmail.com
İçimizdekileri, ‘biri bizim için yazmış’ diye okuduklarımızdır romanlar... Tutkuların gelişimi, serüvenlerinin şaşırtıcılığıyla ilgimizi çekerek okuduğumuz; bizim için yazılmış romanlar... Kimi zaman yerinde olmak istediğimiz, kendimizi bulduğumuz kimi zaman ise dünyamıza uzak gördüğümüz o eşsiz romanların kahramanları... Onlara hiç bu kadar yakın olmamıştık! Yazmanın ağır bir yük olarak görüldüğü gençlikte daha önce düzenlenen çoğu yarışmadan farklı olarak, bizi yazmaya bir adım daha yaklaştıran yazma özgürlüğünün ve hissederek yazmanın tadına vardıran roman kahramanlarına mektup yarışmasının sonuçları; uzun bir heyecan ve bekleyişten sonra açıklandı. Okulumuzun yayın organı olan, edebiyat gazetemiz Lise Postası’nın düzenlediği yarışmanın ödül töreni yine okulumuzda gerçekleştirildi. ‘Geleceğin yazarları’ diye bakılan liseli gençlik, kendisine bu denli yakın bulduğu kahramanlarına bir kez daha teşekkür etti. Tören sonunda törene katılanların yüzündeki tatlı gülümseme yarışmanın ne denli doğru ve gerekli olduğunun göstergesiydi. Yüreklerdeki uçsuz bucaksız yazma tutkusu ile yazılan 67 mektubun katıldığı yarışmanın jürisinde Şair Haydar Ergülen, Yazar Murat Özyaşar, Eleştirmen Semih Gümüş, Şair Kemal Varol, Eleştirmen-Şair Celal Soycan ve Yazar Yavuz Ekinci gibi yazın dünyasının önemli adları yer aldı. Yarışmada birinciliği mektubun ruhunda var olan paylaşıma uygun olarak iki genç yazar paylaştı: Şevket Pozcu Lisesinden Dilara İşgen ve okulumuz öğrencilerinden Rüya Bağ. İkinciliğe ise Pakize Kokulu Lisesinden Esen Eser layık görüldü. Arslanköy Yahya Aydın Lisesinden Demet Yıldıran ise üçüncülüğü aldı. Duygu Can, Mahcure Yav, Kamuran Deniz ve Ömer Çörten ise mansiyon ödülüne değer görüldü. Tören sunuculuğunu Genel Yayın Yönetmenimiz Öğretmen Deniz Gönüllü yaptı. Gönüllü yaptığı açılış konuşmasında, “Yoksul ve gayet yalnız ilk gençlik yıllarımda roman kahramanları benim hep benim arkadaşımdı. Ben onlarla büyüdüm. Şimdi bu salonda o kahramanlara mektu yazan ışıklı gençler var. Bu yüzden heyecan içindeyim... Birazdan buraya gelecek olan gençlere iyi bakmanızı istiyorum; çünkü ileride bu adlara yazın dünyasında rastlayacaksınız...” dedi. Ödüle değer görülen mektup sahiplerine ödülleri törenle verildi. Törende ödül alan liseli yazarlar, yaptıkları kısa ama çok uzun konuşmalarla edebiyat adına umutların yeşermesini sağladılar. Yüreğimizdekileri kahramanlarımızla buluşturduğumuz mektuplarımız ve beraberinde yaşamımızın bir parçası olan kitapların kapaklarının sergisi, okulumuzun sanat koridorunda sergilendi. Önümüzdeki yıllarda ulusal düzeyde yapılması planlanan yarışma genç yeteneklerin kendisini yazma konusunda tanımasına yol açtı...
Editör: Sibel Çağlar(12. Sınıf) Yayın Kurulu: Rüya Bağ(12.Sınıf), Aycan Bulat(10. Sınıf), Duygu Can(11. Sınıf), Dilan Ülük(9. Sınıf) Yayın İnceleme Kurulu: Ö. Vecihi Özer(Md. Yrd.), Figen Erciyas (Öğrt.), Şenay Işık Biçer(Öğrt.) Yönetim ve Yazışma: Mersin Cemile Hamdi Ongun Lisesi Güneykent Mh. Mersin Telefon ve Belgegeçer: 0324 223 03 03 e-posta: lisepostasi@gmail.com web: www.lisepostasi.blogspot.com Grafik Tasarım: deniz gönüllü Baskı: Reprotek - Mersin Kapak İllüstrasyonu: Raskolnikov ve Sonia (Ohparapraxia) >>Gönderilen yazılar yayımlansın yayımlanmasın iade edilmez. >>Yayımlanan yazıların sorumluluğu eser sahiplerine aittir. >>Gazetemiz, Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan “İlköğretim ve Ortaöğretim Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğine (Madde 24)” uygun hazırlanmıştır. (13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı R.G.)
LPliSEPOSTASI
12. Sınıf
Behçet Necatigil’e... Bir apartman sekiz kapı Kapılarda türlü türlü sancı Birinci kapı Emel teyzem. Verir aldatılmışlığın mücadelesini Koymuş hayallerini kavanoza Tek isteği yetişmesidir fidanlarının İkinci kapı Taze bir mutluluk. Daha adlarını öğrenemedim Üçüncü kapı Ben. Benim odam sessiz Ama geceleri perdem sızarak Gözüme çarpan ışıklarım var Dördüncü kapı Ninem. Aynalarda geçmişini izleyen Beşinci kapı Umut dolu. Birazcık güneş görse Rahata kavuşur duyguları Altıncı kapı Hüzün kuyusu. Katlandıkça katlanmış dertleri Bohçaya konulacak umutları yok. Yedinci kapı Boş. Kim bilir ne ile dolacak. Sekizinci kapı En tepede. Bakmaz aşağı Kaşıklamış mutluluğu Oh! Ne rahattır duvarları Üzülmemiş, yıpranmamıştır hiç Dokuzuncu kapı Yok. Yok. Onuncu kapı Tanrı. Hep kapı Hep kapı.
kapı bir iki üç dört beş altı yedi sekiz dokuz on KAPI
3
OKULUMUZDA
EN SEVİLEN
10YAZAR/ŞAİR 1- Yaşar Kemal 2- Ferit Edgü 3- Attila İlhan 4- Jack London 5- Orhan Pamuk 6- Nazım Hikmet 7- Sabahattin Ali 8- Gogol 9- Cengiz Aytmatov 10- Cemal Süreya
OKULUMUZDA
EN SEVİLEN
10KİTAP 1- Palto-Gogol (Öykü)
2- Hakkari’de Bir Mevsim – Ferit Edgü (Roman) 3- Sol Ayağım- Chrısty Brown (Roman) 4- Hasretinden Prangalar Eskittim-Ahmed Arif (Şiir) 5- Fareler ve İnsanlar-John Steinback (Roman) 6- Kürk Mantolu Madonna-Sabahattin Ali (Roman) 7- Uzun Hikaye-Mustafa Kutlu (Uzun Hikaye) 8- Martı Jonathan Livingston-Richard Bach (Öykü) 9- Bereketli Topraklar Üzerinde-Orhan Kemal (Roman) 10- Üzgün Kediler Gazeli-Haydar Ergülen (Şiir)
OKULUMUZDA 6 aylık dönemde
OKUNAN KİTAP SAYISI
>8.428<
K ALTI AŞ YASTIK Seni aldım tığımın altına. yas Koydum lktım Sabah ka Baktım: s düz Yastık ter
OKULUMUZDA 6 aylık dönemde
KİŞİ BAŞI OKUNAN KİTAP SAYISI >6,2<
LPliSEPOSTASI
4
TUTKU KOKAN YALNIZLIK DİLARA İŞGEN yenişehir şevket pozcu lisesi BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ
S
evgili Yalnız,
aşkı arasında bocalayan yalnız adam; kendini, kendi benliğini yazdığın
Sana dair izler taşıyan kelimeler arasında senin adına
ve sonralarında unuttuğun satırlarda ne diye ararsın? Kadınların kendi
rastlayamadım. Bu yüzden sana en yakışacak adı
iç dünyalarını tanımak için çeşitli hareketlerde bulunmalarını eleştirirken,
kendim seçtim. Senin benliğinden izler taşıyan kelimeleri bir çocuğun
şimdilerde kendi mürekkebinden damlayan satır aralarında bir yapboz
ormanda kaybolmamak için ardında bıraktığı ekmek kırıntılarını takip
gibi kendi parçalarını tamamlamaya, ruh halindeki kara delikleri anlamaya
eder gibi iz sürdüğümde yalnızlığın senin bedenine ve aşka aç ruhuna
çabalıyorsun. Sana aşklarınla beraber gelen değişken duygularını, doymak
yakışabilecek en uygun ad olduğunu anladım. Senin için kimi zaman
bilmeyen arzularını, bir cinayetin işlenişinde hissedilen duygunun nasıl
da bir sıfat olabilecek olan yalnızlık kelimesi bütünüyle seni anlatıyor
bir şey olduğunu merak edip, olay yerine kadar gidip kendini katil gibi
aslında. Her sabah tek başına yediğin ayçörekleri, evinin her odasına
düşünerek harcadığın zamanları benliğine öyle derinden işlemişsin ki
telefon koyuşundaki derin anlam, bu telefonun başında bir zavallı gibi
bu hislerin senden ayrılmasının mümkün değil. Öyle ki hayatta tadılacak
bekleyerek geçirdiğin dakikalar, her akşam soğuk yatağına bir başına
en büyük zevklerin bir cinayeti işlerkenki, yazı yazarkenki, bir kadının
girişin yalnızlığını simgeleyen somut kanıtlar oluyor. Bir çemberin merkezindesin sanki, etrafındaki ince halkayı seni yaralayan kadınların etlerinden birer birer sen oluşturuyorsun farkına varmadan. Ve kaçıp gitmek istediğin çocukluğundan beri sevemediğin yağmurlu gecelerde ne kadar uzaklaşmak istesen de her bir kaçışın bir et yığınına çarpıp hüsranla son buluyor. Duygularım senin duyguların kadar değişken olması halinde ne tepkiler vereceğimi, nasıl sendeleyeceğimi
zarif bedeniyle bütünleştiği o anlardaki hazlardan ibaret
Kelimelerimi san a yönlendiriyor, kalemimi sana do şaha kaldırıyor veğru dörtnala koşuyo bu tozlu topraklarum rda. Belki de unutmak için yazıyorum satırlarımı...
olduğunu düşünüyorsun. Bir kaç saatliğine ruhunu ve bedenini parayla satan, yırtıcı hayvan misali keskin koku alışlarıyla paranın kokusunu kilometrelerce uzaktan duyumsayan, senin tenin dışında başka bedenlerde milyon kez iz bırakmış benim kirli su birikintileri diye tabir edebileceğim kadınlarla bir sevgiliyi aldatmak uğruna bile birlikte olabiliyorsun. Hayatın tadını bu geçici ama tarif edemeyeceğin
tahmin edemiyorum. Ancak gökyüzündeki bulutlar kadar
kadar çok zevk duyduğun anlarda arıyorsun. Belki de
değişken olan bu ruh halinin kendi benliğime hiçte uygun
kendini bu anlık zevklere adadığın için yalnızsın. Çünkü
olmayan bir kalıp olduğundan eminim. Gökyüzünden
yalnızlıkta birliktelikte sonsuza kadar devam edebilir. Sen
bahsetmişken, ben sana duygularımı anlatan bu eşsiz renklerden oluşan
hasretiyle yandığın sıcak bir birlikteliği değil de, anlık zevklerden oluşan
tabloyu zarif dokunuşlarla çizerken gökyüzünde emsalsiz bir dolunay
yalnızlık serüvenlerini tercih ediyorsun. Bunun uğruna sesine taptığın,
salınmakta. Senin her sabah yemene rağmen bıkmadığın ayçörekleri
tenine her daim aç olduğun tutkulu yalnızlığını paylaştığın yârini yok
kadar çok seviyorum bu ışık tılsımı, cinayetlere olan tutkulu merakın
sayabiliyorsun. Senin nefes aldığın satırların arasına sızarak, yalnızlığını
kadar derinden arzuluyorum dolunayın hükmettiği geceleri. Işığıyla
anlatacak birini bulamadığın için yalnız olamadığını, yalnızlığını anlatacak
banyo yapmak tüm kötülüklerden arındırıyor gibi beni.
birini bulduğun anada yalnızlık kelimesinin efsanevi anlamının ölmüş bir
Sen yüzünde doyumsuz aşklarının yerleştirdiği çizgileri taşıyan,
insan bedeninin damarlarındaki kan gibi yavaş yavaş yok olacağını ve
olgun bir yaşa sahip olmana rağmen çocukluğundan beri özlemini
özünü yitireceğini kulağına fısıldamak isterdim. Sana yalnızlığı, seçtiğin
duyduğun sıcak bir aileye sahip olamayan, geçmişinin ve bugününün
tercihler sonunda kendi ruhuna bir asalak misali yapıştırdığını anlatmak
LPliSEPOSTASI
5
TUTKU KOKAN YALNIZLIK isterdim. Ama şimdilik sadece seni izleyen üçüncü bir göz gibi
Sen aşk enkazlar altında nefes darlının ığı çeken yalnız adam senin ruhunu to , zl raflara mahkum u olmaktan kurtar mak ve yalnızlığını ruhundan arındırmak isterd im.
seni gözlüyor ve seni bu satırlara mahkûm ediyorum. Sen, kendini aradığın kitabındaki karakterini kendi yöntemlerinle satırlara zincirliyorsun ve aynı zamanda sen; değişken duyguların, tutkuların ve arzuların yer aldığı sayfalardaki bir yalnıza hüküm giyiyorsun, ben de seni kendi tat ve hislerimle hiçbir zaman haberin olmayacağı bu kaşmir kadar yumuşak kumaşa kelepçeliyorum. Etrafını çevreleyen seni yaralayan kadınların etlerinden oluşturduğun duvarlarından sızıyor ve seni birbiri ardına gelen bu satırlara aktarıyorum. Ve kelimelerimi sana yönlendiriyor, kalemimi sana doğru şaha kaldırıyor ve dörtnala koşuyorum bu tozlu topraklarda. Belki de
unutmak için yazıyorum satırlarımı, senin gibi bir gün unutulabileceklerini bilmeden kırbaçlıyorum kelimelerimi. Senin yazı yazarken yazdığın şeyleri sonralarında unutuvermelerini, hayatta sahip olduğun en nadide parça olan kaleminden damlayan saf mürekkebinin beyaz zeminle bütünleştiği anda, senin beyninin kıvrımlarında ve yüreğinin duvarları siyah olan odalarında yok oluveren tüm hislerini ve bu hislerini sırtlanmış emektar kelimelerinin sonsuzluğa nasıl uçtuklarını hayal ediyorum. Ben sana yazarken göklere kadar ulaşan beton yığınlarının ardından bir görünüp bir kaybolan dolunay, çehresinde muzur bir ifadeyle tebessüm ediyor bana. Seni hapsolduğun sarı sayfalardan çıkarıp benim hüküm sürdüğüm satırlara ölümsüzleştirişimi izliyor usulca. Sen aşk enkazlarının altında nefes darlığı çeken yalnız adam, senin ruhunu tozlu raflara mahkum olmaktan kurtarmak ve yalnızlığını ruhundan arındırmak isterdim. Ancak kuru ekmek parçalarını hayat yolunun aşk patikasında kaybolmamak için peşi sıra bırakan olgun bir bedenin altında saklanan sevgisini göstermekten yoksun bir çocuk olarak takılmış bir plak gibi anlık zevklerde istikrarla yol almanı, ne kadar bacak kasları kuvvetli dahi olsa değiştirmeye kalemimin gücü yetmez. Çünkü sen başka satırlara aitsin. Buram buram yalnızlık, aşk harabeleri, kan kokan doğu sokaklarının esintilerinin bulunduğu yalnızlıklar zincirisin. Bu yüzden ben fırçamı temiz suya koyuyor ve kalemime şimdilik nefes aldırıyorum. Ve gökyüzünde endamını gururla sergileyen dolunayı koynuma alıp uyumak üzere bu satırlardan ayrılıyorum. Sana da tatminsiz ve yalnız geceler diliyorum. Roman Kahramanı: Tehlikeli Masallar’ın kahramanı
Dürtme içimdeki narı üzerimde beyaz gömlek var > Birhan Keskin Seni severek geçen hayat, bir ömürden fazlasıdır... > Bob Dylan Sıradan insan korkunçtur > Dostoyevski Bana beni sevmediğini söyleme Daha ağırını bulursan söyle. > Necati Tosuner İnsanın dokunmadığı her şey masaldır. >Hasan Ali Toptaş Dünyada yalnızca körlerin gözleri temiz kalabilir> Haydar Ergülen Kendime kırıldığım yerden, kendime döner gibi, korka korka dönmeliyim eve. > Murat Özyaşar Ne var ki, hatıra, rüzgarda bir an için bir şeyler mırıldanıp sonra susan bir sonbahar yaprağından başka ne ki?... > Halil Cibran yedi rüya görsem de kendimi görmesem artık ah! Onca kötülükten iyiliğe geldim: sonunda bezdim tanrım öldür > Kemal Varol Beni sevdiğin gibi sevdim seni Kar bırakılmış karanlığından > Edip Cansever oysa ben akşam olmuşum Yapraklarım dökülüyor Usul usul Adım sonbahar > Attila İlhan Hayat aslında tek ve uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da finali yoktur. > Ayfer Tunç Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim > Murathan Mungan Hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı gibi değil! Her şey hatırlandığı gibi. > Barış Bıçakçı
LPliSEPOSTASI
6
Selim Işık, tutunamadı RÜYA BAĞ toroslar cemile hamdi ongun lisesi BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ
S
evgili Tutunamayan,
arayıp durursun o an… Sizin de söylediğiniz gibi: ‘düğümler, istenildiği anda
Tutunamıyorum… Kendimi okudum, yazdım ve yine
çözülmez. Bir söylemekle açılmaz kapılar…’
kendime dönüyorum sanki…
…Öyle bir kapı olmalı ki çalınca, insana hiçbir şey sormadan açsalar:
Artık tüm yazılar, tüm kitaplar yabancı gelir oldu. Çözemediğim
kapının ortasındaki küçük pencereden bakıp da “kim o” demeseler. Sonra
bir dildir hayat… Okuyamadığım; her seferinde baştan aldığım bir kitap…
hemen içeri alsalar beni. Ben anlatmak istesem bile, hemen sustursalar; biz
Tutunamayan, tutunamıyorum…
her şeyi biliyoruz.‘
Dünyaya tutunmayagör Selim Işık, anlaşılmıyorsun... Anlaşılmadım.
Keşke Selim Işık; birileri açabilseydi kapılarını, tutunamayanlara. Her
Karanlığın ortasında çığlıklarımı duyurmaya çalışırken, bir kat daha gömüldü
şeyi bildiğini söyleyip; sustursa ve anlayabilseydi onları… Neden çalacak bir
çığlıklarım sessiz duvarlara… Yanlışların tam ortasında doğru olmaya
kapımız olmadı hiç Selim Işık?
çalışırken; o, hapsetti beni tutsaklığına… Tutunamadım…
Aslında yalnız olduğun bu noktada, tutunamadığında bir el uzansın
Hayat, kapatmıştı gözlerini tutunamayanlara. Kirpiklerin ucunda
istersin, çekip çıkarsın gecelerden… Sıcacık bir sevgiyle ya da dostlukla
akmaya hazır, son gözyaşı damlasıydık adeta… Beyaz
kurtarsın seni karanlıklardan… Size uzanan iki el; biri sevgili,
duvarlarımız vardı. Asi dalgalar vurunca, dağıldık... Siyah
biri dost…
renkler baş gösterdi. Griye çalan duvarlarımız kaldı elde… Yaşam, koca bir çınar; bizse sadece bir dalından tutunmaya çabalayan küçücük yapraklar… Tutunduğun hayatın dalların yavaş yavaş kayar ellerinden, kavrayamazsın. Tutamazsın; tutunamazsın… Uzun yollar var bu hayatta... Yola başlarken hep, bin bir umutla yelken açarız denizlere. Tabii hala umut etmek
‘Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz.‘
Böyle bir anda belki de insanın başına gelen en güzel şeydir, aşk… Ya da bu noktaya gelmene neden olan; vazgeçilmezin… Yine de korkarız. Sevmekten korkarız… Oysa yüreğinin bu duyguyu sahiplenmesine ihtiyacı vardır. Her köşe başında ona rastlamak, ona kavuşmak. Karanlık sokaklarda koşturarak soluk soluğa; hep onunla karşılaşmak… Keşke Selim Işık; keşke Günseli’ ye duyduğunuz
gibi bir teselli kaldıysa elinde, düşlerinde... Daha sonra derin
aşk; sebep değil de çare olsaydı size… Geri dönülecekmiş
dalgaların karabasanıyla karşılaşınca, asıl o zaman başlar
gibi, açık bırakılan bir kapı olsaydı sizde…
kuytular…
Neyse ki ardınızdan uzunda olsa, pişmanlıklar
Aslında bildiğimiz tek şey vardır: sonunda küçücükte olsa bir parıltı yolların. Bildiğimiz halde bir türlü sahiplenemeyiz, bizim için
yaşayan biri; dostunuz kaldı geriye… Şairin dediği gibi: ‘ dostum, eskimeyen arkadaşım’ …
çakılan ışıkları… Kuyuların içinden geçerken, aydınlıkları göremeden ömrü
Oyunlarla yaşayandınız… Yaşam her seferinde oynamaktan
sonlandırmak… Tam da bu noktada, tutunmaya çabaladığımızda ölüme
yorulduğunuz, uzun oyunlardı adeta… Bu yolda insan, dostunu; hiçbir
gitmek…
zaman eskimeyecek olan arkadaşını, özleyebiliyor. Oysaki özlemek: hiç
O an, harf harf silinir geçmiş. Tozlu raflarda unutulmuş en eski kitabızdır artık… Yaprakları bir daha açmayacak, hazan mevsimine uğramış koca bir ağaç… Çocukların, unutulmaya yüz tutmuş; geçmişten kalma bir oyunuyuzdur sanki…
bulamayacağını bildiğin halde aramak, yetersiz kalıyor ölüm karşısında, çare olmuyor… Sizin için arkanızdan çırpınan bir insan kalıyor sizden geriye. Halbuki siz; ölümü bekliyor, soğuk yüzünü hissediyorsunuz kaç zamandır.
Çözümlenmeye çalışılan her sorunun bir cevabı var elbet. Ya
Ölümü beklemek… Ellerinin arasından tutunmaya çalıştığın dalların
tutunamayanlara cevap? İçindeki sessiz çığlıklarla bağır bağır bağırıyorsan;
kayışı… Sonu beklemek… Çaresizliğin içerisinde kıvranarak; tek çıkış
‘tutunamıyorum’ diye, o zaman cevap ne? Anlaşılmaz gözlerdeki yanıtları
yolunun bu olduğunu hissederek; ölümü istemek…
LPliSEPOSTASI
7
Selim Işık tutunamadı insanın başına en güzel şeydir, aşgelen k… Ya da bu noktaya gelmene neden ol an vazgeçilmezin… ; Yine de korkarız . Sevmekten korkarız… Oysa yüreğinin bu duyguyu sahiplenmesine ihtiyacı vardır.
Siz bin parçaya ayrılmışken; çoktan karışmışken okyanuslara Turgut Özben, acı duyuyor. Ancak küçücük denizlerde yer buluyor kendisine. Geç kalınmış bir şiir gibi, tamamlayamıyor sizi… Yokluğunuzda en büyük yararları o alıyor, çaresizliği o öğreniyor. Zaten diyor ya: ‘Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz.‘ diye… Ölümünüzün ardından size yetişemediğinden, elleri yakalayamadığından sizi; o da kayboluyor karanlıklarda. Bilinmez çıkmazlarda sürükleniyor… Hissettiği tek şey; gidişinizin ardından duyduğu boşluğun gün geçtikçe büyüyor olması. Ona göre dünya,
liseliye öneriler KİTAP
1- Ayna Çarpması Murat Özyaşar, Doğan Kitapçılık 2- O / Hakkaride Bir Mevsim Ferit Edgü, Sel Yayıncılık
DERGİ
1- Mesele Aylık kitap dergisi 2- Yasak Meyve İki aylık Türkçe şiir dergisi
MÜZİK
1- Kıraç – Garbiyeli 2- Zuhal Olcay – Aşk’ın Halleri
yaşanılır bir yer olmaktan çıkmıştır… Sevgililere, dostlara rağmen insan; hep yalnız olduğunu hatırlıyor. Bu noktada tek çaresinin yazmak olduğunu fark ediyor. Sizin ise sığınağınız: günlüğünüz… Söylediğiniz gibi: sizi hayata bağlayan tek şey, günlük. Onun için yazıyorsunuz. Günlükler; yalnızlığımızı paylaştığımız dilsiz kâğıtlar… Yazmış olduğunuz günlüğün bir bölümünde şöyle demişsiniz: ‘Bu duruma nasıl geldim? Neden bana yaşamasını öğretmediler? Neden bana’ bizden bu kadar, gerisini sen bulup çıkaracaksın’
TV PROGRAM 1- Afiş - CNN TÜRK Hafta içi her gün 17:30 2- Kültür Sanat - TRT 2 Pazartesi/Cuma 19:55
dedikleri zaman isyan etmedim? Hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? ‘… Evet, söylediğiniz gibi dünyaya inmek gibi bir çaba, çılgınlıktı belki de… Kendi kendimize boğuşurken bu sorular âleminde, karamsarlıkların iplerini çoktan salmışızdır. O an tutunamayız işte… Artık akıldan uzaklaşmak ister, bedenimizin ardında yaşadığımız karışıklığı çoktan fark
YER
1- Ayder Yaylası, Rize-Çamlıhemşin 2- Sümela Manastırı, Trabzon
ederek; sonumuzu hayal edebiliriz. Oyunlar biter, dünya denen bahçe kaybolur. Nefessiz kalırız… İçimizde yaşattığımız çocuk kaybolur. Renksiz bir duvar yığını kalır geriye… Düşündüğünüz gibi: ‘Kimse karşısındakinin parçalanışını görmek istemez’ .Bu yüzden insan, yalnızca kendi kendisiyle kalır tüm kalabalıklarda… Kimse bize hayatı öğretmez. Nasıl yaşanması gerektiğini söylemez. Bu yüzden tutunmak: kör kuyu diplerine doğru çekilmektir sanki… Nietzsche ne güzel de söylemiş: ‘ Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar’ diye… Selim Işık, kıyılardaydınız. Baktığınız denizlerde, yaşamın uçsuz bucaksız sonsuzluğunu görüyordunuz adeta. Hayatı kaybetmeye başlamışsınız çoktandır… Tüm bu olduramadıklarımız, yapamadıklarımız kalır önümüzde… Tutunamayız...
İNTERNET
1- www.derkenar.com 2- www.kitap2.com
SİNEMA
1- GÖLGESİZLER Ümit Ünal 2- KARPUZ KABUĞUNDAN GEMİLER YAPMAK Ahmet Uluçay
Selim Işık: ‘Bütün hayatınca konuştu. Sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkarabildi ortaya: bir tek kelime. Çoğul bir kelime. Unutamadığı bazı insanları birleştiren bir kelime…’ … Adam kapıyı açtı, içeri girdi ve tabancasını çıkararak ateş etti… Selim Işık, tutunamadı… Tutunamadım… Tutunamayana, Tutunamayandan… Roman Kahramanı: Selim Işık - Tutunamayanlar
*Listelerde sıralama, alfabetik sıraya göre yapılmıştır.
LPliSEPOSTASI bir dil emekçisi
8
söyleşi
sibel çağlar rüya bağ
özellikle yaşamı sürdürebilmek için yapılmış konuşmalardan seçmeler ya da bir monolog’un, diyalog’a dönüştürülmesi çaba(lama)sı.’ Dolayısıyla Kimse, parçalanmış bir kişiliğin romanıdır. Her yarı, diğer yarısını arar. Onunla birleşmek, bütünleşmek, yaşayabilmek için. Ben, sanırım, o romanı yazan kimse’yim. 3/ Öğretmen olarak gittiği bir dağ köyünde birdenbire öğrenciye dönüşen biri… O/Hakkâri’de Bir Mevsim’de, bu dikkat çeken tablo olarak karşımıza çıkıyor. Bu bir karmaşa mı, çelişki mi, kendini bulma ve anlama süreci mi? Dönüşüm yok. Hem öğretmen, hem öğrenci olmak var. Öğrencilik niteliğini yitirmiş, yani artık yeni bir şey öğrenmeyen, öğrenmiş oldukları kendisine yeten bir öğretmen… Ben böyle bir öğretmen olmadım. Böyle bir yazar da değilim. Hattâ böyle bir insan da değilim. Her gün bir şeyler öğreniyorum. Yalnız kitaplardan değil, sıradan insanlardan (ki sıradan insan yok) ve hattâ hayvanlardan. Hakkâri’deki öğretmenlik süreci içinde, sanırım, çocuklarıma öğrettiğimden çok fazlasını, ben onlardan öğrendim.
1/ “Gerçeği romana çevirme ustası, anlatı ustası, özgün kurguları olan yazar, kendi yazdıklarının ressamı, ilginç öyküler yazarı..” İşte sizin için söylenenlerden küçük bir seçme. Peki, Ferit Edgü kendisi için ne der? Ben dile, olabildiğince yalınlığa gönül vermiş biriyim. Yazının ana maddesinin dil olduğuna, ancak onu işleyerek yazınsal bir yapıt ortaya konulabileceğine inanırım. Gerçeğin de yalın olduğuna, onu yansıtmak için söz sanatlarına, mecaza, istiareye, alegoriye gerek olmadığını savunurum. Süslü üslûptan bu nedenle nefret ederim. Ben Çehov’ların, Gogol’lerin, Kafka ve Beckett’lerin öğrencisiyim. Ve tabii, büyük ustam Sait Faik’in. Ferit Edgü işte bu: bir dil emekçisi. 2/ Kimse’de, Hakkâri’de bir dağ köyünde, “birinci ses ve ikinci ses”in hayatlarını kaleme almışsınız. Siz kendinizi, bu iki sesten hangisine yakın buluyorsunuz ya da bunlardan biri misiniz? Kimse adlı ilk romanımda, iki ses konuşur. Onların yalnız karşılıklı konuşmalarını okuruz. Romanın alt başlığında şöyle der: ‘Belli bir sürede (bir karakış boyu) belli bir noktada (ülkemizin doğusunda on üç haneli, yüz on dört nüfuslu Pirkanis adlı dağ köyünde) anmak, ansımak, anlamak, sormak, karşılık aramak ve
4/ O/Hakkâri’de Bir Mevsim’in kahramanlarından birkaçının Mersin’de yaşadığını biliyoruz. Bu kahramanların torunlarından biri de okulumuzda öğrenim görmekte. Gerçeği yazan bir yazar, kahramanlarını tekrar görmek ister mi? Yoksa romanlar da her şey gibi, yaşanır, biter ve unutulur mu?
Lise yılları çok önemlidir. Çünkü kişiliğiniz oluşmaya başlamıştır. Ezberin yerini özgürce düşünmek almıştır. Geleceğinizle ilgili düşler bu dönemde filizlenir. Lise birinci sınıfta yazar olmaya karar vermiştim. Hiçbir şeyin beni yolumdan döndürmeyeceğini biliyordum. Ama sıra arkadaşım tavukçuluk düşleri kuruyordu. Ziraat Fakültesine gitti ve Türkiye’nin ilk tavuk çiftliğini kurdu. İşte, size iki öğrenci,
iki gerçekleşmiş düş…
9 Yıllar önce Avustralya’da yaşayan bir dostum, orada, Pirkanis’ten göçmüş, beni tanıyan eski öğrencilerimle karşılaştığını yazmıştı bana. Ben, öykü ve romanlarımda, esinlendiğim kişilerin adlarını değiştirmekte zorlanan biriyim. Bu nedenle Hakkâri’de Bir Mevsim’deki kişilerin adları gerçek adlarıdır, ama onlar gerçek kişiler değildir. Bu nedenle onlarla yeniden karşılaşmanın pek bir anlamı yoktur benim için. Bunun yaşamak ve unutmakla ilgisi yoktur. Yazmakla ilgisi vardır. Geçenlerde bir kitapta okudum: Hatırlamamak unutmak değildir, diyordu. 5/ Yapıtlarınızda yalın ve yoğun bir ses, etkileyici konular/ coğrafyalar, şiir akan ırmaklar, çok kısauzun öyküler var. Siz, bize bir armağansınız. FERİT EDGÜ olmak nasıl bir duygu? Yüreğime işleyen sözcükleriniz için teşekkür ederim. Keşke dediğiniz gibi olabilsem. Tüm yaşamım boyunca doğru olmaya çalıştım, bunu söyleyebilirim. Yalan söylemedim, hep doğruları yazdım, demek istemiyorum. Ama hep bir doğru olarak yaşamaya ve yazmaya çalıştım. Daha başlangıçtan itibaren hiçbir beklentim olmadı. 6/ Peki ya ün? Elime kalemi aldığım ilk gençlik yıllarımda hiç kuşkusuz ün çekici gelmiştir. Çok erken yaşlarda (16-17) yazmaya ve yayımlamaya başladım. Bu yaşlarda ünü nasıl umursamazsınız? Ama Tanrı’ya şükür, Paris’te yaşadığım yıllarda, ünün bir yazar için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu gördüm. Bir süre sonra, sizi yöneteceğini, yapmayacağınız şeyleri yaptıracağını, yazmayacağınız şeyleri yazdıracağını, somut olarak gördüm. O gün bugün ünden, onun tuzaklarla dolu yolundan kaçtım. Ne kadar kaçabildim, bilemiyorum. 7/ Lise yıllarında çok etkilendiğiniz bir kitap var mıydı? Lise yıllarında, beni en etkileyen, yazma cesareti veren yazar Sait Faik’tir. Ona olan borcumu her fırsatta dile getirdim. Düşünebiliyor musunuz, ölümünden birkaç ay önce, son kitabı Alemdağda Var Bir Yılan’ı, “Hikâyeciden hikâyeciye sevgi, selâm” diye imzalamıştı. On yedi yaşındaydım! Dil konusunda, benim kuşağımı en çok etkileyen, her yazdığını defalarca okuduğumuz, biz genç yazarlarda dil bilincini uyandıran Ataç’tır. Tabii, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet’in şiirleri. Gizli gizli okuduğumuz Nâzım Hikmet. Yabancıları (ki hiçbir yazar yabancı değildir) unutmayayım: Başta Ruslar, Dostoyevski, Gogol, Tolstoy, Çehov. Sonra çağdaşımız Fransızlar: Sartre, Camus. Daha sonraları Kafka ve Beckett. Tüm gerçeküstücü şairler. Onların izlerini taşıyorum hâlâ. 8/ Yazarlar ve ressamlar, aynı evde mi yaşarlar yoksa komşu mudurlar? Aynı evde yaşasalar çok iyi olurdu. Ama pek az yazar ve ressam için geçerlidir bu. Komşuluk da fena sayılmaz hani.
LPliSEPOSTASI 9/ “Okur olmak, biraz öğrenci olmaya benzer” diyorsunuz. “Lise ve edebiyat ve okurluk” dersek bize neler söylersiniz? Evet, okur olmak, aynı zamanda öğrenci olmaktır. Çünkü okurken öğreniriz. Öğrencinin ders kitaplarının yerini, okul sırasında ve sonrasında romanlar, öyküler, şiirler, denemeler alır. Bunlar öğretmek amacıyla yazılmış kitaplar değillerdir. Ama gene de bize hayatla ilgili bir şeyler öğretirler. Bu kitapları okuyarak, yalnız dünyayı ve insanları değil, kendi kendimizi de tanırız. Tanımaya başlarız. Lise yılları çok önemlidir. Çünkü kişiliğiniz oluşmaya başlamıştır. Ezberin yerini özgürce düşünmek almıştır. Geleceğinizle ilgili düşler bu dönemde filizlenir. Lise birinci sınıfta yazar olmaya karar vermiştim. Hiçbir şeyin beni yolumdan döndürmeyeceğini biliyordum. Ama sıra arkadaşım tavukçuluk düşleri kuruyordu. Ziraat Fakültesine gitti ve Türkiye’nin ilk tavuk çiftliğini kurdu. İşte, size iki öğrenci, iki gerçekleşmiş düş…
FERİT EDGÜ, 1936’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde başladığı öğrenimini Paris’te sürdürdü. 1976-1990 yılları arasında, kurucusu olduğu Ada Yayınları’nda, çağdaş Türk ve dünya yazarlarının, şairlerinin yapıtlarını yayınladı. Edebiyatın çeşitli alanlarında ürünler verdi. Bir Gemide adlı kitabıyla 1979 Sait Faik Armağanı, Ders Notları ile 1979 Türk Dil Kurumu Ödülü, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı ile 1988 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü aldı. Hakkâri’de Bir Mevsim romanından uyarlanan ve Erden Kıral’ın yönettiği film, Berlin 33. Film Festivali’nde, aralarında Gümüş Ayı’nın da olduğu 5 ödül kazandı. Romanları, öyküleri, denemeleri Japonca ve Çince dahil birçok dile çevrildi. Roman: Kimse (1976) , O/Hakkari’de Bir Mevsim (1977), Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı (1988) Öykü: Kaçkınlar (1959), Bozgun (1962), Av (1968), Bir Gemide (1978), Çığlık (1982), Binbir Hece (1991), Doğu Öyküleri (1995), İşte Deniz, Maria (1999), Do Sesi (2002), Avara Kasnak (2005), Nijinski Öyküleri (2007) Senaryo: Hakkâri’de Bir Mevsim (O adlı romanından senaryo, Onat Kutlar ile birlikte) Deneme: Tüm Ders Notları (1978), Yazmak Eylemi (1980), Şimdi Saat Kaç? (1986), Yeni Ders Notları (1991), Seyir Sözcükleri (1996), Devam (2001), Sözlü/ Yazılı (2003), İnsanlık Halleri (2003) Şiir: Ah Min-el Aşk (1978), Dağ Şiirleri (1999) Anı: Görsel Yolculuklar (2003) Biyografi: Abidin (2003), Avni Arbaş (2001), Osman Hamdi-Bilinmeyen Resimleri (1986) Çocuk Kitabı: Doğa Dostları (2004)
LPliSEPOSTASI
10
adaletsizdünyanınkuklaları ESEN ESER mezitli pakize kokulu lisesi İKİNCİLİK ÖDÜLÜ
evgili Raskolnikov,
S
konuşma ve bunalımların, dış dünyandan daha çok ilgimi çekti.
Her şeyden önce, yaşadığın o derin soluklu
Sen bitmek tükenmek bilmeyen hesaplaşmalarınla boğuşurken,
heyecanları, tıpkı gerçekmiş gibi bana da
ben de kendime uyarladım bütün sorguları. Nasıl oldu inan
Suçluluk duygusu zor ama bir o kadar da heyecan verici.
vicdan azapların çok etkiledi beni. Böyle zamanlar, isyan etmek
Bir de o boncuk boncuk terleme anlarının yaşattığı, korku dolu
çok anlamsız gelir bana. Bilmem sence de öyle mi? Başarması
derin hazzı düşünürsek, mutluluğumuzu bir kat daha arttırmış
zor ama yok olmamak adına yapılması gereken tek şey; zamanın
yaşattığın için sana minnettar olduğumu söylemek isterim.
oluruz. Bazen hepimiz bu adaletsiz dünyanın kuklaları olmaya zorlanıyoruz. Bunu ister kader, ister tesadüf diye adlandır. Bu nokta inanç meselesi. Sana anlatmak istediğim asıl şey, yani merak ettiğim en can alıcı soru; olayların adım adım, elimizde olmadan, hatta bazen gözümüz göre göre bizi nasıl suça sürükleyebildiği. Bu suç kimi zaman aşk, kimi zaman ise para nedenli olabilir. Ama ne fark eder ki Raskolnikov, suç suçtur ve er geç bedeli ödenecektir. Ruhumuzun hayattan yoksun
bilmiyorum. Neyse işe yaradı hepsi. Kısacası, o içinden çekilen
dipsizliğinde boğulmamak. Ayrıca çektiğin acılar,
Benim de elimde n hiçbir şeyin gelm ediği anlarda, açık olm ak gerekirse uçurum umu özlediğim o soğu k ve karanlık odad a, kendi hayatımı okumaktan hara p düşmüşken, bir de seni okumak geld karmakarışık ak i lıma.
ve bu nedenle o denli yorgun düşmemesi, böyle bir zamanda elimizde değil. İşte, benim de elimden
yaşadığın bunalımlar, içindeki o çocuk ruhu büyüttü, yanılmadıysam(?) Yaşamak için cana ne kadar ihtiyacımız varsa, olgunlaşmak için de o kadar acıya ihtiyacımız var. Şimdi tıpkı suç gibi geceden bitmiş gözlerimde tabir-i caizse ‘tastamam’ bir kişiliğin var Raskolnikov. Ruhun gelişimini tamamlamak için gerekli olan evreyi atlamış oldu. Geriye kalan hayatın, adaletten ne anladığınla ilgili. Benden kalan ise, sana suçsuz bir hayat temennisi. Gurur ve vicdan sende kalsın. Sevgilerimle.
hiçbir şeyin gelmediği anlarda, açık olmak gerekirse uçurumumu özlediğim o soğuk ve karanlık odada, kendi hayatımı okumaktan harap düşmüşken, bir de seni okumak geldi karmakarışık aklıma. Eh ne de olsa bazen bambaşka çerçevelerden gözetmeli insan kendi hayatını. Açıkçası ilk önce biraz sıktı beni bu senden ibaret dünya. Ama içimdeki vicdan dürtüleri izin vermedi yarım bırakmama. Nasıl göz yumabilirdim ki, en derininden kopup gelen bu kahırlarına. Dediğim, tümümle sana ortak olmak istedim. Bu katı somutlukta, zihnimi uyuşturmaktansa, soyut gerçekliğinde kaybolmayı yeğledim. Yukarıda da belirttiğim gibi, o içsel
Roman Kahramanı: Raskolnikov - Suç ve Ceza
LPliSEPOSTASI
11 edebiyat
HABERLERİ
SERDAR TÜRKÖZ
Açık Lise Öğrencisi-Denizli
Dante mi şaşırmış yolu, yoksa ben miyim şaşkın Yolun ortasındayım belki; belki altı seneyi aşkın Yollar dere misali, üzerinde akan su biz Belki yıllar su misali, dere gibi aşınan biz Ne bileyim durak mı derya mı hedefimiz Neye bakar, nereye kadar görebilir gözlerimiz Kırk altısında dikildi taşı rahmetli Tarancı’nın Benim anım ne vakit ki, son günü mü hayatımın
63. Yunus Nadi Ödülleri sahiplerini buldu
Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu Yunus Nadi adına düzenlenen “63. Yunus Nadi Ödülleri”, sahiplerini buldu. Dört dalda verilen Yunus Nadi Ödülleri’nde Öykü ödülü, “Ayna Çarpması” adlı eseriyle Murat Özyaşar’a verildi. Murat Özyaşar, 1979’da Diyarbakır’da doğdu. Ergani Anadolu Öğretmen Lisesi’ni yatılı okudu. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Öyküleri Varlık, Adam Öykü, Notos Öykü Kitap-lık,İmge Öyküler, Kül Öykü, Mahsus Mahal ve Yaratım dergilerinde yayımlandı. Kitabı: Ayna Çarpması (Kasım 2008)
‘Puslu Kıtalar Atlası’nın yazarına ödül
Puslu Kıtalar Atlası, Kitab-ül Hiyel, Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri, Amat, Suskunlar romanlarının yazarı İhsan Oktay Anar, 2009 Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldu.
Tanpınar’ın ‘Huzur’u ABD’de yayınlandı
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Huzur’ adlı romanı, ABD’de yayınlandı. ABD’nin önde gelen edebiyat dergisi Publisher’s Weekly, eser için “ABD’li okuyuculara, bu olağanüstü romanı okumak için neden bu kadar beklemeleri gerektiğini sorduracaktır” ifadesine yerdi.
Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülü ‘Çıkrık’a verildi
Türk şiirinin tanınmış kalemlerinden Ceyhun Atuf Kansu anısına düzenlenen şiir ödülünün sahibi ‘’Çıkrık’’ adlı yapıtıyla Süreyya Berfe oldu.
yürek beni ağlar beni ister murat özkan beşikte unutulmuş aşklarım hepsi rüyalarımda gülşah alpağut bekleyişlerim beşik gibidir sallanmaktan yorulmuştur bedriye karapınar su sızsın kalbimin kuytu köşelerine yollarım kırık şimdi derya bozkurt
umutsuzluğun gölgesinde eriyip giden karamsar güneşimi arıyorum şeyda uzun aşkım büyük sefalet yol gelirse bitecek neşe şat bu güneş hepimizi savururken kim bilir hangi bebek beşiğe konmuş çizilmiş kaderi de nurdagül elkuş yakıyordu cam kırıkları uzaklardaki suyu beklerken sessiz seni serpil özmen
kırık kalbim oynamasın yerinden sen güneş gibi aydınlat beni nilüfer öztürk
umudumu her yitirdiğimde güneş doğdu kırık nehirlerimin üstüne elif çiloğlu
beşikte koca bir bebekle savrulan bir fidan olmuşsun harun demir
kalbimdeki yollar sana akıyor bir su olsam, güneşin ateşinde sönsem filiz çevik
‘İlk Roman’ yarışması
Everest Yayınları’nın, Türk edebiyatına yeni yazarlar kazandırmak amacıyla düzenlediği “İlk Roman” yarışmasına başvurular başladı. Everest Yayınları’ndan yapılan yazılı açıklamada, daha önce edebiyatın hiçbir türünde kitabı yayımlanmamış yazarların, ilk romanlarıyla yarışmaya katılabilecekleri bildirildi. Açıklamada, yarışmaya katılacak eserlerin, daha önce başka bir yarışmada ödül almamış olması koşulunun arandığı belirtildi. Yarışmaya son katılım tarihinin 29 Mayıs 2009 olduğu belirtilen açıklamada, sonucun Eylül 2009’da basın yoluyla açıklanacağı, ödülü alan roman dosyasının, Ekim ayı içinde Everest Yayınlarınca kitaplaştırılacağı kaydedildi. Ödül tutarının 3 bin TL olarak belirlendiği de duyuruldu. Açıklamada, seçici kurulun Müge İplikçi, Semih Gümüş, Erendiz Atasü, İnci Aral ve Cemil Kavukçu’dan oluştuğu belirtildi.
Elif Şafak ‘Aşk’ı yazdı
Elif Şafak son romanı ‘Aşk’ta Mevlana ve Şems’in ilahi aşkı üzerinden kitabın kahramanları Ella ile Aziz’in dünyevi aşklarına uzanıyor. Elif Şafak’ın son romanı Aşk yarın okuyucusuyla buluşuyor. ‘Aşk’, bir roman gibi görünse de aslında roman içinde bir başka romanı da sunuyor. Şafak kitabında biri günümüze ait, diğeri 1200’lü yıllarda geçen iki öyküyü anlatıyor. Başlangıçta ayrı gibi görünen bu iki öykü, bir ‘öz’de yani aşkta birleşiyor.
LPliSEPOSTASI
12
Yoksulların Kahramanı DEMET YILDIRAN arslanköy yahya aydın lisesi ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ
S
evgili Raskolnikov, oradan nasıl görünüyordu dünya? Denemekten bir zarar çıkmaz be Bir gün roman yazacak olsam veya bir film çekecek Raskolnikov. Hayatın gerçeklerini düşünceyle, hayalle nasıl değiştirebiliriz olsam seni başkahramanım yapardım. Belki seni dersen, değiştirmek istediğine bütün kalbinle inan… Buna beynini ve Dostoyevski’nin dünyasından çalmış olurdum. Ama düşünüyorum bedenini de inandırırsan olmayacak şey yoktur. da bu imkânsız bir şey. Çünkü sana hayat veren, seni yaşatan tek kişi Raskolnikov, sende olduğu gibi bende de beynimden bağımsız Dostoyevski. Zaten ben seni onun dünyasındaki hukuk öğrencisi olarak hareket eden bir kalp var. Yukarıda yazdıklarım beynimin, mantığımın seviyorum. Benim gibi binlerce insan da seni öyle seviyor. doğruları. Kalbimin doğrularını sorarsan, yaptıklarında ben hiçbir suç Sen parasıyla insan olduğunu zannedenlerin -zenginlerin- pis görmüyorum. Belki öldürmen bir hataydı. Ama sen bunu yüzlerce insanı çizmeleri altında ezdikleri yoksul insanların en büyük kahramanısın. Pis, kurtarmak için yaptın. İyilik yaptığını düşündün… Toplumun düzeleceğini diyorum; parlıyor olabilir; ama kirli paralarıyla yok etmeye çalıştıkları, düşündün… Bu kadar açlığın, sefaletin, haksızlığın içinde senin yaptığın yüzlerce masum insanın günahlarıyla parlayan çizmeler hata; iyiliğe, doğruluğa, barışa açılan bir kapı olacaktı belki onlar. de. Her yaptığının, her düşündüğünün arkasındayım Ne sen ne de Sonya, günahkâr ya da suçlu S en p a ra sıyla Raskolnikov. Mesela Sonya’ ya yardımını da onun ailesine değilsiniz. Siz sefalete, yoksulluğa mahkûm edilmiş insan olduğunu yaptıklarını da sonuna kadar destekliyorum. Sokakta, milyonlarca insanın canlı heykelisiniz. Gerçek suçlu zannedenlerin bankta bayılmış o kıza yardım etmen… Çok aç olmana yoksulları zavallı gören; ama asıl zavallı kendileri olanlardır. -z en gi n le ri n rağmen, cebindeki üç kuruşu ona verdin. Oysa o parayı da Toplumun sırtına kene gibi yapışmış ve onların kanını pis çizmeleri soyguncu, tefeci kadından borç almıştın. Bunların hepsi emen, temiz giyimli iki ayaklılardır. Böylelerini toplumdan altında ezdikleri senin bir melek kadar iyi olduğunu gösterir. Sen kötü alıp karanlığın derinliklerine sürmek gerekir. Sen ve seninin yoksul insanların biri değilsin. Ruh hastası ya da psikolojik deli de değilsin. gibiler de her zaman mutluluğu ve saygıyı hak ediyorsunuz. en b ü yü k Sen sadece fakirliğin, haksızlığın utancını sırtında kambur Kendine kötüyüm, diye haksızlık etme. Şöyle çevrene bir kahramanısın. gibi taşıyan, toplumda yok olmaya yüz tutmuş, namuslu bak. Hangimizin yanında sadece gözlerimize bakarak her insanlardan birisin. gün bir tas çorba ile ekmek veren var? Öldürmek çözüm müydü acaba? Bu senin İsmini hatırlayamadığım bir yardımcın var. kötülüğünden ya da cinayete meyilli olduğundan değil. O senden hiçbir karşılık beklemeden sadece kalbinin Sen her şeyin en iyisini düşünen, çok zeki birisin. Nerden anladın, temizliğine inanarak sana hizmet etti. O senin iyi biri olduğuna inandığı dersen cinayet anında ve cinayeti işledikten sonra seni de şaşırtan o için yanında. Ben de öyle Raskolnikov. ince fikirlerin… Savcıyla yaptığın laf oyunları… Baygınken bile aklını Belki bana soruyorsundur ‘Peki sen olsan ne yapardın, kalbini kullanman… Bana bunları düşündürdü. Ama öldürmek hiçbir şekilde mi dinlerdin yoksa mantığını mı?” diye. Doğruyu söylemek gerekirse ben çözüm olamaz. Sadece bir kaçış. Kaçmak da asla sana yakışmaz. O soğuk de ne yapacağımı bilmezdim. Nefsime uyup kalbimi mi dinlerdim yoksa kelime, iki hecelik karanlık kelime bir hukukçuya en uzak şey bence. mantığımı öne sürüp beynimi mi dinlerdim, bilmiyorum. Bildiğim tek bir Diyeceksin ki insan öyle bir duruma geliyor; gözü hiçbir şey şey var. Seni her yaptığına karşın seven kocaman yürekler var. Ben de görmüyor. Doğrudur. Ama bak arkadaşın Razuhumin’e, o da senin gibi bu yüreklerden biri olarak, hem kalbimdekileri hem de beynimdekileri gözü bazen hiçbir şey görmeyecek olanlardan. Ama o her şeye umutla paylaşmak istedim. bakmayı tercih ediyor. Dünyasında karamsarlık diye bir şey yok. Bir kış Şunu unutma Raskolnikov! Bu toplumun, bu kalplerin senin gibi boyu buz gibi sobasız odada uyudu. Şikâyetçi olmak yerine “Soğukta avukatlara ihtiyacı var! uyumak sağlığa faydalıymış.” dedi. Böyle yaparak kendini ısıtmayı başarıyor. Keşke dünyaya onun baktığı pencereden bakabilseydin. Acaba Roman Kahramanı: Raskolnikov - Suç ve Ceza
LPliSEPOSTASI
13
Bir aşk bitti Quasimodo! KAMURAN DENİZ akdeniz gazi lisesi MANSİYON ÖDÜLÜ
edebiyat
HABERLERİ
21 Mart Dünya Şiir Günü
Türkiye Yazarlar Sendikası, 21 Mart Dünya Şiir Günü nedeniyle gerçekleştireceği etkinlikte şiir kitapları dağıttı. 21 Mart Cumartesi günü, saat 12.00’de Tünel’de başlayan etkinlikte, Kemal Özer’in kaleme aldığı bu yılki Dünya Şiir Günü Bildirisi okunduktan sonra Tiyatro Fabrikası, usta şairlerin şiirlerinden oluşan “Şiir Tiyatrosu”nu sundu. Daha sonra şairler, şiir kitapları dağıtarak Taksim’e yürüdü. Taksim’den Maçka’daki Şairler Parkı’na gidildi. Beşiktaş Belediyesi ile ortaklaşa düzenlenen etkinlikte, Tiyatro Fabrikası, ikinci gösterisini sundu ve şairler şiirlerini okudu.
‘Yalınayak değildir şiir!’
erhaba Quasimodo, “Öncelikle ne yazacağımı On altısında aşkl bilmiyorum” diye başlardı bilindik a tanıştım. O, sank i tüm mektuplar, tüm hatıra yazıları. Ama bu farklı. Ne kafiyeli gökten inmiş ve bir şiire benzer bu ne de bir hikâyeye. Bu, görünmeyenle kanatları unutul muş oturmak, olmayanla konuşmak gibi bir şeydir kanımca. bir melekti. Öyl esin güzel, öylesine öz e Sen, beni tanımazsın. Ben de seni tanımıyordum. el On yedisinde ba … Seni, seni okuyarak, anlayarak tanıdım. Victor Hugo’dur şladı acısı. Ve şimdi on mimarın. Seni fiziksel olarak kötü nitelemiş olmasına kızma. sekizindeyken ha Buna karşın, tertemiz, içinde binlerce bembeyaz sayfası olan la devam ediyor sanc ısı. bir kalp vermiş sana. Bir de dünyalar güzeli Esmeralda… Bu mektubu belki okur, belki atar, belki de saklarsın. Onu bilemem. Tek umudum var: beni biraz dinlemen. 21. asırdan yazıyorum sana. Gerçekten geçmişe yazmak çok zormuş. Ama deneyeceğim. Çünkü ”Deneyen kaybedebilir, denemeyen zaten kaybetmiştir” mantığıyla çıktım bu yola. Ben on sekiz yaşındayım. On dokuza daha çok var. On altısında aşkla tanıştım. Daha doğrusu tanışmak zorunda kaldım. O, sanki gökten inmiş ve kanatları unutulmuş bir melekti. Öylesine güzel, öylesine özel… On yedisinde başladı acısı. Ve şimdi on sekizindeyken hala devam ediyor sancısı. Tek bir kelime bile konuşamazken, utancından gidemezken sevgilinin yanına, onu sevmek, sevmeyi becerebilmek ne büyük bir mutluluk. Lakin bir o kadar da acı. Peki, ama Quasimodo neden yenemiyor bu kalp bu utancı? Neden tutup da sevgilinin ellerinden haykıramıyor aşkını? Sen misali olmak vardı. Aşkını kalbine gömüp yaşamak… Uzaktan sevmek sevgiliyi, yakından özlemek… Fakat yapamadım, olamadım senin gibi. Denedim… Bir ay… Üç ay… On ay… Bir yıl… İki yıl… Ama sığmadı sevgilinin aşkı kalbime… İmkânsız bir aşka yelken açtım ben de. Hain bir melteme kapıldı sandalım. Alabora oldu. Battı. Umutlara mezar oldu dalgalar. Ve bir aşk, karşılıksız bir aşk bitti başlamadan. Neyse… Vaktini de aldım. Sen şimdi Esmeralda’nla uzun ve derin bir yolculuktasın. 21.yy’den sana ve Esmeralda’na sevgiler, saygılar ve selamlar…
M
Roman Kahramanı: Quasimodo - Notre Dame’ın Kamburu
PEN Şiir Ödülü bu yıl şair Kemal Özer’e verildi. Özer, ‘Dünya Şiir Günü Bildirisi’nde, ‘Hangi niteliklerle yüz yüze getirir bizi şiir?’ sorusunu yöneltiyor. 21 Mart Dünya Şiir Günü nedeniyle PEN tarafından şiir şöleni düzenlendi. Fransız Kültür Merkezi’nde Cumartesi günü 15.00-17.00 saatleri arasında düzenlenen şiir şöleninde Orhan Alkaya, Alişan Birlik, Fahrettin Çiloğlu, Enver Ercan, Konur Ertop, Tarık Günersel, Arife Kalender, Levent Karataş, Bilal Kayabay, Zeynep Köylü, İkna Sarıaslan ve Sennur Sezer de şiir ve görüşleriyle yer aldı.
2008’in en çok satan kitapları
NTV yayınlarından çıkan ‘Cahillikler Kitabı’ 2008’in en çok satan kitabı oldu. Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’ en çok satanlar listesinde, ‘Cahillikler Kitabı’ ve ‘Olasılıksız’dan sonra 3. sırada yer aldı. Geçen yıl Türkiye’de 32 bin çeşit yeni kitap basıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği Genel Sekreteri Metin Celal’e göre, satış rakamları düşüyor, çeşitler artıyor. Uzun yıllardır şiir kitaplarının çok satanlar listesinde yer almadığını söyleyen Celal, şiir kitaplarının okunmamasının en önemli nedenini şiir kitaplarının okuruna ulaşamaması olarak görüyor. İnternet kitapçıları İdefixe ve Kitap Yurdu’nun çok satanlar listelerinde de hiç şiir kitabı yok.
2008 YILI EN ÇOK SATANLAR LİSTESİ
Türkiye Yayıncılar Birliği’nin verilerine göre 2008’de en çok satan kitaplar: 1) Cahillikler Kitabı / John Lloyd - NTV Yayınları 2) Olasılıksız / Adam Fawer - A.P.R.I.L. Yayınevi 3) Masumiyet Müzesi / Orhan Pamuk - İletişim Yayınları 4) Allah İle Aldatmak / Yaşar Nuri Öztürk - Yeni Boyut Yayınları 5) Diriliş - Çanakkale 1915 / Turgut Özakman - Bilgi Yayınevi 6) Siz Kimi Kandırıyorsunuz / Soner Yalçın - Doğan Kitapçılık 7) Empati / Adam Fawer - A.P.R.I.L. Yayınevi 8) Kadından Kentler / Murathan Mungan - Metis Yayıncılık 9) Son Ada / Zülfü Livaneli - Remzi Kitabevi 10) Yaşama Yerleşmek / Üstün Dökmen - Remzi Kitabevi
2009 Metin Altıok Şiir Ödülü, Azad Ziya Eren’in
Kırmızı Yayınları ve Metin Altıok ailesi tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen “Metin Altıok Şiir Ödülü”; “Ars Requiem” ve “Bırakılma Koridoru” adlı eserleriyle Azad Ziya Eren e verildi.
LPliSEPOSTASI
14
Kaf Dağı’nın oğlu ÖMER ÇÖRTEN yenişehir özel içel koleji MANSİYON ÖDÜLÜ
B
u mektubun bir gün size ve kalbi sevgiye açık herkese ulaşacağı inancıyla, Tell’in sevgiye olan sonsuz inancıdır... Bunu henüz anladık. Tam da kaybederken... Hitabetin anlamından ziyade, bir tutam güler yüzün tüm duyguların Bizim gerçeklerimiz yalnız biz insanoğlunun ürünüdür, işte bundandır ki hayat hep umutsuz bir kimliğe tercümanı olacağına inandığım her mektubumda; sana ve sizlere yalnız bir bürünür. düş kadar uzakta olmanın mutluluğu ve bu coşkunun verdiği cesaretle, “Bir mektuba nasıl giriş yapılır Yalanlar mı? Bizi yüceltenler; sevgiye, mutluluğa düşen en kısa yol mudur? Çizmeli Kedi misali sadık bir dost, ?” arayışını gereksiz buluyor, düşlerimizin ve sevginin samimiyetine sığınarak sözlerime başlıyorum... küçük yalanlar, oyunlar ve mutluluk getiren birkaç manalı söz... ... ve sana Kaf Dağı’nın oğlu sana ve tüm dostlarına atfen... Fakat bizim gerçeğimizde devler ne bir fareye dönüşür ne de kural tanırlar, bilir misin kardeşlik; bizim krallarımız Kaf Dağı’nın ardında kalan umutlarımız, hayalî sevgilerimiz, bulutlardaki düşlerimiz zindanlara ya yoktur; ama buralarda bir kedi sözüne ancak bir deli inanır... da kalelere sığmayacak kahramanlarımız ve düşlerimizle sade hayatımızın tek rengi olan, gerçek Deliler bile bir kral karşısında el pençe divan durur çaresiz, itaatkâr, tıpkı gerçek olmayacak kadar gerçek olan olmayacak kadar güzel ya da bu fani terimle etiketlenemeyecek kadar kıymetli ve sonsuz... dostlarımız gibi... Belki de, yalan en çok Pinokyo ‘yu bu denli küçük düşürür. Oysa Pinokyo insan olmanın Olmayana hasret bu günlerde hissettiğim bir zarfa konamayacak, sayfalara sığmayan; bir pulla değer gereğini bir periden daha önce bulmuştur... Bizim de Pinokyolarımız vardır, kardeşlik, etten kemikten olup kalpleri biçilemeyecek bu mektubu karalarken, her zamanki gibi sayfalarca umut ve doğrunun insana verdiği tahta değeri bile taşımaz insanlığı evvelden terk ettiklerinden bir sunta soğukluğu ve bir odun boşluğu taşırlar... o tadı ilginçtir ilk kez düşüneceğim. Belki de gerçek aslında düşleri sistemler içinde mahkûm bırakmaktı. Oysa kuralsızlıkta bir kuraldır ve inanmak Gerçek olmayacak kadar güzel olanın, aslında en, gerçek olduğuna ve sona bir düşlere insanoğlu için en büyük silahtır. Bremen Mızıkacılarını hepimiz biliriz, farklı adım daha yaklaştığını bilerek, garip tamlamalardan uzak, yalın ve kaçarcasına seslerin güzel harmonisidir bazen çatlak seslerde olur hani bir horoz gürlemesi gibi; ama ortak düşlemek üzerine... paydası sevgi saygı olunca hoşgörü aydınlatır yüzleri. Bizim gerçeklerimiz Kötülerin zaman zaman anlık nazlarına rağmen rövanşında galibiyetten bu denli Aynı olmak aynı düşünmek der gerçek, lügatine girdiği her düşü bir bir silerek. y a lnız b emin olduğumuz başka kaç hayatımız oldu, ait olmak nedir ki fani bir kalıba? Gerçek; sevmek belki de düşlere kulak vermek kalbe. Belki de iç dünyamızda mutlu sevmeyi ve insanoğlunizun Peki, o halde gerçek hangimizdeydi, hangimizindi sandıklardan çıkarılmayı düşleri umutlan düşleyerek yaşamayı seçmek “Alice” gibi harikalar diyarında... ürünüdür, işte bekleyen oyalı düşler, gerçek sanılan yapmacık ve sahte gülüşler... Ey Kaf dağının oğlu! Sevgi kalplerden önce o dağın ardında ardın da doğdu... b u n d Yıllar sonra karanlık ve derin uykusundan uyanan, Uyuyan Güzel’in sevgiye ve Bir Keloğlan türküsüdür düşler ya da mehtaba karşı söylenen bir “Rapunzel” şarkısı and ki hayat hır umuda uyanışı mı yoksa daha hiç gülememiş; fakat düşlerinde tebessüm etmeyi kalelerden aşağı, dağlardan öte, ufka yakınca. ep umutsuz düşlerken, yüzünde sizin oralardan kalma sebepli bir mutlulukla, toprağın Gerçek; gerçeğe hasret hatırlanmayı bekleyen nasipsiz düşlerimiz sadece, belki bu bir kimliğe dudaklarına alnını dayayarak, mai bir uykudan uyanmayı bekleyen kadınlar, sebepten yazmayı düşünmüşümdür bu mektubu günlerce... Masallarda b ü rü nür. çocuklar… destansı bir gece, yalan tadında umut ikliminde. Kendi gerçeğinde boğulan sevgi; mistik ve biraz, insan sadece... Bu yüzdendir ki biz hasretiz zamansız gülüşlere doğmayan günlere. Güneşe, masalsı Hayat sade ve naif yaşanmalıdır derim. Bir Pamuk Prenses bilincinde; güven üstüne düşlerimiz en aşikâr gerçekte... kurulmuş ve hepsini ayrı ayrı severek, yargılamadan sorgulamadan 7 den 70’e Kelimeler anlamsız kalır düşlerimiz nezdinde; masallardan öğrendiğimiz kucaklamak kardeşçe... ve kaybolan düşlerimiz “evet evet!” aslında çocukken gerçek nedir biliriz... Bazen bu sevgi katlanmayı gerektirir tüm zorluklara! Bir de “Kül Kedisi” misali bakmalı hayata Bu yüzdendir kardeşlik; saf değil duygularım ve mısralar önemsiz, akla zeval doğruların tek tek üstünü beklenmeli midir? çiz! Arzular, hep bir balo akşamına kadar saat 12’yi vurunca bozulur mu sihri ömrün? Bizim 12’miz vuralı Postalanmak üzere pulsuz bir mektup ve içindeki düşler, ne kadar inanırsak bize o kadar gerçek, bir gemi var ufukta Kaf Dağı’na gidecek, Kaf Dağı’nın oğlu bana: “Boş versene arkadaş sen benden daha çok olmuş, sözde hayatı biraz daha yaşanabilir kılmak maskesi altında... masalsın diyecek...” Evet, bizimde Robin Hood’larımız var; Fakat onlar artık ne fakirlik ne de fakirin halini biliyorlar. Bir gün biliyorum kardeşlik senden cevap gelecek... Bu nasipsiz çocuk toprak olup göçecek gerçeği yalnızca o mektubu taşıyan güvercinler bilecek. Eh! Haliyle düşsel kalıp farkından kaynaklanan bir takım yorum farkları olmuyor değil; Ama sen bunları zaten biliyorsun değil mi? Yöntem aynı zenginden alıyorlar, zengin oluyorlar, halktan 3 alıp halka 1 veriyorlar. Bunun adına ise halk refahı diyorlar... Kahraman: Birden fazla masal kahramanı… Bizim Robinlerimiz biraz ahmak maneviyatının manasını kavramış olacaklar ki bir Pollyanna masumiyetine bürünür; bizse Pollyanna ‘nın iyi niyetli düşleriyle düşlemek zorunda olanlar... Bilir misin, aslında her zaman hasret kalınan William Tell’in cesareti ya da bu cesaretin getirilen değil
LPliSEPOSTASI
15
FelsefeözgürolanşeydirSofie! MAHCURE YAV tarsus cumhuriyet lisesi MANSİYON ÖDÜLÜ
S
evgili Sofie Amundsen! Her şey ve her şey bir satırbaşından ibaretti yalnızca. Kırmızı başlıklı kızın sepetinden dağılıyordu savaş mültecilerine gönderilen gıda Yazgı, çerçeveleme tarzında hüküm sürdüğü için, o en büyük tehlikedir. yardımları. Kırmızı başlıklı kızın ninesi sevmiyordu belki de tavukgöğsünü, patlıcan pilakisini… Bu tehlike kendisini iki yolda ifade eder bize; örtüsünü açan şey en Savaş mültecileri tatmayacaklar mıydı şimdi tavukgöğsünü, kamplarında. Ve şimdi yaşlı beyaz kısa sürede insanı bir nesne olarak değil de, onunla yalnızca hazır-destek olarak ilgilenir ve kurdun midesindeki ninenin canı istemeyecek miydi tavukgöğsünü… nesnelsizliğin ortasındaki insan hiçbir şey değil, fakat hazır-desteğin düzenleyicisidir. O zaman Kulübenin önündeki kayıkla Alberto Knox ile birlikte yolculuk yapman Sofie, Osman Hamdi’nin ‘’Kaplumbağa Terbiyecisi’’ adlı tablosu kadar nostaljik geldi bana. Nostalji olan başka insan, aceleci düşüşün en kıyısına gelir.15. yaş gününde ‘’Kimsin sen’’ isimli notu gizli ve bir şey daha var ki ‘’Cogito Ergosum’’ (Düşünüyorum o halde varım) sözünde olduğu gibi soyut esrarengiz bir şekilde bulman, en iyi arkadaşın olan Jorün ile tanışman, Alberto Knox’u tanıman bir öğe olan gerçeği Sum Ergo Cogito’dur(Varım o halde düşünüyorum) tarzında değiştirmek var ve kendini bir felsefe serüveninin odak noktasında görmen bir yazgındır Sofie. Peki sen bu yazgı ya Sofie, Sofie Amundsen! Satır başı içerisinde rolünü nasıl oynadın? Napolyon’un kaderi, Fransa’nın yazgısının bir parçasıdır. Jostein Sanata 50 yılını vermiş, estetik kaygıların dürtüsü ile yoğunlaşmış ve 70 yaşına hasta yatağında girdiğinde ‘’iyi misin’’ sorusuna hayır yanıtını nedeni ile birlikte söyleyerek(-İyi değilim Gaarder’in kademeli olarak daha geniş toplulukların yazgılarına aittir. Öğrencilerin, Norveç çünkü bu aralar ne birine ben aşığım ne de birileri bana) bu ümmete hizmet aşığı olan ‘’Geothe’’ halkının ve hatta üniversitenin son olarak da ‘’Batı’’ diye adlandırdığımız şeyin yazgısına aittir. sözü ile başlamanız! –‘’Üç bin yıllık geçmişini bilmeyen insan günübirlik insandır. Günübirlik Norveç bir yazgıya sahip olacaksa ,’’Jostein’’ taraftarlarından her biri ‘’Jostein’’ kadar bir kadere olmamak için’’ kitabın evrensel çıkarımlarına katkıda bulunduğunu söylemem mümkündür… sahip olmalı mıdır? ‘’Jostein’’in öğrencileri onun kadar bu konularda söz Sofie’ciğim! Seninle bu satırlarımı paylaşmak bana candan bir mutluluk veriyor. sahibi midir Sofie? Hölderlin’ in şiirinde; Bu satırlarımı okurken beni mütemadiyen bir arkadaşın olarak algılamanı Yorumlanmayan imgeleriz, temenni ediyorum. Mektubumun sonuna adım adım yaklaşıyorum satır K ır m ızı başlıklı Hiç hissetmeyiz acımızı, fakat o hep içimizde başı. Mr. Knag senin robotlara olan ilgiliğini satır aralarında bahsetmiştim k ız ın sepetinden Yitirdik dilimizi yabancı topraklarda sanırsam. d ağ ıl ıy ordu sava Senin kendini var oluşun içerisinde bilmen, kartezyen düşünce 25 Ocak 1979 tarihinde, Robert Williams, Ford fabrikasında mültecilerine ş geleneği ile, onkoloji ile tanışman gereğini sana uyarlayan Alberto Knox, çalışırken bozulan bir robot kolunu onarmaya çalışırken, tekrar çalışır gö n d erilen gıda seni yaşama bağlayan ereksel nedenindir artık. Özgürlüktür gereğince ya hale gelen kolun kafasına vurduğu darbe ile hayatını kaybetmişti. Robotlar rd ım la rı. Kırmızı Alberto Knox. Özgürlüğün özü, orijinalliği bakımından ne istençle ne de insan ba tarafından öldürülen ikinci insan ise Kenji Urada adlı Japon mühendisti. şl ık lı kızın ninesi istencinin nedenselliğiyle ilişkilidir. Özgürlük, açık ve aydınlanma anlamında, se Kenji Kawasaki fabrikasında onarmaya çalıştığı bir robotun mekanik kolu vm iy ordu belki yani üstünü örter. Salt yasaların zorlamasını içerir. Felsefe özgür olan şeydir d tarafından öğütme makinesine itilerek ölmüştü. Kitabı okuduğumda bunlar e ta vu kgöğsünü, Sofie! ile ilgili konuşmalarını göremedim. Mr. Knag satır aralarına yazmayı unutmuş p at lıcan Afrikalı bir Şaman’ın Sinagog’daki bir Musevi’ye özenmesi, senin galiba. Ya da Hilde Molier Knag’ın ilgi alanına girmiyor senin bu ‘’Made in Seri p il ak isini… içerinde bir şüphe akımının doğmasına, demografik hareketlerin değişmesine katillerin ‘’ Eğer bir gün başka bir kitapta Alberto Knox ile yazılma şansına sebep olur. Dogmatizmin katı kurallarına uyan bir geleneğin bünyesinden sahip olursan kitabın ilk nüshasını bana göndermeyi unutma. Ya da ben bir kopup çıka gelen; ‘’Süprüntüden felsefe olmaz’’ kuramını özümseyen gün ilk kitabımda sizi farklı bir biçimde yazarsam sana Mr. Knag ve Hilde Binbaşı’nın size kurduğu kompleler, kaçışlar ve kendinizi kurtarma çabalarınız Molier Knag’ı Karanlık orta çağ Avrupa’sına kont ve konteks olarak göndermeyi düşünüyorum bilim-kurgu kitaplarını aratmayacak ölçüde olduğunun kanısındayım. satır başı. Belki de bu kitabın isminde bana Jostein Gaarder yardımcı olabilir. Bu benim yazgım Gelecekteki teknolojik gelişmeler arasında yer alan uçan arabalar makinenin olabilir Sofie, sistematik hareket kavramına göre düzenlenerek, Newton’un yerçekimi keplerine uygun ‘’Yağan soğuk bir karda sıcak bir bardak çay ile olarak hazırlanmak üzere başka bir deyişle de ‘’Arabayı süren şoför mü pilot mu?’’ istifamını Oturmuşum bir dostu beklerken, karşılayacak nitelikte bir önsezi olup, bilim insanlarının çalışmalarına ışık olmaktadır. Siz, Önümden geçen bir sis perdesi gibi görünmeyen kırmızı bir Mercedes ile Hilde ve babasının önünden geçme sahnesi,’’King- Kong’’ Gelirsin belki…’’ filmlerindeki macerayı aratmayacak nitelikteydi Sofie. Alberto Knox’a selamlarımı söylemeyi unutma 15. yaş gününde partisinde bütün yaşanılanların sadece Hilde Molier Knag’ın doğum Gelip seni bulacaktır kaderim dediğin, günü eğlencesi olduğunu ve vakit kaybetmeden binbaşının bilincinden süzülüp çıkmak istediğini, Ve sorgulayacaktır nedir bu halin? başta annen ve konuklarınıza anlattığın an, içimde bir önsezinin oluşmadığını inkar etsem, Kendine iyi bak Sofie, yalan söylemekten korkarım Sofie. Aslında her şey sadece her şey Birleşmiş Milletler Lübnan Hoşçakal, gözlemcisi Mr. Knag tarafından kurgulanmıştı ve sizde bu kurgunun içerisindeydiniz. Milli mali Yazgın bu senin her şey gönlünce olsun dostum… müşavari’nin anlamsız ve soğuk tavırları, Bayan Ingebrigsten’in sorumsuzluğu daha önceden Roman Kahramanı: Sofie Amundsen - Sofie’nin Dünyası kurgulanmıştı. Ve Sofie bilmen gerekiyor ki bu senin yazgındı, bu Alberto Knox’un kara yazgısıydı.
YDS•ÖSS•SBS Çankaya Mh. Silifke Cd. Armağan İşhanı No:49/3 Mersin 0324. 239 04 08-09 / 0505. 453 29 21 / 0505 642 25 89