Lise Postası, sayı 5

Page 1

N 5 Bahar 2011 ISSN:130B-996X


LPliSEPOSTASI

LPliSEPOSTASI Mevsimlik Edebiyat Dergisi Mersin Gazi Anadolu Lisesi Yayınıdır Sayı:1

Nisan 2011

ISSN:130B-996X Okul Adına Sahibi Musa Malkoç (Okul Müdürü) Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Deniz Gönüllü denizgonullu@gmail.com Editör Pınar Karakaya (11. Sınıf ) Yayın Kurulu Türkan Kanar (11. Sınıf ) Nevruz Akaslan (11. Sınıf ) İlknur Ceylan (11. Sınıf ) Dilan Akgül (11. Sınıf ) Yayın İnceleme Kurulu Tuncer Köseoğlu (Müdür Yrd.) Kadir Soğuksu (Öğretmen) Zülfü Gül (Öğretmen) Mürsel Adal (Öğretmen) Yönetim ve Yazışma Mersin Gazi Anadolu Lisesi Akdeniz/Mersin Telefon ve Belgegeçer: 0324 336 40 74 e-posta: lisepostasi@gmail.com web: www.mersingazilisesi.meb.k12.tr www.lisepostasi.blogspot.com Grafik Tasarım Deniz Gönüllü / onegrafik.com Baskı Güven Ofset-Mersin / 231 14 16 Temsilcilikler Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi Bilal Önoğul Cemile Hamdi Ongun Lisesi Selnur Ilgın Güneş Çağdaşkent Anadolu Lisesi Fatih Bar Yusuf Kalkavan Anadolu Lisesi Sezen Kuyumcu Toroslar Lisesi Alican Çiçek Salim Yılmaz Lisesi Gamze Çelik Pozcu Lisesi Emine Kenkeş Dumlupınar Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi Aslı Atardağ Tevfik Sırrı Gür Lisesi: Şevval Özden Dosya başlığındaki dizeler: Yahya Kemal Beyatlı şiiri “Aheste çek kürekleri / Mehtap uyanmasın” >>Gönderilen yazılar yayımlansın yayımlanmasın iade edilmez. >>Yayımlanan yazıların sorumluluğu eser sahiplerine aittir. >>Gazetemiz, Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan “İlköğretim ve Ortaöğretim Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğine (Madde 24)” uygun hazırlanmıştır. (13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı R.G.)

Y

aşama ve yazma sevinciyle tazelenmiş yepyeni bahar sayımızla herkese içten bir merhaba! Hızla tüketilen anlara güzel anlamlar yüklemek istedi liseli. Harika duygularını kelimelere sararak bir kez daha paylaştı kendi postasında ve bu sayısında da onlarca liseli gönlünü koyarak Lise Postası’nda birleşti. Ne de olsa birçok yazar, şair dergilerde yetişmiştir hep. Lise postası da geleceğin muhteşem yazarlarının ‘amatör okulu’ oldu 5. sayısında… Yine neler neler paylaştı liseli; yaşama tat katan romanların kahramanlarına içten, sıcak mektuplar yazdı. ”Okuyan da okunan da insandır” düşüncesiyle kendi şiirlerini yazdı. Serbest platformda sınav sistemi hakkında konuştu. Lise Postası ekibi, liseliyi ‘edebiyatın gençlik aşısı’ olarak görerek bizleri daha da umutlandıran, birbirinden güzel öyküler yazan Cemil Kavukçu’yla söyleşi yaptı. İnsanları giderek Dünya’dan soyutlayan Facebook ve benzeri platformlar hakkında sordu soruşturdu, ilgi çeken bir dosya hazırladı… Ve başardıkça başardı liseli; çünkü postası “Eğitimde İyi Örnekler” konferansına gidiyor, Türkiye’yle buluşuyor, sesine ses bulmanın sevinciyle… Lafı daha fazla uzatmayalım, liseli haydi sayfaları çevir, çevirdikçe kendini bul edebiyat denizinde…

Eğitim Reformu Girişimi tarafından 9 Nisan 2011’da Sabancı Üniversitesi’nde düzenlenecek olan 8. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’na Lise Postası kabul edildi. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı 2011’e çeşitli okul, üniversite, kamu kuruluşu, sivil toplum kuruluşu ve özel kuruluşlardan olmak üzere 1097 başvuru yapıldı. Konferansta, 71 başvurunun sözlü ve 40 başvurunun da poster olarak sunulmasına karar verildi. Ayrıca TÜSİADERG Meslek Eğitimi Özel Başvuru Alanı kapsamında 8 sözlü sunum ve 1 poster sunum kabul edildi. İyi Örnekler Konferansı Dünyanın hızla değişmesi, eğitimin sürekli geliştirilmesini de kaçınılmaz kılıyor. Bu süreç, ancak çok yönlü olduğu ve eğitimin tüm paydaşlarını kapsayabildiği oranda başarılı olur. Eğitim sisteminin eksik ve aksayan yönlerine rağmen eğitimde iyi örnekler yer ve koşullar ne olursa olsun var. Önemli olan bu uygulamaların fark edilmesi ve paylaşılması. Eğitimde İyi Örnekler Konferansları (İÖK) iyi örnekler üzerinden, sadece eleştirmenin bir adım ötesine geçerek çözüm üretmeyi ve eğitim sistemimizi geliştirmeyi hedefliyor. Bir Konferans’tan öte Eğitim Şenliği niteliğini taşıyan İÖK’te özel oturumlar, farklı alanlardaki uzmanlar tarafından yürütülen atölye çalışmaları, film gösterimleri, sergiler, sivil toplum kuruluşlarının ve Milli Eğitim Bakanlığı birimlerinin eğitim alanındaki projelerini tanıttıkları köşeler de yer alıyor. Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) her yıl düzenlediği İÖK, eğitimin tüm paydaşlarını iyi örnekler etrafında bir araya getirmesi açısından önemli ve öncü bir örnek oluşturuyor. İÖK gönüllülük esası etrafında özellikle öğretmene ve öğretmenler arasındaki diyaloğa yaklaşımı ile farklı bir anlayış yansıtarak alternatif bir hizmet içi eğitim modeli oluşturuyor. İletişim ve İşbirliği Platformları Sabancı Vakfı’nın katkıları ve Sabancı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 2004 yılından bu yana gerçekleştirilen konferanslara, 2004’te 450, 2005’te 550, 2006’da 700, 2007’de 900, 2008’de 1500, 2009’da 2000 ve 2010’da 1700 olmak üzere 8000’e yakın kişi katıldı. Konferanslarda, aralarında Milli Eğitim Bakanlığı temsilcileri, öğretmenler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşlarından temsilciler, veliler, özel sektörden eğitime ilgi duyan kişiler ve öğrencilerden oluşan katılımcılar, 850’yi aşkın uygulama ve materyal örneği etrafında bir araya geldi.


LPliSEPOSTASI Cemil Kavukçu, 1951 yılında İnegöl’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeofizik Mühendisliği bölümünü bitirdi(1976). Öyküleri, 1980 yılından bu yana çeşitli dergilerde yayınlandı. Patika adlı yapıtıyla 1987 yılında “Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü ve 1996 yılında “Uzak Noktalara Doğru” adlı öykü kitabıyla “Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı’nı kazandı. Kitapları, Angelacoma’nın Duvarları, Başkasının Rüyaları, Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak, Dönüş, Dört Duvar Beş Pencere, Fırat’a Karışan Öyküler, Gamba, Gemiler de Ağlar mı? Mimoza’da Elli Gram, Nolya, On Üç Büyülü Öykü, Pazar Güneşi, Selo’nun Kuşları, Suda Bulanık Oyunlar, Temmuz Suçlu, Uzak Noktalara Doğru, Yalancı Öyküler, Yalnız Uyuyanlar İçin, Yol Öyküleri, Gölgesi Güz (yayına hazırlayan) Keder Atlısı (yayına hazırlayan)

Öykünüzdeki bir kahraman kitabın bir başka öyküsünde hatta başka bir kitabın başka başka öykülerinde karşımıza çıkıyor. Böyle bir tarz, başka öykücülerde rastlanmadık bir tutum. Okur olarak bu çok hoşumuza gitti. Bu nasıl gelişti, tesadüf mü, bilinçli bir seçim mi, yoksa hayatın ta kendisi mi? Öykü serüvenimi üç döneme ayırıyorum. 1981-1992 yılları arasında yazdığım öyküler ve bu süreçte yayımlanan üç kitabım (Pazar Güneşi, Patika, Temmuz Suçlu) benim ilk dönemimin çalışmaları. Daha sonra yayımlanmış olmasına karşın Yalnız Uyuyanlar İçin’i de bu dönem ürünleri arasında sayabilirim. Öykücülüğümün asıl sıçrama noktası, 1995 yılında yayımlanan ve bir sonraki yıl Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanan Uzak Noktalara Doğru adlı kitabımdır. Bu da benim ikinci dönemimin başlangıcı olmuştur. Sözünü ettiğiniz, öyküler arasında ilmikler atarak dolaşan karakterler bu kitabımda ortaya çıktı. Bilinçli bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Bu soruyu ben de sordum kendime. Yanıtını bulmak için biraz gerilere gitmem gerekti. Küçük yaşlarda çizgi roman okumayı çok severdim, hâlâ da seviyorum. Çocuk aklımla, Tommiks’teki kahramanlar neden bir gün Teksas’taki kahramanlarla karşılaşmaz diye düşünürdüm. Uzak Noktalara Doğru kitabımdaki Ormanın İçlerine Doğru öyküsünde, bu kahramanlar anlatıcının önünden peş peşe geçerler. Öykü kişilerimi başka başka öykülerde dolaştırmak bu çocukluk düşüyle ilgili olmalı diye düşünüyorum. Sözünü ettiğim ikinci dönem de Başkasının Rüyaları kitabımla kapandı. Hatta orada Düğün öyküsünde başka kitaplardaki kahramanlarımı da bir araya getirerek bir veda partisi verdim. Tasmalı Güvercin ile öykücülüğümdeki üçüncü dönem başlamış oldu. “Raci” neredeyse tüm kitaplarınızda karşımıza çıkan en belirgin kahramanlarınızdan biri. Raci’ nin yazamadığınız, size dert olan, keşke yazabilseydim dediğiniz bir başka hikâyesi var mı? Raci gerçek biri. Ancak, ben onu bir öykü kişisine dönüştürürken değiştirdim de. Onda olmayan özellikler eklediğim gibi, gerçekte olmayan, kurguladığım birçok olayın içine soktum onu. Zengin ve aykırı bir yaşamı var. Yaşadıkları, anlattıkları, başkalarından duydukları ya da uydurdukları hep ilgimi çekmiştir. Yazılmamış birçok hikâyesi var. Aradan geçen yıllarda kimbilir daha neler birikmiştir. Yaşar Nabi Nayır ve Sait Faik Öykü Ödüllerinizi aldığınızı biliyoruz. Şimdilerde ise adınızı öykü yarışmalarının jüri üyeliklerinde görüyoruz. Ödül ve yazar ilişkisine dair neler söylersiniz? Özellikle ilk yapıtlara ve gençlere verilen ödüllerin özendirici, yüreklendirici olduğunu düşünüyorum. Benim için de öyle oldu. İlk öykü kitabım Pazar Güneşi 1983 yılında yayımlanmıştı. Bir beklenti içine girmiştim ama ne edebiyat

çevresinin ne de okurun ilgisini çekebilmiştim. Benim için bir düş kırıklığı olmuştu ilk kitap. Dört yıl sonra 1987’de Patika adlı dosyamla katıldığım Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nde birinci olunca kendime güvenim gelmişti. Şimdi de birçok yarışmada jüri üyesiyim. Katılımcıların ne tür bir beklenti içinde olduğunu bildiğimden yapıtları titizlikle okuyup değerlendiriyorum. Beş yıldır yapılan Liseler arası AB Öykü Yarışması’nı da önemsiyorum. Gençler arasında çok yetenekli kalemler olduğunu görüyorum. Bunların ortaya çıkarılması, desteklenmesi gerekiyor. Jürilerde görev alarak payıma düşen sorumluluğu yerine getirdiğimi düşünüyorum. Yeni kuşak öykücülerinden öne çıkanlar kimler sizce? “Has edebiyatla” buluşabilmek için kimleri/neleri okumalı? Yeni kuşak öykücülerin seslerini duyurabildikleri yerler edebiyat dergileri. Özellikle Sözcükler ve Notos dergilerini izlemelisiniz. Buralarda kendilerini kanıtlayan yazarlar daha sonra kitaplarıyla da okurlarıyla buluşuyor. Yeni kuşak öykücüler arasında öne çıkan birkaç önemli ad var. Bunlardan biri Fadime Uslu. Pupa Yayınları arasında çıkan ilk öykü kitabı Büyük Kızlar Ağlamaz’ ı öneririm. Geçen yıl Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü Kağıt Gemiler dosyasıyla alan Ayşegül Çelik (Kitap Yapı Kredi Yayınları arasında çıktı), Kadri Öztopçu, Ahmet Büke, Seyit Göktepe, Gamze Güller, Pınar Buzluk, Yalçın Tosun ilk aklıma gelen yeni kuşak öykücüleri. İleride bunların kendilerinden daha çok söz ettireceklerine inanıyorum. Notos Öykü dergisinin yaptığı “Yüzyılın En İyi Kırk Öykücüsü Soruşturması”nda yüzyılın en iyi on öykücüsünden biri seçildiniz. Bu nasıl bir onur? Hiç beklemediğim böyle bir sonuç karşısında şaşırdığımı belirtmeliyim. Soruşturmaya katılanların değerlendirmesi beni çok mutlu etti. Her ödül, her onurlandırma sorumluluğunuzu bir kat daha arttırıyor. Okulumuzda da en çok okunan iki yazardan birisiniz. Liseli gençlik tarafından bu denli seviliyor olmak sizin için nasıl bir duygu? Bu da benim için bir ödül, hem de büyük bir ödül. Zaman zaman gençlerle bir araya geliyor, söyleşiler yapıyor ve onların sorularını yanıtlıyorum. Böyle buluşmalar sonrası umudum artıyor, yarına daha güvenli bakıyorum. “Lise ve edebiyat “ dersek neler söylersiniz? Edebiyatın gençlik aşısı derim. Kültürel mirası devralıp bir adım ileriye götürecek, ne istediğini bilen donanımlı ve kararlı bir kitle derim.


LPliSEPOSTASI

Sevgili Emma Bovary, Sana yazıp da yırttığım altıncı mektubum bu. Her seferinde seni eleştirmek amacıyla başladım mektuplara; ama yapamadım. Kalemim seni eleştiriyordu yaptıklarından dolayı. Fakat ben eleştiremiyordum. Ben yazdıkça sen, direniyordun adeta. Sonunda yıldım ve sana hak vererek yazmaya başladım. Seninle ilk tanıştığımda o kadar şaşırmıştım ki… Sabit değildi duyguların. Sen yeni arayışlar içine girdikçe ben şok oluyordum karşında. Sonra anladım ki sen bir örnektin. Etrafımda senin gibiler çoktu. Sen sanki onların sesi olmaya çalışıyordun. Kimi zaman mutlu bir aile istiyordun, kimi zaman yakışıklı bir sevgili… Yatılı okuldaki düşüncelerini okuduğum zaman evliliğin senin için iyi olmayacağını düşünüyordum. Çünkü sen ne aradığını bilmiyordun. Doktorla evlendiğin gün garip bir duygu çökmüştü içime. Gerçekten Emma, aile, evlilik bir çözüm mü? Bir insana hayatının sonuna kadar bağlanacağına dair yemin etmek mi “Kutsal Aile Kurumu”? Elbette bunlar zor şeyler. Kocanın senin mutluluğun için çırpınması beni güldürürdü. Çoğu zaman ben de isterdim mutlu olmanı. Hayat böyle mutlu olma çabalarıyla geçiyor zaten. Ama sen bu oyunları oynamayacak kadar büyüktün. Yeni taşındığınız şehirdeki o genç adamı anımsıyorum. Senin etrafında dönüp duran o genç adamı. Ne kadar hoşuna giderdi onun güzel tavırları. Oysa o, bir gün o küçük şehri terk ettiği zaman sen ağlamıştın. Oyuncağını kaybeden küçük bir çocuk gibi. Bana insanın avuntulara önem vermesi gerektiğini, o gün öğretmiştin. Kocanla yeniden mutluluk oyunları oynamaya başlamıştın. Hatta bir ara onu sevmeye zorlamıştın kendini. Ama başaramadın. O her akşam evine geldiğinde, şöminenin karşısında otururken sen bunalımlar geçiriyordun. Ben de senin bunalımlarının haksız olduğunu düşünüyordum; ama yanıldığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Hayal kuruyordun Emma. İstiyordun ki zengin bir hayat, yakışıklı bir eş, bitmek bilmez davetler… Bunalımlı günlerinin birinde Rodolphe adında yakışıklı bir çiftlik sahibini tanımıştın. O adama kısa sürede aşık olduğunda ben yine şaşırmıştım. Bir umuttu senin için. Hayata tutunmak için bir dal vazifesindeydi. Eşini o adamla aldatırken zevk alıyordun. Akşamları kocanın karşısında oturmak, o evde olmadığı zamanlar sevgilinle yatmak… Bu senin için bir zaferdi. Bazen hayatın akışı böyleydi Emma. Bizim için kötü olanı yaparken ondan zevk almasını biliyoruz. Sen bir gün kendini maddi olarak bitirdin. Manevi çöküşünü görmek zordu. Rodolphe seni bıraktığı zaman yıkılmış gibiydin. Elindeki bütün paranı bitirdiğinde her insanın yapmaktan korktuğu şeyi yaptın: İntihar ettin. Ben bu ölümü bekliyordum Emma. Arayışları bitirmek için yeni bir sevgili yahut zengin bir hayat yeterli değildi senin için. İyi mi yaptın bilmiyorum ama. Aslında sen hayattan intikam aldın. Şunu unutmadım ki sen namus saçmalığından, maddi kayıplardan, sevgisizlikten dolayı ölmedin. Sen hayatın sana yaşattıklarından intikam aldın. Sen dünyanın her yerinde buhranlar yaşayan kadınların ufak temsiliydin. Sen basit bir özneydin Emma. *12. sınıf

Sığınacak limanların kayboldu. Şşş. Sus. Sil gözünü. Dinle! Kimi kaçışlar boşlukta son bulur, yalnızlığın ürkütücü sonsuzluğunda. Limanlar sis olur o zamanlar. Kaçışın yoktur, kaçtığına teslim olursun. En çok neyden kaçılır? Sözlerden mi yoksa gözlerden mi? Ne fark eder ki? Sözler... Onların odak noktası senin hiçliğindir. “Yoksun aslında!” der sana. Gözlerse seni görmez bile. Alayla boşluğuna bakar, bakar ve güler... İşte o an kaçmak istersin. Kaçmak istersin, limanlar sis olur Görünmez. Kaybolur. Şşş. Sil gözlerini. Bırak kendini hiçliğine. “O” sensin. Kaçma, kaybol sen de. Dokun küçük ellerinle hiçliğine. Sözlerine, muhtaç gözlerine. Dokun ona, kendi içine. İçin içine hasretken kayıp limanlar niye? Şşş. Sus. Dinle içini. *Cemile Hamdi Ongun Lisesi, 12. sınıf


LPliSEPOSTASI

K

öşesine çekilmiş, eli yüzünde, gözleri bir noktaya bakarken bir şeyler düşünüyordu. Sanki hiç kimse onu görmüyordu. Herkes bir şeylerle uğraşıyordu. Annesi elindeki örgüyü hızlı hızlı örüyor, ablası kanaviçedeki kumaşın üzerine işleyeceği renkleri seçip ipleri ayarlıyor, kardeşi de sobanın kenarında duran minderin üzerinde, sırtını duvara yaslayıp, elinden hiç düşmeyen oyuncağı ile oynuyordu. Kardelen’in aklından bugün okulda işlenen dersteki konuşmalar geçiyordu ve gözlerini kapatınca o anı yaşıyordu sanki. Bugün öğretmen üçüncü ders sınıfa girdikten sonra, bu derste sohbet edeceklerini ve konunun aile olduğunu söylemişti. Kardelen her zaman ki gibi suskundu fakat diğer öğrenciler, öğretmene seslerini duyurmaya çalışıyordu. Öğretmenin bir iki lafından sonra sınıfta sessizlik sağlanmıştı. Öğretmenin sorduğu sorulara, sınıftakiler bu sefer parmak kaldırarak cevaplar veriyorlardı. Konu anneydi. İnsan annesinden neler bekler demişti öğretmen. Biri, daha fazla arkadaşlarımla vakit geçirmeme izin vermeli; biri, harçlığım yetmiyor az veriyor bence bir çocuğun harcamalarını düşünerek elini cebine atmalı, bir başkası ise ders çalışmam için çok zorluyor gibi yakınmalardan bahsediyordu. Öğretmen bir de Kardelen’e bu soruyu sormak istemişti. Kardelen ayağa kalktı. Çok farklıydı. Beyaz yüzü, yüzüne düşen perçemi, uzun uzun kirpikleri iri ve mavi gözleriyle adeta bir kartpostalı andırıyordu. Fakat gözleri parlamıyordu. Durgun durgun, sönük bakıyordu. Öğretmenin ona sorduğu ‘’anne’’ sorusuna, önce durdu düşündü biraz ardından da “Hiç, hiçbir şey öğretmenim hayatımdan memnunum.” demişti sadece. Dersin ardından öğretmen bu sefer de “baba” ile ilgili bir yazı yazmalarını istemişti. İş bu sefer Kardelen için çıkmaz bir yol alıyordu. Birden zil çaldı ve evin içindekiler telaşlı telaşlı hareketlenmeye başladılar. Annesi kapıyı açtı, ablası mutfağa gitti, Kardelen gözlerindeki yaşı kazağının koluna sildi ve fark ettirmeden ablasının yanına, ona yardıma gitti. Annesi, “Bey kızlar hazırlıyor, şimdi hazır olur yemek, zaten her şey hazır.” diyordu. Ablası her şeyi hazırlamıştı. Masada açılmayı bekleyen rakı, sürahide su bekliyordu. Önce yemek yendi. Ardından evin erkeği kendi yerine, yani masasına geçti. Annesi bunları hazırlıyordu. Çünkü dışarıda içince bir de kumar oynuyordu. En azından evde içince şişeyi bitiriyor, Kardelen’e, ablasına, annesine basit sebeplerle kötü, kırıcı laflar söyleyerek uyuyordu. Dışarıda içince bir de dövüyordu. Evet, acımadan hem de, o küçük çocuğa bile acımıyordu. Bir seferinde yine sobanın köşesinde oturan çocuğa “sen bana o herifi hatırlatıyorsun” diyerek vurmuş ve onu elinden almaya kalkan zavallı kadına söylemediğini bırakmamıştı. Kardelen sofrayı toplamış ve artık ders yapması gerektiğini düşünüyordu. Fakat bugün bir türlü derse başlamak istemiyordu. Annesine yalan söylemiş ve dersinin olmadığını, uykusunun geldiğini söyleyerek yatağına geçip bir süre odanın sessizliğinde düşündü. Keşke, keşke gitmeseydin, bizi yarım bırakmasaydın, bak annem ne kadar mutsuz, belli etmiyor; ama anlıyorum. Ablam ve annem kendi kendilerine bir şeyler yapıp satarak evi geçindirmeye, bir de o benim dilimin söylemediği ve asla senden başkasına söyleyemeyeceğim kişiye içki parası kazanıyorlardı. Artık her şey çok kötü. Bugün öğretmen “anneniz” dedi, beklentiniz dedi. Hiç, hiçbir şey dedim. “Babanız” dedi, bir şeyler yazın dedi. Ben seni yazamam ki, senden ben ne beklerim, hem sen artık yoksun, uzaklardasın, dönemezsin ki… Ben seni yazamam, bir şey bekleyemem ama sen benden bir avuç toprak, su bekler misin ki… Bunları içinden düşünürken sessizce ağlıyordu. Gözyaşları yastığına süzülüyordu. Bir süre ağladı, ardından gözleri kapandı ve kendini uykunun kollarına bıraktı.

*12. sınıf *Babasız Kızlar Balosu, Perihan Mağden şiiri – Baba Zula şarkısı

Eylül ayının her mavi gününde Genç bir erik ağacı sessizdir. B.BRECHT Ardında bir şey bırakan, Kendinin ardında kalmıştır. SARTRE En zor şey, karanlık bir odada bir kara kediyi bulmaktır, Özellikle odada kedi yoksa. KONFÜÇYÜS İnsanlar gülüyordu de trende, vapurda, otobüste yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle... Cem KARACA Ölüm bir ölse Başkaları ölmeyecek. NERUDA Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne, Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne. Nazım HİKMET Gecenin kanatları kırık bir saati var, bilmem bilir misin? Hasan HÜSEYİN Seni bilmek ne uzun kelime ne acayip ilgi... Cemal SÜREYA Özgürlüğün geldiği gün O gün ölmek yasak! Cemal SÜREYA Ak bir yaban güvercini gibiydin aşk vişnelere bulaştın kirlendi beyazın Behçet AYSAN Ah kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Gülten AKIN


LPliSEPOSTASI AK YAŞAM

BAZEN

bazen rdından ilmektir tlı bir bakışın a b a y la k sa ta güldüğü gözlerin acıları e ısını en köhn ktir bazen v kırmız le a i e k a m il d arayab n ardın bir gülü ş u m u r ku zen rı ektir ba n yıldızla görebilm nlıktaki parlaya ra sahte ka azen mektir b hıçkırıklarını il b a y la an eğin ğan beb yeni do ını lar kalp atış ktir bazen e m il an duyab ri ardınd le ü lt ü r şehir gü k şarkısını lulu bir mut zen ektir ba ğmen insanı m il b e v e s a ra ataların bütün h ilmektir bazen ab ve yaşay an op adan içinde k ya aldırm a ın t ır f rı hiç bir lu yarınla o d t a y ha 0. sınıf NÜL, 1 Ö G l ü g Ayşe

YAL N aynı y IZ ve NA üzler ZIM aynı s esler anlatı lan şe yler her h is kılıçla settiğimde r sap onlar la her g ı ördüğ nıyor bed enim ümde sırat e oluyo r her o yüzleri bir ad ımım ve eli me a l ı yorum dört dö yaşan nüyor dü kalbimi n ıl yaşat maz dediğ ya kalemim ıyor k im he de endis r an ini aynı a ş utanm ıklar adan lakay tekra ts r ve be evdaların lıyorlar ı nim g ibi ya sığınıy lnı o Nazım rlar her d zlar efa gibi u stalar sında a Serca n KA RATA Ş, 12 . sınıf

SUZ

M YORU

OL

MA YAN

UM Seb UT epsi LA Hem z ba RIM ğ ı r d m e Mev a d k eri tı s Soğ im buz nden, i yalnızlık uk ı ç ssız kesti ıs inden çı gece ın mde amıyor ğlık çığl Han ık g um upu Aca iniz tan artık z u n b bir k Susu a hang ıyor be aran n i z i b , lık han Göz kaldım iriniz g lerim yolla geçmi iniz an de d ş lı r urm da vak ine ağlıy yor Def i t a o ksız t ın b artık da r Artı erimde ir ço r k be o va cuk alıyor Yüz yaka ümd n hayat rdı bir d a rıyo Kap e r ı kap mavi küstüm e hüzün anıy gözle , ba d o l n u or a r Tuğ rtık , bir de a da kü yıllar çe Ç n sa kö eye ETİN yara pük kö ynalar , 10 r umu pük y . sın aşla tlar ıf r

m e örüyoru bir ışık g nmeyen yerind ü r yolun gö ciddi ok bazen ç şey gülmece er ikçe bazen h l insanları sevd ze hayat gü sabah ir pırıltılı b orkuyorum nk ama be acık lar yapm davranış i yolcuyum en bense y an sözcükler ay etik olm lücükler gü sorunlu il aşkı değ sevgiyi, i seçmişler et hep nefr u yansıtır h u gözler r yu a duygu şarkılars i cevaplayayım in hangi bir psız soruyu va e hangi c ınıf İR, 10. s M E D a Hüly


LPliSEPOSTASI liseliye öneriler KİTAP İnsanların çoğunda çocukken büyüme isteği, büyüdükten sonra ise çocukluğa dönme isteği vardır. Ben, büyümeyi özgür olmak için isterdim. Sonra gördüm ki, büyüdükçe daha da tutsaklaşıyormuş insan. Seninle beraber büyüyen sorumluklar, gitgide artan yükler, hep hafifleyecekmiş gibi beklediğimiz ve her geçen gün belimizi biraz daha büken sorunlar. Büyümek süslü bir ateş gibi gelir bana. Önce çekici görünür seni içine alır ve yavaş yavaş kavurur. Bedeninde bir yanık izi olmaz; ama ruhun birbirine yapışır. Hepimiz o ateşin içine çekiliyoruz. Akan zamanı durduramadığımız için büyümek kaçınılmaz bir bekleyiştir. Zamana karşı verdiğimiz savaş ve bu savaş sonrasında gitgide değişen bize ait görünmüyormuş gibi duran bedenimiz. Kendimize ve bedenimize yabancılaşıyoruz. Evet, büyüyoruz ama artık büyümek istemiyoruz. Büyümek bazen sonu gelmeyen dipsiz bir kuyu ve göze alamadığımız içimizdeki kadar büyümüş bir karanlıktır… Ruhumuzda biriken taşlar ağırlaştırıyor bizi. Bu kirli taşları içimizden koparıp atmak istiyoruz; ama biliyoruz ki bu taşlar bizim eserimizdir. Bu hayatta ardımızda bırakacaklarımızdır. Kim bilir belki yaşama sebebimiz, belki de ölüm sebebimizdir… Büyümek, kendine imrendirir, peşinde koşturur, sana hayaller kurdurtur ve seni öyle bir noktaya çeker ki seni senden tiksindirir. Ve sen hala onun peşinden koşarsın. İnsanlarla beraber içlerinde büyüyen güvensizlik, şüphe, çıkarcılık insanlığı aşağılayan bir bakıştır. Kimi zaman faturası ağır kesilmiş bir hayattır büyümek. Küçükken bize söylenen beyaz yalanların ardından gerçek acımasız yalanları öğrendik. Minik yüreğimizi bir tebessüm sevindirir, ıslak kirpiklerimizi bir şeker kuruturdu. Artık şeker yerine para kurutuyor her şeyi. Bir mum gibi hayatımız küçülüyor, hayatımız küçüldükçe biz büyüyoruz. Gitgide azalan nefesimiz dışında her şey değişiyor. O da bir gün bir yerde son bulacak, işte o an büyüdüğümüz son noktadır. İnsanların bu dünyada yapabileceği en güzel şey küçülmeyi istemeden büyüyebilmektir. Tıpkı bir mumun ardına bakmadan yanması gibi. *Mersin Anadolu Lisesi, 12. sınıf

Bu sabah vücudumda Yeni bir duyguya rastladım Kırılgan bir şeydi. Gülün hakikati, yalansız dikensiz Ömrüme ekleniyor. Sonbahar aşkımla koşuyordu. Yüz bin kez uyandım Kendime kaçıncı kez hayat buldum. Sokak çocukları gibi İlk duvarlarda öğrendim görmeyi Şimdi öyle bir sıcaklıkla Dokunmak istiyorum ki kalbine Sendeki aşkı görmeyi istiyorum.

Cemal Süreya, Feyza Perinçek-Nursel Duruel Can, (Biyografi) Yanlış Hikayeler, Kadir Öztopçu Can,(Öykü)

DERGİ

İz, İki Aylık Fotoğraf dergisi Sıcak Nal, İki Aylık Edebiyat Dergisi

MÜZİK

Hayat, Jehan Barbur Kağıt Evler, Emre Aydın

TV PROGRAM

Anadolu’da Zaman, TRT HABER Her Cumartesi, 09.25 Sanatla 30 Dakika, TV 8 Her Çarşamba, 20.40

YER

Kınalı Ada (İstanbul) Munzur Vadisi (Tunceli)

İNTERNET izedebiyat.com karakutu.com

SİNEMA

The Truman Show, Peter Weir Üç Maymun, Nuri Bilge Ceylan

*Listelerde sıralama, alfabetik sıraya göre yapılmıştır.


LPliSEPOSTASI

Facebook ve diğer sosyal paylaşım platformları günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Hızlı ve kolay iletişim yolu olarak haklı bir ilgi gören bu platformalar pek çok sorunu da beraberinde getirdi. Liseli gençlik bunu sorguladı. Liselinin bakış açısı, sorunlar, tehditler, alternatif çözümler… İşte her yönüyle Facebook dosyası!

Facebook ve benzeri sosyal paylaşım platformları bizim için ne ifade ediyor? Bu tür yazışmalar genel olarak büyük bir zaman kaybıdır. Dünya’nın küçük bir köye dönüşmesinin en somut örneğidir. Bireyi dış dünyadan tamamen soyutlayan, insanları sosyalleştirmekten ziyade asosyalliğe iten 21. Yüzyıl oyuncaklarının en tehlikelisidir. Bu platformlar tıpkı kalabalık bir meydana bırakılmış ağzı açık kafes gibidir ve insanlar bu kafese girdiği andan itibaren tamamen gerçek dünyadan kopuyor. Sorunlar a) Sosyal yaşama, aile ilişkilerine ve arkadaşlıklara etkisi Birey tamamen yalnızlaşıyor. Aile ve arkadaşlık ilişkilerinde sevgi kavramı giderek yok oluyor. Yüz yüze yapılması gereken sohbetlerin bu paylaşım siteleriyle ya da genelleme yaparsak bilgisayarlarla yapılması insanlar arası ilişkilerde büyük sorunlara yol açıyor. İnsan ilişkilerini zayıflatıyor ve insanları giderek dar kalıplar içine sokuyor. Tek düze, doğal olmayan ilişkilere ve paylaşımlara sebep oluyor. Bu durum aynı zamanda yanlış ilişkilerin doğmasına, yanlış çevrelerin oluşmasına yol açıyor. İnsanlar, giderek soysal yaşama tek çerçeveden bakılabilecek bir anlayışa alışıyor. İletişimi dejenere etmekte ve uzansak dokunabileceğimiz arkadaşlarımızı tuşlara dokunarak sahte bir diyalogla ihmal etmiş oluyoruz. b) Sağlığa etkisi Özellikle çocuklarda anatomik bozukluklara yol açmaktadır. Zamanla bel- boyun ağrılarına neden olmakta ve ileride daha büyük sağlık sorunları oluşmasına sebep olmaktadır. Bu tür yazışmalarla uğraşarak aynı zaman da bilgisayarın radyasyonuna maruz kalınmaktadır. Ciddi göz bozukluklarına neden olmaktadır. İskelet bozuklukları meydana gelmektedir. Ruhsal sağlık anlamında bizleri ötekileştireceği için yalnızlık ve yalnızlık psikolojisi oluşmaktadır. Uzun süre bilgisayar başında oturmaktan kaynaklanan baş ağrısı ve eklemlerde tutulmalar baş göstermektedir. c) Okul başarısına ve kitap okumaya etkisi Çok vakit harcanmasından dolayı derslerde, okulda başarısızlıklar baş göstermektedir. Dinlenme ve dikkat bozukluğu oluşmaktadır. Kitap okuma alışkanlığını ciddi bir oranda tehdit etmektedir. Bu tür platformlar popüler olanın okunmasına neden oluyor. Oysa popüler olan günübirliktir. Bunları okuyan insan ise günübirlik olur ve gerçek edebiyatla buluşamaz. d) Psikolojik etkisi İnsanları monotonlaştırmaktadır. Bireyi zamanla silikleştirmekte ve yalnızlaştırmaktadır. Kişi giderek kendini ifade etmede yetersizlik

çekmektedir. Bireyde anlaşılamama kaygısı oluşmaktadır. Bu tür yazışmalar sosyal ilişkileri yozlaştırmakta ve kişiyi bencilleştirmektedir. Stres ve tatminsizlik baş göstermektedir. Kişiyi giderek gerçek dünyadan koparmakta ve şizoid bir dünyaya hapsetmektedir. Bireyde özgüven eksikliği oluşturmaktadır. Günlük hayatta iki arkadaşına çay söylememiş bir insan profiline yüzlerce kişiyi eklemektedir. Duyarsızlaşmak ve çevreye karşı tepkisizleşme baş göstermektedir. Tehditler - 20 yıl sonra insanları bekleyen sorunlar İnsanlar gelecekte mekanikliğin etkisi altında olacaklar ve giderek aralarına soğukluk girecek. İlerleyen zamanlarda tüm işlerin, uğraşların bu sitelerden yapılabilmesi insanlar arasında büyük bir kopukluk yaratacak. Yabancılaşan ve robot haline gelmiş insanlar, insan ilişkileri olacak. İnsanlar bir süre sonra oldukça bencil, duyarsızlaşmış, sınırlanmış, doğallığını kaybetmiş robotlar olarak yaşamlarını sürdürecekler.Tüketmedikçe kendini boşlukta tüketen insanlar olacaklar ve giderek üretimden uzaklaşacaklar. Sadece tüketimin olduğu bir dünya korkunç olacak.Teşhircilik tehlikeli boyutlara ulaşacak. Sosyal etkileşimin azaldığı ve niteliksizleştirdiği bir ortam, aynı zamanda insanlarda güven duygusunun zedelendiği ve şüpheciliğin arttığı bir dönem oluşacak. Bireyler giderek hipnotik duruma gelecek. Değerler giderek yok olacak ve küresel beyin çökmesi yaşanacak. Asosyal ve bencil ve yalancı insanlar oluşacak.Sağlık problemleri ve ekonomik problemler büyüyecek. Ne yapmalı? Hayatı ölçülü yaşamak öncelikli olarak bireyin sorunudur. Bu sorunu önce birey çözmelidir. Yani her şey ‘SEN’le başlar. İyi bir yaşamın, ölçülü bir yaşamla ilgili olduğunu düşünüyoruz; aslında doğru ölçünün ne olduğunu kimse bilemez; ama sosyal hayata dönmek isteyen bir insanın kendisi için doğru ölçüyü bulmaktan başka çaresi yoktur. Bu tür platformlara kolayca ve aile izni olmadan bağlanmayı sağlayan internet kafelere yaş sınırlaması getirilmeli ve bunun denetiminin sıkıca yapılması gerekmektedir. Bireyin sanal alışkanlıklarının toplumsal hayatın içindeki uyumu nasıl olumsuz etkileyeceğine dikkat çekilmeli ve bireye hatalarını fark etmeyi öğreten eğitim çalışmaları oluşturulmalı. Cep telefonundan ücretsiz olarak Facebook’a bağlanmak kesinlikle kaldırılmalıdır. Alışkanlığın oluşmasını engellemek için bu tür sitelerin kullanımının ailelerin denetimi altında olması gerekmektedir. Okullarda öğrencilerin cep telefonu kullanımı denetlenmelidir. Facebook üyeliği, veli iznine bağlı olmalı veya 16 yaşa çıkarılmalıdır.


LPliSEPOSTASI Sayfa editörleri Pınar Karakaya Türkan Kanar

Ben burada bırakırım derim. (Uğur Bal) Kabusum... Rüyamda bile x3’ lerle uğraşıyorum(Mahsum Gündoğdu) Sen de haklısın! (Erdinç Gizli) ‘Hayat’ derim... (Fulya Yıldız) Benden uzak Allah’a yakın ... (Hicran Dal) Felaket...(İrem Deveci) Yorum yapacak değerde bulmuyorum kendilerini. (Türkan Kanar) Başkaldırış... (Belma Aydın) Aydınlığımı karartan uzun, karanlık bir tünel. (Nevruz Akaslan) Öğrenciyi soydum, başucuma koydum ben bir sınav uydurdum. (Ali Çağdaş Küçükkubaş) Saçlarımın beyazı... (Selma Aydın) İkisini de atlatırız üstüne şampanya patlatırız. (Dilan Akgül) Korkma kalbim geçer acısı, ilk defa mı sınava giriyorsun sen? (İpek Taş) Ben bilmem annem bilir. (İlknur Ceylan) Saçma sınavlar serisi (Şule Sevim) Ya tamam, ya devam. (Sinem Çetin) Kızgın bir şelalenin karşı tarafıdır, yüzmeyi bilen karşıya geçer, yüzmeyi bilmeyen sürüklenip durur. (Mehmet Nedim Çetin) Haydi, sallayalım bunları. (Seda Dönmez) Girmek zorunda olduğum karanlık iki oda. (Hasan Arslan) Bana kurban bayramını hatırlatıyor. Tek farkı kurban bayramında koyun kesiliyor, sınavda da biz kesiliyoruz. (Yüksel Uğur) ÖSYM ‘ nin adaletsiz öğrenci seçimi. (Aslı Nasıf )

Sıkıyorsa teke tek gelsinler! (Umut Çetin) Allah bu sınavları bildiği gibi yapsın... (Cengiz Şimşek) Iyyh, midem bulandı. (Kezban Demir) Hayat biter sınav bitmez. (Muhammet Arslan) Hayat sınavsa biz bunu da geçeriz. (Evin Boz) ÖSYM ‘ nin deneme tahtası. (Kader İmdat) Ölüm ve yaşamı ayıran çizgi. (Özlem Menteş) Hayat kadar zor... (Ayşegül Kızıl) Kalksa da kurtulsak. (Sibel Türker) Keşke sınavla değil de espiriyle üniversiteye alınsaydık... (Mehmet Ali Taş) Gereksiz bir at yarışı. (Havva Ergün) Hayatıma anlam kazandıracak. (Ece Yaşlı) Bir arı kuşunun ömrü bir gündür, bizimki ise sadece üç saat... (Suphi Deniz Uflazoğlu) Arka planında çok ciddi bir sorun; ama bir gerçeklik olarak ‘ ne istediğini bilen gençler için basit bir basamak ‘ . (Zülfü Gül) Yoruldum girdiğim Sınavlardan... (Şeref Taçyıldız) Bahara açılan son kapı. Kapının ardı bahar... (Kadir Soğuksu) Sistemin ve düzenin içinde, öğrencilerimizi, sıkıştıran ve her yıl yüz değiştiren bir yapboz. (Sertaç Senday) Rüyamda görsem korkarım. Görgü kurallarına aykırı. (Mustafa Gümüş)


LPliSEPOSTASI

Onca kargaşanın ardından korktuğum yerdeyim. Şaşkınlık, merak, dalgın bakışlar, soğuk koridorlar ve işte burası. Birkaç kez gitmekle gitmemek arasında kaldığım fakat sonunda hep gittiğim mahkemeler. Yargıcın ‘’karar’’ sesiyle oluşan can kırıklıkları şimdi geride, ufuk çizgisinin de gerisinde kaldı. Yeterli kanıt bulunamadığından buraya atıldım. Tek suçum o Allah’ın cezası silahı o anki korku ve merakla karışık hissettiğim duygunun yoğunluğu yüzünden elime almamdı. Sonrada kendi kuyumu kazar gibi polisi olay yerine davet etmemdi. Bir ceset ve yanımda bulunan silah, bir de parmak izleri, tabi ya parmak izlerim onları nasıl unutabilirdim ki aslında çevremdeki gözler hep bir suçlu aramış gibi yoğunluk bende toplandı. Pek de şikâyetçi değildim bu durumdan, vicdanım rahattı. Dışarda gidecek yerim ve ardımdakiler olmadığından şanslı bile sayılabilirdim. İşte yeni bir hayatın kapıları açılmıştı. Hapishane… Ne kadar da soğuk bir kelime. Koğuşun, ya da artık koğuşumun demeliydim, evet koğuşuma girdiğimde odak noktası kesilmiş bedenim tepeden tırnağa. Bu kareleri yaşarken sanki yukarılardan bir yerden kendimi izliyordum. Dış dünyadan soyutlanmış ve bana gösterilen yatağı çoktan benimsemiştim bile. Etraftan hep aynı dudak hareketleriyle duyularıma işleyen aynı ses “Allah Kurtarsın”. Neden bu zamana kadar o cesedin orda olduğunun sebebini hiç düşünmemiştim. Tepkisizdim, her şeye herkese karşı tepkisiz. Vicdan konusu çemberin dışındaydı. İçinde olan ise, sahi içinde olan neydi? Bu soruya cevap arıyorum fakat bir süre sonra bile unutuyorum. “Allah kurtarsın kardeş.” Başım aşağı doğru sağ ol manasında eğdim. Ritmik hareketlerle yatağımın ayakucuna oturdum. -Senin hikâyen nedir? , seni buraya düşüren ne? Burada olmayı, düşmek olarak adlandırıyordu. Bu sorulara yabancıydım. “Vicdanım rahat” deyip lavabonun yerini bilmeden ayağa kalktım, ama şansım yaver gitmişti. Bulmuştum. Arkama bakmadan oradan uzaklaştım ama o adamın şaşkın şaşkın arkamdan baktığına yemin edebilirdim. Aynanın yarısı yoktu. Musluklar damlatıyordu, aldırmadım, yüzüme çarpan suyla afallamış gibi kendimi seyrediyordum. Siyah saçlarımın rengi kül rengine geçiş yapmış, sözlerim içine çökmüş gibiydim. Kendimden uzaklaşmış gibiydim adeta. Adımlarımı sayar gibi ağır ağır yine ordayım. Farklı bir ses duymuştum bu sefer. -Duydunuz mu vicdanı rahatmış… Birbiri ardına gelen mide bulandırıcı kahkahalar. Sinirim bozulmuştu ama aldırmadım, kendimi şanslı diye ilan ettiğim yer tam bir tımarhaneydi. Aman Allah’ım! Bu adamlar hep mi böyleydi, yoksa beni çömez olarak mı görüyorlardı? Onların arasına karışma gibi bir isteğim yoktu. İlerleyen zamanlarda bu değişir mi bilmiyorum. Hepsi aynı fabrikanın ürünü gibi korkunç görünüyordu. Heriflerin hepsinde katil kılığı vardı. Hoş bulunduğum yerde asiller derneği değildi. Bu düşüncelerimi kovarak uyumuşum: Kapılar açılmıştı, artık onca katilin arasında değildim, yine çöpten kâğıt toplayarak onları satıyor ve boğazından bir kaç lokmanın geçmesini sağlıyordum. Haliç’in martılarına simit atıyor, bir yandan da yiyordum. Sakin bir yaşam tarzının içinde huzurdaydım. -Ahmet ağabey adamı uyandırmak farz oldu. İki saattir kıpırdamadan yatıyor. -İsmini de bilmiyoruz ki. Duyuyordum; fakat gözlerimi açmak istemiyordum.

-Tamam, beyler ben iyim diyerek gözlerimi araladım. Sanırım dikkat çekmeyen biri olmam bile dikkat çekmişti ki kıpırtısız uyuduğum fark edilmiş. -Amma uyudun be birader. Kalabalık sessiz gölgelerle dağıldı. Gözlerim halen yarı kapalıydı. Birinin hala tepemde olduğunu hissedebiliyordum. Yanıma oturdu. Onu dinlediğimden emindi ki bunu bana yansıttı. -Bak kardeş burada yenisin, seninle daha sık sohbet etmek isterdim; ama yarın tahliye oluyorum Allah’ın izniyle. Şu gördüğün kafese sana bırakıyorum. Ona da içindekinde iyi bak. Burası da gurbet sayılır herkesten uzaksın. Sana biçilen günlerde eğer gelirlerse görüşe çıkıyorsun. Ne kadar donuk değil mi? Eğer gelirlerse. Burası morg gibi, soğuk, Her şeyi özlüyor burada insan, yolu, arabayı, sokak lambalarını, ağaçları… Çok uzun zaman oldu bunların sadece ismini duyalı. Yarı kapalı gözlerimle meçhulü dikkatle dinlerken bir yandan da kafesin içindekine göz gezdiriyordum. “Neden ben? “ demek geliyordu içimden; ama ya üşengeçliğimden ya da gereksiz bulduğum için sormadım. “Eyvallah!” dedim. Evet, onca lafın ardından sadece tek kelime dökülmüştü. Kafesi yarın almam gerektiğini düşünerek kısa bir sessizliğin ardından. “Sağ ol.” Eliyle omzuma iki kere vurarak kendi sınırına gitti. Bedenim de ruhuma eşlik ediyor, bana ağır geliyorlardı. Dört duvar içinde bir kafes, kafesin içinde küçük bir yürek. Çarpıyor, tokat gibi çarpıyor bazen. Yüreğiyle dilleniyor. Başka bir alfabeden konuşuyor. Suyunu veriyorum, her gün aynı, hiç azalmıyor. Yemiyor, içmiyor, sadece çarpıyor. Anlamıyorum önceleri, her dakika bir sonrakinin nöbetini tutuyor. Ama olmuyor, soğuk dört duvar, soğuk demir parmaklıklar. Var olduğuma kanıt bir şu yatak bir de bu içi hasret kokan kafes. Kelimeler bile terk etti beni, konuşmuyor. Dili olsa da söylese, bir söylese, bir anlatsa, ama yapmıyor, yapamıyor. Sessiz çığlıklarıyla meydan okuyor bana “Hadi bakalım küçük pehlivan!” diyorum. Şimdi bulutlarla buluşma zamanı. Sırattan geçer gibi geçiyoruz, sonra… ve sonra bulutlar. İşte ordalar, hep aynı yerde. Çekiyorum maviliği içime, öyle ya daha ötesi gitmiyor ciğerlerime. Oysa şimdi Haliç’in suları yüzümü yıkasa, benimle buluşsa sonra da bayramı yaşatsa, o mutlukta kaybolsam, boğulsam… Martılar Haliç’e dalıp çıktıklarında oluşan halkaları duyumsasam… Küçük pehlivanın sesiyle geliyorum kendime. Özlemimi duymuş gibi kana kana içiyor bu defa suyundan. Hafif ama ışıltılı bir ses geliyor kulağıma. İstek dışı bulutlara bakıyorum. Bir sürü küçük pehlivan var orda. O kadar çokluğun içinde benim küçüğümün yokluğunu bilir gibiler. Sürekli aynı dairesel hareketlerle hamle yapmamı bekliyorlar. Usulca açıyorum kafesin kapısını. Yüreği çarpıyor, çarpmıyor adeta kanat çırpıyor, kafa tutuyor benim ürkekliğime. Elime alıyorum. Aynı yerde buluşuyoruz. Bakıyorum… Bakıyor… Sonra özlediği sonsuzluğa kanat çırpmaya başlıyor. Gardiyanın sesiyle tekrar soğuk yatağıma dönüyorum; ama şuram serbest kalıyor, sıkıntım uçup gidiyor. Öyle bir serbest kalıyor ki bir daha tutuklanmıyor. Küçüğüm gökyüzü kesiliyor, Haliç seni bekliyor. *11. sınıf


LPliSEPOSTASI sanat

HABERLERİ Sensizliğe alıştı yüreğim. Aramıyor eskisi gibi kokunu bedenim. Dönüm noktasıydı belki hayatımın. Kalmadı gördüğümdeki heyecanım. Titremedi ellerim. Hızlı atmadı kalbim. Gidişin değildi bana koyan. Sebepsiz infaz ettin kalbimi. Bağladın boynumu darağacına. Acımadın titreyen yüreğime. Zehirden sapsarı olmuş bedenim korkunç gelmedi gözlerine. Belki, belki bir özür borçluyum sana kim bilir. Hayatına girdiğim için mesela. Elini tuttuğum veya seni sevdiğim için özür dilerim. Paylaşmayı bilmediğini bilmeden yaptım bunları. Dudaklarından çıkan tek kelimeydi hayatı bana zindan eden. “Git”… Söylemesi kolay ama ağır geldi anlamı bana. Anılar vurdu hançeri kahrolan gönlüme. Kaldıramadı kalbim belki de veya unutmak kolaydı sana göre. Her şeyi bir köşeye atabilmek, kendine iyi bak diyebilmek. Hem de iyi olamayacağımı bile bile. Adım atmak zordu, gidemiyordu senden bir adım öteye. Miras olarak bıraktın son bakışını gözlerime. “Yolun açık olsun.” demek isterdim ben de. Veya “gitme kal.” “Bitti” den sonra gururundu seni konuşturan. Alıştım yokluğuna sevgilim. Hayalinle yaşamayı öğrendim. Gülmek daha bir güzeldi senin yanında. Ağlamanın ayrı bir tadı vardı senli geçen dakikalarda. Vatanda toprak, oruçta ekmek gibi muhtacım sana. Daha bir heyecan doluydu bedenim yanında. Yalana yer yoktu sevgimizde. İhanet nedir bilmedik, görmedik gözlerimizle. Hani son kez sarılmak istemiştin ya bana; bir daha görmeyeceğin için beni… Sıkıca bağlanmıştın hani soğuk bedenime. Oyuncak görmemiş çocuklar gibi heyecan verirdin bayramlık gönlüme. Biliyordum çok yakınımdaydın, tam karşımda! Ama bir o kadar da uzak bana. İki yabancıydık sanki aynı düzlemde. “Soytarım” derdin bana. Seni en çok güldüren bendim, öyle söylerdin. Koca kız yanında çocuk oluyordu seni mutlu edebilmek için. O çocuk büyüdü ve senin yerlere göklere sığdıramadığın soytarın öldü. Kimse sen olmadı gidişinden sonra. Tutamadı hiçbir varlık yerini. Kalamadı kimse senin kadar yüreğimde. Hani limanımdın benim. Benden limanımı bırakmamı istiyorsun. Gemi hiç terk edebilir mi limanını? Koy elini bir kalbine, oradayım her ne kadar görmesen de. Bahaneler hazırdı, ay şahitti terk edişine. Sensizliğin her anında bir çizik daha attım duvara. Şimdi kocaman hüznüm oldu benim. Sel oldu gözyaşlarım. Sesin haram oldu bana. Doyamadım o güzel gözlerine. Sevmediğim için gittiğimi sanma sakın! Gemi uzaklaşmak zorunda kaldı limanından. Sevmek, sevmek bazen gitmekmiş; en çok da bunu öğrettin bana. Sanırım çok yalan söyledim. Aslında hiç sevmemiştim, ağlamadı yüreğim. Konuşmadım hayalinle. Daha bir mutluyum hatta. Seninle olmanın güzel yanlarını düşünmek istedim sadece. Bedenin yanımdaydı belki. Ama kalbin hep başka yerdeydi. Düşünmeyi bile günah saydın bana. Şimdi ben de gidiyorum. Unut verdiğim bütün sözleri. Bir gün, bir gün dönmek istersen eğer “Hep buradayım.” Demeyeceğim, sana. Acımayacağım yüreğime. Gitme kal demeyeceğim. “Bitemez” diye haykırmayacağım, haykırmayacağım. Çünkü gelmezsin de zaten. Hayal kurdum sanırım yine. Ve şimdi gerçekten çıkıyorum kalbinden. Verdiğim tüm rahatsızlıktan ve özellikle seni sahiplendiğim, benim sandığım için özür dilerim. Hani hep sen diyordun ya, şimdi “Sen de kendine iyi bak.”… *Dumlupınar Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, 12. sınıf

dim unla sev ğ lu k o y n Seni, be im seni ed m il b Hiç edim im, işitm le sevdim. Görmed e im hayaller bir ülked Seni ben hüküm sürdüğü in Sensizliğ . besledim ken bile Sen yok n çaresizliğimle be Sevgimi a in yanınd Ben sen im ne lisan ild Ne söz b limelerin bile ke Yanında aldığı zaman . iz k Kifayets sizliğinle sevdim ş e i Ben sen ıf

*11. sın

İnsan derisinden kitap Yıl 1830. Karısını öldürmekten suçlu bulunan George Cudmore, asılarak idam edildi. Cudmore’un bilmediği bir şey vardı. İngiliz mahkum, aldığı ceza gereği cesedinin Exeter Hastanesi’nin kadavra odasında son bulacağını biliyordu. Fakat bilmediği bir şey vardı. George Cudmore’un derisi, işlemlerden geçirildikten sonra, 1852 yılında bir kitap kapağına dönüştürüldü. Sabitfikir basılıyor! Bir yıldan uzun bir süredir yayında olan güncel edebiyat sitesi sabitfikir.com; önümüzdeki günlerde basılı bir yayın olmaya hazırlanıyor. İdefix’in yaklaşık iki yıl önce hayata geçirdiği sabitfikir.com, artık basılı olarak da okunabilecek. Arap dünyası Türk edebiyatıyla tanışıyor ‘Benim Adım Kırmızı’, ‘Cariye’, ‘Latife’, ‘Kırmızı Pelerinli Kent’ gibi Türk edebiyatının birçok örneği Arapçaya çevrildi. Bir çocuğun gözünden 11 Eylül Tesadüfler, kalp kırıklıkları ve birbirine teğet geçen yaşamların yalnızlığı içerisinde şekillenerek büyüyen, unutulmayacak bir hikâye... Yeni yüzyılın en önemli klasiklerinden ‘Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın’ yeni baskısıyla çıktı. Ahmet Ümit’in ilk şiir kitabı Polisiye romanın usta ismi Ahmet Ümit’in ilk şiir kitabı çıktı... Everest Yayınları’ndan çıkan Sokağın Zulası, bugünün usta kalemi Ahmet Ümit’in çiçeği burnunda bir yazarken, devrimci bir kişiliğin sokaklardaki kavgasını, haksızlığa, adaletsizliğe, diktatörlüğe karşı savaşımını dile getirdiği, bir yandan da derin bir duyarlılığın sıcaklığını taşıyan şiirlerinden oluşuyor. O günden bu güne biriken bu şiirler, tanıdığımızı sandığımız bir yazarın bambaşka bir yönünü gösteriyor bize... ‘Tarihi sadece erkekler yazmamalı’ “Bir Dönem ve İki Kadın” adlı kitapta Türkiye’nin ve dünyanın 1940’lardan günümüze uzanan çarpıcı macerasına tanıklık etmiş, tanıklıkla kalmayıp olayların içinde yaşamış iki kadın; Oya Baydar ve Melek Ulagay, anılarını anlatıyor.


LPliSEPOSTASI

Peyami Safa’ya: ‘’ Senin fazla göz önünde bulunmanı istemiyorum çünkü sen benim yazarımsın. ‘’ Mehmet Öksüz Uçurtma Avcısı’nın yazarına: ‘’ Kitabı kütüphaneye iade ederken yüreğim burkuldu. Keşke kardeşim de kitabı okuyabilseydi. ‘’ Melek Mutlu Son Ada’daki ‘yazar kahramana’: ‘’ Sen cesurdun ve hayatını kurduğun bir adanın gözünün önünce yok olmasına izin veremezdin. Gurur duydum seninle ‘bu benim kahramanım olmalı’ dedim. Seni her romanda arayacağım. Bir yerden benim yazarım çıkacak diye bekleyeceğim hep seni. ‘’ Duygu Bakacak Charles Dickes’in Büyük Umutları’na: ‘’ Kitabınız bana çok büyük umutlar getirdi. ‘’ Gülizar Menteş Ayşe Kulin’e: ‘’ Romanlarınızın birbirinin devamı olduğunu gördüm ve bundan hiç hoşnut kalmadım. ‘’ Betül Yaldır Amin Maalouf’a: ‘’ Mutlu aşıkları ayırmanıza üzüldüm. ’’ Berivan Büyük Orhan Kemal’e: ‘’ Sizin gibi yazarlar bu dönemde çok nadir bulunuyor. Size hayran kaldım. ‘’ Mustafa Dağ Kafka’nın Değişim’ine: ‘’ Bu roman bizim toplumumuz için yazılmış sanki. İnsanlar sadece faydası olduğu ve işi görüldüğü sürece kıymet görür. ‘’ Aycan İnan Cengiz Aymatov’a: ‘’ Sizin hayatınızı kaybetmeyip daha başarılı eserler vermenizi isterdim. ‘’ Kader İmdat Uçurtma Avcısı’na: ‘’ Hasan, seni tanıdıktan sonra dostluklara, dünyaya ve insanlara bakış açım değişti. Seni tanıdığım için çok şanslıyım. ‘’ Berivan Torak Son Ada’ya: ‘’ Tanışmış olsak geçmişinizi dinlemeyi çok isterdim. ‘’ Ayşe Şimşek İlhan Berk’e: ‘’ Bana şiiri ve kendimi sevdirdiğiniz için size tüm içtenliğimle teşekkür ederim. ‘’ İlhan Tuğrul Nazım Hikmet’e: ‘’ Eşinle aranızda bazı sorunlar varmış. Eşini hiç üzme. Eşine şiirler yaz. ‘’ Mustafa Gümüş Robin Hood’a: ‘’ Çalmak yerine bir yardım fonu kurup fakir insanlara yardım toplayabilirdin. Her ne kadar fakirin, ezilenin yanında olup, tüm garibanların dostu olsan da yaptıklarını şiddetle kınıyorum. ‘’ Hakan Ergün Stephanie Meyer’e: ‘’ Alacakaranlık’ı okurken kendime sordum. Ben olsaydım bir vampire aşık olup, onunla sonuna kadar yaşar mıydım? ‘’ Tuba Ceylan Fareler ve İnsanlar’a: ‘’Keşke Lenni’nin nereye gidebileceğini tahmin etseydin de herkesten önce oraya gitseydin. Kaçırsaydın onu başka diyarlara. ‘’ Emine Gül Demir Rıfat Ilgaz’ınHalime Kaptan’ına: ‘’ Gerçekten de senin yerinde kim olmak istemez ki. ‘’ Müjde Ar Balonla Beş Hafta’ya: ‘’ Gittiğiniz yerlerde insanların toplumsal yapısını anlatarak toplumla kaynaşmayı sağladınız. ‘’ Hamza Akar Aşk-ı Memnu’ya: ‘’ Behlül, keşke mantığınla hareket edebilseydin. ‘’ Filiz Çetin Canan Tan’a: ‘’ Siz, hiç romanlarınızda anlattığınız gibi aşık oldunuz mu? ‘’ Songül Çiçek Aşk-ı Memnu’ya: ‘’ Nihal, hiç erkek kalmamış gibi gittin kalbini Behlül’e kaptırdın. ‘’ Mansur Yel Yaprak Dökümü’ne: ‘’ Ali Rıza Bey, siz dalları kırılsa da devrilmeyen bir çınarsınız. ‘’ Zeynep Merve Kılınç Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Efendi’sine: Sırtınızdan geçinenlere bile sesinizi çıkatmadınız; bu benim çok zoruma gitti. Fatoş Yetkin

Sevgili Gürgen Dalı, Öncelikle merhaba. Seninle tanışmamız hüzünlü oldu. Hikayeni bir solukta okumak, sona doğru yaklaştığımı bilmekten duyduğum burukluk yetmezmiş gibi bir de benim en zayıf, kabuk tutmayan, kanadıkça kanayan yaram… Önce bir mapushane kapısı oldun; yüreği cayır cayır yanan dillerinde sevda türküleri çığlık çığlık büyüyen insanları tanıdın. Günlerce mapusluk insanların yanağında umut umut açan gülleri görüp hayret ettin. Nasıl olur da güneşe hasret bedenlerin içi kuşlar kadar özgür olabiliyordu? Şaşkınlığın kısa sürdü değil mi? Birdenbire sökülüp onların istediği kalıplara sokulup ‘darağacı’ oldun. Çok mu gerekliydi sanki! Bir ölüme tanık oldun, tüm soğukluğuyla… Ben de senin kadar üzüldüm o an. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Sen haykırdın içinden, ben haykırmaktayım… Merak etme öcünü alacağım benim güzel Gürgen Dalı’m. Sen benim aklımda darağacı olarak değil, Beşparmak Dağları’nda özgür ve mutlu bir Gürgen Dalı olarak kalacaksın. Seviliyorsun, hiç unutulamayacaksın… SILA YERDEN, 12. sınıf *Ben Bir Gürgen Dalıyım, Hasan Ali Toptaş

Sevgili Zeze, Seninle iki ay önce Şeker Portakalı’nda tanıştık. Ben bu dünyada hep iyilerin kazandığına inanıyorum. Senin çok tatlı ve sevimli hatta çok iyi yürekli biri olduğunu hissedebiliyorum. Hayat hikayeni öğrenmeye başladığım ilk günden itibaren senin o masum yüzünü zihnimde canlandırdım. Küçük yaşta karşılaştığın sorunlar, önüne çıkan engeller çok acımasızcaydı. Henüz beş yaşında bile olmamana rağmen ailenden ve çevrenden gördüklerin içimi sızlattı. Keşke daha iyi şartlarda çocukluğunu yaşayabilseydin. Ama hayat bu, kime ne zaman ne vereceği belli değil ne yazık ki. Gelelim en iyi arkdaşın olan şeker portakalına. Aslında bir şey itiraf etmek istiyorum. İlk zamanlar şeker portakalını çok kıskanıyordum. Keşke benim de böyle bir ağacım olsaydı da, ben de kendimi kötü hissettiğim zamanlar onunla dertleşseydim. Ama çocuk olmadığımı anımsadım ve bu hevesim geçti. Son olarak senin en iyi arkadaşının ölmesi ve şeker portakalının kesilmesi… İşte o an gözyaşlarımın akıp gitmesine engel olamadım. Ama daha çok küçüksün Zeze. İnan bana ilerde çok seveceğin insanlar çıkacak karşına. Çocukluğun belki güzel geçmedi; ama gençlik yıllarında umarım çok çok güzel bir hayat seninle olur. İyi ki tanıdım seni Zeze. VEHBİYE DEĞERLİ, 12. sınıf *Şeker Portakalı, Jose Maura De Vasconcelos


LPliSEPOSTASI sanat

HABERLERİ Hiç bir yağmur yağmadı gözlerim kadar! Hiçbir söz acıtmadı senin sözlerin kadar! Yağmur muydu yağan, gözyaşlarım mıydı akan? Senin için ağlayan ben miydim? Bir hiç için canı yanan ben miydim? Canımı yakan, çok sevdiğim sen miydin? Hiç kimse sevmedi benim sevdiğim kadar! Hiç kimse yanmadı senin için bu kadar! Ben miydim kanan, sen miydin sevgiye inandıran? Ben miydim günler boyu senin için yanan? Hiç kimse sormadı seni, benim sorduğum kadar! Hiç kimse yormadı beni, senin yorduğun kadar! Ben miydim gereğinden fazla seni soran, sen miydin sevdiğim beni bu denli yoran? Sen de hiç kimse gibi sevmedin beni! Anlıyorum senin için değersizmişim yani… Yalan söylediğin kadar sevseydin bari beni… O zaman mutlu olurduk sevdiğim belki! Keşke sevseydin beni herkesi sevdiğin gibi, hiç kimse sevemez benim sevdiğim gibi…

*Salim Yılmaz Anadolu Lisesi, 11. sınıf

Freud’un ruh haline yolculuk Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un çocuklarına yazdığı mektuplar bir İsviçre yayınevi tarafından kitaplaştırıldı. Mektuplar, kanser hastası Freud’un ruh haline ve psikoanalize yönelik ipuçlari veriyor. Paulo Coelho Türkiye’de Zamanın, mekanın ve yaşadığımız hayatın dışında, katıksız aşkın ve ruhun peşindeki usta yazar Paulo Ceolho dünyanın dört bir yanından davet ettiği misafirleriyle İstanbul’da buluştu. Her yıl başka bir şehirde, yemekli bir davetle kutladığı Saint Joseph yortusu için bu yıl İstanbul’u seçen yazar, eşi ve dostlarıyla birlikte 19 Mart gecesi Beyoğlu’ndaydılar. “Kütüphaneler yürüyor” Bu yıl 47. si kutlanacak olan Kütüphane Haftası etkinlikleri, geçen yıl ilki gerçekleşen”İstiklal Caddesi Yürüyüşü” ile başlıyor. “İstanbul Kütüphaneleri Yürüyor” adıyla gerçekleştirilecek yürüyüşle; İstanbul’da sayıları 300’ü aşan kütüphane ve bilgi merkezlerini görünür kılmak, kütüphanelere ve kütüphanecilik mesleğine yönelik toplumsal farkındalığın geliştirilmesine katkıda bulunmak ve 28 Mart – 2 Nisan tarihleri arasında kutlanacak Kütüphane Haftası etkinliklerine dikkat çekilmesi amaçlanıyor.

Her şey bir anda olmuştu. Bitki, çiçek, insan, evren… ve ona duyduğu tarifsiz duygu. Kendisi de bir anlam veremiyordu, sadece bir kere görmüştü. Cumartesi akşamı, bir kafeteryada arkadaşıyla oturuyordu. Efe, karşı masada gördüğü kızı, rüyasında anımsadığı kıza benzetti. Rüyasında gördüğü beyaz elbiseli kızı elinden tutmuş koşar adımlarla bir yere götürüyordu. Her rüyada olduğu gibi bu rüyası da yarım kalmıştı. Aşık mı olmuştu kıza? Yoksa hoşlanmış mıydı? Yoksa gelip geçici bir kalp çarpıntısı mıydı? Kendi de bilmiyordu bunun cevabını. Yanında oturan arkadaşı Semihe, “Hadi kalkalım. Geç oldu eve gideriz.” dedi. Efe, “Biraz daha oturalım kalkarız.” dedi. Semih, başını onaylamışçasına sallamıştı ki, karşı masada oturan kız birden ayaklandı. Efe, “Vazgeçtim, hadi kalkalım.” dedi. Semih arkadaşının bu haline bir anlam veremiyordu. Efe de öyle. Hesabı ödeyip çıktılar. Kız önde Efe ve arkadaşı anlamsız bir şekilde takip ediyordu. Semih duraksayıp ,”Efe yanlış yöne gidiyoruz, ev arkada kaldı.” Efe, “İleride bir çiçekçi vardı oraya gidelim. Bir demet papatya almam gerek.” dedi. Semih her zamanki tuhaflığını koruyor ve Efe’yi takip ediyordu. Efe çiçekleri alıp kıza vermeyi düşünüyordu. Ama içindeki bir şey onu vazgeçirmeye çalışıyordu. Bu da utançlıktı… Yine de almaya karar verdi papatyaları. Papatya, “sevginin en masum hali” anlamına geliyordu. Çiçekçiye bir heyecanla girdi ve bir demet papatya istedi. Çiçekçinin yüzünde bir tebessüm belirdi. Çünkü karşısında yanakları kızarmış hayatı boyunca beklediği anı yakalayan ve heyecanlı bir genç görüyordu. Çiçekçi papatyaları hazırlayıp verdi. Efe bir hışımla çıktı dışarı ve öyle bakındı ki etrafına… Umudun ve heyecanın birleşip yakalamaya çalıştığı sevgi gibi. Ama nafile… Bu da yarım kalan rüyalar gibi bitivermişti.

*12. sınıf

Sevim Ak ve Feridun Oral, Andersen Ödülü için aday Sevim Ak ve ressam Feridun Oral, çocuk edebiyatı alanının önemli ödüllerinden olan Hans Christian Andersen Ödülü için aday gösterildi. Hans Christian Andersen Ödülü, IBBY (International Board on Books For Young People) tarafından iki yılda bir, bir yazaqr ve bir illüstratöre veriliyor. Adaylar arasından ödülü alacak olan yazar ve illüstratör, uluslararası saygınlığı olan çocuk edebiyatı uzmanlarından oluşturulan bir seçici kurul tarafından seçiliyor. Adnan Özyalçıner: ‘Öykü yaşamı yeniden yaratır’ İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlenen PEN Öykü Etkinliği’nde, PEN Öykü Şükran Armağanı, yönetim kurulu adına Tarık Günersel tarafından Adnan Özyalçıner’e sunuldu. Edebiyatımızda ’50 Kuşağı’nın önde gelen yazarlarından Özyalçıner, Şükran Armağanı’nı, “Sait Faik gibi ustalarının katkılarına saygıyla” kabul ettiğini vurguladı ve bu yıl için kaleme aldığı Dünya Öykü Günü bildirisini okudu.


LPliSEPOSTASI

Sevgili Çiçikov, Sana bu mektubu bence çok doğru bir zamanda yazıyorum. Hayallerimin, umutlarımın ve geleceğimi şekillendireceğim bir yıldayım. Seninle dertleşmek iyi gelecek bana. Sanki hayatın son zincirindeymiş gibi hissediyorum kendimi. Ama bu zincirin tutsaklığından kurtularak önüme bakacağım. Biliyorum sen pek iyi bir örnek değilsin; ama bu mektubu sana yazmak istedim. Ben romanla ilk tanıştığımda sen vardın. Belki başka biri olsaydı bu kadar etkilenir miydim, bilmiyorum; ama önemli değil. Seni tanıdığıma memnunum. Senin azmine hayranım, yoktan var ettiğin yaşamına bir de. İşte en çok da bunun için sana yazıyorum sana. Biliyorsun çok duygusalım. Bu sene okul bitiyor. Acı tatlı pek çok anı, yaşamım boyunca benimle kalacak. Küçükken hep büyümekten korkuyordum. Ne beni korkutuyordu bilmiyorum. Belki de çevremde iyi bir örnek olmadığı içindi. Yaşıtlarım hep büyümek isterken ben hiç istemiyordum; ama zaman bizim isteyip istemediğimize bakmıyor. Bu sene sanki üç dört yaş birden büyüdüm. Artık bitti. Dönmeyecek bir çocukluğum var ellerimde. En kötüsü de ne biliyor musun? Geleceğime ya şekil vereceğim ya da hiç yaşamayacağım. Hayır, yanlış anlama karamsar değilim. Evet, herkes gibi benimde umutsuzluğa düştüğüm anlar oluyor. Ama şimdi umutluyum. Sana içimi dökmek için yazıyorum tüm bunları. Çünkü senin beni anlayacağını biliyorum. Evet, doğru şeyler yapmıyorsun; ama bana azmin, inancın lazım. Birkaç gün sonra yılbaşına gireceğiz. Bence yılbaşı gecesinin farkı yok diğer gecelerden. Kutlanacak bir tarafı hiç yok. Herhalde ömründen bir yıl geçiyor diye sevinen tek varlık biz olmalıyız. Ne saçma! Hayatta sevgiden daha önemli bir şey yok. Ben altmış yıl sevgisiz yaşayacağıma bir gün sevdiklerimle yaşamayı yeğlerim. Neyse çok uzattım. Kendine iyi bak. *12. sınıf, / * Ölü Canlar, Gogol

Aşk Nerede? Pırıltı bir günde mi, Ilık bir yağmurda mı, Hangi şehirde yaşanmış, Hangi mevsimde unutulmuş? Aşk ılık bir yağmurun altında. Bambaşka yerlerde. Başka, başka bedenlerde. Dudaktan çıkmış ıslık kadar hızlı, Bir rüya kadar kısa. Mutluluk kadar sahici, Okuduğum masallarda aşk. Düşlediğim kahramanlarda, Aşk içimde, o sıcacık yüreğimde Küçük bir mutluluk şimdi. Neşe GÖRÜCÜ, 9. sınıf

Sabahattin Ali’ ye, Sizi ilk olarak İçel Sanat Kulübünde tanıdım. İlk olarak orada hakkınızda bilgi sahibi oldum. Sabahattin Ali kimdir, nasıl biridir o zaman farkına vardım. Hayatınızı, karşılaştığınız zorlukları, eserlerinizi, dilinizi öğrendim. ‘Ayran’ öyküsünü önermişlerdi. Gerçekten mükemmel bir öyküymüş. O zavallı çocuğun rezil hayatı, içleri acıtan o öyküsü bu kadar gerçeklik taşır. O duyguları okuyucuya o kadar iyi şekilde aktarmışsınız ki artık Sabahattin Ali denilince benim de öneri listemin ilk başında olacak ‘Ayran’. Öte yandan en çok üzerinde durulan biri de ‘Sırça köşk’tü. Ama ne yalan söyleyeyim, hala anlamış değilim o öyküde ne anlatıldığını ama bu öykünün bende etki yapan yanı konuşmacı yazarın her ‘sırça köşk’ deyişinde ki ses tonu. Hala kulaklarımda… Bir de ‘Kürk Mantolu Madonna’ romanınızı okudum. Kurguyu çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Heyecan, merak unsurları da ayrı bir hava katmıştı romanınıza. Raif Efendi karakteri çok kusursuzdu diyebilirim. Fakat romanınızın sonunu biraz daha hareketli bitirebilirdiniz diye düşünüyorum. Romanda sinirlerime hakim olamadığım bir yerden bahsetmek istiyorum. Maria’nın hayatı malum ortada. Nasıl bir kadın olduğu. Daha sonra Raif Efendi ile karşılaşınca hem kendisi de seviyor Raif Bey’i hem de tutmuş “güvenemem” diye laflar yapıyor. Zaten nasıl adamların girdiği hayatına malum. Bulmuş da Raif Bey gibi birini. Şimdi sırada okumayı düşündüğüm Kuyucaklı Yusuf Romanınız var. Onu da çok merak ediyorum. Konuşmacı yazarın ağzından düşmeyen romanlardan biri de bu romanınızdı. Ve ayrıca yine o saldırgan ses tonuyla “Kuyucaklı Yusuf ” deyişi yok mu? Şimdilik bu eserler sizi tanımama yetti. Ama ben bu kadarla kalmayacağımı söylemek istiyorum. Kusursuz dili ve etkileyici kurgularıyla akıllarda kalan usta yazara sevgilerimle.

Soğuk Bakışlar

Üzerimde bir gömlek, sevinç mi korku mu? Şimdi oturup ağlasam, beni duyan olur mu? Gecemde karanlık ne bir mum var ne ışık Her şey geçmişte kaldı, hayallerimse kiralık. Çalındı benden bin bir, umut ve sevinçlerim Neden oldu bunlar, yoksa sorun ben miyim? Deniz, mehtap yakamoz bekleyin sizinleyim Belki kayan bir yıldız, belki belirtisiz nesneyim. Yollar uzun yoruyor, ışıksız soğuk buralar Mavi, yeşil bakışlar ve soğuk sarılışlar Sensiz, bensiz, şimdi o hatıralar Artık benliğim bende değil, senden kırıntılar var. Meliha ÖZTÜRK,

10. sınıf


LPliSEPOSTASI

Terk edişlerin konağında Nefessiz konukluğunda Bir yalnızlık vardı Taa bağrımda Artık yoktun tadımda Şiirler bıraktın ardında Öyküm son durağa vardığında Yaş kalmadı pınarımda Susuz kalmışken yalnızlığımla Susuşlarım vardı ayrılığa Bir aşk boyu susmuştum oysa Kelimeler yetmemişti anlatmaya Kalp çarpıntısında Kulaklarım sağırsa Dilim lal olsundu dudaklarında Hoşça kal demiştin son vedanda Dudağından döküldüğü anda Lal oldu dilim acıyla Yüreğin yüreğimi susturdu sonunda Elvedasıyla Yolun açık olsun sonsuzluğunda

*Şevket Pozcu Lisesi, 12. sınıf

Senaryosunu yazdığı, yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği 2001 yapımı ‘Yazgı’ ile 38. Antalya Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’ seçilen, C Blok, Masumiyet, Üçüncü Sayfa, Yazgı, İtiraf, Bekleme Odası, Kader, Kıskanmak filmlerinin yönetmeni kimdir?

Yanıtlar, en geç 15 Mayıs 2011 tarihine kadar ad-soyad ve telefon numarası ile birlikte lisepostasi@gmail.com’a. Doğru yanıtlar arasında yapılacak çekilişle üç kişiye sinema bileti armağan edilecektir.

Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuarı 8. sınıf

İnsanın kendisini fazlasıyla düşünmesi, önemsemesi bazen önlenemez felaketlere neden olabilmektedir. Tıpkı Pamuk Prenses masalındaki kötü kalpli, güzel yüzlü Kraliçe gibi. O, “Ayna ayna güzel ayna! Var mı bu dünyada benden daha güzeli? “ derken, hiç ummadığı bir cevapla karşılaşmış ve hiddetlenmişti. Oysa güzellik kişiden kişiye değişebilir. Bazen de kişilik, dünyalar güzeli birisini nasıl da çirkinleştiriverir. Ancak doğrular vardır ki, ellerinde yetkiler bulunan kişiler aksini iddia etseler de değişmez, tarihe yanlış olarak geçer. Özellikle Satranç oynadığımızda yanlış bir hamleyi oyun sırasında fark edemesek de, yenilginin sebebi o hamlemiz olduğunda pişmanlık duyarız. İnsanların kendi çevrelerinden evrene karışmaları, aslında çevrelerinin farkında oluşları ile başlar. Bazen kendimizi çok büyük felaketlerin beklemesine gerek kalmadan, bu felaketleri yaşayanlara bakarak büyük dersler çıkarabiliriz. Geçtiğimiz yıl yaşadığım bir kaza ile dünyanın başıma yıkıldığını zannederken, hastanenin acil servisinde benden daha kötü durumdaki hastalarla kendime gelmiştim. Ülkemizin yaşadığı felaketlerin daha fazlası başka ülkelerde yaşanırken “nasılsa bize bir şey olmuyor” diyerek bir insanlık suçu işlemiş oluyoruz. Ülkelerin kendi iç sorunları için savaşmaları kendilerini ilgilendirse de o savaşlar sırasında, nesli tükenmekte olan hayvanlara ya da bitki örtüsüne zarar verilmesi, çevreciler dışında kimsenin aklına gelmiyor. Bazı zararlar var ki yalnızca bulunduğu topraklara değil, tüm evrene zarar veriyor. Şimdilerde Japonya’nın daha önceki yıllarda ise Rusya’nın başına gelenler gibi… Oysa tüm bu enerji hırsının insan neslini tüketmek üzere olduğunun farkında değiliz. Belki de insan nesli, insanlığın duygularını yitirdiği savaşlarda çoktan yok oldu da bunun bile farkında olamadık. Bazı hataların bedelini yalnızca kendimiz öderiz. Ancak yetkiler elimizdeyken doğaya karşı yaptığımız hatanın bedelini yüzlerini bile göremeyeceğimiz ve doğma şanslarını ellerinden aldığımız torunlarımıza ödetiriz. Bu satrançtaki yenilgimize benzemez. Dünyada yaşama şansı bulan biz insanlar, dünyaya yaşama şansı tanımadıkça soluksuz kalacağımızı anlayabilecek miyiz? Bindiğimiz dalı keserken ya da gemimizi yanaştıracağımız buzdağı bulamadığımızda iş işten geçmiş olacak. Tüm evrenin sırrını çözdüğümüzde ise onu yok edenin bencil düşünen insan hırsı olduğunu da göreceğiz. (Yanı başında yapılacak olan nükleer santralin nasıl da zararlı olduğunu bilen, ismi SESİM olduğu halde sesini duyuramayan bir Kız Çocuğu. Tıpkı 7 yaşında Hiroşima’da ölen Kız Çocuğu gibi…)


LPliSEPOSTASI

Pirireis Mh. 1101 Sk. Ahsen Apt. No: 15/1 Mersin Tel: 0324 329 49 06 Faks: 0324 329 49 07 e-posta: laniermersin@hotmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.