SÖYLEŞİ
NİSAN 2020
3 GÜLÇİN GÜLAN
ş r n n z nde güven turan
Ş
a r, yazar, çev rmen, ed tör Güven Turan’ı yıllardır saygı ve hayranlıkla zl yorum. Bunu temellend recek b r nceleme ve söyleş yapmak steğ m, “1968: 40 yıl önce 40 yıl sonra” temasıyla düzenlenen 2008 TÜYAP İstanbul Sanat Fuarı Eleşt r Ödülü’nü Server Tan ll ’n n el nden aldığında da, 2016 Dünya Ş r Günü B ld r s ’n yazdığı ve Türk ye Başkanı Zeynep Oral’ın PEN Ş r Ödülü’nü sunduğu törende de vardı.
İstanbul Modern’de Nobel Edebiyat Ödülü alanların fotoğrafçısı diye “nam salmış” fotoğraf sanatçısı, şair Lütfi Özkök sergisine girer girmez Güven Turan fotoğrafını görünce, “Beklediğin yeter” dedim. Böylesine şahsında ve üretiminde edebiyatı bütünüyle kavrayıp, okura her açıdan bakabileceği pencereler açan bir kalemi, kitap girişleri ve Google’daki on iki buçuk satırla sınırlı doğru, ancak çok dar biyografiden, öteye geçirmek isteyen bir söyleşi için çalışmaya başladım. Daha en başta, “Dalyan ile 1979 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Düş Günler ile 1990 Yunus Nadi Yayımlanmış Öykü Kitabı Ödülü’nü, Bir Albümde Dört Mevsim ile 1991 Yunus Nadi Yayımlanmamış Şiir Kitabı Ödülü’nü, Cendere ile 2004 Altın Portakal Şiir Ödülü’nü, Süregelen ile 2005 Memet Fuat Deneme Ödülü’nü kazanan ve artık ödüllere katılmayan Güven Turan karşısında tahmin ettiğimden de fazla seçmek zorunda olduğumu anladım. O kadar geniş ve yüksek birikim ve üretime sahipti ki… Öncelikle şair Güven Turan ile şiiri ve şiir çevirisi üzerine konuşmaya karar verip iki “Toplu Şiirler” kitabına da almadığı, uzun zamana yayılan şiirlerinden derlenen son şiir kitabı Yapı Kredi Yayınları’ndan 2016’da çıkan Ardıl’ı okumaya başladım. Ve 50’li yaşlarda yazdığı “şair portresi” tadındaki “Yarıgecenin Sütü”nü okuyunca, gördüm ki, tanıtılmaktan duyacağı rahatsızlığı vurgulayıp büyük harflerle “BEN EN ÇOK KENDİMLE KONUŞMAYI BİLİRİM” yazıyor ve kendiyle konuşmanın tadını aldığını ekliyor. Bence de çok haklı, onun yaratı dünyasının zenginliği paylaşılamaz. Ancak izi sürülebilir… Güven Bey’e ilk sormak istediğim Yaşar Kemal’in davetiyle üyesi olduğu, Şükran Kurdakul’un davetiyle yönetiminde yer aldığı “ruhunu şeytana satmamış çok ender kurumlardan biri” olarak nitelediği PEN’den Ödül aldığı 2016’da, yazdığı “Dünya Şiir Günü Bildirisi”nin şu satırlarıydı: “Bütün dünyayı saran kan, ölüm, sefalet kasırgası içinde… sığınılacak, hayır, güç alınılacak, kuşanılıp karşı durulacak ne
kitabınız “Yazıyla Yazmak” (1996, YKY) İstanbul’da 1991’de yapılan Uluslararası Şiir Sempozyumu “Poesium 1” de yaptığınız bildiri ile başlıyor. Orada, “Şiir dillerden de, nesne ve olaylardan da bağımsızdır” diyorsunuz… Sözünü ettiğiniz bu bildiride söylediğim “Şiir kendi dilini de kendi kurar” tıpkı Dünya Şiir Günü bildirim gibi benim şiir kuramımım bir parçasıdır. Bir şiirin tam özüne varabilmek, iyice kavrayabilmek için o dili bilmek, Türkçe şiir ise, Türkçe bilmek yetmez. Şiirin kendi içinde kurduğu dili de bilmek, yakınlık kurmak lâzım. Şiiri sevmediğini söyleyenler bence o dili bilemedikleri için şiiri sevmiyorlar, bilseler sevecekler.
var? Bu soruya ‘Şiir’ diye karşılık veriyorum.” Cevabınız değişti mi? Değişmedi, aksine şiiri diğer yazılı nesneler içinde farklı bir koyma düşüncem daha da pekişti. Şiir şiirdir, edebiyat denilen şeyin üstünde bir yerlerdedir. Türk edebiyatını izlediğim kadar hatta ondan daha fazla, mesleğim gereği de, İngiliz, Amerikan edebiyatı ağırlıklı olarak Batı edebiyatlarını da izliyorum. Burada bile şiirin kendi içinde müthiş bir bağımsızlık sürdürmeye devam ettiğini söylemeliyim. Hikâye, roman, anı, anlatı hepsi medyanın pohpohlama, şişirmelerinden nasibini almakta, inanılmaz bir değer karmaşası görülmekte. Aynı şey şiirde yok. Kanada’da iki buçuk milyon satan bir metro şairinden bahsedildi. Fakat bir sene içinde anılmaz hale geldi. Şiir ayrı bir yerde, hâlâ bağımsız yolunda yürüyor. Bildiride şiirin sadece işlevi değil, görevleri olduğunu söylüyordunuz, nedir bu görevler? Birçok görevi olduğu kanısındayım. Ama en önemli görevi dili kendi içinde özgün tutabilme gücüdür. Dil, özellikle 20.yy’da müthiş bir şekilde propagandalarla kirletilmiştir. En büyük kirliliklerden bir tanesini Almanya yaşamıştır. O yüzden, Alman düşünür Adorno, “bulunduğumuz
Okurken yarattığı soruları yazdıklarıyla yanıtlayan, tutku kıvılcımlarıyla edeb yat dünyasını aydınlatmayı hedefleyen usta şa r, yazar Güven Turan anlatıyor.
çağda şiir yazılamaz” demiştir. Şiir, biraz evvel sözünü ettiğim bütün o zorlamaların dışında kaldığı için dili temiz tutar ki, bu da çok önemlidir. Sahaf tarayarak bulabildiğim, “Eleştiriler - Denemeler Konuşmalar” olmak üzere üç bölümden oluşan Deneme
Müziği çağrıştıran “Bir Albümde Dört Mevsim” yazıldığı değil, yaşandığı zamanda gençlik kokan şiirler bence. Şiirinizde müziğin yeri var mı? Bu kitabın adının Vivaldi ile hiç ilgisi yok, fotoğraf albümü kastedilen. İçindekilerin hepsi de yaşamın içinden fotoğraflardır. Ama çocukluğumdan beri kitaplı olduğu kadar müzikli bir evde büyüdüm. Edebiyat, resimle, müzikle ciddi bir çalışma meselesi olarak ilgim 1960’da, ortaokul son sınıfta başladı. Bir noktadan sonra asıl ilgi alanım modern edebiyat, resim gibi 1920’lerden sonra başlayan modern müzik oldu. Modern müziğin çok kullandığı sessizlikler, beyazlıklar ve boşluklar benim şiirlerime de çok girmiştir. Dinlediğim müziklerde hemen hemen melodi hiç yoktur, benim şiirlerimde de melodi başından beri yoktur, tamamen ses yani sound üzerinden gider. Çoğunlukla modern müziği dinlesem de halk müziğini severim, bilirim, şiirime de girmiştir. Meselâ, “Pencereden kar geliyor”… Çevirdiğiniz şiir kitaplarına önsöz koyarken kendi kitaplarınıza neden koymuyorsunuz? Şiirlerimde önsöz yazmıyor, doğru. Belki “Bütün Şiirleri” diye bir kitap toparlarsam, böyle bir niyetim var, orada bir önsöz yazacağım. Oraya ilk yazdığım 6 Ocak 1960 tarihli şiiri de alacağım. Benim için bir şair bir şiir hayatıdır. Dolayısıyla ben içinden parçalanmasından yana değilim. İlk kitaplarını dışarda bırakan şairler vardır fakat o ilk yazdıkları kitabın içinde son yazdığı kitabın bütün damarları vardır. Çevirdiklerime koyuyorum, çünkü çoğu Türkiye’de bilinmiyor. Onları tanıtmam lâzım. Bu şair kimdir, ne yapmıştır, nerede
4
SÖYLEŞİ
durur, bilinmesi lâzım. Şu anda çevirdiğim başka şairler var, kitap olacak onlara da gene önsöz yazacağım. Şiir özelinde çeviri anlayışınızı öğrenebilir miyim? Şiir çevirmeyi yazmaktan çok daha önemli bulurum kendim için. Önce 1959 yılı filandı şiir çevirmeye, 60’da ilk şiirlerimi yazmaya başladım. 1962’de ilk şiirlerim yayınlandı. Profesyonel değil, sadece sevdiğim şairleri, yazarları, kitapları çeviren biriyim. Kimi, neyi çevireceğimi ben seçerim. Bundan sonra da öyle yapacağım. Çeviriyi dikkate almak, önemsemek, çeviriye ağırlık vermek ile profesyonellik aynı şey değil. Editörün katkısı ne olmalıdır? Editörlük yaparken önce kendi bakışım, ne gördüğüm değil çevirmenin ya da yazarın neyi aktarmak istediğini keşfetmeye çalışırım. Sizin de yer aldığınız W. Faulkner’in öykü kitabı “Emily’ye Bir Gül” (YKY) raflara çıktı. Şiirde de ortak çeviri olur mu? Evet, hem şiirde hem öyküde olabilir. Hatta roman bile paylaşılarak çevrilebilir. Benim de, Nazmi Ağıl, Füsun Elioğlu birlikte yaptığım çok iyi bir şair olan John Ash çevirisi var. İyi bir kitaptır.
Emily’ye Bir Gül’de Ülkü Tamer’in ve Bilge Karasu’nun böyle bir derlemenin dışında tutulması haksızlık olacaktı. Hem çevirdikleri hikâyeler hem de çevirileri çok iyi güzeldi. Yeniden bir başkası neden çevirsin ki… Burada hakkını verme meselesi de var. Dergicilik geçmişinizi sorabilir miyim? Şiir dergiciliğim, Genel Yayın Yönetmeni de olduğum Devinim 60’la başlar sonra Yordam’da Cöntürk’e yardımcı oldum. Alanı dört arkadaşla beraber çıkardık. Sonra dergilerden/dergicilikten çekildim. Yapı Kredi’ye geçtikten sonra 1995 yılında “Kitaplık dergisi”nin yayın kurulunda sadece danışman olarak bulundum. O, birebir yönettiğim bir dergi değildir. Dergicilik hâlâ benim için önemli. Ama eskisine oranla çok zayıfladı. Yaşar Kemal külliyatının ilk cildi “Dağın Öte Yüzü”nü 2015’de kucağıma aldığımda, içinde yer alan üç romanı değerlendiren kapsamlı giriş yazınızı okuduğumda yazarı iyi tanıdığınızı düşünmüştüm. Yaşar abi olağanüstü sevdiğim bir insandı. O da bana çok güvenirdi. 1970’lerde Yaşar Kemal’e karşı müthiş bir negatif hareket başladıydı, solculuğunu da, yazarlığını
NİSAN 2020
reddediyorlardı… O arada “Ölmez Otu” yayınlanmıştı. Dost dergisinde Yaşar Kemal’in romancılığı hakkında ne düşünüldüğüne dair bir soruşturma açıldı. Benim oradaki yazımın bağlama cümlesinde “Ölmez Otu’nu W. Faulkner’in en önemli kitabının yanına koyarım ve ikisini eşit tutarım” diye bir lafım var. Bir süre sonra Dil Kurumu’ndaki bir kokteylde o dönemin adamlarından biri geldi, herkesin duyacağı bir sesle, “Yaşar’ı göklere çıkarmışsın ama bu sana zarar verir. Herkesin gözünden düşmüş bir adam” dedi. Ben de, “Yaşar Kemal için gözden düşmek sizin tarafınızdan övülmekten daha şerefli bir şeydir” dedim. Bu haberler Yaşar abinin kulağına gitmiş. 1980 yılında PEN açılırken beni aradı, “Ne yapıyorsun şair. PEN’i kurduk gel buraya” dedi. Gittim. O derse ben hayır demem. Sohbet ederken, hem yazım hem de sözlerim kulağına gitmiş, “Senin o tepkin başkalarına da şekil vermiş” dedi. Ondan beri bana güvenir, pek severdi. Hakikaten harika şiirler olan kitabını da yayınevine verirken “Şaire verin, şair ne derse öyle olacak” demiş. Halen Yapı Kredi Yayınları’ndaki danışmanlık göreviniz devam ediyor mu? 76 yaşındayım, resmi emeklilik süremi geçtim. Benim asıl işim danışmanlık.
70 küsura kadar yayınevine haftada üç gün gelerek sürdürdüm. 2019’un başında, “artık ben günde iki buçuk saat sokaklarda kalmak istemiyorum. Haftada bir gün toplantıya geleyim, dışardan okuyayım, bana gönderdiğiniz kitapları değerlendireyim. Ve arada çok sıkışık durumda kalındığında Fransızca kitaplara da bakarım ama sadece İngilizce kitapları değerlendirmek istiyorum” dedim. Ve şimdi bu yolu takip ediyoruz, Bize gelen İngilizce kitaplardan gönderiyorlar, ben içlerinden seçiyorum, okuyor ve toplantıya rapor ediyorum. Kazandığınız zamanı nasıl geçiriyorsunuz? Ağırlıklı olarak okuyor ve yazıyorum. Çalıştığım bir şiir kitabı var. Yazılan ve ara verilmiş iki roman, bir hikâye ve bir inceleme kitabı var. Çeviriler var. Bunlar hep tezgâh üzerinde. Elimize ilk önce hangileri geçecek? İş Kültür’den Edgar Allan Poe çevirisi gelebilir. YKY’de baskısı tükenmiş bir iki kitabın yeni baskısı olabilir. Ben kitabı yazarken hazırlarken çok heyecanlanıyor, büyük bir keyif ve zevkle yapıyorum. Bittikten sonra ilgim önümde olana yöneliyor. Birileri yeni baskısını yapalım demezse ben çıkıp diyemiyorum.
TANITIM
“edeb yatta m marlık” yen baskı yaptı
Y
EM Yayın’ın, H kmet Temel Akarsu ve Prof.Dr. Nevn hal Erdoğan tarafından yayına hazırlanan, m marlığın edeb yatla l şk s n rdelemek ve başta tasarımcılar olmak üzere m marlığa lg duyan tüm okuyucular ç n algı kapıları açmak amacıyla kurgulanan k tabı Edeb yatta M marlık’ın gel şt r lm ş ve güncellenm ş k nc baskısı çıktı.
Edebiyatta Mimarlık sözel, düşünsel, kurgusal, estetik, santimantal, insan ruhunu eksen alan yaratıcı dünyasıyla edebiyatın ve aynı amaca farklı yollardan ulaşmaya çalışan mimarlığın iki kadim disiplin olduğunun ve bu ikisinin içinde birbirini besleyen sayısız unsur bulunduğunun bilinciyle kurgulanmış bir çalışma. Mimarların, edebiyatın önemli
yapıtlarında, önemli yazarlarca yaratılmış mekân kurgusunu içselleştirdikleri takdirde emsalsiz bir imge ve düş dünyasına ulaşacakları ve bu deryada bulduklarıyla yapıtlarını çok daha nitelikli ve değerli bir noktaya taşıyacakları öngörüsüyle hazırlanmış. Mimar, sanatçı, felsefeci ve akademisyenlerden oluşan 50’nin üzerinde ismin katkı koyduğu
Edebiyatta Mimarlık, Hikmet Temel Akarsu ve Nevnihal Erdoğan’ın yaklaşık yedi yıllık bir sürede hazırlanan projesinin sonucu. Kitapta, dünya ve Türk edebiyatından yaklaşık 100 önemli yazarın mimarlığa vurgu yapan edebi yapıtları; “Mimarlığa Referans Veren Klasikler”, “Mimarlıktan İlham Alan Romanlar/Mimarlığa İlham Veren Romanlar”, “Seyahatnameler ve Biyografik Seyahatnameler”, “Ütopyalar”, “Bilimkurgu ve Distopyalar”, “Fanteziler”, “Mimari Denemeler” gibi kategoriler altında inceleniyor ve her yapıtın mimari evreni Türkiz Özbursalı’nın çizimleriyle canlandırılıyor.
6
TANITIM
NİSAN 2020
45 yıllık deney mler
G
la adapte olması gerekiyor. Kitapta bunlara ilişkin örneklere sıkça yer verdim. Dolayısıyla, işe yarar bir kitap olmasına özen gösterdim” şeklinde konuşuyor. Bilişim ve teknolojinin iş yaşamında çok ciddi bir dönüşümü başlattığına işaret eden Acar, kitabı yazma sebebini şöyle özetliyor: “Sanayi çağında krizler daha uzun aralıklarla olurdu. Çünkü gelişim süreci yavaştı. Bilişim çağında ise bu süreler çok kısaldı, daha da kısalacak. Şu anda dünya çok ciddi bir dönüşüm yaşıyor. Bizim de bu dönüşümün dışında kalmamız mümkün olmayacak. Dolayısıyla hazırlıklı olmamız gerekir. Değişim yönetiminin, ortada kriz yokken, olasılığı görüp yapılması gerekir. Kriz ortamında dönüşüm hem daha acı verici ve zorlayıcı hem de daha yüksek maliyetli olur. Yeni dünya düzeninde değişimi ve dönüşümü yönetmek durumunda kalan genç meslektaşlarıma geçmiş deneyimlerim ışığında bir ufuk açmak istedim.”
eçt ğ m z yıl profesyonel ş hayatını bırakan Aclan Acar’ın, Türk ş dünyasının son 45 yılına b r profesyonel n gözünden mercek tuttuğu k tabı “Tam Zamanı” çıktı.
Aclan Acar’ın 1974 yılında Halk Bankası ile başlayıp TC Merkez Bankası ile devam eden kamu ve 1990 yılından 2019’a kadar Doğuş Holding bünyesindeki Garanti Bankası, Bank Ekspres, Osmanlı Bankası, Garanti Sigorta, Garanti Emeklilik, Tansaş, Doğuş Otomotiv ve Doğuş Medya Grubu’nu içine alan özel sektör deneyimlerini anlattığı “Tam Zamanı”; iş hayatındaki genç kuşaklar için bir başvuru kitabı niteliğinde. Kitap, dönüşüm ihtiyacını doğru kavrayan kurum ve liderlerin, doğru strateji ve uygulamalarla iş dünyasında nasıl bir fark yaratabileceğini ortaya koyması açısından da ders kitabı özellikleri taşıyor.
Kitabı için “bu bir anı kitabı değil. Örnek ve deneyimlerle iş hayatına yönelik bir kitap” diyen Aclan Acar, zamanlamanın da önemli olduğunu vurguluyor. Acar, “Türkiye’de son 50 yılda dönüşüme yönelik yaşanan evrelerin hatırlanmasını önemsedim. Çünkü Türkiye ve dünya farklı bir dönemden geçiyor. 1990’larda çok kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya dönüşü yaşadık; ancak günümüzde soğuk savaş ifadesi tekrar sıkça kullanılmaya başlandı. Bir yandan da dünyanın farklı bölgelerinde sıcak çatışmalar devam ediyor. Bu durum iş dünyasını da etkiliyor. Bu sebeple bahsettiğimiz değişen ve dönüşen dünyaya şirketlerin de hız-
POLİSİYE VADİSİNDEN
TAM ZAMANI, Aclan Acar, Ofset Yapımevi, 214 s.
I ÇİĞDEM SİRKECİ
londra’da tuhaf b r h kâye 2014
yılında ps koloj k ger l m türünde lk romanı D ln ş n’ yazan Şenay Ordu, aynı türde k nc romanı Bana Vera De le okuyucuların karşısına çıkıyor.
Mart başında, bir iş seyahati için Londra’ya gidecektim. Yola çıkacağım sabahtan bir önceki akşam, pandemiye karşı bir önlem olarak şirketimiz bütün uluslararası uçuşları iptal etti. Programımı ve toplantılarımı ertelemem gerekti. Coronavirüs nedeniyle evlere kapandıktan sonra bu ay hangi roman üzerine yazmam gerektiğine karar verirken, hikâyenin Londra’da geçiyor olması nedeniyle Bana Vera De çok cazip geldi; çok da keyif aldım okumaktan. Yazar Şenay Ordu, 2007’den beri Londra’da yaşıyor. Romanını sosyo ekonomik açıdan farklı sınıflardan gelme Türk karakterlerle kotarmış . Çok zengin, iş sahibi ya da yüksek mevkide çalışan iyi eğitimli karakterlerin yanında, au pair olarak ya da farklı işlerle kapağı bir şekilde Londra’ya atan ancak sonrasında umduğunu bulamayıp sağa sola savrulmuş, deyim yerindeyse hayatın sillesini yemiş karakterlerle de karşılaşıyoruz: Bir yanda işadamı Sami Bey ve zevk ve stil sahibi genç eşi Bige
Hanım, şirketlerinde çalışan başarılı ve yakışıklı müdür Refik Bey’in insanı imrendiren hayat tarzları, giyim kuşamları, katıldıkları davetler ve seyahatler; diğer yanda bu insanlara ve hayatlara kedinin ciğere baktığı gibi imrenen Nesteren ve Belkıs gibiler. Nesteren ev arkadaşı Belkıs’a göre daha şanslıdır; au pair’lik, kasiyerlik derken kendini Saim Bey’in şirketinde sekreter olarak bulur. Şen şakrak, çalışkan kişiliği ile sevilen bir elemandır. Ancak, şirketin gözde ve yakışıklı bekârı Refik’e öylesine kör kütük aşık olmuştur ki O’nun ağzından çıkan en küçük kompliman Nesteren’i göklere çıkarmakta; tersi ise mahvolmasına neden olmaktadır. Aralarındaki kültür, eğitim ve sınıf farkına rağmen platonik aşkını sonuna kadar savunmaktadır. Hatta Refik’in her ne kadar ortada gözükmese de Vera adında bir nişanlısı olması bile kendisini durdurmamaktadır. Nesteren’in ev arkadaşı, Black Diamond
lakaplı, taşı çıksa suyunu çıkaran güçlü karakter Belkıs, Nesteren kadar şanslı değildir ve hayatını bedenini satarak kazanmaktadır. Beraber çalıştığı Taylan, “yüz kızartıcı” mesleğini bir yana koyarsak, Belkıs’a aşırı saygı duyan, Nesteren’e âşık bir adam. Şenay Ordu, romandaki yan karakterleri de ayrıntıları ile ele alıyor. Her birinde ayrı bir hüzünlü göç/göçmen hikâyesi buluyoruz. Londra’nın bizi büyüleyen turistik yüzünün ardında, düze
çıkmak için debelenen kaybedenlere kulak misafiri oluyoruz. Peki, bu romanın gerilimi nerede diyeceksiniz. İşte yazar, ilginç bir taktikle bu haliyle bir dram sayılabilecek romanın bölümleri arasında bize ev hapsinde tutulan bir genç kadının, Vera’nın öyküsünü anlatıyor. Kırılgan, korkular içinde yaşayan bu kadın, Dost adında bir adamın tutsağıdır. Sürekli kâbuslar ve krizler arasında savrulan Vera, kendisi için çok zor da olsa yavaş yavaş geçmişini hatırlamaya ve yüzleşmeye zorlar kendini. Tahmin edebileceğiniz gibi bu iki öykü bir noktada kesişir: Taylan’ın mahallesinde bir adamın bir genç kızı yedi sene esir tutmaktan tutuklanmasının ardından; Nesteren detektifliğe soyunur, yanına Belkıs ve Taylan’ı alarak Refik’in evine baskına gider; amacı hep bahsettiği Vera ve annesi Mukaddes Hanım’ın gerçekten var olup olmadığını ortaya çıkarmaktır. Ama olaylar beklendiği gibi gelişmeyecektir. Vera’nın kendisiyle psikolojik savaşı ve arkasındaki hikâye çok üzücü. Ancak romandaki yan karakterlerin öyküleri, yoksunlukları da insanı acıtacak kadar sahici. Bana Vera De, evde okumaya daha çok zaman ayırdığımız bu günlerde listenize almak isteyeceğiniz başarılı bir eser. BANA VERA DE,Şenay Ordu, Doğan Kitap, 400 s.
ÇOCUK GÖZÜ
8
NİSAN 2020
AYFER GÜRDAL ÜNAL
kahraman kadın ve çocuklarımız
İ
ç nde bulunduğumuz N san ayı dey nce lk akla gelenlerden belk b r nc s , 23 N san Ulusal Egemenl k ve Çocuk Bayramı’dır. 23 N san 1920, Türk m llet n n rades n tems l eden B r nc Büyük M llet Mecl s ’n n açıldığı ve Türk halkının egemenl ğ n lân ett ğ tar ht r. Bu tar hten beş yıl sonra 1929’da Atatürk bu bayramı çocuklara armağan etm ş ve o tar hten ber 23 N san Ulusal Egemenl k ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmakta.
Bu ay tanıtacağım iki kitap, Kurtuluş Savaşı’nda kahramanlık gösteren, canları pahasına işgal birliklerine direnen çocuklarımızı ve kadınlarımızı anlatıyor.
umut ekenler İlk tanıtacağım Umut Ekenler kitabının yazarı deneyimli Nur İçözü. 8-12 yaş grubuna uygun olan bu romanın yayımcısı Altın Kitaplar. Umut Ekenler, Kurtuluş Savaşı’nın tam ortasında Güney Anadolu’da Toroslarda bir dağ köyünde geçiyor. İşgalci güçler tüm Anadolu’yu sarmış, kendileri yetmemiş bir de işbirlikçileri türemiş. Kardeş köy, köylüsünü kundaklıyor. Düşmanla işbirliği yapmış olanlar yakarak köylüyü topraklarından sürme stratejisi izliyor. Yanlış haberler dağ gibi. Sap ile saman karışmış. Köylü aç ve çaresiz. Yangın başlıklı birinci bölümde anlatı önce içinde bulunulan ortamı hızla kavratarak başlıyor. Okul çağı çocuğu olan Mustafa’nın babası ile beraber kahramanca yangın söndürme çalışmasına katıldığını izleriz. 18 bölümden oluşan anlatının Karar Zamanı başlıklı ikinci bölümünde köy meclisi en yaşlı üye Gazi Dede başkanlığında toplanır. Eli silah tutan bütün erkekler dağa çıkacak ve dağların ardındaki hainlerin ilerlemesine engel olacaktır, Mustafa’nın babası Kemal de bu gruba dâhildir. Kim Bu Yabancılar başlıklı üçüncü bölümde Gazi Dede, birbirinden habersiz dağda vuruşan Kurtuluş birlikleri arasında haber götürüp getirecek bir düzen kurmaya çalışmaktadır. Köyde tek bir er kalmamıştır. Mustafa göreve talip olur. Gazi Dede çocuktur diye dirense de biraz da çaresizlikten ikna olur. Bu gizli görevi anası dâhil kimseye söylemeyecektir. Beşinci bölüm, Yol Verin Dağlar başlıklıdır. Bu bölümde işbirlikçilerin köye baskın yapacağı haberini Mustafa, kaymakama ulaştırmakla görevlidir. Mustafa, bu görevi başarı ile yerine getirir. Kaymakam, Mustafa’ya yeni bir görev verir. Dağlara çıkacak, çıktığında başına kırmızı yazma saracak ve kurtuluş için direnenler onu bu işaretle bulduğunda Kaymakam’ın mühürlü haberini onlara iletecektir. Dağın Tepesindeki Saray bölümünde köyü basacak olanlar kaymakamın zamanında müdahalesi ile püskürtülür. Mustafa
kendine verilen görevleri yerine getire dursun, dağa çıkan kurtuluş için savaşanlar dağın ayrı ayrı yerlerinde olduğundan Mustafa’nın tek başına yetmesi imkânsızdır. Dağdaki asker aç susuz direnmeye çalışmaktadır. Kaymakam tüm köye birer çuval un dağıtır. Köyde kalanlar undan ekmek yapacak bir somununu kendilerine ayırıp kalanı dağdaki askere ulaştırmak için teslim edecekler. Elindeki tüm malzeme ile giysi dikecek bunlar da dağdaki askere ulaştırılacaktır. Hummalı bir faaliyet başlar. Tüm köy kadınları tek yürek işe koyulur. Sandıklardan birinden çıkan bir top kırmızı saten yorganlıktan da bayrak yapmaya karar verir kadınlar. Kaymakam, Mustafa’dan kendi gibi ağzı sıkı arkadaşlarından bir takım kurmasını ister. Ekmekleri mağaralara bu takım taşıyacaktır. Mustafa, güvenebileceği bir Osman’ı bir de imamın oğlu Ömer’i bulur. Daha sonra Gazi Dede’nin ısrarı ile Sarı Ayşe de takıma dâhil olur. Sarı Ayşe, ekibin gözcüsü rolünü üstlenecektir. Bundan sonraki bölümler Çıktım Kozan’ın Dağına, Silah Sesleri Nereden Geliyor, Dağda Neler Oluyor, Hainlere Yol Yok, Yol Verin Barışa Dağlar başlıklarını taşıyor. Bu bölümlerde takıma girmesine kızdır ayak bağı olur diye itiraz edilen Sarı Ayşe’nin zekâsı ve gözü pekliği sayesinde ortaya çıkardığı düşman silahı dolu mağara ve tek başına kaymakama ulaşarak bu mağarayı haber verişi anlatının en heyecanlı bölümünü oluşturuyor. Bu bölüm, Kurtuluş Savaşı sırasında kızların kahramanlıklarını da vurguluyor. Anlatının sonunda “Yol Verin Barışa Dağlar” bölümünde Mustafa ve arkadaşları önce köy okulunu tertemiz ederler. Onu gelecekte bir güne hazırlarlar. İlhamlarını da Mustafa Kemal’in henüz savaş devam ederken meclisi açmasından alırlar. Mademki Gazi Paşa savaş sürerken meclisi açmıştır demek ki kazanacaklarına dair güveni tamdır. O zaman onlar da okul binasını hazır tutmalılar ki savaş biter bitmez eğitimlerini sürdürebilsinler. Bu iş tamamlanınca köy kadınlarının imece diktiği al bayrağı üç arkadaş Varda Köprüsü’ne asarlar. Al bayrağın dalgalanışı en uzak köylerden bile görülecektir. Birbirlerine sarılan üç kafadarın dudaklarından aynı
sözler dökülür: “Geldikleri gibi giderler.” Umut Ekenler romanı ile Nur İçözü öncelikle çok hızlı ve heyecanlı bir anlatı yaratmış. Bu anlatıda özellikle Güney Anadolu bölgesinde yaşanan Fransız ağırlıklı işgali, yabancı güçlerin işbirlikçilerini, Mustafa Kemal’in zorluklar ve yokluklardan hiç yılmadan nasıl mücadele ettiğini ve vatansever köy halkının kadın, erkek, çocuk demeden topyekûn mücadelesini hissettirmeyi başarmış. Türkülerimiz örneğin Kozanoğlu türküsü yoluyla kurtuluş mücadelesi ruhunu ve yaşananların halkın belleğinde kalan izlerini duyumsatmayı başarmış. Mustafa ve Sarı Ayşe karakterlerini yaratarak kurtuluşumuzda kız erkek el ele mücadele ettiğini vurgulamış ve pırıl pırıl bir dille yapmış yapacağını. 10-12 yaş grubunun zevkle okuyacağına eminim.
kahraman türk kadınları İkinci tanıtacağım Kahraman Türk Kadınları, bir çizgi roman. Bilgi’den çıkmış. Yazarı, çok ödüllü Mavisel Yener, çizeri Murat Sayın. Çizgi roman biçeminin seçilmesi özellikle “çekingen” veya “gönülsüz” okur diye nitelendirilen kesimi kazanmak yolunda çok akıllıca bir adım. Kitap, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözünü en başa almış. “Dünyada hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez.”
Kurtuluş Savaşı’nın nice isimsiz kadın kahramanı var kuşkusuz. Bu anlatıda hepsini temsil etmesi için seçilenler Nene Hatun, Hemşire Safiye Hüseyin, Onbaşı Nezahat, Gördesli Makbule, Asker Saime, Tayyar Rahime, Hatice Bacı, Kara Fatma. Kahraman kadınlarımızın çoğunluğunun isimlerini ve öykülerini biliyordum, ancak Gördesli Makbule ile Tayyar Rahime’yi ilk kez bu çizgi roman ile öğrendim. Gördesli Rahime, 1902’de doğmuş, 1920’de 18 yaşında Usturumcalı Halil Efe ile evlenmiş ve kocası ile beraber İzmir’i işgal edip Batı Anadolu’ya doğru ilerleyen Yunan kuvvetleriyle çete savaşları yapmış ve 1922 de Akhisar-Sungurlu sınırları içinde bulunan Kocayayla’da Yunanlarla girdiği çarpışmada başından vurularak şehit olduğunda yirmi yaşındaymış. Gördes’in işgalden kurtulduğu 5 Eylül 1922 tarihi her yıl kutlanırken törenler, şehit Makbule Hanım’ın kabrinin ziyareti ile başlıyor. Tayyar Rahime ise Fransız işgali altına giren Osmaniye’ye bağlı Raziyeler köyünde dört çocuklu bir köy kadını. Fransızların yaptığı işkence ve saldırılara dayanamayarak Hüseyin Ağa komutasındaki kurtuluş kuvvetlerine katılmak ister. Hüseyin Ağa “Bacım! Bu er işidir” diye kabul etmek istemezse de “Vatan savunmasında hepimiz eriz. Düşman toprağımıza ayak basmış. Elim silah tutarken ben nasıl savaşmam” yanıtını alır. Cephede vurulup düşen, ateş hattında kalan silah arkadaşlarına hızla ulaşıp onları çekerek cephe gerisinde emniyete alması nedeni ile ona Tayyar (Uçan) Rahime denmiştir. Fransız Karargâhı’na düzenlenen baskında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ile atılan Tayyar Rahime, 1 Temmuz 1920’de şehit olur. Her biri birbirinden cesur, vatana bağlı, arkadaşlarına bağlı, onlar için kendini hiç düşünmeden öne atılan bu kadın karakterler ülkemiz bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinde kadınların yadsınamaz rolünü gözler önüne seriyor. Kısa, öz, kemiğin iliğine ulaşılmış bir anlatı. Gereksiz ne bir sözcük, ne bir betimleme var. Resimler de dönemin ruhunu başarıyla yansıtıyor. Bu anlatıyı hazırlarken yararlanılan kaynaklara da son bölümde yer verilseymiş çok iyi olurmuş diye düşünmedim değil. 3-4-5-6. sınıfların Kahraman Türk Kadınları kitabından yararlanmasını dilerim. Bir yazının daha sonuna geldik. Bu yazıyı Corona virüsü nedeni ile eve kendimizi kapatmışken yazdım. Dilerim siz okuyana kadar sağlıklı günler geri gelir. Sevgiyle kalın. ayferunal53@gmail.com
10
İŞ’TE KİTAP DOĞAN SELÇUK
KİTAPLI KALIN FARUK ŞÜYÜN
kob ’ler ve d j talleşme evde k tap okuyoruz
S
on teknoloj ler nsanlığın endüstr leşme sürec nde gerçekleşt rd ğ d ğer büyük devr mler g b b ze eşs z b r pencere açıyor.
Yeni dönem, bilinen tüm kalıpları kırarak yeni bir sanayi modeli sunarken, birçok uzmana göre bu süreç kendini güncellemeyen KOBİ’lerden epey kurban alacak. Dijital dünyanın şifrelerini çözen KOBİ’lere ise küresel fırsatların kapıları ardına kadar açılacak. Zira 1980’li yıllardan itibaren hızlı bir değişim sürecine giren Türkiye ekonomisinde girişimciler çok şey öğrendi. Şimdi ise KOBİ’leri ve girişimci adaylarını bambaşka bir dönem bekliyor: Dördüncü Sanayi Devrimi ve dijital dönüşüm. Dalgalardan hasarsız geçmek için Türkiye’deki işletmelerin bu dönüşüme adapte olması gerekiyor. 20 yıla yaklaşan ekonomi gazeteciliği serüveninde birçok kavram ve yenilikle karşılaşan kitabın yazarı Metin Can, çoğunun teoriden pratiğe dönüşemeden yok olup gittiğini görüyor. Ar-ge ve inovasyon üzerine yapılan konuşmaların çokluğu ve bu kavramların aşırı derecede yüceltilmesiyle KOBİ’lerin bu konuyu bir “uzay teknoloji” sanıp özgüvenini kaybettiğine şahit oluyor. İş hayatının çoğunu sahada geçirmeye gayret eden Metin Can, bu kitabı yazmaya karar verdiğinde bu girdaptan uzak kalmaya gayret ediyor ve iki yıl boyunca yaptığı yüzlerce röportajı da bu gözlemlerle kaleme alıyor. Dördüncü Sanayi Devrimi’nin doğum yeri olan Almanya’ya giderek konuyu yerinde inceliyor. Endüstri 4.0’ın sanılanın aksine Türk iş dünyasının genetiğine oldukça uyumlu olduğu kanaatinde olan yazar, pratik zekânın ön planda olduğu Endüstri 4.0 devriminin dijitale meraklı şirketlere ve girişimcilere özden ve pratikten uzaklaşmadıkları sürece eşsiz fırsatlar sunduğunu gözlemliyor. Yazar kitabında dijitale taşınmaya dair yaptığı araştırmalara ilave olarak, bu alanda başarıyı yakalayan 100 firmanın hikâyesine yer veriyor. Yeni nesil sanayi anlayışına geçişte KOBİ’lerin en fazla yaptığı hataların başında konuyu bir teknoloji yatırımı olarak görmesinin geldiğini, oysa dijitalleşmiş endüstri kavramının iş dünyasının zihninde psikolojik bir devrimi de içerdiğini ifade eden
Yen dönem, b l nen tüm kalıpları kırarak yen b r sanay model sunarken, b rçok uzmana göre bu süreç kend n güncellemeyen KOBİ’lerden epey kurban alacak.
Can, KOBİ’leri dijitale taşıyacak beş formülü şöyle sıralıyor: 1. Dijital korkularınızı yıkın. Konuşan makineler, nesnelerin interneti gibi ağdalı kavramlar gözünüzü korkutmasın. 2. Makineleri akıllandırın. Dijitalleşmenin en basit kuralı makinelerin akıllandırılması ve kendi aralarında iletişim kurabilmesinden geçiyor. 3. İnsanı yeni rolüyle devreye alın. Yeni yatırımlarınızı artık dijital fabrika altyapısı mantığına uygun olarak inşa edin. 4. Entegre olun. Pazarlama ve yönetim altyapılarınızı da dijital fabrikanız gibi birbiriyle entegre ve sizden bağımsız iletişim kurar hale getirin. 5. Dijital stratejinizi geliştirin. Daha hızlı ve verimli hareket etmek için odağınızı değiştirin ve iş alanlarınızı mobil, bulut, sosyal, veri ve analiz gibi trendlerin etrafında inşa edin.
Yaşadığımız Kovid-19 Koronavirüs tehdidi, yayıncılık sektörünü bizde olduğu gibi dünyada da etkiliyor. Erteleme veya iptal, yayına ara verme, tatil haberleri birbiri ardına geliyor. Bazı etkinlikler de sanal ortamlarda gerçekleştiriliyor. Türkiye Yayıncılar Birliği bu konularda sık sık bilgilendirmelerde bulunuyor. O bilgilerden yola çıkarak dünyada sektörün “yaşayan” yüzünden; yapılanlar veya yapılacaklardan notlarla başlamak istiyorum: İngiltere’de Evde Kal Online Edebiyat Festivali (Stay at Home Fest) düzenleniyor. Etkinlikler arasında, müzik eşliğinde birlikte serbest yazım, yazarların kitaplarından bölüm okumaları, yazar panelleri yer alıyor. Festival programı https://stayathomefest.wordpress.com/programme adresinde. İngiltere’de Collins Yayınevi, öğretmenler ve aileler için pek çok yayınını ve online öğrenim platformunu ücretsiz erişime açtı. HarperCollins Çocuk Kitapları, evde çocuklarıyla kalan ailelere yönelik Harper at Home adlı bir program başlattı. Program kapsamında yazarlar ve illüstratörlerle online etkinlikler, eğlenceli içerik paylaşımları, oyunlar, kitap kulüpleri yer alıyor; öğretmenler, kütüphaneciler ve ebeveynlere yönelik bilgilendirici, destekleyici videolar, podcast’ler sunuluyor. Penguin Random House, https://www. readbrightly.com/ adlı internet sitesinde ailelere, eğitimcilere, kütüphanecilere ve kitapçılara, çocuklarla aktivite yap-
Kurucusu: Nezih
mak için ipuçları ve içerikler sunuyor. Instagram ve Facebook hesaplarında sesli okuma etkinlikleri yer alıyor. Almanya’da pek çok eğitim yayıncısı çeşitli yayınlarını ücretsiz olarak veya özel teklifler kapsamında erişime sunuyor. Yayınevlerinin bir listesine ve ilgili faaliyetleri hakkında bilgiye şuradan erişilebiliyor: https://www.bildungsmedien.de/ service/digitales-lehren-und-lernen Birçok kitabevi kapalı. Bazıları evlere kitap servisi yapıyorlar. Kitap fuarları da öteleniyor. TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A. Ş. ve Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğinde düzenlenen 25. İzmir Kitap Fuarı 30 Mayıs - 7 Haziran tarihlerine ertelendi. Fuar, her zamanki yerinde Uluslararası İzmir Fuar Alanı’nda (Kültürpark) gerçekleştirilecek. Bu yılki Onur Konuğu Veysel Çolak. Mimar, şair, yazar, araştırmacı, eleştirmen Cengiz Bektaş’ı geçtiğimiz ay kaybettik. Bektaş’ta saydığım mesleklerin hepsi bir bütündü. Mimarlığı yazılarını ve şiirini; şiiri ve yazıları mimarlığını tamamlıyordu. Ailesine, yakınlarına ve okurlarına başsağlığı diliyoruz. Geçtiğimiz ay kaybettiğimiz bir diğer isim, çevirmen ve yazar Nihal Yeğinobalı’ydı. Yeğinobalı ailesine, yakınlarına ve okurlarına da başsağlığı diliyoruz. Bugünleri evde kalarak, kitap okuyarak geçirelim. Dünya da evde oturuyor; internetten izliyorum bu dönemde bol bol kitap okuyor… Her ay söylediğim gibi daima kitaplı kalın; kitaplar özellikle bu dönemde eksik olmasın raflarınızdan…
DEMİRKENT
İmtiyaz sahibi: NASIL BİR EKONOMİ MEDYA HABER BASIN A.Ş.
Yönetim Kurulu Başkanı: Hakan GÜLDAĞ Yayın Yönetmeni: Faruk ŞÜYÜN Yazı İşleri Müdürü: Handan Sema CEYLAN Tasarım ve Uygulama: Ali BAYRAM
Kapak Tasarımı: Benan DEMİRTAŞ
yıl: 29 / sayı: 342 / 3 nisan 2020 cuma Yayın Türü: Yaygın süreli • Telefon: (0216) 440 24 00 • e-mail: kitap@dunya.com
DİJİTALDE İZ BIRAKAN 100 LİDER, Metin Can, Ceres Yayınları, 229 s.
Rüzgârlı Bahçe Mah. Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No: 22 Kavacık - Beykoz / İstanbul Baskı: Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş. Akpınar Mah. Hasan Basri Cad. No: 4 34885 Sancaktepe/İstanbul Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım A.Ş.