NBE
SANAT SAĞLIK SPOR İ Y I YA Ş A M TEKNOLOJI SAYI: 05 #e
vdekal
BAŞAK DIZER TATLITUĞ
SON TREND: MASKE MODASI FARUK ŞÜYÜN
AHMET ÜMIT’IN MASASINDA NELER VAR? TUBA ÜNSAL
AŞKA ÂŞIK OLMAK OLUR MU? VAHAP MUNYAR
INSTAGRAM’DA BAYRAM
Mehmet Öz
ÖZEL DOSYA
TURİZMİN GELECEĞİ
ALI ONARAN MÜBERRA ERESIN ERKUNT ÖNER GÜÇLÜ KAYRAL KORAY KÜÇÜKYILMAZ
Dünyanın en ünlü doktoruyla konuştuk. İşte Dr. Öz’den pandemide sağlıklı kalma rehberi ve yeni hayatın şifreleri…
2
Haftanın testi GEÇEN HAFTA DÜNYADA NELER OLDU NELER BITTI? HAFIZANIZI TESTIMIZLE TAZELEYELIM… İPEK YEZDANİ
6
Güney Koreli futbol kulübü FC Seoul, Gwangju FC’ye karşı oynadığı maçta, taraftarların karantina tedbirlerinden dolayı evde kalması nedeniyle yeteri kadar bilet satılamayınca stadı dolu göstermek için ne yaptı? A. Kameralara stadın dolu kısımlarını çekmelerini söyledi B. Futbolculara taraftarlar olmasa bile maça konsantre olmalarını bildirdi C. Boş koltuklara şişme kadın şeklindeki seks oyuncaklarını oturttu D. Futbolda önemli olan ‘fair play’dir dedi
1
Dünyayı etkisi altına alan corona virüs salgınında en çok can kaybının yaşandığı ABD’nin Florida eyaletinde, yasağa rağmen sosyal mesafe kurallarını hiçe sayan binlerce kişilik bir grupla polis arasında çatışma çıktı. Polise ateş açan grup sokakta ne yapıyordu? A. Yasakları protesto ediyordu B. Sokak partisi yapıp eğleniyordu C. Restoranlar yeniden açılsın diye eylem yapıyordu D. Trump’tan ek işsizlik ödeneği istiyordu
2
Latin Amerika ülkesi Peru’da arkadaşlarıyla içki içmek için karantinayı ihlal eden Castrovirreyna eyaletine bağlı Tantara ilçesinin belediye başkanı Jamie Rolando Urbina Torres, yakalanınca gözaltına alınmamak için ne yaptı? A. Arkadaşlarımın su sayaçlarını kontrol ediyordum dedi B. Bunalımdayım, o yüzden kendimi içkiye verdim dedi C. Belediye çalışmalarını buradan yürütüyorum diye kendini savundu. D. Tabuta girerek ölü taklidi yaptı.
3
ABD Başkanı Donald Trump ile arasında gerginlik bulunan ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Trump’ın Covid-19 tedavisinde etkili olduğunu iddia ettiği “hidroksiklorokin” isimli ilacı kullandığını açıklamasının
ardından ilacın Trump için kalbe zararlı olduğunu savunarak Trump’a ne dedi? A. ABD Başkanı’nın yan etkileri bilinmeden bu ilacı kullanması sakıncalı B. Covid-19 virüsüne yakalanmadan önce sağlıklıyken bu ilacı kullanmak sakıncalı olabilir C. Bu ilacı kullanmadan önce bir kalp krizi testi yaptırmalıydı D. Şişko
4
Türkiye de dahil tüm dünyada defalarca tekrarı yayınlanan ve New York’ta geçen Amerikan yapımı “Friends” dizisinin bu sonbaharda çıkacağı açıklanan resmi yemek kitabında aşağıdakilerden hangisi yer almaktadır? A. New York’un meşhur cheesecake’leri B. Monica karakterinin restoranda pişen füzyon yemekler
7 C. Joey’nin uydurduğu “köfte çorbası” D. Manhattan’da içilen en popüler kokteyller
5
“The Keeping Up With The Kardashians” adlı TV şovunun yıldızı olan Kim Kardashian, 171 milyon instagram takipçisiyle paylaştığı karantina fotoğraflarında aşağıdakilerden hangisini giyiyordu? A. Beyaz bikini ve deri kovboy pantolonu B. Eşofman takımı C. Askılı gecelik ve sabahlık D. Yazlık elbise
İngiltere’de yayımlanan “Nature- Climate Change” (Doğa- İklim Değişikliği) adlı dergide yer alan araştırmaya göre, tüm dünyanın eve kapanmasıyla birlikte aşağıdakilerden hangisi meydana geldi? A. Yunuslar her yeri doldurdu B. Yaban domuzları caddelere indi C. Küresel karbon emisyonu yüzde 17 azalarak son 14 yılın en düşük seviyesine geldi D. Bitkiler daha hızlı büyüdü
8
ABD’nin Virginia eyaletinde paraları olmayan ve bir marketi soymak isteyen iki kişi, yüzlerine tanınmamak amacıyla maske yerine ne taktı? A. Karpuz B. Çorap C. Naylon torba D. Eşarp CEVAPLAR 1-B, 2-D, 3-D, 4-C, 5-A, 6-C, 7-C,8-A
AJANDA 3
Dinle, izle, keşfet BU HAFTA SALONDA FILM IZLERKEN, BALKONDA SERGI GEZERKEN, BAHÇEDE LP KONSERI DINLERKEN, TIYATROLARI DA DESTEKLEYEMEYE NE DERSINIZ? S E L E N AY YA Ğ C I TİYATRO
KONSER
KAVUŞMAYA AZ KALDI BILETLERI ŞIMDIDEN ALALIM MI? Salgının ilk etkilenenlerinden olan tiyatrolar, karantina döneminde evleri keyifli hale getirdi. Şu sıralarda evlerde online olarak önümüze gelen oyunları yeniden sahnede izlemek için can atıyoruz. Kavuşmayı beklerken, oyunların biletlerini şimdiden alıp destek olalım mı? Tiyatro Kooperatifi’nin “Şimdi ayrı olsak da bizde yerin ayrı” kampanyasıyla tiyatroseverler yeni sezonda önceden yerlerini alabilecek. Değişik şeçenekler halinde hazırlanan destek programının paketlerine mobilet.com
erişilebiliyor. Programa dahil olan kooperatif ortağı tiyatrolar ise şöyle; Altkat Sanat Atölyesi, Altsahne, Ankara Birlik Tiyatrosu, Asmalı Sahne, Baba Sahne, Balkonda Sanat, DasDas, GalataPerform, ikincikat, Kadıköy Theatron, Levent Üzümcü Tiyatrosu, NoAct Sahne, ÖyküSahne, Tiyatro Açıkça, Tiyatro Yeniden, Tatavla Tiyatro, Tatavla Sahne, Tiyatro BeReZe, Tiyatro D22, Tiyatro Dalga, Tiyatro Öteki Hayatlar, Yolcu Tiyatro, Gaca Tiyatro, K! Kültüral Performing Arts ve Pangea-UNIQ İstanbul.
SERGİ Arter, sergileri özleyenler için “Altan Gürman: Türkiye Çağdaş Sanatında Bir Öncü” sergiyi çevrimiçi sanatseverlerle buluşturuyor. Sergi, geniş bir koleksiyondan eserler sunuyor. Başak Doğa Temür’ün küratörlüğünü üstlendiği sergiden hareketle oluşturulan içerik, sanatseverlere gerek sanatçının, gerekse toplumun uzun yıllara dayanan değişim sürecini anlatıyor. Çevrimiçi sergi, sanatçının 1965-1976 arasındaki üretimini, kendi döneminin toplumsal bağlamının yanı sıra küresel sanat tarihi tartışmaları bağlamında da okumayı mümkün kılıyor. Türkiye çağdaş sanatının kurucu ve öncü sanatçılarından biri olarak ancak 2000›li yıllarda sanat tarihi yazımında yerini almaya başlayan Gürman›ın arşivinden bir seçki de bu çevrimiçi sergi kapsamında Google Arts & Culture üzerinden incelenebiliyor.
SİNEMA
BIZIM ÇAĞIMIZ Başka Sinema’nın BluTV gösteriminde kiralanabilecek Bizim Çağımız (Out Time-Nuestro Tiempo) bu haftanın ilk film önerisi… Başrollerde Natalia López ve Phil Burgers’a eşlik eden yönetmen Carlos Reygadas daha önce Cannes Film Festivali’nde Tenebras Lux ile En İyi Yönetmen Ödülü, Stellet Licht ile ise Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmüştü. Venedik Film Festivali’nin yarışma bölümünde yer alan film, yılın en kışkırtıcı filmlerinden biriydi.
TELEVİZYON
YENI DIZI: I KNOW THIS MUCH IS TRUE Yazar Wally Lamb’in çok satan romanından uyarlanan, usta aktör Mark Ruffalo’nun biri paranoyak şizofren olan ikiz kardeşlere hayat verdiği ‘I Know This Much Is True, 12 Mayıs’tan itibaren her salı saat 22.00’da Bein Series Drama ve Bein Connect’te… Derek Cianfrance’in yazıp yönettiği dizide Oscar adayı Mark Ruffalo’ya, Oscar’lı Melissa Leo, Emmy ödüllü aktrisler Rosie O’Donnell ve Archie Panjabi gibi oyuncu kadrosunun eşlik ediyor.
• Bugüne kadar yerli sahnenin en değerli isimlerini müzikseverlerle buluşturan “Birlikte Güzel” ev konserleri serisi, bu kez tüm dünya listelerinde zirveyi gören LP’yi ağırlayacak. “Lost On You” şarkısıyla dünyanın her yerinde bir büyük ses getiren, Amerikalı sanatçı LP ile 25 Mayıs Pazartesi akşamı salonumuza neşe dolacak. Birlikte Güzel Instagram hesabı üzerinden sevenleriyle buluşacak İtalyan asıllı Amerikalı sanatçının “Lost on You” adlı parçası,Türkiye’de de yılın en iyi şarkısı seçilmişti. • Akbank Sanat’ın 30. Akbank Caz Festivali online konserlerle devam ediyor. Yoğun ile gören “Evin Caz Hali” konserler serisinde bu cuma Uraz Kıvaner, piyanosuyla evlerinize konuk olacak. Konser, saat 20.00’de, Akbank Sanat Instagram hesabında canlı izlenebilecek. Kıvaner’in piyano çalış tekniğinde Bill Evans, Oscar Peterson ve Ahmad Jamal’in izlerini görmenin mümkün… Kariyeri boyunca yerli yabancı Lew Tabackin, Monty Waters, Rusty Jones, Scott Steed, Reggie Jackson, Miles Griffith, Tony Jones, Bill Barron, İmer Demirer, Janusz Kozlowski gibi birçok değerli müzisyenle çalışma fırsatı bulan Kıvaner, ilk albümü olan “Pieces” ile 2012 yılında raflardaki yerini aldı. • Pepsi, ‘’Evlere Şenlik’’ diyerek bayram eğlencesi geleneğini internete taşıyor. Markanın reklam yüzü Beyazıt Öztürk’ün yanı sıra Ceylan Ertem, Fatma Turgut, Mehmet Erdem, Sertab Erener ve Sıla gibi ünlü isimler kendi evlerindeki performanslarıyla evlerinize konuk olacak. Konser cumartesi akşamı saat 21:00’de Pepsi Türkiye YouTube kanalından yayınlanacak ve yaklaşık 1.5 saat sürecek.
4
MÜZİĞİN İÇİNDEN
Doğrusu ne? NE ZAMAN KENDIMI MÜZIK PRODÜKTÖRÜ VE VOKAL PRODÜKTÖRÜ OLARAK TANITSAM, KULLANDIĞIM “PRODÜKTÖR” KELIMESINI TÜRKÇELEŞTIRMEK ADINA “YAPIMCI” DIYEREK DÜZELTIYORLAR. BEN DE ARTIK KENDIMI “YAPIMCI” DIYE TANITMAYA BAŞLADIM... AMA BU KELIME DE TAM OLARAK MÜZIK ENDÜSTRISINDE ÜSTLENDIĞIM GÖREVLERI ANLATMAYA YETERLI DEĞIL. YAPIMCI, ARANJÖR VE MÜZIK PRODÜKTÖRÜ ARASINDAKI FARKLARI KONUŞALIM… ilerlemesi ve yaygınlaşmasıyla beraber, evinde kayıtlarını alan, şarkılarının düzenlemesini tek başına hayata geçiren müzisyenlerin sayısı çoğaldı. Logic Pro X , Ableton Live 10 ve Pro Tools gibi dijital müzik yapım programlarını kullanabilen sanatçılar giderek profesyonel kayıt stüdyolarına daha az ihtiyaç duymaya başladılar. Şimdi tüm dünyanın konuştuğu Billie Eilish de abisi FINNEAS ile beTEKNOLOJININ
SIRMA
raber büyüdükleri evde yazıp kaydetti Grammy ödüllü ilk albümünü... Bu ay başında ben de tamamen Logic Pro X programında yarattığım, “How Could We Ever Know” adlı şarkımı yayınladım. Şarkının tüm alt yapısını bilgisayarımda yarattım. Vokal kayıtlarını ailemin evinde aldım, düzenlemedeki bazı perküsyon enstrümanlarını da bizzat kaydettim... Fakat ortaya çıkan eserde işin ses
dizayn aşamasına harcadığım emeğin payı büyük. Vokallerin sadece performansından ve kayıt aşamasından değil, türlü efektlerle ve dokunuşlarla ince ince işlenmesinden de sorumluyum. Her ne kadar şarkının mix ve mastering işlemlerini de üstlenmiş olsam da, bahsettiğim ses dizaynı, programlama ve montaj gibi müdahalelerin eserin yaratım süreciyle yakından alakalı olduğunu düşünüyorum.
MÜZİĞİN 5 İÇİNDEN
Gel gör ki ne zaman kendimi müzik prodüktörü ve vokal prodüktörü olarak tanıtsam, kullandığım “prodüktör” kelimesini Türkçeleştirmek adına “yapımcı” diyerek düzeltiyorlar beni. Ben de düzeltile düzeltile artık kendimi “yapımcı” diye tanıtmaya başladım... Ama bir süre sonra farkettim ki, bu kelime de tam olarak müzik endüstrisinde üstlendiğim bazı görevleri anlatmaya yeterli değil. Her nedense “mix” ve “mastering” kelimelerini İngilizce haliyle kullanıyoruz... Ama konu “prodüksiyon” olunca hemen “yapım” olarak çeviriyoruz. Türkiye’de bir şarkının alt yapısını düzenleyen kişiye “aranjör”, projeyi yürüten ve yöneten, bütçeyi tedarik eden kişiye ise “yapımcı” deniyor. Bir de yapım şirketleri var işin içinde... Onların rolü ise tamamen müziğin dışında kalıyor. Eserlerin yapımında değil, daha çok piyasaya sürülmesinde
ve tanıtımında rol oynayan bu şirketlerin başına “yapım” kelimesi getirildiğinden ötürü, “yapımcı” kelimesi de benzer bir anlam taşıyor halk arasında. Bu anlam kargaşalarının içinde sadece düzenleme değil, aynı zamanda ses dizaynıyla uğraşan, bir bilgisayarla canlı enstrümanlar olmadan dahi alt yapıyı yaratabilen müzisyenler olarak, kendimize uygun Türkçe bir sıfat bulmakta zorlanıyoruz. Bazı müzik yazarları ve eleştirmenleri, kendimizi “yapımcı” yerine “müzik prodüktörü” olarak tanıtınca, sanıyorlar ki biz “prodüktör” kelimesinin tam Türkçe karşılığını bilmiyoruz... Bizim asıl sıkıntımız, “aranjör” ile “yapımcı” sıfatları arasında bir yerde duruyor olmamız. Akustik enstrümanların ağırlıklı kullanıldığı düzenlemelerde, her kemancının, her gitaristin önüne nota kağıtlarını hazırlayıp koyan, onlara yaptığı düzenlemeyi anlatan ve kayıt aşamasında rehberlik eden kişiye denir “aranjör”... Biz müzik prodüktörleri ise, bazen canlı enstrümanlar kullanarak, bazen de canlı enstrümanlar olmadan, programlama ve ses dizayn yöntemlerine başvurarak şarkılarımızın alt yapısını yaratıyoruz. Dünyanın geri kalanında olduğu gibi, Türkiye’de de bu terimlere netlik kazandırmanın vakti geldi de geçiyor bile... “Executive Producer” terimi, bizim Türkçe’de kullandığımız “yapımcı” kelimesiyle aynı anlamı taşıyor global müzik endüstrisinde. “Executive Producer” sanatçının kendisi de olabiliyor bazen. Kimi zaman sanatçıların menajerlerinin de “Executive Producer” olarak anılması da bu yüzden. “Executive Producer”, yani “yapımcı”, hem eserin yaratılış sürecinde, hem de çıkış sürecinde atılması gereken adımları belirliyor. “Music Producer” ve “Record Producer” terimleri ise eş anlamlı sayılıyor. İşte bu rolü üstlenen kişi, bir ses sanatçısının söylediği sözlerin, melodilerin altında yatan müzikleri yaratmaktan sorumlu oluyor. “Vocal Producer” ise, ses sanatçısının hem kayıt aşamasında yanında olarak, hem de kayıt sonrasında o vokal kayıtlarını düzenleyip işleyerek, mix aşamasından önceki son noktaya getiren kişiye deniyor. Tüm bu sebeplerden ötürü, benim gibi bu meslekleri icra eden müzisyenlerin niteliklerini anlatırken “müzik prodüktörü” ve “vokal prodüktörü” gibi ifadeler kullanmaları kaçınılmaz...
CHARLI XCX İNGILIZ SANATÇI CHARLI XCX, KARANTINA SÜRECINI DOLU DOLU GEÇIRDIĞININ KANITIYLA KARŞIMIZDA...
HAFTANIN ALBÜMÜ
Vokal kayıtlarını evinde aldığı, yapımını A. G. Cook ve BJ Burton ile birlikte üstlendiği yepyeni dördüncü albümü “How I’m Feeling Now,” cesur ve deneysel bir elektronik pop çalışması. Albümün yapımcılarından A. G. Cook yedi, BJ Burton ise üç şarkıda müzik prodüktörü rolleriyle dikkat çekiyor. Charli XCX’in giderek deneyselleşen tarzının baş mimarlarından A. G. Cook’un, özellikle bu albümde, yakın dostu SOPHIE’nin projelerinden esinlendiğini hissettim. Hiperaktif bir enerjinin hakim olduğu, yer yer punk ve elektronik dans müzik kültürünün etkilerinin hissedildiği şarkılarda Charli XCX, eğlence hayatının şimdilerde özlenen detaylarını dile getiriyor. Fakat bu albüme renk katan sözlerde en dikkat çeken kısımlar, Charli XCX’in karantinayı birlikte geçirdiği erkek arkadaşı hakkında tüm içtenliğiyle ve kırılganlığıyla yazdığı kelimeler oldu benim için... Bağımsız ruhu ile erkek arkadaşına karşı hissettiği bağımlılık eğilimleri arasındaki çelişkileri işlediği şarkılarda bazı cümleler size kendi romantik tecrübelerinizi hatırlatacak.
TEKNO DÜELLO AHME T CAN Akıllı telefonlarda “En iyi ben fotoğraf çekiyorum” yarışı hızla devam ediyor. Bu yıl satışa çıkan yeni akıllı telefonlarda da bu gelenek devam etti. Ancak yeni özellikleri de yok değil. Hızlı şarj, kaliteli video çekimi ve daha iyi ekran gibi pek çok özellik de yeni modellerle hayatımıza girdi. Biz de yeni çıkan yeni modellere bir göz atalım istedik. Android işletim sisteminin en güçlü iki seçeneği. Bir yanda Huawei’nin P40 Pro’su. Diğer tarafta Samsung’un Galaxy S20 Ultra’sı. Düello başlasın...
Huawei X Samsung Galaxy P40 Pro S20 Ultra S AT I Ş F I YAT I NE ?
11.999 12.499
Türk Lirasından baslıyor.
Türk Lirasından baslıyor.
İL K NE Z A M A N S AT I Ş A Ç IK T I ?
2012 2010 Ş U A N A K A DA R K E Z Y E NIL E NDI ?
10 11
8 yılda 10 farklı model kullanıcılara sunuldu.
10 yılda 11 farklı model satışa çıktı.
K AÇ FA R K L I S E Ç E NE K L E GE L I YOR P40 ailesi, farklı tüketici gruplarına hitap eden 4 farklı S20 modelleri 3 farklı seçenekle kullanıcılara sunuluyor. Bu modelle geldi. Bu modeller, P40 lite, P40, P40 Pro ve P40 modeller, S20, S20+ ve S20 Ultra modelleri. S20 ailesinin tüm Pro+. Henüz P40 Pro+ modeli Türkiye’de satışta bulunmuyor. modelleri Türkiye’de satışta bulunuyor. T E K NIK Ö Z E L L IK L E R I NE L E R ? 6.58 inç OLED ekran 2640 x 1200 piksel ekran çözünürlüğü 90 Hz’lik ekran tazeleme oranı Huawei Kirin 990 işlemci 256 GB depolama kapasitesi 8 GB’lık RAM 4200 mAh kapasitesinde batarya
6.9 inçlik AMOLED ekran. 3200 x 1440 piksel ekran çözünürlüğü 120 Hz’lik ekran tazeleme oranı Samsung Exynos 990 işlemci 128 GB depolama kapasitesi 12 GB’lik RAM 5.000 mAh kapasitesinde batarya
E N Ç OK BE ĞE NDI ĞIMI Z Ö Z E L L I Ğ I Yapay zekâ ile güçlendirilmiş Leica kamera sistemi öne çıkıyor. Özellikle 8K çözünürlükte video çekmesi dikkatimizi çeken özelliklerin başında. ‘Golden Snap’ adındaki özellikten bahsetmek gerekiyor. Fotoğraf Yani Ultra HD’nin 4, Full HD’nin 16 katı anlamına geliyor. 8K videoyu çektiğinizde camda bir yansıma varsa veya istemediğiniz bir kişi kadraja yakınlaştırarak, yüksek çözünürlükte farklı kadrajlarda başka videolar giriyorsa yapay zekâ bu istenmeyen görüntüleri fotoğraf üzerinden elde edebiliyorsunuz. Ayrıca 8K videoları durdurarak, 33 MP’lik fotoğraf otomatik olarak siliyor. kareleri yakalayabiliyorsunuz. E K S IL E R H A NE S INE NE L E R YA Z IL I YOR ? 8K çözünürlük videolarla ne kadar çekim yapılacağı tartışma konusu. Ancak rakipleri, modellerinde 8K çözünürlükte video çekim özelliğine yer verirken, bu model 4K çözünürlük video çekiyor.
Ekranında 120 Hz’lik tazeleme oranı kullanıyor. Önemli bir fark. Ancak bu bir dezavantaj da getiriyor. O da şarjın hızla tükenmesi. 60Hz modunda yaklaşık 12 saat kullanılabilen model, 120Hz modunda 10 saat civarında kullanılabiliyor.
K A ME R A Ö Z E L L IK L E R I NE L E R ? 50 megapiksel geniş açılı ana kamera (f/1.9) 40 megapiksel ultra geniş açılı kamera (f/1.8) 12 megapiksel telephoto kamera (f/3.4) 3D Derinlik algılama kamerası 32 megapiksel ön kamera (f/2.2)
108 megapiksel geniş açılı ana kamera (f/1.8) 12 megapiksel ultra geniş açılı kamera (f/2.2) 48 megapiksel telephoto kamera (f/3.5) Derinlikli görüş kamerası 40 megapiksel ön kamera (f/2.2)
NE K A DA R HI Z L I Ş A R J OL A BIL I YOR ?
50dk 45dk
Beraberinde 40 Watt’lık HUAWEI SuperCharge adaptörüyle geliyor. 0’dan yüzde 80 doluluk oranına yarım saate çıkabiliyor. Bataryasını tam doldurması ise 50 dakika sürüyor.
Kutusundan 45 Watt’lık Super Fast Charger adaptör çıkıyor. Bu sayede 0’dan yüzde 70 doluluk kapasitesine yarım saatte çıkabiliyor. 45 dakikada ise yüzde 92 şarj olabiliyor.
STİL 7
Maskenin modası olur mu?
ARDI ARDINA PEK ÇOK MARKANIN LOGOLU MASKELER ÜRETMESI YENI BIR TRENDIN HABERCISI MI YOKSA FIRSATÇILIK MI?
B A Ş A K Dİ Z E R TAT L I T U Ğ
P A N D E M I N I N ilk dönemlerinde insanların kendi maskelerini tasarladığını ve taktığını, 1-2 markanın sahte de olsa logolu tasarımlarını sosyal medyada gördüğümde bunun çok ticari bir moda anlayışı olduğunu düşünmüştüm. Hatta olası durumdan faydalanmak olarak yorumlamıştım. Hoşlanmamıştım aslında... Hatta sorumsuz gelmişti… Hastanelerde bütün gün yüzlerine takmak zorunda oldukları maskeyle şifa dağıtmaya çalışan binlerce sağlık personeline, hastalıkla mücadele eden hastalara ve bunun korkusunu yaşayan topluma saygısızlık olarak görmüştüm. Maske üzerinden sosyal medya beğenisi toplanmaya çalışılıyordu sanki… Tabii bu ilk dönemlerdi, şu an fikrim değişti. Çünkü aradan geçen zaman bana maske takmanın, korunmanın, yeni durumumuzun gerekliliği olduğunu öğretti. Kendim de çok kullandığım için artık daha fazla hastalık çağrıştıran beyaz maske görmek istemiyorum. Ayrıca yıkanıp tekrar tekrar kullanılan modeller ya da geri dönüşümlü maskeler olsa sokaklara atılmış bu beyaz maskeleri de görüp üzülmeyiz. Bence büyük bir sorun; bütün dünyada sokaklar hatta denizler ve nehirler bile maskelerle, plastik eldivenlerle dolmuş. İnsanların kişisel özel tasarım maskeleri olursa hatta birkaç kere yıkanıp kullanılabilir
olsa böyle bir çöp atığı da ortaya çıkmaz. Şu an çoktan bazı moda markaları maske tasarlamaya başladı. Hatta bazı modeller oldukça şık. Ancak pandemiye karşı ne derece koruyucu tartışılıyor. Örneğin Kim Kardashian’ın markası ‘Skims’in maskeleri… Daha çok korse, eşofman, iç çamaşırı ve lycralı body takımlar üreten marka, durumdan vazife çıkararak maske işine de girmiş. Üçlü paket, 25 dolardan satışta… Koruyucu olup olmadığı hakkında çeşitli iddialar olsa da çok satar; Kardashian-Jenner ekibinin çıkardıkları her ürünün yağmalandığını göz önüne alırsak, satış rekorları kırması da kaçınılmaz. Birkaç marka daha böyle yaparsa insanlar renkli tasarım maskeleri giydiği kıyafete göre değiştirebilir, desenlerle oynar, styling parçası olarak kullanabilir. Hayata biraz moda, görsellik ve tatlılık katmak hiç de fena olmaz. Hatta ben bile önce kendim için bütün bir yaz takmak üzere yıkanan, çok kullanımlı, dijital desenli, çok renk alternatifi olan maske tasarlama işine başlamayı düşündüm. Ancak tabii geri dönüşüm malzemesinden yapılması şart. Yakında herkeste özellikle genç kesimde renkli renkli, desenli, tasarımcı imzalı ve logolu maskeler görmeye hazır olun. Çünkü ne yazık ki artık maskenin de modası var.
Paris Moda Haftası'nda katılımcılar maske modasının ayak seslerini duyurdu. Ancak gördüğümüz tasarımların çoğu sahte.
8
KOLEKSİYON
Ünlü oyuncu Angelica Houston, Alexander Calder’ın "Kıskanç Koca" adlı kolyesiyle poz verirken...
KOLEKSİYON 9 M AYA P O R TA K A L B İ TA R G İ L Dali'nin sürreal mücevher tasarımlarından bir kaç çarpıcı parça…
Minyatür şaheserler ALEXANDER CALDER’DEN PABLO PICASSO’YA, SALVADOR DALI’YE, CLAUDE LALLANNE’DAN ANISH KAPOOR’A TARIH BOYUNCA SANATÇILAR, BÜYÜK USTALAR MÜCEVHER TASARLAMIŞLARDIR. ELBETTE YARATTIKLARI MÜCEVHERIN ÖTESINDE TAKILABILIR SANAT ESERLERI, MINYATÜR HEYKELCIKLERDIR.
K I M I S I A L E X A N D E R C A L D E R gibi karısını şımartmak üzere el yapımı mücevher sevdasına bulaşmış; kimi Salvador Dali gibi sihrini dünyaya serpmek üzere...Robert Indiana’nın Love yüzüklerinden Anish Kapoor’un dev heykellerinin minyatür hallerine, Marc Quinn’in orkidelerine sanat eserleri mücevhere dönüşür… “Bedenler müzeleşebilir mi” sorusuna yanıt arar sanatçılar adeta… Müzeler de bu parçaları sergilemeyi ıskalamaz. Metropolitan Müzesi Roma döneminden başlayan mücevher serüvenine ev sahipliği ederken; Louvre Müzesi 2.Napolyon’un karısı Marie Louise’in mücevherleri sanat severlerle paylaşır. Moma Alexander Calder’in 1941 tarihli kolyesine ev sahipliği yapar.
MÜCEVHER YARIŞLARI
Alexander Calder, karısı Louisa James’e nişan yüzüğü tasarlayarak en duygu yüklü mücevherin bu olacağına inanarak yaratmaya başlar 1932’de… Eserlerinin minyatürlerini mücevherleştirir… Kısa bir süre içinde New York’da sanat dünyasının kraliçeleri Peggy Guggenheim’den, Mary Rockefeller’a Calder’ın mücevherleriyle dolaşmaya başlarlar. Bu
bir sofistikasyon göstergesidir. Sanatçıyla kimin daha yakın olduğu yarışıdır adeta… Ne hoş bir yarış değil mi...Calder’ın mücevherleri bir nevi performansa dönüşür kadın bedenlerinde… Mesele, sadece para olmaktan çıkıverir. Sanat sevgisi ve koleksiyoner ruhuna götürür bizi... KÜÇÜCÜK IMZALAR
Sanatçılar bu yarattıkları minyatür heykelcikleri sanat eserlerine yaklaştıkları gibi yaklaşır; insan bedeninde yer alacaklarını hayal ederek tasarladıklarından olsa gerek; ayrı bir hassasiyet gösterirler.. Koleksiyonerleriyle en yakın temasta bulunabilecekleri; mesafeyi ortadan kaldırdıkları alandır mücevherler… Elbette sanat eserlerine attıkları imzayı, çaktıkları tarihi mücevherlerinden de esirgemezler…Kendi el yazılarıyla küçücük alanlara kazılır sanatçı tarafından. Türkiye’ye 2012 yılından itibaren Anish Kapoor’dan Marc Quinn’e, Alexander Calder’den Claude Lalanne’a minyatür heykelcikleri, mücevherleşmiş sanat eserlerini getirebilmiş olmaktan çok heyecan duyduk… Bu heyecanlara nicelerinin katılması dileğiyle…
10 DİPLOMASİ SOHBETLERİ
İNGILTERE’NIN İSTANBUL BAŞKONSOLOSU
Judith Slater
İPEK YEZDANİ
En çok ocakbaşına gitmeyi özledim
Bu karantina günlerinde evde nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Ne yazık ki, COVID-19 pandemisi nedeniyle tüm dünya bir halk sağlığı acil durumuyla karşı karşıya. Öncelikle, Türkiye’de, İngiltere’de ve dünyanın dört bir yanında virüsten etkilenen hastaları iyileştirmek için uzun vardiyalar boyunca çalışan tüm doktorlara ve sağlık çalışanlarına en içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Ayrıca, sevdiklerini kaybeden herkese de başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
UZAKTAN ÇALIŞMAYA ÇABUK ALIŞTIK
Özellikle başkalarını kurtarmak için her gün kendi hayatlarını riske atan doktorlara ve sağlık çalışanlarına baktığımda, virüsten uzak durmaya çalışırken bir yandan da gerek kişisel gerekse profesyonel açılardan üretken olmak için çok uğraştığımız kendi konfor bölgemizde aslında
çok şanslı olduğumuzu görüyorum. Ayrıca, bir kaç ay önce hiçbirimizin gündeminde olmayan uzaktan çalışma modeline de çok çabuk alıştık. Evde, iş saatleri dışında kendime kalan boş zamanımda, eşimle ve 16 yaşındaki oğlumla vakit geçirmeyi; İngiltere’de üniversitede okuyan 19 yaşındaki kızımla konuşmayı seviyorum. İstanbul’un yoğun trafiğini kesinlikle özlemiyorum ve bugünlerde Konsolosluğun güzel bahçesinde yürümek için çok daha fazla vakit bulabiliyorum.
BALIK PAZARI’NDAKİ FIRINDAN EKMEK ALIYORUM
Ayrıca Konsolosluktaki bazı meslektaşlarımla bir kitap kulübü kurduk ve iki haftada bir sanal ortamda buluşup okuduğumuz kitabı tartışıyoruz. Şu ana kadar Türk yazarların üç kitabını bitirdik: Orhan Pamuk’un ‘Kırmızı Saçlı Kadın’, Sabahattin Ali’nin
‘Kürk Mantolu Madonna’ ve Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı romanları. Sanırım benim favorim Pamuk oldu ama tüm kulüp üyelerimiz buna katılmıyor dolayısıyla tartışmalarımız oldukça canlı ve keyifli geçiyor. Sokağa çıkma yasağı olduğu zamanlarda, Balık Pazarı’ndaki fırından ekmek almaya gidiyorum ve bu sayede de köpeğim Jasemin’i yürütme imkânı buluyorum. İstanbul’da en çok nereye gitmeyi özlüyorsunuz?
Beyoğlu sinemalarına gitmeyi özlüyorum: İstiklal Caddesi benim en sevdiğim yerlerden biri ve zaman zaman İstiklal’de yürüme lüksüne sahip olabiliyorum. Ama bu kadar canlı olan bir caddeyi boş görmek beni üzüyor, dolayısıyla İstiklal’in o canlı normalliğine en kısa süre içerisinde kavuştuğunu görmeyi çok isterim. Umarım sinemalar ve tabii ki restoranlar da yeniden açılabilir. En çok da komşumuz
DİPLOMASİ 11 SOHBETLERİ
İstiklal Caddesi’ni boş görmek beni üzüyor…
12 DİPLOMASİ SOHBETLERİ
olan ocakbaşı Yirmi Bir’i özlüyorum. Oraya o kadar çok gittik ki neredeyse aileden sayılıyorduk! Bunların dışında, Kemer Golf Kulübü’nde golf oynamayı özlüyorum. Golf sahasının tepelerden ve ormanın içinden uzayıp gittiği, gerçekten çok güzel bir yer. Kulübün de Belgrad Ormanı’nın da (orada koşu yapmaya bayılıyorum) en kısa zamanda yeniden açılacağını umarım; tabii ki sosyal mesafenin korunması şartıyla.
KONSOLOSLUKTAKİ BÜYÜK PİYANOYU ÇALIYORUM
Evde ailenizle ne tür etkinlikler yapıyorsunuz?
Aralarında lezzetli salataların ya da Konsolosluğun çok yakınında olan Balık Pazarı’ndan aldığımız taze balığın da olduğu birçok değişik yemeği birlikte yapmaktan çok keyif alıyoruz. Eşim, harika bir aşçıdır ve balıkla yeni yemekler yapmaya da bayılır, mesela ABD’den aldığımız özel bir tütsü makinesiyle balık tütsülemek gibi… Ayrıca yapbozlarımız var: en sonuncusu 1000 parçaydı ve Kapadokya’dan bir fotoğraftı. O kadar zordu ki bitirmem çok uzun sürdü! Ayrıca Konsolosluktaki büyük piyanoda biraz müzik çalıyorum. Sanırım 16 yaşımdan beri doğru düzgün piyano çalmamıştım dolayısıyla oldukça paslanmışım. Neyse ki piyano, Konsolosluktaki dairemizin altındaki katta, yani pratik yaparken ailem beni dinlemek zorunda kalmıyor!
KARANTİNADAN SONRA BAHÇEDE MANGAL YAPACAĞIZ
Karantina günleri bittikten sonra yapacağınız ilk şey ne olacak?
Çalışma arkadaşlarımla büyük bir “Hoşgeldiniz Partisi” yapmak olacak ama tabii ki sosyal mesafe kurallarına harfi harfine uyuyor olacağız. Sanırım bu partiyi bahçede yaparız ve mangalı da yakarız. Ayrıca uluslararası uçuşlar açılır açılmaz kızımı tekrar görmeyi de dört gözle bekliyorum. Karantina günleri diplomatik faaliyetlerinizi nasıl etkiledi?
Aslında, tüm diplomatik faaliyetlerin, Teams, Zoom ya da telefon üzerinden kendisini ‘yeni normale’ bu kadar hızlı adapte edebilmesi beni gerçekten çok şaşırttı. Her ne kadar ideal olmasa da, sonuna kadar kullanarak teknolojinin faydalarından yararlanıyoruz ve Türkiye’de kalan Birleşik Krallık vatandaşlarının evlerine dönebilmeleri için elimizden gelen her şeyi yapıyo-
İNGILTERE MILLI TAKIMI’NDA KÜREK ÇEKTI İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Judith Slater, Cambridge Üniversitesi’nde hukuk okudu. 2004-2007 yılları arasında ABD-Texas’ta, 2007-2011 arasında Güney Afrika’da, ayrıca Hindistan ve Avustralya’daki İngiliz temsilciliklerinde görev alan Slater, İstanbul’a gelmeden önce Singapur’da İngiltere’nin Güneydoğu Asya Ticaret ve Yatırım Bölge Direktörü olarak görev yapıyordu. Cambridge Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda üniversitenin kürek takımında yer alan Slater, kısa bir süre için İngiltere Milli Takımı’nda da kürek çekti. Sporcu yönüyle de dikkat çeken Başkonsolos, ayrıca golf ve tenis oynuyor.
DİPLOMASİ 13 SOHBETLERİ
TÜRKİYE, HARİKA DAYANIŞMA ÖRNEĞİ GÖSTERDİ Korona virüs tehdidi, ülkeler arasındaki insani işbirliğini, örneğin Türkiye ve İngiltere arasındaki işbirliğini nasıl etkiledi? Dünyadaki bütün ülkeler benzer bir mücadele ile karşı karşıya ve birbirimizin tecrübelerinden öğrenebileceğimiz çok şey var. Bildiğiniz gibi Birleşik Krallık, 4 Mayıs’ta gerçekleştirilen ‘Koronavirüsle Küresel Mücadele Uluslararası Bağış Konferansı’nın ev sahiplerinden biriydi. Başbakanımız, konferansta yaptığı konuşmada, koronavirüse karşı verdiğimiz savaşı kazanabilmemiz için, tüm ülkelerin halklarımızın etrafına alt edilemez bir kalkan örmek için birlikte çalışması gerektiğini belirtti ve bunun da ancak bir aşı geliştirilip seri üretimine geçilmesiyle mümkün olabileceğinin altını çizdi. Söylemiş oldukları çok doğruydu: “Bu, virüse karşı insanlığın savaşıdır – bu savaşta birlikteyiz ve birlikte galip geleceğiz”.
4 HAZİRAN’DA KÜRESEL AŞI ZİRVESİNE EV SAHİPLİĞİ YAPACAĞIZ Birleşik Krallık, virüsün etkilerini hafifletebilmek ve insanlar için
mümkün olan en iyi bakımı sağlayabilmek için yeni teşhis yöntemleri, yeni ilaçlar ve aşı üzerinde çalışıyor. Fakat uluslararası işbirliği, özellikle de insani yardım alanında, olmazsa olmaz bir konu. Pek çok ülkedeki birçok bilim insanı, virüsü yenecek bir aşı bulabilmek için günde 24 saat haftada 7 gün durmaksızın çalışıyor. Bu, ülkeler arasındaki bir yarış değil fakat hayatımızın en büyük aciliyet gösteren ortak çabası.
AŞI İÇİN GENİŞ KOALİSYON ÇAĞRISI Tam da burada Birleşik Krallık’ın 4 Haziran’da Küresel Aşı Zirvesi’ne ev sahipliği yapacağını hatırlatayım. İhtiyacı olan herkesin erişebileceği bir aşıyı mümkün olan en kısa sürede geliştirmek temel önceliklerin başında geliyor. Bu nedenle Avrupa Komisyonu ile birlikte biz, uluslararası organizasyonların, şirketlerin ve hükümetlerin uygun fiyatlı bir aşı geliştirmek için geniş bir koalisyon oluşturması çağrısı yapıyoruz. Birleşik Krallık bu pandeminin bir an önce sona ermesi için şu ana kadar 744 milyon Sterlin bağış taahhüt etti ve
kışlayarak göstermeye devam ediyor. Şu anda, elimizdeki veriler Birleşik Krallık’ın nihayet pandeminin ilk dalgasının zirve noktasını aştığını gösterirken, temkinli bir iyimserliğe sahibiz diyebilirim.
ruz. Bunu yapma yöntemlerimizden birisi, Britanya vatandaşlarına sosyal medya hesaplarımız üzerinden en son uçuş bilgilerini iletmek, yardım için bizlere nasıl ulaşabileceklerini bildirmek ve sokağa çıkma yasakları gibi en güncel gelişmeleri iletmek.
DAHA FAZLA AÇIK HAVA EGZERSİZİ
TÜRK HÜKÜMETİ BİZE BÜYÜK DESTEK VERDİ
Türk hükümeti bu süreçte Britanya vatandaşlarının evlerine dönebilmesi için ticari uçakların Türkiye’den çıkışına izin vermek ve yolculara bu seferlerde uçabilmeleri için gereken izinleri çıkarmak gibi pek çok konuda bize gerçekten çok büyük bir destek verdi. Ayrıca, İstanbul’daki yerel makamlarla alınan yeni tedbirler konusunda, özellikle de sokağa çıkmanın yasak olduğu hafta sonları ile ilgili çok yakın çalışmalarımız oluyor.
PANDEMİNİN İLK DALGASININ ZİRVE NOKTASINI AŞTIK
Şu anda İngiltere’de genel durum nasıl?
Bilimsel olarak yürütülen eylem planımız, bu salgının kontrol altına alın-
diğer ülkeleri de kısa bir süre önce gerçekleştirilen ‘Koronavirüsle Küresel Mücadele Uluslararası Bağış Konferansı’nda olduğu gibi katkıda bulunmaları için teşvik ediyoruz. Türkiye, bu uluslararası çabada zaten oldukça önemli bir rol üstlenmiş durumda. Birleşik Krallık’ta koronavirüs ile mücadelenin en ön saflarında bulunan kilit çalışanlarımız için cömertçe göndermiş olduğu ve hayati öneme sahip kişisel koruyucu ekipman desteği için Türkiye’ye içten teşekkürlerimizi buradan bir kez daha sunmak istiyorum. Bu, gerçekten de bu zor dönemde gösterilmiş harika bir dayanışma ve işbirliği örneğiydi. Aynı zamanda Birleşik Krallık, Türkiye’den ciddi miktarlarda kişisel koruyucu ekipman satın alıyor. Bu, Birleşik Krallık ve Türkiye arasında yürütülen mükemmel işbirliğinin pek çok unsurundan sadece biri. Türk makamlarına, şu ana kadar oldukça iyi yönetmekte oldukları bu halk sağlığı krizinde destek vermeye devam edeceğiz. Bu pandemi boyunca birlikte çalışarak zaten güçlü olan ikili ilişkimizi daha da güçlendireceğimize içtenlikle inanıyorum.
ması, geciktirilmesi, araştırılması ve azaltılmasından oluşuyor. Farklı bir taktik uygulamamız gerektiğini gösteren açık bir bulgu olduğunda, hızlı ve kararlı bir şekilde verilen tavsiyeyi yerine getirdik/getiriyoruz. Dünya klasmanındaki denetleme ve takip kapasitemiz, virüsün yayılmasını ciddi seviyede yavaşlattı ve elimizdeki bulguları yakından incelemeye de-
vam ediyoruz. Bunların dışında alınacak önlemler yine bulgulara göre ve uzmanların tavsiyeleri doğrultusunda alınacak. Ancak tabii ki her ölüm bir insanlık trajedisi ve kaybedilen her hayat için yas tutuyoruz. Öte yandan, Britanya halkı özverili sağlık çalışanlarına ve kilit önemdeki işçilere olan takdirlerini, her Perşembe akşamı onları evlerinin önünde al-
Başbakanımız, krizin ikinci aşaması için, karantina ve sokağa çıkma yasaklarında uygulanacak kademeli değişikliğin ana hatlarını belirleyen, üç aşamalı bir koşullu plan uygulanacağını açıkladı. Şu anda, Britanyalıların sosyal mesafe kurallarına uymak suretiyle daha fazla açık hava egzersizi yapmalarına izin vermek ve evden çalışamıyorlarsa ve işe gitmelerinde herhangi bir sakınca yoksa daha fazla çalışanın işe gitmesine izin vermek gibi küçük çaplı değişiklikler yapılıyor. Eğer vaka sayısında düşüş yaşanmaya devam ederse, bu tür kısıtlamalarda daha kapsamlı azaltmaya gidilebilecek fakat vaka sayısında yükseliş olacak olursa, o zaman hükümetin yeni tedbirler alması gerekecek.
14 SİNEMA
İstanbul Başrolde
O Ğ U Z O TAY
gezmek yetmez.com
İSTANBUL’UN KABUK DEĞIŞIMINI GÖRSEL OLARAK TAKIP EDEBILMENIN EN IYI YOLU 1950-1980 DÖNEMINDEKI ÇEKILMIŞ OLAN YEŞILÇAM FILMLERI...KENTTE MIMARI, KÜLTÜREL, SIYASI VE EKONOMIK DEĞIŞMELERI GÖZLER ÖNÜNE SEREN BEŞ FILMI SIZLER IÇIN LISTELEDIM.
İ S T A N B U L’ U N kent olmaktan çıkıp, yüzölçümü ve nüfusu bakımından orta ölçekli bir Avrupa ülkesi büyüklüğüne gelmesinin altında yatan nedenleri ve bunun yarattığı problemleri anlayabilmek için 1950-1980 yılları arasındaki bazı önemli ekonomik, siyasi ve kültürel gelişmeleri ve bunların toplum üzerindeki etkilerini izle-
mek kaçınılmazdır. Bu dinamiklerin başında çok partili sisteme geçiş ile iktisadi sistemin değişmesiyle köyden kente göç, oluşan yeni toplumsal sınıflar ve bunların kentte tutunabilmek için takındıkları yasal ve yasa dışı davranışlar gelir. Bu olguların ortaya çıkarttığı siyasi yaklaşımlar, sınıf mücadelesi, rant kavgası ve son-
rasında yaşanan şiddet içerikli toplumsal olaylar İstanbul’u tarif edilemez kendine özgü bir kente çevirir. Bu kimlik değişiminin şekil bulması, zengin bir zümrenin ve işçi sınıfının oluşması, para hırsı, gecekondulaşma ve Menderes’in, 12 Eylül askeri darbesinin ve Dalan’ın yıkımları ile olur.
Söz konusu değişimin görsel olarak takip edilebilmesinin en iyi yolu bu dönemde çekilmiş olan Yeşilçam filmleridir. 1950-1980 dönemindeki mimari, kültürel, siyasi ve ekonomik değişmeleri gözler önüne serdiğini düşündüğüm örnek niteliğinde, arka planda İstanbul’un yer aldığı beş filmi sizler için seçtim.
İSTANBUL 79 (1979) BAŞROLÜNDE KADIR İNANIR’IN YER ALDIĞI FILM 83 DAKIKA
İZLEMEK ISTEYENLER IÇIN FILMIN RESTORE EDILMIŞ HALI YOUTUBE DA BULUNUYOR.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin ayak seslerinin yaklaştığı günlerde Anadolu’dan göçen 4 çocuklu bir ailenin, İstanbul’da var olmak için devletin temsil ettiği hak, hukuk, adalet sistemi ile bileği güçlü olanın kazandığı yeraltı dünyası arasında doğru yeri bulma mücadelesinin “canavarlaşan kent” teması içinde işlendiği bir film. Peşinen söylemekte fayda var; bu film diğer dört filmden çok daha farklı, görüntüden çok, dönemin olgularını ön plana çıkaran bir film. Ama İstanbul’un o kara günlerine ışık tutan mahiyette, sinema açısından kıymetini işin erbabı olanlara bırakıp, biz İstanbul görüntülerine geçelim. İstanbul’un o günlerdeki sosyo-politik durumu anlatılırken yer yer de kente dair ipuçları veriliyor. Bunlar arasında acımasız patron, ezilen işçi sınıfı, tüp ve yağ kuyrukları, karneye bağlanmış benzin, hukuksuzluk, yeraltı örgütleri, anti emperyalist yaklaşımlar, sigara karaborsacılığı ve kaçakçılığı, seks ve arabesk film furyası ve pavyon kültürü yer
alıyor. Bu karanlık görüntülere rağmen yer yer de aralarında yoksul mahalle, ahşap evler, Rumelihisarı, Taksim Meydanı, boğazdaki köprü (ki o dönemde tek köprü
var), yavaş yavaş artmaya başlayan beş yıldızlı oteller, Sultanahmet ve Belgrad Ormanları’nı içeren İstanbul manzaralarına yer veriliyor.
SİNEMA 15
OTOBÜS YOLCULARI (1961) BAŞROLLERINI TÜRKAN ŞORAY VE AYHAN IŞIK’IN PAYLAŞTIĞI FILM 99 DAKIKA Kemal (Ayhan Işık) son derece yakışıklı, fakir ama entelektüel bir İETT şöförü, Nevin (Türkan Şoray) ise İstanbul Üniversitesi’nde Arkeoloji okuyan, babası İstanbul’un imar rantına göz dikmiş bir müteahhittir ve fakir halkı dolandırmanın telaşı içindedir. Filme konu olan site inşaatı, o yıllarda bomboş olan Suadiye’de yapılmaktadır. Filmin fonunda özlediğimiz, o eski İstanbul manzaraları ve belediye
BOĞAZIÇI ŞARKISI (1966) BAŞROLLERINI SELDA AKKOR VE TAMER YIĞIT’IN PAYLAŞTIĞI FILM 102 DAKIKA
otobüslerine ilişkin artık unutmuş olan detaylar görülüyor. Şişli’de bugun AVM olan İETT garajı, Beyazıt Meydanı, sahil yolu, Yeni Levent ve daha birçok güzide İstanbul semti sık sık izleyicilere sunuluyor. Kemal otobüsü ile Süleymaniye Camii’nin önünden her geçişte camiye ve Koca Sinan’a bir selam çakacak kadar İstanbul sevdalısı. Filmin bir sahnesinde kendisine daha fazla kazanç sağlayacak makam şoförlüğü teklif edildiğinde “İstanbul›da
Filmin konusu son derece karışık. Özetle Anadolu’nun bir kentinden İstanbul’u görmeye gelen bir grup kız öğrencinin peşine takılan bir grup erkeğin hikayesi. İçine eklenen bir aşk hikayesi çevresinde gelişen bildik hikayeler arasında sevip kavuşamamak, gaddar ebeveynler, kader kurbanlığı, kan davası, maddi çıkarlar gibi birçok tema var. Tam anlamı ile bir çorba ama tüm bu olumsuzlukları bir tarafa bırakırsak eski İstanbul’a dair o kadar güzel manzaralar var ki, sadece bu bile filmi izlenir kılıyor. Filmi izlerken İstanbul’a dair gördüklerimiz arasında: Haydarpaşa Tren Garı, 60 yıl önceki Boğaziçi, Üsküdar, Dolmabahçe Sarayı, Sultanahmet, Ayasofya, Saraçhane, Eminönü, Galata Köprüsü gibi Tarihi Yarımada’nın turistik çekim noktaları, Rumeli ve Anadolu Hisarları, Göksu Deresi, Emirgan, Bebek manzaraları, yoksul İstanbul sokakları, Arnavut kaldırımları, merdivenli sokaklar, sokak satıcılarına İstanbul temalı şarkılar eşliğinde tanıklık ediliyor. Filmin ilk 20 dakikası nerede ise birkaç cümle dışında diyalogsuz geçiyor. İki kelime konuşmadan doğan bir aşk ve isimler bile bilinmeden el ele tutuşma ve öpüşme, durup dururken «heyyy” diye bağırmalar, sokakta baş
otobüs şöförlüğünü hiçbir şeye değişmem” demesi dikkat çekiyor. Eee, tabii o zaman İstanbul devasa boyutlara ulaşmamış, kahramanımız 500T ve metrobüs cenderesinden haberdar değil. Trafik ise aracın mumla arandığı yoğunlukta. Filmde daha onlarca ilginç İstanbul detayı mevcut. Seyrederken naif kent yaşamına, zengin-fakir çatışmasına, kentin kaderinin değiştiği yıllara, aşk hikayesi eşliğinde 70 yıl geriden tanıklık ediyoruz.
başa kalmak isteyen, öpüşen, koklaşan gençlere “sevişmeleri” için otel pazarlayan simsar, romantik bir yemek sonrasında otel lokantasında yerlere yatmalar, fuhuş yapılan otel baskını ve “bunlara benzemeyen bir çift” repliği, kadınlar için kiralanmış özel bir teknenin kamarasından çıkan 10 kadar erkek gibi kurgu hataları ise seyirciyi güldüren detaylar.
16 SİNEMA
SUÇLULAR ARAMIZDA (1964) BAŞROLLERINI BELGIN DORUK, TAMER YIĞIT VE EKREM BORA’NIN PAYLAŞTIĞI FILM 102 DAKIKA
İnsan kaçakçılığı ve benzeri suçlarla zengin olan Halis’in, düğün hediyesi olarak gelinine verdiği 350 bin lira değerindeki kolyeyi, malikaneye giren iki hırsız çalar. Satmaya çalıştıklarında ise kolyenin sahte olduğunu anlarlar. Rezaleti yüzüne vurmak için Halis’i ararlar. Telefonu açan Halis beyin oğlu Mümtaz olayı bir şantaj olarak algılar ve sonrasında hırsızlarla pazarlık başlar. Sahte kolye kirli ve gizli birçok şeyi ortaya çıkarır. Eski İstanbul’a dair o kadar güzel manzaralar var ki, film sadece bunlar için bile seyredilir. Neler var derseniz; genç kuşakların bilmediği troleybüs ve dönemin göbekten vitesli arabaları, üzerinde Cenaze Arabası yazan at arabası bile var. Film kuvvetle muhtemel Moda Burnu’na yakın bir köşkten Marmara Denizi manzarası ile başlıyor. Karaköy Deniz İşletmeleri binasının olduğu noktadan tarihi yarımada görünümüyle, gemiler ve martılar nefes kesici. Kabataş Setüstü’nden görünen Salacak ve Üsküdar manzarası harikulade. Amerikan tarzını Türkiye’ye getiren Hilton Oteli ve yakınındaki sonrasında adı Lütfi Kırdar Spor Salonu ve şimdiki adıyla Lütfu Kırdar Kongre Merkezi olarak değişen kopleksin 60 yıl önceki Spor ve Sergi Sarayı olduğundaki hali mutlaka görülmeli. Boğazda balık avı ve ıstakoz avı, Adalar manzarası, Cankurtaran Feneri, sahil yolu manzarası, Kilyos’un
sadece mandalar olan tenha sahili, Eski bir Bizans Kilisesi’nin içi (ben Aya İrini diye tahmin ediyorum), Yeniköy, Tarabya sahili, yoksul semt olarak betimlenen Sarıyer Çayırbaşı manzarası zamanda yolculuk diye tanımlanabilir. Filmde; eşlerle birlikte gidilebilen striptiz kulübü, sekreter fantezisi, “şu anda üstünde ne var” türü telefon görüşmesi,
eşin mücevherinin metrese hediye edilmesi karşılığı yapılan seks, babadan tokatlanan paraların çıplak kadın bedenine serilmesi gibi, bugün bile marjinal kabul edilebilecek sahneler var. Filmde küvete girmeden saçların taranması ve losyon sürülmesi, balıkadam kıyafeti ile düzenlenen kıyafet balosu komik kurgu hataları da yok değil.
ŞOFÖR NEBAHAT (1970) BAŞROLLERINI FATMA GIRIK VE İZZET GÜNAY’IN PAYLAŞTIĞI FILM 102 DAKIKA
Dolmuş şoförlüğü yapan babasının ölümüyle ailenin tüm yükü omuzlarına binen genç ve güzel Nebahat’in (Fatma Girik) erkek işi olarak görülen taksi şoförlüğüne soyunması neticesinde yaşadığı zorluklar, yoksul mahalle sakinlerinin dedikodusu ve sonradan görme, küstah zenginlerle baş etme mücadelesinin anlatıldığı filmde 1970’lerdeki İstanbul ve insan manzaraları anlatılıyor. Benim çocukluğuma denk geldiğinden midir bilinmez, “ah ne kadar çok bildik sahne var” dediğim keyifli bir Türk filmi. Taksi durağı için Taksim Meydanı’nın seçilmiş olması seyirciye meydanın 1970’lerindeki hali hakkında kapsamlı bilgi veriyor. Özellikle bugünlerde var olmayan bazı ticari marka ve dönemin reklamları dikkatli gözlerden kaçmıyor. İstanbul severler yanında klasik otomobil
tutkunları için eski İstanbul’un olmazsa olması Chevrolet, Mercedes ve DeSoto dıştan taksimetreli dolmuş taksiler de adeta geçit töreni yapıyor. Bugün unutulan eski tip çelik ustura ile tıraş yapılan berber, mahalle kahveleri de tam bir nostalji. Filmde Boğaz, Tarabya, Maçka, Nişantaşı, Bebek, Galata’dan Sarayburnu, Baltalimanı, Eyüp Mezarlığı ve İstanbul surlarına ait etkileyici kareler var. En çarpıcı görüntüler ise bugün gökdelenlerle dolu, o yıllardaki bomboş
Levent, Maslak Sarıyer güzergahından izleyicilerle paylaşılıyor. Konusu taksi şöförü olunca, o günlerdeki taksici jargonundan da örneklerin olduğu eğlenceli bir film ortaya çıkıyor. Filmin en eğlenceli görselliği ise Yeniköy’de denize sıfır bir balıkçı meyhanesindeki (tahminim bugün ki Emek Cafe veya benzeri bir yer) eğlence ve sonrasındaki kavga sahnesi. Filmin sadece bu sahnesini seyretmek bile “Vay be İstanbul neymiş” dedirtiyor.
TUBA’NIN 17 MEKTUBU
TUBA ÜNSAL
Aşka âşık olanlara bir çift sözüm var “SEV KARDEŞIM, ELINI VER BANA” DER ŞARKI… AMA ÂŞIK OLDUĞUNDA IŞLER DEĞIŞIR. ELINI VERIP KOLUNU KAPTIRIRSIN… farklı iki eylemdir; sonuçları da bizi farklı etkiler. Aşk ıstıraplı bir mevzudur, bulunduğu yerde pek huzur bulundurmaz, gözler sürekli uzaklarda dolaşır, aklından milyon türlü hikâye geçer... Bir anda kendini bir kır düğününde evlendirirsin, çocukların olur üçer beşer, kalabalık sofralarda İtalyan’dan hallice takılırsın. İşte hayallerinde ileriye fazla gittiğinde, ayrılık zamanı gelip çattığında geriye dönmen fazladan mesai alır. Kadın ve erkek bu mevzuya Venüs ve Mars kadar farklı yaklaşır. Geçenlerde bir erkek arkadaşım konuyu şöyle özetledi “Fazla takıyorsunuz siz kafaya, akışına bırakmak lazım…’’ Kadınların bu konuya her şeye yaklaşımımızdaki gibi daha detaylı baktığımızı söylüyor aslında. Bence kadın ve erkeğin en temel farkı kadının içinde yüzlerce renk var; erkekte ise siyah ve beyaz. Bu dramatik fark aşkı yaşayış şeklimizde çok fazla farklılık gösterir. SEVMEK VE ÂŞIK OLMAK
MESELE BEYINDE MI?
Kadın dünyasında aslında tüm mesele beyin lobları arasında yaşanmaktadır, aşka âşık olan kişi ve hayali sevgilisi… Ortada fazlasıyla etkileyici bir Romeo bulunmasa da aşka aşık kişi her zerresini adamaya hazırdır. İşte burada bir durman gerekiyor. “İlişkilerin Abc’si adl kitabında Harvard’lı Profesör Thomas Trobe “İçimizdeki korku ve acı ile yüzleşmekten kaçındığımız en güçlü yollardan birisi bitmez tükenmez ilişki
dramlarında kaybolup devamlı aynı döngüleri tekrarlamaktır’’ diyor. Hocamız ilişki yaşama şeklimize göre bizi ikiye ayırıyor. Bağımlı ve anti-bağımlı. Anti-bağımlılar ilişkiden korkan, kendi iç dünyasına bağlı, hayatı bolca hobiden oluşan, meditasyon yapan, sörf yapan, Tibet’te dağa tırmanan bir kişilik yapısı... Bağımlı ise yer aldığı her aksiyonu mutlaka ilişkisine yarar hale getiren, ilişkisinden ayrı nefes alamayan, o giderse ağıtlar yakan bir kişilik... Tüm bu aşk halleri de senin şu an kim olduğundan ziyade çocukken kim olduğun ve başına neler geldiğiyle alakalıdır. Psikanaliz denilen bilim işte bu noktada bilinçaltının çekmecelerine yönelir. Sen çocukken yanında aşkın ıstırabından dem vuran biri varsa sen kafana “Aşk eşittir ıstırap’’ yazarsın ve oldum olası iflah olmaz bir anti-bağımlı kişilik olursun. PEKI TÜM BUNLAR BIZI AŞKTAN UZAKLAŞTIRACAK MI?
Benim bir süredir üzerinde hassasiyetle çalıştığım sistem “İçindeki kız çocuğuyla iletişime geçmek.” Biraz delilik gibi gelse de okuduğum tüm kişisel gelişim kitaplarının özü egonun aslında bilinçaltına attığımız inançlar bütünü olduğu ve bunlarında çoğunun hayatımızın ilk 7/8 yılında oluştuğunu gösteriyor. İşte mesele, o 7-8 yaşındaki Tuba’yla günlük rutinde konuşmak, ona bugünkü düşünce, akıl ve zekanla olayların gerçekte oluş şeklini göstermek. Tüm bunlar karışık ve zaman ayırması zor gibi gelen
konular olsa da etkisi yüzde yüz tarafımca kanıtlanmış çalışmalardır. Ve içinizi minik minik yıkadıkça, o çocuk mutlu oldukça hayatın ne kadar da kolay aktığını göreceksiniz. “Aşk eşittir ıstırap” bütünlemesini değiştirdiğimiz gün hayatımız daha muhteşem hale gelecektir. Bunun için hayattaki renklerimizi arttırmak, kişisel alanlarımızı geliştirmek lazım. Kendini onsuz da var etme durumu her iki tarafa da iyi gelecektir. Günlük rutin oluşturmak da bu süreçte iyi gelecektir. Sabah güne nasıl başlarsak öyle gider döngüsü doğru bir döngüdür. Ben yıllarca uyanır uyanmaz telefona sarılırken, şimdi önce suyumu içiyorum sonrası hayatımda var olan her şeye şükrettiğim bir beş dakikalık şükür seansı geçiriyorum, sonrasında da vücudumu hareket ettirip yoga ya da minik egzersizlerimle devam ediyorum. Rutininizi oluşturduktan sonra kendi yapmayı sevdiğiniz şeyleri listeleyin. “Sen kimsin ve neler hayatta seni mutlu eder” sorusunu kendine sorman gereken sorulardır. Aşık insan hasta gibidir, o hastalık halini neşe dağıtır, neşenizi arttıracak arkadaşlar edinin. Aşk acısı çekmenin de güzel bir tarafı var; insan bunu yaşadığında gerçekten yaşadığını hissediyor, sıradanlıktan sıyrılıp kalp çarpıntısı duymak hayata tutunma sebebimiz de olabiliyor. Aşka âşık olanla mantıklı olan arasında seçim yapmam gerekirse ne kadar canım yansa da ben aşka âşık olmayı ve hayatta da böyle kalmayı tercih ederim. Benden olan el kaldırsın…
18 MANŞET
11 yıldır yayında olan ‘Dr. Oz Show’, Güney Amerika’dan İskandinavya’ya kadar dünyada 80 ülkede yayınlanıyor ve izlenme rekorları kırıyor. Şovun bir ayda internetteki izlenme sayısı 40 milyon civarında. ABD’de her gün 4 milyon kişi bu şovu izliyor.
SANAT 19 SOHBETLERİ
ASLI BARIŞ
Karantina biter bitmez Türkiye’deyim DÜNYANIN EN TANINAN, EN ŞÖHRETLI DOKTORU O: “OZ BÜYÜCÜSÜ” LAKAPLI MEHMET ÖZ… 11 YILDIR IZLENME REKORLARI KIRAN “THE DR. OZ SHOW” ADLI PROGRAM SAYESINDE, DOKTORDAN ÇOK ROCK YILDIZI KIVAMINDA… HER AÇIKLAMASI OLAY YARATAN DOKTOR, HAFTA’NIN SORULARINI YANITLADI: BU YAZ SEYAHAT EDEBILECEK MIYIZ? AVM’LER NE KADAR RISKLI? DAHA NE KADAR MASKE TAKARAK YAŞAYACAĞIZ? KARANTINADA ALDIĞIMIZ FAZLA KILOLARI NASIL VERECEĞIZ? HIÇ MI KAHVALTI ETMEYECEĞIZ? HEPSI VE DAHA FAZLASI SÖYLEŞIMIZDE… Yakın zamanda YouTube programında New York ve İstanbul’u kıyaslaması yapmış, Türkiye’nin koronavirüsle mücadele sistemini övmüştünüz…
Doğru.Diğer ülkelere kıyasla Türkiye doğru yolda. Bilim kurulu işleri son derece iyi yürüten başarılı bir organizasyon. Sağlık personeli işlerinde çok iyi, özverili, hastalara bakma konusunda özenli, muhteşem işler çıkarıyorlar. Ve tabii toplum
olarak da çok disiplinli, saygılıyız. Sosyal mesafeye dikkat etme ve evde kalma protokolüne disiplinli bir şekilde uyduk. Bunun sonucu olarak hayat kaybı da diğer ülkelere kıyasla az. Ama burada şöyle bir durum var: Birincisi maske takma disiplinimizi sürdürme... İkincisi de yeniden hayata karışma sürecinde aynı dikkatliliğin sürmesi…Rehavete kapılmamalı, gevşememeliyiz. •
20 MANŞET
Rehavet demişken… Havaların ısınmasıyla birlikte halk yeniden sokağa çıkmaya başladı, belli bir gevşeme var. Dahası, tatil konuları gündemde… Sizce tatile çıkmak, planlamak bir hata mı?
Bence çoğu ülke çok büyük bir kriz yaşamadan yavaş yavaş açılacak. İnsanlar seyahat etmeye başlayacak bir yerde… Ama bazı merkezlerde bulunmak tabii ki daha riskli. Kalabalık başlı başına risk. Ama şu da bir gerçek: aşı bulunana kadar Koronavirüsle yaşamak zorundayız, hayatımız bir şekilde buna uydurmak zorundayız. Eldivenlerden ve iki dakikada bir yıkamaktan çoğumuzun eli buruş buruş oldu. Maske takmaktan kulak arkalarımız yara bere içinde. Kendi nefesimizi dinlemekten yorulduk. Daha ne kadar böyle yaşayacağız?
Aşı bulunana kadar… Ama o zaman da bu dertler bitmeyecek ki… Yeni bir virus hayatımıza girecek, yeniden bunları tekrarlamak durumunda kalacağız. Ne yazık ki artık gerçek bu, hayatımızın bir parçası haline gelecek.
Peki bu korkuyla nasıl yaşayacağız, gündelik hayatımıza nasıl devam edeceğiz?
Çok basit. Maske takın. Yüzeylere temas etmeyin, ederseniz de hemen elinizi yıkayın. Sosyal mesafeyi koruyun, birbirinize 2 metreden fazla yaklaşmayın. Seyahat edeceklere ayrıca bir çağrım var: Lütfen başkalarının yaşam hakkına saygılı olun. Eğer ateşiniz varsa ya da öksürüyorsanız kesinlikle seyahat etmeyin. Gerçi bu belirtileri göstermeyenlerde de taşıyıcı olma ihtimali var…
ANNEMLE HER GÜN KONUŞUYORUM AMA…
Madem seyahatten bahsettik; Siz her yaz Türkiye’ye gelirdiniz, ailenizle tekne tatili yapardınız. Bu sene de gelecek misiniz?
Kesinlikle. Karantina biter bitmez oradayım. Annemle her gün konuşuyorum ama yüz yüze görmek, sohbet etmekle aynı yeri tutmuyor. Başka neleri özlediniz?
Her şeyi… Kültürümüzü, yemekleri, özellikle de insanları… Dostlarımı çok özledim. Ara sıra yayın yaparak hasret gideriyorsunuz ama… Geçenlerde Nusret Gökçe ile yaptığınız Instagram yayını oldukça ses getirdi…
Nusret çok sevgili arkadaşım. Tabii ki onu çok özledim. Sürekli FaceTime yapıyoruz. Halit (Dr. Yerebakan) ve Mana (Gülan) ile de… Neyse ki teknolojinin nimetleri var. Ama asla yüz yüze olmak gibi değil, en kısa
zamanda dostlarımla kavuşmak için gün sayıyorum. Teknolojiyi aktif kullananlardansınız. Bir YouTube kanalı da açtınız…Bu dönemde nasıl içerikler üretiyorsunuz?
Geçen Eylül ayında “Dr. Öz ve Ekibi” adında Türkçe YouTube kanalı yayına aldık. Bu salgın döneminde Coronavirüs ile ilgili tüm gelişmeleri ve bilgileri de Dr. Halit Yerebakan ile birlikte düzenli olarak YouTube kanalımızdan paylaşıyoruz. Hem Amerika’daki hem de Türkiye’deki durumu haftalık değerlendiriyoruz. Türk vatandaşlarının yararına kullanmak için Türkçe bir kanalımız olmasını istedim. Yapılan çalışmalara baktığımızda internetteki sağlık haberlerinin yüzde 40’ının asılsız olduğunu görüyoruz. “Dr. Öz ve Ekibi” sağlık kanalı YouTube ve BiP applikasyonunda dijital ortamda sağlıkta ki gelişmelerin paylaşılacağı yeni mecralar oldu. Bu dönemde verebileceğiniz en iyi tavsiyeler nelerdir?
Uykunuza dikkat edin. Günde 7 saat kaliteli bir şekilde uyumaya çalışın. Zihninizin sağlığını meditasyon yaparak koruyun. Ben her gün yapıyorum mesela… Evde olmak egzersiz yapmaya engel değil; günaşırı şekilde günde yarım saat kardiyo yapın. Beslenme rutinlerinizi gözden geçirin; meyve ve sebze tüketiminizi artırın. Tabii çok iyi yıkamak koşuluyla…
Evde hareketsizlikten ve sıkıntıdan bir çoğumuz kilo da aldı bu süreçte…
Hayatta disiplin önemlidir. Kendinizi bırakmayın. Sabah kalkın, egzersizinizi yapın. Ben her gün yoga yaparım mesela, herkese de tavsiye ederim. Evde yapabilirsiniz. İşe gidiyormuş gibi özenli giyinin. Günlük ritminizi imkanlar dahilinde bozmamaya çalışın. Toplantılarınızı yapın, üretin. Teknoloji buna imkan sağlıyor. Bugünler de geçecek, morali elden bırakmayın.
SORUN AVM’DE DEĞIL, KALABALIKTA
Amerika’da hayatın ‘normalleşmesi’ ile ilgili açıklamalarınız çok konuşulmuştu…
Sözlerim yanlış anlaşıldı, buna açıklama getirdim. Bir şekilde kurallara uyarak yeniden gündelik yaşamımızı makul bir ölçüde devam ettirmemizden bahsetmek istiyordum.
Türkiye’ye gelirsek, ekonominin çarklarını döndürmek adına işletmeler, dükkanlar birer ikişer açılıyor. AVM’lerde açılmaya başladı. Peki sizce ne kadar güvenli?
AVM’ler bir çok yere göre çok daha steril ve güvenli bence. Sorun, insan dolu olması. Kalabalıksa, risk yaratabilir. İnsanlarla aranızda sosyal mesafeyi korumayı ihmal etmeyin.
MANŞET 21
KAHVALTI ETMEYIN DEMIYORUM…
Şu an üzerinden bir ömür geçmiş gibi ama korona gündeminden hemen önce “kahvaltı yasaklanmalı” açıklamanız çok ses getirmişti…
Aslında ben kahvaltıyı tamamen iptal edin demedim, sadece erteleyin dedim. Kahvaltıyı kalkar kalkmaz değil acıkınca yani doğru zamanda yemek lazım. Amerika’da System 20 diye yeni bir plana başladık. System 20 ile ilgili tüm bilgileri de yine Dr. Öz ve Ekibi YouTube kanalımızda paylaşıyorum. Aralıklı oruç sistemini uyguladığımız bir plan bu. İddia ediyorum, bu sistemi uygulayarak 10 kilo vererek kalp krizi, diyabet ve inme riskinizi yüzde 20 azaltabilirsiniz. Kulağa harika geliyor…Peki nedir bu sistem, nasıl uygulayacağız? Buradaki amaç günde yalnızca 8 saat yemek yemek ve kalan sürede herhangi bir şey yememek. Yemek yemediğiniz sürenin çoğu gece saatlerine denk geliyor, bu nedenle çok fark etmiyorsunuz.
Şöyle bir yol haritası var aslında: 11.0019.00 arası yemek yiyin. En ağır öğününüz öğlen yemeği olsun. Gün içinde alacağınız kalorinin yüzde 80’inin tercihen saat 15.00’ten önce almalısınız, bu nedenle öğle yemeğiniz en dolu öğününüz ve akşam yemeğiniz en hafif öğününüz olmalı. Arkasından, gece saatleri itibariyle bir önceki öğününüz ile ertesi günkü öğününüz arasında en az 12 saat aralık bırakmalısınız. Hatta tercihen 16… Sizin mönülerinizde neler var?
Zaman aralığımı 16 saatte tutabilmek için kahvaltıyı es geçmeyi tercih ediyorum. Uyandıktan sonra yemektense, saat 11.00’i bekliyorum ve güne sağlıklı atıştırmalıklarla başlıyorum. Bir avuç badem veya küçük bir kase yaban mersini ekleyeceğiniz süzme yoğurt gibi… Öğle yemeği günümün en dolu öğünü. Bunun için, balık veya tavuk gibi yağsız protein ve yanında ise sebzeler veya fasulye, nohut gibi sağlıklı bitkisel proteinleri tercih ediyorum. Akşam 18.00 gibi veya olabildiğince erken bir saatte hafif bir akşam yemeği tercih ediyorum. Genellikle biraz protein eklenmiş hafif bir salata yiyorum. Arada kaçamak yapmak istesek? Kesinlikle bir şey yemek yasak mı?
Program çekimimden sonra eğer aç hissediyorsam beni akşam yemeğine kadar tutacak hafif bir atıştırmalık tercih ediyorum. Turşu, zeytin, kuruyemiş veya bir kaşık fındık ezmesiyle birlikte küçük bir elma gibi atıştırmalıklar düşünebilirsiniz. Başa dönersek; şöyle menemenli, sucuklu, beyaz peynirli bir kahvaltıyı hiç mi canı-
nız çekmiyor?
O, hafta sonları... Yine kalkar kalkmaz değil tabii. Pandemiden önce hafta sonları evimizin yakınındaki bir mekânda Türk kahvaltısı ederdik… Türk kahvesini de sevdiğinizi biliyorum….
Çok severim. Az şekerli. Şeker bozuyor tadını. Bununla ilgili bir tavsiye de vermiştiniz geçmişteki röportajlarımızda…
Evet. Bir nevi iştah kapama formülü: Kahveyi az hindistancevizi yağı ile karıştırıp için. İçindeki kafein miktarını düşürür ve iştahınızı kapar.
22 KARANTİNADA RAMAZAN BAYRAMI
Hocam, bize tesbih namazı kıldırmanın bir yolunu bul lütfen
VA H A P M U N YA R
KORONA GÜNLERINDEN INSTAGRAM MANZARALARI… İLAHIYATÇI-YAZAR DR. ERKAN AYDIN’I KADIR GECESI KILINAN TESBIH NAMAZINI CANLI YAYINDA SANAL CEMAATLE NASIL KILDI?
19 MAYIS 2020, saat 22.30… Wittour’un patronu, ilahiyatçıyazar Dr. Erkan Aydın’ı, umrede rehberliğini yaptığı bir iş insanı aradı: — Hocam, kaç yıldır Kadir Gecesi’nde bize “tesbih namazı” kıldırıyorsun. COVID-19 yüzünden evlerimizdeyiz. Elbette evimizde namaz kılıp, dua ediyoruz. Yalnız sizinle birlikte “tesbih namazı” kılmaya çok alıştık. Gecemiz boş geçiyor gibi hissediyoruz. Bir yol bul lütfen. Erkan Aydın, Ramazan boyunca Bursa’da Yıldırım Belediyesi’nin konuğu olarak iftar programı yapıyordu. O gece Show TV’deki sahur programına katılmak üzere İstanbul’a doğru yol alıyordu. Bu telefon üzerine bir meslektaşının evine yöneldi: — Hocam, birlikte tesbih namazı kılalım. Namaza başlarken Instagram’da canlı yayın başlatayım. Bizi izleyenler en azından namazın tesbihat bölümüne eşlik ederler. Evlerinde kendileri tesbih namazı kılmış olurlar. Yayını başlatırken, izleyenlere şu bilgiyi verdi: — Tesbih namazı, nafile namaz. Biz 3 kişi tesbih namazı kılacağız. Siz de Instagram’dan bizi izleyerek
namazı kılabilirsiniz. Yalnız, niyet ederken “Uydum Erkan Hoca’ya” demeyin. Fatiha ve İhlas suresini kendiniz okuyun. Tesbihat bölümünde bana eşlik edebilirsiniz. Tesbihatı anımsattı: — Sübhânellâhi ve’lhamdülillaâhi velâ ilâhe İllallahü vallahü ekber. Namaza başlamadan önce bir kez daha altını çizdi: — Namazı kılarken bana tabi olmayın. Yani, Instagram’dan namaz kıldırıyormuşum gibi bir havanın doğmasını istemem. Bu yayını yaparak size tesbihat bölümünde rehberlik etmiş olacağım. 19 Mayıs akşamı saat 21.30’da Altuğ Erciş (Koluman), Erkan Güral (NG Kütahya Seramik), Eyüp Mavi (Fenix Antalya), Müfit Süer (NGN), Savaş Yılmazer (AdMatic), meslektaşlarım Servet Yıldırım ve Şükrü Andaç’ın katıldığı bir görüntülü sohbetim vardı. Sohbetin bitiminde 23.30 Instagram’da tura çıktım, o anda süren canlı yayınları tararken Erkan Aydın’ın yayın yaptığını gördüm. Yayını izlemeye başladım. Erkan Hoca, 3 kişiyle tesbih namazı kılıyordu. Yayını yakaladığım yerden izledim. Baktım, izleyici sayısı 300 dolayında ve yorumlarıyla da aktifti. Erkan Hoca namazı tamamladı, duasını yaptı. Yayını tamamladı. Yayın bitince mesajla sordum:
— Hocam, siz sosyal medyayı yoğun kullanıyorsunuz. Ramazan vesilesiyle Yotube’dan canlı mukabele yayını yapıyorsunuz. Instagram’dan tesbih namazı kıldıracağınızı neden önceden ilan etmediniz? Şu yanıtı verdi: — Ben Diyanet İşleri Başkanlığımızın kararlarına, özellikle Din İşleri Yüksek Kurulu’nun fetvalarına dikkat ederim. Aslında tesbih namazı nafile bir namaz. Yani, Instagram üzerinden kıldırmak mümkün olabilir. Ben yine de planlı yapmayı düşünmedim. Wittour’la umre yapan misafirlerinden talepler üzerine tesbih namazını canlı yayınladığını belirtti: — Biz 3 kişi, kendi namazımızı canlı yayınlamış olduk. Yani, Instagram üzerinden imamlık yapmaya kalkmadım. COVID-19 süreci, sosyal medya üzerinden canlı yayınlarda patlamaya yol açtı… Turizm sektörünün duayen ismi Cem Kınay, iki aydır Instagram’dan turizm üzerine konuklarıyla canlı sohbet yapıyor. Rixos Yönetim Kurulu Başkanı Fettah Tamince, yine turizm sektöründen ve iş insanlarıyla konuşuyor. Klarnet sanatçısı Serkan Çağrı, müzisyen arkadaşlarını Ramazan boyunca konuk etti, birlikte söyleşip, müzik yaptılar. Bunlar arasında Erkan Hoca’nın 3 kişiyle kıldığı tesbih namazının canlı yayını da yerini aldı…
KARANTİNADA 23 RAMAZAN BAYRAMI
DIYANET FETVAYI VERDI, EVDE BAYRAM NAMAZI KILINABILIR
INSTAGRAM’DAN KADIR GECESI ÖZEL PROGRAMI KADIKÖY Galip Paşa Camii İmam Hatibi Mehmet Pervane, 19 Mayıs günü mesaj gönderdi: — Kadir Gecesi özel programımız Instagram ve Facebook üzerinden canlı olarak yayınlanacak. Bu programın Instagram’daki kaydını izledim. Mehmet Pervane, kendi hesabından
programı yönetip yayınladı.Dr. Fatih Çollak, hafızlar Fatih Okumuş, Bünyamin Topçuoğlu, Adem Akbaş, Abdüllatif Efe, Emrullah Çalışkan, Mehmet Çelik, Fatih Kılıçoğlu, Ferhat Kars, Mustafa Kızılcaoğlu, Sefa Taşkesenlioğlusırayla bağlanıp, ilahi ve Kur’an-ı Kerim tilavetiyle programa katıldı.
BİR iş insanı, ilahiyatçı-yazar Dr. Erkan Aydın’ın da olduğu WhatsApp grubunda sordu: — Evde aile ile cemaat oluşturup bayram namazı kılmak caiz midir? Aydın, Ramazan ayının ilk günlerinde sorulan bu soruya şu yanıtı verdi: — Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konuda verdiği bir fetva yok. Bazı mezheplere göre evde aile arasında cemaat oluşturup bayram namazı kılınabilir. Ancak, Diyanet’in bu konuda vereceği kararı beklemek daha doğru olur. Erkan Hoca, Perşembe günü gruba şu mesajı gönderdi: — Sevgili dostlar, Diyanet şafi mezhebine göre evde hutbesiz bayram namazı kılınabileceğine dair fetva verdi. Konuyu detaylandırdı: — Şafi mezhebine göre de bayram namazının bir yerde ve topluca kılınması esastır. Bununla birlikte değişik sebeplerle cemaate katılamayanların münferit olarak kılması da caizdir. Buna göre cemaate katılamayan kişiler, kadınlar, çocuklar ve yolcular evlerinde münferiden bayram namazını kılabilirler. Şu noktanın altını çizdi: — Bayram namazlarını sünnet olarak gören şafilere göre yalnız başına bayram namazı kılacak kimsenin hutbe okuması şart değildir. Ardından ekledi: — Diyanet fetvada, “Hanefi içtihadına göre caiz değildir” dedi. Bunun üzerine gruptan şu soru yöneltildi: — Hanefi mezhebinden olan birisi bayram namazı için şafiyi taklit edebilir mi? Aydın, Diyanet’i adres gösterdi: — Din İşleri Yüksek Kurulu fetva vermiş olduğu için bence sakıncası yok. Fetva yayınlanmadan önce sorulduğunda, Hanefilere uygun olmadığı şeklinde görüş bildirmiştim. Din İşleri Yüksek Kurulu fetvayı verdi. Ona göre hareket edilebilir. İyi bayramlar…
24 SANAT SOHBETLERİ
Da Vinci’ye saygı duruşu RÖNESANSIN MIMARLARINDAN LEONARDO DA VINCI’NIN ÖLÜMÜNÜN 500’ÜNCÜ YILINDA, TÜRK SANATÇILARINDAN FARKLI BIR PROJE… “LEONARDO DA VINCI’YE SAYGI” PROJESI KAPSAMINDA FARKLI DALLARDA 20 SANATÇI DA VINCI’NIN ESERLERINI KENDI DILLERINDE YORUMLADI. PROJENIN YARATICISI RESSAM ONAY AKBAŞ, KÜRATÖRÜ İBRAHIM KARAOĞLU VE KATILIMCI SANATÇI BARIŞ SARIBAŞ ILE KONUŞTUK.
Projenin en çarpıcı bir kaç eseri, yaratıcısı Onay Akbaş imzalı...
SANAT 25 SOHBETLERİ
ONAY AKBAŞ
BARIŞ SARIBAŞ
İBRAHIM KARAOĞLU
Neden böyle bir projeye ihtiyaç duydunuz?
dular. Dolayısıyla Türk sanatçısı ilk defa Da Vinci’nin 500. ölüm yıl dönümünde Türkiye’den çıkan tek proje, bu projedir. Onay Akbaş’ın ileri karakol niteliğinde olabilecek düşünsel öncülüğünde bu yolculukta olmaktan mutlu oldum. Genç kuşak, orta kuşak ve ustalarla beraber tıpkı Van Gogh’da olduğu gibi dün, bugün, yarın merkezinde Da Vinci’yi de atamız, dedemiz olarak önümüzde bir yol gösterici olarak ele aldık. Yaptığımız hem pratikte hem gelecekte Türk sanatının yarınlarına da bir düşünsel yatırım oldu. O N AY A K B A Ş : Bu proje ile Türk sanatına çağdaş, özgün bu tür dediğimiz tipte sanat eserleri bırakmış oluyoruz. Türk çağdaş sanatını zenginleştirmiş oluyoruz. Uzun yıllar sonra herhangi bir sanat tarihçisi bunların bir envanterini çıkartırken bunun izlerine mutlaka rastlayacaktır. Bu zenginliği başka türlü, başka bir şekilde gerekli yerine oturtacaktır.
reprodüksiyonlar aracılığıyla, onlara bakarak el yordamıyla etüt etmeye başlamıştık. Ama sanatçı iddialı bir varlıktır. Sanat tarihiyle de mutlaka bir derdi vardır. “Sanat red ile başlar” diyoruz. Değiştirmek istediğin, yeni bir şey koymak istediğin bir şeyi mutlaka taraman gerekiyor. Ben de yolculuk yapmaya izini sürmeye karar verdim Da Vinci’nin…1988 yılında İtalya’ya gittim, Vinci kasabasında kaldım. Bu izleri takip ederek Da Vinci’nin yaşadığı yeri buldum. Proje öyle şekillendi. Amacımız Türk sanat tarihine, çağdaş sanat tarihine özgün yapıtlar bırakmak.
Da Vinci, evrensel bir değer, bize mimarlık etmiş bir sanatçı. … Bilim adamı, müzisyen, botanikçi… Çok yönlü bir deha. Ölümünün 500. Yılında, Türk sanatçıları olarak onu anmak istedik. Sanat tarihi bazen kendi içinde kişisel verilerinden de beslenir. Çok sık olarak sanatçıların büyük sanatçıların eserlerinden etkilendiklerini, onların yaptığı izleri kendi sanatlarına taşıdıkları görülmüştür. Örneğin Duchamp Mona Lisa’yı bıyıklı hale getirmiştir, Picasso’dan etkilenmiştir. Birçok önemli sanatçı kendinden önceki sanatçıların kendi yapıtlarına taşıyıp yol izlemişlerdir. Tür anlayışı diyoruz. Üretim şekli diyoruz. Türk sanatçılarının da böyle bir tecrübe yaşamalarını istedik. B A R I Ş S A R I B A Ş : Biz, en büyük sanatçılardan biri olan Da Vinci’nin resimlerinin yorumlarını ya da bir kopyalarını yapmadık. Da Vinci’nin resimlerinden yola çıkarak ve günümüzde kendimize ait resim dilimizin, dünyamızın ortak bir yeni zeminini ele alarak yeni resimler üretmeye çalıştık. Diğer alandaki sanatçılar da kendi müzik yazım dillerinden, film dünyalarından katkılar sunO N AY A K B A Ş :
SELIN BOZKURT
KIMLER KATILDI?
Bu projeyi yaratma hayalini 40 yıl önce kurdunuz, öyle değil mi?
Evet. 1980’de bizim müzemiz yoktu. Bu kadar fazla uluslararası sanatçılar da ziyaret etmezdi. Dolayısıyla biz reprodüksiyon kuşağıyız. Batı sanatını ya da diğer sanatları O N AY A K B A Ş :
Sergi Fransa’da pandemi yüzünden açıldığı gibi kapandı. Peki biz nasıl ulaşabiliriz eserlere?
İki yöntemi var. Barış Sarıbaş’ın ve Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi direktörünün yayınladığı sergi filmleri ya da projenin sponsoru Emre Sefer’in hazırladığını kitaplara Living Project üzerinden ulaşabilirler. Sergi, kitabıyla, Durmuş Akbulut’un yönetmenliğinde hazırlanan belgesel filmle, Mercan Dede’nin filme özel yaptığı özel müzikle, sanatçıların ürettiği heykeller ve resimlerle bir bütün. İBRAHIM K ARAOĞLU:
Preojede yer alan isimlere gelirsek… Devrim Erbil, Ergin İnan, Tülin Onat, Yalçın Gökçebağ, Fevzi Karakoç, Bedri Baykam, Cem Sağbil, Mercan Dede Barış Sarıbaş, Bahar Oganer, Burçin Erdi’nin yanı sıra tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, şair Ahmet Telli ve yazarlar Nedim Gürsel, Sunay Akın, İbrahim Karaoğlu, Metin Celal, Dr. Mustafa Tolay, Durmuş Akbulut ve Yalın Alpay yer aldı. Leonardo da Vinci’nin hayata veda ettiği Fransa’nın Amboise bölgesine giden sanatçılar eserlerini üretti. Pandemi öncesi İstanbul’da açılan sergi İzmir’in ardından Fransa’ya kadar uzanan uzun bir yolculuğa çıkacakken koronavirüs sebebiyle açıldığı gibi kapandı. Ancak dijital ortamda ulaşmak mümkün…
26 YAZAR MASALARI
İki aydır bu masa benim en yakın yoldaşım, yataktan daha fazla vakit geçirdiğim yer... YAZARLA MASALARI VE ÜZERINE ÖZENLE YERLEŞTIRDIKLERI HATIRALARINI, SIRLARINI TAŞIYAN OBJELER, SERPIŞTIRDIKLERI NOTLAR ÜZERINE YOLCULUKLARIMIZA AHMET ÜMIT ILE DEVAM EDIYORUZ. ÜMIT, YENI KITABININ MÜJDESINI VERIRKEN HEYKELLERININ HIKAYESINI ANLATTI
YAZAR 27 MASALARI
FA R U K Ş Ü Y Ü N
1990 28 YAZAR MASALARI
1990’ların başında ilk öykü kitabı “Çıplak Ayaklıydı Gece” ile “Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü”nü alan; “Yine HİŞT” isimli kültür-sanat dergisini, bir grup edebiyat tutkunuyla birlikte çıkaran Ahmet Ümit’le o günlerde başlayan dostluğumuz, 30 yıldır sürüyor. Evdeki yazı masasını, dostları dışında sanıyorum gören çok olmamıştır. Bu kez o masadan yola çıkarak, üzerinde çalıştığı yeni romanı konuşacağız. Beyoğlu’nda bir ofisim var, daha doğrusu yazıhane. Normalde kitaplarımı orada yazıyorum. Ancak, koronavirüsten önceki zamanlarda da bazen romanlar, sonlarına doğru çok hızlanmaya başladığında, akşamları evde yazmaya devam ettiğimden burada bir çalışma masası şart olmuştu. Şimdi salgın günlerinde inanılmaz şekilde işe yarıyor. 16 Mart’tan beri evdeyim, iki ayı geçti bu masa benim en yakın yoldaşım, yataktan daha fazla vakit geçirdiğim yer. Çok tertipli. Halbuki ofisteki masa, epey dağınık… Burayı fotoğraf çekimi için mi topladın? Ofisteki, bu masanın neredeyse iki katı büyüklüğünde. Dolayısıyla onun üstünde çok fazla kitap var. Daha önceki romanlarımdan bazıları da orada. Aslında evde fazla kitap olmasına eşim Vildan izin vermiyor! Biliyorsun roman yazmadan önce yoğun araştırmalar yapıyorum, dolayısıyla da çok fazla kitap eve giriyor, aynısından ofise de gidiyor. Aynı kitaptan iki tane alınıyor bende. Çünkü, meselâ akşam yazıyorsun aklına bir şey geliyor, işte Zeus’un oğlu kimdi, Zeus hangi torununu öldürdü? falan diye bakmak gerekiyor. O yüzden de örneğin, masada gördüğünüz Mitoloji Sözlüğü’nden iki tane olması lâzım. Her roman için yüzlerce kitap: İttihat Terakki ile ilgili kitaplar, Berlin’le ilgili kitaplar, İstanbul tarihi ile ilgili olanlar, Fatih Sultan Mehmet falan derken inanılmaz bir kitap birikimi oluyor. Ofisteki masanın üzerindeki yoğunluk ondan…
Dört yıldır yeni kitabım üzerinde çalışıyorum Edip Cansever’in şiirindeki gibi, belki de benim bu köşeme en uygun başlık “Masa da masaymış ha!” Biz, yeni kitapla devam edelim mi? Sen de biliyorsun, üzerinde dört yıldır çalışıyorum. Bu nedenle Berlin’e gidip geliyorum, orada küçük bir ev aldım. Ama, Berlin kadar Bergama’ya da gidiyorum. Daha doğrusu Pergamon’a, yani en yüksek noktasında yer alan akropole; olağanüstü bir şehir. Berlin’deki Bergama Müzesi tadilatta, neyse ki ilk başlarda gidip görme fırsatım olmuştu. Yadegar Asisi diye bir adam var, Berlin’deki “Müzeler Adası’nda Pergamon’un Panoraması”nı yaptı. Gittiğimde mutlaka oraya da uğruyordum. Kitap, günümüzden geçmişe gidiyor. Derli toplu bir şekilde ilk kez mitolojinin edebiyat diline dökülmesi, en azından Türkçede… Mitoloji, “her şeyden önce kaos vardı” diye yola çıkar ya kitap da oradan başlayıp Olimpos tanrılarına kadar ulaşan, onların zaferiyle sonuçlanan devlerle savaşı, ana tanrının bitip baba tanrının yani Zeus’un geldiği dönemi anlatan enteresan bir çalışma oluyor.
Ne zaman biter ve okuyucuya ulaşır? Herhalde Kasım’a kadar bitiririm, ama yayınlanması nereden bakarsan Şubat’ı bulur, diye düşünüyorum. Masandaki ve hemen karşındaki iki heykel de sakın roman kahramanlarından olmasın? Romanlarımı yazarken konuyla ilgili objeler bulur ve onları saklarım. Buradan gördüğün Atlas; gökkubbesini sırtında taşıyan bir Titan bu. Tanrılardan önceki kuşak. Yukarıdaki ise Zeus. O, çok önemli bu romanda, ana karakterlerden birisi. Romanın yarısı, Zeus’un ağzından anlatılıyor. O yüzden bu arkadaşları önüme aldım ki, hep göreyim. Çocukça bir şey belki, ama hoşuma gidiyor. Bilgisayar ve klavyesi masanın baş objesi. Bilgisayarda yazdığını biliyorum, ama defterler de gözümden kaçmıyor… Sol taraftaki yeşil, onun arkasındaki sarı defterler; her birinde yazdığım romanla ilgili araştırmalarım yer alıyor. Meselâ bir tanesinde mitoloji anlatılıyor, antik Yunan mitolojisi. Bir diğerinde Berlin tarihi ile ilgili notlarım var. Bir tanesinde kahramanlarım kimdir, kaç yaşındadır hepsi yazıyor. Örneğin romanda Almanya’ya gelen Türkler var, Pergamon kazılarında çalışan bir aile, onların şeceresi. Bunlar ve kitapla ilgili daha birçok şey o defterlerde yer alıyor. Yani masada olan her şey, romanla ilgili, fazlalık yok yani… Ya post-it’ler? Onlar, kahramanlarımla ilgili. Duvarın yıkılışı meselâ, çok
YAZAR 29 MASALARI
önemli romanda; kahramanlarımın ne zaman Almanya’ya gittiği, Alman erkek isimleri ve soyisimleri gibi zaman zaman dönüp başvurmak zorunda kalacağım notlar. Bunlar, benim tarz yazarlarda bayağı sıkıntı yaratan şöyle bir durum nedeniyle gerekliler: Bir dünya yaratıyorsunuz ve o hayal dünyasının içerisinde bir gerçeklik ortaya çıkıyor, çünkü anlattığınız şey, hakikat. Pergamon kazısını anlatıyorum, anlattığım zaman da Carl Humann diye bir adam var, bu adamdan bahsetmeden olmaz, Pergamon’u keşfetmiş, onu mutlaka anlatmam lâzım. O zaman da adım adım bu gerçekliği yazmam lâzım. Yahut Zeus Altarı’nı yaptıran kimdi, Büyük İskender’den başlayarak o güne kadar gelen süreyi anlatmam gerekiyor ve bunların hepsi hakikate dayanıyor, ama bu hakikatin benim hayal dünyamla ya da kurgusal gerçekliğimle iç içe geçmesi lâzım. O nedenle bu post-it’ler, zamanı gelince değişiyor; bir süre sonra bunlar kalkacak, yerine başkaları gelecek. Sağ tarafta kütüphane duvarına beyaz bir not kâğıdı yapıştırılmış? Kahramanlarımın soykütüğü. Pergamon kazıları 1878 yılında başladı. Carl Humann ve bir Türk yol işçisi başlattı. O günden itibaren de o yol işçisi, kazılarda kendi ekibini, yani Osmanlıları kullandı. Benim, bugün Berlin’de yaşayan kahramanlarımın kökeni, ta oraya kadar uzanıyor. O kazılarda çalışmışlar. Dolayısıyla pek çok arkeologdan çok daha iyi biliyorlar Pergamon’u, çünkü evde sürekli konuşulan konu, kazılarmış. Onların soyağacı yazıyor o kâğıtta. Defterler, kalemler, Pergamon kitapları, mitoloji
sözlüğü ve notlar, bugünlerde yazı masanın olmazsa olmazları… Evet, onlar olmadan olmaz. Onlarsız belki bir aşk hikâyesi yazabilirim, ama çalıştığım tür kitaplar hakikate bağlılık nedeniyle yorucu bir uğraş gerektiriyor, ama çok zevkli. Çünkü, ben de öğreniyorum. Karşındaki raflarda dizili sözlükler? Onları çok nadir kullanıyorum; felsefe sözlüğü, psikoloji sözlüğü, antropoloji sözlüğü, Türkçe sözlükler var… Roman yazarken gerektiği zaman dönüp onlara bakıyorum, ama bazen aynı konuda birkaç sözlüğü karıştırmak da gerekli olabiliyor. Çünkü, sözlük de olsa sübjektif tarafları bulunuyor. Fotoğrafta görülenler sadece küçük bir bölümü, kocaman bir kütüphane var. Son olarak şunu öğrenmek istiyorum; yazı masaları sadece bir yazma aracı mı senin için? Yıllar önce ilk hikâyelerimi bir daktilo ile ve evdeki yemek masasının üzerinde yazıyordum. Çünkü, böyle bir masa alabilecek durumumuz yoktu. Sen, ilk öykü ödülünü kazandığım yılları da biliyorsun. Bugün evde ve ofiste kendi masalarımın olması, doğrudan yazı yazmak için bir düzenek kurabiliyor olmak; muhteşem, olağanüstü bir şey. Öncesini yaşadığım için, bunun ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum. Bu masanın başına oturduğum zaman, yazı uğraşımda 1982’den bu yana geçen 38 yıllık o süreci tekrar gözden geçirmiş oluyorum. O yüzden bu masayı, sanki benim doğduğum beşik kadar, ev kadar, o evin bahçesi kadar, oradaki yemek masası, kilim kadar tanıdık ve bana ait bir şey olarak düşünüyorum.
30 DOSYA
Bu sene tatile gidebilecek miyiz? 2019 yılında 52 milyon turist ile rekor kıran Türkiye, 2020 yılına da umutla başladı. Ancak Covid-19 nedeniyle tüm planlar altüst oldu. Önce uçuşlar durdu, sonra oteller kapılarını kapattı. Diğer sektörlerle mukayese edildiğinde, turizm ve konaklama sektörünün virüs etkileri geçtikten sonra en son toparlanacak sektör olacağı tahmin ediliyor. Şimdi turizm sektörü haziran ayı itibarıyla normalleşme sürecine hazırlanıyor. Ancak hala kafalarda soru işaretleri var. Oteller de doluluk oranı yüzde kaç olacak? Plajlarda nasıl bir oturma düzeni oluşacak? Açık büfe yemek olacak mı? Otellerde hijyen koşulları neler? Sektörün önde gelen oyuncularına yeni dünyada tatilin nasıl olacağını sorduk…
CE YHUN KUBURLU
S E L E N AY YA Ğ C I
DOSYA 31
32 DOSYA
PRONTOTOUR YÖNETIM KURULU BAŞKANI
ALI ONARAN
Oteller fiyatları yüksek tutmayacak ilk etapta bekle ve gör politikası uyguladığını düşünüyoruz. Henüz öyle bir talep patlaması yok. Ancak mayıs ayı itibarıyla Almanya gibi ülkelere düzenlenecek turlara için tüketicilerin aradığını gözlemliyoruz. Bunlar da daha çok Kasım ve Aralık ayı için yurtdışı talepleri. Ancak Temmuz, Ağustos için yurtdışı talebi şuan yok. Yunanistan plajları açıyor, İtalya hazirandan itibaren bütün ülkelere açmaya planlıyor. Rahatlamak için insanlar yakın yerlere gidecek gibi duruyor. Oralarda güzel bir tatil yapıldığı görülünce insanlar tatile başlayacak. Temmuz, Ağustos aylarında otel doluluk oranlarının yüzde 30-40 olacağını düşünüyorum. Biz de misafirlerimiz arasında bir araştırma yaptık. Özellikle TAT IL C IL E RIN
Kasım ayında yurtdışı turu soran misafirlerimize; Yaz tatili planlıyor musunuz? Sorusunu yönelttik. Cevaplar 3’e ayrılıyor: 1) Evet. Yaz tatili planlıyorum. 2) Hayır. Kesinlikle gitmeyi düşünmüyorum. 3)Önce Haziran ayını bir görmek istiyorum…. Şimdilik tüketicilerin planı bu yönde. Yaz tatili için 3 ayrı planları bulunuyor. Yurtdışından Türkiye’ye gelmek isteyen yaz tatilcileri de var. Özellikle Muğla’da yazlığı olan ya da sezonluk olarak otellerde konaklayanlar gelmeyi planlıyor. Bunun için de uçuş koridoru gündemde ama henüz net bir şey yok. Bu sezon tatil için fiyatta çok önemli. Oteller fiyatlamaları yüksek tutmayacak gibi. Bunun yanı sıra uçak fiyatları da çok önemli.
DOSYA 33
TÜRKIYE OTELCILER BIRLIĞI (TÜROB) BAŞKANI
MÜBERRA ERESIN
Umutlar Haziran ayının ikinci haftasına 2020 yılına, en iyi yıllarımızdan biri olma beklentisiyle başlamıştık. Turizm sektöründeki 2-3 yıllık yavaşlamanın ardından 2019’la birlikte yeniden başlayan yükseliş 2020 yılının ilk iki ayında da devam etmişti. Ancak hiçbir şekilde öngörülemeyecek bir durum oldu ve turizm faaliyetleri tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de durdu. Hem küresel düzeyde hem ülkemiz açısından olağandışı bir dönemden geçiyoruz. Bu salgının tüm dünyayı her alanda etkilediği ve bunun en ağır neticelerinin de sektörümüzde kendisini gösterdiği ne yazık ki inkar edilemez bir gerçek. Bu beklenmedik süreç devam ediyor ve bu durum geleceğe yönelik planlamalar yapabilmeyi de oldukça zorlaştırıyor. Virüsün ülkemizde yayılmasının kontrol altına alınması ve diğer ülkelerde gelişmeler dikkate alınarak, turizm ve konaklama sektöründe haziran ayının ikinci haftası itibariyle yavaş da olsa hareketlenmenin başlaması umut edilmektedir. Haziran ayı ortalarından itibaren normalleşme yolunda ilk adımların geleceğini umut ediyoruz. Kamu otoritelerinin ‘artık evden çıkabilirsiniz’ diyeceği gün için tüm hazırlıklarımızı yapıyor ve otellerimizi koronadan sonraki günlere hazırlıyoruz. Elbette ki bu hazırlıkların en önemli kısmını da Covid-19 salgını sonrasında büyük değişime uğrayacak olan sektör uygulamaları oluşturuyor. Hijyen ve COVİD-19 önlemleri konusunda tüketici hassasiyeti artacaktır. Bu konularda önlemlerini alan işletmelerin öncelikle tercih edilmesi bekleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açıkladığı Sağlıklı Turizm Sertifikasyonu programının, başta tüketici güveni sağlanması, çalışan güvenliği ve olumlu algı dikkate alınarak kesinlikle ileriye dönük olarak sektörümüze büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz.
34 DOSYA
Yurtdışında rota Afrika’ya çevrildi TURA TURIZM YÖNETIM KURULU BAŞKANI VE CEO’SU ERKUNT ÖNER katıldığı bir pazar araştırması yaptık, tüketicilerine yeniden tatil planlamaları ile ilgili zamanlamayı sorduk. Araştırmanın sonucuna göre yüzde 60’ı yurtdışı seyahat için Ağustos sonuna hazırlanırken yüzde 40’lık kesim ise tatillerini teknede ya da yazlıklarına geçirmeyi planlıyor. Misafirlerimizin büyük bir çoğunluğu Koronavirüs’ün nispeten daha az görüldüğü Afrika ülkelerini tercih ediyor. Özellikle Zanzibar, Karayipler, Bahama, Mauritius, Puket, Bali ve Maldivlere yoğun bir talep geliyor. Bunun yanında Amerika’nın da seyahat planlarına eklendiğini görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nde 50 eyaletten sadece 10 tanesinde risk görülüyor. Özellikle tüm dünyada faaliyet gösteren zincir oteller kendi önlemlerini alıyorlar. Tüm bunların zamanla netleşeceğini düşünüyorum. 40 BIN KIŞININ
‘Online’da hareket başladı AVANTAJIX.COM’UN KURUCU ORTAĞI GÜÇLÜ KAYRAL pandemisi ile durma noktasına gelen tatil-seyahat pazarı, yurtiçi satışlarıyla yeniden hareketlenmeye başladı. Hükümetin Antalya, Muğla, Aydın gibi turizm kentlerine seyahat yasağını kaldırması, acentaların satışlarda koşulsuz iptal imkânı sağlamasıyla sektör yeniden canlanı. Bu gelişmeler, sezonu açıp açmamakta kararsız olan birçok işletmenin haziranın ikinci yarısı ya da temmuz ayında müşteri kabulüne başlamasına neden oldu. Özellikle acentaların online satışlarda koşulsuz iptal imkânı sağlaması internetten satışları cazip hale getirdi. Şimdilik satışlar yurtiçi ile sınırlı. Yurtdışı satışlarının ağustos-eylül ayından sonra başlamasını bekliyoruz. C O V I D -19
6-7 milyon kişi bu yıl içinde seyahat edecek TATILSEPETI GENEL MÜDÜRÜ KORAY KÜÇÜKYILMAZ bıçak gibi kesilen tatil rezervasyonlarında mayıs ile birlikte bir parça hareketlilik yaşanmaya başladı. İç turizmin haziranın ikinci yarısından itibaren başlamasını ve hızlı şekilde toparlanmasını bekliyoruz. Ama hem yurtdışı hem de kültür turlarının bir süre daha öteleneceğini düşünüyoruz. Yurtdışı için satışlarımızı sonbaharda açılır, 2021 için satış yapabiliriz diye öngörüyoruz. Bu yıl yurtiçi tatil pazarında yüzde 30-35 civarında daralma yaşanabilir. Türkiye›de 10-12 milyon civarı otel tatili ağırlıkı seyahat eden bir kitle var. 6-7 milyon kişinin bu yıl içinde seyahat etmesinin muhtemel olduğunu düşünebiliriz. NISANDA
DOSYA 35
NASIL ÖNLEMLER ALINDI?
1
Haziran ayı başında Antalya’dan başlamak üzere bütün havalimanlarında, Kapıkule ve İpsala’da korona test istasyonları kuracak ve gelen her yolcuya test uygulanacak.
2
Gelen yolcunun Türkiye’deki adresi belli olduğu için gerektiğinde anında müdahale edilecek. Testler pasaporttan geçişten önce uygulanacak. En fazla 2-3 dakika sürecek ve yığılmalara yol açmayacak.
3
Otel duvarlarına barkod konacak. Arzu eden her misafir bunu cep telefonu ile okutup otelin koronaya karşı aldığı bütün önlemleri okuyacak.
4
Otel ve restoranlardan özel sertifika almaları istenmeyecek ama açıklanan genelgelere uygun davranmaları zorunlu olacak.
5
Otellerin lobilerinde dışarıdan taze havanın soğutularak verilmesi sistemine geçiliyor. Havayı temizleyip yeniden veren sistemler tercih edilecek.
6
‘Her şey dahil’ sistemi kalkmıyor ama uygulama değişiyor. Artık misafirler masalara konan yiyecekleri kendileri almayacak, korunaklı bir şeffaf perdenin arkasındaki görevliye gösterecek ve onlar koyacak.
36 DOSYA
Virüssüz tatilin şifreleri YAZ GELDI, GÖZÜMÜZ DENIZE BAKIYOR! O ŞEZLONGLARA UZANMAYI, GÜNEŞTEN BUNALIP SERIN SULARA AÇILMAYI ÇOK ÖZLEDIK. PEKI DAHA SOKAĞA ÇIKMAYA KORKARKEN BÜTÜN BUNLARI NASIL YAPACAĞIZ? PROF. DR. BIRSEN ÇETIN, KORONA GÜNLERINDE TATILIN ŞIFRELERINI VERDI… YA S E M İ N S A L İ H
Herkesin aklında aynı soru var… Bir daha yeniden sosyal alışkanlıklarımızı yaşayabilecek miyiz? Kafelerde, restoranlarda yeniden dost sohbetleri yapabilecek, seyahatlere gidebilecek, tatilde sadece güneş yanıklarımızı dert edinebilecek miyiz? Şairin dediği gibi baharlarımızı, yazlarımızı, hayatımızın geri kalanını bir virüse feda edecek değiliz ya… Elbet bir yolunu bulacak, hayatımıza sahip çıkacağız. Bir bilim insanı olmasının yanında aynı zamanda bir anne, hem de oldukça titiz bir anne olan Prof. Dr. Birsen Çetin, “Tarih boyunca nasıl yolunu bulduysak yine yapacağız” diyor. Enfeksiyon hastalıklarının insanlık tarihinden bile eski olduğunu, bugüne kadar en güçlü orduları bile durdurabildiğini, toplumsal ilişkileri biçimlendirdiğini hatırlatan Birsen Çetin’e göre 21’inci yüzyılda değişen
14 KURAL HAYATIMIZDAN ÇIKMAMALI
ELDİVEN ÖNERMİYORUZ!
ODALAR EN AZ 6 SAAT HAVALANDIRILMALI
Şunu unutmayalım ki koronavirüs vakalarının yüzde 60’ı İstanbul’da. Bu nedenle gittiğimiz bölgedeki insanlara karşı da sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. En başında belirlenen 14 kuraldan kesinlikle şaşmamalıyız. Daha kapıdan çıkarken şu düsturlar bizimle olmalı: “Eller yıkanmalı, hijyene dikkat edilmeli, maske ve sosyal mesafe korunmalı.”
Ben eğer varsa özel araçla gidilmesini öneriyorum. Eğer toplu taşıma ile gidilecekse, kesinlikle kamu tarafından belirlenen sosyal mesafe kurallarının gözetildiği, denetimlerin ve hijyenik bakımların yapıldığı işletmeleri tercih etmeliyiz. Mutlaka maske takmak, yanımıza kolonya ve dezenfektan almak çok önemli. Eldiven önermiyoruz.
Otel seçimi çok önemli. Butik oteller daha az konuk ağırladığından tercih edilebilir. Ancak otel hakkında ciddi araştırma yapmak, iyice tanımak gerekiyor. Otele girdiğinizde kapıda ateşinize bakıyorlar mı, bu önemli. Ayrıca size otele kadar hangi yollarla geldiğiniz de sorulmalı. Tedbir daha kapıdan başlar. Size verilen odanın en az altı saat boş kaldığından emin olun. Kesinlikle daha çok soru sorduğumuz, titizlendiğimiz bir dönemde olacağız. Odanızda sizden
hayatlarımızla birlikte viral ve bakteriyal hastalıklar artan bir sorun olarak gündemde kalmaya devam edecekler. Bize düşen onları kabullenip, tedbirler alarak birlikte yaşamanın yollarını bulmak. Koronavirüsle birlikte koca bir kış ve baharı geçirdik. Havalar soğukken belki başa çıkmamız daha kolay oldu ama yaz, psikolojimizde bambaşka etkiler bırakıyor. Ruhumuz “tatil” istedikçe beynimiz “ama korona” diyor. Önce işin uzmanına sorduk: Siz bir anne olarak bu yaz bir otelde tatil yapacak mısınız? Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Profesörü Dr. Birsen Çetin’in yanıtı “Evet” oldu. Biz de ondan koronalı ilk yazımızda nasıl tatil yapmamız gerektiğinin şifrelerini aldık. İşte bu tatilden virüssüz dönmenin ipuçları…
önceki müşteriden sonra temizliği yapan, çarşafları toplayan görevli ile odayı sizin için hazırlayan kişinin ayrı olması gerekiyor. Bundan emin olun. Ayrıca odanıza girince de mutlaka en az bir saat havalandırın. Eşyaların tek kullanımlık olduğundan emin olun. Ben yanımda dezenfektan bulundurmayı tercih ediyorum. Tuvalet ve banyoların yüzde 1’lik çamaşırsuyu karışımıyla temizlenmiş olduğundan emin olun.
DOSYA 37
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Profesörü Dr. Birsen Çetin
ŞEZLONGLARIN ARASINDA EN AZ 2 METRE OLMALI
TEMİZ DENİZDE GÜVENLE YÜZÜLEBİLİR
AÇIK BÜFEDEN UZAK DURUN
AŞIRI GÜNEŞ BAĞIŞIKLIĞI DÜŞÜRÜR
Otelden ve odanızdan emin oldunuz, içiniz rahat plaja inmek, artık kendinizi güneşe, denize teslim etmek istiyorsunuz. Öncelikle şezlongun her kullanımdan sonra dezenfektan ile temizlendiğini sorgulayın. Otelin havlularının kaynatılmış olduğundan emin olsanız da, kendi havlularınızı şezlonga serin. Diğer şezlongla aranızda en az iki metre olmalı. Şezlongların yerleştirilmesi de çapraz yapılırsa daha güvenli olur.
Kuzey yarım küre 2020 yazına virüsle giriyor. Araştırmalar koronavirsün deniz ve havuz suyundan bulaşma ihtimalinin çok düşük olduğunu gösteriyor. Havuzda klor başta olmak üzere dezenfektanlar virüsü etkisiz hale getiriyor. Deniz suyundaki tuz vs. de aynı şekilde virüs üzerinde etkili. Asıl kaygılandıran sosyal mesafe. Bir başkasından parçacıklar denize karışsa da deniz çok büyük, etkisi azalıyor virüsün. Bu nedenle kimseye yaklaşmadan yüzmek güvenli. Havuzda ise aslında her zaman dikkat edilen kurallara uyulsa sorun yok. Havuza girmeden mutlaka duş almak, bone kullanmak, el ve vücut temizliğine dikkat etmek gerekiyor. Elbette sosyal mesafe kuralı yine geçerli.
İyi yemek, keyifli bir tatilin olmazsa olmazı. Peki o şıkır şıkır akşam yemeklerini artık unutacak mıyız? Elbette hayır. Ama belli kurallara uymak durumundayız. Unutmamız gereken, zaten pandemi öncesinde de çok sağlıklı bulmadığımız açık büfeler. Yemeklerimizi hijyen kurallarına dikkat eden garsonlar getirmeli ya da direkt ocağın başında pişiren kişinin elinden almalıyız. Ayrıca masa düzeni de çok önemli. Her 10 metrekareye bir masa olacak şekilde restoran düzeni öneriyoruz. Sandalyeler de bir metre arayla yerleştirilmeli masalara. Önemli bir detay da masadaki oturma düzeni karşılıklı değil, çapraz olmalı.
Evde, işte, tatilde… nerede olursak olalım bundan sonra bağışıklık sistemimize her zamankinden fazla dikkat etmemiz gerekiyor. Tatilde en önemli detay, güneş. Güneş, D vitamini için çok önemli bir kaynak ama her şeyde olduğu gibi fazlası sakıncalı. Çok uzun süre güneşlenmek bağışıklık sistemini zayıflatan bir şey. Bu nedenle bronzlaşma sevdanızdan vazgeçmeli, kararınca güneş almalı, bol sıvı tüketmeli ve beslenmenize dikkat etmelisiniz ki virüse karşı güçlü kalın.
38 FİKİR
Yanlış bir iç dünya ile doğru bir hayat yaşanabilir mi? MUTLULUK HAZ ALMAYI BILMIYORSANIZ, HIZLANAN HAYATLARIMIZDA BIR ŞEKILDE UNUTMUŞSANIZ, INMEYI ATLADIĞINIZ BIR DURAK GIBI HER GÜN ÖNÜNDEN GEÇIP GITTIĞINIZ BIR YERE DE DÖNÜŞEBILIYOR. HÂLBUKI BÜTÜN TEMEL HAZLAR, INSANLIĞA EŞIT OLARAK DAĞITILMIŞ…
etmek istemesek de… Evlerimize ya da taktığımız maskelerin arkasına saklanmaya çalışsak da… Gelip bizi de bulmasından korkuyoruz. Bir türlü aklımızdan çıkartamıyoruz. Evet, şu sevimsiz COVID-19 salgınından söz ediyorum. Hâlbuki bu salgın hayatımıza girmeden önce hemen hemen hiçbir şeyi düşünmeye zamanımız yoktu. Bir gün önce yediğimiz yemeği unutuyor, hızla akıp giden hayatımıza yetişmeye çalışırken, yanımızdan gelip geçen güzellikleri bile yeterince göremiyorduk. Bakmak, görmek, idrak etmek; elbette zaman istiyordu. Bir türlü öncelik veremiyorduk. Sahi, nereye koşuyorduk? Şimdi yavaşladık da, ne oldu? İhtiyaç olduğunu düşündüğümüz birçok şey olmadan da hayat devam edebiliyor. Dahası, yaşam sadeleştikçe sanıyorum güzelliklere de daha çok yer açılıyor. KENDIMIZE PEK ITIRAF
EMİNE ÇUBUKÇU
Örneğin Tayland’da Deniz kaplumbağaları yıllardır uğramadıkları plajlar insandan arınınca yavrulamak için geri dönmüşler. Deniz kaplumbağaları dünyasında tam bir nüfus patlaması yaşanıyormuş. Venedik’i çevreleyen sularda kirlilik azalmış. Uzun zamandır ortalıkta görünmeyen yabani deniz kuşları balıkların peşine düşmüş. Bergamo sokaklarında yaban domuzları, Londra’nın dış mahallelerinde geyikler, Washington, DC’de kızıl kuyruklu tilkiler, gökyüzünde artan sayılarda yırtıcı kuşlar ortaya çıkarken; yaban çiçekleri de, eskisi kadar sık çimleri kırpılmayan kent parklarında görülmeye başlamış. Ülkemizde de, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü geçen ay duyurdu: Ormanlara kurdukları foto kapanlara daha çok karaca, kurt, tilki, yaban tavşanı, ayı gibi hayvanlar takılmış; nesli tükenmekte olan vaşak ve kızıl geyik de geri dönüyormuş.
Kentin uğultusunun azaldığını ve kuşların sesini daha çok duyduğunuzu belki siz de hissediyorsunuz. Bütün bunlardan mutlu olmamak mümkün mü? Ama yine de tedirginiz. Daha az tüketiyoruz. Daha az üretiyoruz. Bizi daha azla yetinmek durumunda bırakacak, elde ettiğimiz güç ve varlıklardan edecek ekonomik bir krizden korkuyoruz. Hiç unutmuyorum: Ünlü Alman tiyatro yönetmeni Thomas Ostermeier 2014 yılında 19. İstanbul Tiyatro Festivali’ne getirdiği “Bir Halk Düşmanı” adlı oyununda seyirciye soruyordu: “Ekonomide bir kriz mi var, yoksa ekonominin kendisi mi bir kriz?” Bugün sanıyorum ikinci seçeneğe daha yakın bir tablonun içindeyiz. Aslında hepimiz farkındaydık… COVID-19 salgınından önce de sistemden kaynaklanan sıkıntılarımız, çözüm bekleyen sorunlarımız vardı. Gelir dağılımı eşitsizliğinin gi-
FİKİR 39
Antik Yunan filozofu olan Epicurus MÖ 341-270 seneleri arasında yaşadı.
derek arttığı, iklim değişikliğinin frenlenemediği, doğal yaşamda tahribatın büyüdüğü, popülist liderlerin ve söylemlerinin geniş bir coğrafyada daha fazla karşılık bulduğu bir dünyada yaşıyorduk. Salgın, belki sadece bütün bunlara tuz biber ekmedi. Daha önce fark edemediğimiz bir haydutu daha görünür kıldı: Bu haydut, aynı diğer haydutlar gibi, canımız ile malımız arasında bir tercih yapmamızı istiyor. Neyse ki, böyle güç sorularla başım ne zaman derde girse, koşup hemen yetişen bir akıl hocam var. Bazılarınız onu en az benim kadar yakından tanıyordur. Muhtemelen bugünlerde siz de, kaygılarınız ile korkularınız arasında gidip gelirken, onu oldukça meşgul ediyorsunuz. Korkunun var olduğu bir hayat düzgün yaşanabilir mi? O, yaşayamayacağımızı söylüyor. Hele bu ölüm korkusu ise… Dahası, bu korkunun yersizliğini an-
lamamız için, doğumumuzdan önceki yokluğumuz ile ölümümüzden sonraki yokluğumuz arasında hiçbir fark olmadığını anımsatıyor. Siz hiç doğumundan önceki sonsuzluktaki yokluğunu düşünerek samimiyetle korkan, üzülen birine hiç rastladınız mı? Ben hiç rastlamadım. O zaman, huzurlu bir hayat için, önce bir şekilde korkularımız ile yüzleşmemiz gerekecek görünüyor. Sonra elbette siz de, huzur bulduktan sonra benim gibi, bir de mutlu olmak isteyeceksiniz. Akıl hocam, bunun için beklentilerimi de elimden geldiğince en aza indirmem gerektiğini söylüyor. Ona göre “Gelecek günden en az şey bekleyen, onu en büyük sevinçle karşılar.” Mutluluk haz almayı bilmiyorsanız, hızlanan hayatlarımızda bir şekilde unutmuşsanız, inmeyi atladığınız bir durak gibi her gün önünden geçip gittiğiniz bir yere de dönüşebiliyor. Hâlbuki bütün temel hazlar, insanlığa eşit olarak dağıtılmış…
Korku ve beklentilerle iç dünyanız dopdolu değilse, mutluluk sizin de hayatınızda kolayca yer bulabiliyor. “Yanlış bir iç dünya ile doğru bir hayat yaşanabilir mi?” O, “yaşanamaz elbet” diyor. Evet, bugün korku ve kaygıların çoğaldığı bir dünyada yaşıyoruz. Gelecek, her zamankinden daha belirsiz. Ama bu, ilk kez de yaşanmıyor. İnsanlık, umut ve yaratıcılık ile kendisini mutluluğa ulaştıracak yolu bulabiliyor. Hep de böyle olmuş. Mutluluğa giden yol ise, başka insanların, başka canlıların mutluluğundan, refahından, var olma hakkından geçiyor. Akıl hocam, “huzura ve gerçek mutluluğa ulaşmak için dünyanın nasıl işlediğini ve arzuların sınırlarını öğrenmek” gerektiğini söylüyor. “Sadeliğin, sahip olduklarımızın, arkadaş ve dostlarımızın en büyük zenginlik” olduğunu anımsatıyor. Hem de yanı başımızdan… 2400 yıl kadar önce yaşadığı Sisam (Samos) Adası’ndan…
40 PATRON KARANTİNADA
YA S E M İ N S A L İ H
Ramazan Kaya
PATRON 41 KARANTİNADA
1650 rakımda karantina günleri! YAŞAR KEMAL’IN ÖZLEMLE ANLATTIĞI TOROSLARIN YARPUZ KOKULU KÖYLERINDEN BIRI KORONAVIRÜS GÜNLERINDE BIR PATRONUN KRIZ YÖNETIMINE EV SAHIPLIĞI YAPIYOR.
B U R A S I A N T A LYA’ N I N Akseki ilçesine bağlı Yarpuz köyü.
Öylesine sarp kayalıkları var ki, köylü ciddi anlamda ne tarım yapabiliyor ne de hayvancılık… Her sarp coğrafyanın kadim dostu olan keçiler, burada da insanlara yoldaş… 1650 rakımlı Yarpuz köyünün gençleri ise Aksekili hemşehrilerinin uzun yıllardır yaptıkları gibi ekmeklerini tüccarlıktan çıkarıyorlar. “Bir Aksekili bir de Kayserili işini bilir” deyişinin hakkını vererek bu alanda önemli başarılar elde eden iş insanları çıkıyor aralarından. Hepsinin ortak bir özelliği var; Yaşar Ke-
mal’in romanlarında sık sık bahsettiği mis gibi yarpuz kokan köylerinden kopamıyorlar. İşte onlardan biri Ramazan Kaya. Dayılarının yanında, Türkiye’nin en eski ticaret okullarından olan Tahtakale’de öğrendiği tüccarlığı 1990’larda Saat&Saat’i kurarak kurumsal dünyaya taşıyan Kaya, karantina günlerini ailesinin Yarpuz köyündeki evinde geçiriyor. “Bu dönemde anneme zaman ayırma fırsatı buldum” diyen 50 yaşındaki Kaya, Torosların eteklerindeki hayatını HAFTA’ya anlattı…
42 PATRON KARANTİNADA
Ne zaman ve nasıl karar verdiniz köyünüze gitmeye?
Koronavirüs ilk ortaya çıktığında, daha Türkiye’ye gelmeden mağazalarımızı kapatma kararı aldık. Annem İstanbul’da bizim yanımızdaydı. Mart sonu gibi onu Toros yaylalarındaki köyümüzde yaptırdığımız evimize götüreceğimi söyledim iştekilere. Ve dedim ki, “Hazirandan önce bu iş bitmez, ben de ancak o zamana dönerim.” Kimse inanmadı o kadar süre işten ayrı kalabileceğime. İddiaya girdik. ‘Maksimum 10 günde dönersin’ dediler ama onları yanılttım. O zaman şanslılardansınız, karantina günlerini bir yayla köyünde geçirmek kulağa hoş geliyor…
Evet. Köyümüz çok güzel. Doğa bir harika. Sarp kayalıklar ve dağlar var etrafımızda. Ben İstanbul’da doğdum ama köklerimizi unutmadık. Burada kendimize uzun zaman geçirebileceğimiz rahat bir ev yaptık. Keyfini çıkarıyoruz.
Peki nasıl geçiyor köyde günleriniz? Zaman doldurmak sıkıntı oluyor mu?
Burada hiç koronavirüs vakası yok. Yine de sosyal mesafe kuralına uyuyoruz. Buranın ruhunu seviyorum. Köyde gün erken başlıyor. Dayılarım ve kuzenlerimle her sabah buluşup saat 08:30’da uzun bir yürüyüşe çıkıyoruz. Yaklaşık 7 kilometre yürüyoruz. Buraların keçisi meşhurdur. Öyle sarp bir coğrafya ki ne tarım ne de hayvancılık yapılıyor. Rakım 1650. Öğle saatinde kitap okuyorum. Sonrasında yarım saatlik bir kestirme zamanım var. Çayımız semaverde geliyor. Akşam yemeğinden sonra tekrar günlük işler için görüntülü konuşmalar yapıyorum. Gün çabuk bitiyor aslında. En geç 23:00 gibi uyuyoruz. Annem burada çok mutlu. Ben de koronavirüs nedeniyle ilk kez onunla köyde bu kadar uzun kaldığım için kendimi iyi hissediyorum. Bir yandan da sahip olduğunuz bir şirket var, bir kriz yönetiyorsunuz. Nasıl mümkün oluyor yayladan şirket yönetmek?
Ben bu krizi iyi yönettiğimi düşünüyorum. Mağazalar zaten kapalı. Dijital altyapımız iyi çalışıyor. Sizinle burada röportaj yaptığım gibi şirketle de kolayca ilgilenebiliyorum. İyi bir ekibimiz var. Sürekli görüntülü konuşmalar yapıyoruz. Biz her zaman 10 adım sonrasını hesap etmeye çalışır, tedbirlerimizi ona göre alırız. Bugüne kadar karlılığı ikinci planda bırakıp; duruşumuzu, itibarımızı gözeten bir tavır sergiledik. Ne kadar doğru bir hareket olduğunu böyle kriz dönemlerinde daha iyi görüyoruz. Şirkette herkes 3S kuralını bilir: Saygı, sorumluluk ve sonuç odaklılık. Karantina günlerinde kilo almak herkesin gündeminde? Sizde durum nasıl?
Ben normalde de çok sportif bir insanımdır. Uzun süredir bir Uzakdoğu sporu olan Wing Chun yapıyordum. Yaylada da koçumla görüşüp devam ettirmeye çalıştım. Burada da günlük sporumu aksatmıyorum. Belli saatlerde kişisel spor koçuma bağlanıyorum. Hiç kilo almadım. Hatta İstanbul’a daha fit dönmeyi düşünüyorum. Yeniden işimin başında olacağım günü iple çekiyorum. Bence ülke olarak bu konuda çok şanslıyız. Neden?
Çünkü harika bir sağlık sistemimiz var. Gerek Bakanımız Fahrettin Koca gerekse tüm sağlık ekibimizle gurur duyuyorum. Yeni dünyada oyun kuruculardan birinin Türkiye olacağına inanıyorum. Bunu, virüs sürecinde ortaya koyduk. Bu ülkenin sağlık sisteminde çalışan güzel insanlara milyonlarca kez teşekkür ederim. Normalleşme için nasıl bir takvim öngörüyorsunuz?
Ben bu konuda iyimserim. Eğer işler beklendiği gibi giderse haziranda toparlanmaya başlarız, temmuzda normal hayatımıza döneriz, ağustosta ise hayat iyice normalleşir bence. Biz ülke olarak tüm bu sürece kolay adapte olacağız. Kendi şirketim adına bunu başardık. Düşünsenize bir günde 1.000 çalışanımızla birlikte şalter indirdik.
LONDRA’YA GITMEK UZAYA GITMEK GIBIYDI” Hayatınızın kırılma anlarını düşündüğünüzde neler geliyor aklınıza?
Kesinlikle kırılma anlarım var. Bunlardan biri Londra’ya gitmem. Orada iki yıl kaldım ve bana çok şey kattı. Düşünsenize tüm hayatınız Tahtakale’de geçmiş. Oradan başka bir yer görmemişsiniz. Sonra bir anda, dünyanın merkezine düşüyorsunuz. 1987 yılıydı ve o yıllarda benim çevrem için Londra’ya gitmek, uzaya gitmek gibiydi. Üzerine bir Aksekilisiniz. Bizimkilerin girişimciliği Türkiye’de ünlüdür. 17 yaşındaydım ve İsviçre’de şirket kurmayı hayal ediyordum. Öyle bir şirket ki bir ayağı Londra, biri İsviçre, biri Uzakdoğu, biri de İstanbul’da olacaktı. Aklımda, hayalimde bu vardı. Olmadı elbette, Tahtakale’de dayılarımla saat işi yapıyordum. 18 yaşında, Londra’yı görmüş, ufku açılmış bir genç olarak yeni fikirler getiriyor ama uygulayamıyordum. Ben de 1994’te Saat&Saat’i kurdum. Bu da benim için dönüm noktalarından biridir. Adidas’ın distribütörlüğünü almak, arkasından Guess’in gelmesi benim için çok önemli gelişmelerdir. İş bağlantısı yapmak üzere yurtdışına gönderdiğim her faksın altına “To be number one in the market- pazarda bir numara olmak için” yazıyordum. Hayalim bu
alanda pazarın bir numarası olmaktı. Bir başka kırılma noktası da 2001’de Donna Karan’ın distribütörlüğünü almak oldu. Bu beni 2006’da perakende alanına yöneltti. 2012’de dünyanın en büyüklerinden LPI’ın gelmesi de bizim için eşiklerden biridir.
ÇOCUKLUK HAYALLERIMIN ÇOK ÜZERINDEYIM” Şirketinizle ilgili hayallerinizden bahsedelim biraz… Nereye taşımak istiyorsunuz bu şirketi?
Saat duygusal bir sektör, duygusal bir iş yaptığımızı düşünüyorum. İnsanların bize güvenmeleri önemli. Benim için hayatta en önemli değerler dürüstlük ve adalet. Bu çerçevede bize yakışmaz diye düşünür, yanlıştan kaçınırız. O nedenle hayalim itibarlı, güvenilir bir şirket olarak tanınmak. Nerede o eski Tahtakale günleri diyor musunuz?
Evet, elbette. Bugünün Tahtakalesi yok. Ben; rakip malını çekebilsin diye borç para verilen bir kültürde büyüdüm. O kültür bana çok şey kattı. Bugün çocukluk hayallerimin bile üzerinde bir yerdeyim. Bünyemizdeki markaların distribütörleri arasında bir numaradayız.
ETRAFIMDA GÜZEL ABILERIM VAR” Peki iş dünyasında kimleri rol model aldınız?
Birkaç isim sayabilirim. Bunların başında LC Waikiki’nin Yönetim Kurulu Başkanı Vahap Küçük geliyor. O kadar örnek davranışları var ki… Bir vakıf kurdu, müthiş bir istihdam yaratıyor. Ben de onun gibi olmak istiyorum. Vahap ağabey, özel yaşantımda da yeri olan, aile dostumuzdur. Bir de Mehmet Büyükekşi benim için örnek bir insandır. Onun da hem iş hem de özel hayatında davranışlarından etkilenirim. Çok güzel abilerim var etrafımda.
KENDIMI ÖDÜLLENDIRIYORUM”
Koronavirüs nasıl etkiledi psikolojinizi?
Ben saat işindeyim, zamanın kıymetini bilenlerdenim. Örneğin karantina sürecinde evlendiğimden bu yana anneme hiç ayırmadığım kadar zaman ayırma fırsatı buldum. Bir yaşam koçum var. Haftada bir gün görüşüyorum onunla. İnsan bir krizi iki tür yaşayabilir; ya etrafımıza saldırır, duvarları yumruklar, ne zaman bitecek bu çile diyenlerden oluruz ya da madem bunu değiştirme gücüm yok bu süreci iyi değerlendirmeliyim diyenlerden. Ben ikincisini seçiyorum. Bu süreçte kendimi ödüllendireceğim dedim ve yaptım.
PATRON 43 KARANTİNADA
“MARKA MANYAĞI DEĞİLİM” Markalar dünyasının içinde yer alıyorsunuz, sizin pahalı markalarla aranız nasıl?
Marka, bir sevgili gibi. Aslında marka bağımlılığı da o dünyadan kendinize bir sevgili seçmek gibidir. O aşkı bulunca, aranızda duygusal bir ilişki başlıyor. Benim de sevgililerim var elbette. Tarzımı yakalamayı önemserim ama kendimi güvende hissetmem daha önemli. Marka manyağı değilim ama marka satın almayı tercih ederim. Çünkü markalar da o aşkı kaybetmemek için kaliteyi koruyor.
NASIL BİR RAMAZAN KAYA? EVLAT: Çok ilgilenemesem de büyüklerini seven bir evladım. Ne yazık ki erkek evlat her şeyin maddiyat olduğunu sanıyor. Ben de öyleydim sanırım. Bu süreç bana ebeveynlerin aslında manevi destek beklediklerini gösterdi. KOCA: Asabi, geçimi zor ama seven, sayan, düşünceli bir eşim. Ne yazık ki çok romantik değilim. PATRON: Bence zor bir patronum. Beni iyi tanıyanlar anlıyor ama zor biri olduğumu kabul ediyorum. DOST: Sırdaşım, genellikle dertleşilen bir arkadaşım. İyi yoldaşım, yolda adam satmam. İpimle kuyuya inilir. Ayrıca dost meclislerinde gidilecek mekanları iyi bilirim. Bir de iyi giyindiğim söylenir.
44 SPOR
1 MILYAR KIŞININ IZLEDIĞI ALMAN FUTBOL LIGI REKLAM GELIRLERINI DE ARTIRDI
TÜRKIYE’DE MAÇLARIN BAŞLAYIP BAŞLAMAMASI TARTIŞILIRKEN, BUNDESLIGA’DA ILK DÜDÜK GEÇEN HAFTA ÇALDI. KORONA SONRASI LIGLERI ILK BAŞLATAN ÜLKE OLAN ALMANYA’DA MAÇLARIN IZLENME SAYISI MILYARA ULAŞIRKEN, SAHA IÇI REKLAM SATIŞLARI DA PATLADI. CE YHUN KUBURLU YA K L A Ş I K 2 . 5 AY L I K A R A N I N A R D I N D A N maçlara başlayan Alman Bundesliga, izlenme oranlarında rekorlar kırıyor. Son alınan bilgilere göre karşılaşmaların izlenme oranı dünya genelinde 1 milyarı aştı. Yani dünyadaki neredeyse her 8 insandan 1’i Panzerler’i izledi. Belarus, Güney Kore, Estonya, Faroe Adaları, Tayvan ve Türkmenistan, Burundi, Kosta Rika gibi ülkelerde futbol maçları devam ediyor. Ancak dünya üzerinde herkesin ilgisini çeken yani popülaritesi yüksek olan ülkelerde spor karşılaşmaları oynanmıyor. Bu doğrultuda söz konusu ülkelerden Almanya’da futbol maçları geçen hafta yeniden başladı. Hâl böyle olunca tüm
sporseverlerin ilgi odağı da bir anda Panzerler oldu. Bundesliga da bu alanda tek olması nedeniyle izlenme oranlarında da tarihinin en iyi günlerini geçirmeyi başardı. Alman basınından edinilen bilgilere göre Bundesliga’daki maçları 1 milyar, 2. Lig’deki karşılaşmaları ise ortalama olarak 200 milyon insanın takip ettiği ortaya çıktı. REKLAM GELİRLERİ DE ARTIYOR
Alman Bundesliga dünya gelinde izlenme oranlarının artmasıyla bir anda reklam verenlerin de gözdesi oldu. Birçok şirketin saha içi reklamlara girebilmek için ekstra ödeme yaptığı belirtilirken, tribünlere
reklam alınması, kale arkası reklamlar gibi bazı yeni uygulamalar için Alman Futbol Federasyonu’na başvurulduğu da öğrenildi. Kulüplerin yeni sponsorluk ve saha içi reklamlarında artış yaşanabileceğini belirten Alman basını, sosyal medya hesaplarında da görüntülenmelerin ilk düdük sonrası arttığına işaret etti. Korona sonrası ligleri ilk başlatan ülke olan Almanya bu konuda önemli bir adım atmış oldu. LA LIGA’YA ÖRNEK OLDU
Almanya’da maçların başlamış olması futbola yatırım yapan diğer ülkeleri de cesaretlendirdi. Bu konuda en önemli açıklamayı
SPOR 45
Beyzbolun zararı 4 milyar dolar Amerikan Beyzbol Ligi (MLB) Başkanı Rob Manfred, 2020’de maç oynanmaması durumunda kulüplerin tahmini gelir kaybının yaklaşık 4 milyar dolar olacağını söyledi. Covid-19 salgınının, yıllık brüt geliri 2017’den bu yana 10 milyar doların üstünde seyreden MLB’ye etkisinin büyük olması bekleniyor. Önde gelen Amerikan profesyonel sporları arasındaki beyzbolun patronu Manfred, ABD’nin CNN kanalına yaptığı açıklamada, “Lig bir sezon boyunca oynanmazsa kulüp sahiplerinin kayıpları 4 milyar doları bulabilir” ifadesini kullandı. Ligin, pandemi öncesi planlanan başlangıç tarihi 26 Mart’tan beri oynanmadığını hatırlatan Manfred, “Maçların seyircisiz oynanması için çalışıyoruz. Her oyuncuya haftada birkaç kez test yapılmasını planlıyoruz” diye konuştu.
İspanya La Liga Başkanı Javier Tebas yaptı. Tebas, Almanya’da 1 ve 2. Bundesliga’nın başlamasının kendilerine cesaret verdiğini dile getirdi. Javier Tebas, “12 Haziran’da ligleri tekrar başlatma umudumuz arttı. İşlerin yolunda gideceğine dair umutlarımız artık daha fazla. Almanya’ya tebriklerimi gönderiyorum. Çünkü, maçları sorunsuz oynatarak muazzam bir iş başardılar. Biz de bunun için çok çalışıyoruz. Onların sağlık protokollerini ve fikirlerini örnek alarak kendimize uyarlıyoruz. Bu şartlarda futbol oynatmak kolay değil ama elimizde bir örnek oluştu. Şimdi onları örnek alacağız” ifadelerini kullandı.
Koronavirüs salgını nedeniyle ara verilen Bundesliga, 26. haftada maçları bugün seyircisiz olarak oynanırken bir dizi önlemler alındı. Koronavirüs önlemleri kapsamında futbolcuların sahaya tükürmesi ve gol sevincinde bir araya gelmesi yasaklanırken Haaland’ın golünde Borussia Dortmundlu futbolcular sosyal mesafeye uyarak sevindi.
Maske üreticileri kulüplerin peşinde 12 Haziran’da başlaması planlanan Süper Lig maçları için maske üreticileri de harekete geçti. Yedek kulübesindeki herkesin maske takacak olmasının ardından kulüplerle sponsorluk görüşmeleri yapan üreticiler aynı zamanda takımların lisanslı ürün satışı yapan mağazaları için de üretim yapacak. Konuyla ilgili olarak Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’a birçok üreticinin başvurduğu ve bu konu üzerinde çalışmalar yaptıkları öğrenildi. İlk etapta maskelerin üzerine kulüp ve şirket logolarının basılması gündemde. İkinci plan ise lisanslı ürün satışı yapan mağazalarda kulüp logolu taraftar maskeleri üretmek.
NASIL BİR EKONOMİ
YÖNETIM KURULU BAŞKANI HAKAN GÜLDAĞ GENEL KOORDINATÖR VAHAP MUNYAR GENEL YAYIN KOORDINATÖRÜ TALIP AKTAŞ GENEL YAYIN YÖNETMENI ÖMER TÜRKDÖNMEZ KOORDINATÖR DIDEM ERYAR ÜNLÜ SORUMLU YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ HANDAN SEMA CEYLAN
MEDYA HABER BASIN A.Ş
HAFTA YAYIN YÖNETMENI ASLI BARIŞ GÖRSEL YÖNETMEN MURAT KASPAR YAZI KURULU FARUK ŞÜYÜN, YASEMIN SALIH, DİDEM ERYAR ÜNLÜ, SELENAY YAĞCI KATKIDA BULUNANLAR BAŞAK DİZER TATLITUĞ, CEYHUN KUBURLU, AHMET CAN, SELIN BOZKURT, SIRMA ADRES: Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No:22 Kavacık 34805 Beykoz/İstanbul
#evd
D
ekal
Mutfakta Dior imzası…
ior, yaratıcısı ve ikonik tasarımcısı Christian Dior’un en sevdiği yemeklerden oluşan 1972 basımı yemek kitabı, ‘La Cuisine Cousu-Main’in (Terzi Yapımı Yemekler) dijital versiyonunu yayınladı. Biz de sizin için Christian Dior’un en sevdiği yemeklerden birini seçtik. Kremalı maydanoz çorbasıyla sofranıza stil katın. Üstelik yapması oldukça kolay!
MALZEMELER:
• 1 demet maydanoz • 100 gram tereyağı • 3 yemek kaşığı un • 2 yemek kaşığı krema • 1 + ¼ litre tavuk suyu • 3 yumurta sarısı • Tuz ve karabiber • Süslemek için 1 avuç taze kıyılmış maydanoz
YAPILIŞI: Öncelikle Fransız usulü “Velouté” sosu hazırlamak için tavuk suyunu kaynatın. Başka bir tencerede tereyağını eritip unu ekleyin. Karıştırırken üzerine tavuk suyunu azar azar ekleyin. Kaynama noktasına getirip ateşi kısın. Yüzeyde oluşan kabuğu temizleyin. Sosun üçte biri kalana kadar pişirin. Süzgeçten geçirin. Çorbaya devam etmek için ince ince kıydığınız maydanozları ve yumurta sarılarıyla birlikte çırpacağınız kremayı karışıma ekleyip kısık ateşte 45 dakika pişirin. Taze kıyılmış maydanozlarla birlikte servis edin.