NBE
SANAT SAĞLIK SPOR İ Y I YA Ş A M TEKNOLOJI SAYI: 14
FARUK ŞÜYÜN
ÖLÜME ÇELME TAKAN YAZAR: ADALET AĞAOĞLU BAŞAK DIZER TATLITUĞ
PRADA VE DIJITAL DEVRIM DIDEM ERYAR ÜNLÜ
TEMIZ HAVA IÇIN KÜÇÜK, INSANLIK IÇIN BÜYÜK BIR ADIM! CEYHUN KUBURLU
BAŞARIDA BAŞAKŞEHIR FORMÜLÜ SELIN BOZKURT
ALI CANIP OLGUNLU: AYASOFYA’NIN YENI DÖNEMINDE NELER OLACAK?
Philippe Starck O, dünyanın yaşayan en ünlü tasarımcısı… Limon sıkacağından uzay mekiğine, bol yıldızlı otellerden parfüme imzasını atmadığı alan bırakmadı. Modern zamanların mucidi anlattı: İşte Fransız tasarımcı Philippe Starck ve pandemi sonrası hayat öngörüleri…
Haftanın testi GEÇEN HAFTA DÜNYADA NELER OLDU, NELER BITTI? HAFIZANIZI TESTIMIZLE TAZELEYELIM…
İPEK YEZDANİ
1
ABD Başkanı Donald Trump, CBS televizyonuna verdiği bir röportajda, muhabirin “Peki neden hala bu ülkede siyahiler, polis şiddetiyle ölüyor?” sorusuna nasıl yanıt verdi? a) Beyazlar da polis şiddetiyle ölüyor b) Polislerin eğitilmesi gerek c) Polis teşkilatında ırkçılık eğilimi var d) Amerikan toplumunda ırkçılık hala sürüyor.
2
Fransa’daki Bastille Günü kutlamalarına maskesiz katılan Sanayi Bakanı Agnes Pannier Runacher, maske takmayı unuttuğunu fark edince ne yaptı? a) En yakın eczaneden maske aldı b) Korumalarından maske bulmalarını istedi c) Eliyle ağzını kapadı d) Eşarbını yüzüne sardı
3
ABD merkezli milyonlarca takipçili Twitter hesapları hack’lenerek, çok ünlü bazı isimlerin hesaplarından bir Bitcoin hesabı paylaşıldı ve takipçilerden buraya para gönderilmesi istendi. Twitter’ın hisslerine yüzde 4 civarında para kaybettiren hack’lenme olayında aşağıdakilerden hangisinin hesabı hack’lenmedi? a) İşadamı Elon Musk b) Eski ABD Başkanı Barack Obama c) Demokrat Parti Başkan adayı Joe Biden d) ABD Başkanı Donald Trump
4
Hollanda hükümetinin, “zorunlu haller dışında aile ziyareti ve tatil için gitmeyin” uyarısına rağmen, çok sayıda Hollandalı, tatil için hangi ülkeyi seçti? a) İspanya b) İtalya c) Türkiye d) Yunanistan
5
Stil ikonu Victoria Beckham’ın, Oscar’lı aktris Gwyneth Paltrow’un ‘Goop’ markasına rakip olacak, kendi yaşam tarzını anlatan yeni bir marka çıkartacağı açıklandı. Paltrow, Goop markasıyla aşağıdakilerden hangisini satışa çıkarmıştı? a) Gül kokulu mumlar b) Sandal ağacı tütsüsü c) Lavanta kokulu sabun d) Kendi vajinasının kokusunu taşıyan mum
7 6
İngiliz Vogue dergisinin siyahi yayın yönetmeni Edward Enninful, karantina dönemi sonrasında ofise döndüğünde kendisini tanımayan kapıdaki güvenlik görevlisi tarafından kendisine ne söylendi? a) Hoş geldiniz b) İyi çalışmalar c) Dergi size emanet d) Servis kapısından giriş yapın
Ünlü oyuncu Demi Moore, ‘Brave New World’ (Cesur Yeni Dünya) dizisindeki rolü için saçını ne renge boyattı? a) Kızıl b) Platin sarısı c) Siyah d) Mavi
8
ABD’li rap şarkıcısı Kanye West, Kasım 2020 başkanlık seçimlerinde Beyaz Saray’a adaylığını koyduğunu açıkladıktan 10 gün sonra ne oldu? a) Seçim kampanyasını başlattı b) Partisini kurdu c) Bipolar olduğu iddia edildi d) Miting düzenledi CEVAPLAR 1-A, 2-C, 3-D, 4-C, 5-D, 6-B, 7-C,8-C
ETKİNLİK
AJANDA 3
Türkiye’de bir ilk olarak Kerki Solfej’in düzenleyeceği arabalı etkinlikler serisi, 16 Temmuz’da Sunay Akın ile devam ediyor. Portatif sandalyenizi arabanın dışına atıp, gösterinin tadını açık havada çıkarabilirsiniz. Sunay Akın’ın ilk kez sahneleyeceği yeni oyununda, klakson çalınmaz tabelasından bir vapura kıyıdan sallanan mendile, Apollo 11’in dünyadan ayrılışından bir yastığa yazılı şiire kadar uzanan nice hissi senet bekliyor seyircileri…
S E L E N AY YA Ğ C I
Dinle, izle, keşfet BU HAFTA BIRAZ NOSTALJI YAPALIM: SES TIYATROLARIYLA YENIDEN HAYALE DALALIM, AÇIK HAVADA OPERA DINLEYELIM...
KONSER
*Biraz da açık havada opera diyelim mi? İstanbul Devlet Opera ve Balesi, bu ay itibarıyla koronavirüs salgınına karşı alınan tedbirlerle “Açıkhava Yaz Konserleri” düzenlemeye başladı. İDOB Orkestra Sanatçıları; Oleksandr Samoylenko, Ezgi Karasu, Verda Gül, Şafak Erişkin ve Ecesu Sertesen’in sahnede olacağ” ‘Oda Müziği Konserler”’ 18 Temmuz 20:30’da Arkeoloji Müzesi’nde…
POSTCAST
SES TIYATROSU GERI DÖNDÜ Salgın sürecinde tiyatrolar hala kapalı ama bir şekilde yoluna devam etmeye çalışıyor. Bu süreçte birçoğunu YouTube yayınlarıyla, WhatsApp’la evimize de konuk oldu. Ancak salgının getirdiği yenilikler bitmiyor. Tiyatrocular, hikâyelerini yeni formlarla aktarmak için yollar açmaya devam ediyor. Eskilerin teyplerde, radyolarda dinlediği ses tiyatroları, dijitalleşerek yeniden doğdu. Şimdilerde podcast tiyatrolarının sesi biraz daha yükseliyor. İki tavsiye: “K’nın Sesi” ve “Zamanaltı”. Radyo
tiyatrosu havasında, podcast kayıtlarını takip ederek dinleyebileceğiniz iki oyun… “K’nın Sesi” güncel hallerimizi oyunlaştırırken kişilerinin özel hayatları aracılığıyla olan bitene dair politik tavrını eksik etmiyor. “Zamanaltı” ise adı üstünde, zamanda yolculuk yapmayı hayal ettiriyor. Bu podcastleri özellikle kulaklıkla dinlemenizi tavsiye ediyorum. Çünkü sadece konuşma değil, kendinizi o anın içinde hissetmenizi sağlayacak birçok ses efekti titizlikle kullanılıyor...
Mert Günhan, Pelin Baynazoğlu, Yiğitcan Erdoğan’ın ürettiği “Zamanaltı’nın konusu şöyle: Mert ona korkunç bir gelecek gösteren rüyalarından yılıp, çareyi zaman makinesi icat etmekte buluyor. Bir anda çalışan makineyle birlikte kendimizi Mert’in zamanaltı macerasının içinde buluyoruz.
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’ndan Duygu Dalyanoğlu’yla akademisyen Özlem Aslan ile projesinde kadınların, queer’lerin, kız kardeşlerin karantina kıskacından sızan sesleri yer alıyor. Serinin ilk oyunu “Ellerim Gözlerim Oldu”, ev içi emeği görülmez kılınan kadınların karantinada yaşadıkları yoğun süreç üzerine bir iş.
TLVSOUND konser serisi pandeminin önemli etkinliklerinden oldu. Bu hafta sizi Liraz’la tanıştırıyor. 1970’lerin sonlarında İran Devrimi’nin eşiğinde İsrail’e taşınan bir Pers ailesinin soyundan gelen Liraz, müziğin yanında kendi ülkesinde hem tiyatroda hem de filmde tanınan yüzler arasına girmeyi başardı. İran köklerini her zaman sanatına taşıyan Liraz, Mart 2020’de çıkardığı ikinci albümünde yer alan ‘Zan Bezan’ şarkısı tamamen Farsça yazdı ve İstanbul’da kaydetti. ‘Zan Bezan’ şarkısı ile dünyadaki tüm kadınların özgürlüğünü kutlayan sanatçının 21 Temmuz’da Zorlu PSM Instagram ve Facebook hesaplarında gerçekleşecek konserini kaçırmayın.
SİNEMA
Türk Telekom’un dijital televizyon platformu Tivibu’da, temmuz ayında da farklı türlerde birçok yapım sinemaseverlerle buluşuyor. Vizyonda çok konuşulan animasyon filmlerinden biri, komedi ve aksiyonu harmanlayan “Bumblebee”, 18 Temmuz 21.30’da Tivibu’da yayında. Autobot Bumblebee, peşindeki Decepticonlar’dan kaçıp Kaliforniya’daki küçük bir sahil kasabasında bir hurdalığa saklanıyor. 18 yaşına basmak üzere olan Charlie ile tanışınca ikilinin arasında bir dostluk gelişiyor.
Red Axes’ın ortak kurucularından ve grubun davulcusu olan Udi Naor 2018 yılından bu yana tek başına yürüttüğü BĘÃTFÓØT projesi ile dünyanın birçok önemli festival ve sahnelerinde yer aldı. Electronik pop alanında kendini göstermeyi başaran sanatçı hem canlı hem de DJ setleri ile dans pistini her zaman canlı tutmayı başaran sanatçı bu sefer de Zorlu PSM Facebook ve Instagram hesaplarına 23 Temmuz Perşembe akşamı konuk olacak.
4
MÜZİĞİN İÇİNDEN
Dijital müzik platformlarının hızlı yükselişi…
PLAK ŞIRKETLERININ TEKELCILIK GÜNLERI GERIDE KALDI… SANATÇILARIN EGEMEN OLDUĞU SÜRECIN HENÜZ BAŞINDAYIZ.
SIRMA
Son bir kaç seneye dönüp baktığımda, dijital müzik platformlarının ne kadar hızlı bir yükseliş yakaladığını şaşkınlıkla farkediyorum. SoundCloud ve YouTube uzun zamandır hayatımızda… Bir ara yurt dışında herkes müzik bloglarında, Hype Machine gibi sitelerde yeni sanatçılar keşfederdi. Fizy’nin sadece bir internet sitesinden ibaret olduğu yılları hatırlayanlar vardır… LimeWire’da az mı albüm paylaşıldı zamanında? Merak edip inceledim bu dönüşümü… Spotify’ın temelleri 14 sene önce atılmış. iTunes’un 20 senelik bir geçmişi var, fakat üyelik sistemli versiyonu Apple Music sadece 5 yıldır hizmet veriyor. Bir çok müzik dinleyicisinin bir numaralı keşif kaynağı YouTube
bile dijital müzik dünyasındaki rekabeti ciddiye alarak, YouTube Music’i piyasaya sürdü 4 sene önce. Avrupa’da Deezer, Amerika’da da Amazon Music ve TIDAL hatırı sayılır kullanıcı kitlelerine sahip. Şu anda dünyada 150’yi aşkın sayıda dijital müzik platformu olduğu biliniyor. Bu platformlardan bazıları uluslararası değil tabii… Tıpkı fizy ve muud gibi, belli başlı dillerde ve bölgelerde servis veren uygulamalar da mevcut. Kimi koleksiyonerler hala plak, kaset ve CD satın almayı tercih ediyorlar… Ama dijital müzik platformlarının endüstriyi eninde sonunda ele geçireceği daha LimeWire günlerinden belliydi. Önce hayatımıza üyelik sistemiyle ya da reklamlarla çarkını döndüren uy-
gulamalar girdi, sonra da editörlerinin hazırladığı çalma listeleri… Böylece altın çağını 2010’lu yılların ilk yarısında yaşayan müzik blogları geri plana düşmüş oldu. Shazam gibi çalan şarkıyı tespit etme üzerine geliştirilen uygulamalar sayesinde müzik keşfi herkesin hayal ettiğinden çok daha hızlı bir şekilde dijitalleşti. TuneCore, DistroKid, LANDR ve CD Baby gibi bir çok müzik dağıtım şirketi sayesinde sanatçılar plak şirketlerine ihtiyaç duymadan albümlerini piyasaya sürebiliyorlar şimdi. Kim ne derse desin, dosya paylaşım sisteminden çıkıp, yasal düzenlemeleri az çok belirlenmiş dijital müzik platformlarına kavuşmamız pozitif bir
MÜZİĞİN 5 İÇİNDEN
IRIS LUNE Berklee’den tanıdığım Iris Lune’un ilk albümü “Lovelosslove”ı dinledim bu hafta. İlk başlarda alternatif, deneysel bir rock grubu olarak Boston’da ortaya çıkan Iris Lune, bu albümün yapım sürecinde İsrail doğumlu vokalist Ella Joy Meir’in solo projesine dönüştü. Albümde grubun öne çıkan üyeleri, gitarist Asher Kurtz ve basçı Aaron Liao’nun katkıları da mevcut. Hatta Asher projenin öne çıkan prodüktörlerinden. Fakat hem Asher, hem de Aaron, son yıllarda başka projelere odaklanmaya başladıklarından, Ella yeni bir başlangıç yapmaktansa, dizginleri yavaş yavaş eline almayı tercih etti. Belki de duruma aşina olduğum için, bilmiyorum… Ama albümü dinlerken Ella’nın müziğe bakış açısının ağır bastığını hissettim. Iris Lune geçmişte daha hırçın tınılara sahipti. Bu albümde ise yer yer James Blake, yer yer de Radiohead etkileşimleri duymak mümkün. Indie pop’a kayan bir çizgi de söz konusu. Öne çıkan şarkıların başında “Open Wound” ve “Midas” geliyor.
HAFTANIN ALBÜMÜ
gelişme. Sanatçılar maddi açıdan hak ettikleri değeri görmüyorlar henüz dijital müzik platformlarından… Ama bu biraz da yasalardaki eksikliklerden kaynaklanıyor. Müzisyenler haklarını savunmaya devam ettikçe, kurallar tekrar tekrar yazılacak zaman içerisinde. Spotify’ın piyasadaki egemenliğini ilk hissettirdiği yıllarda herkes “plak şirketleri tarihe karışacak” diyordu… Hatta bir ara Spotify’ın kendi plak şirketini kuracağı söylentileri bile yayıldı kulaktan kulağa. Kesin bir tespitte bulunmak için henüz çok erken, ama şimdilik plak şirketlerinin piyasa üzerindeki etkisi, eskiye oranla az da olsa devam edeceğe benziyor. Peki neden? Bana sorarsanız en önemli sebebi, halk arasında radyo dinleme ve televizyon izleme alışkanlıklarının düşüşe geçtiğini gözlemlesek de, müzik endüstrisinde bu kanalların hala büyük önem taşıyor olması. Araba kullanırken alışkın olduğu radyo istasyonlarını dinlemeyi tercih edenler çok… Hatta dijital müzik plat-
formlarının radyo versiyonları bile var artık. Örneğin Amerika merkezli SiriusXM, aylık ve yıllık üyelik sistemleriyle kullanıcılarına hem arabalarında, hem de evlerinde reklamsız yayın hizmeti sunuyor. Küçük plak şirketleriyle anlaşan sanatçılar için avantajlar kısıtlı… Fakat büyük plak şirketlerinin radyo ve televizyon dünyasında saldığı kökler kolay kolay çürüyeceğe benzemiyor. Üstelik bazı köklü plak şirketleri dijital dönüşüme ayak uydurmayı çoktan başardılar. Zaman zaman sanatçılar arasında konuşuluyor… “Spotify eskiden yeni sanatçılara çalma listelerinde daha çok yer verirdi, son iki yılda ne oldu böyle?” diye… Doğru bir tespit. Yerinde bir soru. Ama cevabı açık ve net aslında… Gündeme pek getirilmese de bir çok büyük plak şirketi, halka açılmış dijital müzik platformlarında hisse sahibi. Fakat bu, plak şirketlerinin tekelcilik günlerinin geride kaldığı gerçeğini değiştirmiyor. Sanatçıların egemen olduğu bu sürecin henüz başındayız…
TEKNO DÜELLO AHME T CAN Taşınabilir bluetooth hoparlörün dönemi geldi. Plaja giderken, havuz başında veya piknikte… Yanında müziğini taşımak isteyenler için birebir. Yeni teknolojilerle geliştirilen taşınabilir hoparlörler, artık su geçirmiyor ve daha uzun şarj ömrüne sahip. Biz de buradan yola çıkarak taşınabilir bluetooth hoparlörleri düelloya davet ettik. Haydi açın sesi!
Beats Pill+ NE ZAMAN SATIŞA ÇIKTI?
2014 yılında Apple, Beats şirketini satın aldı. Bu süreçten sonra markanın kulaklık dışındaki ürünlere ağırlık verildi. Bu modellerden biri ‘Pill’ serisi. İlk modeli 2015’te tanıtıldı.
ŞARJI NE KADAR GIDIYOR?
X
Ses teknolojileri denilince akla gelen ilk markalardan. Daha çok yerleşik ses sistemleri üzerine odaklanan marka, taşınabilir hoparlörlere de ağırlık vermeye başladı. Soundlink revolve ise bu modellerden biri. 2017’de
12 12
saat
saat
AĞIRLIĞI NE KADAR?
750 680
gram
gram
Bose SoundLink Revolve NASIL BIR SES KALITESI SUNUYOR?
BAĞLANTI ÖZELLIKLERI NELER?
Beats Pill+: Bluetooth özellikli tüm cihazlarla çalışıyor. Aynı zamanda üzerinde 3.5 mm’lik jack girişi de yer alıyor. Bağlantı için bluetooth teknolojisini kullanıyor. Aynı zamanda çiftli bir kullanım da sunuyor. Bu sayede stereo deneyim sunuyor.
Stereo aktif 2 yönlü geçiş sistemi, dinamik bir ses aralığında optimize bir ses alanı oluşturuyor. Yüksek frekans ve alçak frekans hoparlörü ayrımı, tüm dünyadaki profesyonel kayıt stüdyolarında bulunan akustik tekniğiyle gerçekleştiriliyor. 360 derece ses deneyimi sağlıyor. Herkesin aynı deneyimi yaşaması için odanın ortasına yerleştirilebiliyor. Veya sesin yayılması ve yansıması için bir duvarın yanına kurulabiliyor.
STİL 7
Yeni dünyanın modası!
HIÇ GERÇEKLEŞMEMIŞ BIR DEFILE, MODA ENDÜSTRISINI YENIDEN ŞEKILLENDIREBILIR MI? PRADA, DIJITAL ŞOVU “MULTIPLE VIEWS” ILE FARKLI MESAJLAR VERDI: “BIR ARAYA GELEMIYORSAK, ORTAK FIKIRLER, AMAÇLAR VE INANÇLARIMIZLA, FARKLI BIR ILETIŞIM YÖNTEMI OLUŞTURABILIRIZ.”
ve tekstil sektörü olarak nasibimizi alarak, ilklerle dolu bir yıl geçirmeye devam ediyoruz. Gucci ve YSL markalarının Milano Moda Haftası’nda defile yapmayacaklarını ve koleksiyon sezonunu ikiye indirgediklerini açıkladıktan hemen sonra yeni bir ilke daha şahit olduk. Prada markası dijital ortamda online bir sunum/defile gerçekleştirdi. İsmi: “Multiple Views/Çoklu Gözlem.” Klasik anlamda bir defile değildi bu. Her ne kadar defilelerin iptal olması veya artık dijital ortamda sunulması negatif bir başlangıç gibi gözükse de Prada’nın sunumu sayesinde yeni dünya moda yaratımı ve işleyişi adına bir anlam kattığını ve ilham verdiğini düşünüyorum. Terence Nance, Joanna Piotrowska, Martine Syms, Juergen Teller ve Willy Vanderperre tarafından ayrı ayrı hazırlanan beş film, koleksiyonun yaratıcı ve ayırt edici yönünü, her bir sanatçının kendi bakış açısıyla zenginleştirdi. Bu beş küresel sanatçı ve yorumcunun kolektif yorumu 1 koleksiyona 5 bağımsız, özgün kısa filmler aracılığıyla klasik moda anlayışından farklı anlamlar katmış oldu. Yapısı tamamen farklı olarak müziği, ışığı, kurgusuyla, video ve fotoğraflarıyla Prada erkeği ve Prada kadınına 5 bakış açısıyla, duruş ve ideolojilerini net bir şekilde yansıtan 5 yaratıcı sanatçı yorumunu izlemek ayrı bir zevkti. İlk kez bir Prada defilesini kendi dünyalarımızda, kendi zamanlarımızda online olarak izleme şansı yakaladık ve böylece iletişimin çok yönlülüğü kutladık. Prada’nın mesajı çok açık: “Bir araya gelemiyorsak, ortak fikirler, amaçlar ve inançlarımızla, farklı bir iletişim yöntemi oluşturabiliriz.” Sürpriz bir fikir ve yaratıcılık anlamında öncü bir sunumdu. Özellikle Alman fotoğraf sanatçısı Juergen Teller en dikkat çekici, yaratıcı, sıra dışı fotoğrafçılardan ve yorumculardan biri benim için. Ve bu beş sanatçı
B A Ş A K Dİ Z E R TAT L I T U Ğ
PANDEMIDEN MODA ENDÜS TRISI
Terence Nance, Joanna Piotrowska, Martine Syms, Juergen Teller ve Willy Vanderperre tarafından ayrı ayrı hazırlanan beş film, her sanatçının farklı ve özgün tarzını yansıtıyor.
içinde olması bu sunum için paha biçilmez olmuş. Çok karmaşık, moralsiz ve kaos dolu aylar geçirdik… İnsanlar varoluşlarını, sosyal xuruş ve eğilimlerini sorgularken Prada bir açılım yaptı. Ve kendi sektörünün işlevselliğini ve yararlılığını sorguladı. Sorusu çok net: “Kıyafetler nasıl nerede ve neden giyilir?” Cevabını bu beş sanatçı aracılığıyla bir diyalog olarak veriyor, yorumlamak bizlere kalmış… Prada’nın koleksiyonu her zaman olduğu gibi: Formal tarz ve spor tarz karşıt ama iç içe… Dinamik, klasik ve fütüristik kesimlerin, teknolojik kumaşların ahengiyle eklektik ve zengindi. İmzası gereği yine yalın, dingin renkleriyle sade bir duruş sergiledi. Prada ince, zevkli, zeki, meraklı, eğlenceli, interaktif, sorumlu ve duyarlı olarak bu pandemiden süprizlerle yeniden doğdu diyebilirim.
8
Post modern şov MÜCEVHER
CHAUMET
BEGÜM SARUHAN
HER YIL PARIS HAUTE COUTURE HAFTASI ILE EŞ ZAMANLI OLARAK BÜYÜK MÜCEVHEREVLERININ SUNDUĞU YENI YÜKSEK MÜCEVHER KOLEKSIYONLARINA BU YIL DOĞA, INOVASYON, SANAT VE MIMARI OLUŞUMLAR HAKIMDI. GERÇEKLIK ÜSTÜ TEMALAR, SOFISTIKE NET VE YALIN ÇIZGILER, GEÇMIŞIN IHTIŞAMIYLA SANAT ESERLERINE DÖNÜŞTÜ. EŞSIZ TAŞLARIN EŞLIK ETTIĞI HER TASARIM, MARKALARIN DNA’SINA DUYDUĞU BAĞLILIĞI YANSITIYOR.
Perspectives Koleksiyonu, adından da anlaşıldığı üzere, persektif temasını yeniden yorumlayarak markanın tarihi geçmişine uyarlanıyor, uluslararası mimari akımlarına ithafla tamamen inovatif ve çağdaş bir koleksiyon sunuyor. Denge, uyum, hacim ve ışığın ana eksende tutulduğu koleksiyon 81 parçadan oluşuyor. 6 alt koleksiyon, estetik olarak birbirine benzemese de, hepsi Chaumet’nin işçiliğinin özellikli unsurunu ortaya çıkartıyor. Skyline, hem asimetrik ve parça parça silüetleriyle postmodern dekonstrüktivist mimariye gönderme yaparken hem de 1930-78 yılları arasında Chaumet tasarımlarından sorumlu Pierre Sterlé’ye şapka çıkartıyor. Skyline kolye, ezilmiş ve delikli altın işçiliği, bir yakası zümrütlerle diğer yakası pırlantalarla bezeli tasarımının altından beliren 16 karat Kolombiya zümrütüyle, Sterle’nin altın işciliğindeki ustalığına da gönderme yapıyor.
MÜCEVHER 9
BOUCHERON Contemplation, Boucheron’un uzay elementleriyle inovatif şekilde oynadığı, NASA’nın kullandığı materyelleri yüksek mücevherata taşıdığı yeni koleksiyonu. Yüksek mücevheratın kodlarını yeniden yazmak isteyen Boucheron, parçaların üretiminde aero-dinamik, mühendislik ve endüstriyel üretim kaynaklarından faydalandı. Doğanın sade ve basit mutluluklarında ilham arayan marka, koleksiyonun adı Contemplation ile de, değerli taşlarla birlikte doğanın basit ve uçuşan zaman dilimlerinin peşinde koşuyor.
BVLGARI Roma mimarisi ve sanatına övgüyle tasarlanan Barocko Koleksiyonu, ilahi şehrin tüm görkem ve ihtişamını, renkli taşların bütünlüğü içinde sunuyor. Bulgari’nin imzası olan hacimli formlar ve değerli taşların bonkörce kullanımı, Sant’Angelo Kalesi’nde bulunan Başmelek Michael heykelinden ilham alınarak tasarlanan Wings of Rome kolye, narin barok dantel kumaşlara pırlantalar ve safir taşlarla yeniden hayat verilerek ortaya çıkan Sapphire Lace kolye veya ustalıkla asimetrisi kurgulanmış tanzanit, turmaline ve akuamarine gökkuşağından oluşan Cabochon Exuberance kolye, hayranlık uyandırmamak imkansız bir şekilde 17’inci yüzyıl sanat akımlarından hareketle kendilerini gösteriyor.
10 MÜCEVHER
CHOPARD ‘Red Carpet Collection’ için hazırlanan ve 73 parçadan oluşan, en dikkat çeken parçası 3 sıra pırlanta tasarıma asılı 90 karat kalp pırlantalı kolye olan Chopard’ın yeni yüksek mücevher koleksiyonunun diğer dikkat çeken parçaları hayvan figürlerinden oluşan kokteyl yüzükler ve hipnotize etkisi oldukça yüksek baykuş kol saati. Chopard’ın her yıl Cannes Film Festivali sırasında kırmızı halıda yeni parçalarını tanıttığı Red Carpet Collection, bu sene ilk defa ünlü isimlerin üzerinde tanıtılamasa da, etkisi daha az değil. Hayvan figürlerinden çiçek tasarımlarına geçildiğinde, renkli taşlar da ön plana çıkıyor. Orkide küpeler, safir doğal görünümlü yapraklar, tsavorite goncaların ortaya çıkarttığı 4 kabuşon kesim siyah opalden oluşuyor. Mabet ağacı küpe ve yüzük ise, armut şeklinde zümrütler, tsavorite ve yeşil bitkinin tonlarını güçlendiren sarı safirlerden oluşuyor.
CARTIER Doğa, Cartier için her zaman büyük bir ilham kaynağı oldu. Louis Cartier tarafından 1914’te tasarlanan ve bir saat üzerinde oniks benekleriyle oturan panter, marka için önemli bir dönüm noktasıydı. Cartier’nin yeni yüksek mücevher koleksiyonu Sur Naturel, gerçekliği aşarak doğayı yeniden keşfetmenin kapılarını açıyor. Doğaya inovatif yaklaşımıyla figüratif ve soyutu yaratıcı süreçte buluşturan koleksiyon, su, çiçek florası ve hayvanları, doğa üstü olarak tasarladı. Tasarımlarda, pırlanta, zümrüt ve safirin opal, künzit, mercan, gök zümrüt ve kuvarsla eşleşiyor. Cartier mücevher ustalarının mükemmeliyetçiliğiyle ortaya çıkan bu doğadan daha doğal koleksiyon, gerçeklerin sınırlarından özgür, renk patlaması yaşayan bir bitkinin yuvarlak hatlarında, hayali bir hayvanın kürkünü oluşturmak için biraraya gelen renkli beneklerde veya buz kristallerinin parıltısında hayat buluyor.
MÜCEVHER 11
PIAGET Piaget yeni yüksek mücevher koleksiyonu Wings of Light’ın kanatları üzerinde herkesi sihir ve gizem ile romantizm ve eşsizin bulunduğu fantezi bir diyara doğru sevinç dolu bir yolculuğa davet ediyor. “Ateliers de l’Extraordinaire”de tasarlanan ve 3 alt koleksiyondan oluşan Wings of Light, net çizgiler, eşsiz taşlar ve tasarımın saflığına odaklanıyor. Koleksiyonda ön plana çıkan Majestic Plumage kolyede kakma tekniğiyle titizlikle yeniden yaratılan egzotik bir kuşun tüylerine, safir ve yakut gökkuşağı eşlik ederken kolyenin merkezinde 7.49 karat Paraiba turmalini yer alıyor. Cenote sete dahil olan ve farklı mavi tonlarındaki safirlerin asimetrik sıralar halinde yerleştirldiği saat, Avusturalya siyah opali kadranıyla koleksiyonun hikayesinin vaad ettiği sihiri sunuyor.
12 KAPAK
Philippe Starck MODE R N TA SA R I MC I L IĞI N DE H A SI
O, DÜNYANIN EN YARATICI BEYINLERINDEN… LIMON SIKACAĞINDAN UZAY MEKIĞINE KADAR YAPTIĞI TÜM IŞLERI ÇOK KONUŞULDU. PANDEMI DÖNEMINI DE ÜRETEREK GEÇIRDI? PEKI FRANSIZ TASARIMCI PHILIPPE STARCK YENI DÜNYA DÜZENINI NASIL GÖRÜYOR?
ASLI BARIŞ Pandemi sürecini nasıl geçirdiniz? Yaratıcı bir insan olarak zorlandınız mı? Aslında ben hep izole yaşadım… O yüzden tüm bu olup biten yaratıcılık sürecimi etkilemedi. Evim zaten gerçekten hiçliğin ortasında bir cam ev… Çevremiz ormanlık. Güneşle, yağmurla, doğayla iç içeyiz. Her şey çok sade. Anlayacağınız kızım ve eşimle birlikte zaten hep kapalı devre bir hayatımız vardı. Bu benim tercihim, toplumla arama mesafe koymayı severim. Böylelikle düşüncelerimi daha verimli yönlendirebiliyorum. Tek bir farklılık oldu diyebilirim; eskiden iş nedeniyle
çok seyahat ediyordum. Mecburdum. Pandemi bu tempoyu bitirdi. Sadece bu anlamda biraz yavaşladım ve daha fazla içime döndüm. İyi de oldu. Tabii keşke bu koşullar altında olmasaydı… Günlük hayatınızda her dakikanın planlı olduğunu söylemiştiniz bir söyleşimizde… Bu durum hâlâ devam ediyor mu? Evet, rutinim belli. 06.30 gibi eşimle uyanırız. Birlikte zaman geçiririz. Sonra masama otururum, rüyamda gördüklerimi kâğıda geçiririm. Çalışırken tam anlamıyla inzivaya çekiliyorum.
12.15 gibi kızımla yemek yiyorum. Genelde kinoa… 12.30’da yine eşimle yatağa gidiyoruz, 45 dakika uyuyoruz. Sonra kalkıyorum, 19.30’a kadar çalışıyorum. İşim bitince bisiklete biniyorum. Eve dönüp kinoa yiyorum. 21.30 gibi de yatıyorum. Peki bu rutin sizi sıkmıyor mu? Hayır, aksine ihtiyaç duyuyorum. Yeni konseptler geliştiren birinin planlama kabiliyetinin de en üst seviyede olması gerekir. Bu yüzden çok planlı yaşıyorum.
KAPAK 13
Renkten daha ziyade ışık severim. Çünkü ışık olmazsa, hiçbir renk olmaz, karanlık bile olmaz…
14 KAPAK
Tüm bunlar olup bittikten sonra, bizi ne bekliyor? Bunu bilmek imkansız. Birkaç yıl öncesinde Batılı medeniyetlerin daha doğaya saygılı, ekolojik bir yöne gitmesi gerektiğini düşünüyordum. Şimdi ise bu durum bir ihtiyaçtan çok gereklilik oldu. Şunu gördük: Yaşanacak tek bir gezegenimiz var. Ve ona saygı göstermek zorundayız. Covid bize bunu gösterdi. Ama insanlık her şeye adapte olma yeteneğine sahiptir. Ve aynı süratle unutma kapasitesine de… Umarım bunlar olup bittiğinde eski hayatımıza, eski yanlışlarımıza geri dönmeyiz. Eski yanlışlar derken, tüketim biçimlerimizi de sorguluyoruz. Bir tasarımcı olarak ne hissediyorsunuz bu konuda? Tasarım yapmak, seri üretim yapmak demek değil ki… Tasarım yaratım sürecidir… Ne kadar malzeme tüketeceğin de sana kalmış bir şeydir. Gelecekte tasarımcılara düşen rol en az malzemeyle, hayatı kolaylaştıracak parçalar yaratmak… Tüketim alışkanlıklarımız toptan değişecek mi yani? Evrim geçirecek diyelim. Mesela moda endüstrisini ele alalım. İşin içinde yine yaratıcılık olduğu için yeni koleksiyonlar çıkacak. Ama alım alışkanlıkları değişecek. Eskisi kadar çok giysiye ihtiyaç kalmayacak. Daha dengeli alışveriş yapacağız. Pek çok otelin ve restoranın tasarımına imza attınız. Pandemi süresince bu sektörlerin geleceğini nasıl görüyorsunuz peki? Şartlar böyleyken gelecekten bahsetmek mümkün değil. Araya mesafeler, metreler, bariyerler koyarak keyif satamazsınız. İş cazibesini yitirir.
Peki seyahatin, turizmin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Toptan değişecek. Dürüst davranalım: Sağlığınızı kaybetme riski altında saatlerce uçmayı kim ister? 12 saat uçup falanca yerdeki bir restoranda yemek yemenin ne keyfi kaldı? Bence bu tür alışkanlıklarımızdan vazgeçeceğiz. Eve yakın yer, en kıymetli yer olacak. Yine bisikletle, arabayla bir yerlere gideceğiz ama yürüme mesafesindeki yerleri seçeceğiz. Ben yıllardır öyle yaşıyorum zaten… Evime yakın yerleri seçerim, seyahat ederken de elektrikli araç kullanırım. Portekiz’deki evimiz bir hiçliğin ortasında mesela. Tamamen izole… Neredeyse her alanda tasarımlarınız var. “Asla imzamı atmam” dediğiniz bir şey var mı? Ben kendimi insaniyetin lehine çalışan biri olarak görüyorum. Haliyle insanlık aleyhine çalışan hiçbir kuruluşla işbirliğine gitmeyi düşünmedim. Silah satıcıları, petrol şirketleri, sigara üreticileri filan… Ne kadar para teklif ederlerse etsinler fark etmez. Öyle teklifler gelmiyor mu sanıyorsunuz? Geliyor. Ama kabul etmiyorum. Benim değerlerime sahip insanlarla çalışmayı severim. Peki nedir bu özellikler? Nasıl insanlardan hoşlanırsınız? Vizyoner, zeki, dürüst ve sevme kabiliyetine sahip… Verebileceğiniz en kıymetli tavsiye nedir? Kimseyi dinlemeyin, canınızın istediğinizi yapın. İç dünyanızda neye ihtiyacınız olduğunu bilirsiniz zaten. Geride nasıl bir miras bırakmak istiyorsunuz, onu tartın. Kendinize inanın. Ve harekete geçin.
KAPAK 15
En sevdiğim koku, ter kokusu. Çünkü çok insani...
16 SANAT M AYA P O R TA K A L B İ TA R G İ L
Usta-çırak ilişkisi BIR SANAT ESERININ, “OLD MASTERS” YANI ESKI USTALARA AIT BIR ATÖLYEDEN ÇIKMIŞ OLMASI, SANAT DÜNYASINDA NE ANLAM TAŞIR? ŞAHESERIN DEĞERINI ÖLÇERKEN NE IFADE EDER? UNUTMAYALIM, TERMINOLOJILER SANATTA VE TIPTA HAYATIDIR.
2 0 1 7, 1 5 K A S I M G Ü N Ü Christie’s in New York müzayedesinde 450.3 milyon dolar’a satılan Leonardo Da Vinci’nin “Salvator Mundi’/Dünyanın kurtarıcısı” isimli şaheseri 1958 yılında 45 pound’a satılmıştı... Neden mi? Elbette birden çok sebebi var... Öncelikle o gün sanat piyasası bugün ki gibi değildi… Büyük alıcılar bugün ki kadar iştahlı davranmıyordu. Louvre Abu Dhabi gibi dev oyuncular henüz sanat yarışına girmemişti. İkincisi, ve yine neredeyse eş değer önemde Mundi’nin Leonardo’nun takipçilerinden biri tarafından yapıldığı düşünülüyordu. 2005 yılında ise aynı eser, o sırada hala şaheserliği ispatlanmamıştı;
8.450 pound’a, 10.000 dolar’a alıcı bulabilmişti... Eserin bir kopya olduğu düşünülerek satışa çıkarılmıştı... Sanat dünyasında, tıpta olduğu gibi terminolojilere çok dikkat etmek gerekir. Küçük gibi gözüken bir dikkatsizlik büyük yanlışlara sebebiyet verebilir… “Old Masters” (Eski Ustalar) dönemi için kullanılan dilin ayrı bir terazisi ve hassasiyeti vardır. “Old Masters” derken 1280’li yıllardan, erken rönesanstan 1850’lere uzun ve çok kıymetli bir yolculuktan söz ediyoruz. “Old Masters’ tanımı tam olarak nedir” derseniz… Bir nevi ustaların ustası, mükemmelin mükemmelini olarak tasvir edebi-
liriz...Ama burada önemli başka bir nokta var… “Old masters” tanımı kendi içerisinde usta-çırak ilişkisini de barındırıyor. Ustalaşmayı, bir ustadan el alabilmeyi, öğrenmeyi… Atölyede ustasıyla beraber çalışmayı, onun yaptığını ‘kopyalayarak’ öğrenmeyi içeriyor... ESKI USTALAR KIMLER PEKI?
Sandro Boticelli (1445-1510), Leonardo Da Vinci (1452-1519), Michelangelo (1475-1564) gibi yüksek rönesans sanatçılarının, dünya sanatının en kıymetli isimlerinin de dönemsel ev sahibidir. 2005 yılında Mundi’nin yeni sahipleri New York’da dünyanın en kıymetli restoratörlerinden Dianne
Dwyer Modestini’nin kapısını çalar. Dianne beş yıl süresince Salvator Mundi’nin geçirdiği kazaları tespit edip, yapılan yanlış tedavileri restorasyon arı iyileştirecek yetenekte ve birikimdedir... Ağır hasarlar almış olan Mundi, üzerinden onu yoran vernikleri attıkça, yanlış rötüşlardan kurtuldukça nefes almaya başlar. “Old masters”larda restorasyon bir çok başka döneme göre çok daha önemlidir. Modestini, Salvator Mundi’nin ağızında, dudak çevresindeki yanlış restorasyonu iyileştirmeye odaklanmışken, İsa’nın dudağındaki “sfumato” tekniğiyle karşılaşır... Dudağın etrafında bir nevi buğu ve gizem yaratır bu teknik...
SANAT 17
En doğru şekilde okuyabilsin diye Sfumato tekniğinin yaratıcısı ve en büyük ustası Leonardo Da Vinci’ye, ve sfumato’nun en mükemmel örneği olan Mona Lisa’sının ağız ve dudaklarından yardım alacaktır Modestini... Kütüphanesinden Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sının olduğu kitabı indirir ve iki ağzı, dudağı yan yana, üst üste koyar... Mona Lisa ve Salvator Mundi’nin dudakları aynıdır.. Aynı fırçadır... Beş yıl süresinde Leonardo’ya ait olabileceğini düşündüğü anlar olmuşsa da, an itibariyle önünde durduğu eserin Leonardo’nun olduğuna emin olur. Elbette daha sonra bir çok uzman yan yana gelecektir, testler yapılacak-
tır... Ancak o an ölümsüzleşir ve belki de yakın sanat tarihi geçmişinde ve geleceğinde ki en büyük keşif olarak kalacaktır. Bu keşiften sonra Salvator Mundi bir şaheser olmuştur; satıldığı dünya rekoru fiyat ise sadece her zaman korunarak bakılacağı anlamını taşır. Özellikle yirmibirinci yüzyıl restoratörü ve dünyanın bir Leonardo Da Vinci eserine daha sahip olabilmesini sağlayan Modestini için... Bu esere kadar sadece bilinen özel koleksiyonlarda yer alan yirmi Leonardo Da Vinci’ye ait eser bulunmaktadır. Söz konusu Mundi, Leonardo’nun yegane bitirdiği eserlerden biridir. İngiltere Kraliyet ailesine özel Charles
I için yaptığı düşünülür... Sanat tarihinin son yıllarda tanık olduğu en büyük keşif denebilir... Tüm dünyanın görmek için akın ettiği şaheser efsaneleşmiştir... “Old Masters”… Büyük ustalar, kök salmış ustalar, başka sanatçılar yetiştiren ustalar... Atölyeleri, okulları, öğrencileri, takipçileri olan ustalar... “Old Masters’ döneminde ustaların atölyelerinde öğrencileriyle beraber çalışmaları bazı eserleri öğrencileri tarafından tamamlanabileceği veya tamamının öğrencileri tarafından yapılabileceğini içerir… Bir nevi “old masters”ın sözlük karşılığıdır, doğasıdır, kuralları içerisindedir. Genelinde imza yoktur; Leonardo
Da Vinci başta olmak üzere imza atmaz; belki de gerek duymadığından.. Old Masters Venedik Okulu olarak sayılan Gentile Bellini (14291507), Titian (1488-1576), Lorenzo Lotto (1480-1556) dünyanın “old masters” yıldızlarındandır... Geçtiğimiz haftalarda Londra’da “Workshop’ of Belini/ Belini atölyesi” olarak müzayedeye çıkan ve satılan Fatih Sultan Mehmet Portresi, için uzmanlar Belini’nin atölyesinden çıktığını yazar… En büyük kıymeti ise Fatih’in döneminde yapılmış yegane portresi oluşudur. Belini atölyesi olması “Old masters” dünyasında son derece olağandır ve kıymetinin altını çizer… Terminolojiler sanatta ve tıpta hayatidir.
18 SAYGI DURUŞU
Sen Türkiye’nin en güzel kazasısın… TÜRK EDEBIYATININ USTALARINDAN ADALET AĞAOĞLU’YU 91 YAŞINDA KAYBETTIK… PEKI ONUN 1996 YILINDA ÖLÜME ÇELME TAKTIĞINI BILEN VAR MI? BIR KENDINI BILMEZIN YAPTIĞI KAZA, ÜLKEMIZIN EN ÖNEMLI YAZARLARINDAN BIRINI; BIR HAYAL ÜRETIM MERKEZINI, BIR ENTELEKTÜELI, BIR AYDINI ARAMIZDAN ALACAKTI… FA RUK ŞÜYÜN Yine aylardan Temmuz’du; sanıyorum 1996 yılı. Akşam televizyonlarda bir haber “Adalet Ağaoğlu kaza geçirdi. Olay, sabah 09.30 sıralarında Sarıyer Piyasa Caddesi üzerinde meydana geldi. Boğaz kıyısında yürüyüş yapmak isteyen Adalet Ağaoğlu, yürüyüşüne başlamıştı ki, bu sırada viraja aşırı hızla giren bir otomobil ünlü yazara çarparak denize yuvarladı. Çevreden yetişenler tarafından denizden çıkarılan Ağaoğlu, hemen Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırıldı. İlk muayenesi yapılan yazarda beyin kanaması belirlendi. Ayrıca çarpma sonucu kolunda ve bacağında çatlaklar oluştuğu, kaburgalarında da kırıklar olduğu tespit edildi. Kazadan sonra sürücü gözaltına alındı.” 80’lerin başından beri tanıdığım sevgili Adalet Ağaoğlu o dönemde son üç yıldır kitap yayınlamamıştı; bu nedenle bir hayranı kendisine kızdığından aracını özellikle üzerine sürmüş, “artık evde oturur, çalışır!” diye mi düşünmüştü! Tabii ki böyle bir şey söz konusu değildi… Türkiye’nin en önemli yazarlarından biri, Boğaz’ın sakin bir köşesine yerleşmiş, sağlığı için sabahları yürüyüşler yapmakta; her şeyini yeni ürünler vermeye programlamış, ancak bir otomobil gelip vurmuştu. Niçin? Viraja hızlı girdiğinden… Yani, Ağaoğlu’nun hiçbir hatası bulunmadan, yaşamı için gerekli özeni göstermesine rağmen… Ne yazık ki uzun yıllardan beri yaşamlarımıza hükmetme şansımız yok. Bireysel çabalarımız, kendi hayatlarımızda bile gerekli koşul-
ları oluşturmaya yetmiyor. Hoyratlıklar, cahillikler, kültürsüzlük; üzerine titrediğimiz şeyleri alıp götürebiliyor. Neyse ki Adalet Ağaoğlu kurtuldu. Ama sekiz büyük ameliyat geçirdi, iki sene hastanede kaldı. Eşi sevgili Halim Bey, o iyi insan, onun için nasıl uğraştı, didindi, olağanüstü destek verdi… Bu süreçten geriye bugün de hâlâ anımsadığıma göre bana onu bir daha göremeyeceğim korkusu, yakınlarının, okurlarının üzüntüleri ve yeterince üretemediği yıllar, asla eski sağlığına kavuşamayan bedeni kaldı… Bir de Can Yücel’in onun için “Sen Türkiye’nin en güzel kazasısın” deyişi… Ve Adalet Ağaoğlu on sekiz yıl boyunca edebiyatın başka dallarında eserler verdi, ancak roman yazamadı. Şöyle diyordu bir söyleşisinde: “Ben, romanlarımı yazarken yurt dışına giderdim, çünkü önümden kedi bile geçsin istemem. Ayrıca romanlarımı yürüyerek tasarlardım, ama şimdi zar zor yürüyorum. On sekiz saat aralıksız yazardım; şimdi, masada üç saat zor oturabiliyorum.” Son romanı “Dert Dinleme Uzmanı”, 2014 yılında yayınlandı… Çok heyecanlanmıştı “sanki yeni romanı çıkan genç kız gibiyim” diyordu. 2018’de ise denemelerden oluşan “Öyle Kargaşada Böyle Karşılaşmalar”; yine aynı yıl, altı öyküden oluşan “Düşme Korkusu” raflardaki yerini aldı. Bu kitabından söz ederken “Şimdi öyle bir şey ki yazmak, sigara tiryakiliğinden daha büyük
SAYGI 19 DURUŞU
bir tiryakilik. Sahiden. Ben elimden düşürmediğim sigarayı kolayca bıraktım, hiç de aramadım. Fakat yazmayı bırakamadım, tiryakilik o dereceydi. Şimdi yaklaşık son iki yıldır evden dışarı çıkamıyorum, yine de yazmadan duramıyorum. Yazmak, su içer gibi içimden geliyor hep. Son dönemde yatakta daha sık zaman geçiriyorum. Üç kere düşmüşüm yere. Doktorlar tarafından sırt üstü yatağa yatırılmışım. Zaman içinde yavaş ya-
vaş kendime geldim. Fakat korkuyu yenemedim. O dönemde içimde büyük bir düşme korkusu vardı. Onu mutlaka bir biçim altında anlatmak istiyordum. Düşmek sadece yere düşmekten ibaret değil. Bir de manevi yanı var. Düşme Korkusu adı altında altı tane hikâye yazdım. Çünkü düşmenin çeşitli anlamları var. Saygınlığını kaybetmek var, değerini kaybetmek, gözden düşmek, çaresizliğe düşmek var. Bunun manevi yanını
göz önünde tutarak düşme korkusunu yazmaya karar verdim” diyordu Ağaoğlu. Bir kendini bilmezin yaptığı kaza, ülkemizin en önemli yazarlarından birini; bir hayal üretim merkezini, bir entelektüeli, bir aydını aramızdan alacaktı. O dönemde yaşadığım korku, onun aramızdan ayrılışı haberiyle bugünlerde yerini büyük bir boşluğa ve çaresizliğe bıraktı. Tüm edebiyat severler ve dostları onu çok özleyeceğiz…
20 SANAT SOHBETLERİ
Sanat sentezinin ilk örneği AYASOFYA’NIN CAMI OLARAK IBADETE AÇILMASI NE ANLAMA GELIYOR? BU IHTIŞAMLI BINANIN YENI DÖNEMINDE NE GIBI DEĞIŞIKLIKLER YAŞANACAK? KONUNUN UZMANI TÜRKOLOG VE ANADOLU KÜLTÜR TARIHÇISI ALI CANIP OLGUNLU ILE KONUŞTUK.
AYASO
SANAT 21 SOHBETLERİ
Hafta okurlarına kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Mimar Sinan Üniversitesi’nde Türkoloji eğitimi aldım. Ancak süreç içerisinde ilgi alanım Anadolu Kültür tarihi olduğundan dolayı, ben Anadolu’nun kültür tarihçisiyim. İçerisinde Anadolu’yu ilgilendiren her şey vardır. Arkeoloji, tasavvuf, mitoloji, semboller, çok büyük bir kubbedir Anadolu’nun kültür tarihi… Bu alanla ilgilendim. Bu ilgi ne zaman, nasıl başladı?
30 yıldır devam eden bir süreç bu. Türkoloji eğitimi aldığım dönemde Anadolu kültür tarihinde çok kıymetli iki hocam olmuştu. Orhan Şahin Gökyay ve Aydın Oy. Bendeki o ilgiyi fark etmeleri ve yönlendirmeleri
ile Anadolu kültür tarihi konusunda uzmanlaştım. Özellikle Ayasofya ile ilgili kıymetli çalışmalarınız var. Bu yapı sizin için neden bu kadar önemli?
Mavi “merhaba”dır, aşk da kırmızıdır. Merhabanın mekanları bizi bize tanıtır. Aşkın mekanları bizi bizimle yükseltir. Ayasofya hem merhabayı barındırır hem de aşkı barındırır. Nihayetinde orası mabettir. Gerek kilise gerek manastır gerek cami… Gerek dergah gerek sinagog ya da cemevleri… O mekanlar ruhumuzun bahçeleridir. Beni Ayasofya’da etkileyen, ruhumun bahçesinin içerisinde olmamdır. O kubbenin altında bir bahçede kendimi bir gül gibi hissettim. Gülün adı bana göre Ayasofya’dır.
SELİN BOZKURT
OFYA
22 SANAT SOHBETLERİ
Bu kutsal eserin dünya mirası için öneminden bahseder misin?
Ayasofya, M.S. 532 ve M.S. 537 yılları arasında Roma İmparatoru Justinianus tarafından hayal edilen ve onun hayaline cevap veren 2 tane mimar tarafından inşa edildi. Yalnızca 5 yılda. Bu çok önemlidir. Mimarlar bir kâğıt üstünde oturup çalışma, bir imar planlama yapmadılar. Ayasofya öncesi öyle bir bina yoktur. Ayasofya sonrası da cesaret edemediler. Dolayısıyla Ayasofya manadır, hayal bölümüdür. Ayasofya tek başına binadır. Dünyadaki her şehrin, her yerin, her binanın mutlaka irili ufaklı benzerleri olur ama Ayasofya’nın bir benzeri yoktur. Ayasofya tek başınadır. Tam 1000 yıl boyunca kilise olarak kullanıldı. Ardından Fatih Sultan Mehmet devraldı. Muazzam bir entelektüel padişahtır. Önemli bir detay var. Roma İmparatorluğu boyunca Ayasofya manevi hayatın merkezi idi. Ayasofya basit bir katedral, basit bir kilise değildir. Ardından oraya o kadar çok anlam yüklendi ki, İsa’nın sarayı olarak görülür. Ayasofya muazzam bir bina… O binanın görkeminden insanlar o kadar etkilendi ki insanlar oraya anlam yükledi. Başlangıçta kilise, sonra İsa’nın sarayı, sonra cennet bahçesi, sonra Meryem Ana’nın mabedi... O yüzden Fatih camiye çevirmekle Ayasofya’nın manevi hayatını devam ettirdi. Bunu şöyle söyleyebiliriz: Fatih Roma’ya son vermedi. Fatih Roma’yı devraldı. Normalde camiye girdiğin zaman adının Fethiye Camii olması gerekir. Anadolu’da her yerde Fethiye Camii görürsünüz. Ama Ayasofya’nın adını Fatih aynı bıraktı. Neden? Fatih “Ben Roma’yı devraldım” dedi. Önemi nedir? Roma İmparatorluğu boyunca 1000 yıl kilise, Osmanlı İmparatorluğu boyunca 450 yıl cami, Ayasofya manevi hayatın merkezi olmaya devam etti. O yüzden Osmanlı döneminde padişahlar Cuma selalarını hep Ayasofya’da kılarlardı. Cuma namazı için Ayasofya’ya gidilirdi, Sultanahmet’e, Fatih Camii’ne nadir gidilirdi. Bunu Fatih başlattı ama uzun süre diğer padişahlar da devam ettirdi. Örneğin 2. Selim, 3. Mehmet 3. Murat, Sultan İbrahim, Sultan 4. Mustafa, hepsinin vasiyeti “bizim cenazelerimizi Ayasofya’nın bahçesine defnedin” şeklindedir. Padişahının türbesi Ayasofya’dadır. Dünyada bazı binalar vardır anlam bilimseldir, bazı binalar vardır ses bilimseldir, bazı binalar vardır yapı bilimseldir. Anlam, yapı, ses bilimsel. Dünyanın en görkemli binası Ayasofya’dır. Anlam bilimsel, içeriye girince
yüzlerce sembol görürsünüz. Ayasofya’nın kubbesinin altında hep sembol aramalıyız. Selimiye’de yapı bilimseldir, Ayasofya’da ise anlam bilimseldir. Ayasofya’da ses var akustik var. O yüzden Ayasofya canlı bir organizmadır. 1000 yıl kilise, 450 yıl da cami olarak hizmet verdi…. Bugünkü konumu ile ilgili düşünceleriniz neler?
Biliyorsunuz bizim mavi gözlü dev adamımız vardır. Diyojen de bizimdir, Herakletios da bizimdir, Mevlana da bizimdir. Fatih Sultan Mehmet de
bizimdir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bizimdir, Mehmet Akif Ersoy da bizimdir, Nazım Hikmet de bizimdir. Önemli olan “biz” demeyi bilmektir. Mavi Gözlü Dev Adam, Ayasofya’yı o dönemin konjektürü gereği müze yaptı…. Söz zamana göredir, söz mekana göredir, söz makama göredir. Ayasofya’nın şu anda camiye çevrilmesinde benim açımdan hiçbir sakınca yoktur. Zaten “kimse ziyaret etmesin sadece cami olarak kalsın” diye bir karar da yok. Ayasofya’da hep vardır, yine olacak. Bu sefer de başka türlü hissedeceğiz.
Peki yeni düzende ziyaretçilerin kullanım şeklinde ne gibi değişiklikler olacak?
Tahminim şu: Dış narteksler olduğu gibi korunur, sonra ana mekana gelince, iç mekana gelince orası cami olur. Oraya halılar döşenir muhtemelen. Üst tarafta da hiçbir dokunuş yapılmayacağını düşünüyorum. Söylendiğine göre namaz vakitlerine bir ışık ile mozaikler örtülecekmiş ama namaz vakitleri bittikten sonra içeri gireceğiz bütün o mozaikleri, çok rahat bir şekilde görebileceğiz. Yani
SANAT 23 SOHBETLERİ
YÜZYILLARDIR GÜNDEMDE
müze tarafında bir şey kaybetmedik gibi gözüküyor. Bakacağız, ben de merak ediyorum. Ayasofya’yı yeni statüsüyle ziyaret edeceklere mesajınız nedir?
Ayasofya, Göbeklitepe, Troya… İlk etapta bu üç örneği vereyim. Bu üç şehre gidilmeden önce bence Anadolu kültür tarihi çok iyi bilinmelidir. Eğer çok iyi bilinirse dönemler arasında bağ kurarak özgürleşerek o mekanlara girilir. Ayasofya’nın yapılmasının bir öncesi var. Gelip de birdenbire koymadılar oraya onları… O süreç çok iyi takip edilirse Göbeklitepe’de, Troya’da Ayasofya’da, Selimiye’de bilgileniriz. Böyle olmazsa içeriye girerler, yarım saat sonra çıkarlar. Popüler kültür tanımından nefret ediyorum. Lütfen bu tür binaları değersiz hale getirmesinler. Oraya giden insanların zamanlarını heba etmesinler. Çünkü çok değerli bir mekan. İçerdeki sembol ve mozaiklerin önemi ve değeri hakkında bilgi verir misiniz?
O kadar çok fazla sembole sahip ki… Ayasofya’da sembolleri yerleşmesi bir meseledir. Ayasofya kubbesinden başla yerdeki mermer mozaik-
lere, mozaikler üzerindeki değişik sembollere, formlara yüzlere bilgi vardır. Çünkü bir sanatın sentezinin ilk örneğidir. Roma Hristiyanlığı 395 yılında kabul etti. Yaklaşık 140 yıl sonra Ayasofya inşa edildi. Roma Hristiyanlığı kabul etti diye putperest insanlar yok mu oldu? Tabii ki hayır. Baskı altında da olsa devam ettiler. Ama şöyle özetleyebiliriz: Ayasofya, Roma’nın eski dininin hiçbir biçimsel, şekilsel öğesine izin vermeyen yeni dininin, sanatının ilk örneğidir. Biliyorsunuz Hristiyan aleminde sanat dini kadrolar içerisinde gelişmiştir. Ayasofya o dini kadronun, dinsel düşüncenin bir eseri olduğundan dolayı yığınla sembol vardır. Ama bu bir teoloji gerektirir. İslam teolojisinde şekil, sembol arayamayız. Selimiye’de şekil hiçbir şeydir, ama Ayasofya’da şekil her şeydir. Bana göre Kutsal Kase Ayasofya’nın kubbesidir. Vermek istediğiniz başka bir mesaj var mı?
Dağların dağ gibi, denizlerin deniz gibi, ovaların ova gibi olduğu tek coğrafyadır Anadolu… Ne olur her birine aşk ile yaklaşalım, her birine “merhaba” ile yaklaşalım.
• Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul’un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş, 1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. 1935 yılından 2020 yılına kadar müze olarak hizmet vermiştir. Ayasofya, mimari bakımdan merkezi planı birleştiren kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır. • Ayasofya adındaki “aya” sözcüğü kutsal, azize”, “sofya” sözcüğüyse herhangi bir kimsenin adı olmayıp Eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki “sopho”s sözcüğünden gelir. Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da “ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup Ortodoksluk mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır.6. yüzyılın ünlü bilim adamları, fizikçi Miletli İsidoros ve Trallesli matematikçi Anthemius’un yönettiği Ayasofya’nın inşaatında yaklaşık 10 bin işçinin çalıştığı ve I. Justinianus’un bu iş için büyük bir servet harcadığı söylenir. Bu çok eski binanın bir özelliği, yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır. • Bizans döneminde Ayasofya, büyük bir “kutsal emanetler” zenginliğine sahipti. Bu emanetlerden biri de 15 metre yüksekliğindeki gümüş ikonostasisti. Konstantinopolis Patriği›nin patrik kilisesi ve Ortodoks Kilisesi’nin bin yıl boyunca merkezi olan Ayasofya, 1054 yılında Patrik I. Mihail Kirularios’un Papa IX. Leo tarafından aforoz edilmesine şahitlik etmiş olup bu olay, genel olarak Schisma’nın, yani Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasının başlangıcı sayılır. • 1453’te kilise camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet’in gösterdiği hoşgörüyle mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş (içermeyenlerse olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler, bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabildi. Cami, müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozaikler yine gün ışığına çıkarıldı. Günümüzde görülen Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan “Üçüncü Ayasofya” olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkıldı. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde birçok kez çökmüş, Mimar Sinan’ın binaya payandaları eklemesinden itibaren hiç çökmedi. • 1923’te cumhuriyetin ilanından sonra cami olarak kullanılmaya devam etse de, Ayasofya 1931’de kapatıldı. Ayasofya, Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile 1935 yılında müzeye dönüştürüldü. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği izin sonrası başlayan çalışmalar 15 yıl sürdü ve 1947’de tamamlandı. 1996’da “Dünya Anıtları İzleme Listesi”ne alınan Ayasofya’nın kubbesi ve minareleri, Dünya Anıtları Fonu’nun da desteğiyle 1997-2002 arasında restore edildi. Müze aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor.
YAZAR 25 MASALARI
FA R U K Ş Ü Y Ü N
Rüyaları kelimelere dökmek bazen zor
O SADECE BIR YAZAR DEĞIL, AYNI ZAMANDA BIR BILIM INSANI… BOĞAZIÇI ÜNIVERSITESI BIYOMEDIKAL MÜHENDISLIĞI ENSTITÜSÜ’NDE ÖĞRETIM ÜYESI. BIYOFOTONIK KONUSUNDA DERSLER VERIP ARAŞTIRMALAR YAPIYOR. LAZER-DOKU ETKILEŞIMI, LAZERLE DOKU KAYNAĞI, CERRAHI LAZER SISTEMI TASARIMI KONULARINDA ÇOK SAYIDA MAKALESI BULUNUYOR. AMA EDEBIYAT DÜNYASI ONU, ÖDÜLLÜ ÖYKÜ VE ROMANLARIYLA TANIYOR. KITAPLARI ÇEŞITLI DILLERE ÇEVRILEN GÜLSOY’UN SON ROMANI “VE ATEŞ BIZI TÜKETIYOR” GEÇTIĞIMIZ YIL YAYIMLANDI. BU HAFTA, ONUN YAZI MASASINI KONUŞACAĞIZ…
26 YAZAR MASALARI
Çok şanslısınız ki hayatınızı edebiyattan kazanmıyor; belki de bu nedenle canınızın istediği gibi, sizi de heyecanlandıracak kitaplar yazabiliyorsunuz. Onları bu sade, üzerinde çok az şey bulunan mermer masada mı kaleme alıyorsunuz?
Mermer seviyorum; ahşap da olabilir, ama evde çalıştığım mermer bir masa. Üzerinde çok fazla şey olsun istemem. Bir defter, kalemler, bilgisayar ve bir-iki obje olmalı, daha fazlası değil. Karışık bir masada çalışamam, kafam karışıyor o zaman. Bir deneme, makale yazarken kitaplar da bulunabiliyor çalıştığım konuyla ilgili, ama sadece o süreçte. Büyük masa seviyorum, boşluklar olsun istiyorum; o yüzden evin en büyük masasında çalışıyorum. Bu anlattıklarınızın bilim insanı kimliğinizle ilgisi olabilir mi?
Valla olabilir de yani onu kestiremiyorum; daha minimal şeyleri seviyorum. Daha az ayrıntılı ortamı, çünkü kafam dağılmıyor, kendi iç dünyama daha fazla konsantre olabiliyorum. Romanın ve öykünün kendi dünyasına daha rahat girebiliyorum. Eskiden fonda müzik olsun isterdim, şimdi onu da istemiyor, sessizliği tercih ediyorum, aşırı bir gürültü olmamalı… Gelelim kalemlere… Defterinizin karşılıklı iki sayfası, farklı renkli mürekkeple yazılmış, galiba dolmakalem…
Farklı renklerde kalemler kullanmayı seviyorum, ki genellikle dolmakalem oluyor. O gün hangi ruh durumundaysam bazen yeşil, bazen mavi, kimi zaman eflatun, farklı renklerde kalemlerle yazıyorum. Aynı sayfada farklı renkler kullanabiliyorum. Kimi zaman da çizimler oluyor, bir öykü veya romanı, bir mekânı tasarlarken veya bir rüyayı yazarken çizerek anlatıyorum. Rüyaları kelimelere dökmek bazen zor oluyor; çizmek, kroki daha kolayıma geliyor. Amaç ne? O defterin bana onları hatırlatması, uçup gitmeyip ipuçları yaratması. Kalem önemli tabii ki. Hele dolmakalem. İnsanın mürekkebi kendisinin doldurması gibi ritüeller çok hoş. O yüzden tükenmez kalem hiç kullanmıyorum, bana fabrikasyon geliyor. Oysaki dolmakalemin mürekkebini şişeden çekmek bile güzel… Mürekkep, yazının kanı gibi geliyor bana. Bir de yazdıkça tükeniyor ya; görüyorum dolmakalemin haznesinde gitgide azalıyor, işte o da yazıya dönüşümü hissettiriyor. Bazen elime bulaşması da hoşuma gidiyor. Nasıl badanacıların üzerlerinde boya, fırıncıların un olur; benim de elimde birazcık mürekkep olması yazıyla ilişkimi sürdürdüğümü her an hatırlatıyor. Sürekli mürekkepli gezmiyorum tabii, ama bunlar da bir yazarın oyuncakları diyelim.
YAZAR 27 MASALARI
“Farklı renklerde kalemler kullanmayı seviyorum, ki genellikle dolmakalem oluyor. O gün hangi ruh durumundaysam bazen yeşil, bazen mavi, kimi zaman eflatun, farklı renklerde kalemlerle yazıyorum.”
Onları yanınızda taşıyorsunuz. Örneğin bir sergiye gittiniz, ardından bir kafeye oturup mola verdiniz, not alıyor musunuz?
Kalemlerin yanındaki taşıma çantası mı?
Evet. Bir sürü kalemim var, onunla taşımak kolay oluyor; mürekkep kartuşlarını, silgileri falan da koyuyorum… Ya defterler?
Onlar masadan, her şeyden daha önemli. Çünkü, nereye gidersem benimle geliyorlar ve her zaman not alıyorum. Not alıyorum dediğim, illa romanla, öyküyle ilgili şeyler değil. Söylediğim gibi rüya olur, başka bir şey olur yeter ki yazayım. Yazı, benim için hayatın içinde açılmış bir parantez değil! İdeal olanı, yani yazının arasına parantez açıp yaşamayı isterdim, ama tabii o kadarı mümkün değil. Sürekli yazıyorsa insan; özellikle geceleri yatmadan önce, sabah kalkınca bir tür parantez gibi oluyor aslında. Bir yandan romanı yazıyor, bir yandan bugün ne yazdım onun notlarını alıyor, bir tür seyir defteri olarak da kullanıyorum defterleri. Böylelikle yazdıklarım üzerine düşünme şansım oluyor. Diyorum ki bugün şu sahneyi yazdım, şöyle bir şey planlıyorum, yarın da bunu yazarım ya da geriye dönüp şunu düzeltmem gerekebilir. Bir sürü ayrıntı ve not. Böylelikle aslında iki metin ilerliyor: Yazılan roman ve onun üzerine seyir defteri, yani bu süreci anlatan defterler…
Defterime o sergiyle ilgili bir iki not mutlaka alırım. Zaten sergiler insanı tetikliyor. İstanbul’da son yıllarda o kadar çok güzel sergiler açılıyordu ki pandemiden önce. Bir sürü sanat müzesi var. Onların her biri insana ilham veriyor, bir şeyler yazdırıyor. O yüzden kafelerde deftersiz olmaz. Öyle ki bazen defterimi evde unuttuğumda gidip yeni defter satın alırım; sırf orada yarım saat, bir saat onsuz kalmamak için.
sonunda nereye gelmişim diye bakıyor, yazdıklarımın evrimini de kaydediyorum. Son yedi sekiz yıldır bu yöntemi uyguluyorum. Bu sayede çok daha dinamik bir şekilde çalışmak mümkün oluyor. İnsanın kurgulama şeklini de daha elastik, dinamik hale getiriyor. Daha cesur denemeler yapabiliyorum. Çünkü, nasıl olsa dünkü, geçen günküler kayıtlı, orada duruyor.
Sıra kahve fincanında…
Onlar, ahşap heykelcikler; biri Don Kişot, diğeri Sancho Panza. Bende hatırası var. Çünkü, 1997-98’di galiba Kanada’ya gittiğimde amcam armağan etmişti. Orada yaşıyor, İspanyolca ve Katalanca profesörü. Ona da İspanya’da kendi hocası armağan etmiş. Yazmayla ilişkim nedeniyle bana hediye etti, altlarında 1957 Toledo diye imza var. Amcamla çok uzak coğrafyalarda olsak da bu heykellerle entelektüel bir bağ kurmuş olduk. Bir de Don Kişot çok sevdiğim bir eser, sadece sevdiğim bir eser değil, bütün roman karakterlerinin timsali sanki. Bu nedenle onu sevmek, aslında edebiyatı, romanı, roman karakterlerini sevmek demek. O yüzden o iki figür bana sürekli edebiyatı hatırlatıyor. Elinde bir kitap var Don Kişot’un, kendi kitabını okuyor. Kendi üzerine düşünen, kendi üzerine kapanan, kendi üzerine çalışan karakter anlamına da gelir. Benim edebiyatta yazmaya çalıştığım birçok kurguda da hep ortaya çıkar bu kendi üzerine kapanma meselesi. O yüzden Don Kişot benim hem edebi, hem de ailevi bir simgesi olarak orada duruyor.
Kahve, çalışmamın eşlikçisi. Yazarken günde üç dört kahve içiyorum, ama gece çalışırken içmem. Öyle geç saatlere kadar yazan, oturan biri de değilim. Mümkün olduğunca on ikide, hadi en geç birde diyelim uyumayı tercih ederim. Biraz da bağımlılık kahve, alışkanlık yarattığı için insan içmeden zihnini toparlayamıyor. Bazen yanında küçük bir çikolata da iyi olabiliyor! Eserlerinizi doğrudan bilgisayara yazıyorsunuz değil mi?
Öykü olsun, deneme olsun, roman olsun, makale olsun ne yazacaksam mutlaka bilgisayarda; notları, seyir defteri dediğim çalışmaları defterlere yazıyorum. Bilgisayarda da şöyle bir yöntem benimsiyorum: Çalışmamı bitirdikten sonra o günün tarihiyle kaydediyor, ertesi gün yeni bir dosya açıyorum. Böylelikle bir klasör içerisinde meselâ çalıştığım bir romansa ve dört yüz gün sürdüyse dört yüz farklı dosya oluyor. Herhangi bir anda üçüncü günde romanın neresindeymişim ya da birinci ayın
İki heykelcik görüyorum…
28 ÇEVRE
Bizim havamız iyi olsun!
Dİ D E M E R YA R ÜNLÜ
HAVA KIRLILIĞI HER YIL YAKLAŞIK 4,2 MILYON ERKEN ÖLÜME YOL AÇIYOR. BU RAKAM EBOLA, HIV/AIDS, TÜBERKÜLOZ VE SITMA SEBEBIYLE GERÇEKLEŞEN 2.7 MILYON ÖLÜMÜ GERIDE BIRAKIYOR. YAŞANAN SORUN, DÜNYANIN NEREDEYSE YARISININ HAVA KIRLILIĞINE DAIR ŞEFFAF VERILERE ULAŞAMAMASI. OPENAQ TARAFINDAN NASA DESTEĞI ILE GERÇEKLEŞTIRILEN RAPOR, DÜNYA GENELINDE HAVA KALITESI HAKKINDA BILGIYE ERIŞIMDEKI KÜRESEL EŞITSIZLIĞI ORTAYA KOYUYOR.
Ay yüzeyine ilk ayak basan astronot Neil Armstrong, şu meşhur sözleri ile hatırlanır: “İnsan için küçük, insanlık için büyük bir adım.” Armstrong’un Ay’a ayak basmasından tam 51 yıl sonra, yaşadığımız dünyada nefes almakta zorlandığımız bir noktadayız… Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, hava kirliliğinin her yıl yaklaşık 4,2 milyon erken ölüme yol açtığı tahmin ediliyor. Bu rakam Ebola, HIV/AIDS, tüberküloz ve sıtma sebebiyle gerçek19 6 9 Y I L I N D A
leşen 2.7 milyon ölümü oldukça geride bırakıyor. En acıklı olan ise, soluğumuz havanın bizi ne kadar büyük bir hızla öldürdüğüne dair bilgimiz olmaması… Washington DC merkezli uluslararası sivil toplum kuruluşu OpenAQ’nun, NASA’nın desteği ile gerçekleştirdiği rapor, dünya genelinde hava kalitesi hakkında bilgiye erişimdeki küresel eşitsizliği ortaya koyuyor. Bugün, Pakistan, Nijerya ve Etiyopya’nın da aralarında bulunduğu bazı ülkeler hiçbir hava
kirliliği verisini kamuoyuyla paylaşmıyor. Çin, Hindistan, Rusya, Filipinler, Brezilya, Güney Afrika ve Türkiye gibi diğer büyük ülkeler, hava kirliliği verilerini kamuoyuyla açık ve şeffaf şekilde paylaşmıyor. NASA, “Verilerin kamuoyuna açılması daha temiz hava için küçük bir adımdır” yorumunu yapıyor. Hava kirliliği oranlarının şeffaf bir şekilde ortaya konması ise, şüphesiz insanlık adına “büyük bir adım” olacak.
ÇEVRE 29
YAŞAM BEKLENTISINDE 5 YIL DÜŞÜŞ
Toplam 1 milyar insanın yaşadığı dünyanın en kalabalık 13 ülkesinde ulusal ölçekte uzun vadeli dış ortam hava kalitesi ölçümü için kamu programı bulunmuyor. Pakistan’daki Lahore gibi şehirler, yılın önemli bölümünde insan sağlığına tehlike arz eden hava kirliliğine maruz kalıyor. Bu durum yaşam beklentisinde 5 yıl düşüşe ve büyük ölçekli ekonomik etkiye sebep oluyor. Pakistan’da yaşayan vatandaşlar, gerçek zamanlı kamusal veriye erişim olmaması sebebiyle, kirlilik seviyelerini izlemek için kişisel sensörler kullanmak zorunda kalıyor. Vatandaşlar bu veri boşluğunu kendileri dolduruyor. OpenAQ, Pakistan, Nijerya ve Etiyopya gibi ülkelerin de dahil olduğu 13 ülkede kamuya ait hava kalitesi izleme programlarına yatırım yapmanın, 1 milyar insana etki edebileceğini gösteriyor” diyor
30 ÇEVRE
“SMOKEY” UYGULAMASI
HAVA KIRLILIĞI KONUSUNDA BILGI EKSIKLIĞI ÇOK BÜYÜK
Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre, her 10 kişiden 9’unun yüksek seviyede kirletici barındıran hava solumasına rağmen; dünya nüfusunun yarısından fazlasının hava kalitesi hakkındaki resmi verilerine erişimi bulunmuyor. “Hava Kalitesi Verilerine Kamuoyunun Erişimi: Küresel Durum” isimli rapor, 212 ülkenin hava kalitesi verilerini inceliyor. 103 ülke büyük kirleticilerden kaynaklanan hava kalitesi verisi üretirken, 109’unun bu veriyi üretmediği sonucuna varıyor. Araştırma, NASA’da OpenAQ sistemini kullanan bilim insanları tarafından destekleniyor. NASA’nın hava kirliliği uydu verilerini OpenAQ sistemi ile birleştirmek “dünyadaki herkese hava kalitesi bilgisine erişim sağlama potansiyeline sahip”. Bu bilgi eksikliği, bireylerin davranış biçimlerini değiştirerek hükümetlerin en büyük çevresel risk olan hava kirliliğiyle mücadele etmelerini talep etmesini engelliyor. VAKIFLAR TEMIZ HAVA ÇALIŞMALARI IÇIN HER YIL 150 MILYAR DOLAR VERIYOR
Temiz hava çalışmalarına zengin ülkeler ve bireyler destek sağlamıyor. Küresel ölçekte, vakıfların her yıl 150 milyar dolardan fazla fon sağladığı tahmin ediliyor. Ancak, dış hava kalitesiyle ilgili finansman, bu meblağın yalnızca yüzde 0,02’sine, yani yapılan her 5 bin dolarlık yardımın 1 dolarına denk geliyor. Kirlilik seviyesi yüksek birçok ülkede, hükümetlerin ürettiği hava kirliliği verisinin sınırlı bölümü kamuoyuyla paylaşılıyor. OpenAQ, 93 ülkedeki 11.000 hava izleme istasyonundan 500 milyon veri noktasını analiz ederek, hava kirliliği izleme istasyonlarının sayısını PM2.5 (kalp hastalığı, felç, akciğer kanseri ve diyabetle ilintili ölümcül bir hava kirliliği şekli olan partikül madde) ile karşılaştırıyor ve istasyon sayısı arttıkça kirlilik seviyelerinin düştüğünü tespit ediyor. VERIYE ERIŞIM, SOLUDUĞUMUZ HAVAYI IYILEŞTIRMEK ÜZERE ILK ADIMDIR
Hava kalitesi verilerine daha iyi erişim sağlamak amacıyla OpenAQ’yu kuran atmosfer bilimcisi Dr. Christa Hasenkopf, “Hava kalitesi verilerine erişim, soluduğumuz havayı iyileştirmek üzere ilk adımdır. Hükümetler bu verileri kamuoyuna açarak, bilim insanlarının, politika analistlerinin ve aktivistlerin erişim sağlamasına imkân yaratabilir. Bu durum, sorunun birlikte ele alınmasına yol açarak, sivil toplumun güçlenmesini sağlayabilir. Bu durum aynı zamanda, kamu tarafından üretilen verilerin potansiyelini ve etkisini artıracak, yenilikçi teknolojileri teşvik edecek ve toplumu harekete geçirecek’’ diyor. NASA’nın atmosfer bilimcisi Dr. Bryan Duncan ise, “Verilerin kamuoyuna açılması, daha temiz hava solumak için atılması gereken küçük bir adımdır. Hava kirliliği ile mücadele etmek için, bu durumun insan sağlığı üzerindeki zararlı etkileri konusunda kamuoyunda farkında-
lık oluşturmamız gerekiyor. Hava kirliliği verilerinin erişilebilir olması bu sebeple önemli. OpenAQ platformu, karar vericilerin dünyadaki hava kirliliği çalışmalarının nerelerde işe yaradığını ve nerelerde ek önlemler alınması gerektiğini görmesini sağlıyor” diyor. TEMIZ HAVA TEMEL INSAN HAKKIDIR
Rapora Bloomberg Philantropies, Temiz Hava Fonu ve ClimateWorks Vakfı da destek veriyor. Temiz Hava Fonu’nun Direktörü Jane Burston “Temiz hava temel insan hakkıdır. Ancak hava kirliliği gezegendeki her 8 ölümün 1’inden sorumlu. Hükümetlerin hava kirliliği konusunda harekete geçmeyi önceliklendirmeleri gerekiyor. Bunun için verilerin kamuoyuna açılması önemli bir ilk adım. Hava kirliliği izleme teknolojileri günümüzde kolayca erişilebilir halde. Ancak rapor, birçok hükümetin, veri üretimi ve bu verileri kamuoyunun erişimine açmak konularında adım atması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor” diyor.
Yeni Delhi merkezli bir girişimci olan Amrit Sharma, Facebook, Twitter ve Whatsapp aracılığıyla OpenAQ verilerini kullanan ve hava kalitesiyle ilgili takip edilmesi kolay verileri sağlayan ‘Smokey’ isimli uygulamayı geliştirdi. Bu uygulamayla 48 ülkede insanlar, hava kirliliğinin yüksek olduğu günlerde maske takma ya da evde kalma kararını verebiliyor.
ÇEVRE 31
TAM AÇIK VERI KRITERINE ERIŞEMEYEN ÜLKELER
ÜLKE
NÜFUS
1. Çin
1,439 milyar
2. Hindistan
1,380 milyar
3. Endonezya
274 milyon
4. Brezilya
213 milyon
5. Rusya Federasyonu
146 milyon
6. Japonya
126 milyon
7. Filipinler
110 milyon
8. Mısır
102 milyon
9. Vietnam
97 milyon
10. Türkiye
84 milyon
11. İran
84 milyon
12. Tayland
70 milyon
13. Güney Afrika
59 milyon
32 SEYAHAT
Turkuaz sahillerde vira vira KALABALIKTAN UZAK, SERINLETICI BIR YAZ TATILINE NE DERSINIZ? GÖZÜNÜZÜ AÇAR AÇMAZ MASMAVI SULARA DALACAĞINIZ, GÜNEŞIN UFUKTA KAYBOLUŞUNU KEYIFLE IZLEYECEĞINIZ, YILDIZLARIN ALTINDA UYKUYA DALACAĞINIZ MAVI YOLCULUĞUN ZAMANI BELKI ARTIK BU YAZDIR.
CA N A N DEMİR AY
Mavi sular insanoğlunu yüzyıllardır kendine çekiyor. Suyun yakınında olmak bile bizleri dinginleştirip huzur veriyor. Uzun süre evlerde geçirdiğimiz zamanın etkisini üstünüzden atmak için mavi yolculuk harika bir seçim. Nasıl hazırlanmalı, hangi koylarda huzur bulmalı düşünüyorsanız sizin için en beğenilen rota ve koyları derledik.
SEYAHAT 33
MAVI YOLCULUK PLANLARKEN…
EN UYGUN ZAMAN NEDIR? Ege ve Akdeniz kıyılarında nisandan ekim sonuna kadar mavi yolculuğa çıkmak mümkün. Günün her saatinde denize girmek isteyenler için ideal zaman ise temmuz ve ağustos ayları. YANIMA NE ALMALIYIM? Sade ve huzurlu bir tatil hazırlığı için rahat giysilerinizi hazırlayın. Birkaç mayo, güneş koruyucuları ve tekne içinde rahat edebileceğiniz altı yumuşak kaymaz bir ayakkabı olmazsa olmazlarınız. Akşam serinliği için de kalın bir takım yapmayı unutmayın. NE BÜYÜKLÜKTE BIR TEKNE SEÇMELIYIZ, FIYATLAR ÇOK MU YÜKSEK? Tekne kabinleri genellikle iki kişilik oluyor. Kişi sayısına göre bir tekneyi tamamen kendiniz için kiralayabileceğiniz gibi rotası belirli bir teknede kabin kiralamak da mümkün. Kiralama fiyatları günlük 3000TL civarından başlıyor. NASIL BIR TEKNE ILE YOLCULUĞA ÇIKMALIYIZ? Gulet, motor yat, katamaran ve yelkenli mavi yolculuk için seçenekleriniz. Motoryatlar hızı, daha lüks tasarımları ve daha geniş kullanım alanı için tercih ediliyor. Geleneksel tekne tipi guletler de mavi yolculuğa elverişli tasarıma sahipler. Zamanlama, konaklama süresi, kişi sayısı ve teknenin imkanları yolculuk fiyatlarını etkileyen faktörler. Farklı bütçelere uygun gulet ve motoryat bulmak mümkün. MAVI YOLCULUKTA NE YENIR, KIM YAPAR? Kaptan dışında mürettebat sayısı, teknenin büyüklüğüne göre değişiyor. Örneğin 5-6 kabinli bir tekneyle gidiyorsanız mürettebatta gemici ve aşçı bulunuyor. Seyahatinizi planlarken mutfak alışverişini kendiniz yapabileceğiniz gibi sizin için hazırlanacak menülere göre de yemeğinizin hazırlanması da mümkün. Yolculuk planı yaparken kiralamayı yapacağınız şirketle mutlaka bu konuyu konuşmakta fayda var. Denizde tüm gün açılan iştah, sofranızı donatacak leziz yemeklerle sizi beklemeli. Akşamları demirleyeceğiniz koylarda yemek için sahile çıkmak da elbette mümkün.
34 SEYAHAT
Mavi Yolculuk rotaları EGE VE AKDENIZ’IN IÇ IÇE GEÇTIĞI SAHILLERDE ZAMAN VE TERCIHLERINIZE GÖRE ROTALAR BIRLEŞEBILIR, SÜRE PL ANL ARINIZA GÖRE UZAYABILIR. HER BIRI FARKLI DENEYIMLER YAŞATAN ÇARPICI KOYLARIYL A TÜRKIYE SAHILLERININ DENIZDEN ULA ŞMA SI MÜMKÜN KÖŞELERINI KEŞFEDIN.
CENNETTEN BIR KÖŞE GÖKOVA
yarımadaları arasındaki eşsiz Gökova körfezi cennete adım attığınızı düşündüren yer. Buradan hareketle uğrayabileceğiniz Sedir Adası, Kleopatra’nın Mısır’dan getirttiği kumlarıyla biliniyor. Birkaç parçadan oluşan ada üstündeki 1.500 kişilik antik tiyatroyu ve kalıntıları görmelisiniz. Buradan sonra uğramak isteyeceğiniz Karacasöğüt ise 25 metre yükseklikten dökülen Söğüt Şelalesi ve doğal havuzuyla görülmeye değer. Somalıkaya Düdeni ve Suçıktı Mağarası’nın bir bilenle ve motorbotla görülmesi tavsiye ediliyor. İngiliz Koyu, Okluk Koyu, Löngöz gibi körfezin gözde koylarının çam ormanlarına bakan serin sularda güne başlamak bu yazı unutulmaz kılabilir. B ODRUM IL E DAT Ç A
FETHİYE
yerlerinden biri olan Fethiye, kısa seyir ve bol yüzme imkanıyla ilk kez mavi yolculuk yapacak olanların da gözdesi. Boncuklu Koyu, Turunç Pınarı ile başlayan yolculuğa meşhur Kelebekler Vadisine doğru seyrederken vadiye adını veren kaplan kelebeklere selam verin. Bembeyaz kumlarıyla Belcekız plajı, durgun sularıyla Ölüdeniz’in tadını çıkarın. 1975 mt yükseklikte yer alan Babadağı’nın doruklarından yamaç paraşütü yapanların gökyüzünü renklerdiği sahilleri gördükten sonra Gemiler Adası, Binlik Koyu uğrayacağınız diğer koylar olabilir. TÜRKIYE’NIN EN BÜYÜLE YICI
SEYAHAT 35
GÖCEK
Mavi yolculuk denildiğinde Göcek’in ilk akla gelen yer olması şaşırtıcı değil. Göcek Adası, Tersane Adası, Domuz Adası, Katrancık Adası, Zeytinada, Kızılada, yabani tavşanlarıyla Tavşan Adası, sığ deniziyle Yassıca Ada, gibi birçok adayı barındıran körfez, danteli andıran girintili yapısıyla mavinin farklı tonlarını keşfetmek isteyenler için ideal. Kleopatra’nın ziyaret ettiğine inanılan, üzerinde hamam kalıntıları da olan Kleopatra Koyu, bölgenin en etkileyici koylardan Bedri Rahmi Koyu, bakir kıyıları ve antik kalıntılarıyla ziyaret edebileceğiniz Göbün Koyu doğanın güzelliklerini tarihle bir araya getiren keşiflere imkan veriyor.
36 SEYAHAT
“Nerden başlasam, harekete yakın olsam” diyenlere Bodrum MAVI YOLCULUĞU BODRUM’UN GASTRONOMIK YANIYL A BIRLEŞTIRMEK ISTEYENLER BODRUM YARIMADASI KOYLARINDA SEYRE TMELI. AKYARLAR’DAN K ARAINCIR’E, BAĞLAR, ADABOĞA ZI,BABUÇ KOYLARI DURAKLARINIZ OLABILIR. SADECE TEKNE ILE ULA ŞIL AN ORAK ADA SI, YAPIL A ŞMANIN A Z OLDUĞU ÇÖKERTME KOYU DEMIR ATMAK ISTEYECEĞINIZ YERLERDEN BIR K AÇI. AKBÜK KOYUNUN TURKUA Z DENIZI GÖZLERINIZI A L ACA K ŞIMDIDEN HA ZIR OLUN.
DATÇA-HISARÖNÜ
GÜLLÜK KÖRFEZI
Didim yakınında bulunan Güllük Körfezi, Bodrum’dan da hareketli mavi yolculuklarla da keşfedilebilir. Buradaki 37 koydan Kıyıkışlacık Koyu’nda İasos Antik Kenti ile köy iç içe geçmiş. Ülelibük-Varvil, Gök Liman ve Yamandi giibi koylar körfezde demir atacağınız koylar olabilir. Bir kaç günlük rotalar için tercih edilebilir.
İki denizin buluşma noktası olan Datça Yarımadası’nda Körmen Limanı’ndan başlayıp ılık rüzgarıyla Hisarönü’ne uzandığınızda iyi ki buradayım diyebilirsiniz. Sakinliği nefis koylarla birleştiren bu rotanın sevilen duraklarından biri Mersincik Koyu. Antik çağa önemli isimler yetiştiren Knidos’un kalıntılarını ziyaret etmek için mavi yolculuğunuzda mutlaka kıyıya çıkmalısınız. Palamutbükü, Kurubük, Parmakbükü, Mağara Koyu, Mesudiye ve Hayıt Bükü berrak sulara kendinizi bırakmak isteyeceğiniz koylar. Gökova ve Hisarönü arasındaki Bencik Koyu, Selimiye, Dirsekbükü, balı ve doğasıyla ünlü balıkçı kasabası Bozburun keyif alacağınız mavi yolculuk durakları.
SEYAHAT 37
KISA AMA ZENGIN ROTA KAŞ-KEKOVA
Özellikle dalmayı sevenlerin tercih ettiği bölgedeki mavi yolculuğunuza Limanağzı, Kaş Limanı, Hidayet Koyu ile başlayın. Likya Uygarlığı’nın mirası olan ören yerlerine eşsiz kıyılar eşlik ediyor. Tersane Koyu’nun ardından Kekova’da depremler sonucu sular altında kalan Likya Kralığı’nın antik batık şehrini keşfedebilirsiniz. Dalmak isteyenler için Aperlae iyi bir durak. Simena, Üçağız Köyü ve Gökkaya rotanızın üzerinde. Enteresan doğasıyla Korsan Mağarası ve berrak sularıyla Eleksi Adası da görülmeye değer.
MARMARIS-DALYAN
Marmaris’ten başlayacağınız mavi yolculuğunuzda ilk durak Kadırga Koyu olsun. Adını hak eden Cennet adası’nı ziyaret edin, hem denizin hem karanın tadını çıkarın. Buradan Ekincik 1300 metre uzunluğundaki kumsalı zeytin ve çam ağaçlarıyla çevrili tam bir oksijen deposu olan Ekincik koyuna demir atın. Caretta Caretta’ların tercihi olan İztuzu, Kaunos antik şehri ve Dalyan nehri ve Köyceğiz ziyaret edebilmeniz için yakında.
38 AĞIZ TADI
MODERN “ÇITIR” GÜLLAÇ • Güllaç yaprağı 1 adet • Yumuşatmak için su 100 ml YA P I L I Ş I
“Thermomix” ile krema kıvamına gelene kadar çekildikten sonra silpatlı tepsiye ince şeritler halide dökülerek 1-2 gün iyice kuruyana kadar bekletilir. Kuruduktan sonra kızgın yağda kızartılarak üzerine pudra şekeri serpilir.
SÜT KÖPÜĞÜ • 120 ml. tam yağlı süt YA P I L I Ş I
Süt köpürtücü kullanılarak servisten hemen önce köpürtülerek hazırlanır
SADECE BAYRAMDA DEĞIL, TÜM YAZ TÜKETIN! KARŞINIZDA GELENEKSEL LEZZETLERI YENIDEN YORUMLAYAN ALMAN ŞEF MAXIMILIAN J. W THOMAE’DEN MODERN BIR ÇITIR GÜLLAÇ YORUMU… FA RUK ŞÜYÜN
GÜL LOKUMU DONDURMASI
KIRMIZI MEYVELER ŞERBETI
• • • • •
• • • • • • •
500 gr süt 250 gr krema 200 gr güllü lokum 3 adet yumurta sarısı 2 damla gül suyu
YA P I L I Ş I :
İlk üç malzemeyi kaynat. Ayrı kapta yumurta, gül suyunu karıştır. Diğer karışım 80 dereceye ulaştığı zaman iki ürünü birbiriyle karıştır. Buzlu suyun içinde soğutup, hazır olunca dondurma makinesi ile istenilen kıvamda çekilir.
FISTIK VE GÜL KREMASI • • • • • •
Süt 250 gr Fısıtk püresi 40 gr Tozşeker 50 gr Yumurta sarısı 75 gr Jelatin 6 gr Çırpılmış krema 200 gr
YA P I L I Ş I :
Süt, fıstık püresi, şeker, yumurta “benmarie” usulü pişirilir. Jelatin ilave edilir. Biraz soğumaya bırakılır, fakat karışım jelatin içinde olduğu için çok uzun süre bekletilmeden çırpılmış krema ile karıştırılıp istenilen kalıplara doldurulur.
Çilek 60 gr Frenk üzümü 60 gr Frambuaz 60 gr Kızılcık 60 gr Nar 60 gr 150 gr toz şeker 30 gr bal
YA P I L I Ş I :
Bütün ürünler karıştırılıp çok hafif ateşte uzun süre pişirilir. Bu arada üzerindeki köpük devamlı alınır. Sürekli kontrol edilerek kıvamı reçel kıvamına yaklaşınca kapatılıp soğumaya bırakılır. En ince süzgeçten süzülerek sadece sıvı olan kısım tabakta sos için kullanılır.
DEKOR VE YAN ÜRÜNLER • Isparta gül yaprakları (kokulu olması önemlidir) 6-7 adet • Tomurcuk kuru gül yaprakları 2-3 adet • Mini güllü lokum 4 adet • Hafif kavrulmuş taze Antep fıstıkları 20 gr
BIRLEŞTIRME AŞAMALARI • Gül kremi tabağa yerleştirilip üzerine gül yaprakları dizilir. • Çıtır güllaç kıvrımları yerkeştirilir. • Sos ve fıstıklar doğal şekilde tabağa serpilir. • Süt köpüğü ve kırmızı soslar koyulur. • Kuru gül ve mini lokumlar istenilen yerlere koyulur. • En son dondurma quenelle şekli verilerek tabağa eklenir.
Şef Maximilian J. W Thomae
40 SPOR
Göksel Gümüşdağ
Başakşehir nasıl başardı? SÜPER LIG’DE FINAL MAÇLARI IÇIN GERI SAYIM BAŞLADI. LIDERLIK KOLTUĞUNA OTURAN BAŞAKŞEHIR’IN ŞAMPIYONLUĞUNU ILAN ETMESI AN MESELESI. 6 YIL ÖNCE SÜPER LIG’E ÇIKAN VE ISMI BAŞAKŞEHIR FUTBOL KULÜBÜ OLARAK DEĞIŞEN KULÜP AVRUPA’NIN EN GENÇ ŞAMPIYONLARINDAN BIRI OLACAK. BAŞAKŞEHIR IPI GÖĞÜSLEMESI HALINDE 300 MILYON LIRALIK GELIRE DE ULAŞACAK. 2019/20 sezonu için geri sayım başladı. Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışından düşmesinin ardından Trabzonspor’un da üst üste puan kaybetmesiyle Başakşehir liderlik koltuğuna oturdu. Takımın şampiyonluk kupasını kaldırması ise an meselesi. 1990 yılında dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen tarafından kurulan İstanbul Büyükşehir Belediyespor, 2014 yılında isim değişikliğine giderek Başakşehir odu. Kulüp şampiyon olması halinde kurulduktan sonra Avrupa’da şampiyon olan en genç kulüpler arasına girecek. Başakşehir ayrıca 300 milyon liranın üzerinde gelir elde ederek bu sezon rekor kıracak. Kulübün borcu bulunmuyor.
payı olarak verilen yaklaşık 38 milyon lirayı da sezon başında alan Başakşehir, şampiyonluk kupasını kaldırması halinde 36 milyon liranın da sahibi olacak. Böylece Başakşehir yayın gelirinden yıl sonunda 140 milyon lira civarında para kazanmış olacak. Kulübün bir diğer önemli gelir kalemi ise UEFA olacak. Bu sezon UEFA Avrupa Ligi’nde başarılı işler çıkaran ve yoluna devam eden Başakşehir bugüne kadar 80 milyon lira civarında para kazanmayı başardı. Sponsorluk, bilet, kombine, loca, VIP ve ticari gelirlerden de Başakşehir’in yaklaşık 50 milyon lira kazandığı tahmin ediliyor. Başakşehir’in tüm maçlar bittiğinde ve UEFA gelirinin artması durumunda 300 milyon lira kazanması bekleniyor.
NASIL PARA KAZANDI?
ASIL PARA GELECEK SEZON
SÜPER LIG’DE
Başakşehir’in en önemli gelir kalemlerinden birisi bu yıl yayın geliri olacak. Kulüp 19 galibiyet ve 9 beraberlik için bugüne kadar 63 milyon lirayı kasasına koymayı başardı. Lige katılım
Başakşehir yıllardır Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkını son anda kaptırıyor. Ancak Şampiyonluk durumunda takım gelecek yıl Türkiye’yi Şampiyonlar Ligi’nde ön eleme oy-
CE YHUN KUBURLU
SPOR 41
YAYIN GELIRLERI NASIL DAĞILACAK GELIR KALEMI
GELIR (MILYON TL)
37.8
Katılım payı Şampiyonluk payı
3.2
Galibiyet
2.7
Beraberlik
1.3
Birincilik
35.6
İkincilik
28.5
KALEM KALEM BAŞAKŞEHIR’IN GELIRLERI
140
milyon TL
YAYIN GELIRI
50
milyon lira
SPONSORLUK BILE T, LOCA VE TICARI GELIR
80
milyon lira
UEFA GELIRI (ARTABILIR)
namadan temsil edecek. Şampiyonlar Ligi geliri ise minimum 30 milyon Euro olacak. Yani kulüp bu sezon elde ettiği geliri gelecek sezon sadece Şampiyonlar Ligi’nden elde edecek. Böylece Başakşehir aynı performansı göstermesi durumunda bir sonraki sezon toplam 500 milyon liradan fazla para kazanabilecek. 25 MİLYON EURO’LUK TAKIM
Başakşehir yıllardır Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un serbest bıraktığı oyuncuları kadrosuna katıyor. Bu oyunculara 2019/20 sezonunda toplam 25 milyon Euro civarında para ödedi. Uzun süredir bonservis ücreti ödemeyen kulüp ilk kez bu sezon 6 milyon Euro’luk oyuncu transfer etti. Kulübün kadro değeri ise 70 milyon Euro seviyesinde. Ancak kadrosunda yaşı yüksek birçok oyuncu bulunuyor. ÖNCE HALKA ARZ SONRA YABANCI ORTAK
YAKLAŞIK 3 yıl önce konuştuğumuz Başakşehir Futbol Kulübü Başkanı Göksel Gümüşdağ, o dönem şunları söylemişti: “2014’te kulübü 17 milyon liraya satın almıştık. 5 ortaklı bir yapımız var. Tüm yönetim kurulu sanayicilerden oluşuyor. Biz doğru bir model kurguladık ve başarılı olduk. Bu başarı yabancı yatırımcıların da dikkatini çekiyor. Çinli yatırımcılardan
teklif aldık yüzde 50-50 ortak şeklindeydi. Ancak biz bunun erken olduğunu söyledik. Fiyat aşamasına gelmedik. Hedefimiz 2019-2020 gibi halka açılmak. Daha sonra bir yabancı ortak ile çalışmak ya da şirket evliliği yapmak. Alman Mönchengladbach ile bir çalışma yaptık. İlk etapta altyapı ile ilgili bir işbirliği söz konusu. Alman
oyuncuların Türkiye’de Türk oyuncuların da Almanya’da oynaması ve yetişmesi gibi çalışmalar söz konusu. Altyapı antrenörlerin değişimi, oyuncu alışverişi gibi maddeler gündemimizde. Belki ileride hisse alımı da olabilir. Kulüplerin büyümek için yabancılarla ortaklık yapması şart. Belki de biz bu konuda model olacağız.”
NASIL BİR EKONOMİ
YÖNETIM KURULU BAŞKANI HAKAN GÜLDAĞ GENEL KOORDINATÖR VAHAP MUNYAR GENEL YAYIN KOORDINATÖRÜ TALIP AKTAŞ GENEL YAYIN YÖNETMENI ÖMER TÜRKDÖNMEZ KOORDINATÖR DIDEM ERYAR ÜNLÜ SORUMLU YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ HANDAN SEMA CEYLAN
MEDYA HABER BASIN A.Ş
HAFTA YAYIN YÖNETMENI ASLI BARIŞ GÖRSEL YÖNETMEN MURAT KASPAR YAZI KURULU FARUK ŞÜYÜN, YASEMIN SALIH, DİDEM ERYAR ÜNLÜ, SELENAY YAĞCI KATKIDA BULUNANLAR BAŞAK DİZER TATLITUĞ, MAYA PORTAKAL BİTARGİL, İPEK YEZDANİ, CEYHUN KUBURLU, AHMET CAN, SELIN
BOZKURT, SIRMA
ADRES: Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No:22 Kavacık 34805 Beykoz/İstanbul
H A F TA N I N Ü R Ü N Ü
Bir Paris fantezisi CHRISTIAN LOUBOUTIN’DEN YEPYENI BIR KOLEKSIYON: CABARAPARIS. BU YIL PARIS’I SENE BOYUNCA ONURLANDIRAN MARKA, PORTE DORÉE SARAYI’NDA KAPILARINI AÇAN RETROSPEKTIF SERGISINDE YARATICI DÜNYASINI GÖZLER ÖNÜNE SERIYOR VE IŞIKLAR ŞEHRI’NI SELAMLIYOR.
C
C A B A R A P A R I S , Christian Louboutin’nin “Cabas”
serisinin beşinci ayağı olma özelliğini taşıyor. Hatırlayalım: “Cabas” serisi kapsamında daha önce Meksika, Portekiz, Manila ve Afrika’dan yetenekli zanaatkarlarla çalışmıştı. Paris’in sürprizi ise Hélène Tran ile gidilen işbirliği… Tasarımcı Louboutin, yakın arkadaşı illüstratör Hélène Tran ile güçbirliğine giden tasarımcı, koleksiyonu şöyle özetledi: “Helene ile 30 yıl önce Vogue Paris için çalıştığı dönemde tanıştım. Tabiri
caizse aynı kulvarda olduğumuzu söyleyebilirim. Bu işbirliği için konuştuğumuzda, sohbetimizin ardından konuyu tamamen ona bıraktım. O bir sanatçı olduğu kadar bir zanaatkar, zira teknik onun için çok önemli. Paris’in düşsel görünümünü, şehrin fantazi versiyonunu yakaladık.” Ortaya stiletto’lardan, sneaker’lara, çantalara uzanan bir mini koleksiyon çıktı. Peki Paris’in coşkusunu kolumuzda ya da ayağımızda yaşatmanın bedeli ne? Fiyatlar 700-1500 Euro arasında değişiyor.