Hafta Gazetesi 15

Page 1

NBE

SANAT SAĞLIK SPOR İ Y I YA Ş A M TEKNOLOJI SAYI: 15

BUKET UZUNER

SAVAŞIN BITMESININ TEK KOŞULU VAR SELIN BOZKURT

LEYLA ALATON: İŞ DÜNYASINDA KADIN OLMAK... ŞEREF OĞUZ

BU KODLAR DEĞIŞMELI AMA NASIL?

ASLI BARIŞ

KAIA GERBER: FEMINIZM DEMEK GÜÇ DEMEK! DIDEM ERYAR ÜNLÜ

İSTANBUL SÖZLEŞMESI‘NE DAIR BILMENIZ GEREKENLER YASEMİN SALİH

PROF. DR. NESRIN DILBAZ: ŞIDDETI KÖKÜNDEN KAZIMAK MÜMKÜN

k ı t r A ! n u s l u b son


Haftanın testi GEÇEN HAFTA DÜNYADA NELER OLDU, NELER BITTI? HAFIZANIZI TESTIMIZLE TAZELEYELIM…

İPEK YEZDANİ

1

İran ve Rusya arasında 20 yıldır devam eden «uzun vadeli iş birliği anlaşması”nı yeniden imzalayacaklarını açıklayan İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la Moskova’daki temasları sonrasında gazetecilere nasıl poz verdi? a. Lavrov’la yan yana durarak b. Anlaşma imzalanırken c. Lavrov’la dirsekleriyle corona selamı verirken d. Maskeli poz vererek

2

İngiltere’deki bir okul ziyaretinde Öğrencilerin resim dersine katılan Ingiltere Başbakanı Boris Johnson, suluboyayla ne resmi yaptı? a. Gökkuşağı b. Barış güvercini c. Orman d. Sinirli bir uğur böceği

3

ABD Başkanı Donald Trump, Kasım’daki başkanlık seçimlerini rakibi Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden kazandığı takdirde ne olacağını söyledi? a. Ekonomi çöker b. Din elden gider c. Küreselleşme yeniden hız kazanır d. Mülteci akını olur

7 4

Sosyal paylaşım sitesi Twitter, ağırlıklı olarak ABD Başkanı Donald Trump yanlılarınca yayılan komplo teorilerini üreten QAnon adlı grupla bağlantılı binlerce hesabın kaldırıldığını açıkladı. Aşırı sağ görüşlü olan QAnon üyeleri, aşağıdakilerden hangisini savunuyor? a. Amerikan derin devletinin başka ülkelerin içişlerine karıştığını b. Ülkede bazı grupların Trump’a suikast hazırlığında olduğunu c. Trump’ın ulus devlet perspektifine savaş açıldığını d. ABD’nin onlarca yıldır, şeytana tapan bir küresel elit grup tarafından yönetildiğini

5

İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen 2020 Nobel Ödül Töreni, koronavirüs pandemisi nedeniyle 64 yıl sonra iptal edildi. Pandemi nedeniyle iptal edilen Nobel Ödül Töreni, yılın hangi ayında düzenleniyordu? a. Temmuz, b. Ağustos c. Eylül d. Aralık

6

ABD’li TV yıldızı Kim Kardashian, ABD Başkanlığı’na adaylığını koyacağını açıklayan Rap şarkıcısı kocası Kanye West’in hangi özelliğinden dolayı kendisini güçsüz ve çaresiz hissettiğini söyledi? a. Bipolar kişilik bozukluğu b. Israrcı ve inatçı kişiliği c. Bildiğini okuması d. Uyuşturucuya yatkınlığı

Kanada’daki BC Hastalık Kontrol Merkezi, çiftlere seks sırasında corona virüsünden korunmak için ne yapmalarını önerdi? a. Maske takmalarını b. Öpüşmemelerini c. İki ayrı odada durup seks için duvarda bir delik açmalarını d. Seks yapmamalarını

8

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in ortanca oğlu Andrew’nun Sarah Ferguson ile evliliğinden dünyaya gelen 31 yaşındaki kızı Prenses Beatrice ile Edoardo Mapelli Mozzi’nin, Windsbor Şatosu›nda düzenlenen düğün töreninde Prenses Beatrice gelinlik olarak ne giydi? a. 94 yaşındaki büyükannesinden elbisesini ödünç istedi b. Özel tasarım bir gelinlik diktirdi c. Ünlü gelinlik markalarına sipariş verip aralarından seçti d. Yerli üretimi desteklemek için İngiliz bir gelinlikçiden satın aldı CEVAPLAR 1-C, 2-D, 3-B, 4-D, 5-D, 6-A, 7-C,8-A


AJANDA 3 S E L E N AY YA Ğ C I

Dinle, izle, keşfet

SİNEMA

BU HAFTA BOĞAZ KENARINDA MASKELERIMIZLE, KORONAVIRÜSE MESAFELI KONSER MOLASI VERELIM!

KONSER Türk Telekom’un dijital televizyon platformu Tivibu’da sinema yayınları devam ediyor. Bu hafta ailenizle birlikte izleyebileğiniz bir animasyon film önerisi ile geldim.Yaşadığı çiftliğe bir uzaylının geldiğini öğrenen Koyun Shaun, ziyaretçiyi evine göndermek için zorlu bir mücadeleye girişiyor. “Kuzular Firarda: Uzay Parkı” 26 Temmuz’da, saat 20.00’de ekranlarda.

MASKELI AÇIK HAVA KONSERLERI! arkamızda bırakamazsak da normalleşmeye çalışıyoruz. Bugünlerde nihayet konserler açık havaya çıkmaya başladı. Baharın en güzel aktivitelerinden biri olan festivalleri virüs yüzünden kaçırdık ama açık hava konserlerinin sayısının artması normalleşmenin en büyük göstergelerinden biri. Tabii tüm etkinliklerde sosyal mesafe kuralı yerine getirilmek zorunda. Maskeyle dans etmek bu yaz sıcağında biraz zorlayıcı olsa da konserleri gerçekten özlemedik mi? Bu hafta sizi açık havada boğazda iki konsere K O R O N AV I R Ü S Ü

davet ediyorum. Özellikle bu günlerde Boğaz kenarında yemyeşil alanıyla Beykoz Kundura, yaz aylarının kültür sanat durağı olacak gibi görünüyor. “Bir yaz gecesi sahnesi”nde bir nevi festival gibi öğle saatlerinden akşam saatlerine kadar birçok sanatçı yer alacak. İstanbullu indie-elektronik grubu “Hedonutopia” 25 Temmuz Cumartesi; geleneksel sesler, caz, hip hop, ambient, progresif müzik gibi tarzlardan ilham alan “Barış Demirel – Barıştık Mı” 26 Temmuz Pazar günü sahnede olacak. Maskenizi yanınıza almayı unutmayın.

Bu hafta Netflix en fazla izlenen 10 orijinal filmini paylaştı. Ben listede 9. sırada yer alan “The Platform” filmini önereceğim. İspanyol yapımı bir distopya olan film ilk dört haftada 56 milyon kere izlenmiş. Yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia, film hakkında “Bu, toplumsal bir özeleştiri filmi” diyor. Karantina günlerinin yıldızı filmdi hala izlemediyseniz, Netflix’i açın!

SERGİ

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün elyazmaları koleksiyonundan önemli bir seçkiyi içeren “Hafıza-i Beşer” sergisi, Google Arts and Culture üzerinden çevrimiçi ziyarete açıldı. Dijital sergi düzeninde ziyaretçiler, galeri ortamında ancak vitrin ardında görebildikleri yazmaları en ince ayrıntısına kadar inceleyebiliyor. Dijital tasarımda sergi görsellerine ve metinlerine, “Hafıza-i Beşer” konuşmalarının kayıtları da eşlik ediyor. Sergideki ilgili bölümlere yerleştirilen videolar, serginin akademik bağlamını derinlemesine incelemek isteyenler için iyi bir fırsat sunuyor. Matbaanın yaygınlaşmasıyla 19. yüzyılda yavaş yavaş etkisini kaybeden, 20. yüzyılda geniş kitleler için bir bilgi ya da maneviyat kaynağı olmaktan çıkıp koleksiyonerlerin ilgi alanına giren Osmanlı elyazması kültürünü tekrar gündeme taşıyan sergi, elyazmalarının çok katmanlı dünyasını daha iyi anlamamıza olanak sağlıyor. Galeri ortamını tercih eden sanatseverler, halen gösterimde olan sergiyi 13 Şubat 2021 tarihine kadar İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde ücretsiz de ziyaret edilebilir.

PODCAST

Müzik dünyasının harika kadın müzisyenleri, yazarları, blogger ve prodüktörleriyle yapılan kısa söyleşileri içeren “Galaksi Bum”da her hafta salı yayında. Bu hafta ise konuğu elektronik müziğin başarılı seslerinden İdil Meşe ile Büyükada’dan Harlem’e uzanıyor. Uykuya dalmadan önce bir doz İdil Meşe röportajı alır mıydınız?

Melikşah Altuntaş’ın hazırlayıp sunduğu “Film Koması” serisi iyi yapımlar izlemek isteyenler için listeler veriyor. Sinema dünyasının kanayan yaraları ve ilginç olaylarını mercek altına alan dosyalar sunuyor.


4

MÜZİĞİN İÇİNDEN

Biz bu yollardan kaç kez geçtik? ÖFKESINDEN BESLENEN, BIRIKEN ENERJISINI MÜZIĞINE AKITAN O KADAR ÇOK KADIN MÜZISYEN VE MÜZIK PRODÜKTÖRÜ YÜKSELIYOR KI ŞIMDI… BU YOLDAN GERI DÖNÜŞ YOK ARTIK.

SIRMA

Öfkeliyim. Bütün başarı ve hayata tutunma hırsıma, birikimime ve tecrübelerime olan inancıma rağmen derin bir güvensizlik ve huzursuzluk var içimde. Bu hafta yine korkunç bir kadın cinayetiyle sarsıldık. Katli savunanlar karşısında tekrar tekrar şoka girdik. Biz bu yollardan kaç kez geçtik? Bu konuda tüm düşüncelerimi yazmaya kalksam bu sayfalara sığdıramam… Ama vaziyetin dünya çapındaki boyutundan da bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bizim gündemimiz o kadar meşgul ki, dünyanın geri kalanındaki ka-

dın düşmanlığı örneklerinden bahsetmeye resmen vakit bulamıyoruz. Aslında mizojini evrensel bir hastalık. En modern ülkelerde, batı dünyasında da var bu hastalık. Ataerkil zihniyet dediğimiz siyah beyaz ve net çizgileri olan bir kavram değil… Her kültürde farklı seviyelerde mevcut. Katman katman örülmüş yüzyıllarca… Önce bunu kabullenmek lazım. Hemen her gün Amerika’da, İngiltere’de, Avrupa ülkelerinde, müzik dünyasında yıllar boyu hayranlık ve saygı uyandırmış erkek müzisyenler ve endüstri çalışanlarının kirli çamaşırları bir bir ortaya dökülüyor.

Bir kaç gün önce SWMRS grubunun davulcusu 25 yaşındaki Joey Armstrong’un, the Regrettes grubunun 2000 doğumlu solisti Lydia Night’ı daha 16 yaşındayken bir yıl boyunca defalarca taciz ettiği ortaya çıktı. Cinsel ilişkiye zorlamalar mı dersiniz, turne sözleri vererek ikna etmeye çalışmalar mı dersiniz… Hikayede daha önce milyonlarca kadından duyduğumuz, dinlediğimiz, kan donduran klişelerin bir çoğu mevcut. Joey Armstrong, Green Day’den tanıdığımız Billie Joe Armstrong’un oğlu. Müzik endüstrisinin merkezine doğuştan yerleştirilmiş, yediği önün-


MÜZİĞİN 5 İÇİNDEN

HAFTANIN ALBÜMÜ

ELLIE GOULDING

de yemediği arkasında olan bir çok toksik erkekten sadece biri. Hemcinslerine yaraşır bir edayla, yarım ağızla özür diledi Joey Armstrong bu hafta… Ekibinin ise kapalı kapılar ardında durumu “tam bir PR kabusu!” diye değerlendirdikleri konuşuluyor şimdi. PR kabusu mu? Sene olmuş 2020! Hiç vuku bulmaması gereken gerçekler sonunda gözler önüne serilmiş… Joey Armstrong’un mahvolan kariyerine hala üzülenler var! Paramore grubunun solisti Hayley Williams, bu olay üzerine sosyal medyada yaptığı paylaşımla çok önemli bir noktaya değinmiş: “Vicdanınızı sorguladığınızda, kadın düşmanlığına ve cinsiyet ayrımına karşı elinizden geleni yaptığınızdan emin olmalısınız, en hafif görünen vakalarda dahi… Plak şirketleri, menajerler, müzik grupları… Hepimiz müzik dünyasındaki standardları ve kültürü belirlemekten sorumluyuz.” Bu mesaj o kadar önemli ki… Her kadın doğduğu andan itibaren, refah düzeyi yüksek ülkelerde

yetişse, eğitimli ve açık fikirli ebeveynler tarafından yetiştirilse bile, illa ki boynunu bükecek engeller ve tehlikelerle karşılaşıyor. Zaten kendimizi koruma psikolojisiyle yaşıyoruz hayatımızı… Üstüne bir de kariyerimizde kendimizi kanıtlamak adına, etrafımızdaki bütün erkeklerden daha fazla çaba göstermek zorunda kalıyoruz… Başarılı olduğumuz anlarda bile arkamızda bir erkek figür arayan gözlere, yaptığımız işlerin kanıtlarını sunarak onları ikna etmeye çalışıyoruz… Bütün bunlarla mücadele ederken kendi becerilerimizden şüphe ediveriyor, kendimize olan güvenimizi yitiriyoruz… Mücadele etmeye devam edip kariyer basamaklarını tırmanınca da, mücadeleci olmakla övünüyoruz! Varsın örümcek ağı bağlamış zihniyetler yerinde saysın… Benim gibi öfkesinden beslenen, biriken enerjisini müziğine akıtan o kadar çok kadın müzisyen ve müzik prodüktörü yükseliyor ki şimdi… Bu yoldan geri dönüş yok artık.

İngiliz vokalist ve şarkı yazarı Ellie Goulding’in dördüncü albümü “Brightest Blue”, Polydor Records etiketiyle dinleyicilerle buluştu. Ellie Goulding’i 2012 çıkışlı “Halycon” albümünden beri takip ediyorum. Electropop ve Folktronica tarzlarını harmanlayışı, projelerindeki vokal prodüksiyon tekniklerinin marjinalliği hep dikkatimi çekmiştir. Fakat çıkış yaptığı günlerde zamanının ilerisinde bir sanatçı olarak örnek gösterilirken, standardlardan şaşmayan bir pop star haline dönüşmesi bir hayal kırıklığı oldu benim için. Sözleri hala güçlü, tıpkı nerede duysam tanıyacağım sesi gibi… Ama sözlerin içtenliğiyle, kırılganlığıyla örtüşmeyen bu gösterişli altyapılar neden? Her ne kadar dinlerken Frank Ocean’ın müziğini düşünmekten kendimi alamasam da, albümdeki en dikkat çekici parça benim için “Ode To Myself” oldu. “Brightest Blue” ilk bakışta kalabalık bir albüm gibi görünebilir, fakat aslında ilk 13 parçadan ibaret… Goulding de bunun gayet farkında olsa gerek ki, albümün son beş parçalık uzantısına “EG.0” diye bir başlık uydurmuş. Keşke “EG.0” albümden bağımsız bir EP olarak yayınlansaymış… Zira Lauv, Diplo, Juice WRLD gibi büyük isimlerin konuk olduğu “EG.0”nun, “Brightest Blue” ile uzaktan yakından alakası yok. Her şeye rağmen EDM dünyasından sıyrılıp, ballad ağırlıklı bir pop albümü yapmak cesaret ister… Pandemi sürecinde kişisel dönüşümler yaşayan, büyük kararlar alan ve aldığı kararların ağırlığını hisseden herkese ilham verebilecek,


6

STİL

Dünyayı tarz kurtaracak HAYATIMIZIN HER ALANINI ETKILEYEN COVID, 25’INCI BOND FILMI “ÖLMEYE ZAMAN YOK” ILE BÜYÜK BULUŞMAYI DA ERTELEDI. AMA FILMDEN KISA KARELER INTERNETTE YERINI ALDI. PEKI GELMIŞ GEÇMIŞ TÜM BOND’LAR IÇINDE EN ÇOK HANGI 007’NIN TARZI ÖNE ÇIKTI?

B A Ş A K Dİ Z E R TAT L I T U Ğ

Daniel Craig, slim fit takımları tercih ediyor.

kurgulanmış İngiliz gizli ajanı James Bond’un tek bir görevi vardır: Dünyayı kurtarmak… Çalışma kıyafetleri ise smokin, özel dikim takım elbiseler, mutlaka bir kayak kıyafeti ve bazen de sadece bir mayodur. Aksesuarları ise her zaman “çalkalanmış ama karıştırılmamış” Martini, bir Walther tabanca ve asla çok yakınlaşmayacağı dehşet güzellikteki tehlikeli bir kadındır. Bu tüm paketi düşündüğünüzde belki öldürmeye programlanmış gibi gelmiyor ama net olarak cazip erkek algısı ve fantezi dünyasının mükemmel adamını yaratıyor. Öyle ikonik bir sinema karakteri düşünün ki filminin dışında, yaşam tarzı, kıyafetleri, aksesuarları, oyuncakları, içtiği içkisi ile bile taklit edilecek kadar idölleşsin. Sadece görsel imajı bile milyonlar değerinde olan ama özel güçleri olmayan kurgu bir karakterden bahsediyoruz. İnternette araştırma yaptığınızda “Nasıl James Bond gibi giyinilir”, “James Bond tarzını nasıl gardırobunuza yansıtırsınız”, “James Bond takım elbise stilleri… saatleri… arabaları” adı altında yüzlerce sayfa binlerce görsel açılıyor. IAN FLEMING’IN

JAMES BOND’A HAYAT VEREN JÖNLERI HATIRLAYALIM…

60’lılarda Sean Connery tarafından sinemayla tanıştırılan James Bond karakteri İskoçyalı aktörün, vahşi seks sembollüğünü, İngiliz terzi Anthony Sinclair ile dikilen takım elbiseleri ile dengeliyordu. 007’nin gardırobunun ana parçası geleneksel stilde dikilmiş, arkası çift yırtmaçlı, iki düğmeli, gri ve mavi renk, yünlü takım elbiselerdi. Ekstra olarak ancak belki bir spor kabanı vardı. Belki bu yüzden bile olabilir: Sean Connery ve James Bond serileri çok tutuldu Roger Moore James Bond’un yerini aldığında ise gardırobu da onunla birlikte değişti, yenilendi. Bu sefer dolap biraz daha “casual” olmaya başladı. Hatta ikinci deri gibi üzerine yapışan özel dikim takım elbiselerin yerini “casual” ürünler aldı. 60’lılardan 80’lilerin ortasına kadar da James Bond’u artık safari ceketleri olan, kısa beli lastikli montları ve spor gömlekleri hatta sapsarı bir kayak kıyafeti ile bile gördük. Bunu haricinde renk paleti lacivert ve tonları, havyar grisi, krem ve haki tonlarının her çeşidine sahipti. Moore’ un en beğenilen en favori kombini ise siyah kanvas pantolon, siyah bir boğaz-

Pierce Brosnan'ın kötülerle mücadelek i kostümü Brioni takım elbise...


STİL 7

Roger Moore "The Spy Who Loved Me (1977)" filminde kayak şıklığının kurallarını yeniden yazdı.

lı kazak ve sadece bir “Rolex Submariner” saatti. 80’lilerin ortasında sıra Timothy Dalton’daydı. İrlandalı aktör James Bond’u iki kere canlandırabildi ama en azından 80’lilerin garip eğilimi olan tamamen pastel tonlarda giyinmek trendine uzak kaldı, bu bir 007 için affedilmeyecek bir hata olurdu. Ve sonunda 90’lara geldiğimizde artık genel olarak minimal şıklık

moda olmuştu. O sıra James Bond karakteri Pierce Brosnan ile orjinal çizgisini ve maskülen ve şık formunu tekrar buldu. Ve kötülerle savaşında yine geleneksel İngiliz stilini yansıtan tanesi minimum 5000 dolarlık “Brioni” dikim takımlarıyla ve smart casual şık kombinleri ile vücut buldu. Günlük şıklığını ise siyah deri ceket ve

Omega Quartz saati ile tamamladı. Ve Daniel Craig’li milenyum James Bond’u sahne aldığında ilk sarışın fikri tepki çekmişti. Ama hem dolabıyla hem karakteri ile değişen bir 007 vardı karşımızda. Sosyal yapının ve pop kültürünün de değişmesiyle artık daha agresif, daha fiziksel daha sıcak savaşta olan bu sebeple de son derece spor giyinen bir ajan çıktı

karşımıza. Kaslara odaklanan, vücut yapısını öne çıkaran kısa kollu gömlekler, polo yaka tişört ve dar trikolarla, slim-fit kalıplarda takım giyen ama hep daha maskülen ve mutlaka smokinli bir James Bond var artık. Her seri ile değişen gardırop, tarz, duruş ve belki de başrolü, bizim de bir sonraki prodüksiyonu hep heyecanla beklememize neden oluyor.


8

RÖPORTAJ

Feminizm demek kendine güven demek

ASLI BARIŞ

DÜNYANIN EN ÜNLÜ TOP MODELLERINDEN BIRI O. İKONIK SUPERMODEL CINDY CRAWFORD’IN KIZI… HENÜZ 19 YAŞINDA AMA SÖYLEYECEK ÇOK SÖZÜ VAR: “İNSANLARA KIM OLDUĞUMU GÖSTERMEK ISTIYORUM.”

Kaia G


RÖPORTAJ 9

Gerber


10 RÖPORTAJ

Kaia, annesinin izinden giderek Omega'nın yüzü olarak reklam kampanyasında yerini aldı.

Haksızlıklar karşısında sesimizi yükseltmeliyiz. Anneniz dünyanın gelmiş geçmiş en önemli süpermodeli Cindy Crawford… Siz de kısa zamanda çok hızlı ilerlediniz. Başarınızı neye borçlusunuz, taktikleri o mu veriyor mesela?

Annem bana hiç modellik dersi vermedi ki... “Podyumda şöyle yürü, böyle poz ver” demedi. Evde podyum yok, koridorlarda da defilede yürür gibi yürümüyoruz. Süreçte her anne gibi yardımcı oldu, o kadar. Zaten iş ve aile hayatını ayırma konusunda hayli profesyoneldir. Özetle torpil yok yani… Kariyer seçiminizde herhangi bir yönlendirmesi olmadı mı peki?

Hayır, tamamen benim kararımdı. 13 yaşından beri model olmak istiyorum. Hatta ilk modellik yapmayı düşündüğümü açıkladığımda sanırım 11 yaşında filandım “Henüz çok erken” demişti. Zaman içerisinde ne kadar kararlı olduğumu gördü ve izin verdi. Ben de hayalimi gerçekleştirmiş oldum. Çoğu insanın size ilk sorduğu soru Cindy Crawford… Bu durum sizin üzerinizde bir baskı oluşturuyor mu?

Ama bu doğal değil mi? Onun kızıyım, aynı mes-

leği yapıyorum. Fiziksel olarak da benziyorum. Yani haliyle insanlar bana bakınca annemi görüyorlar. Bence bu bana iltifat. O yaptığı her şeyde mükemmeldir. Onun izinden gidebilirsem ne mutlu bana… Ondan bu güne kadar aldığınız en iyi tavsiye ne?

Her zaman içgüdülerimi, içimdeki sesi dinlememi söyler. Kendi kariyerinde bunun ona nasıl avantajlar sağladığını zaten ortada… Durum böyleyken onun sözünü dinlemeliyim diye düşünüyorum. Dinliyorum da zaten… Onun dışında örnek aldığınız, sözünü dinlediğiniz bir model var mı peki?

Karlie Kloss… Her zaman profesyonel ve zariftir. Modelliğe annemden bile daha erken yaşta başlamış. Ben de bildiğiniz gibi erken başladım. Bu yüzden zamanında bana çok yararlı tavsiyeler verdi. Çoğu genç kız size kendine rol model olarak alıyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bu şaşırtıcı işte…Yani, kimsenin beni örnek, rol model olarak görebileceğini düşünmezdim. Ama

bir kişiye bile ilham kaynağı olabilirsem ne mutlu bana… Umarım iyi iş çıkarıyorumdur. Instagram üzerinde 5.7 milyon takipçiniz var. Bu yeteri kadar örnek olduğunuzun bir göstergesi sanırım… Sosyal medyada ne kadar filtresizsiniz? Orada gördüğümüz Kaia ne kadar gerçek?

Sosyal medyayı gerçekten eğlenmek ya da fikirlerimi paylaşmak için kullanıyorum. Kim ne derse desin, doğru kullanıldığunda dünya üzerindeki ne özgür, en filtresiz platform. Ben de insanlara kim olduğumu göstermek istiyorum. Son dönemde pek çok activist kampanyada etkin rol aldınız. Özellikle “Black Lives Matter” ve kadın hakları konusunda…

Evet, haksızlıklar karşısında sesimizi yükseltmeliyiz. Bu yüzden sosyal medyanın önemini vurguladım… Peki sizin için feminizm ne anlama geliyor?

Bir kadın olarak feminizim kendine güvenmeyi ve inanmayı ifade ediyor. Haksızlıklar karşısında dimdik durmayı da… Unutmayın bu hayatta kendinizi ispatlamanız gereken tek biri var, o da kendiniz…


RÖPORTAJ 11

Karlie Kloss… Her zaman profesyonel ve zariftir. Modelliğe annemden bile daha erken yaşta başlamış. Ben de bildiğiniz gibi erken başladım. Bu yüzden zamanında bana çok yararlı tavsiyeler verdi.


SERDAR OAL

YAZI BILEKLERE TAŞIYAN 5 MODEL

COVID-19’UN YÜZÜMÜZÜ SOLDURDUĞU BUGÜNLERDE, IÇIMIZI YAZIN SICAK GÜNEŞI

GIBI ISITACAK, KULAKLARIMIZA DALGALARIN SESINI, AĞAÇLARIN HIŞIRTISINI

ÇALACAK YAZ MODELLERINI IÇEREN ALIŞVERIŞ REHBERINI SIZLER IÇIN DERLEDIK.


HOROLOJİ 13

HAVALI DURUŞ

BREITLING SUPEROCE A N’57   C A P S U L E L I M I T E D E D I T I O N ( R E F . A1 0 3 7 0 1 A1 B 1 A1 )  B R E I T L I N G ’ I N 1957 yılında saatseverlerle buluşturduğu ilk SuperOcean modeli, ikon haline gelerek kendinden sonra gelecek olan modellere bir referans noktası oluşturmuştu. Markanın, bu yılın ilk aylarında tanıttığı Superocean’57 Capsule koleksiyonundaki saatler de işte bu ikondan ilham alıyor. Breitling Superocean’57 Capsule Limited Edition, Capsule koleksiyonundaki kuzenleriyle benzer bir tasarıma sahip ancak havalı duruşunu bir adım ileri taşıyor. Saat, 12, 3, 6 ve 9 konumundaki markörleri ve özgün kol tasarımıyla diğer modellerden ayrılıyor. Model, sarı, yeşil, mavi, indigo, menekşe, kırmızı ve turuncu Super-LumiNova fosfor dolgularıyla dikkat çekiyor. 100 metreye kadar su basıncına dayanıklılık gösteren modelin 250 adetle limitli olduğunu da yazımıza eklemeden geçmeyelim.


14 HOROLOJİ

BOND KARİZMASI

O M E G A S E A M A S T E R D I V E R 3 0 0 M 0 0 7 E D I T I O N    ( R E F . 2 1 0 . 9 2 . 4 2 . 2 0 . 0 1 . 0 0 1 )

Bond filmlerini tekrar tekrar izlemeyen var mı? Gerek kıyafetleri gerek saatleri gerek karizmasıyla bizleri maceralarına kilitleyen Bond, bu satırlara, ‘No Time To Die’ filmindeki 42mm’lik Seamaster modeliyle konuk oluyor. Grado 2 titanyum kasasıyla bilekte oldukça hafif hissettiren Seamaster Diver 300M 007 Edition, tropikal kahverengi alüminyum bezeli ve kadranıyla dikkat çekiyor. 300 metreye kadar su basıncına dayanıklılık gösteren saatin arka kapağında 007 işlemesi yer alıyor.

JAMES BOND’U SE VME YEN,


HOROLOJİ 15

KUSURSUZ İŞÇİLİK   T U D O R B L A C K B A Y F I F T Y - E I G H T “ N A V Y B L U E ”    ( R E F . M 7 9 0 3 0 B - 0 0 0 3 )

denilince ilk akla gelen markalardan biri Tudor. Uzun yıllar lüks saatçiliğin kült isimlerinden Rolex’in himayesinde faaliyetlerine devam eden marka, başarılı yönetim ve stratejilerin de etkisiyle son yılların parlayan isimleri arasında yerini aldı. Black Bay Fifty-Eight “Navy Blue” modeliyle yaz aylarına iddialı bir giriş yapan Tudor’un M79030B-0003 referanslı modeli, derin mavi kadranı, mavi denim kayışı ve kusursuz işçiliği ile dikkat çekiyor. 200 metreye kadar su basıncına dayanıklılık gösteren model, yaz aylarının mükemmel alternatifleri arasında.

‘HE RI TAGE ’ M ODE L L E R


16 HOROLOJİ

DERİNLİKLERİN ARDINDA

P A N E R A I L U M I N O R M A R I N A F I B R A T E C H 4 4 M    ( R E F . P A M 0 1 6 6 3 )

ünlü markanın bu sene öne çıkardığı Luminor koleksiyonu, ileri teknoloji ürünü malzemelere yer veren yepyeni modelleriyle saatseverlerin beğenisini topluyor. Panerai’nin patentli Fibratech malzemeden ürettiği Luminor Marina Fibratech 44mm de, yaz aylarının en güzel alternatiflerinden... Doğal ve eko-sürdürülebilir ham fiberlerden elde edilen Fibratech, dikkat çekici fiziksel ve mekanik özelliklere sahip. Çelikten daha hafif, daha dayanıklı ve adeta aşınmıyor… Modelin kadranını degrade efektli mavi zemin süslüyor. Yeşil renkte ışıldama özellikli beyaz SuperLumiNova dolgulu büyük rakam indeksler ve saat markörleri, suyun altında olsanız bile zamanı kolayca okumanızı sağlıyor. Maviye ve denize ait olan saat, 300 metreye kadar su basıncına dayanıklılık gösteriyor.

İ T A LYA N M E N Ş E L I


HOROLOJİ 17

HIZ TUTKUNLARINA

T A G H E U E R C A R R E R A S P O R T C H R O N O G R A P H    4 4 M M C A L I B R E H E U E R 0 2 A U T O M A T I C    ( R E F . C B N 2 A1 A . B A 0 6 4 3 )

B U Y I L 16 0 ’ I N C I Y I L D Ö N Ü M Ü N Ü kutlayan TAG Heuer, Carrera 160 Years Silver Limited Edition ve Carrera 160 Years Montreal Limited Edition modellerinin ardından Carrera Sport Chronograph 44mm Calibre Heuer 02 Automatic saatlerini bizlerle buluşturdu. Limitli edisyonlarla koleksiyonerleri hedefleyen marka, bu modeliyle tüm saatseverleri kucaklıyor. Adını Carrera Panamericana’dan alan ve İspanyolcada “yol, yarış, hız yapmak” gibi anlamlara gelen Carrera, özellikle otomobil tutkunları için ayrı bir öneme sahip. E hal böyle olunca, serin yaz akşamları sürüşlerinde bileğinizde taşıyacağınız en iyi alternatifler arasındaki yerini alıyor.


18 KOLEKSİYON M AYA P O R TA K A L B İ TA R G İ L

Ferman Padişah’ınsa… BUGÜN TÜM DÜNYA TARAFINDAN DAHA DA KIYMETI BILINEN İSLAM ESERLERI ÜLKEMIZ VE TÜM SANAT DÜNYASI IÇIN EŞSIZDIR. dünyadaki büyük sanat enstitüleri ve müzelerin nabzı bu eserlerde yükseliyor. Ve onlara sahip olmak için yarışıyorlar. Metropolitan Müzesi’nin “Sultan Süleyman’dan Mektubunuz Var” adlı sergisi bunun iyi bir örneği… Osmanlı diplomatiğinde belgeler iki ana sınıfta değerlendirilirdi. 1)Laik yapıdaki devlet idaresi ve dünyevi işlerle ilgili alanlara ait, padişah adına çıkarılmış belgeler. 2) Osmanlı toplumunun dini hayatına ilişkin kadılık sicilleri, vakfiye ve fetva gibi belgeler. Ferman, laik yapıdaki belgeler arasında belki de en kıdemlisiydi; padişahın “alamet-i şerif’i” denilen tuğralı emriydi. “Ferman” kelimesi Farsça kökenlidir, ‘fermuden’ mastırından gelir. Sözlük karşılığı “emir, irade, buyruk” tur. İlhanlılar’ın İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra Ferman kelimesi Osmanlı’ya geçmiştir. O zamana kadar Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklular, “ferman” yerine Arapça olan “tevkī” kelimesini kullanırlardı. Ferman, padişahın tuğralı emri, buyruğuydu. Padişahın dikte ettirdiği kanundu. Tuğra demişken… Tuğraların Divan-ı Hümayun’da hazırlanan belgelerde yer alan ve Osmanlı sultanlarının imzası anlamına geldiğini hatırlayalım. Tuğralar, Osmanlı padişahlarının tahta geçtiği ilk gün kendilerine gösterilen örneklerden birini seçmesi ile ebediyen kendi imzaları haline dönüşürdü. Bilinen ilk Osmanlı tuğrası Orhan Gazi tarafından Mart 1324’te verilU L U S L A R A R A S I M Ü Z AY E D E L E R D E

miş bir vakfiyede yer alır... Tuğraları, padişahların da bizzat çok güvendiği nişancılar çeker… Evet, “Tuğra Çekmek” diye kullanılır Türkçe’de... 11. Yüzyılda Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün yazarı tuğrayı “Hakan’ın mührü” diye açıklar; daha sonra Türkçe kuralına göre “Tuğra” olur. Başka bir görüş ‘tuğranın şeklinin “tuğrul kuşu”ndan geldiğidir. Osmanlı tuğralarının önemi, onların kusursuz estetikleriyle özdeşleşir. Başlangıçta basit bir siyah mürekkeple çekilen tuğra zaman içinde altın yaldızla, kobalt mavisi mürekkeple çekilmeye başlanır. II. Beyazıt döneminde tuğralarda süsleme sanatı özellikle çok gelişir. Motifler “lapis lazuli” rengiyle zenginleşir. Tuğralarda sırayla sultanın ve babasının adı, “han, şah” gibi unvanlar, “el muzaffer daima” deyimi bulunur. Ve işte bu kıymetli tuğralar fermanların çoğu zaman en göz alıcı yerleridir... Sultan II. Mahmud zamanında tuğra tam şeklini alır ve tuğraların sağ üst köşelerinde mahlaslara rastlanmaya başlanır. Fermanların içeriğinde padişahın isteği, buyruğu, emri esastı... Kâğıdın en üst kısmında ‘dav-et’ bulunur, hemen sonra görkeminin Kanuni Sultan Süleyman döneminde pike çıktığı padişahın tuğrası, daha sonra fermanın gönderildiği kişinin rütbesi, derecesi ve mevkiine uygun dua ve övgüler yer alırdı. Konuya giriş cümlesi, padişahın emri, işin önemi konudaki ısrar ve ihtarlar, fermanın genellikle son satırında da veriliş tarihi yer alırdı. Kimi zaman tuğranın sağ veya solu-

Metropolitan Müzesi “Sultan Süleyman’dan Mektubunuz Var” başlığıyla milyonlara İslam eserleri ve hat sanatını sosyal medyada tanıtmak üzere kapılarını açıyor...


KOLEKSİYON 19

na, kimi zaman üstüne konunu önemi veya aciliyetine göre sultan kendi el yazısı ile de birkaç kelime veya satır yazardı... Fermanlar uzadıkça, kağıtlar birbirine eklenir ve eklenen yerlerde sultanın parafları olurdu. Bir nevi otantisite ve güvenceyi sağlamak üzere... Bazen vezir, sadrazam gibi önemli şahsiyetler şahitlik eder metin dışı kalan bir alanda onların isimlerine ve verilen yerin ismine de yer verilirdi. Osmanlı’dan günümüze ulaşmış fermanlar, sanat dünyasının yıldızıdır... İçerik olarak sanat dünyasında yerleri eşsizdir… Bugün Osmanlı dönemi fermanlarındaki yalınlık ve çarpıcılık modernitede yakalanmaya çalışan en büyük estetik değer sayılabilir... Bugün tüm dünya tarafından daha da kıymeti bilinen İslam eserleri ülkemiz ve tüm sanat dünyası için eşsizdir. Uluslararası müzayedelerde dünyadaki büyük sanat enstitüleri ve müzelerin nabzı bu eserlerde yükseliyor. Ve onlara sahip olmak için yarışıyorlar. “Sultan Süleyman’dan Mektubunuz Var” başlığıyla Metropolitan Müzesi milyonlara İslam eserleri ve hat sanatıno sosyal medya sayesinde tanıtıyor. Kendi koleksiyonunda bulundurduğu tuğra ile... 1998 yılında SSM henüz kurulmadan, İslam eserleri, hat sanatından oluşan olağanüstü Sakıp Sabancı Koleksiyonu’na yurtdışındaki ilk sergiye de ev sahipliğini yine Metropolitan Müzesi yapmıştı. Sevgili babam Rafi Portakal’ın da olanca çabasıyla yan yana gelmiş kıymetli koleksiyon “Letters in Gold” isimli sergiyle dünyadaki sanat severlerle buluşmuştu. Metropolitan Müzesi, Louvre Müzesi, Guggenheim Müzesi, Harward Sinclair Müzesi ve daha niceleri kapılarını ve kıymetli salonlarını böylesi eşsiz eserler açmaktan gurur duymuştu... Bu sergilerden sonra yuvasına dönen koleksiyon, bir müze koleksiyonuna dönüşür ve evi SSM olur. Ve tüm dünyadaki sanat severlerle İstanbul’da Emirgan’da SSM’de buluşmaya devam eder...


20 YAZAR SOHBETLERİ

BUKE T UZUNER

KADEŞ ANTLAŞMASI’NDAN 33 YÜZYIL SONRA İMZALANAN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Savaşın bitmesinin tek koşulu var 2012’DE İSTANBUL SÖZLEŞMESI’NE ÖNCÜ KEFILLIK ÜSTLENEN TÜRKIYE BUNDAN VAZGEÇMEK ISTIYOR. HÂLBUKI ARADAN GEÇEN 8 YILDA TÜRKIYE’DE NE AKLA NE VICDANA NE DE DINE-IMANA SIĞAN KADIN KIYIMI: “AILE IÇI ŞIDDET” ARTTI. SORULMASI GEREKEN SORU ŞU: ”İSTANBUL SÖZLEŞMESI’NDEN AYRILMANIN TÜRKIYE’YE GETIRISI NEDIR?”

Not1 Yazıda kullanılan “erkekler” ve “kadınlar” kavramsal olarak ele alınmıştır. Genelleme amacıyla yazılmamıştır. Elbette her cinsiyette istisnalar mevcuttur.

Not2 Kadeş Antlaşması’nın bir tıpkıbasımı New York’ta Birleşmiş Milletler binasında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir armağanı olarak asılıdır. Talat Halman’a teşekkürler

“dünya dışı hayatlar”ın varlığını araştırmak için bir çalışma yapmış. Bu çalışmada, olası uzaylı medeniyetlere, dünyadaki insan medeniyetini simgesel olarak anlatmak gibi ilginç bir konu da varmış. Dünyada 7000’den fazla dil ve bir o kadar da lehçe konuşulduğu için uzaylı medeniyetlere insanlığın hangi dille anlatılacağı konusu ciddi sorun olmuş. Bu sorunu dünyaca ünlü astrobiyolog ve ödüllü televizyon dizisi “Kozmoz/ Cosmos” ile Jodie Foster’ın oynadığı aynı isimli film “Mesaj/Contact” romanının yazarı Carl Sagan ustaca çözmüş. Usta bilim insanı-yazar; insan medeniyetinin kurucu temelinde ne dillerin, ne dinlerin, ne teknoloji, ne de taş mabetlerle beton gökdelenlerin olduğunu projede çalışanlara çok iyi hatırlatmış olmalı. Çünkü insanlık tarihinin “bir kadın ve bir erkek”le tabiatın ortasında başladığına sonunda herkesi ikna etmiş. Böylece NASA’nın uzaya yolladığı ‘öncü plak’ın üzerine bu gezegendeki uygarlığımızın temeli olarak bir kadın ve bir erkek sembolü işlenmiş. İnsanlık tarihinde övünülecek ne varsa hepsini kadın ile erkek yapmıştır. Hiçbir uygarlık tek başına kadınlara veya erkeklere mal edilemez. Bu zaten mümkün değildir. Bu gerçek ne milliyet, ne inanç ne de coğrafya konusudur. Fakat insanlığın en büyük ve 19 7 2 ’ D E N A S A

en şiddetli savaşı, erkeklerin kadınlara bitmeyen binlerce yıllık (kadın) düşmanlığı (mizojeni) üzerine kuruludur. Bu bir güç savaşıdır ve erkekler dünya nimetlerini kadınlarla paylaşmamak için, birbirlerini öldürmek amacıyla kurdukları ordulardan daha örgütlü olarak her ülkede kendi ailelerindekiler de dâhil olmak üzere bir kadın kıyımını sürdürmektedirler. Fakat bu savaş binlerce yıldır devam ettiğine göre kazanan bir taraf da yok; çünkü hayat kadınsız devam edemiyor. Bu savaşın bitmesinin tek koşulu var. O koşul, erkeklerin kadınların da kendileri gibi özgür iradeli insanlar olduğunu kabul etmeleridir. Örneğin erkekler annelerinin de kadın olduğunu kabul edecekler. Anneleri, kızları, kadın komşuları, kadın patronları, kadın doktor, mühendis, kadın işçi veya çiftçinin de tıpkı kendileri gibi hayalleri, arzuları ve kendi hayatları olduğu gerçeğini içlerine sindirecekler. Bunun bazı ülkelerde gerçekleşmeye başladığını son 100 yılda görüyoruz. Eğer insan türü bu gezegende yaşamını sürdürebilecek kadar tabiata saygılı davranmayı başarabilirse, insanlık kadının hak ettiği insan onuru ve iradesine her yerde sahip olacağını da görecektir. Şimdi yaşanan erkek cinayetleri cinneti bunun işaretidir. Çorum yakınlarında başkenti Hattuşa (Boğazköy) keşfedilene


YAZAR 21 SOHBETLERİ

Kadeş Anlaşması'nın İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan orijinal metni...

dek Hitit Kralı 3.Hattuşili ve Kraliçe Puduhepa ‘nın Mısır Firavunu 2. Ramses’i Kadeş Barış Antlaşması’nı imzalamak zorunda bıraktıklarını bilmiyorduk. Çünkü 2.Ramses gücünü kullanarak sahte haberle propaganda yapıp, dev piramitlerden kil tabletlere kendi sahte zaferini yazdırtmıştı. Gerçek ortaya çıkınca Hititlerin, MÖ 13.yy’da dünyanın en güçlü krallıklarından birine tarihin ilk yazılı antlaşmasını imzalattığını öğrendik. Kadeş’ten 33 yüzyıl sonra 12 Mart 2012’de İstanbul’da imzalanan bir başka anlaşmayı onaylayan (2019 itibariyle) 34 ülke, aslında merhum Carl Sagan’a da bir selam yolladı. Çünkü İstanbul Sözleşmesi, uzaya yollanan ‘öncü plak’ta insan medeniyetinin kurucu akıl ve vicdanı olarak seçilen kadın ve erkeğin bu gezegendeki haklarını eşitlemeye kefil oldu. Daha önemlisi, erkeklerin yüzyıllarca normalleştirerek cezadan kurtulduğu aile içi şiddetin de suç olduğunu kabul etti. Şimdi 2012’de İstanbul Sözleşmesi’ne öncü kefillik üstlenen Türkiye bundan vazgeçmek istiyor. Hâlbuki aradan geçen 8 yılda Türkiye’de ne akla ne vicdana ne de dine-imana sığan kadın kıyımı: “aile içi şiddet” arttı. Adına aslında “erkek cinayetleri” denmesi gereken vahşet vicdan sahibi herkesi kahrederek devam ediyor.

Sorulması gereken soru şu: ”İstanbul Sözleşmesi”nden ayrılmanın Türkiye’ye getirisi nedir? Katil kocalar ve erkek sevgililer, tecavüzcü akrabalar ve hocaların şiddeti ve zulmü mü azalacak? Yoksa kadınlar artık bizi koruyacak “İstanbul Sözleşmesi” de yok, yaşam hakkımızdan vazgeçip, büyük ninelerimiz gibi “kolum kırılsa zaten yardım eden olmayacak, etim yen içinde çürüyecek” mi diyecek?

Hayır, öyle olmayacak. Çünkü insanlığın, ancak kadının erkekle eşit temsil edilmesi halinde bu gezegende hayatta kalabileceğini dünya dışındaki olası uygarlıklara(!) bile ilan ve itiraf ettik. Ama asıl önemlisi, ister MÖ 13. yy’da ister MS 21.yy’da olsun, bir anlaşmayı imzaladığınızda, artık onu toprağın altındaki tabletlere gömseniz bile o kaybolmuyor ve bu yüzden

Firavun Ramses’in bile dev piramitlere yazdığı yalanlar mutlaka ortaya dökülüyor. Bir kez göze görünen ile gönle kabul edilen artık yola çıkmıştır. Kadınlar, tabiatın ve hayatın onlara verdiği insanlık hakkını er ya da geç elde edecekler. Kadınların özgür bireyler olduğu bir dünya şimdikinden daha iyi, daha güzel olacak ve oğullarımız daha mutlu, şefkatli insanlar olarak büyüyecekler.


22 SÖYLEŞİ

L


SELİN BOZKURT

LEYLA ALATON, KADIN HAKLARINA ILIŞKIN ÇALIŞMALARIYLA BILINEN BIR IŞ KADINI. VERDIĞI KONFERANSLARDA KADINLARIN DESTEKLENMESI KONUSUNUN ALTINI SIKLIKLA ÇEKIYOR. KENDI IŞ HAYATINDA KADIN ISTIHDAMININ ARTMASI IÇIN SAYISIZ SOSYAL SORUMLULUK PROJESINE IMZA ATTI. KENDISINI FEMINIST OLARAK TANIMLIYOR. PEKI BUGÜNLERDE KADIN OLMAK NE ANLAMA GELIYOR? LEYLA ALATON ILE GÜNÜMÜZÜN KOŞULLARINI VE IŞ DÜNYASINI KONUŞTUK: “HER FIRSATTA KADININ EKONOMIK BAĞIMSIZLIĞINI SAVUNDUM.”

Leyla Bugünün dünyası kadınlar için daha zor


24 SÖYLEŞİ

Kariyerinizde yaklaşık 35 yılı geride bıraktınız. İş hayatında kadın olmak nasıl bir şey, dezavantajlarını hiç yaşadınız mı?

İş hayatımda yönetim ve icra kurulu, uluslararası komite, konferans ya da uluslararası bir örgütün yönetimi gibi yapılarda çeşitli vesilelerle yer aldım. Ve genelde hep yalnızdım. Bu tür yapılarda uzun yıllar çoğunlukla tek kadın olmaya alıştığım için hiç yadırgamıyordum. Yine de yalnızlık hissi duyduğum zamanlar da oluyordu. Kadınların konulara yaklaşımının her zaman farklılık getirdiğini ve bakış açısını zenginleştirdiğini, başka bir perspektif sunduğunu düşünmüşümdür. Dolayısıyla, bugün bütün dünyada yönetim kademelerinde ve karar verme mekanizmalarında özellikle dikkat edilmeye çalışılan çeşitliliğe Türkiye’de de daha çok ve daha hızlı bir şekilde yer vermeliyiz. Kadın istihdamı alanında bir çok sosyal sorumluluk çalışmalarınız var, değil mi? Ne gibi kolaylıklar sağlıyorsunuz?

Yeni projeleri olan veya fikirleri olup geliştirmek isteyen girişimci adayları ile görüşmek ve onlara tecrübelerimi aktarmak bana büyük mutluluk veriyor.Onlara ilgi alanları hakkında yönlendirmeler yapıyor ve ilgili kişilerle bir araya getirmeyi seviyorum. Girişimcilik yolunda networking’in çok önemli olduğunu düşünüyorum. Elbette kadın girişimciler, özellikle benim ilgi alanıma girenlere desteğim tam. Zaten TurkishWin, Arya Kadın Yatırım Platformu gibi platformlarda kadınların ileri gitmesi veya start-up olarak melek yatırımcılardan ilgi görebilmesi için elimden geleni yapıyorum. Sosyal medyada da bu konuda oldukça aktifsiniz…Ne gibi çalışmalarınız var?

Sosyal medyamda, gelecek olan talepleri, siparişleri karşılayabilecek ya da altyapısına güvendiğim girişimcilere yer veriyorum ki bir çok kitleye ulaşabilmelerini sağlıyorum. Her zaman pozitif ayrımcılık taraftarıyım. Yönetim kademelerinde kadınların yer alma oranı yüzde elliye ulaşana kadar pozitif ayrımcılık yapmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bir röportajınızda “kadınlar kaderine teslim olmamalı” demiştiniz. Bu nasıl olacak peki?

Her fırsatta kadının ekonomik bağımsızlığını savundum. Kendi para-

sını kazanmak bireye seçme hakkını veriyor. Ben sadece eşit haklar ve huzur açısından “Ekonomik özgürlük” diyorum. Huzursuz olduğu bir ortamdan sırf ekonomik özgürlüğü olduğu için çıkabilmeye cesaret edebiliyor. Ailede eşitlik, yeni nesile örnek teşkil ettiği gibi huzurlu ve mutlu toplumların temel taşıdır. Evet, tüm bunlar olması gerekenler. Fakat Türkiye’de kadın olmak her geçen gün daha zorlaşıyor. Bu haftanın gündemi çok acı, malum. Sürekli artan kadın cinayetleriyle ilgili neler söylemek istersiniz?

Çok acı… İşin daha acısı, şöyle bir durum var: Bu dünyada da aynı… Maalesef şiddet evrensel. O yüzden ben bunu Türkiye değil dünya olarak almak istiyorum. Instagram’da da bu konuları paylaşıyorum. Örneğin Johnny Depp’i koydum geçen hafta. Düşünün, Hollywood’un en karizmatik, en ilgi çekici isimlerin de içki alınca

bu tip şiddet eğilimini görüyoruz. Şiddet hayalkırıklılığı ve problem. Covid’in de patlamasıyla yapılan araştırmalar dünyada da şiddet eğilimlerinin artışını gösteriyor. Kadın olarak hayatta kalmak giderek zorlaşacak mı?

Biliyor musunuz ben hiç kızım olsun istemedim. İki tane oğlum oldu. Bugünün dünyasının, Türkiye’sinin demiyorum kadınlar için hala daha zor olduğunu düşünüyorum.

Sosyal medyanın günümüzdeki yeri de tartışmalar arasında… Sizin sosyal medyayla ilişkiniz nasıl?

Sosyal medyada bütün hesaplarım herkese açık şekilde. Vatandaş olarak da fikir önderi olarak da halka açık şirketin yöneticilerinden biri olarak da ben şeffaf, ulaşılabilir ve herkesle yakın olmaya inanıyorum. Sosyal medya insanları bence çok daha demokratikleştirdi, homojenleş-

tirdi ve birbirine yakınlaştırdı. Hatta bazı durumlarda fazla yaklaştırdı ama önemli değil, çünkü istediğiniz yerde hemen o bariyeri çekip kendinizi koruma alanına alabiliyorsunuz. Ama benim sosyal medya merakımın bir nedeni, hızlı bilgi akışı olması, diğeri ise eğitim-öğretim platformu niteliği taşıması diyebilirim. Hem kendim için hem de bildiklerimi ve öğrendiklerimi insanlarla paylaşmak için bir eğitim platformu. Çünkü ben güzelliklerin paylaştıkça artacağını düşünüyorum ve hayatım boyunca da öyle olduğunu gördüm. Her zaman bu konuda fazlasıyla cömert oldum, bunun geri dönüşü size fazlasıyla geliyor. Geri dönsün diye de yapmadım, o yüzden geri dönüyor belki. Hem çok güzel çok değerli insanlar tanıyorsunuz hem de çok ummadık dostluklar olabiliyor. İnanılmaz insanlarla tanışabiliyorsunuz. Aynı frekansta olan insanları bir araya getiriyor. Çok sevdiğim bir yer oldu.


SÖYLEŞİ 25

PANDEMI SONRASI HAYAT NASIL OLACAK? Pandemi sonrasında hayata bakışınızda değişiklikler oldu mu?

Elbette oldu. Şükretmek ve sadeleşmek, öncelikleri değiştirmek, yeniden belirlemek oldu. Bakış açımın çok farklılaştığını söyleyebilirim. Kendini daha çok eğitmek için daha çok zamanın olduğunu, bunun ne kadar değerli olduğunu görüyorsun. Ama elbetteki bunun devam etmesini istemiyoruz.

Bir öngörünüz var mı? Sizce bu süreç ne kadar devam edecek?

Ben medikal sektörde olduğum için aşının yakın bir zamanda çıkacağını düşünmüyorum. Ama ilacın çıkabileceğine, en azından ara çözüm olabileceğini düşünüyorum. O da en azından bu da bir atılım olur. Çünkü medikal dünyada tamamen ilim konuşur, dedikodu konuşmaz. İlim bilim de sayısaldır. Deney üzerinedir. Klinik araştırma diye birşey vardır. Klinik araştırmanın bir süresi vardır. Örneğin yarım saatte ğişecek bir keki 5 dakikada pişiremezsiniz. Pişirerseniz doğru kek olmaz. Dolayısıyla klinik araştırma bütün süreci belirler, bu da zaman alır.

Pandemiyle birlikte yeni bir dünya düzenine geçtik, dijital hayata bu hızlı girişin avantajları ve dezavantajları nedir?

Zaten öyle olacaktı, sadece ummadığımız kadar hızlı oldu. Bu sürece zaten girmiş olanlar daha hafif atlatırken, rehavette olan herkes kültür şokuna uğradı. Bu süreci görmezden gelenler sürecin başında biraz zorlandı. Ancak herkes kendine bir sonuç çıkardı. Ama şimdi hep birlikte bu dünyaya bir anda girmiş olduk. Hiç ummadığınız yaştaki insanlar ya torunlarının yardımıyla yahut başka bir şekilde zoom yada her ne ise öğrendiler. Bu Çince’yi mecburen öğrenmek gibi birşey oldu.

Bundan sonra iş hayatında nasıl bir şekillenme ön görüyorsunuz?

İş hayatında gördüğüm en önemli süreç yumurtaları ayrı sepetlere koyma ihtiyacı… İkincisi yerli ve milli yeterliliğe, her alanda ancak özellikle stratejik alanlarda medikal ve yiyecek, içecek gibi alanların önemi… Dışa bağlılığın acilen azaltılması… Savunma sanayinin çok gereksiz olduğu, bugünkü biyolojik savaşların ne derece önemli olduğunu farkettik. Bir gram etmeyen bir virusün nasıl alt ettiğini gördük. Hepimiz kalakaldık. Şaşmayan kişi kaldığını düşünmüyorum. Dolayısıyla öncelikler değişti. Dünyaya yeni bir şans veriliyor. Özellikle çevre konusundaki duyarlılığın geri gitmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda global olarak da beraber çalışmanın önemini öğrettiğini düşünüyorum.


26 FİKİR

Kadına yönelik şiddeti nasıl önleyebiliriz?

BIR ERKEĞI EĞITIRSEN BIR INSANI EĞITMIŞ OLURSUN. ANCAK KADINI EĞITIRSEN, AILEYI VE TOPLUMU HATTA BIR NESLI EĞITEBILIRSIN. KADINA ŞIDDETIN KAYNAĞINDA AILE IÇINDEKI ŞIDDETIN DILI ÖNEMLI BIR FAKTÖR…

DR. ŞE RE F OĞUZ

H E R K A D I N cinayetinde dillendirdiğimiz kullanışsız ezber şudur; “kadına şiddeti, şiddetle cezalandıralım.” Ancak ıskaladığımız, bu şiddeti üreten kaynaktır. Kadına yönelik saldırıları, fiziksel düzeyden dil bağlamında, her alanda ortadan kaldırmak en önemli önceliğimiz olmalı. Dünyada izlenen her 3 diziden 1’i bize aitse, dizilerdeki dil dikkati sayesinde sadece Türkiye’de değil, tüm coğrafyalarda, kadına yönelik şiddeti önlemeye dair politikalar oluşturabiliriz. Kadına şiddetin kaynağına inersek, bu şiddet yanlısı erkeği doğuran anayı eğitmekten işe başlamak gerekir. Tezim şudur ki kadına şiddeti oğlunu eğiten analar önleyebilir. Çünkü kadın öğrenirse, evladı da öğrenir. Sonuçta onu bir kadın doğurmuştur ve o da eğitilebilir. Ceza şüphesiz gereklidir ancak tek başına yeterli değildir. İdam gelse dahi kadına şiddet uygulayanları asmaya darağaçları yetmeyebilir. Ana, bizim ilk öğretmeniz hatta başöğretmenimizdir. Okul öncesi eğitimin ana kucağıdır ve bu süreçte çocuğa, şiddet uygulamaması gerektiği öğretilebilir. İlk ders ise anaya; sen çocuğuna şiddet uygulama, yetiştirirken şiddet dili kullanma. Geçen yıl Mardin’de düzenlenen Dünya Kadın Zirvesi’nin tek erkek konuşmacısıydım. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen ka-

dınlar, şiddetin önlenmesine dair yapılanları, yapılması gerekenleri tartıştılar. Zirvenin açılışında konuşan Emine Erdoğan; “kadına şiddetin kaynağını kurutmalıyız” diyordu. İzleyen oturumlarda temel arayış, bu şiddetin kaynağının ne olduğuna dairdi. Açılış sonrası ana oturumda, sahneye dizilmiş kadınların tam ortasında ben yer alıyordum. Her konuşmacı, sıra kendisine geldiğinde kadına şiddetin kaynağı olarak erkeği adresliyor ve şiddetle cezalandırılması gerektiği tezini tekrarlıyordu. Benim bu cezanın yetmeyeceğine, kadın cinayetlerinin yalnızca cezaları ağırlaştırılarak önlenemeyeceğine dair farklı tezim oldu. O da şuydu; ülkedeki tüm erkeklerin başına bir jandarma dikemeyeceğiz. Kadına şiddeti üreten, erkeğin zihnindeki sosyal kodlardır. Eğer o kodları değiştiremezsek, kadınlar şiddete maruz kalacak, şiddet uygulayan erkekler de ceza almaya devam edecek. Peki, bu kodlar nasıl dönüştürülür? Eğitim, en kolay cevaptır; “eğitim şart” deyip kestirip atarsın, olur biter. Savunduğum, sorunu kendi sorumluluk alanımızın ötesine atıp, kendi üzerimize düşen sorumluluktan kaçamayacağımızdır. Çünkü şiddeti var eden, yönetilemeyen öfkedir. Ancak bu da kök sebep değildir. Kök sebep, zihinde


FİKİR 27

Ana, evladına; “kadına hürmet” fikrini aşılayabilir. Böylece hemcinslerini şiddetten korumuş hem de toplumda şiddetin hükmünü azaltmış olur. Bu yüzden önce analar eğitilmeli…

bu şiddeti üreten bakış açısı, yönetilemeyen öfke, kabından taşan kıskançlık ve kadına bakıştaki sakatlıktır. Sen eğer zihninde kadını, “annen dahil” erkekten daha aşağıda bir varlık olarak kodlamışsan, cinsiyete dair rollerde kadına, düşük mertebede yer vermişsen, öfkesine kapılan her erkek, kadını cezalandırabileceği yanılgısına saplanır. Ülkede süregiden kadına şiddet eylemlerinde, buna maruz kalan kadını kurban diye kutsar, şiddeti uygulayanı da lanetlemekten öteye gidemezsek, her gün çok sayıda kadın mağdur olacaktır. O halde? Daha çocukluktan başlayarak kadına saygıyı işlemek, kadının erkekten düşük seviyede sosyal varlık olduğuna dair zihinlere işlenen pürüzleri gidermek gerekiyor. Dikkat edilmesi gereken nokta, kadına şiddeti önlemede, kadının rolünün; mahkeme yargıcından, erkek öğretmenden ya da benzeri diğer kurumlardan dana önemli olduğudur. Nice kadın bilirim, “o da yapmasaydı” diyerek şiddet uygulayan erkeği savunmuştur. Nice kadın bilirim; hemcinsine uygulanan şiddeti “hak etmiştir” diye nitelendiren… Anne, daha doğumdan itibaren erkek veya kız, evlatlarının ilk öğretmenidir. Aile içinde cinsiyete dair rol dağılımında, bebeklikten itibaren kız çocuğunun erkek evladının ardında pozisyonlarsa, erkek

çocuk yetişkin hale geldiğinde bu zihin yapısıyla hareket edecektir. Kız arkadaşının üzerinde mülkiyet hakları gözetecek, kıskançlığın ona verilmiş bir hak olduğunu, sevgilisinin her hareketini kontrol, yönetmek ve cezalandırmayı kendine görev gibi görecektir. Diziler demiştim. Dikkat edin; her biri diğerinin aynısı, neredeyse tamamı kirli veya gür sakallı, sevse dahi arada şiddet uygulayan erkekler dolu dizilerde… Eline güç geçtiğinde, bunu kadına karşı kullanırken son derece doğal davranış içinde olan bu tavır, senaryonun şablonu gibi adeta… Erkek, sever de döver de… Eğer zihin yapısı bu ise ve erkeğe öfke kontrolü öğretilmemiş, aksine kadını kendi mülkü gibi algılatılmış ise o erkeği kim durdurabilir? Hani meşhur klişedir; “idama karşıyım, sallandıracaksın bir iki tanesini bak bakalım bir daha yapıyor mu…” kabilinden sıradanlıklarla kadına şiddetin önüne geçemeyiz. Kök sebep, sosyal DNA’lardadır. Ona erişebilmek için erkek çocuğunun doğumundan itibaren müdahale gerekecektir. Bu müdahaleyi yapabilecek en yetkin kişi ise kadına şiddeti uygulayan erkek evladı yetiştiren annenin sosyal kodlarını değiştirmek, öncelikle onu eğitmek ve onun da kız, erkek; çocuklarından şiddet dilini, duygusunu arındırmasını sağlamak olacaktır.


28 GÜNDEM

İstanbul sözleşmesi neden yaşatır? SADECE 2020’NIN ILK ALTI AYINDA TAM 146 KADIN CINAYETE KURBAN GITTI…BU KARA LISTEYE SON OLARAK EKLENEN ISIM HENÜZ 27 YAŞINDAKI PINAR GÜLTEKIN… ERKEKLER TARAFINDAN ÖLDÜRÜLEN KADINLARIN ISIMLERI HEP AKLIMIZDA… PEKI KATILLERI TANIYOR MUYUZ?BU CANILIĞI DURDURMAK IÇIN NELER YAPILABILIR?

Dİ D E M E R YA R ÜNLÜ


GÜNDEM 29

tarafından açıklanan verilere göre, geçtiğimiz bir yıl içinde dünya genelinde 87 bin kadın, erkekler tarafından öldürüldü… Dünya Bankası tahminlerine göre dünyada 1 milyar kadın, erkek şiddetine karşı savunmasız durumda… Kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddet, dünyanın en yaygın ve en yıkıcı insan hakları ihlallerinin başında geliyor. Milyonlarca kişi, yüzlerce kurum ve sivil toplum kuruluşu bu gerçeği avaz avaz bağırsa da, kadınlar erkekler tarafından öldürülmeye devam ediyor. Dünya genelinde milyarlarca kadın, fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik ve sosyal şiddetten etkileniyor. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’ne göre dünya çapında kadınların yüzde 35’i hayatlarının bir döneminde fiziksel ve cinsel şiddete ya da cinsel saldırıya maruz bırakılıyor. Türkiye’de, her 10 kadından 4’ü hayatları boyunca en az bir şiddet türüyle karşı karşıya kaldığını ifade ediyor. Sivil toplum örgütleri tarafından derlenen resmi olmayan verilere göre, 2018 yılında Türkiye’de 440 kadın öldürüldü. Bu oran, 2012 yılına işlenen kadın cinayetlerinin iki katı olarak kayıtlara geçti. BIRLEŞMIŞ MILLETLER


30 GÜNDEM

2019’da ise ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre Türkiye’de 474 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Bu, son 10 yıldaki en yüksek rakam oldu. Aile içi anlaşmazlıklar, ekonomik sıkıntılar, işsizlik, alkol ve uyuşturucu kullanımı, kıskançlık gibi konular kadın cinayetlerinin ana sebeplerinin başında geliyor. Irk, dil, din tanımayan bu şiddet pandemisi hiç durulmuyor, tam tersine var gücüyle yaygınlaşıyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri de, şüphesiz “cezasızlık”... Kadınlar sadece kadın oldukları için öldürülürken, kadına yönelik bu şiddet, sadece ‘kadın varlığı’ üzerinden tartışılıyor… Asıl sorumlusu olan ‘erkek’ ise işin dışında bırakılıyor. AMA’SIZ, FAKAT’SIZ ŞIDDETE KARŞI DURMAK!

TÜSİAD, geçtiğimiz gün yaptığı “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” başlıklı basın açıklamasında, “‘ama’sız ve ‘fakat’sız şiddete karşı durmak” tanımını kullandı. Bu nokta çok önemli, çünkü şiddete bahane aramaya devam edip, ‘namus’ kavramını sadece kadın üzerinden tanımlamayı sürdürdükçe, bu kabusu sonlandırmak mümkün olmayacak. TÜSİAD’ın açıklaması kısaca şöyle: “İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele için vardır. İstanbul Sözleşmesi, kim olursa olsun şiddet mağdurunu korumak için vardır. ‘Ama’sız, ‘fakat’sız şiddete karşı durmak için vardır. Kadına yönelik şiddet hem dünyada hem de ülkemizde kanayan bir yara ve bir insanlık suçudur. Kadınların çeşitli bahanelerle şiddete maruz kalması ve yaşam haklarının elinden alınması maalesef her gün sarsıcı örnekleriyle karşımızdadır. Kadınların ve çocukların hayatını karartan cinayet, tecavüz, taciz vakaları, zorla ve erken evlilikler kadını kadın olduğu için ayrımcılığa maruz bırakan zihniyet yapısının yansımalarıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2012 yılında tüm siyasi partilerimizin ittifakıyla İstanbul Sözleşmesi’ni onaylaması dünyaya örnek ve öncü bir adım olmuştur. Bugün, 34 ülke bu sözleşmeyi uygulamaktadır. İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamış olmak, kadına şiddet eyleminin hiçbir mazereti olamaz demektir. Sözleşmenin tartışmaya açılması ise şiddeti mazur göstermek anlamına gelir, şiddet uygulayanları cesaretlendirir. Nitekim, vicdanı olan herkesi sarsan her bir kadın cinayeti ve kadına yönelik erkek şiddeti, İstanbul Sözleşmesi’nin ne kadar yaşamsal olduğunu gösteriyor.” TÜRKIYE İSTANBUL SÖZLEŞMESINI IMZALAYAN ILK AVRUPA DEVLETI, AMA…

İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen «Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avru-

SADECE EĞITIMSIZ KADIN DEĞIL, YÖNETICI 2013 yılında Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu (CGFT) tarafından hayata geçirilen İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı (BADV) Projesi, çalışanların yakın ilişkide maruz kaldıkları şiddete karşı iş yerlerinde destek mekanizmaları oluşturulması ve iş dünyasının aile içi şiddeti azaltıcı yöntemleri yaygınlaştırmaları amacıyla tasarlandı. Hollanda Hükümeti’nin Matra Fonu’ndan sağlanan 20 bin Euro’luk destekle hayata geçirilen projenin ilk senesinde, o dönem Hollanda Başkonsolosu görevini yürüten Robert Shuddeboom, şu yorumları yapmıştı: “Kadına yönelik şiddet, tüm dünyada büyük bir problem olmaya devam ediyor. Şiddet kurbanlarının küçük düşme korkusuyla yaşananları anlatamayacağı bir dünyayı hoş göremeyiz. Kadınların başlarını kaldırmayıp, haklarını arayamadıkları, şiddet faillerinin cezalanmadığı bir dünyayı hoş göremeyiz. Politik, sosyal, ekonomik ve cinsiyet anlamında kadın

erkek eşitliği şiddetle mücadelenin önemli bir unsurudur” demişti. Proje kapsamında hayata geçirilen “Yakın İlişkide Şiddetin Beyaz Yakalı Kadın Çalışanlara ve İşletmeye Etkisi Araştırma Raporu”, 2016-2019 yıllarını kapsıyor. Rapora bin 715 kişi katılmış. Katılımcı profilini ortalama 35 yaşında, üniversite mezunu, yüzde 62’si evli bireyler oluşturuyor. Ankete katılan kadınların yüzde 30’undan fazlası yönetici konumunda. Raporun ortaya koyduğu sonuç ise oldukça çarpıcı: Sadece eğitimsiz kadınlar değil, çalışan kadınlar da eşlerinden şiddet görmeye devam ediyor. Projede öne çıkan başlıklar şöyle: Çoğunluğu üniversite mezunu beyaz yakalı kadın çalışanların yüzde 75’i en az bir kez şiddetin bir tütüne maruz kalmış. Çalışan kadınların yüzde 40’ı psikolojik-duygusal şiddete, yüzde 35’i sosyal şiddete, yüzde 17’si ekonomik şiddete, yüzde 8’i fiziksel şiddete maruz kalıyor.


GÜNDEM 31

TÜRKIYE’DE NISAN AYINDA 20 KADIN ŞÜPHELI OLARAK ÖLÜ BULUNDU Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu rakamlarına göre, COVID-19 salgını nedeniyle kısıtlamaların artırıldığı Nisan 2020’de 20 kadın cinayeti işlendi. 23 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. 14 kadının neden öldürüldüğü tespit edilemedi, 2’si ekonomik bahaneyle, 4’ü barışma isteğini reddetmek ve boşanmayı istemek gibi kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü. 14 kadının hangi bahaneyle öldürüldüğünün tespit edilememesi, COVID-19 günlerinde kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin görünmez kılınmasının bir sonucu olarak değerlendirildi. Platformdan yapılan açıklamada ise, “Kadınların kim tarafından, neden öldürüldüğü tespit edilmedikçe; adil yargılama yapılmayıp şüpheli, sanık ve katiller caydırıcı cezalar almadıkça, önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet boyut değiştirerek sürmeye devam ediyor” dendi.

AVRUPA’DA EN FAZLA KADIN CINAYETI ROMANYA’DA Pınar Gültekin hayattan koparıldığında henüz 27 yaşında idi.

I KADIN DA EŞINDEN ŞIDDET GÖRÜYOR Çalışan kadınların bir bölümü maruz kaldıkları davranışları şiddet olarak nitelendirmiyor veya bu davranışın şiddet olduğunu bilmiyor. Şiddetin ekonomik nedenlerden ortaya çıktığını düşünenlerin oranı yüzde 79. Şiddete rağmen ilişkiye devam edilmesinin nedeni de yüzde 84 ekonomik gerekçeler olarak algılanıyor. Şiddet gören kadınların yüzde 16’sı bu nedenden ötürü ilişkisini devam ettirdiğini kabul ediyor. Çalışanların yüzde 35’i kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamada maddi gelirini yetersiz buluyor. Her 10 katılımcıdan sadece 3’ü kadınların gerçekten isterlerse şiddet içeren ilişkiyi bitirebileceklerini düşünüyor. Erkeklerin yüzde 40’ı eşine veya birlikte olduğu kişiye kötü davrandığını kabul ediyor. Üniversite mezunu erkeklerin yüzde 37,5’i eşine veya birlikte olduğu kişiye şiddetin bir türünü içeren kötü davranışta bulunduğunu kabul ederken, bu oran

lise mezunu erkeklerde yüzde 24,5. Şiddete dair deneyim en çok arkadaş ve komşularla paylaşılıyor. Ancak; şiddete uğramış bireylerin yaklaşık yüzde 30’u bu durumu kimseyle paylaşmadığını ifade ediyor. Kadınlarda şiddetin iş yaşamına etkisi en çok keyifsizlik (yüzde 54) ve yorgunluk hissi (yüzde 36) ile ortaya çıkıyor. Şiddet gören çalışan kadınların yüzde 30’u şiddet gördüğü için geçici olarak evini terk etmek zorunda kalıyor. Katılımcıların yüzde 99’u, eşinden şiddet gören kadının iş yaşamının etkileneceğini düşünüyor. Şiddet konusunda işyerinden destek alma fikri yaygın değil. Şiddet vakalarında destek alınması önerilen kurumlar arsında sosyal hizmet uzmanları ve kadın kuruluşları yüzde 70 ile en önde geliyor. Kadınların yüzde 45’i şiddete uğrarsa bunu işyerindeki yöneticileriyle paylaşmaktan utanacağını söylüyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün “cinsiyete dayalı öldürme” için kullandığı ‘femisid’ rakamları kadına karşı şiddetin Avrupa’da da korkutucu boyutlara ulaştığını ortaya koyuyor. Fransa’da 2019 yılında 149 kadın eşi veya sevgilisi tarafından öldürüldü. Her 3 günde 1 kadının öldürüldüğü Fransa’da, mağdurlar farklı sosyal kesimlerden 15 ile 92 yaş aralığında bulunuyor. Almanya’da 2018 yılında 114 bin 393 kadın fiziki şiddete maruz kaldı ve ülke genelinde işlenen 386 cinayetin 122›si kadın cinayeti oldu. Polonya’da yılda 65 binden fazla kadın şiddete uğrarken, 400’den fazla kadın eşi ya da partneri tarafından öldürüldü. Belçika’da 2019 yılında 20’den fazla kadın sadece kadın olduğu gerekçesiyle öldürüldü. Belçika’da son dönemde “yaklaşmama kararı” oranlarının artmasına ve elektronik bilezik uygulamalarına rağmen, kadın cinayetleri artmaya devam ediyor. Litvanya’da yılda 30 bin kadın şiddete maruz kalırken, Belaruslu kadınların yüzde 77’si hayatlarında en az bir kere şiddet görüyor. Merkezi Londra’da bulunan Kadınların Ve Kız Çocuklarının Sesi Platfromu’nun yaptığı açıklamaya göre, 2019 yılında İngiltere genelinde 111 kadın öldürüldü. Avrupa İstatistik Ofisi Eurostat’ın verilerine göre Romanya, milyon kişi başına düşen kadın cinayeti sayısında 4.3’lük oranla Avrupa’nın en fazla kadın cinayeti işlenen ülkesi konumunda.


32 GÜNDEM

COVID-19 ŞIDDETI KÖRÜKLEDI BM Kadın Komisyonu tarafından yayınlanan bir rapor, COVID-19 salgını sürecinde dünyanın birçok yerinde kadına yönelik şiddetin arttığını ortaya koyuyor. Raporda yer alan verilere göre, dünya genelinde 15-49 yaş arası 243 milyon kadın ve kız çocuğu son 12 ay içinde hem cinsel hem de fiziksel şiddete maruz kaldı. COVID-19 salgınını neden olduğu güvenlik, sağlık ve ekonomik kaygılar ve endişeler ise şiddeti daha da körüklemiş durumda. Fransa’da 17 Mart’tan itibaren fiziksel izolasyon ile beraber, ev içi şiddet oranı yüzde 30 artmış durumda. Arjantin’de acil çağrı merkezlerine ev içi şiddetten kaynaklı olarak 20 Mart’tan itibaren yüzde 25 artış söz konusu. Kıbrıs ve Singapur’da acil yardım hatlarında yüzde 30-33 arası artış var. Avustralya’da artış oranı yüzde 40. Kanada, Almanya, İspanya, Birleşik Krallık ve Amerika gibi ülkelerde de ev içi şiddetten kaynaklı yardım merkezlerinin aranma oranı da artış gösteriyor. Raporda aynı zamanda, salgın krizi sonrasında sosyo-ekonomik eşitsizliklerin, işsizliğin, ekonomik sıkıntıların ve güvensizliğin artacağı, COVID-19’un ekonomik etkisi nedeniyle yerel kadın örgütlerinin uzun vadede kadınlara yardım sunma konusunda ciddi sorunlar yaşayacağı ifade ediliyor.

2020’NIN ILK ALTI AY RAKAMLARI KORKUTUCU 6 AYDA 146 CINAYET!

OCAK ŞUBAT MART NİSAN MAYIS HAZİRAN TOPLAM

KADIN CINAYETI

ŞÜPHELI KADIN ÖLÜMÜ

27 22 29 20 21 27 146

7 12 9 20 18 23 89


GÜNDEM 33

pa Konseyi Sözleşmesi» de işte bu anlamda çok büyük bir önem taşıyor. Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan sözleşme, 1 Ağustos 2014’te Türkiye’de ve 11 Avrupa ülkesinde yürürlüğe girdi. Bugüne kadar Avrupa Konseyi’ne üye 47 devletten 34’ü tarafından onaylanıp yürürlüğe konuldu. Türkiye sözleşmeyi İstanbul’da imzalayan ilk “Avrupa” devleti oldu. İlk imzacı olmanın ötesinde 12 Mart 2012’de sözleşmeyi çekincesiz onaylayan ilk devlet olarak da tarihe geçti. Fakat, İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından Türkiye’de 12 ilde 1537 kişi arasında yapılan anket, toplumun yüzde 51,7’sinin İstanbul Sözleşmesi hakkında bir bilgiye sahip olmadığını ortaya koyuyor. Rusya ve Azerbaycan, Avrupa Konseyi üyesi olup, sözleşmeyi imzalamamış iki ülke konumunda. Sözleşmeyi imzalayıp, yürürlüğe koymayan ülkeler de var. Bunlardan biri Bulgaristan. Sözleşme “anayasa ile uyuşmuyor” bahanesiyle rafa kalkmış durumda. Slovakya’da ise sözleşmenin onaylanması geçtiğimiz sene parlamento tarafından reddedildi. Polonya, Hırvatistan, Litvanya ve Letonya gibi ülkeler de, sözleşmeyi uygulamaya koymakta ayak direyen ülkeler arasında. SÖZLEŞME NEYI KAPSIYOR?

Finlandiya’nın Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi olan Büyükelçi Nina Nordström, İstanbul Sözleşmesi’ni “Kadına yönelik şiddete karşı sıfır toleransa odaklanmış bir insan hakları enstrümanıdır” kelimeleri ile tanımlıyor. Peki İstanbul Sözleşmesi neyi kapsıyor? Sözleşme, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti bir insan hakkı sorunu olarak ele alıyor ve bu tür şiddete sıfır tolerans gösterilmesini; şiddetin önlenmesini, mağdurların korunmasını ve şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesini hedefliyor. Bu kapsamda, gençler ve erkekler başta olmak üzere tüm tarafları her türlü şiddet olayını engelleme konusunda iş birliği içinde hareket etmeye davet diyor. Sözleşme; fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddetin yanı sıra, kadınların sünnet edilmesi, zorla evlendirilmesi, cinsel taciz, cinsel şiddet gibi konuların da bir suç olarak düzenlenmesini ve cezalandırılmasını öngörüyor. Sözleşme temelde kadınlar için hayata geçirilmiş olsa da, erkekleri ve çocukları da kapsıyor. Sözleşmede, kadına şiddet konusunun eğitim müfredatına dahil edilmesi, özel sektör ve medyanın bu konuda harekete geçmesi gerekliliğine de yer veriliyor. “Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların bu sözleşme

kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir» tanımına yer veren sözleşme “zorla gerçekleştirilen evliliklerin geçersiz ve hükümsüz kılınabilmesini veya sona erdirilmesini temin edecek yasal veya diğer tedbirleri” alma zorunluluğu getiriyor. Sözleşme ayrıca mağdurlara, hukuki yardım ve ücretsiz adli yardım imkanı da sağlıyor. İTIRAZLARIN NEDENI: “SÖZLEŞME TÜRK AHLAK KURALLARINA AYKIRI”

İstanbul Sözleşmesi, eşleri, sevgilileri tarafından öldürülmek istenmeyen kadınları bir çığlığı niteliğinde. Bu kadınlar “Ben bir yerde ölü bulunmak istemiyorum” derken, devletin kendilerine sahip çıkmasını, şiddet uygulayanların cezalandırılmasını, adaletin yerini getirilmesini talep ediyorlar. Fakat tüm bu çağrılara rağmen, 2019 yılında Türkiye’de 474 kadın öldürüldü. Kadın katilleri, ‘kıskandım öldürdüm’, ‘eteği kısaydı öldürdüm’ gibi insanlık dışı açıklamalarda bulunma cesaretini gösterebilirken, kadınların hayatları bir bir sönmeye devam ediyor. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, yaptığı açıklamalarda kadına karşı şiddetin ‘yükselen bir trend’ olduğuna; yasaklar ve cezalar olmadığı için kadın ölümlerinin arttığına bu güne kadar çok kez dikkat çekti. Fakat Güllü’nün dikkat çektiği çok önemli bir konu daha var. O da, kadınların bilinçlenmesi, bilinçlendikçe kendilerine şiddet uygulayanlara kafa tutmaya başlaması, kafa tuttukça da, buna alışık olmayan zihniyet tarafından daha fazla yok edilmeye çalışılması. İstanbul Sözleşmesi’nin sürekli eleştirilere maruz kalmasının nedeni de bu aslında… Sözleşmenin uygulanamamasının temelinde “aile yapısına zarar verdiği yönündeki eleştiriler” ön plana çıkıyor. İstanbul Ekonomi Araştırma’nın anketine göre birçok kişi, İstanbul Sözleşmesi’nin boşanmalarda artışa neden olduğunu, erkekleri istismar ettiğini, Türk gelenek ve ahlak kurallarına aykırı olduğunu düşünüyor. Önümüzdeki tablo çok acı; ama her geçen gün daha çok kadının şiddet karşısında bilinçlendiğini; seslerini yükseltmeye başladığını görüyoruz. Kadınların güçlenmesini kabul edemeyen erkeklerin şiddeti, kaçınılmaz olarak önümüzdeki dönemde artmaya devam edecek. İşte bu nedenle, suçun cezalandırılması gerekli. BM Genel Sekreteri António Guterres’ın sözleri ile bitirelim: “Dünya nüfusunun yarısını temsil eden kadın ve kız çocukları şiddet ve güvensizlikten uzak bir şekilde yaşayana kadar, eşit ve adil bir dünyada yaşadığımızı tam olarak söyleyemeyiz”


34 SAĞLIK

Şiddetin betonunu kim döktü? PSIKIYATRI PROFESÖRÜ NESRIN DILBAZ, KADINLARIN PLANLANMIŞ, KORKUNÇ CINAYETLERLE ÖLDÜRÜLMESININ ARKASINDA YATAN NEDENI “HAZ ILKESINDEN, GERÇEKLIK ILKESINE GEÇEMEMEK” DIYE AÇIKLIYOR.

YA S E M İ N S A L İ H

“Onu çok sevmiştim, çaresiz kaldım, kıskançlık krizine girdim, tartıştık, onu öldürdüm, çok pişmanım…” 27 yaşındaki üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’i öldürdükten sonra yakmaya çalışan, bunu başaramayınca varile koyup üzerine beton döken Cemal Metin Avcı, emniyetteki ifadesinde kendini böyle savunuyor… Pınar’dan sonra sekiz yıllık eşi tarafından boğulan Bahar Ö. Ve Mücella D. de de öldürüldü… Onlar gibi niceleri bir anlık kıskançlık krizi, tecavüzcülerine cesaret verme gibi nedenlerle hayattan koparılıyor. Ne yazık ki bu haberler, pandemi döneminde sıklaştı. Peki bu şiddetin betonunu kim döktü? Harcını kim, nasıl kardı? Yüreklerimizi dağlayan kadın cinayetlerinin, psikiatri bilimi gözüyle nasıl algılandığını sorguladık. Merak ettiklerimizi Psikiyatr Prof. Dr. Nesrin Dilbaz yanıtladı…


SAĞLIK 35

Kadına şiddet olayları neden artıyor sizce?

Kadına şiddet, aslında bizim dillendirdiğimiz tarafı ama ülkemizde ne yazık ki genel olarak insanlarda şiddet duygusunun arttığını görüyoruz. Bunu çocuklara yönelik şiddette de görüyoruz ama genellikle aile içinde halledildiği için çok öne çıkmıyor. Kadına şiddetin de bir bölümü aile içinde kapalı kalıyor, bizler bir kısmını öğreniyoruz. Pandemi döneminde şiddet eğilimi arttı mı?

Kesinlikle. Dünya çapında her zaman kriz, savaş, pandemi gibi dönemlerde şiddet davranışında artış olmuştur. Bu aslında kişinin sadece başkasına yönelik şiddeti olarak değil, kendine yönelik şiddet eğiliminin de arttığı bir dönem. Tüm dünyada intihar oranları artıyor. Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki depresif, sıkıntılı, tahammülsüzlüğün arttığı dönemlerde doğum oranları da yükseliyor. Bunu gelecek kaygısıyla açıklamak mümkün mü?

Evet ama yeterli değil. Çünkü olay sadece gelecek kaygısı değil. Engellenme eşiği düşük toplumlarda insanların tahammülleri artar. İnsanlar istediklerini yapamadıklarında, istekleri engellendiğinde buna nasıl

tahammül gösteriyor? İşte şiddetin temelindeki felsefe budur. Ne yazık ki bizler, engellenme eşiği düşük bir toplumda yaşıyoruz. Bakın pandemide 65 yaş üstü insanlara sokağa çıkma yasağı getirildi, kimsenin sesi çıkmadı. Öte yandan gençler, saat 24:00’ü bir saniye geçe kendilerini sokağa attılar. 65 yaş üstünde tahammül deneyimi daha fazla olduğu için bu manzara yaşandı. Avrupa’da engellenme eşiği daha yüksek. Bu biraz da yetiştirilme şekliyle ilgili. Süper egosu (kurallara uyma, vicdan gibi duyguların tamamı) gelişmemiş toplumlarda engellenme eşiği düşüktür. Neden bu düşük eşikten kadınlar daha fazla etkileniyor? Erkekteki şiddet eğiliminin bu denli korkunç cinayetlere neden olmasının arkasındaki sebepler neler?

İnsan “haz ilkesi” ile doğar. Acıkınca ağlar istediğini alır örneğin. Büyüdükçe, yani 5-6 yaşlarında haz ilkesinin yerine “gerçeklik ilkesi” gelir. Şartlara göre istekleri ertelemeyi öğreniriz. Türkiye’de ne yazık ki büyük bir grup, haz ilkesinde takılıp kalmış durumda. “İstediğim o anda olmadı, o kadını istiyorum ama o beni reddetti, sevdiğim kadın beni nasıl boşar” gibi durumlar, haz ilkesinde takılıp kalan erkekte “kontrolüm ve isteklerim dışında bunlar olmamalı” duygu-

su yaratır. Normalde bu duyguların merdiven gibi basamakları vardır: İncinir, kırılırsınız; sonra öfkelenir eyleme geçersiniz. Engellenme eşiği düşük insanlarda bu merdiven yok. Direkt öfke ve eylem vardır. Peki Türkiye’de neyi yanlış yapıyoruz da bu çocuklar 5-6 yaşında “gerçeklik ilkesi”ne geçemiyorlar?

Bir erkeği başka bir kadın, başka bir erkek birlikte yetiştiriyor. Bakıldığında aile içi şiddet olan evlerde erkek çocuklar ikinci ilkeye geçemiyorlar. Bu çocuklar şiddet gören anneleri için üzülüp, empati kuramıyor. Çünkü anne, eşinden, ailesinden görmediği sevgiyi oğluyla yaşıyor. Ne yazık ki toplumumuzda kadın ancak, erkek çocuk doğurduğunda kendini değerli hissediyor. O zaman da o erkek çocuk çok kıymetli hale geliyor. Her istediği, hatta istemediği bile yapılıyor. Ben onlara “boncuk çocuklar” diyorum. Hal böyle olunca çocuk “gerçeklik ilkesi”ne geçemiyor. Hazda kalıyor. Bu şekilde büyüyen çocuk herhangi bir duygusunu denetlemeyi öğrenmiyor, ihtiyaç da duymuyor. Bakın son dönemde yaşanan olaylar, bir anlık cinnet değil. Bilinçli yapılıyor, çünkü bunu hak görüyor. 6 yaşına gelmiş ve “haz ilkesi”nde kalmış bu çocuğu eğitim sistemi

toparlayamaz mı? Okula gidiyor çünkü?

Hayır toparlayamaz. Bakın her eğitim grubundan erkekte kadına şiddet davranışı görüyoruz. Çünkü bilgi edinmek tutum ve davranış değişikliğine yol açmaz. Bunun için doğru modellere ihtiyaç vardır. Şu anda toplumumuzda kimler “model” alınıyor? İnfluencer denilen kişiler. Bunların paylaşımlarına bakın, dikkat çekmek, takipçi kazanmak için popülist videolar yayıyorlar. Bir influencer’ın kadını yeren cümleleri bir anda dikkat çekiyor hatta geleneksel medyada da haber yapılıyor. Bu çok yanlış. Peki İstanbul Sözleşmesi gibi toplumsal ve hukuksal bağlayıcılığı olan adımlar bu tutumları değiştirebilir mi sizce?

Yasalar tutumları değiştirebilir. Atatürk, kadınla ilgili devrim yaptığında toplumun her kesimindeki kadın bundan yararlanamadı ama insanlar devletin anlayışını gördü. Bir yasa toplumda o devlette böyle bir anlayış, felsefe olduğunu gösterir. Yine de bu yasanın davranışları tamamen değiştirebilmesi için 2-3 jenerasyon geçmesi gerekir. Yani bugün böyle bir yasal adım atılsa toplumdaki etkisi 50 yıl sonra görülür. Öte yandan bu tür yasaları Meclis’ten geçirecek anlayışta toplum da gerekiyor. Yani her şey birbirine bağlı.


36 AĞIZ TADI

FA R U K Ş Ü Y Ü N


AĞIZ 37 TADI

Yazın yeni favorisi MEZE TUTKUNLARI DIKKAT: ŞEF UMUT KARAKUŞ’TAN HARIKA BIR TARIF SIZI BEKLIYOR. “NAZLI KADIN” ANLAMINA GELEN NAZUKTAN, BIR ERMENI MEZESI… YAZ SOFRALARINA ÇOK YAKIŞAN BU LEZZET, SON DERECE PRATIK!

NAZUKTAN (6 KIŞILIK) • • • • • • • • • • • •

1 kg bostan patlıcan 300 gr süzme yoğurt tozu 100 gr kuru soğan 150 gr kırmızı biber 1 tutam safran 10 gr limon suyu 10 gr file badem Tuz Karabiber 15 gr pekmez 2 diş sarmısak 20 ml zeytinyağı

Hazırlanışı Patlıcan, soğan ve biberleri kabuklarıyla közleyin. Közlenmiş patlıcanları kabuklarından ayırıp hafif limonlu suya koyun ki, rengi kararmasın. Biberi, soğan, sarımsağı ve patlıcanı bıçakla iyice doğrayın. Süzme yoğurdu bir gece boyunca doğal sebze kurutucusunda yoğurt kurutma derecesinde kurutun. Daha sonra kuru yoğurtların bir kısmını süsleme için ayırın, kalanları robotta toz haline getirin. Yoğurt tozunu közlenmiş sebzelere ekleyip, iyice karıştırın.Safranı az miktarda suda rengi açılana kadar bekletin. Diğer malzemeleri güzelce karıştırarak köz sebzelere ekleyin. Bir süre tatların birbirine geçmesi için dolapta dinlendirin.File bademi tavada ya da fırında kavurup, tabaktaki nazuktanın yoğurt kurularıyla beraber üzerine serpiştirin. Afiyet olsun!

Şef Umut Karakuş


38 SPOR

Bu sezon 2 milyar lira harcayacaklar 2019/20 SEZONUNUN SONA ERMEDEN BAŞLAYAN TRANSFER ÇALIŞMALARI HIZLANDI. KULÜPLERIN BU SEZON TOPLAM HARCAMA LIMITLERININ 2 MILYAR LIRA SEVIYESINDE OLMASI BEKLENIYOR. PANDEMININ DE ETKISIYLE KULÜPLER BU SEZON RAKAMI KENDILERI AŞAĞIYA ÇEKECEK GIBI DURUYOR.

T Ü R K F U T B O L E N D Ü S T R I S I son birkaç yıldır sıkıntılı dönemden geçiyor. UEFA’nın mali kriterlerine uyum göstermeye çalışan kulüpler Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) da harcama limitlerine uygun hareket etmek için çalışıyor. Ancak taraftarın transfer beklentisi kulüp yöneticilerinin uykusunu kaçırıyor. Geçen sezon 2.5 milyar liraya yakın para harcayan kulüplerin bu sezon 2 milyar liralık harcama yapması bekleniyor. Bu rakama bonservis harcamaları da oyunculara ödenen bonuslar da dahil. Yani taraftarın yıldız transfer beklentisi bu sezon olmayacak gibi duruyor.

GÖZLER SERBEST VE KİRALIK OYUNCULARDA

CE YHUN KUBURLU

Futbol kulüplerinin bu sezon bonservis parası ödemeden transfer yapması planlanıyor. Hemeh hemen her yıl yaklaşık 50 milyon Euro’luk bir kaynak bonservis parasına gidiyordu. Bu rakam kulüpler için büyük bir külfet oluyor.


SPOR 39

4 KULÜBÜN BORCU 7.4 MILYAR TL’YI AŞTI

YAY I N G E L I R L E R I kulüpler için adeta hayati öneme sahip. Süper lig takımlarının toplam borcununu 11 milyar lirayı aştığı tahmin ediliyor. Bu borcun önemli bölümü ise 4 takıma ait. 2018/19 sezonu bilançolarına göre 4 büyüklerin borçları ise şöyle: FENERBAHÇE

2.629 MİLYAR TL B E Ş I K TA Ş

1.966 MİLYAR TL G A L ATA S A R AY

1.707 MİLYAR TL TRABZONSPOR

1.100 MİLYAR TL 1 MILYAR LIRALIK GELIRI GEÇEN ILK KULÜP GALATASARAY Yöneticilerin gelecek sezon için planlamasını yaparken bu konuya dikkat edeceği öğrenildi. Yani gözler sözleşmesi bitmiş oyuncuların üzerinde olacak. Bir diğer formül ise kiralama ücretleri. Yan kulüpler istediği oyuncuyu alamaması durumunda düşük kiralama ücretleri ile transfer yapmaya çalışacak. Bu formül uzun süredir Süper Lig takımları tarafından kullanılıyor. OYUNCU ÜCRETLERİ DÜŞECEK

Kulüpler bu sezon Pandemi nedeniyle oyuncularla tek tek masaya oturdu ancak birçoğu sonuç alamadı. Gerekçe oyuncu ücretlerinin düşürülmesiydi. Kulüplerin bu sezon yaklaşık olarak yüzde 30 gelir kaybı öngörülüyor. Bu durumda oyuncuların da maaşlarının yüzde 30 seviyesinde düşürülmesi planlanıyordu. Ancak şimdiye kadar oyuncular bu konuda adım atmadığı gözlendi. Ancak gelecek sezon yapılacak yeni sözleşmelerde bir üst sınır belirlenmesi ve her kulübün kendi imkanları doğrultusunda bu rakamı ödemesi

planlanıyor. Yani eskisi gibi kulüplerin 3 milyon Euro üzerinde bir garanti ücrete sözleşme imzalamayacağı belirtiliyor. Böylece kulüplerin önemli bir geliri kasasında tutması planlanıyor. KOMBİNE SATIŞI YAPMAYACAKLAR

Kulüpler açasından en önemli konulardan birisi bu sezon kombine kart satışı yapmayacak olmaları. 18 takım da kombine, loc ve VIP koltuk satışı konusunda kararsız. Ancak maçların yarı kapasite ile oynanması durumunda bile bu satışı yapmayacakları belirtiliyor. Loca, VIP ve kombine kartlardan Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor çok önemli gelir elde ediyorlardı. Bu alandaki gelirlerin 18 kulüp için 500 milyon lirayı aştığı tahmin ediliyor. Kulüplerin böylesine önemli bir gelir kaleminden uzak kalması ekonomilerini daha da sarsacak. Maçların bir sezon boyunca seyircisiz oynanması halinde ise işler daha da karışacak.

KULÜPLERİN GELIRLERI

2018/19 sezonunda Türk Lirası olarak rekor seviyelere ulaştı. 2018/19 sezonunda Türk futbol endüstrisinin yarattığı gelirin 4.2 milyar liraya ulaştı. Bu alanda 4 kulüp ise öne çıkıyor. İlk defa bir Süper Lig takımı ise 1 milyar liralık gelir barajını aştı. Sezonu şampiyon tamamlayan ve Şampiyonlar Ligi’nde mücadele eden Galatasaray 1 milyar lira barajını aştı. Ancak bu rakama bu sezon hiçbir kulübün ulaşamayacağı belirtiliyor. Yıl sonu bilançoları Ağustos ayında açıklanacak. Kulüplerin gelirleri de daha net bir şekilde ortaya çıkacak. Bir önceki sezon 4 kulübün toplam gelirleri ise şöyle: G A L ATA S A R AY

1.087 MİLYAR TL FENERBAHÇE

890 MİLYON TL B E Ş I K TA Ş

704 MİLYON TL TRABZONSPOR

361 MİLYON TL


NASIL BİR EKONOMİ

YÖNETIM KURULU BAŞKANI HAKAN GÜLDAĞ  GENEL KOORDINATÖR VAHAP MUNYAR  GENEL YAYIN KOORDINATÖRÜ TALIP AKTAŞ GENEL YAYIN YÖNETMENI ÖMER TÜRKDÖNMEZ  KOORDINATÖR DIDEM ERYAR ÜNLÜ  SORUMLU YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ HANDAN SEMA CEYLAN

MEDYA HABER BASIN A.Ş

HAFTA YAYIN YÖNETMENI ASLI BARIŞ  GÖRSEL YÖNETMEN MURAT KASPAR YAZI KURULU FARUK ŞÜYÜN, YASEMIN SALIH, DİDEM ERYAR ÜNLÜ, SELENAY YAĞCI KATKIDA BULUNANLAR BAŞAK DİZER TATLITUĞ, MAYA PORTAKAL BİTARGİL, İPEK YEZDANİ, CEYHUN KUBURLU, AHMET CAN, SELIN

BOZKURT, SIRMA

ADRES: Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No:22 Kavacık 34805 Beykoz/İstanbul

H A F TA N I N Ü R Ü N Ü

Tam profesyonellere göre yepyeni bir dizüstü bilgisayar modelini Türkiye’deki kullanıcılara sundu. MateBook X Pro adındaki model, hem performans hem de deneyimi bakımından profesyonellere göre. 13.9 inçlik ’Ultra FullView’ ekranı sayesinde çok ince ekran çevresine sahip. Dokunmatik ekran özelliği var. Kullanıcılar sezgisel el hareketleriyle HUAW EI

dizüstü bilgisayarlarını kontrol edebiliyor. Hızlı şarj, klavyede gizli kamera gibi özellikler de dikkat çekenler arasında. Ayrıca Huawei Share özelliği ile Huawei markalı akıllı telefonlara bağlanıyor ve akıllı telefonlarla sürükle–bırak ile dosya, fotoğraf, ve metin paylaşımı yapılabiliyor. AHME T CAN 14.999


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.