NBE
SANAT SAĞLIK SPOR İ Y I YA Ş A M TEKNOLOJI SAYI: 08
TÜRKIYE’DE ILK VE TEK! NETFLIX’IN YENI DIZISI SNOWPIERCER EKIBI ILE
ÖZEL RÖPORTAJLAR
JENNIFER CONNELLY DAVEED DIGGS GRAEME MANSON
SELIN BOZKURT
HACI SABANCI’NIN BILINMEYEN YÖNÜ BAŞAK DIZER TATLITUĞ
PRINCE’E SAYGI DURUŞU
FARUK ŞÜYÜN
NERMIN BEZMEN’IN MASASINDA…
ABD nereye koşuyor? Bir yanda yangın yerine dönen sokaklarda isyan çığlıkları... Diğer yandan 42 milyonu aşan umutsuz işsiz ordusu…Büyük Buhran’dan bu yana en kötü dönemini yaşayan Amerika’nın geleceğinde neler var?
İPEK YEZDANİ
Haftanın testi GEÇEN HAFTA DÜNYADA NELER OLDU, NELER BITTI? HAFIZANIZI TESTIMIZLE TAZELEYELIM…
6 1
Washington D.C.’de corona virüsü önlemleri kapsamında iki aydır kapalı olan üç Michelin yıldızlı ‘The Inn’ adlı restoran, geçen hafta açılışını yaptıktan sosyal mesafenin korunması ve restoranın dolu görünmesi için ne yaptı? A. Masaların sayısını azalttı B. Masalara şık giyimli mankenler oturttu C. Müşterilere 2 metre arayla oturması söylendi D. Masalardaki sandalyelerin arasına mesafe koydu
2
ABD’nin Minneapolis kentinde George Floyd isimli siyahi vatandaşın polis şiddetiyle öldürülmesinin ardından tüm ülkeye yayılan protestolardan biri de Beyaz Saray’ın önündeki Lafayette Meydanı’nda sürdürülen barışçıl eylemlerdi. Beyaz Saray’ın yakınlarındaki St John Kilisesi’ne gideceğini belirterek meydandaki eylemcilere biber gazı ve plastik mermi ile müdahale edilmesini isteyen ABD Başkanı Trump, kilisede ne yaptı?
A. Eylemlerin bitmesi ve ülkesinin sulha kavuşması için dua etti B. Kilisenin önünde bir konuşma yaparak “Hepimiz kardeşiz” mesajı verdi C. George Floyd’un öbür dünyada huzur bulması için dua etti D. Elindeki İncil’i kaldırarak poz verdi ve açıklama yapmadan Beyaz Saray’a geri döndü
3
Elon Musk’ın sahibi olduğu SpaceX, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) topraklarından uzaya ilk insanlı uçuş denemesini yaptı ve insanlı bir uzay mekiğini ABD’den yörüngeye gönderen ilk ticari firma oldu. Bu gelişmeyle ABD, NASA’nın Uluslararası Uzay İstasyonu’na gidiş dönüş uçuşlarında hangi ülkeye bağımlılıktan kurtulmuş oldu? A. Çin B. Kanada C. Rusya D. Hindistan
4
Forbes dergisi tarafından iki yıl üst üste dünyanın en genç zengini seçilen ABD’li model Kylie Jenner’ın unvanı, evrakta sahtecilik yaptığı ve servetinin 900 milyon doların altında olduğu iddiasıyla elinden geri alındı. Kylie, bunun üzerine ne yaptı? A. Menajeri olan annesi Kris Jenner’ı işten kovdu B. Servetini banka hesaplarıyla belgeledi C. Forbes’a dava açacağını söyledi D. Önemli olan para değil, insanlık dedi
5
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brein, George Floyd’un polis şiddetiyle öldürülmesinin ardından ülkede çıkan olaylardan dolayı kimi suçladı? A. Dış mihrakları B. Ülkedeki sistematik ırkçılığı C. Orantısız şiddet kullanan polis teşkilatını D. Kutuplaştıran ve sert söylemleri nedeniyle Trump’ı
Amerikalı aktör George Clooney, George Floyd’un öldürülmesinin ardından Daily Beast sitesi için yazdığı köşe yazısında pandemiyle ilgili ne dedi? A. Protestolar sırasında bile maske taktığınıza emin olun B. Bize asıl bulaşan virüs, siyahlara karşı olan ırkçılıktır C. Floyd’un öldürülmesi ve sonrasında yaşanan olaylar pandemi gündemini geçti D. COVID-19 salgınından bağımsız olarak ırkçılıkla mücadele etmeliyiz
7
Süper model Gigi Hadid, ABD’de yayınlanan “Tonight Show Starring Jimmy Fallon” adlı televizyon programında aşağıdakilerden hangisini açıkladı? A. Daha uzun yıllar mankenlik yapmayı düşündüğünü B. COVID-19’la mücadele kapsamında sağlık çalışanları yararına defileye çıkacağını C. Ailesinin Filistinli köklerinden dolayı Corona salgını nedeniyle zor durumda kalan Filistinlilere tıbbi yardımda bulunacağını D. Sevgilisi Zayn Malik’ten hamile olduğunu
CEVAPLAR 1-B, 2-D, 3-C, 4-A, 5-A, 6-B, 7-D,8-C
AJANDA 3 S E L E N AY YA Ğ C I
Dinle, izle, keşfet HAZIRAN AYI ILE YAVAŞ YAVAŞ DÜKKANLAR AÇILMAYA BAŞLADI AMA ETKINLIKLER HÂLÂ ONLINE… BU HAFTA SANAL DEFILEYE GIDIP, EVDEKI ATIK MALZEMELERI FARKLI ŞEKILLERDE KULLANMA ÖNERILERIYLE GELEN ATÖLYEYE KATILALIM MI? KONSER
SANAL DEFILE ILE İSTANBUL’DA DOLAŞIN! değişik bir etkinliğe götürmek istiyorum. Sanal defileye var mısınız? E-ticaret platformu Hepsiburada, moda severleri tasarımcı Şansım Adalı’nın markası Sudi Etuz’un sanal şovuna davet ediyor. Hepsiburada, Sudi Etuz markasının İstanbul ve çevresinin en özel mekânlarında gerçekleştirdiği toplam 6 farklı defilesini sanal gerçeklik teknolojisiyle moda tutkunlarıyla buluşturuyor. Dijital dünyayı moda ile buluşturan bu iş BU H A F TA S I Z I
Akbank Sanat, haziranda da dijital kültür sanat etkinliklerine devam ediyor. Bu yıl dijital gerçekleşen 30. Akbank Caz Festivali kapsamında bu kez cuma gecemizi Sanat Deliorman & Her Jazz Bros şenlendirecek. Yoğun ile gören “Evin Caz Hali” konserler serisinde Sanat Deliorman, piyanist Baturay Yarkın ve kontrbasçı Enver Muhamedi’nin önceden yapmış olduğu kayıtlar üzerine solo vokal performans sergileyecek. Konser cuma akşamı saat 20.00’da Akbank Sanat Instagram hesabında canlı izlenebilecek.
BELGESEL
birliği kapsamında, Sudi Etuz’un Unkapanı Plakçılar Çarşısı, Çiçek Pasajı, Zorlu PSM gibi İstanbul ve çevresinin en özel mekânlarında gerçekleştirdiği defileler, sanal gerçeklik teknolojisiyle Hepsiburada’nın YouTube hesabından yayınlanmaya başladı. Video sanatçısı Berkay Karakaya ile sanal gerçekliğe uygun şekilde kaydedilen toplamda 6 defile, ikişer gün arayla Hepsiburada YouTube hesabından yayınlanacak.
Bu hafta “biraz da belgesel izleyelim” diyenlere şahane bir öneriyle geldim. Yönetmenliğini Batu Akyol’un üstlendiği Türkiye’de Caz, ilk kez 2013’te, 20. İstanbul Caz Festivali’yle birlikte gösterilmişti. Türkiye’de caz müziğininin gelişim evrelerini, etkileşimlerini ve emek verenlerini toplumsal tarihe paralel olarak inceleyen belgesel, İKSV’nin arşivinden görüntüler ve çarpıcı söyleşilerle bu alanda eşsiz bir örnek oluşturuyor. Artık İKSV YouTube hesabından da erişilebilen belgesel, İKSV’nin tüm cazseverlere ve meraklılarına armağanı… Belgesele katkıda bulunan isimler arasında, Çağrı Sertel, Can Kozlu, Craig Dicker, Cüneyt Sermet, Dan Morgenstern, Ediz Hafızoğlu, İlhan Erşahin, Joe Mardin, Kerem Görsev, Pelin Opcin, Quincy Jones, Zuhal Focan gibi önemli isimler var.
İŞ SANAT’TA “EDEBIYAT GÜNLERI” BAŞLIYOR
SINEMA ATÖLYE Bu hafta pazar sakinliğinde, Oscar’lı bir film izlemeye davet ediyorum. Ünlü oyuncu ve şarkıcı Judy Garland’ın hayatına odaklanan ve filmdeki rolüyle Renee Zellweger’e “En İyi Kadın Oyuncu Oscar” ödülünü kazandıran biyografik film “Judy” 14 Haziran’da beIN Connect’te. Rupert Goold’un yönetmenliğini üstlendiği filminin konusu ise şöyle: “The Wizard of Oz” filminde rol almasından otuz yıl sonra sevilen şarkıcı ve oyuncu
Judy Garland bir gece kulübünde sergileyeceği özel bir gösteri için Londra’ya gelir. Burada geçmişi ve verdiği kararların muhasebesini yaparken, daha sonra kocası olacak müzisyen Mickey Deans ile fırtınalı bir aşk yaşamaya başlar. Judy, filmleri ve şarkılarıyla insanlara mutluluk ve umut aşılarken, aradığı sevgi ve mutluluğu bir türlü bulamamış bir kadının gerçek hikâyesi.
Zorlu PSM Instagram ve Facebook hesaplarında konser serisi ile geçen hafta Tel Aviv güneşine doğmayanları buraya alalım. Bu hafta electropop yıldızı Noga Erez’e, muhtesȩ m yetenekleri kes f̧ edeceğiz. Konser, 11 Haziran Persȩ mbe günü saat 22.00’de PSM’nin sosyal medya hesaplarında canlı yayında olacak.
İKSV Alt Kat, farklı yaş gruplarına yönelik çalışmalarını çevrimiçi etkinlikler olarak sürdürüyor. Bu cuma Deniz Ova ve Pınar Akkurt ile İleri Dönüşüm Atölyesi gerçekleşecek. Dünya Çevre Günü’ne özel olarak paylaşılacak bu çevrimiçi etkinlikte, İstanbul Tasarım Bienali Direktörü Deniz Ova ile tasarımcı ve sanatçı Pınar Akkurt bir araya gelecek. Ova ve Akkurt’un ileri dönüşüm üzerine konuşacakları atölye çalışmasında, evlerdeki atık malzemeleri farklı şekillerde kullanmaya yönelik öneriler verilecek. İKSV Alt Kat Instagram ve Youtube hesapları üzerinden yayınlanacak.
4
MÜZİĞİN İÇİNDEN
Neden şimdi? HAKKINI ARAMADIĞI SÜRECE KENDI KÜLTÜRÜNÜN IZLERINI YITIRMEKLE KARŞI KARŞIYA OLAN BIR IRKIN MENSUBU OLDUĞUNUZU HAYAL EDIN… ELBETTE MÜZIK PAYLAŞTIKÇA GÜZEL. MÜZISYENLER BIRBIRLERINI DINLEYEREK, BIRBIRLERINDEN ÖĞRENEREK GELIŞEBILIRLER ANCAK… FAKAT BIR KÜLTÜRÜN ÜZERINE KONMAKLA O KÜLTÜRDEN BESLENME ARASINDAKI FARKI ANLAMAYANLAR ÇOK…
SIRMA
I R K Ç I L I K N E YA Z I K K I dünyanın her yerinde rastlanan bir insanlık suçu. Amerika’daki ırkçılığın kökleri ise yüzyıllara göğüs germiş… Öylesine sağlam. Örneğin Beyoncé’yi, Rihanna’yı yere göğe sığdıramayan, hatta estetik ameliyatlarla bedenlerini, postişlerle saçlarını onlarınkilere benzetmeye çalışan bazı beyaz Amerikalılar, siyahi toplumun hayranı olmadığı diğer bireylerini gözden çıkarmayı vicdanlarına sığdırabiliyor. Dışardan izleyince “Neden şimdi?” diye merak ediyor herkes. En
başlıca sebebi basit anlatımıyla, George Floyd’un katledilişinin bardağı taşıran son damla olması… Ama asıl siyahileri çileden çıkaran, Afro-Amerikan kültürünün beyaz Amerikalılar tarafından fütursuzca sömürülmesi ve buna rağmen kemikleşmiş ırkçı önyargıların bir türlü yerinden edilememesi. “Madem bizim kültürümüzü, sanatçılarımızı, NBA oyuncularımızı bu kadar seviyorsunuz, bize karşı duyduğunuz bu vahşi nefret neden?” diye hesap soruyorlar. Bu ikiyüzlü yaklaşımın özellik-
le müzik endüstrisindeki etkileri ise asla inkar edilemez. Bir kere müzik endüstrisinde yetenek avcıları arasında pozitif ayrımcılık yapan insanlar var… “Bu aralar Hip-hop çok dinleniyor, işinin ehli siyahi bir rap’çi bulursak köşeyi döndük!” diye kafasında kuranlar çok mesela. Ama pozitif ayrımcılık da toplumun bilinç altında onarılması zor izler bırakıyor işte… Önyargılar, siyahi insanların kökenlerine fark edilmeden yapılan saygısızlıklar alıp başını gidiyor onlar hesap kitap yaparken…
MÜZİĞİN 5 İÇİNDEN HAFTANIN ALBÜMLERİ
TAKİP ETMENİZ GEREKENLER Bu hafta ben de bir çok müzik yazarı gibi Lady Gaga’nın “Chromatica” albümünü inceleyecektim, ama vazgeçtim. Özet geçmek gerekirse, ana akım fabrikasından kopyala yapıştır formülleriyle hazırlanan bir albüm olmuş. Kaliteli, orası kesin… Ama benim gözümde özgün değil. Onun yerine biraz da içinde bulunduğumuz vaziyetin anlam ve önemine istinaden, siyahi müzisyenlerin imzasını taşıyan, müzik endüstrisinde büyük izler bıraktığına ve bırakacağına inandığım bazı albümler tavsiye edeceğim size. Ülkemizde Caz dinleyicisi çok az da olsa var… Fakat Soul, Neo soul, R&B, Hip hop gibi türler nedense daha da az dinleniyor. Bu duruma bir el atmamız lazım!
D’angelo - Voodoo (2000) Tür: Neo soul, Funk, Soul, R&B Flying Lotus - Cosmogramma (2010) Tür: Deneysel Hip hop, Caz, Elektronik Erykah Badu - Baduizm (1997) Tür: R&B, Neo soul FKA Twigs - LP1 (2014) Tür: Alternatif R&B, Elektronik J Dilla - Donuts (2006) Tür: Deneysel Hip hop, Neo soul Kelela - Take Me Apart (2017) Tür: Electro R&B, Electronica, Alternatif R&B
İşte biz onlardan olmayalım diye yazıyorum bu yazıyı. Bugün dinlediğimiz hemen hemen her modern tür, iki müzik teori sisteminden besleniyor: Klasik Batı müziği ve caz armonisi. İki alanı da hatmetmiş, çeşitli modern türlerde de düzenlemeler yazmış bir müzisyen olarak iddia ediyorum: Caz olmadan günümüzde ne Pop müzik olurdu, ne de elektronik müzik… Rock zaten Blues’dan besleniyor. Hatta en muhafazakar beyaz Amerikalıların bıkmadan usanmadan dinledikleri Country müziğin kökeni de Blues. Bugün en çok dinlenen müzik türlerinden R&B, Hip-hop ve Trap’i de hep Afro-Amerikan kültürüne borçluyuz… Bir de işin ritm boyutu var… Dilimizde karşılığı olmayan şu “groove” terimi. Davulların, basların ana kemiğini belirlediği, bizi ayağımızla ritm tutmaya ve hatta dans etmeye iten ritm dizileri… Bildiniz! Popüler
müzikte duyduğumuz “groove”ları da büyük ölçüde Afro-Amerikan kültürüne borçluyuz… Kökeni Afrika’ya değil de Latin ülkelerine dayandırılan groove’lar da var tabii ana akımda… Ama bilin bakalım Amerika’da ırkçılığa maruz kalan ikinci büyük azınlık grup kim? Latin kökenli insanlar! Ne ironik, öyle değil mi? Şimdi siz kendinizi Amerika’da doğup büyüyen, vatandaşı olduğu ülkede insan yerine koyulmayan, ama hem ürettikleri, hem de yetenekleri hep sömürülen siyahi insanların yerine bir koyun… Hakkını aramadığı sürece kendi kültürünün izlerini yitirmekle karşı karşıya olan bir ırkın mensubu olduğunuzu bir hayal edin… Elbette müzik paylaştıkça güzel. Müzisyenler birbirlerini dinleyerek, birbirlerinden öğrenerek gelişebilirler ancak… Fakat bir kültürün üzerine konmakla o kültürden beslenme arasındaki farkı anlamayanlar çok.
Kendrick Lamar - To Pimp a Butterfly (2015) Tür: Hip hop, Caz SZA - Ctrl (2017) Tür: Alternatif R&B, Neo soul Moses Sumney - græ (2020) Tür: Electro soul, Indie rock, Alternatif Janelle Monáe - Dirty Computer (2018) Tür: Funk, Pop, Hip hop, R&B Solange - A Seat at the Table (2016) Tür: R&B, Neo soul, Funk, Caz Alicia Keys - Songs in A Minor (1998) Tür: R&B, Neo soul, klasik Lauryn Hill - The Miseducation of Lauryn Hill (1998) Tür: Neo soul, R&B, Hip hop Robert Glasper - Black Radio 2 (2013) Tür: Caz, R&B, Hip hop, Soul
6
ÖZEL SÖYLEŞİ
BEKLENEN T
BEŞ YILDIR BEKLENEN DIZI SNOWPIERCER NETFLIX’DE YAYINDA! DIZININ BAŞROL OYUNCULA
ÖZEL 7 SÖYLEŞİ
ASLI BARIŞ
TREN GELDİ
ARI JENNIFER CONNELLY, DAVEED DIGGS VE SENARIST GRAEME MANSON HAFTA’YA KONUŞTU.
8
ÖZEL SÖYLEŞİ
JENNIFER CONNELLY BAŞROL OYUNCUSU
Bu dizi yaşadığımız pek çok soruna ayna tutuyor Bu aralar hepimiz ekran başındayız, malum… Ve ekranda sürüsüne bereket sci-fci dizi var. Snowpiercer’ı bu denli sıradışı kılan ne?Neden bu diziyi seçtiniz?
Hem dizinin hem de dizideki diyalogların netliği beni etkiledi. Şu anda toplumuzda yer alan pek çok soruna ayna tutuyor… Gerçekten öyle… Dizide şu anda kafa yorduğumuz, gündemde olan pek çok konu bir potada eritilmiş gibi sanki. Bu dizinin altını çizmek, vermek istediği mesaj ne size göre? Sınıfsal adaletsizlikler mi? Küresel ısınmanın sonuçları mı?
Hepsi… Sağlam bir mikrokosmos oluşturuyor diyebilirim. Dediğim gibi yaşadığımız pek çok soruna ayna tutuyor. Ayrıca karakterlerin çok yönlülüğü de farklı bir yönü. Hani bir şeyi izlemeye başlarsınız, iyi kötü tahmin edersiniz ya, o Snowpiercer için geçerli değil. Ben bile her hafta senaryoyu elime aldığımda “Yok artık! Nasıl?” diye düşünüyordum. Daha önce böyle bir yapımda yer almadım, o net! Canladırdığınız Melanie Cavill nasıl bir karakter?
Melanie trenin “sorun çözücüsü”, kalbi, gözleri… Nasıl bir otelde “consierge” her türlü sorununuzu çözer, Melanie de biraz öyle. Düzenin korunması onun görevi. Trendeki her insan onun sorumluluğunda. Kimseye fark ettirmeden treni yönetiyor. Ayrıca çok
katmanlı bir karakter. Gizli yanları olduğundan şüpheleniyorsunuz ilk bakışta… Öyle de zaten. Her bölümde farklı bir yönünü görüyorsunuz. Yani kısa sürede hiç de göründüğü gibi biri olmadığını anlıyorsunuz. Bence rolümü bu kadar ilgi çekici kılan bu. Layton ile ilişkisi de çok kritik, birçok açıdan ruhunun şekillenmesine neden oluyor; ruhunda gömülü olan pek çok şeyin su yüzüne çıkmasını sağlıyor. Karanlık bir yanı mı var yani?
Karanlık doğru bir ifade mi bilemem… Daha çok inandığı şeyler için ölümüne mücadele eden biri diyelim. Nasıl baktığınıza bağlı, benim için böyle…Bence dizinin en güzel tarafı her bölümde fikrinizin değişmesi… Haince şeyler de yapıyor, kahramanca da… İlk başlarda, senaryoyu ilk elime alıp okuduğumda “Aman Tanrım bunu nasıl yapar? Ne kadar canice” diye diye düşünüyordum. Sonra onu anlamaya başladım. Çünkü ne olursa olsun, yaptığı şey her zaman inandığı, mücadele ettiği değerle örtüşüyor. Ne yaparsa insaniyetin geleceği, hayatta kalması ve iyiliği için yapıyor gün sonunda… Melanie hiç kimsenin kötülüğünü istemiyor özünde. Çok “spoiler” vermeden sormak istiyorum, ikinci sezonda onu görebilecek miyiz? Başından neler geçecek?
İlk sorunun cevabı bence evet. İkincisini de söyleyemem, (senarist Gra-
eme Manson’dan bahsederek) Graeme’e sorman lazım. Birazdan soracağım. Snowpiercer’ın setiyle devam edelim. Bu dizi tamamen bilgisayar efektlerine mi yaslanmış durumda?
Hayır. Setler mükemmel. Hiç böyle bir yerde çalışmadım. Açıkçası işe geldiğimizde hâlâ bazı yerleri inşa halinde oluyordu; böylelikle yaratıldığı anların bir kısmına da şahit olma imkânı buldum. Gerçekten insanın nutku tutuluyor. “Vay be, ne bu böyle” diyorsunuz. Destansı doğru kelime sanırım. Yani tamamen efekte dayalı bir yapım değil, kompartımanlar resmen gözümüzün önünde oluştu. Set ekibi öyle bir tasarım yapmış ki, sanki başka bir dünyaya gitmiş gibi oluyorsunuz, role girmek hiç sorun değil, zaten set sizi oraya götürüyor. Dedim ya, böyle bir sette hiç çalışmadım. Vagonlara hapsolmuş bir insaniyet tablosu… İnceden klostrofobik değil mi?
Fikir olarak öyle… Setin içinde, o vagonlarda da hafif o his geçiyor zaten. Ama bir yandan insanın içindeki “ne olursa olsun hayatta kalma” dürtüsünün de tuşuna basıyor. Garip bir his… Ayrıca bir de şöyle düşünelim: Dünyadaki tüm kaynaklar tükendiğinde nasıl bir yerde yaşayacağız? Hayatta kalmak, insan gibi yaşayabilmek için elimizdekini nasıl değerlendirmeliyiz? Bence bu tip soruları sormak için doğru zaman…
ÖZEL 9 SÖYLEŞİ
Jennifer Connelly “A Beautiful Mind/Akıl Oyunları” filmindeki rolüyle “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” Oscar’ını kazanmıştı. 50 yaşındaki oyuncu, son olarak “Top Gun 2” filminde başrolde yer aldı…
10 ÖZEL SÖYLEŞİ
DAVEED DIGGS BAŞROL OYUNCUSU/MÜZISYEN
İstanbul’da konser vermek istiyorum Şu anda kırmızı halı üzerinde poz vermeniz gerekirken, salonunuzdan bu konuşmaları yapmak nasıl bir his?
Bence daha iyi. Yani sette aile gibi olduk; o açıdan birlikte partilere filan katılmak zevkli olabilirdi ama gazetecilerin sorularını cevaplamak, bitmez tükenmez sorular filan sıkıyor beni… Çok teşekkürler. Her gazeteci böyle güzel şeyler duymak ister…
(Gülüyor) Öyle demek istemedim. Ama özetle şu anda da röportaj yapabiliyoruz, değil mi? Üstelik evimin ortamında. Ne güzel işte… Dizinin kadrosuna dahil olmadan önce Snowpiercer hakkında bilgi sahibi miydiniz? Yani, filmi izlemiş, kitabı okumuş muydunuz?
Pilot bölümünün senaryosunu okuduktan sonra filmi izlemiş ve hayran kalmıştım. Sonrasında da kitabı okudum. Tek kelimeyle mükemmel. Peki dizi? O daha mı mükemmel oldu?
Bence biraz farklı. Yani tabii ki çıkış noktası aynı ama baştan aşağı tekrar değil. Sonuçta biri film, izliyorsunuz, bitiyor. Diğer her bölümde farklı bir macera sunan bir dizi…Senaryoyu ilk okuduğumda tepkim aşırı “cool” olduğu yönündeydi. Pilot bölümünün çekilmesinden sonra araya beş yıl girdi değil mi? Neden bu kadar bekledik?
Çünkü bazı şeyler için beklemeye değer. Bence değdi en azından. Siz ne düşündünüz bilemem izleyince…
Kesinlikle, bu kadar yüksek tempolu böyle bir şey beklemiyordum. Canlandırdığınız karaktere dönelim. Andre Layton’ı siz nasıl tarif edersiniz?
Andre Layton, “kuyruk” kısmında yer alan en alt sınıfın üyesi. İzleyici-
ler için fazla tadını kaçırmadan şöyle özetleyeyim: İlk bölümde bir devrim söz konusu. Layton bu konuda kararsız, çok aceleci ve kötü sonuçlar doğuracak bir hamle olduğunu düşünüyor. Bu yüzden tepkileri çekiyor. İkinci olarak “eski dünyadaki” hayatı da önem kazanıyor. O bir cinayet dedektifi. Yaşanan olaylar zinciriyle hayatı daha farklı bir şekilde yön kazanıyor. Zaman içerisinde anlıyoruz ki hiçbir şey göründüğü gibi değil. Sizce trende olup bitenler şu anda yaşadıklarımızı anımsatmıyor mu?
Bir noktada evet. Sosyal adaletsizlik, kapitalizmin getirdiği sınıf sistemi, kaynaklarımızın hoyratça kullanılması ve daha bir çok şey… Şu an geçirdiğimiz zamanları andırıyor. Hazır pandemiden bahsetmişken.. Günleriniz nasıl geçiyor?
Müzik yaparak. Senaryo okuyarak. Bir süredir setlerde olduğum için müzik ikinci planda kalmıştı, arayı kapatmaya çalışıyorum diyebilirim.
Biraz beylik bir soru olacak ama daha önce hiç İstanbul’a geldiniz mi?
Hayır. Hani hayatta “mutlaka yapmalıyım” dediğiniz ama araya sürekli bir şeylerin girdiği durumlar vardır ya… İstanbul’a gelmek de benim için biraz böyle oldu. Ama şu pandemi kabusu bitsin, gelip bir konser vermek isterim. Ama o zamana kadar Türkiye’deki hayranlarıma vermek istediğim mesaj: Sağlıklı olun, güvende kalın, kendinizi ve sevdiklerinizi koruyun. Son olarak, ikinci sezonda bizi neler bekliyor?
Bu soruya cevap verip bir avukat ordusuyla karşılaşmamı istemiyorsunuz herhalde (gülüyor) Ama şöyle söyleyebilirim, ilk bölümde çok şaşırtıcı, bomba gibi bir olay oluyor. Daha fazlasını söyletmeyin bana!
O sadece oyuncu değil. Aynı zamanda rap ve hip-hop yıldızı. Daveed Diggs, 2015’te hem Grammy hem de Tony Ödülü kazanarak farklı bir rekora imza attı...
ÖZEL 11 SÖYLEŞİ Kanadalı Graeme Manson’ın Orphan Black’ten hatırlayabilirsiniz.
GRAEME MANSON SENARIST
Merak etmeyin, geleceğimiz bu değil Snowpiercer’ı hayata geçirirken sizi en çok zorlayan şey ne oldu?
Sanırım mekân konusunda alan darlığı… Yani eninde sonunda bir trende geçiyor. Ama kompartımanlarda farklı konseptler yaratarak, izleyiciye bir nevi farklı dünyalar sunduk… Bu sorunu böyle aştık. Özellikle elitlerin gittiği mekânlarda çok güzel, farklı işler çıkardığımızı düşünüyorum. Malum, pilot bölüm çekildi sonra araya beş yıl girdi… Kadroya dahil olmadan önce Snowpiercer’ı izlemiş miydiniz? Ya da onun kaynağı “Le Transperceneige” adlı çizgi romanı okumuş muydunuz?
Tabii ki ikisini de yapmıştım. Büyüleyici işler…
Sormamdaki sebep şu: Bir senarist için zor bir durum değil mi bu? Halihazırda ortaya çıkmış bir iş var, hatta bu durumda iki iş… Sizin ya-
ratıcılığınızı kısıtladı mı bu durum?
Aslında hayır. Bong’un muhteşem filminin ve kitabın ruhunu ayrı ayrı özümsedim. Kafamda şöyle ayırdım: Bong’un filmi daha ziyade bir macera üzerine kuruluydu. Kitapta hiç görmediğimiz bir yaratıcılık vardı. İkisinin de öne çıkan yönlerini alarak farklı bir dünya kurmaya çalıştım izleyiciler için. Başardığımızı da düşünüyorum. Kesinlikle, oldukça sürükleyici… Henüz diziyle aşina olmayanlar için sorayım. Snowpiercer’ı kısaca nasıl özetlersiniz?
Sınıf sistemi dizinin özünü oluşturuyor. Ve farklı sınıflardan insanların hayatlarını ve olaylar karşısında verdikleri tepkiyi görüyoruz Snowpiercer’da… Böyle özetleyebilirim. Şu anda yaşadıklarımıza benzemiyor mu biraz? Zengin kesim havuzlu evlerinde karantinada güneşlenir-
ken, yoksullar küçücük dairelerde tıkılı durumda…
Aynen öyle, değil mi? Verdiği his bir noktada aynı. Sınıfsal eşitsizlik çok büyük bir problem. Her dönemde böyleydi. Tabii böyle bir pandemi yaşamadık ama farklı dönemlerde farklı sorunlar yarattı. Bu çözmemiz gereken bir sorun ama “nasıl”ı sormayın lütfen… O zaman şunu sorayım: Malum, küresel ısınma, kaynakların tükenmesi, sınıfsal adaletsizlik gündem konuları… İleride biz de “kalan sağlar” olarak bir trene binip sonu gelmez bir yolculuğa mı çıkacağız? Bu bir dizi mi yoksa kehanet mi?
Hayır tabii ki… Merak etmeyin, geleceğimiz bu değil. Yani bence… Peki, diziye dönelim… İkinci sezonda bizi neler bekliyor?
İzlemeyenler için çok detaylandırmı-
HIKÂYE, HIKÂYE IÇINDE…
FIKIR NEREDEN ÇIKTI?
Henüz izlemeyenler için konusu kısaca şöyle: Küresel ısınmayı engellemek amacıyla yapılan bir deney felaketle sonuçlanır. Sonuç: Dünya buz kütlesine döner… Dizi, bu facianın yaşanmasından yedi sene sonrasında başlıyor. Yeryüzünde yaşayan son insanlar sınıf düzenine göre bölümlere ayrılmış 1.001 vagonlu “Snowpiercer” adlı trende hiç bitmeyecek bir yolculuğa çıkmıştır. Trende ön tarafta yaşayan ve bütün kaynakları tüketen elitler
2013’e dönüp, hafızamızı tazeleyelim: “Parasite” ile Cannes’da Altın Palmiye kazanan, Güney Kore sinemasının önemli yönetmenlerinden Bong JoonHo’nun 2013’te çektiği ilk İngilizce filmi Snowpiercer hayli ses getirmişti. İçinde bolca sistem eleştirisi olan bu “sert” yapımın kaynağıysa, 1982’de yayımlanan Fransız çizgi romanı “Le Transperceneige”… Yapım şirketi TNT, filmin ilk yayın haklarını 2015 yılında
“dolce vita” bir hayat sürerken, yoksul yolcular “kuyruk” bölümünde sefillik içinde yolculuk etmektedir. Zenginler ve yoksullar arasındaki sınıf farkı sonucu ortaya çıkan mücadele dizinin belkemiği… Ama iş bununla da bitmiyor, esrarengiz bir seri katil kompartımanlara musallat olunca, işin rengi değişiyor. Anlayacağınız hikâye, hikâye içinde… Daha fazla uzatmadan sizi Snowpiercer’ın kompartımanlarına davet ediyoruz.
yorum ama zaten çok sürprizli bir son var birinci sezonun finalinde… İkinci sezon daha da şaşırtıcı bir şekilde başlıyor, o kadarını söyleyeyim. Ve öyle de gidecek. Şu an evimde harıl harıl çalışıyorum bunun için en azından… Pandeminin bize kattığı bir özellik de bu. Hepimiz kesintisiz bilgisayar başındayız. Halbuki siz şu anda ekibinizle kırmızı halıda poz verip tebrikleri kabul etmeliydiniz normal koşullarda… Yayınlanması bu kadar uzun süren bir diziye imza attınız, işin tebriğini, alkışını birebir alamamak sizi üzüyor mu?
Pilot bölümde benim imzam olmadığı için “bekleme” kısmına dahil değilim açıkçası. Ben ekibe daha sonra dahil oldum. Kırmızı halı faslına gelince; tabii iyi olurdu. Ama çok da derdim değil böyle şeyler… İleride çok daha fazla kutlama yapacak zamanımız olur nasıl olsa…
satın almıştı; ancak sonraki yıllar içinde senaristlerin ve yapımcıların değişmesi ile dizi bir türlü çekilememişti. 5 yıllık bir gecikmeden sonra dizinin yapımı sonunda tamamlandı. Netflix, en sonunda hayata geçirilen bu iddialı yapımın iki bölümünü 25 Mayıs’ta yükledi. Dizi toplam 10 bölüm olarak kurgulandı, ikinci sezonu için anlaşmalar daha yayına girmeden yapıldı. Yani tren yolculuğumuz 10 bölümde sonlanmıyor!
TEKNO DÜELLO AHME T CAN “iPhone’ların satış fiyatları ne kadar arttı” diye üzülenler için geçen hafta Apple’dan yeni bir seçenek geldi. Yeni iPhone SE. Ekonomik veya giriş seviyesi iPhone da diyebiliriz. Her ne kadar giriş seviyesi olsa da içindeki özellikler en pahalı iPhone’a meydan okuyor. Biz de buradan yola çıkarak ekonomik iPhone ile en pahalı iPhone serisiyle düelloya soktuk.
iPhone X iPhone SE 11 Pro S AT I Ş F I YAT I NE ?
5.299 10.999
Türk Lirasından baslıyor.
Türk Lirasından baslıyor.
Ş U A NK I M ODE L I NE Z A M A N S AT I Ş A Ç IK T I ?
Nisan 2020 Eylül 2019 E K R A N B OY U T L A R I N A S IL?
4.7 inç 5.8 inç
4.7 inçlik bir Retina HD ekran teknolojisiyle geliyor. Ekranda True Tone özellikleri yer alıyor. Geleneksel tuşlu iPhone tasarımında.
İki farklı ekran boyutu var. iPhone 11’de Super Retina XDR ekran teknolojisiyle sunulan 5.8 inçlik bir ekran var. 11 Pro Max’in ekranı ise 6.5 inç. Uçtan uca ekran tasarımını bulunduruyor.
T E K NIK Ö Z E L L IK L E R I NE L E R ? A13 Bionic çip A13 Bionic çip 3. nesil Neural Engine 3. nesil Neural Engine Suya ve toza dayanıklı Suya ve toza dayanıklı Touch ID FaceID 148 gram iPhone 11, 188 gram. iPhone 11 Pro Max ise 226 gram.
K A ME R A S I NE Ö Z E L L IK L E R I S UNU YOR ? 12 megapiksellik geniş açılı tekli bir kamera sistemi var. 5 Her biri 12 megapikselden oluşan üçlü bir kamera sistemi var. kata kadar dijital zoom yapabiliyor. Gelişmiş bokeh efektine ve 2 kat optik yakınlaştırma, 2 kat optik uzaklaştırma ve 10 kata Derinlik Denetimi’ne sahip. Portre modunda 6 efekti var. Akıllı kadar dijital zoom yapabiliyor. Gelişmiş bokeh efektine ve Derinlik HDR çekimler yapabiliyor. Ayrıca 4K çözünürlükte saniyede Denetimi’ne sahip. Akıllı HDR ve Slow Fi özellilklerini bulunduruyor. 60 karelik video çekimleri de modelin özellikleri arasında. 4K çözünürlükte saniyede 60 karelik videolar çekebiliyor. E N Ç OK BE ĞE NDI ĞIMI Z Apple ekosistemine girmenin iPhone modelleri içinde en ekonomik yolu. Apple Watch, AirPods, App Store ve diğer Apple servislerine ulaşılmasını sağlıyor.
Ö Z E L L IĞ I NE DIR ? Ekran, fotoğraf, video ve çip kalitesiyle bütünleşik bir deneyim sunuyor. Bu yüzden gelmiş geçmiş en iyi iPhone modeli olarak ifade edebiliriz.
E K S IL E R H A NE S INE NE L E R VA R ? Devir büyük ekranlı akıllı telefonların devri. Bu yüzden her ne kadar En büyük eksisi tabii ki fiyatı. Evet, Pro bir modelden bahsediyoruz. Ancak ekonomik bir seçenek olsa da bu modele 4.7 inçlik ekranı yakıştıramadık. Türkiye’deki satış fiyatının 10.999 TL’den başlaması kullanıcıların son iPhone Bir tık daha büyük bir ekran keşke olsaymış demeden geçemedik. teknolojilerine erişmesi açısından önemli bir eksi. B ATA RYA P E R F OR M A N S I N A S IL? Hızlı ve kablosuz şarj desteği bulunuyor. Kutusundan hızlı Apple’ın şarj konusundaki ustalığını gösterdiği en önemli modellerden. şarj adaptörü çıkmadığını belirtelim. Yaptığımız testlerde Kapasitesi yüksek bir bataryayı bulundurması ve bu bataryanın yazılımla iyi bir yüksek performans isteyen mobil oyunları oynadık. Yaklaşık 2 şekilde optimize edilmesi performansı arttıyor. Tam dolu batarya ile kullanıma saatlik bir oyunda şarjı yüzde 17 azaldı. Bu da modelin batarya bağlı olarak 1.5 günlük şarj ömrü sunuyor. Hızlı şarj adaptörüyle gelmesi de performansının iddialı olduğunu gösteriyor. büyük avantaj sağlıyor. K IML E R IÇ IN ? iPhone 5, iPhone 6 gibi eski modeli yenilemek isteyenler için ideal bir seçenek. iPhone modelleri için ekonomik satış fiyatına sahip olan model, en gelişmiş Apple çipini sunuyor. Ayrıca Android işletim sistemli bir akıllı telefon kullanan, ancak bir yandan da iPhone satın almak isteyenler de SE’yi tercih edebilir.
Daha öne iPhone modellerini kullanmış ve deneyimini bir üst seviyeye çıkarmak isteyenler için. Özellikle beyaz yakalı çalışanlar, patronlar, trendleri takip etmek isteyenler, iyi fotoğraf ve video çekmek isteyenler ceplerinde taşıdıkları bu modelle günlük işlerini çok rahat bir şekilde görebilir.
STİL 13
Mor yağmurun altında ıslansak yine… YAŞASAYDI, 7 HAZIRAN’DA 62’NCI YAŞ GÜNÜNÜ KUTLAYACAKTI. ANCAK, 2016 YILINDA ZAMANSIZ BIR ŞEKILDE HAYATINI KAYBETTI. ŞARKICI, BESTECI, OYUNCU, YÖNETMEN, STIL IKONU… BU DÜNYADAN YERI DOLDURALAMAYACAK BIR PRINCE GEÇTI. gelen en ikonik pop yıldızı hatta mega starlarından biri. Peki onu bilmeyen, tanımayan nesle nasıl anlatmalı? Nereden başlasak, nasıl anlatsak? Beş-altı farklı enstrüman çalmasını sağlayan müzisyenliğinden mi dem vursak? 40 yıla sığdırdığı ışıltılı kariyerini tarfi etsek? Yönetmenliği mi, oyunculuğu mu? Büyük bir yapım şirketine karşı kafa tutan kapı gibi duruşu mu? Yoksa o nu ikonik yapan birbirinden farklı kostüm ve kıyafetleri, hayret verici stilini mi? Aurası, bakışları, hareketleri dahil her şeyi bir bütün olarak onu benzersiz kılıyordu. 18 yaşından ölene kadar, yani en başından sonuna, taklit edilemeyecek kadar “kendine has” bir stile sahipti Prince. Oldukça uçlarda, orijinallik ve çekicilikte… Rahatsız edici olmakla, seksi olmak arasında cesurca gelip giden bir stardı o… Şu an bile “Haydi gençler örnek alın” denemeyecek kadar aykırı, anti-moda, anti-trend asla sıradan olmayan bir idol. O zamanlarda ilk olarak neredeyse hiçbir afro-amerikan gencinin cesaret edemeyeceği bir şekilde kendini lanse etmiş. Her tarızyla yeni bir moda akımı yaratacak kadar inovatif ve siz ondan sıkılmadan kendinden sıkılıp yenilik yapacak kadar da dahi bir mega star. Müziğinden burada uzun uzun bahsedemeyeceğim maalesef, çünkü zaten yazarak da anlatılamayacak kadar güzel. Albümlerine, şarkılarına, konser kayıtlarına aşina olan, yani bilen bilir diyeceğim. R&B, rock, pop ve disko müziğinin prensinin doğal çekiciliğini destekleyen aykırı duruşundan bahsetmek isterim. Onu asi ve aykırı yapan sadece kıyafetleri değil anlayacağınız. Konserleri dahil her fırsatta dile getirdiği “Warner müzik şirketinin kölesiyim” isyanı ve açıklamaları uzun seneler sürmüş. Attığı imza nedeniyle kendine telaffuz edilemeyen sembolik yeni bir isim bulan ve bu isim ile yeni albüm çıkaran ve konserO, PRINCE… MICHAEL JACKSON’DAN SONR A
B A Ş A K Dİ Z E R TAT L I T U Ğ
lerinde yanağına yazdığı “slave/köle” yazısı ile bu duruşunu hep desteklemiş. 1980-84 yıllarında artık “Prince-mania” oturmaya başlamış ve onların değimiyle “prince gibi giyinmek” aykırı olmak dikkat çekmek demek olmuş Trençkot, fırfırlı gömlek ve kabarık saçlar olmazsa olmaz… Be tabii bir de topuklu ayakkabıyı unutmamak lazım. Hemen hemen her zaman topuklu ayakkabı giyen Prince, “boyum kısa olduğu içim değil kadınlar topuklu ayakkabı sevdiği için giyiyorum” diye açıklamada bulunmuştu. Şu anda bile erkeklerin topuklu giymesi tartışılırken, düşünün, Prince bunu 80’lerde yapıyor… Funk, rock, R&B, soul ve pop çeşitliliğinde yaptığı müzik dışında albüm kapaklarındaki şık çıplaklık ve konserlerindeki avangard ve hiçbir zaman sıkıcı olmayan deneysel görüntüsü onu diğerlerinden ayırmış ve ikonik yaptı. Justin Timberlake, Madonna, Pharrel Williams’ı gibi onlarca pop sanatçısını stili ile de etkileyen gerçek bir megastar o... “Kıyafete ihtiyacım yok, kıyafetten nefret ederim” derken ne kadar ironik olduğunu size en iyi, “incilerin, pırlantaların tüylerin Prensi”nin sahnedeki kostüm ve kombinleri anlatacaktır. Bunun için onun sahnedeki süzülüşünü ve performansını izlemek şart. Hiçbir cinsiyete ve ırka ait olmayan hissi veren feminen/androjen bu adam, sanatsal saçları, genç Hintli bir erkeğin göz makyajı ve kırpıştırdığı iri gözleriyle ve soluksuz izlenen danslarıyla kendi fantastik kişiliğini, hayallerini ve aslında bize söylemek istediklerini 17 yaşından beri ifade ediyordu. İfade özgürlüğünün, cinsiyetsizliğin konuşulduğu bu dönemlerin yolunu açtı, belki de hiç aklında böyle bir şey yokken… Sadece kendini istediği gibi ifade etmenin peşindeyken… Gençliğinde geceleri “Purple Rain” eşliğinde uyuyakalan bizler için oldukça hüzünlü bir kutlama bu… Bu dünyadan Prince geçti, doğum günü kutlu olsun…
14 LÜKS
İkonik
Ekip YENI VEYA ESKI, IKONIK MÜCEVHER PARÇALARI HAYATIMIZA TUTKU NESNESI OLARAK SIHIR VE GÜZELLIĞI SUNMANIN YANI SIRA HEPSI BIRER YATIRIM PARÇASI. VE BIR MÜCEVHER KOLEKSIYONERI OLARAK SADECE BU SANAT ESERLERINI TAKMAK DEĞIL, HER BIRININ BARINDIRDIĞI ZANAAT VE ESTETIK DEHAYI GELECEĞE TAŞIMAK DA ÖNEMLI BIR MISYON. GEÇMIŞI BUGÜNE TAŞIYAN MÜCEVHER EVLERI, BU MISYONU BUGÜNE BAŞARIYLA GETIRIYORLAR.
LÜKS 15
TIFFANY & CO. 1956 yılında Tiffany & Co.’ya katılan Jean Schlumberger’in tasarımları çok kısa süre içinde Jacqueline Kennedy ve efsane Vogue editorü Diana Vreeland dahil olmak üzere bir çok efsane kadının dikkatini çekti. Schlumberger, mücevherlerin sadece gece takılacak pahalı ve ciddi parçalar değil, aksine gündüz de takılabilecek eğlenceli ve kullanılabilir parçalar olduğunu gösterdi. Sonsuz hayal dünyası, doğa tutkusunu büyüleyici yüzükler, bilezikler, broşlar ve kolyelere dönüştürdü.
BEGÜM SARIH A N
16 LÜKS
PIAGET Saat koleksiyonlarına eşlik etmesi için 1960’lı yıllarda mücevher de tasarlamaya başlayan Piaget, onyx, turkuvaz, lapis lazuli gibi taşları kullanmakta usta markalardan. Jackie Kennedy, Gina Lollobrigida ve Andy Warhol’un hayranları arasında olduğu tasarımlarına eklenen Possession Koleksiyonu, bugün renkli taşları biraraya getirerek genç ve dinamik mücevherleri birarada kullanmayı sevenlerin ikonları arasında.
CHOPARD İki safir kristal ortasında özgürce dans eden pırlantalar, Chopard’ın ‘Joie de Vivre’ felsefesinin temel alınarak tasarlandığı ikonik Happy Diamonds koleksiyonun her hareketle dikkat çekmesini sağladı. 1976 yılında ilk tasarlanan bu koleksiyon bugün her formda hala ikonik özelliğini koruyor.
HARRY WINSTON Winston Gates, henüz 2019 yılında gün ışığına çıkmış olsa da, kurucusunun vizyonun ve pırlantalara duyduğu tutkunun çağdaş bir koleksiyonda hayat bulmasıyla şimdiden ikonik tasarımlar arasına girdi. Winston Gates, markanın New York’taki butiğine atıfla geçmişine de dönerek kapılarını yeniden dünyaya açıyor.
CARTIER Vahşi ve boyun eğmez Panthère de Cartier, insan karakterinin gücünü ortaya koyan bir çekicilikle dolu. Özgür bir vizyoner olan Jeanne Toussaint, 1948’de pantere üç boyutlu hayat verme cesaretini gösterdi ve ortaya şaşırtıcı bir estetik harikası çıktı. Jeanne Toussaint’in Panthère’i, içinde kendi yansımalarını gördükleri cüretkar kadınların imzası haline geldi. Windsor Düşesi, Daisy Fellowes ve María Félix bu hareketin başında yer aldı.
LÜKS 17
BVLGARI 1940’larda Art Deco döneminin önemli hayvan figürü yılanın içine saat yerleştirmeye karar veren Bvlgari, markanın en ikonik koleksiyonuna da hayat verdi. Ergonomik altın Tubogas bilezik üzerine tasarlanan Serpenti Koleksiyonu, Bvlgari’nin başarılı saat yolculuğunun sinyaliydi. Bu ikonik figür, markanın renklere olan tutkusunu, materyelleri biraraya getirmedeki ustalığını ve altın işçiliğindeki kusursuzluğunu yenilenen her koleksiyonunda sundu.
VAN CLEEF & ARPELS Van Cleef & Arpels, 1968 yılında ilk Alhambra kolyesini sarı altın ve meşhur motifiyle tasarladı. Ünlü mücevher evinin ikonik tasarımları arasına giren Alhambra, yıllar içinde şansı şimgelemesiyle diğer koleksiyonlardan ayrıştı. Van Cleef & Arpels mükemmeliyetçiliğiyle yıllar içinde gelişerek çeşitli renk ve materyellerle zenginleşen koleksiyon bugün ışıldayan feminen çizgileriyle geniş bir seçkiye sahip.
18 KOLEKSİYON M AYA P O R TA K A L B İ TA R G İ L
Lüksün tanımını yazsam yeniden… TÜM ALIŞKANLIKLARIMIZI ALT ÜST EDEN PANDEMI, LÜKS ALANINDA DA DENGELERI DEĞIŞTIRDI… SAHI, NEDIR LÜKS?ŞAMPANYA, PIRLANTA, KAŞMIR VE ROLLS ROYCE MU? YOKSA SIRA DIŞI, ÖZGÜN VE FARKLI OLABILMEYI TEMSIL ETMEK MI?
Materyalistik dünya ile özdeşlemiş olan kelime; esasında ruhani bir kavramı içinde barındırır. Lüks değerli hissetmektir. İnsanoğlu tarih boyunca değerli hissetmeyi kendine amaç edinmiş, uğruna savaş vermiştir... Kimine göre bilgili olmak, kimine göre sağlıklı olmak lükstür; kimine göre özgür olmaktır... Mesele normalin üstünde; daha yüksek bir frekansta olabilmek ve hissetmektir. Lüks kavramı gündelik ve sıradanlıkla iyi geçinmez. Sıra dışı, özgün ve farklı olabilmeyi temsil eder lüks. Lüksü, “hayat kalitesi” olarak tanımlayacak olursak sanat ile el ele vermesine şaşırmamalıyız.. Sanat eseriyle ‘sanal’ olarak iletişimde kalabilmenin de lüks sayılabileceğini yaşayarak anlamış bir nesil olarak bugün lüksün, kaşmir, şampanya, pırlanta ve Rolls Royce’dan ibaret olmadığı bilinciyle herkese ve her ‘an’a göre değişkenlik gösterebileceğini söyleyebiliriz. Lüks kavramının mutlak ve tek bir anlamı olmadığı gibi aynı kişi için dahi an be an değişkenlik gösterebilir. Kimi zaman sanat eserine çıplak gözle bakıp hayatın kargaşasından uzaklaşabilmek ve sadece o an’ da kalabilmek olur lüks.. Kimi zaman, tutkuyla oluşturulmuş koleksiyonlara uzun zamandır istenen, peşinde koşulan eserleri, hatta tek bir eseri katabilmek ve sahip olmaktır... Ezcümle, güven ve konforu doruk noktasına çıkaracak, yükselten hisse aracılık edecek ne ise o an lüks o olur… Ve ister inanın ister inanmayın, parayla satın alınamaz bir histir... LÜKS NEDIR?
Louis Vuitton’un son koleksiyonu... Tepeden tırnağa lüks bu mu demek?
KOLEKSİYON 19
Monet’nin Nülüfer’lerine bakmak... Gerçek lüks bu!
Zamansızlığı vurguluyor Monet’nin ‘Water Lilies’/Nilüferler adlı eseri.. Işığın varlığıyla, sanki müziği duyuyoruz... Zarafet ve sessizliğiyle, sanki bizi iç dünyamızda düşünmeye davet ediyor... Pandeminin bize öğrettiği öncelikleri iyi belirleme ve güncel tutma dersi lüksün de her an koşul ve kişiye göre göstereceği değişkenliğin bir nevi teyidi olmuştur... LVMH grubu lüks denince akla ilk gelen imge haline dönüştü. Şampanya bölümünde Veuve Clicquot… Couture alanında Christian Dior ve Louis Vuitton... Mücevher dalında Bulgari ve gruba yeni dahil olan Tiffany&Co ile lüksün maddede vücut bulmuş haline referans veriyor. İnsanı daha farklı, daha rahat, daha şık ve özgün hissettirmek üzere; rafinasyonu temsil ediyorlar. Ama grubun lüksle eşdeğer haline gelmesinde tek sebep bu değil… LVMH grubu Louis Vuitton Foundation ile dokunulmazlık ilan etmiş; sanat koleksiyonu adeta bir sihirli değneğe dönüşmüş; sahibi olduğu tüm markalara görünmez bir değer daha katmıştır... Bugün Christian Dior sadece ‘pahalı’ bir marka olmaktan çıkmış, rakiplerinden ayrılmıştır. Louis Vuitton Yayoi Kusama ile yaptığı işbirliğiyle yine sadece çanta yaratan bir marka olmadığını, temsil ettiği değerin çok daha derin olduğunu anlatmıştır... Bunun yanı sıra, altmış dört milyar dolarlık sanat sektörü (2019) lüksün en doruk noktasını oluştururken; derinlik, bilgi ve his katar kavrama... LVMH ve KERING gruplarının sanat üzerinden kıyasıya yarışında Arnault ailesinin sahibi olduğu Louis Vuitton Foundation ve Pinault’ların
Venedikte’ki Palazzi Grassi ve 170 milyon dolarlık sanat koleksiyonu, Paris’te açmaya hazırlandığı dev müzesi, Christie’s müzayede evini almış olması... Hepsi zaten egemen oldukları lüks dünyada daha da yıldızlaşma, ayrışma ve çok daha büyük bir mirası yaşatabilme ve aktarma peşindeler. Davranış biçimi geliştirmekle ilgilenen lüks dünyası, bugün gerçekçiliğin, özel hissettirebilmenin, sadece finansal araçlarla elde edilemediği değerler peşinde koşuyor. Millenial kuşak, kolay tatmin olmayacağa benziyor... Değer yaratmak, değerli hissetmek ve hissettirmek birikim, rafinasyon ve güvenilirlikten geçiyor... Bana bu hissi veren şeye gelince… Metropolitan koleksiyonundan Claude Monet’nin Water Lilies/Nilüferler’i ise tuhaf bir şekilde lüks denince aklıma ilk gelen imgelerin başında her zaman… Nasıl mı? Anlatması kolay değil… Sadece bakmak, görerek bakabilmek, Monet’nin şaheserini yaratırkenki hislerini fırça darbelerinin üzerinden okumaya çalışmak benim lüksüm.. Birkaç dakikalığına da olsa Monet’nin hayallerine ortak olabilmek bence paha biçilemez bir his... Sahip olmaktan bağımsız, sadece varlığı ile doğru okuyabilmekle ve hissetmekle ilgili... Zamansızlığı vurguluyor Monet’nin ‘Water Lilies’/Nilüferler adlı eseri.. Işığın varlığıyla, sanki müziği duyuyoruz... Zarafet ve sessizliğiyle, sanki bizi iç dünyamızda düşünmeye davet ediyor...
Louis Vuitton Yayoi Kusama ile yaptığı işbirliğiyle konuşulmuştu Tiffany&Co, LVMH bünyesine girdi
Gülay Semercioğlu, Storm, 2014
acı Sabanc
20 SANAT SOHBETLERİ
Sanatçılar kalıcı eserler bırakır biz onları bir süreliğine kiralarız sadece…
GELIN BU HAFTA SIZI HACI SABANCI’NIN FAZLA BILINMEYEN BIR YÖNÜYLE TANIŞTIRALIM: KOLEKSIYONER HACI SABANCI. BOSTON’DA EKONOMI EĞITIMI GÖRÜRKEN, ALDIĞI SANAT TARIHI DERSLERININ DE ETKISIYLE BU YOLA BAŞ KOYDU GENÇ IŞADAMI. DÖNDÜKTEN SONRA ARZU-ÖMER SABANCI ÇIFTININ KOLEKSIYONU ILE ILGILENMEYE BAŞLADI. BUGÜN KOLEKSIYONUNDA 250’DEN FAZLA PARÇA VAR. GEÇEN YIL DÜZENLENEN ART WEEKS AKARETLER’DE BU SEÇKIDEN BAZI PARÇALARI SERGILEDI. SABANCI, KOLEKSIYONUNDAN EN ÖZEL PARÇALARI ANLATTI.
SELIN BOZKURT
“Arzu-Ömer Sabancı” adını verdiğimiz çağdaş sanat koleksiyonumuzda şu anda 250’nin üstünde eser var.
22 SANAT SOHBETLERİ
Patrick Hughes, Vanishing Venice, 2007
Canan Tolon, Reflex, 2011
Sanata ilginizin Boston’da ekonomi eğitimi gördüğünüz dönemde, aldığınız sanat tarihi dersleriyle başladı, değil mi?.
Aslında ondan da önce, üniversiteye gitmeden önce lise yıllarımda… Okul çıkışı Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde okul dışı aktivite olarak staj yapmaya başladığımda ilgim başladı. Koleksiyonunuzda toplam kaç eser var?
“Arzu-Ömer Sabancı” adını verdiğimiz çağdaş sanat koleksiyonumuzda şu anda 250’nin üstünde eser var. Tablo, heykel, video art, neon-art’dan oluşan yerli ve yabancı geniş bir seçkiye sahip.
Ağırlıklı olarak çağdaş sanat eserlerini görüyoruz. Özellikle Türk sanatçıların çalışmaları baskın… Bunun özel bir sebebi var mı?
Evet çağdaş sanat eserleriyle ilgileniyorum ve ağırlıklı Türk sanatçılardan oluşan bir koleksiyon… Son yıllarda yabancı sanatçıların eserlerini de ekleyerek büyütmeye çalışıyorum. Eser seçerken önceliğim benim beğenim çünkü o alınan eseri her gün görecek olan kişi aslında benim. Bundan sonra devreye başka faktörler de giriyor. Bunlardan en önemlilerinde biri bence fiyatı... Sanat evrenseldir; o yüzden sanatçının milliyetinin çok önemi olmaması gerekir. Ama itiraf edeyim hem milliyetçi duygularla hem de bazı sanatçıları şahsen tanıdığım için Türk sanatçının eserini almak benim için daha öncelikli.
Amerika deneyiminize dönecek olursak… Amerikan ve Türk çağdaş sanatını hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz?
Amerikan sanatında farklı dönemler ve akımlar var ama benim en beğendiğim 1950’lerin ortalarında başlayan 1960’larda en iyi dönemlerini yaşayan “Pop Art” akımı. Jasper Johns, Andy Warhol, Cy Twombly, ve Roy Liechtenstein her gördüğümde eserlerini hayranlıkla izlediğim çok beğendiğim sanatçılar. Türkiye’de en beğendiğim sanatçılardan Burhan Doğançay’ın sanatının özünde yaşamı boyunca izini sürdüğü duvar sanatı vardır. Türk toplumunda 1980 ve 90’larda yaşanan kültürel değişimi ve tüketim toplumuna dönüşmemizi eserlerinde çok güzel harmanlayarak anlatır, çok çarpıcı pop art örneği oluşturur. İlk alımı nasıl yaptınız?
Heyecanla, hiç pazarlık etmeden yaptım. O zamanlar İstanbul’da olan bir yabancı fuardı ve çok beğendim bir eseri, hiç pazarlık etmeden el sıkıştım. (Gülerek) Sonra yaptığımın farkına vardım ama artık geçmişti. O yüzden artık mutlaka bir eseri almadan üstüne yatar uzunca düşünürüm. Ani karar vermek her zaman doğru olmuyor. Malum pandemi döneminin sanat alanında öne çıkan trendi, sanal müzayede ve fuarlar… Online üzerinden sanat alımı yapıyor musunuz?
Online müzayedelerde aktifim, evet. Sevdim online olmasını, hepsini takip ediyorum ama henüz alamadım
Türkiye’de en beğendiğim sanatçılardan Burhan Doğançay’ın sanatının özünde yaşamı boyunca izini sürdüğü duvar sanatı vardır. pandemi sürecinde. Her girdiğim eserde beni geçtiler diyebilirim, fiyatlar benim koyduğum hedeflerin üzerine çıktı o sebeple alamadım. Ama takipteyim. (Gülerek) “Never too late”diyorum! Pandemi döneminde Türkiye ve dünyada sanat piyasasına dair neler söylemek istersiniz?
Ben daha çok yolun başında olan ve büyük laflar edebilecek bir bilgiye sahip olmayan biriyim. Hem dünyada hem Türkiye de bu seneye kadar artarak oluşan bir ilgi vardı. Ama bu yaşadığımız pandemi sürecinden sonra önümüzdeki kısa vadede nasıl gelişir çok emin değilim. Bu yaşanan üzücü süreç herkesi derinden etkiledi. Herkesin alım gücüne etki edeceğine
SANAT 23 SOHBETLERİ
Bedri Baykam, Power Poker, 2013
Güngör Taner, Umuda Doğru, 2007
eminim, ayrıca insanların öncelikleri de değişecektir. Kötü günleri geride bıraktığımızda toparlanma süreçlerinde çağdaş sanata olan ilgi aynı şekilde devam edecektir. Sanat için seyahat eder miydiniz?
En sevdiğim seyahat tarzı, sanat için seyahat etmek… Sanat fuarlarını, haftalarını takip ederim. Her anlamda sevdiğim bir seyahattır çünkü gerçekten çok pozitif bir ortam olur ve yepyeni eserler sanatçıları tanıma öğrenme şansı bulduğum seyahatler olur. Aklınızda en çok kalan sanatla ilgili seyahat hangisi oldu?
Son Art Basel Miami seyahatim en aklımda kalan. Basit bir sebepten: çünkü son sanat seyahatimdi. Dünyanın dört bir yanından gelen sanatçı ve sanatseverlerim buluştuğu, Miami’nin ılıman havasıyla birleşince çok keyifli olan bir seyahattı. Unutamadığınız bir eser satın alma anınız var mı?
Joe Black’in “Blink” adlı bir eseri var. Uzun yıllardır beğenerek takip ederdim Joe Black eserlerini... Oyuncak askerlerle yaptığı bu eseri yıllar önce Miami’de görmüş ve çok beğenmiştim. Çocukken oyuncak askerlerim vardı ve sanırım çocukluğum hatırlattı diye düşüüyorum. O zaman kısmet olmamıştı alabilmek, sonrasında çok bekledim, araştırdım. En sonunda buldum 3 sene sonra. Beni en çok heyecanlandıran eser o olmuştur. Koleksiyonunuzda sizin için farklı bir yeri olan eser var mı peki?
Mübin Orhon, Untitled
Sevgili Pınar Dupre’nin annem Arzu Sabancı’yı resmettiği çok güzel bir eserimiz var. Koleksiyondaki en nadide ve bizdeki yeri en özel olan eser odur. Aslında sanatçılar o eserleri ya-
parken kendilerinden bir parça duygu katıyorlar. Kalıcı bir eser bırakıyorlar ve biz de o eseri bir süreliğine “kiralayan” durumundayız. Ben hep böyle düşündüm. O sebeple aslında hepsi çok özeldir. Koleksiyonunuzda yer alan başyapıt hangisi?
Koleksiyonda başyapıt olabilecek birkaç eser var. Ve o 3-4 eserde gerçekten benim gözümde ayrı ayrı başyapıt; o yüzden seçme şansım gerçekten yok. Bundan sonra koleksiyonunuza katmak istediğiniz sanatçılar, işler var mı? Böyle bir liste oluşturuyor musunuz?
Evet koleksiyonumuza katmak istediğim eserler var ve öyle bir listem mevcut. 20’lik bir liste kimseye göstermiyorum (gülüyor) Arada yıllar içinde aldıkça yeni isimlerle güncelliyorum Eser alımı yaparken danışır mısınız? Özellikle takip ettiğiniz yayınlar var mı?
Tabii ki danışırım. Elimden geldiğince internet ortamında veya üyesi olduğum yayınlardan takip ederek okumaya çalışıyorum ama kesinlikle “çok bilgi sahibiyim” diyebileceğim bir durumum yok. Hatta bilhassa “az bilgi sahibiyim” diyebilirim. Sanatçı üzerine veya o akım o dönem üzerine yoğunlaşmış çok bilgili tecrübeli danışmanlar veya galericiler, sanatseverler var. Bunların içinden fikirlerine çok güvendiğim kişilere mutlaka sorarım. Takip ettiğim yayınlara geri dönecek olursak: Artam’ın dergisini severek okuyorum. Güncel müzayede ve sergilerin yanında dünyadaki sanat gelişmelerine yer veriyorlar ve çok güzel röportajlar yapıyorlar. Hafta’yı da çok severek takip ediyorum ve tebrik ediyorum sizleri.
24 MANŞET
Bu yangın söner mi? Dİ D E M E R YA R ÜNLÜ
ABD, BÜYÜK BUHRAN DÖNEMINDEN BERI EN KÖTÜ TABLOYLA KARŞIMIZDA… EKONOMI ÇÖKÜNTÜDE, TOPLUMSAL HUZURSUZLUK ZIRVEDE, KUTUPLAŞMA TIRMANIYOR, SOKAKLAR YANIYOR... POLISIN ORANTISIZ GÜÇ GÖSTERMESIYLE GÖZ GÖRE GÖRE GERÇEKLEŞEN GEORGE FLOYD’UN ÖLÜMÜ, DENGE DEĞIŞIMININ FITILINI MI ATEŞLEDI? SÜPERGÜÇ IÇIN GELECEKTE NE VAR?
“Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik. Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk; kardeş olarak yaşamayı...”
Microsoft tarafından geliştirilen ve twitterde kullanıcılarla etkileşim halinde olması hedeflenen yapay zeka hesap «Tay», kısa bir süre içinde gerçek kullanıcıların tweetlerinden beslenerek ırkçı tweetler atmaya başladı. Microsoft, Tay’ın tweetlerine müdahale etmek zorunda kaldı. Google, geçtiğimiz günlerde, yapay zeka sistemini ayrımcılık ve ırkçılıktan korumak için TCAV adını verdiği yeni bir sistem üzerinde çalışmaya başladı. 2 016 Y I L I N D A
Yapay zekanın dünyayı yönetmeye hazırlandığı bir dönemde, ırkçılık, Martin Luther King’in ifade ettiği gibi, asla üstesinden gelemediğimiz bir hastalık olmaya devam ediyor. Ve başa çıkmayı başaramadığımız virüsler gibi, tüm dünyada farklı şekilde ve farklı şiddette yaşanıyor. 25 Mayıs tarihinde ABD’de yaşanan vaka ise, sadece bu hastalığa maruz kalanları değil, tüm dünyayı ayağa kaldırdı… Dolandırıcılık suçu nedeniyle polis tarafından gözaltına alınmak is-
FOTOĞRAF REUTERS
—M A R T I N LU T H E R K I N G
MANŞET 25
SALGIN GÜNLERINDE GÖÇMEN, EVSIZ VE KADIN OLMAK… 4 yaşında Kenya’dan ABD’ye mülteci olarak gelen Binti Abdi, bugün 21 yaşında. Küçük bir oğlu var. 19 yaşından bu yana evsiz. Sosyal bir konutta kalma şansı yok; çünkü yeşil kartının süresi dolmuş durumda. COVID-19 nedeniyle kartını uzatma imkanı da yok. Çocuğuna bakma imkanı olmadığı için, ondan ayrılmak ve Texas’ta yaşayan boşandığı kocasının yanına göndermek zorunda kaldı…
26 MANŞET
tenen siyahi ABD vatandaşı George Floyd, Minnesota’da polisin orantısız güç kullanması nedeniyle nefessiz kalarak hayatını kaybetti. Bu olay; geçtiğimiz yıllarda Charlotte, Baton Rouge, Ferguson veya Baltimore’da, ya da geçtiğimiz Şubat’ta Georgia’da, Mart’ta Louisville’de siyahi vatandaşların ölümüyle sonuçlanan durumlardan çok farklı değil. Louisville Üniversitesi Pan-African Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Ricky L. Jones’un ifade ettiği gibi; “Eğer siyahi iseniz, eğitim alamazsınız, ibadet edemezsiniz, çalışamazsınız, huzur içinde kuşları seyredemezsiniz, hatta uyuyamazsınız. Bu son derece yorucu bir varoluş.” Floyd’un polisin orantısız güç karşısında hayatını kaybetmesini, daha önceki olaylardan farklı kılan unsur ise, ABD’de Covid-19 salgınıyla başlayan toplumsal huzursuzluğun, bu olayla zirveye taşınmış olması. TRUMP’IN TWEET’LERI…
söyledim. Bir zorluk çıkarsa kontrolü üstleneceğiz ama yağma başlarsa (silahla) ateş etme de başlar» yorumlarını içeren tweet’ine Twitter’dan «şiddeti yüceltme» uyarısı geldi. Twitter, kullanıcılara yönelik uyarı notunda «Bu Tweet, şiddeti yüceltme hakkındaki Twitter Kuralları’nı ihlal etti. Ancak Twitter, Tweetin erişime açık
kalmasının kamu yararına olabileceğini belirledi» ifadelerini kullandı. Trump ise, bunun üzerine Twitter ve Facebook gibi sosyal medya kanallarının daha yoğun hukuki denetime tabi tutulmalarını öngören kararnameyi imzaladı. ABD’deki siyahilerin son dönemde artan tepkisi, sadece polis
İŞ DÜNYASINDA “BEYAZ ADAM” HAKIMIYETI Her ne kadar ABD’de azınlıkların nüfusu artmaya devam etse de, ırkçılık iş dünyasında da üstesinden gelinemeyen bir salgın olmaya devam ediyor. Bu konuda yayınlanmış çok sayıda araştırma bulunuyor: Lean In ve McKinsey tarafından yayınlanan bir rapor, ABD’de CEO pozisyonundaki beyaz erkek oranının yüzde 68; beyaz kadın oranının yüzde 18 olduğunu ortaya koyarken; siyahi veya hispanik erkeklerde bu oranın yüzde 10’a, kadınlarda ise yüzde 4’e düştüğüne dikkat çekiyor.
Associated Press ve teknoloji şirketi SAP tarafından yapılan bir araştırmaya göre, siyahi ve hispanik çalışanların yarısından fazlası bir işe girmeden önce, şirketin çeşitlilik ve kapsayıcılık programlarını inceliyor. Beyaz çalışanların ise sadece yüzde 27’si bu konuyu dikkate alıyor. Her 10 çalışandan 4’ü, beyaz erkek ve kadın çalışanların çok daha fazla avantaja sahip olduğunu düşünüyor.
İnsan kaynakları sitesi Glassdoor tarafından yayınlanan rapora göre, ABD işgücünde ayrımcılık çok ciddi boyutlara ulaşıyor. Her beş çalışandan üçü, yaşı, ırkı veya cinsiyeti nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını dile getiriyor. ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya’dan toplam 5 bin 241 kişiyi kapsayan rapora göre, ırkçılığa maruz kalan Amerikalı çalışanların oranı yüzde 42. Bu oran ortalamanın yüzde 12 üzerinde.
Harvard Business Review tarafından yayınlanan bir rapor, çeşitlilik ve kapsayıcılık programlarına sahip olan şirketlerin, daha yaratıcı, objektif ve insana saygılı olduğunu ortaya koyuyor.
şiddetine yönelik öfkeyi değil, kökeni köleliğe kadar uzanan ön yargılar, toplumsal eşitsizlikler ve ekonomik dengesizliklerin yol açtığı gerilimi de yansıtıyor. Floyd hadisesinin, ABD’deki işsizlik sorunuyla birlikte ülkede topyekün bir infiale neden olmasından endişe ediliyor. Protestoların ülke geneline yayılması, sadece siyahi nüfusun değil, çok daha geniş bir etnik nüfusun sesini yükseltmeye başlaması, 40 şehirde uygulanan sokağa çıkma yasağı ve askerin sokağa inmesi de bu korkuları güçlendiriyor. BÜYÜK BUHRAN’DAN BU YANA EN YÜKSEK IŞSIZLIK
ABD’de Covid-19 salgının ortaya çıkmasından bu yana, ilk kez işsizlik maaşına başvuranların sayısı 33 milyonu geçmiş durumda. Ülkede işsizlik oranı Nisan ayında 10,3 puan artarak yüzde 14,7’ye yükseldi. Ülkedeki işsiz sayısı şu anda 36,5 milyona ulaşmış durumda. Bu oran, 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran döneminden bu yana en yüksek seviye. ABD Çalışma Bakanlığı, geçtiğimiz 10 haftada 40 milyon 746 bin kişinin işsizlik maaşı başvurusunda
FOTOĞRAFLAR REUTERS
ABD Başkanı Donald Trump’ın tweet’leri ise, tüm bu olayları daha da ateşleyecek nitelikte. “Afrikalı-Amerikalı toplum neden bu kadar kalabalık? Neden herkesten daha fazlalar? Bunun hiçbir anlamı yok ve bu durumdan hoşlanmıyorum” sözleri ile kendinden farklı olanlara yönelik bakış açısını net bir şekilde ortaya koyan Trump, Minneapolis’teki olaylarla ilgili attığı tweet’le de, bu duruşunun altını bir kez daha çizdi. Trump’ın «Bu serseriler George Floyd’un anısına saygısızlık ediyor ve bunun olmasına izin vermeyeceğim. Vali Tim Walz ile konuştum ve ordunun tümüyle onun yanında olduğunu
MANŞET 27
GÖSTERILERIN ODAĞINDA PANDEMI VE TRUMP VAR
SİNAN ÜLGEN EKONOMI VE DIŞ POLITIKA ARAŞTIRMALAR MERKEZI (EDAM) YÖNETIM KURULU BAŞKANI
“ABD’de ırkçılık temelinde, birçok şehirde zaman zaman yağmalamaya dönüşen gösteriler başladı. Bu ABD için yeni bir durum değil. Geçmişe baktığımızda da aynı şikayetle ilgili gösteriler olduğunu görüyoruz. Bu sefer bunu ayrıştıran iki unsur var. Birincisi, pandeminin getirmiş olduğu derin ekonomik çöküş ve yükselen işsizlik. İkincisi de, bu gösterilerin odağında bir liderin olması. Daha önceki gösterilerde Obama’nın konuyu idare etme biçimiyle Trump arasında farklılık var. Bu nedenle ABD’de bugünlerde gördüğümüz durum daha öncekilerden ayrışıyor. Bu noktada, yaşanan sürecin ABD seçimlerine etkisinin nasıl olacağını değerlendirmek gerekiyor. Bu konuda iki tez var. Bir tanesi, yönetime karşı yapılan sokak hareketleri sonrasında, yönetime
desteğin artıyor olması. Bu sadece ABD ile ilgili değil, siyasetle ilgili genel bir bulgu. Düzenden memnun olan, düzenin bozulmasını istemeyen, daha statükocu diyebileceğimiz taraflar yönetimin sağladığı istikrarı desteklemek amacıyla, mevcut lidere verdikleri desteği artırıyorlar. Diğer yandan ABD örneğinde, bir başka unsurun da altını çizmek gerekiyor: ABD’deki seçimlerde kazanan aslında kendi kanadını daha fazla mobilize edebilen parti oluyor. Türkiye’den farklı olarak, ABD’de
seçime katılım oranı oldukça düşük; yüzde 55-56 civarında. Dolayısıyla burada kendi kanadını 1 ya da 2 puan daha fazla mobilize edebilen taraf avantajlı oluyor. Böyle bir ortamda belki daha önce oy vermeyi düşünmeyen bir kesim de mobilize olabilir. Bu da demokratların işine yarayabilir; çünkü böyle bir kutuplaşmada açıkçası mobilizasyonun artma ihtimali de daha yüksek. Tabi ki seçim tarihi olan Kasım ayına kadar daha zaman var. Olaylar nasıl gelişecek izlemek gerekiyor.”
bulunduğunu açıkladı. 2019 yılında ortalama yüzde 3,7 olarak açıklanan ülke geneli işsizlik oranı, siyahi nüfusta yüzde 6,1’e ulaşıyor. ABD Merkez Bankası Başkanı Jerome Powell, ABD’nin resesyona doğru gittiğini söylüyor. ABD’de 2020 başındaki büyüme beklentisi, Covid-19 etkisiyle birlikte yerini daralmaya bıraktı. ABD ekonomisi yılın ilk çeyreğinde yüzde 4,8 daraldı. Bu, Amerikan ekonomisinde 10 yılı aşkın süre içindeki en keskin daralma oldu. Powell’a göre, Amerikan ekonomisinin kendini krizden tamamen kurtarabilmesi için virüse karşı bir aşı bulunması gerekiyor. Powell, aksi takdirde ABD ekonomisinin, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 30 küçülebileceğini dile getiriyor. COVID-19 NEDEN SIYAHI TOPLUMU DAHA FAZLA VURDU?
Bu arada, ABD’deki siyahi nüfusun içinde bulunduğu zor ekonomik şartlar, “Covid-19 neden siyahi toplumu daha fazla vurdu?” sorusunun cevabını da veriyor. Illinois, Louisiana, Michigan, New Jersey ve North Carolina’ya ait veriler, Covid-19 kaynaklı ölümlerin siyahi nüfusta, beyazlara
oranla çok daha hızlı gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Her ne kadar virüs, din, dil, ırk ayrımı yapmıyor olsa da, en fazla “renkli” insanları etkiliyor. Çünkü bu insanların sigortası yok; tıbbı bakım erişimleri son derece sı-
nırlı; ve büyük bir bölümü şeker, yüksek tansiyon ve astım sorunu yaşıyor. Ayrıca bu nüfusun büyük bir bölümünün çalıştığı işler, “evde kalmaya” veya “evden çalışmaya” uygun değil. Son nüfus sayımına göre Illino-
is’da, nüfusun yüzde 15’ini siyahiler, yüzde 77’sini beyazlar oluşturuyor. Covid-19’dan hayatını kaybedenlere bakıldığında ise, siyahi nüfus ölümlerin yüzde 42’sini oluşturuyor. Michigan’da nüfusun sadece yüzde 14’ünü siyahi va-
28 MANŞET
HER 1000 SIYAHI ERKEKTEN 1’I POLIS ŞIDDETINDEN HAYATINI KAYBEDIYOR
FOTOĞRAFLAR REUTERS
DoSomething.org, milyonlarca gencin pozitif değişim yaratmak amacıyla bir araya geldiği küresel bir hareket. DoSomething.org’a göre, George Floyd’un ölümünün büyük bir tepkiye yol açmış olmasının önemli nedenlerinden biri de, siyahi ABD vatandaşları Ahmaud Arbery ve Breonna Taylor’ın ölümlerinden çok kısa bir süre sonra yaşanmış olması. 25 yaşındaki Afrikalı-Amerikalı Ahmaud Arbery, 23 Şubat tarihinde Georgia, Glynn County’deki evinin yakınlarında koşarken, Gregory ve Travis McMichaels isimlerinde iki beyaz erkek tarafından vurularak öldürüldü. 13 Mart tarihinde ise 26 yaşındaki acil servis teknisyeni Breonna Taylor, Louisville narkotik birimi görevlileri tarafından evinin önünde 8 kez vurularak öldürüldü. Polisler Taylor’u öldürdükten sonra, evinde uyuşturucu madde bulamadılar. DoSomething.org üyeleri, bu üç trajedinin, ABD’deki polis şiddetini net bir şekilde ortaya koyduğunu ifade ediyorlar. Ülke genelinde yapılan araştırmalar da, polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybeden siyahi, Kızılderili ve latin kökenli bireylerin beyazlara oranla çok daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. ABD genelinde her 1000 siyahi erkekten 1’i polis tarafından öldürülüyor. Siyahi vatandaşların polis tarafından durdurulma, aranma, tutuklanma oranları da beyazlara kıyasla daha yüksek. DoSomething.org, New York Sivil Özgürlükler Birliği’nin Şubat 2020’de yayınladığı bir rapora yer veriyor. Bu rapora göre, 2018’de New York’ta polis tarafından alıkoyulan bireylerin yüzde 88’ini siyahi ve Latin kökenliler oluşturuyor. Siyahi vatandaşların işsiz kalma olasılığı beyazlara oranla iki kat fazla. İşe girdiklerinde ise, aynı görev için beyazlara kıyasla yüzde 25 daha az kazanıyorlar.
MANŞET 29
tandaşlar oluştururken; Covid-19 vakalarının yüzde 33’ünü, ölümlerin ise yüzde 41’ini oluşturuyorlar. The New York Times’a açıklamalarda bulunan Drexel Üniversitesi Epidemoloji ve Biyoistatistik Bölümü araştırma görevlisi Sharrelle Barber’ın yorumları ilginç. Şöyle diyor Barber; “Bu toplumlar, yapısal olarak, hastalığının yayılmasına yol açan zemini besliyor. Bu biyolojik bir durum değil; salgının neden olduğu kayıpları da, mevcut yapısal eşitsizlikler belirliyor.” SOKAKLARDAN UZAYA…
ŞIDDETIN DOZUNUN ÇOK YÜKSELMESI, ÖZELLIKLE BEYAZ NÜFUSTA BIR KORKUYA YOL AÇABILIR
SOLİ ÖZEL KADIR HAS ÜNIVERSITESI İKTISADI VE SOSYAL BILIMLER FAKÜLTESI ÖĞRETIM GÖREVLISI
“Yaşanan olayların ekononomiye ne derece etki edeceğini bilemeyiz, ama yağmalanan dükkanlar, yanan arabalar, yangın yerine dönen bir ortamda, toplumsal hareketlerin devam ettiği yerlerde, insanlar alışverişe çıkmak istemeyeceklerdir. Bunun etkisi ne kadar sürer bilemeyiz. Bugün bu olayların yaşanmasındaki en önemli nedenlerden birisi, 40 milyona yakın insanın şu anda ABD’de işsiz olması. Trump hükümetine etkisinin ne olacağına dair yorum yapmak için de
henüz erken olduğunu düşünüyorum. Bu olayların Trump’a mı yarayacağını, yoksa Trump karşıtlarına mı yarayacağını şu an için tahmin etmek zor. Şiddetin dozunun çok yükselmesi, özellikle beyaz nüfusta bir korkuya yol açabilir. Ben Trump’un da buna güvenerek olayı tırmandırmak istediğini sanıyorum. Trump yaşanan olayların, 1968 yılında Richard Nixon’un seçilmesine yol açan koşullara benzediğini düşünüyor. Bence koşullar tam aynı değil, üstelik kendisi iktidarda, Nixon
muhalefetteydi. Ayrıca bir şekilde kendisine körü körüne bağlı olanlar dışındaki Amerikan seçmenlerinin de, bu olayın sorumlusu olarak Trump’ı görme ihtimalleri düşük değil. Bu görüşümü güçlendiren olgu da şöyle: Başlangıçta gösterilerde sadece siyahlar varken, giderek daha karışık bir etnik kalabalığın toplanmış durumda. Aynı zamanda askerin sokağa çıkarılması, vatandaşa bu şekilde muamele edilmesi Amerikan sistemi ve kurumları içinde çok ciddi bir tepkinin uyanmaya başladığının göstergesi.”
Dünyaya bakıyoruz… Ülkesindeki savaştan kaçmayı başaramayıp kıyıya vuran çocuk cesetleri, erkek şiddetinden hayatını kaybeden kadınlar, ‘beyaz’ olmadığı için ‘tehlike’ ve ‘suç’ potansiyeli yüksek olduğuna inanılan insanlar, tam 374 binin üzerinde insanın hayatını kaybetmesine neden olup, tüm dünyayı eve kapatan bir virüs, yanan ormanlar, çöplüğe dönüşen okyanuslar, betonlaşan topraklar, yok olan biyoçeşitlilik… Uzaya bakıyoruz… ABD’li ünlü girişimci Elon Musk’un kurduğu SpaceX’in uzaya fırlattığı Falcon 9 roketi, Uluslararası Uzay İstasyonundaki (ISS) ekiple mutlu bir buluşma yaşayan astronatların birbirlerine sarılmaları… Dünyamız yangın yeriyken, kaçabilecek yeni bir “dünya” mı arıyor insanlık? ABD’li bir girişimci uzaya ulaşabilirken, ABD’li bir siyahi neden nefessiz bırakılarak ölmeye mahkum ediliyor? İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1. Maddesi; “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar” der. 2. Maddesi ise; “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir” diye devam eder. Verilen sözlerin, atılan imzaların, yapılan anlaşmaların kifayetsiz kaldığı bir çağda, Özdemir Asaf’ın “Bütün renkler hızla kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler” dizeleri geliyor insanın aklına… Ya sırtımızı dayayıp, hiçbirşey yokmuş gibi bu kirlenmeyi izlemeye devam edeceğiz, ya da harekete geçip “kardeş olarak yaşamayı” yeniden hatırlayacağız… Karar bizim…
30 YAZAR MASALARI
FA R U K Ş Ü Y Ü N
YAZAR 31 MASALARI
Kelimelerden, duygulardan ve tarihlerden oluşmuş bir haritam var YAZARLARLA MASALARI VE ÜZERINE ÖZENLE YERLEŞTIRDIKLERI; HATIRALARINI BIRIKTIREN, SIRLARINI TAŞIYAN OBJELER ÜZERINE ÇIKTIĞIM YOLCULUKLARIN BU HAFTAKI KONUĞU NERMIN BEZMEN… YAZARLA, TEKNOLOJININ NIMETLERINDEN FAYDALANARAK BU KEZ NEW JERSEY’DEKI EVINDE BULUŞTUK. F O T O ĞR A F T O L G A S AVA C I
gölgelendirdiği daracık yokuşunu kuş sesleri eşliğinde tırmanıp inerken Boğaziçi’nin mavilerini seyretmekten büyük keyif aldığım Ayşe Sultan Korusu’nda 40 yıl oturdu Nermin Bezmen. Kocaman, antika bir çalışma masası vardı. Çok sevilen, çok satan kitaplarını orada yazmış, yayınlandıktan sonraki söyleşilerimizi hemen o masanın yanı başında yapmıştık. Yazar Masaları’nın konuğu olmayı kabul ettiğinde bu kez farklı iki durum söz konusuydu: Birincisi, Bebek’teki Ayşe Sultan Korusu’na değil; ABD’ye, New Jersey’e sanal da olsa bir yolculuk yapacaktım, ikincisi Bezmen’in ilk kez başka bir masası ile karşılaşacaktım… ASIRLIK AĞAÇLARIN
32 YAZAR MASALARI
A
Kaç yıldır Amerika’danız?
Aşağı yukarı 4 sene oldu. Ülkemizi terk etmiş, bırakmış değiliz; evimiz, ailemizin yarısı halen orada. Ben, senede 2 defa Mayıs ve Kasım aylarında muhakkak gidiyor, hem okurlarımla buluşuyor hem de imza günlerine, konuşmalara, konferanslara, workshoplara katılıyorum. Tolga (Savacı) da ben de 4 sene evvel Türkiye’nin şartlarında gerçekten çok yorulduğumuzu; ben, özellikle yaratıcılığımı kaybetmeye başladığımı hissettim. Biraz hava değişikliğine ihtiyacım olduğuna inanıyordum. Aynı şey, eşim için de geçerliydi. Sanatın, edebiyatın içinde bir çift olarak biraz hırpalanmaya başladığımızı hissetmiştik açıkçası. Ama ülkemize aşkımız, hakkında endişelerimiz, olayları takibimiz, elimizden geldiği kadar gerekli yerlere el uzatma tempomuz hiç değişmedi, sadece bunu biraz uzak mesafeden yapıyoruz. Tabii kolay değil, söylediğim gibi ailenin yarısı Türkiye’de. Ülkemize de ailelerimize de hasret duyuyoruz, fakat gidiş gelişlerle bir müddet daha böyle götüreceğiz. İlerisi için şu an hiçbir şey söyleyemiyorum. Yeni bir çalışma masanız var, yine antika sanırım…
Buradaki eşyalarımızı eskicilerden topladık. Biraz da İstanbul’dakilerin benzerlerini topladım sanıyorum. İstanbul’daki çalışma masamın hikâyesi çok daha derin, kıymeti çok daha farklı. Kraliçe Victoria’nın Sultan Abdülaziz’e hediyesiymiş, sonradan Abdülhamid’e, dolayısıyla varislerine intikâl etmiş. Zihinsel rahatsızlığından dolayı sürgüne gönderilmemiş bir torunu varmış Abdülhamid’in; zaman zaman eşyalarını satışa çıkarıyorlardı, öyle bir satıştan almıştık o masayı. Tabii burada öyle bir şey bulmak mümkün değil. Zaten öyle bir yerimiz de yok, ama klasik tutkumu böyle küçük küçük parçaları toplayarak burada da yaşatıyorum. Masanızın iki fotoğrafını gönderdiniz. Birincisi, romanınızı yazdığınız günlerde, karmaşanın dağınıklığın hâkim olduğu görüntüsü; diğeri ise kitabınızı bitirdikten sonraki hali… Önce ikincisinden başlayalım mı?
Aslında buna “dağınıklık” demeyelim de,” kaos içinde düzen” diyelim.J Zira o karmaşada, gözüm kapalı, satır satır neyi nerede bulacağımı bilirim. Çünkü gelişigüzel yığılmazlar masama. Hikâyemin akışı içinde, her bir sayfa, her bir fotoğraf kendine ait zamanda gelir yerleşir ve o karışıklık gibi görünen yığının içinde kronolojik bir
sıralaması vardır. Masamın son halinden gördüğünüz gibi, roman bitti, masa temizlendi, yeni romana hazırlanma aşamasına geçildi. Kitabı yayınevime teslim ettim, editörüm okuyup gönderdi. Ben de son okumasını yapıp baskı için ileteceğim. Bu ay içinde çıkmasını planlıyoruz. İsmi?
“Unutkan Aşk.” İllet bir hastalıktan, bir beyin rahatsızlığından alzheimer’den bahsediyorum. Babamı, zorlu bir alzheimer sürecinden sonra kaybettim. O sözcüğe öyle hassasım ki Nermin Hanım’ın yıllar önce 88 yaşındaki annesi üzerine yazdığı “Alzheimer’la Geçinmek” başlıklı yazısını bir solukta, yüreğim sızlaya sızlaya okuduğumu hemen hatırladım. Merakımı, kitap elime geçtikten sonra yapacağım söyleşiye saklayarak konumuza, çalışma masasına dönmek istiyorum… Nasıl çalışıyorsunuz? İlk başta kelimelerden, duygulardan ve tarihlerden oluşmuş bir haritam oluyor. Onu, duvara asıyorum. Hemen sağınızda duvara yapıştırdığınız kocaman sarı kâğıt mı?
Evet, orada bölümleri aşağı yukarı şekillendiriyorum. Karakterlerimin duygularını, olayları farklı renklerle bölümlere ayırıyorum. Monoton renkler yan yana gelmesin diye özellikle uğraşıyorum. Bu arada romanım için çalışmış olduğum kitaplar, internetten indirdiğim sayfalar oluyor; onlar da masamın üzerinde yerlerini alıyor. Bu kitapta alzheimer nedeniyle özellikle çok hassas, hiç hata olmaması için çok ince, detaylı çalışmam gerekti. Bu nedenle yazarken de hastalık hakkında çalışmaya devam ettim. Dolayısıyla devamlı bilgi birikimi oldu, bunlar da kâğıtlarda masanın üzerinde yerini aldı. Yani ekranı değil, kâğıdı tercih ediyorsunuz…
Çalışırken evet. Bizim neslin alışkanlığı kâğıttan okumak. Benim için de öylesi her zaman daha akılda kalıcı oluyor. Belki göz teması. Yüksek sesle okuyorum, âdeta üç boyutlu nakşoluyor hafızama. Bir süre sonra karşıma yazdığım konuyla ilgili bir kitap çıkıyor, ısmarlıyorum. O da masanın üzerinde yerini alıyor ve masam, yavaş yavaş size gönderdiğim hale geliyor. Üzeri yetmiyor, çekmeceleri açıp üstlerine tepsi koyarak oralara yerleştiriyorum birçok bilgiyi. Böylece etrafa doğru genişliyor, masanın üzerinden odanın neredeyse yarısına yakın bir kısmını işgal etmeye başlıyorum.
Duvara astığım, kendime harita diye bellediğim bilgiler de değişmeye başlıyor. Onlar değiştikçe yanlarına yeni kâğıtlar ilave oluyor, yeni karakterler ekleniyor, yeni renkler çiziliyor, boyanıyor. Bütün bu olanlar, yazarken bana büyük bir coşku ve sıcaklık veriyor. Kitap bittiği zaman masamın üzerindeki toplamam biraz hüzünlü oluyor. Karakterler ve hayatlarıyla o kadar içli dışlı oluyorum ki dosyaları, notlarımı kaldırırken, kitapları kütüphaneye yerleştirirken sanki ayrılık duygusu yaşayacağım, hasret çekeceğim gibi geliyor. Nitekim öyle oluyor da. Roman nasıl bir duyguyla, nasıl bir kaderle bitmiş olursa olsun, bende hep hasret duygusu yaratıyor. Eşinizle fotoğrafınız, hemen yanında bir bonzai… Issızlaşmış masanızı bitkilerle şenlendirmişsiniz…
Bonzai, eşimin buraya geldiğimiz zaman aldığı yaş günü hediyesi. Diğer bitki “Asparagus fern” biz ona “saçaklı” diyoruz; enteresan, püskül püskül uzayan çok arsız, sevecen, her şarttan mutlu olabilen bir yeşillik. Biraz benim sakin, olgun görüntümün ardındaki tatlı serseri, hür ruh halimi hatırlatıyor bana. Onun büyükannesi balkonda şu an. Bunlar, torunlarından ürettiğim yavrulardan ikisi. Yeşillik seviyoruz, evin içinde başka yerlerde de varlar. Ve bir mum…
Akşam çalışmalarında mum yakıyorum. Kadeh, mum ve müzik hava karardıktan sonra çalışmamın birer parçası. Peki beyaz oje?
Onunla, düzeltme mürekkebim bittiği için kapanması gereken bir flomaster yazısını kapattım. Manikür estetiği ile ilgisi yok… Kalemler, kalemliklerin hikâyesi ne?
Dolmakalem de olsa, tükenmez de olsa siyah renk, bana yazıya hakkını veren bir duruş sergiliyor gibi geliyor. Onun dışında duygu, dönem ya da karakter farklılıkları için kullandığım farklı renk ispirtolu kalemler var. Kalemlikler opalin. Hepsi kurşun kalem içindekilerin. Her elimi attığımda içinde muhakkak bir tane ucu açık olan oluyor, çalışırken rahat ediyorum.. Son olarak, cam ağırlık?
Buraya yerleştiğimiz zaman verdiğimiz davette sevdiğim bir arkadaşımın ev hediyesi idi. Kristal bir elma. Pencereden gelen ışıkları yansıtıyor, bana çok keyif veriyor. İçinden renk geçen her şeyi seviyorum. Obje, ya da insan...
“Bizim neslin alışkanlığı kâğıttan okumak. Benim için de öylesi her zaman daha akılda kalıcı oluyor. Belki göz teması. Yüksek sesle okuyorum, âdeta üç boyutlu nakşoluyor hafızama…” — NERMİN BEZMEN
34 KENT
İstanbul deyim sözlüğü MECBURIYETTEN EVDE KALMANIN VERDIĞI SIKINTIDAN MI, YOKSA ÇOCUKLUĞUMDAN GELEN ALIŞKANLIKTAN MIDIR BILINMEZ. BAYRAM BOYUNCA BAZI ILGINÇ DEYIMLER ILE ILGILI HIKÂYELERI ARAŞTIRDIM. TABII SERDE İSTANBUL SEVDASI OLUNCA DA KENT KÜLTÜRÜNÜNÜN, YAŞAM BIÇIMININ, EDEBININ VE COĞRAFYASININ ILHAM VERDIĞI DEYIMLERIN SÖZ KONUSU OLMASI KAÇINILMAZDI. İŞTE KARŞINIZDA DEYIMLER VE ILGINÇ HIKÂYELERI…
O Ğ U Z O TAY
gezmek yetmez.com
KENT 35
DINGO’NUN AHIRI
İstanbul’da ulaşımın atlı tramvaylarla gerçekleştirildiği günlerden kalan bir deyimdir. Sermet Muhtar Alus, Unkapanı Köprüsü’nü geçtikten sonra Azapkapı’da başlayan yokuşa Meyit Yokuşu dendiğini ve bu adın da rivayete göre yokuşu bir hamlede çıkmaya çalışanların mevta olmasından dolayı verildiğini yazar. Böyle dik bir yokuşu çıkmakta zorlanan atlı tramvaylar için, bölgede yedek atlar bulundurulur, yokuş başına gelen tramvaylara da hemen iki yedek at bağlanırmış. Kan ter içinde kalan atlar,Taksim’de Dingo adında bir Rum vatandaşın işlettiği ahırlarda dinlendirilir sonra gene Azapkapı’ya götürülürlermiş. Atların, insanların sürekli girip çıktığı; dolayısıyla girenin, çıkanın pek belli olmadığı bu ahır gibi destursuz girilen mekânlar için Dingo’nun ahırı tabiri kullanılır olmuş.
SERÇEDEN BAŞKA KUŞ, ZEYREK’TEN BAŞKA YOKUŞ TANIMAMAK
İstanbul’un en karakteristik mahalle dokusunu bugün de koruyan, şehrin en eski semti Zeyrek, İstanbul’un dördüncü tepesi olan Fatih eteklerinde kurulur. Hal böyle olunca da, semt Fatih’ten başlayıp, Unkapanı’na kadar inen, son derece dik, dar, yılankavî yokuşu ile ünlenir. Eski devirlerde imparatorluğun başkenti İstanbul’da yaşayıp da, bu dik yokuşu bilmeyen, arşınlamayan yok gibidir. Genel olarak hayat görüşü dar, bulunduğu şehirden dışarı çıkmayan kişiler için, bildiği tek şey bu anlamında kullanılan bir deyimdir.
METELIĞE KURŞUN ATMAK
Köyünden kalkıp, İstanbul’a gelen bir köylü çocuğu zaman içinde talihin de yardımıyla yüksek mevkilere gelir, paşa olur. Köylülerinden yolu İstanbul’a düşenler arayıp, sorar ve paşanın köşkünü bulurlar. Paşa, köşkün bahçesinde gümüş Mecidiyeleri (27 gr gümüşten basılan para) hedef diye dizdirmekte ve atış talimi yapmaktadır. Bu durum karşısında fakir köylüler “Biz meteliğe kurşun atıyoruz, paşa Mecidiyeye” demekten kendilerini alamaz. Bu arada meteliğin de bir kuruşun dörtte biri değerinde bir para birimi olduğu ve tek başına hiçbir şey almaya yetmediğini hatırlatalım. Hatta maddi kıymeti olmayan şeyler için “metelik etmez” deyimi de bu para biriminden kaynaklanır.
ÜSKÜDAR’DA SABAH OLDU
Herhangi bir görevin yerine getirilmesinde geç kalınması nedeniyle kullandığımız “Üsküdar’da sabah oldu” deyimi rivayet odur ki; yıllar önce Üsküdar’da bulunan camilerin müezzinlerinin padişahın gözüne girmek ve saray müezzinliğine yükselme arzusu ile yanıp tutuşmalarından, sabah ezanını Beşiktaş’taki meslektaşlarından daha erken okurlar, bu durum karşısında Beşiktaş’taki cami cemaati de kendi müezzinlerine Üsküdar’da sabah oldu diye sitemde bulunurlarmış. İfade zamanla geçikilen işler için kullanılan müstehzi bir deyim halini almış.
ATEŞ PAHASI
Ederinden fazla anlamında kullanılan deyimin hikâyesi Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’ne kadar dayanır. Rivayet odur ki; maiyeti ile birlikte ava çıkan Sultan yağan şiddetli yağmurdan korunmak için sırılsıklam bir şekilde bugünkü Halkalı’da bulunan bir kulübeye sığınır. Buz gibi havada, yanan ateşin karşısına geçen Sultan yanındakilere döner, ısınmanın keyfi ile “bu ateş bin altın değerinde” der. Yağmurun devam etmesi üzerine geceyi de kulubüde geçiren Sultan ertesi gün ayrılırken ev sahibine borcunu sorar. Sultan ve yanındakileri tanımasa da, konuşmalardan varlıklı kişiler olduğunu düşünen kulübe sahibi, “ateşe bin altın değerini sen biçtin, bir altın da geceleme için, cem’an bin bir altın” der. Bu fahiş talebe rağmen padişah itiraz etmez ve bedeli öder. O gün, bugün ederinden fazla fiyatla satılan herşey için bu İstanbul deyimi kullanılır.
36 KENT
BALIK KAVAĞA ÇIKINCA
YELKENLERI SUYA INDIRMEK İlk çağlardan beri denizcilik kendine özgü kural ve gelenekleri ile varolmuş bir faaliyettir. Bu geleneklerden biri de, yelkenli devrinde bir geminin düşmanca bir maksat taşımadığını göstermek için denizlerinde seyir halinde bulunduğu ülkenin liman veya kalelerine yaklaştığında kendisini hareketsiz bırakmak ve kontrole tabi olduğunu göstermek için yelkenlerini indirmesidir.
Rivayet odur ki; Fatih Sultan Mehmet zamanında Rumelihisarı önlerine gelen bir Ceneviz gemisinin kaptanı, tüm ikazlara rağmen bu geleneğe uymaz ve yelkenlerini indirmemekte ısrar eder. Bunun üzerine de bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından verilen emirle gemi batırılır. Sonraki zamanlarda bu tabir, iddialı yaklaşım içinde bulunanların çeşitli zorluklardan ve tehditlerden ötürü bu iddiasından vazgeçmesi anlamında bir deyime dönüşür.
Bir işin olma olasılığının imkânsıza yakın veya verilen vaadin asla yerine getirilemeyeceği durumu anlatan bu deyimin bilinenin aksine bir ağaç türü olan kavak ile alakası yoktur. Kavak, ticaretin yoğun olduğu bölgelerde kontrol maksadıyla kurulan gümrük ve güvenlik karakollarına verilen isimdir. İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açıldığı noktada; biri Rumeli, diğeri de Anadolu yakasında olan iki kavak vardır. Semtler, bu nedenle Rumeli ve Anadolu Kavağı olarak anılır. Eski devirlerde İstanbul’da tutulan balıkların büyük bir kısmı bugün Tarihi Yarımada adıyla bildiğimiz sur içinde bulunan Yemiş İskelesi ve Balık Pazarı civarında satılırdı. Balığın bol avlandığı günlerde balıklar, Anadolu ve Rumeli Kavağı gibi uzak köylere kadar balıkçılarca çıkarılır ve oralarda satılmaya çalışılırdı. Sıradan günlerde ise balıkçı ile müşterisi arasında yapılan pazarlıklarda müşterinin teklif ettiği fiyatın düşük kaldığı hallerde balıkçı, “o paraya balık ancak balığın kavağa çıkacak kadar bollaştığı günlerde olur” diyerek teklifi gerir çevirirdi. Zamanla bu söz deyim olarak dilimize yerleşir.
KENT 37
GÖZDEN SÜRMEYI ÇEKMEK
Deyimin anlamı hemen hemen herkes tarafından bilinse de, deyimde geçen kelimelerin anlamı yanlış bilinmektedir. Ne göz bildiğimiz gözdür, ne de sürme göze çekilendir. Zamanın en büyük tersanesi, Kasımpaşa’daki Haliç Tersanesidir. Bu tersanede inşa edilen veya bakımı yapılan gemiler için kulanılan kerestelere sürme, bunların saklandığı bölmelere de göz denirdi. Alınan tüm tedbirlere rağmen buradan keresteler çalınmasına“gözden sürme çekme” tabiri kullanılırdı. Zamanla bu ifade, el çabukluğu veya oldu bitti ile karşısındakini kandıran kişiler için kullanılan bir deyim halini aldı.
HOŞAFIN YAĞININ KESILMESI
Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayılan fetihlerinde en önemli rolü oynayan askeri güç, heybetli görüntüleri ile yeniçerilerdi. Askeri alandaki başarılarına rağmen zamanla yozlaşan bu müessese gerek siyasi, gerekse de maddi menfaatler doğrultusunda, olur olmaz sebeplerden dolayı sık sık ayaklanarak büyük baş ağrısı olur. Tüm bunlardan dolayı II. Mahmut tarafından yeni bir ordu kurularak, yeniçeri müessesesi
sonlandırılır. Ortaya çıkan yeni şartlardan memnun olmama anlamında kullanılan bu deyimin çıkışı da, işte böyle bir ayaklanma sebebiyle olur. Hikâyesi şöyledir; âdet olduğu üzere yeniçerilere dağıtılan yemeklerde tek bir kepçe kullanılır, aynı kepçe ile önce sıcak yemek, sonra hoşaf dağıtılır ve böylelikle hoşaf üzerinde ince bir yağ tabakası oluşurdu. Bir gün bu uygulama değiştirilir ve her yemek için farklı kepçe kullanılmaya başlanılır. Hoşafın üzerinde oluşan yağ tabakasını görmeyen yeniçeriler bu defa da “hakkımız yeniliyor, hoşafın yağı kesildi!” diye ayaklanır. Deyimin de buradan oluştuğu rivayet olunur.
GÖKSU TESTISI GIBI TERLEMEK
Göztepe’nin güney yamaçlarından yağan yağmur sularının toplanması ile oluşan ve Anadolu Hisarı’nda denize dökülen Göksu Deresi’nin çevresindeki killi toprak testi, bardak gibi kapların yapımı için uygun bir malzeme olarak yıllarca kullanılır. Özellikle toprağın yapısından dolayı testi üzerinde gözle görülmesi son derece zor deliklerden dışarı sızan su, sıcak havada önce küçük damlacıklar haline gelir, sonra da buharlaşır ve testideki su buz gibi olur. İşte bu nedenden ötürü sıkılgan, mahcup insanlar için boncuk boncuk terlediklerinde “Göksu testisi” gibi deyimi kullanılır. İstanbul gibi derin geçmişi olan bir şehirde, yaşanmışlıklardan yola çıkarak aynı derinlikte bir kent kültürünün ve kendine özgü bir dilin oluşmasına şaşırmamak lazım. Buradaki kritik husus, bu dilin nesillerden nesillere aktarılabilmesi, deyimlerin günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olması ve dilin korunmasıdır. Ne de olsa, tarihi mirasa, kültüre sahip çıkma bir anlamda dile sahip çıkmaktır
38 SAĞLIK
Güneş topla benim için NAZIM HIKMET BU DIZELERI YAZARKEN ASLINDA “BIR TABLET D VITAMINI LÜTFEN” DEMEK ISTEMIŞ DE OLABILIR… KORONAVIRÜS TEDAVISINDE YILDIZI PARLAYAN D VITAMINININ ANA KAYNAĞI GÜNEŞ, EN VERIMLI SEZONUNA GIRDI… UZMANLARA KARANTINADA NASIL GÜNEŞ TOPLAYACAĞIMIZI SORDUK…
YA S E M İ N S A L İ H
ölümlerin 100 bin eşiğini aştığı Amerika’da son haftalarda yayımlanan önemli bir araştırma tüm dünyanın dikkatini çekti. D vitamini eksikliği ile yeni tip koronavirüs kaynaklı ölüm oranları arasında bağ olabileceğini ortaya koyan araştırmanın altında Northwestern Üniversitesi’nin imzası vardı. Araştırma Grubu Başkanı Prof. Dr. Vadim Backman, “Analizlerimiz sonucunda yeterli düzeyde D vitamininin, Covid-19’a yakalanmayı engellemese de hastaların, ölüm oranlarını yarı yarıya düşürebileceğini ve komplikasyonları azaltabileceğini gördük” deyince gözler D vitaminine çevrildi. İnsanlar D vitamini tabletlerine akın edince uzmanlar bu kez de bilinçsiz tüketimin bazı sorunlar doğurabileceği konusunda uyarmak zorunda kaldı. Prof. Dr. Backman ve ekibi eğer tezinde haklıysa, Türkiye gibi güneş zengini ülkelerde koronavirüse bağlı ölüm oranlarının nispeten düşük kalmasının tıbbi bir açıklaması olduğunu söylemek mümkün. Çünkü D vitamininin ana kaynağı güneş. Uzmanlar diyor ki, “Nisan ve kasım ayları arasında alınan günlük 20 dakikalık güneş ışını, depolarımızı doldurmaya yetiyor.” O zaman güneşten vitamin toplamak için hasat dönemine girdik demektir. Peki nasıl, hangi koşullarda ve nelere dikkat ederek… İşte yanıtları… K O R O N AV I R Ü S E B A Ğ L I
GIDALARDA DA VAR AMA YETERLİ DEĞİL DOÇ. DR. DEMET YETKIN ENDOKRINOLOG
Kimlerde eksikliği görülüyor?
D vitamini çok önemli ama özellikle kış mevsiminde eksikliği sık görülüyor. Özellikle kapalı ortamlarda kalanlarda, örneğin yaşlılarda, evden çıkamayanlarda fazlasıyla rastlayabiliyoruz. Bu nedenle koronavirüs döneminde, evden çıkamadığımız bugünlerde D vitamini eksikliğine dikkat etmemiz gerekiyor. Bazı hastalıklarda, ilaçlar emilimi engellediğinden D vitamini eksikliği yaşanabiliyor. Böbrek ve karaciğer
yetmezliği olanlar ve obezite sorunu yaşayanlar için D vitamini eksikliği risk faktörü. Eksiklik nasıl giderilir?
Tek ve en büyük doğal kaynak güneş. Günlük 20 dakika güneşlenmek depoları doldurmak için yeterli. Ciltte hafif pembelik olmasını istiyoruz. Şu anda evde kalıyoruz, yeterince alamayabiliyoruz. Bu nedenle bazı kişiler için günlük rutin D vitamini kullanımı dahi öneriyoruz. Ancak kesin-
SAĞLIK 39
‘KORUYUCUSUZ, DIREKT UV IŞINI GEREKIYOR’ PROF. DR. AYŞE SERTKAYA ENDOKRINOLOG
•
Savunma sistemimizi oluşturan hücrelerin üzerinde, D vitaminiyle ilgili bazı reseptörler var. Yapılan onlarca araştırma kanıtladı ki; D vitamini düşük olan insanlarda bazı enfeksiyonlar daha kolay, daha çok oluşabiliyor. Bu, bağışıklık sistemindeki hücrelerde bulunan algılayıcılarla ilgili bir süreç. O nedenle koronavirüs gibi viral enfeksiyonlarla, D vitamini yüksek olan kişilerin daha iyi mücadele ettikleri belirtiliyor. Dünya Sağlık Örgütü diyor ki, “Sağlıklı bir D vitamini düzeyi için haftada en az üç gün, 20 dakika cildiniz güneş ışığı görsün.”
•
•
•
Mümkünse her gün cam arkasından değil, güneş koruyucu kremlerle değil, en az 20 dakika cildiniz UV ışığını görecek. Çünkü bu ışık vücutta D vitamini sentezini başlatıyor. Depolanmayı tetikleyen şey ciltteki yağ dokusu. O nedenle direkt ışını görmemiz gerekiyor. Türkiye şanslı ülkelerden biri. Kasım ayına kadar her gün saat 10:00 ile 15:00 aralığındaki güneşi almak lazım. Koronavirüs nedeniyle evde kal sürecinde güneşlenmek zor olabilir. Ancak bahçesi olanlar bu saatlerde bahçeye çıkabilir. Olmayanlar balkonda, balkon da koruyucu sürmeden 20 dakika güneşin altında kalmaya çalışmalı.
AŞIRI KULLANIMDA TOKSİK DOZ RİSKİ VAR
•
•
•
Sağlıklı bir vücut ve bağışıklık sistemi için D vitamini çok önemli. Ancak bilinçsiz D vitamini kullanımı son haberlerin ardından çok yaygınlaştı. Bu da ciddi riskler içeriyor. “Vücudumu korusun, gençleştirsin, kemiklerim daha sağlam olsun” niyetiyle insanlar eczanelere gidip yüksek dozda D vitamini alanlar aslında kendilerini tehlikeye atıyorlar. Aşırı D vitamini alımı, toksiditeye (zehirlenme) neden olur. D vitamini kalsiyum dengesi üzerinden hareket eder. Yüksek alırsanız, toksik doza çıkarsanız, vücuttaki kalsiyum miktarını artırıyorsunuz. Bu durumda hiperkalsemi oluşuyor. Bu da birçok sağlık problemini doğruyor; beyin, böbrekler ve kalp zarar görebiliyor. Hekime danışmadan, D vitamini almamak lazım. Hekimin de hastaya göre doğru dozlarda önermesi lazım. Çok yanlış uygulamalar var. Normal bir metabolizma, yaz boyunca D vitaminin üretir, vücut da bunu kışın kullanır. Bu döngüyü dikkate alarak tedavi vermek gerekiyor.
PLAZALAR BİZİ BOZDU
•
likle hekime danışmadan D vitamini takviyesi alınmamalı. Kemikleri nasıl etkiliyor?
D vitamini aşırı dozda alındığında, faydaları oranında ters etkiler yapabiliyor. Kanda kalsiyum yüksekliğine ve böbrek taşı oluşumuna yol açıyor. Normalde kemikler için çok faydalı olan D vitamini, aşırı dozda alınınca ters etki edip kırık riskini artırıyor. Kemiklerim sağlam olsun diye aşırı D vitamini kullanmak riskli.
Koruyucu kremlerin etkisi nedir?
UV ışınlarından koruyan kremler, endokrinologlar tarafından pek sevilmiyor. Bizler sağlam bir bağışıklık sistemi için 30 faktörün üzerinde koruyucu krem kullanılmasını önermiyoruz. Kesinlikle her gün 20 dakika koruyucusuz, kumaş ve cam altında olmadan UV ışını alınması şart. Evde kaldığımız bugünlerde balkon yoksa bile camı açarak, günde 2-3 kez güneşlenmeye çalışmalıyız.
Çok balık yemek açığı kapatır mı?
D vitamini içeren besinler var elbette. Yumurta, tereyağı, süt, patates, balıklarda bir miktar D vitamini bulunuyor. Yine de kesinlikle gıdalar güneşin yerini tutmazlar. Aşırı güneşlenmek de toksiditeye neden olur mu?
Her konuda olduğu gibi güneşlenirken de aşırıya kaçmak doğru değil. Aşırı güneş, kalsiyum açısından toksidite riski taşımaz. Ama
İnsan bedeni çok iyi bir sistem. Yazın depolanan D vitamini stoğu bütün kış kullanılıyor. Burada oyunu bozan şey plazalar. Sabahın erken saatlerinden akşama kadar çalıştığımız ofislerde güneş alamıyoruz. O zaman nerede D vitamini? Plazalarda çalışanlara da en azından öğle saatinde güneşe çıkmalarını öneriyoruz.
başka riskler oluşturur. Öncelikle dermatologlar deri kanserine karşı aşırı güneşten kaçınmayı öneriyor. Zaten bütün gün güneşlenseniz de depolayabileceğiniz bir D vitamini kotası var. Aşırı güneşlenmek bağışıklık sistemine zarar veriyor. Güneş çarpması, sıvı kaybı, uçuklar gibi sorunlar yaratıyor. Özellikle sıvı kaybı, vücuttaki mineral değerlerin korunması açısından problemler çıkarır. Bağışıklığınız da zarar görür.
40 SPOR
Sponsor savaşları başladı GALATASARAY, BEŞIKTAŞ VE FENERBAHÇE BAŞTA OLMAK ÜZERE BIRÇOK KULÜP GELECEK SEZON IÇIN SPONSORLUK ARAYIŞINA GIRDI. İLK ADIMI ISE BEŞIKTAŞ EFSANE SPONSORU BEKO ILE ATTI. SIYAH BEYAZLILAR 42 MILYON LIRALIK SÖZLEŞME IMZALADI. PEKI SPONSOR SAVAŞLARININ GALIBI KIM OLACAK? gelecek yıldan çok da umutlu değil. Kulüpler ise ilk etapta sponsorları elinde tutma yarışında. Ancak tüm bunlara rağmen Galatasaray ve Beşiktaş gelecek yıl ana sponsorlarını kaybetti. İki takıma da forma göğüs sponsorları gelecek yıl yola devam etmeyeceklerini bildirdi. Beşiktaş bu konuda atik davranarak efsane sponsoru Beko’yu forma sırtından forma göğsüne taşıdı. Ancak bu kez de forma sırtı boş kaldı. Galatasaray ise forma göğüs sponsorTÜRK FUTBOL ENDÜSTRISI
luğu için çalışmalarını sürdürüyor. Koç Holding şirketlerinden AVİS’in de gelecek yıl Fenerbahçe forma göğüs sponsorluğunu sonlandırması bekleniyor. BEŞİKTAŞ’IN SIRTI BOŞ KALDI
3 büyükler forma sponsonluklarında çalışmalarını hızlandırırken bu alanda ilk adımı Beşiktaş attı. Beko ile 2 yıllık anlaşma imzalayan Beşiktaş forma sırtındaki logoyu forma göğsüne taşıdı. Siyah-beyazlılar bu an-
CE YHUN KUBURLU
Beşiktaş Beko ile yaptığı anlaşmayı 100. Yılında şampiyonluk golünü atan ve bugün takımın Teknik Direktörü olan Sergen Yalçın’ın başrolünde duyurdu.
KULÜPLER BU SEZON FORMA GÖĞSÜNDEN NE KADAR KAZANDI? GALATASARAY
FENERBAHÇE
TRABZONSPOR
BEŞIKTAŞ
milyon TL
milyon TL
milyon TL
milyon TL
36
35
22
18
SPOR 41
laşma ile iki yılda 42 milyon lirayı kasaya koyacak. Beşiktaş mevcut sponsoru Vodafone’dan forma göğsü için yılda 18 milyon lira kazanıyordu. Ancak Vodafone gelecek yıl Beşiktaş ile bu alandaki sponsorluk çalışmasını sonlandıracağını iletti. Böylece 2013 yılında atılan imzalar 2020 yılında son bulmuş oldu. Ancak Vodafone Beşiktaş’ın stadına isim sponsoru olmaya devam edecek. Siyah beyazlılar şimdi ise forma sırtı için yabancı bir marka ile masada. Bu anlaşmanın da önümüzdeki haftadan itibaren resmiyete kavuşması planlanıyor. GALATASARAY ACELECİ DEĞİL
Galatasaray’ın mevcut forma göğüs sponsoru Terra Pizza’nın da önümüzdeki sezondan itibaren forma göğsünde yer almayacağı bildirildi. Galatasaray bu sponsorluktan yılda 18 milyon lira kazanıyordu. Ancak sarı kırmızılıların forma göğsünde bir sponsoru daha var. Türk Hava Yolları ile Avrupa kupası maçları için anlaşan Galatasaray bu sponsorluktan da 20 milyon lira kazanıyor. Süper Lig’de forma göğsünden en fazla para kazanan takım olan Galatasaray önümüzdeki sezon için yeni şirketlerle masaya oturmaya başladı. Sarı kırmızı-
lıların lig sonundaki mevcut konumu da sponsorluk gelirlerini etkileyecek. Bu yüzden çok fazla aceleci davranmayan Galatasaray’a forma göğsüne girmek için yabancı şirketlerin de olduğu biliniyor. FENERBAHÇE DE ARAYIŞTA
Geçtiğimiz günlerde konuşan Fenerbahçe Başkanı Ali Koç da Fenerbahçe’nin yeni sponsor arayışlarının başladığını duyurmuştu. Gelecek sezon mevcut sponsoru Avis ile olan sözleşme son buluyor. Fenerbahçe’nin de yeni sponsorlarla masaya oturduğu öğrenildi. Sarı lacivertlilerin forma göğsünden elde ettiği yıllık kazanç 35 milyon lira. Başkan Ali Koç’un bu alanda ses getiren bir anlaşmaya imza atması ve Fenerbahçe için önemli bir kaynak yaratılması planlanıyor. TRABZONSPOR VESTEL İLE YOLA DEVAM
Bu alanda belki de en iyi durumda olan kulüp Trabzonspor. Bordo mavililer geçtiğimiz sezon Vestel ile 3 yıllık anlaşma imzaladı. Bu anlaşmanın toplam değeri ise 9 milyon Euro’ydu. Yani bordo mavileler gelecek yıl forma göğüs sponsoru aramayacak. Kulüp her yıl yaklaşık 22 milyon lirayı bu alanda kasasına koyuyor.
USLU: FUTBOL ILGI SÜRÜYOR
Dünyanın en büyük spor pazarlama ajansı olan Infront’un Türkiye Genel Müdürü olan Ender Uslu, futbola olan ilginin sürdüğünü belirterek, şöyle konuştu: “Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’nin 3 büyük kulübü sponsor arayışlarını sürdürüyor. Şirketlerin ilgisinin sürdüğünü gözlemliyoruz. Ancak fiyatlama konusunda iki tarafı memnun eden rakamlar henüz masada değil. Bu rakamların oluşması için futbol iklimi çok önemli. Gelecek sezon oynanacak maçların seyircili olup olmayacağı, Avrupa kupaları, transfer politikaları sponsorluk gelirlerine de önemli katkı yapıyor. Bugün Beşiktaş’ın yaptığı önemli bir anlaşma var. Bunu öünümüzdeki günlerde Galatasaray ve Fenerbahçe de izleyecektir. Anadolu kulüpleri gelecek yıl sponsor bulma anlamında var güçleriyle çalışmak zorunda. Artık bu alanda kulüpler yeni pazarlama mecralarını da kullanmalı. Bir sponsorluk demek sadece formaya logoyu eklemek değildir. Bunun sürdürülebilir pazarlama faaliyetleri desteklenmesi gerekir. Biz de kulüplere ve şirketlere bu konuda önemli destekler sağlıyoruz.”
NASIL BİR EKONOMİ
YÖNETIM KURULU BAŞKANI HAKAN GÜLDAĞ GENEL KOORDINATÖR VAHAP MUNYAR GENEL YAYIN KOORDINATÖRÜ TALIP AKTAŞ GENEL YAYIN YÖNETMENI ÖMER TÜRKDÖNMEZ KOORDINATÖR DIDEM ERYAR ÜNLÜ SORUMLU YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ HANDAN SEMA CEYLAN
MEDYA HABER BASIN A.Ş
HAFTA YAYIN YÖNETMENI ASLI BARIŞ GÖRSEL YÖNETMEN MURAT KASPAR YAZI KURULU FARUK ŞÜYÜN, YASEMIN SALIH, DİDEM ERYAR ÜNLÜ, SELENAY YAĞCI KATKIDA BULUNANLAR BAŞAK DİZER TATLITUĞ, CEYHUN KUBURLU, AHMET CAN, SELIN BOZKURT, SIRMA ADRES: Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No:22 Kavacık 34805 Beykoz/İstanbul
#evd
ekal
Koruma kalkanı
YAZ ÖNCESI HEM BAĞIŞIKLIK SISTEMINIZI GÜÇLENDIRECEK HEM DE DETOKS ETKISI YARATACAK LEZZETLI BIR IKSIR: ŞEF HAZER AMANI’NIN ZENCEFILLI SEBZE ÇORBASI… FARUK ŞÜYÜN
ZENCEFILLI SEBZE ÇORBASI
S
ne ararsanız var: Kimyon, zencefil, kırmızı toz biber, kişniş, sebzeler, portakal, soğan ve sarımsak, kemik suyu... Ayurveda, yoga, diyet, zayıflama, beslenme uzmanı Dr. Buğra Öktem diyor ki “karabiber, zencefil, kimyon, zerdeçal gibi baharatlar yiyeceklerin bozulmadan sindirilmesine yardımcı olur, vücut kanallarınızı rahatlatır. Böylece lenf yollarınız açık kalacağı için virüs ve bakterilere karşı bağışıklığınız, direnciniz artar.” Biz de bu vesileyle şef Hazer Amani’de enfes bir zencefilli sebze çorbası tarifi aldık.
ŞIFA ADINA
İÇINDEKILER: • • • • • •
300 g soğan 5 diş sarımsak 300 g pırasa 200 g havuç 1kg kereviz 1 adet portakalın suyu (4/3 bardak) • 50 g taze zencefil • 500 ml ilikli kemik suyu
• • • • • • • • •
1 l su 30 g zeytinyağı ½ bardak bal 20 g kimyon 30 g zencefil 20 g kırmızı toz biber 10 g adaçayı 10 g kişniş 20 g tuz
HAZIRLANIŞI: 1. Tüm sebzeleri soyup iyice yıkayın, kabaca doğrayın 2. Orta boy bir tencereye yağı koyduktan sonra doğradığınız tüm sebzeleri içerisine koyun biraz kavurun ve sebzelerin kokusu gelince 2 bardak su ekleyin ve altını kısın 3. Tencerenin içerisine zerdeçalı ekleyin ve kapağını kapatıp kısık ateşte 20 dakika pişirin 4. Kapağı açın ve tüm sebzelerin artık pişmiş olduğundan emin olun 5. Kalan tüm malzemeleri ilave edin 6. 20 dakika kısık ateşte pişirin ve blender’dan geçirin 7. Acı pul biber ve limon ile servis edin
Şef Hazer Amani