NBE
SANAT SAĞLIK SPOR İ Y I YA Ş A M TEKNOLOJI SAYI: 010
BAŞAK DIZER TATLITUĞ
STEVE MCQUEEN’DEN COOL’LUK DERSLERI FARUK ŞÜYÜN
AYŞE KULIN’IN MASASINDA NELER VAR?
ŞEREF OĞUZ
TÜRKIYE’NIN KADIN ISTIHDAMI ILE SINAVI AHMET CAN
DIJITAL SAATLER DÜELLODA ASLI BARIŞ
SINAN ÖNCEL’DEN PERAKENDECILERE YOL HARITASI
Gisele Bündchen
O, dünyanın en ünlü, en başarılı ve en zengin top modeli… 27 yıllık ışıltılı kariyerinde zirveden hiç inmedi. Şahsi serveti 400 milyon dolar… Peki 40 yaşına basan Gisele için sırada ne var? Bündchen ile kariyerini, korona günlerini ve Türkiye’yi konuştuk.
Haftanın testi GEÇEN HAFTA DÜNYADA NELER OLDU, NELER BITTI? HAFIZANIZI TESTIMIZLE TAZELEYELIM…
İPEK YEZDANİ
1
ABD Başkanı Donald Trump, ABD’deki ırkçı gösterilere karşı atmış olduğu “Sessiz çoğunluk her zamankinden daha güçlü” tweet’iyle ilgili ne yaptı? A. Sessiz çoğunluğu kendisine destek vermeye çağırdı B. Kendi kendisine “Çok doğru!” diye cevap verdi C. Demokratlara “Sessiz çoğunluğa sahip çıkın” dedi D. Toplumsal uzlaşı için kampanya başlattı
2
Hangi Türki cumhuriyetin devlet başkanında COVID-19 tespit edildi? A. Kazakistan kurucu Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev B. Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev C. Özbekistan Devlet Başkanı Şevket Mirziyoyev D. Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov
3
ABD Başkanı Donald Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, yakında yayınlanacak olan yeni kitabında, Trump’ın başkanlık seçimlerinde yeniden seçilmek için kimden yardım istediğini yazdı? A. Kanada Başbakanı Justin Trudeau B. Almanya Başbakanı Angela Merkel C. İngiltere Başbakanı Boris Johnson D. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping
4
Yıllardır sosyal medyadan uzak kalan Amerikalı aktris Jennifer Lawrence, geçen hafta açtığı Twitter hesabında ilk defa nasıl bir tweet attı? A. Evde geçirdiği Corona günlerini anlatan B. En son çektiği filminden kareler paylaşan C. ABD’deki ırkçılık karşıtı harekete destek veren D. Maske ve sosyal mesafenin önemini anlatan
5
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i corona virüsten korumak amacıyla ziyaretçilerin önce ne yapması gerektiği belirtildi? A. Ellerini dezenfektanla yıkamaları B. Kolonyayla banyo yapmaları C. Görüşmeden önce dezenfeksiyon tünelinden geçmeleri D. Yanına iki metreden fazla yaklaşmayacak şekilde durmaları
6
Amerikalı TV yıldızı Kim Kardashian’ın, hangi konuda podcast programı yapacağı belirtildi? A. Hiçbir şey yapmadan nasıl para kazanılır? B. Estetikte son trendler C. Kardashian stili giyim D. Kriminal adalet reformu
7
Amerikalı pop starı Lady gaga, erkek arkadaşıyla dışarıda yemekteyken kendisine iltifat eden hayranına ne verdi? A. Ceketini B. İmzalı fotoğrafını C. Telefon numarasını D. Kolyesini
8
Bir süre önce İngiltere’yi terk edip ABD’ye yerleşen İngiltere Prensi Harry ve eşi Meghan Markle’ın adını çocukları Archie’den alan “Archewell” markasının patenti için ABD’de yaptıkları başvuru neden reddedildi? A. Bu markayı halihazırda başkası kullandığı için B. Çok yaygın bir isim olduğu için C. Başvuru ücretini ödemedikleri için D. Belgeleri eksik olduğu için CEVAPLAR 1-B, 2-A, 3-D, 4-C, 5-C, 6-D, 7-A,8-C
AJANDA 3 S E L E N AY YA Ğ C I
Dinle, izle, keşfet BABALAR GÜNÜ’NÜ ARABADAN FILM IZLEYEREK MI YOKSA EVINIZDE CAZ KEYFI YAPARAK MI KUTLAMAK ISTERSINIZ?
KONSER
Bu hafta özel bir etkinlikle karşılaştım. Siz biletinizi satın alıyorsunuz, MyOpenStage platformu ile evinize getiriyor. Ece Berker ve Macchiato Project Latin ve dünya müziklerinden geniş repertuvarı sahip Ece Berker, Moda Deniz Kulübü sahnesinden evlerinize konuk oluyor. Repertuarında 1000’den fazla eser bulunan sanatçı, Yuri Ryadchenko liderliğinde Federiko Andy Cano, Roger Sanchez, William Diaz, Greider Varona Segura’dan oluşan Macchiato Project grubu ile 24 Haziran 2020 çarşamba günü vereceği konserlerin biletleri Bİletix’te satılıyor.
KONSER, SINEMA ARABANIZA GELDI! en çok heyecanlandıran şeylerden biri evden çıkarak sosyalleşebilme, etkinliğe gidebilme ihtimali oldu. Kerki Solfej, bir girişimcilik örneğine imza atarak, araba ile gideceğiz konser, tiyatro ve sinema etkinlikleri ile İstanbulluyu buluşturuyor. Hafta içi açık hava sinema ve tiyatro gösterileri, hafta sonu ise konserler olacak. İstanbul Açıkhava Gösteri Merkezi – Yenikapı’da 1400 araç kapasiteli etkinlikler, sterilize edilmiş ortamda ve sosyal mesafe sınırları içinde gerçekleşecek. Araçlar, sosyal mesafe kuralına uygun girişte dezenfekte edilecek ve seyircilere maske verilmesinin ardından sosyal izolasyon sağlanacak. Biletleri 15 Haziran’da Biletix’ten satışa sunulmaya başlanan etkinlik, 20 Haziran Cumartesi “Arif V 216” sinema gösterimi ile başlayacak. Etkinlik, “Süt Kardeşler, Avatar, Aile BU H A F TA BE NI
Arasında, Avengers End Game, Tosun Paşa, Titanik, Gora, Star Wars Güç Uyanıyor, Neşeli Günler, Forrest Gump, AROG, Fast And Furious 7, Anadolu Ateşi, Şekerpare, Braveheart, Vizontele, Gülen Gözler, Gladyatör, Fundamentals, Transformers, Hababam Sınıfı Tatilde, Eşkıya, Hokkabaz ve Lalaland” ile devam edecek. Ayrıca, Can Yılmaz & Zafer Algöz’ün Burda Olan “Burda Kalır” tiyatro gösterimi başta olmak üzere, Sunay Akın, Übü Hep Übü ve Ölüm Bizi Ayırana Dek gösterimleri tiyatro severlerle buluşacak. Arabalı konserler ise 26 – 27 Haziran’da Kenan Doğulu ile başlayacak. Sertab Erener ise yeni albümü ile 3-4 Temmuz’da Yenikapı’da sevenleriyle bir araya gelecek. Arabalı konserler, sürpriz sanatçılarla devam edecek.
TİYATRO
Bir müjdeli haber de devlet tiyatrolarından geldi. Salgını nedeniyle ara verilen tiyatro etkinlikleri yeniden başlıyor. Yaklaşık 3 aydır kapalı olan Devlet Tiyatroları 2 Temmuz’dan itibaren ‘Açık Hava Yaz Oyunları’ ile perdelerini açıyor. Biletlerinizi şimdiden kapmak da fayda var. Ankara Macunköy Yerleşkesi’nde açık havada kurulan sahne ve seyirci koltuklarıyla sanatseverleri selamlamaya hazırlanan Devlet Tiyatrolarının ilk oyunu “80 Günde Devr-i Alem”
olacak. İstanbul Devlet Tiyatrosunun eseri 2, 3 ve 4 Temmuz tarihlerinde sahnelenecek. İstanbul’un ardından İzmir ve Antalya Devlet Tiyatroları da yine “Açık Hava Yaz Oyunları” kapsamında Ankara’da tiyatroseverlerle buluşmaya devam edecek. İzmir Devlet Tiyatrosu 9, 10 ve 11 Temmuz tarihlerinde “Türkiye Kayası” ile Antalya Devlet Tiyatrosu ise 23, 24 ve 25 Temmuz tarihlerinde “Buzlar Çözülmeden” adlı oyunla perdelerini açacak.
Akbank Sanat, 30. Akbank Caz Festivali kapsamındaki “Evin Caz Hali” konserlerinin bu ayki son konuğu, Can Tutuğ & Aytaç Aydoğdu Duo oluyor. Konserler, 19 Haziran Cuma günü Akbank Sanat Instagram hesabında canlı izlenebilecek.
ETKİNLİK
Pera Öğrenme, Babalar Günü’nü eğlenceli bir oyunla kutluyor. Çocukların bu özel günü yaratıcı bir etkinlikle geçirmelerini amaçlayan “Renk, Soru, Aksiyon!” adlı oyun, 21 Haziran’da Pera Müzesi Instagram sayfasından takip edilebilir. Oyunda malzeme olarak, her evde rahatlıkla bulunan beyaz kağıt, makas ve keçeli kalem kullanılacak. Tasarımlarını detaylandırmak isteyen çocuklar, Pera Müzesi internet sitesinden soru kartları, aksiyon kartları ve sorularla ilgili bilgileri de indirebilecek. İlk olarak, Suna ve İnan Kıraç Vakfı koleksiyon sergilerinden ilhamla soru kartlarını birlikte hazırlayan çocuklar ve ebeveynler, oyuncuları harekete geçirecek aksiyon kartlarını da tasarladıktan sonra, renkli boyalar ve kalemlerle oyunun ilerleme yolunu şekillendirecekler. İstanbul Tasarım Bienali’nin podcast serisi “Tasarım Bienali Sohbetleri” başlıyor. VitrA sponsorluğunda, bienal ekibinin moderatörlüğünde gerçekleştirilecek sohbetlerin yeni bölümleri, her çarşamba İKSV’nin Spotify hesabında dinlenebilecek. İKSV Altkat’ın Paribu desteğiyle gerçekleştirilen çevrimiçi etkinliklerinde 19 Haziran Cuma günü oyuncu Yetkin Dikinciler, Babalar Günü özel içeriğiyle izleyicilerle buluşacak. Oyuncunun, iki yaşındaki kızı Lal ile birlikte yer alacağı video için, İKSV YouTube kanalı ve İKSV Instagram hesabını takip edebilirsiniz.
4
MÜZİĞİN İÇİNDEN
Daha neyi bekliyoruz? PAYPAL’IN TÜRKIYE’DEKI EKSIKLIĞI, PEK ÇOK YETENEKLI MÜZISYENIN DÜNYAYA AÇILMASI ÖNÜNDE BÜYÜK BIR ENGEL TEŞKIL EDIYOR. üzerinden ödemeler kolaylaştı ve PayPal elbette ki alanındaki tek şirket değil. Fakat bu, PayPal’in tüm dünyada lider sayıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Pandemi sebebiyle bir süre İstanbul’dan işlerimi sürdürmem gerekeceği kesinleştiğinde, bir serbest meslek erbabı olarak ilk endişelerimden biri, PayPal üzerinden aldığım ödemelere Türkiye’deyken ulaşmakta zorlanacağım gerçeğiydi. Amerika’da bir banka hesabım olduğu için PayPal hesabım da hali hazırda açıktı yıllardır… Ama Türkiye’deyken PayPal hesabıma giriş ARTIK INTERNET
SIRMA
yapmam, şirketin temsilcileri tarafından önerilmiyor. Yaklaşık üç sene önce yine bir Türkiye ziyaretim sırasında PayPal hesabımı kontrol ettiğim günün ertesi günü, bir dolandırıcılık girişimiyle karşılaşmıştım. Hemen duruma müdahale ettiğim için, dolandırıcının transfer talebi banka hesabıma ulaşmadan, işlemin iptali PayPal tarafından gerçekleştirilebilmişti. Panik içerisinde yaptığım telefon görüşmesi sırasında şirket temsilcisi, “Bir daha Türkiye’deyken hesabınıza giriş yapmamanızı tavsiye ederiz. Dünyanın
bazı bölgelerinde hesapları koruma altında tutmakta zorlanıyoruz… Türkiye de bu bölgelerden biri maalesef.” diyerek beni uyarmıştı. PayPal’in Türkiye’deki eksikliği, pek çok yetenekli müzisyenin dünyaya açılması önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Artık internet üzerinden ödemeler kolaylaştı ve PayPal elbette ki alanındaki tek şirket değil. Fakat bu, PayPal’in tüm dünyada lider sayıldığı gerçeğini değiştirmiyor. SoundBetter, Upwork ve Fiverr gibi sitelerde profil açan müzik prodüktörlerinin, vokalistlerin ve ses mühendis-
MÜZİĞİN 5 İÇİNDEN
CHLOE X HALLE Bu hafta Chloe x Halle’nin yeni albümü, “Ungodly Hour”u dinledim. Genç kardeşler bir kaç yıl önce muhteşem “Pretty Hurts” yorumları ile Beyoncé’nin dikkatini çekmeyi başarmışlardı. Bu keşfediliş çok geçmeden Beyoncé’nin plak şirketi Parkwood Entertainment ile anlaşmaya ve Beyoncé ile iki turneye çıkmaya kadar ilerletmişti Chloe x Halle’nin taze kariyerini. İkilinin ikinci albümü R&B/Soul tarzında ve vokaller beklenildiği gibi ön planda. Şarkıların yazılışı ve vokal aranjmanında alışılmışın dışında bir şey yok. Bu durum belki de albümü biraz sıradanlaştırıyor, fakat alt yapıların modernliği, ince düşünülmüş naif deneyselliği ve amatör ruhu albümün çıtasını yükseltmeye yetiyor. Kardeşlerden Chloe Bailey’nin albümdeki 4 şarkının prodüktörlüğünü tek başına üstlenmesi özellikle dikkatimi çekti. Chloe’nin bu yönünün, vokalist kimliğinin gölgesinde kaldığını düşünüyorum. Piyasa kriterlerine göre seçildiği ayan beyan belli olan çıkış parçalarına takılmayın ve “Lonely” ile “Wonder What She Thinks of Me”yi mutlaka dinleyin.
HAFTANIN ALBÜMÜ
lerinin arasındaki sınırlar kalktı aslında. Herkes dosya paylaşımıyla, e-mail ve konferans görüşmeleriyle uzaktan çalışabiliyor rahatlıkla. Ancak bu tür çalışma sistemlerinde PayPal ya tercih ediliyor, ya da şart koşuluyor. Örneğin Spotify’ın yakın zamanda satın aldığı, tamamen serbest meslek sistemiyle çalışan müzisyenler ve ses mühendisleri için yaratılmış olan dev platform SoundBetter üzerinden proje teklifi kabul edebilmeniz için, PayPal hesabınızın olması şart. Üstelik bazı müzik dağıtım şirketleri üzerinden şarkılarınızı bağımsız olarak tüm dijital platformlarda yayınlayabilmeniz ve kazancınızı teslim alabilmeniz için de PayPal hesabınızın olması gerekiyor. Ayrıca genel olarak projeden projeye, kadrosuz eleman çalıştıran şirketler de ödemeleri PayPal üzerinden gerçekleştirmeyi tercih ediyor, çünkü hali hazırdaki sistem sayesinde her iki taraf da bankaların ağır havale bedellerini karşılamaktan büyük ölçüde
kurtulmuş oluyor. Türkiye’deki faaliyetlerini durduran PayPal’in eksikliğinin ülke ekonomisine sanılandan da fazla yansıdığını düşünüyorum. Düzenli bir iş arayan bir çok kişi yurt dışına proje bazlı çalışabilecek birikime ve kapasiteye sahipken, PayPal engeli yüzünden müşteri kaybetmeye devam ediyor. Bu, hele de pandemi sürecinde büyük bir talihsizlik. Engellere rağmen yurt dışında yaşayan arkadaşları ve akrabaları aracılığıyla PayPal hesabından banka hesabına transfer gerçekleştirenler, hatta bizzat yurt dışında banka hesabı açacak kadar durumu ciddiye alanlar da var… Halbuki PayPal’in Türkiye’de tekrar faaliyetlerine başlaması demek, ülkeye döviz girmesi demek. PayPal’in Türkiye’ye dönmesiyle beraber, dünya çapında çalışan Türk müzisyenlerin sayısının da artacağına inanıyorum. Daha neyi bekliyoruz?
6
STİL
‘Cool’luğun kitabını yazan adam
“KENDIM IÇIN YAŞARIM, KIMSEYE HESAP VERMEM” CÜMLESIYLE KENDINI GERÇEKTEN KISA VE ÖZ ANLATAN, GERÇEK ANLAMDA ‘THE KING OF COOL/COOL’LUĞUN KRALI’ OLMUŞ , “HIZLI YAŞA GENÇ ÖL” SÖZÜNÜN HAKKINI VERIRCESINE YAŞAMIŞ, GERIDE EFSANE GÖRÜNTÜLER BIRAKMIŞ BIR POPÜLER KÜLTÜR IKONU KARIZMATIK STEVE MCQUEEN’IN MUHTEŞEM TARZINI HATIRLAYALIM…
B A Ş A K Dİ Z E R TAT L I T U Ğ
Steve Mc
Z
STİL 7
ilham verici bir karakter olmak kolay değil. Bu, herşeyi oldukça maskülen olan Amerikan gencinin, iddialı tutkuları ve filmleri paralel ilerliyor neredeyse. Motor tutkusu ve kaçınılmaz kazaları, Formula 1, at binme, atletizm, silahlara ilgi, avcılık, aralarında Ford Mustang, Ferrari 275, Porche 917 gibi muhteşem makinelerin olduğu hızlı ve sportif araba koleksiyonu… Bu da yetmezmiş gibi Bruce Lee ve Chuck Norris ile yakın arkadaşlıklar…. Tabii ki uzak doğu dövüş sanatlarına ilgi, günlük ağırlık çalışmaları, sigara tiryakiliği ve biraz daha fazlası onu bu cool’luk mertebesine taşımış.
Z O R A M A AY N I Z A M A N D A
Hollywood’un, zamanda en yüksek bütçeleri ödenen bu asi, ama en aranılan aktörü çok zorlu geçirdiği, terkedilmiş yalnız çocukluk yıllarından sonra Amerikan donanmasına sığınmış, daha sonrasında da kendi isteğiyle aktörlüğe başlamış. İşte gerçek ‘cool’luk da tam burada başlıyor. SMQ ile ilgili dikkat çekici diğer bir efsane durum ise moda adına oldu. O yıllarda, özellikle Amerika ve Avrupa’da, genç toplulukların, örneklere oldukça ihtiyaç duydukları asi ve başkaldırış dönemleri zamanıydı. Onun erkek modasında öncü olması istemeden gerçekleşmiş. Nedeni, sahip olduğu karizma.
McQueen
8
STİL
Hiçbir zaman bir ‘Steve McQueen koleksiyonu’ yaratmamasına rağmen, giydiği ve kullandığı moda ürünlerinden şu an bir koleksiyon yaratılabilir.
STİL 9
1965’te ilk kez bir erkek, ‘Harpers Bazaar’ moda dergisine kapak olmuş. Kendi hiçbir zaman bir ‘Steve McQueen koleksiyonu’ yaratmamasına rağmen, giydiği ve kullandığı moda ürünlerinden şu an bir koleksiyon yaratılabilir. Halen en bilinen markaların çok satan prestijli ürünleri onun adıyla üretiliyor ve satılıyor. Çok iyi bilmeyen onu hala yaşıyor sanabilir. 1971 de ‘Le Mans’ filminde Formula 1 pilotunu canlandırırken, taktığı ‘Tag Heuer’ mavi kadranlı Monaco saat, hâlâ onun filminden alınan sahne fotoğraflarıyla ve onun adıyla pazarlanıyor. Bu filmle birlikte yarışçı deri montlar, eldiven, kask, motorcu botlari o sıralar moda oluyor. Klasikleşmiş bir başka moda markası olan ‘Persol’ gözlükleri ise mavi camlarıyla McQueen’in, ‘The Thomas Crown Affair’ in açılış sahnesinde takmasyla öne çıkıveriyor. Hala üretiliyor ve satılıyor. Hemen hemen tüm özel fotoğraflarında da Persol gözlüklerini taktığını görebiliyorsunuz. ‘The Great Escape’ filminde giydiği khaki kumaşından pantolonlar ise o senelerde diğer film yıldızları tarafından da kullanılmaya başlandığı zamanlar. Jean pantolonların yerini alıyor ve kadınlar da khaki giymeye başlıyorlar. Mesela Paul Newman, Andy Warhol, Marilyn Monroe. Steve Mc Queen de, sonrasında Dockers ve Gap markalarının ve khaki pantolonların reklam yüzü oluveriyor. ‘Rolex Explorer II, ‘Steve McQueen Rolex’ olarak da bilinir. Aslında özel hayatında taktığı ‘Rolex Submariner’dır. The Thomas Crown Affair filminde taktığı Cartier marka saat, özel kullandığı Ferrari 250 gt Lusso Berlinetta, Porche, Jaguar XKSS, Triumph motorsiklet, Ruby kask, denim pantolonlar, havacı deri ceketler,
kısa Harrington ceket, polo yaka tişört, şal yaka triko, balıkçı yaka kazak , çöl botları vs, ise Steve McQueen rüzgarından şaşırtıcak şekilde nasibini almıştır. Hızlı bir yaşam, hızlı aşk hayatını da beraberinde getiriyor tabii. Bizim bildiğimiz birlikte oynadıkları fimden sonra ikinci eşi Ali McGraw’ın -ki son derece yakışmışlardı- SMQ ile birlikte olabilmek adına yapımcı kocasından ayrılması ve sonrasında sadece 5 sene evli kalmaları, SMQ kanser sebebiyle Meksika’da ani ve gizemli ölümü. Hepsi bir film şeridi gibi hızlıca yaşanıyor. 50 yaşında efsane olarak ölüyor. Hani şu aktör ve aktrislerin el izi bıraktığı , ünlü Hollywood Çin tiyatrosunun önündeki betonlarda, ne tesadüftür ki sadece Ali McGraw ve Steve McQueen’in el ve ayak izleri başaşağı duruyor. Enteresan adam, Steve McQueen sırf sıkıntıdan , 1978’de şöhretinin doruğundayken, ‘Dixie Dynamite’ adlı komedi filminde aktör olarak değil de sadece dublör olarak rol almış. Ve kendi adıyla petentini aldığı, bir yarış arabası koltuğu tasarımı var. 30 kadar filmi arasında, sadece 1 filminde, The Sandpebbles’daki rolüyle en iyi erkek oyuncu adayı olabildi. Hiç Oscar’ı yok. Benim oyumsa Papillon’ a... Dustin Hoffman’la oynadığı bu filmin maalesef pek yankısı olmamış, şimdi araştırıken anlıyorum. Sizlere burdan, Tashen yayın evinin yayınladığı William Claxton tarafından cekilmiş, SMQ fotoğraf kitabının bir kısmını yayınlamak çok isterdim. Ama siz bir tane edinin ve oldukça maskülen sade ve doğal seçimleriyle, dudakları hafif aralık bu adamın hayatına bir göz atın, lakin her eve lazım sarışın bir ilham perisi durumu var.
H A F TA N I N ÜRÜNÜ
UÇAR GIBI! bir elektrikli scooter görmeye başladık. Son dönemlerin trendi. Ve her geçen gün yeni modeller tanıtılıyor. Bunlardan birini de otomobil markası SEAT geliştirdi. ‘EXS KickScooter’ adındaki model, pili tam şarj edildiğinde 25 kilometre menzil sunuyor. Bataryası ise 3.5 saatte doluyor. Spor, normal ve eko olmak üzere 3 farklı kullanım moduna sahip. Her modelin ağırlığı ise 12.5 kilogram. LED farları sayesinde geceleri daha iyi görüş mesafesi sağlıyor.
ARTIK HER SOK AĞIN KÖŞESINDE
5.500 TL
TEKNO DÜELLO AHME T CAN Bu hafta Tekno Düello’ya akıllı saatleri davet ettik. Evet, bir Rolex kadar değerleri yok. Ancak hayatımıza kattıkları herhangi bir analog saatte bulunmuyor. Özellikle spor yapmayı sevenler için. Yeni nesil akıllı saatler, yaktığımız kaloriyi de daha doğru hesaplıyor, stres seviyemizi ölçüyor ve hatta kandaki oksijen seviyemizi bile hesaplıyor. Kısaca artık bileklerimizdeki en iyi yardımcılarımız. Biz de buradan yola çıkarak yeni piyasaya çıkan iki akıllı saat modelini karşılaştırdık.
Samsung X Huawei Watch Active2 Watch GT 2e S AT I Ş F I YAT I NE ?
1.599 799
Türk Lirasından başlıyor.
Türk Lirasından başlıyor.
B OY U T L A R I NE K A DA R ?
1.2 inç 139 inç
2 farklı seçenekle kullanıcılara sunuluyor. 40mm kadrana sahip olan modelin ekranı 1.2 inç. 44 mm kadrana sahip olan seçenekte ise 1.4 inçlik bir ekran var. Ekran teknolojisi ise Super AMLOED.
Tek bir seçeneği var. Sadece 1.39 inçlik ekran seçeneğiyle sunuluyor. AMOLED HD ekran teknolojisine sahip.
T E K Ş A R JL A NE K A DA R K UL L A NIM S UNU YOR ? İvmeölçer sensörü, barometre, İvmeölçer sensörü, jiroskop sensörü, jeomanyetik sensör, optik jiroskop sensörü, HR sensörü ve ışık kalp atış hızı sensörü, ortam ışığı sensörü, hava basıncı sensörü ve sensörlerine sahip. kapasitif sensör modelde yer alıyor. B OY U T L A R I NE K A DA R ?
43 saat 14 gün
Samsung’un resmi web sitesinde yer alan bilgilere göre tipik kullanım süres 43 saat. Düşük kullanım süresiyle bu süre 95 saate kadar uzuyor.
Huawei’den paylaşılan bilgilere göre tipik kullanımda şarj ömrü 14 güne kadar çıkıyor. Bu da birçok akıllı saate göre daha uzun şarj ömrü demek.
K AÇ FA R K L I E G Z E R S I Z M ODU VA R ?
39 85
Temel egzersizlerle birlikte 39 farklı egzersiz modu bulunuyor. Bu modların otomatik olarak devreye girmesi dikkat çeken detaylar arasında.
Koşu, yürüyüş ve bisiklet gibi temel egzersiz modlarının yanı sıra sokak dansı, göbek dansı, kaykay gibi 85 farklı egzersiz modu bulunuyor.
E N Ç OK H A NGI Ö Z E L L IK L E R INI BE ĞE NDIK? Tasarımı rakiplerinden bir adım öne çıkıyor. Unisex olarak ifade İki farklı özelliği dikkatimizi çekti. Bunlardan biri şarj ömrü. edeceğimiz bir tasarıma sahip. Kasanın da inceliği dikkatimizi çeken Neredeyse 2 hafta boyunca şarja takmadan kullanım sunması detaylar arasında. Ayrıca Under Armour ile yapılan işbirliğiyle sunulan dikkat çekici. Ayrıca kandaki oksijen seviyesini ölmemesi de model tam sporcular için. önemli bir özellik. K AÇ R E NGI VA R ? Alimünyum mat ve paslanmaz çelik Üç farklı renk seçeceği olarak iki farklı kasa seçeceği var. Bu var. Bu seçenekler, Grafik kasalarda ise altın, siyah ve çelik renk siyah, kırmızı lav ve yeşil seçenekleri sunuluyor. nane. K IML E R IÇ IN ? Günlük yaşamının bir parçası yapmak Tasarımdan da görüleceği gibi biraz daha isteyenler için ideal bir model. Şık bir maskülen bir tarza sahip. Dolayısıyla giyimle de uyum sağlıyor, spor bir erkeklerin daha çok ilgisini çekebilecek giyimle de. bir model.
12 SAAT
Dijital Vaha CARTIER, BU YIL IÇIN TASARLADIĞI YENI SAAT KOLEKSIYONLARINI YENI DIJITAL PLATFORMU ‘CARTIER WATCHMAKING ENCOUNTERS’A TAŞIDI. GEÇIRILEN SÜRECIN ARDINDAN ETKILEŞIMI ARTIRMAYI HEDEFLEYEN PLATFORM, DENEYIMIN ÖN PLANDA OLDUĞU, MARKANIN RUHUNUN ANLIK YAKANABILECEĞI BIR DIYALOG VAAT EDIYOR.
BEGÜM SARUHAN
MÜCEVHER Mİ SAAT Mİ? zincirinin ön planda olduğu yeni ve çarpıcı bir mücevher saat, bir stil beyanı. Zincir detayları diyagonal biçimde dengelenmiş bir bileklikten oluşan Maillon de Cartier, yuvarlak ve gösterişli bağlantıları ve ultra feminen zarafetiyle zamanda yolculuk yapıyor. Bu bilezik, saatin merkezini oluşturan obje olarak Cartier’nin klasik kodlarını bugünün davranış modelleriyle yeniden yorumluyor. MAILLON DE CARTIER,
SAAT 13
DÜZENE BAŞKALDIRI 1917’de, yani saatlerin sadece daire formunda olduğu dönemde, bir saate dikdörtgen formu verme konusundaki parlak fikrinin ürünüydü. 1917’den 1936’ya kadar Tank, birçok yeni tasarımla sunuldu. 1936’da ise Parallelogramme ya da Losange olarak da bilinen Tank Asymetrique, geleneklerden kopuşun simgesi oldu. Tank Asymetrique için saatin kadranındaki her detay 30 derece sağa kaydırıldı. Orijinal Tank’in dikdörtgen formu pırlantaya dönüştü. 12 rakamı kasanın sağ üst köşesine ve 6 rakamı TA NK , L OUIS C A R T IE R’NIN
ise bunun tam karşısına yerleştirildi. Romen rakamları yerine, Arap rakamları kullanıldı ve yalnızca çift sayılar kullanılarak her biri indekslerle ayrılmış bir formda tasarlandı. Bükülme efekti o kadar güçlüydü ki, saat için özel bir kayışın geliştirilmesi gerekti. Nitekim diğer saatlerin aksine, kurulu düzeni sorguluyordu. Cartier Privé koleksiyonuna yeni tasarımlarıyla eklenen Cartier Tank Asymétrique, Maison de Cartier’nin efsane saat tasarımının çarpıcı, zarif ve benzersiz detaylarla yeni yorumu.
14 SAAT
MUHTEŞEM DÖNÜŞ lansmanı yapılan yaptığı ve bugün karşımıza kült bir saat olarak çıkan Pasha’nın yeni yorumu, kendine özgü kodları ve çarpıcı tasarımıyla, geleneksel saatçilik çerçevelerinin sınırlarını zorluyor. Dışa dönük ve cömert bir karaktere sahip Pasha, daire içindeki kare formu ve büyük boyutlu Arap rakamlarıyla güçlü ve grafik detaylı bir imza ortaya koyuyor. Saatteki “Clous de Paris” deseni kayışı bu sefer daha da ön plana çıkarırken, kasaya ufak bir zincirle bağlanan vidalı kurma kolu başlığı, maksimum görünürlüğü sağlıyor. İ L K K E Z 19 8 5 ’ T E
SAAT 15
VAHŞİ CA ZİBE B U Y I L 2 Y E N I “ M É T I E R S D ’A R T ” saat modeli paylaşan Cartier, tasarımda hasır, altın kakma ve telkâri tekniklerini ön plana çıkarttı, doğal ve değerli detayları bir araya getirdi. Cartier, panter figürünü soyut haliyle ilk sunduğu 1914’ten bu yana panteri seneler içinde yeniden yorumladı. Panter, çeşitli ilham kaynaklarından beslenen birçok Cartier tasarımına ışık oldu. Ronde Louis Cartier ise, hasır ve altın kakmacılığının tekniklerine panter aracılığıyla ışık tutuyor.
16 KAPAK
Gisele Bündchen İSTANBUL’DA KENDIMI E VDE HISSE T TIM KARIYERINE 13 YAŞINDA BAŞLADI, 18’INDE SÜPERSTARDI. BUGÜN HÂLÂ ZIRVEDE. DÜNYANIN EN ÇOK KAZANAN, EN ÜNLÜ, EN IKONIK TOP MODELI GISELE BÜNDCHEN ILE KONUŞTUK: “YENIDEN GÖRÜŞENE DEK UNUTMAYIN, BU DURUMDAN DAHA GÜÇLÜ VE DAHA BILINÇLI ÇIKACAĞIZ.”
ASLI BARIŞ
KAPAK 17
18 KAPAK
Y I L : 2 0 11 . Yer: Boğaz’ın
popüler oteli Les Ottomans’ın lobisi. Oturmuş, dünyanın en ünlü top modeli Gisele Bündchen ile röportaj yapmak için bekliyorum, heyecandan sıklaşan nefesimi, kalp atışlarımı kontrol etmekte hayli zorlanarak… Yanlış anlaşılmasın: Ortada ne bir röportaj sözü var, ne önceden yapılmış bir anlaşma… İki günlüğüne Türkiye’de olduğunu öğrenip, cevval bir muhabir olarak otelde aldım soluğu. Eh, sabah saatleriydi, efsane model de bir şekilde otelden çıkmak için lobiye gelecekti. Orada bir şekilde yanına yanaşıp, rica, minnet birkaç soru sorabilmenin peşindeydim. En iyi ihtimalle kabul eder, bir-iki dakikasını ayırırdı. En kötü ihtimal ne olabilirdi ki? Güvenlik görevlileri tarafından yaka paça atılma, karizmamın yerle yeksan olması ve kapanış… Bu fikir beni ne kadar huzursuz etse de, riski almaya değerdi. Gerçekten yanılmadım. Yarım saat içerisinde Bündchen, yüzünde hiç makyaj olmamasına rağmen ışıltı saçarak lobiye geldi. Arkasındaki insan azmanı görevlilere fazla görünmemeye çalışarak, Bündchen’i ülkemize davet eden Twigy’nin sahibi ve CEO’su Sinan Öncel’e yaklaştım ve derdimi anlattım. Artık halime acıdığından mı bilinmez, “Kendisine sorarım ama…” dedi ve ekledi: “Bilmem ki ne der. Programı çok yoğun. Biraz bekleyin şurada, kahvaltıya oturdu, bir görüşeyim.” Bana yaklaşık bir saat gibi gelen beş dakikalık sessizlik… Makus talihime kendimi alıştırmaya çalışırken içeriden bir ses geldi: “Tabii ki içeri gelsin, bekletmeyelim…” Zafer anının sarhoşluğundan afallamış bir şekilde salona ilerlediğimde, hiç beklemediğim bir sevgi/şevkat seliyle karşılandım. İlk şok: Onun yüzde biri kadar tanınan envai çeşit yıldız/top modelin sahip olduğu garip ego, kesinlikle bünyesinde barınmıyordu. “Gerçekten bilmiyordum orada beklediğini… Tekrar özür dilerim. Aç mısın? Bak bu peynirler çok güzel, al tabağına. Ben omlet söylemiştim kendime. Şimdi garsonu bekleyene kadar zaman kaybetmeyelim, al yarısı. Uzat tabağını hadi, soğuyacak!” Türlü ısrarlarıma rağmen kendi elleriyle beni omlet, peynir ve envai çeşit meyveyle beslediği ilk tanışmamız böyle başladı. Doğallığı, güzelliği ve mütevaziliğiyle beni şoke eden Bündchen’le kahve falları, Türkiye sevgisi ve baklava aşkı gölgesinde üç söyleşi gerçekleştirdik zaman içerisinde… Bugün 40 yaşına basan Bündchen’in o günden bu yana hayatında pek çok şey değişti. Eşi Tom Brady ile olan bir yıllık evliliğinin meyvesi Benjamin bugün 11 yaşında. Üç yıl
2000 yılında Leo DiCaprio ile çıkmaya başlayan Gisele, aktörden 2005’te ayrıldı. Bir sene sonra Amerikan futbol yıldızı Tom Brady ile beraberliğine başladı.2009’da evlenen çiftin Benjamin ve Vivian adlı iki çocuğu var.
KAPAK 19
“Doğayı inciterek aslında kendimizi de incittiğimizi fark etmiyoruz. Kendimizi iyileştirmek için her zaman doğadan güç alabiliriz. Ama ilk önce, doğayı da iyileştirmemiz gerek.” sonra doğan kızı Vivian ise 8… Şahsi serveti 400 milyon dolara ulaştı. Forbes’un gelmiş geçmiş ‘Dünyanın en çok kazanan modeli’ listesinde zirvede. Kendini hayırseverliğe adadı, çevre adına pek çok başarılı proje yürüttü. Değişmeyen tek şey ise dünyanın en çok kazanan, en başarılı ve en ilgi gören top modeli olarak kalması. Peki üç ayda bir kendinden bile sıkılan, herkesin, her şeyin eskidiği/eskitildiği moda endüstrisinde böyle bir başarıyı nasıl yakaladı?
öyle değildi. Bir şeylere ait olmak istiyordum. Her zaman herkesi mutlu etmeye çalışırdım. O yüzden kimi zaman öldüresiye çalışıyordum. Kimseye hayır diyemiyordum ki! Beni sevmezler diye çekiniyordum. Panik atak geçirsem bile devam ediyordum. Düşünün 18 yaşındasınız, çat- pat İngilizce’yle bir başınıza New York’ta… İlk zamanlar tek dostum yalnız hissetmeyeyim diye aldığım Terrier cinsi köpeğim Vida’ydı. Sadece onunla konuşabiliyordum.”
SAFİNAZ’DAN EFSANE VÜCUT’A
2004 YILINDA HAYATINI DEĞİŞTİRDİ
Gelin, hikâyeyi daha da geri saralım. Gisele, bu ışıltılı kariyerine nasıl sahip oldu? 13 yaşında, São Paulo’da bir modellik yarışmasını kazandı. Beş çocuklu, orta direk bir ailenin kızıydı. Okulda aşırı zayıf olduğu için sıklıkla alay konusu oluyordu. Lakabı, Safinaz’dı. Bacaklarını daha kalın görünmesi için iki pantolonu üst üste giydiğini söylüyor ve ekliyor: “Belki bir savunma mekanizması olarak Erkek Fatma gibiydim o dönem…” 18 yaşında Alexander McQueen için modellik yapmak için New York’a geldiğinde sene 1999’du. Doğru zamanda doğru yerde olmak bu olsa gerek: Kate Moss önderliğindeki sağlıksız, aşırı zayıf görünümlü mankenlerden sıkılan moda dünyası, hafif kıvrımlı ama sağlıklı top model arayışındayken, Gisele aranan taze kan oldu. “Safinaz” lakabı “Efsane vücut” ile değiştiriliyor. Ve 22 yıl sürecek Gisele devri böyle başladı. Gisele, tarihin en çok kazanan top modeli, 1200’ü aşkın dergiye kapak olan bir rekortmen. “Şu an kim hakkımda ne düşünüyor, hiç önem vermiyorum. Önemli olan benim hakikatim, benim doğrularım… Ama gençken
Kariyeri ışıltılı olsa da, işler her zaman güllük gülistanlık değilmiş. 2004 yılında yaşadıklarını anlatıyor top model: “24 yaşındaydım. Victoria’s Secret’ın baş meleğiydim. 25 milyon dolarlık bir anlaşma yapmıştım. Tam 76 kere Vogue’a kapak olmuştum. (Leonardo Di Caprio’dan bahsederek) o dönemki erkek arkadaşım yüzünden sürekli magazin dergilerindeydim. Herkes hayatıma imreniyordu, ama bir de bana sorun. Çok sağlıksız besleniyordum. Bütün gün kahve içtiğim için geceleri uyuyamıyordum. Anksiye geçiriyordum. Ruh halim bir öyle, bir böyleydi…Panik atak geçiriyordum. Nefes alamıyordum. Sonra bunu kendim yarattığımı anladım. İçinde olduğum kafese, kendimi ellerimle koymuştum. Hayatta hepimizin seçimleri var. Yaptığımız şeylerin sonuçları oluyor. Daha iyi bir hayatı seçmek elimizde. Ben de o günden sonra öyle yaptım. Kendimi iyileştirmeyi seçtim.” Böylelikle meditasyona, yogaya ve nefes terapisine başladı. Alkolü, kafeini, karbonhidratı ve kötü şekeri kesti: “Tabii bir anda sihirli bir değnek değmiş gibi olmadı. İlk başta belli bir rutine oturturken zorlandım. Ama kısa sürede farkı fark ettim. Ve sabırla tüm
20 KAPAK
hayatımı değiştirdim. İlk başlarda kurallar koydum kendime, onları sabırla uyguladım. Sonra bu rutinler alışkanlık, daha sonra da haline geldi. Şimdi biraz daha esneğim. Yani canım bir şey çekerse, çok takmadan yerim. Biliyorsunuz baklava severim. Şimdi bulsam fıstıklı bir baklavayı geri mi çevireceğim? Hayır. Ama her zaman yemem, günlük rutinime sokmam. Bunu da kendimi iyi hissetmek adına yapıyorum. ‘Bedenim, tapınağımdır’ sözüne inanıyorum. Düşünün, ne zaman kendimizi iyi hissetsek, daha iyi görünürüz. Yediğimiz, içtiğimiz, uykumuz, ruh halimiz… Hepsi görünüşümüzü değiştiriyor. Bunu iyi hissetmek adına yapmalıyız, iyi görünmek için değil. Mesela ben ata binmeyi seviyorum, sörf yapmayı seviyorum. Kendimi iyi hissetmek adına da fırsat buldukça yapıyorum. Kalçam iyi görünsün diye değil yani… ” TOP MODELDEN PANDEMİ REÇETESİ
Bugüne gelelim… Gisele, pandemi günlerini nasıl geçiriyor? Ruh halini nasıl sağlam tutuyor? Reçetesi şöyle: “Sabah kalktığımda ilk önce telefonumdan dalga sesi dinleyerek streching yapıyorum. Sonra meditasyon… Bir sonraki aşama olarak birkaç dakika ağzımı Hindistan cevizi yağıyla çalkalıyorum. Bu diş ve dişeti sağlığı için gerekli. Sonra biraz spor yapıyorum. O sırada YouTube’da öğretici bir video açarak beynimi de çalıştırıyorum. Tarihe meraklıyım: Antik Yunan ve Mısır’la ilgili belgeseller izliyorum. Sonra limon damlatılmış su içiyorum. Çocuklara kahvaltı hazırlıyorum, kendim yeşil bir smoothie içiyorum. Duş alıp bahçemde bilgisayar başında çalışmaya başlıyorum.” Fiziksel reçeteyi anladık, peki ruhumuzu nasıl koruyacağız, besleyeceğiz? Bündchen şifreleri şöyle veriyor: “Önemli olan içdünyamızla bütünleştirecek, bizi iyi hissettirecek şeyler yapmak… Demin söylediğim gibi, bu karanlık zamanlarda her sabah kalkıp gün doğumunda meditasyon yaptım. Beni daha sakin kıldı, beynimi, zihnimi daha berrak kıldı. Çocuklara kahvaltı hazırladıktan sonra egzersiz yapmaya devam ediyorum; en az bir saat… Genelde yoga… Bu arada çevrenizi pozitif enerji ile kaplamanız çok önemli. Bazen okuduğunuz bir makale olur, bazen sevdiğinizle sohbet olur… Önemli olan ilham vermesi, aklı çalıştırması… Bakmayın, bu yaşadığımız zamanlar belki bir çeşit armağan. Ailemizce bol bol zaman geçirdik, yemek masalarında toplandık, hiç elimizde olmayan kısıtlı zamanımızı sevdiklerimize adadık. Mecburen de olsa, sonuca bakın… Bize yeri doldurulmayacak anılar bıraktılar. Böyle zamanlar kolay kolay bulunmaz.” Karantina döneminde bol bol meditasyon videosu paylaştı YouTube kanalından. Hedef bir ‘hayat uzmanı’ ya da ‘sağlık gurusu’ olmak mı? Ufukta yeni bir kariyer mi var? Şöyle cevaplıyor: “Sonuçta iyi bir şey
1999'da Victoria's Secret kadrosuna dahil olan model, 2006'da kendi isteğiyle ayrıldı.
gördüğümüz zaman paylaşmıyor muyuz? WhatsApp grupları bu yüzden kurulmuyor mu? Meditasyon, doğru nefes alma ve yoga benim hayatımı değiştirdi. Ben de bu bilgileri geniş kitlelerle paylaşmaya çalışıyorum. Eğer başka insanların da hayatına iyi etki edebilirsem ne mutlu bana…” 40 YAŞ BİLGELİĞİ…
Bu dönemden çıkarabileceğimiz en büyük derse gelince… İkonik top model, tüketim alışkanlıklarımızın değişmesi gerektiğinin altını çiziyor: “Çokça şeye sahip olmaya ihtiyacımız yok. Eğer sürekli bir şeyler almak istiyorsanız, emin olun ters giden bir şeyler vardır… Geri dönüşümün, tüketim alışkanlıklarımızı azaltmanın ve kendi içimize dönük yaşamanın önemini gördük. Hoş, ben senelerdir böyle yaşıyorum. Çocuklarıma bu şekilde örnek olmaya çalışıyorum. O yüzden hayat tarzımda fazla bir değişiklik olmadı. Dolabıma gidin bakın, tüm giysilerim eski. Jean’lerim en az üç yıllık…”
KAPAK 21
146 KAPAK
Gisele bugüne kadar Vogue dergisine 146 kez kapak oldu.
“İstanbul’da kendimi evde hissetmiştim. Türkiye’yi gerçekten çok seviyorum ve İstanbul’da geçirdiğim zamanları da hep mutlulukla anıyorum. Mutlaka yeniden gelmek istiyorum ama ne zaman olacağını bilemiyorum.” 20 Temmuz’da 40 yaşına basacak…Peki ’40 yaş’ Gisele için ne ifade ediyor? Bedeni ve vücudu değişeceği için tedirgin mi mesela? “Birincisi eskisi kadar modayla iç içe değilim. Kendi projelerime yoğunlaşıyorum daha ziyade.” İki ayda 6 derginin kapağında yer aldığını düşünürsek, ‘modayla iç içe’ olmama durumu pek de inandırıcı gelmiyor… “Yani, eskisi kadar diyelim… Öyle olsa bile fark etmez zaten. Önemli olan benim kendimi iyi hissetmem... Çocuklarımı emzirdiğim zaman çok eleştirilmiştim. Sonuçta bir modeldim ve evet, emzirmenin sonuçları
oluyor. Ama ne yapalım? Çocuklar için ilk altı ay çok kritik. Ben emzirmeyi seçtim. Ve bunun sonucunda sol göğsüm biraz deforme oldu. Mecburen estetik yaptırdım. Biraz da baskılar yüzünden yaptırdım. Ama işin ilginç tarafı, yine eleştirildim. Özellikle de sosyal medyada… ‘Doğal takılıyor, sonra estetik yaptırıyor’ dediler. Ne derlerse desinler. Demin de söylediğim gibi kimsenin ne dediğine takılmıyor. Hayat benim hayatım, önceliklerim de sağlıklı olmak, iyi bir anne olabilmek… Hayatta önceliklerinizi belirleyin, onlara yoğunlaşın. Kendinizi
iyi hissettirecek, sizi besleyecek şeyler yapın. Bir de disiplinli olun. Sabır, odaklanma ve disiplin başarıya giden yoldur.” Son olarak Türkiye’deki hayranlarına mesajı nedir diye soruyorum. Cevap şöyle: “Umarım Türkiye’deki herkesin keyfi yerindedir! En azından, olabilecek kadar… Hatırlıyorum da, İstanbul’da kendimi evde hissetmiştim. Türkiye’yi gerçekten çok seviyorum ve İstanbul’da geçirdiğim zamanları da hep mutlulukla anıyorum. Ama yeniden görüşene dek unutmayın, bu durumdan daha güçlü ve daha bilinçli çıkacağız. Kendimize dikkat etmeli, sonra da çevremize yardım etmeliyiz. Unutmayın, bu evrende hepimiz birbirimize bağlıyız, birlikte güçlüyüz. Ama önce kendimize sahip çıkalım, sonra da toplum bilinciyle çevremize… Hepinize pozitif enerjimi ve sevgilerimi yolluyorum. Yakında görüşmek üzere…”
22 KOLEKSİYON M AYA P O R TA K A L B İ TA R G İ L
Floransalı Medici’ler günümüzün en büyük sanat destekçilerini gölgede bırakacak kuvvette işler yaptı.
Para, para, para… FILOZOF YUVAL NOAH HARARI’NIN, IMF KÜTÜPHANESI’NDE YAPTIĞI SOHBET PARA KAVRAMININ YENIDEN SORGULANMASINA ÖNAYAK OLDU. PEKI PARANIN GÜNÜMÜZDE SANAT SEKTÖRÜNDE KARŞILIĞI NE? Yuval Noah Harari, Christine Lagarde ile söyleşisinde... “Tarih boyunca, binlerce yıldır, ilk paradan, altın, kağıt para ve bugün dijital olmak üzere para sadece güven endeksiyle çalışmıştır, güvenle var olmuştur. Ve sadece güvenle varlığını sürdürebilir” diye devam ediyor filozof Harari… Hiçbir fiziksel kuralı temel almayan para kavramı, esasında tüm dünyanın ırk, millet, din ayırt etmeden insanlığın belki de en çok inandığı ortak hikâyedir... Bugün, dünyada birçok yeni kural yazılırken, uzun zamandır ekonomiyi negatif etkileyen belirsizlik dünyayı çevrelemişken sürekli pozitif bir ruh halinde kalmak kolay değil. Elbette realist de değil... Geleceğin ekonomistlerin değil filozof ve şairlerin geleceği olacağı söylenirken; bugün paranın toprak, “PAR A GÜ VENDIR” DIYOR
emlak ve sanayide olmadığı, paranın enformasyon ve data bilgisinde olduğu gerçeği her gün yüzümüze çarpıyor... İnsanlığın datası bugün ulaşılabilir, hatta hack’lenebilir halde... “Sokrates’in söylediği, İsa’nın, Budha’nın benimsediği ‘Know Thyself’ yani ‘kendini tanı, kendini bil’ felsefesi bugün daha da kıymetli” diyor Harari IMF Kütüphanesi’ndeki konuşmasında... “Data, seni senden daha iyi bilmesin” diye uyarıyor... Çarpıcı örneklerle birçok kalıplaşmış düşünceyi sorgulayan ve yıkan Harari, insanoğlunun tek para kullanan hayvan olduğunu söylüyor... ‘Trade’ ve ‘barter’ın şempanzeler tarafından da kullanıldığını, hindistancevizi karşılığında muz değiş-tokuş örneğini espriyle verirken elbette para sahibi olmanın ge-
tirdiği sorumlulukları vurguluyor. Ve etik sahibi olanların uzun vadede kazanacağının altını çiziyor... Para... Bugün paranın karşılığı kağıt para ve nakti paradan ziyade data bilgisi ve enformasyon demek. Data bilgisi kimdeyse ve neredeyse geleceğin orada olduğu öngörülüyor, inanılıyor. Peki sanat sektöründe paranın karşılığı nedir?Hemen zaman tüneline yolculuk yapalım… Bugüne kadar ne oldu? 1434-1737 arasında hüküm sürmüş Medici’ler tam şu noktada bize muazzam bir örnek oluşturuyorlar. Bankacı Floransalı aile, günümüzün en büyük sanat destekçilerini gölgede bırakacak kuvvette işler yaptılar… Leonardo Da Vinci, Micheangelo, Raphael gibi Rönesans’ın yıldızlarına, kilise bezemelerini emanet ederek, sanatlarını
yaratabilme, gösterebilme imkânı sağladılar.. Kendi kuvvetlerini ve toplumdaki saygınlıklarını sanata verdikleri destek ile ölümsüzleştirmeyi hedeflemişlerdir... Sanatın, tarih boyunca ve bugün parasal karşılığı bir nevi dokunulmazlık ve ayrıcalıktır. Sultanların portre yaptırmasının temeli de tamamen buna dayanır. Haziran sonunda Londra’da Fatih Sultan Mehmed’in Gentile Bellini tarafından yapılan portresi satışa çıkacak. Dünyada hâlâ bugün en önemsenen değer, en kolay ölçülebilen değer ekonomik büyümedir… Bugün “hayat ve insanlık nasıl daha gelişebilir, nasıl daha iyileşebilir” sorusuna sanat güvenli bir cevaptır... Hep temsil ettiği kültürel değerlerle hem de parasal ekonomik anlamdaki karşılığıyla...
KOLEKSİYON 23
Haziran sonunda Londra’da Fatih Sultan Mehmed’in Gentile Bellini tarafından yapılan portresi satışa çıkacak.
24 FİKİR
Kadın üretiyor ama yeterince kazanmıyor; Tıpkı Türkiye gibi…
DR. Ş E RE F OĞUZ
KADIN ISTIHDAMI, TANIMINI “ERKEKTEN” ALAN BIR KAVRAM... ANLATMAK ISTEDIĞI, KADINLARIN IŞGÜCÜNE KATILIM SÜREÇLERI VE SORUNSALI… KADININ IŞGÜCÜNE KATILIMI DA “ERKEKLERDEN ZIYADE” KADINLARIN DERT ETTIĞI BIR KONU GIBI ALGILANABILIR. KIMI “ERKEK HER NE YAPIYORSA, KADIN DA YAPSIN” BEKLENTISINDE. KIMI, “POZITIF AYIRIMCILIK” DIYE KADIN ISTIHDAMINI TEŞVIKTEN SÖZ EDIYOR. KADIN ISTIHDAMINI HÜKÜMET POLITIKASI HALINE GETIRMEDEN BU IŞI ÇÖZEMEYECEĞIMIZ IDDIASINDAKILER DE CABASI… basit bir “Sosyal Anlaşmaya” dayanıyor; Kadını dışarıda bırakan hiçbir ilişki biçimi ve herhangi bir sürdürülebilir kalkınma modeli yoktur ve olamaz! Hal böyle olunca ya kaba bir feminist refleksle “erkek için ne varsa kadına da o” şeklinde davranacağız ya da bu kavrama “doğru sırada doğru sorular” sorarak cevabı arayacağız. Öncelikli soru, kadını üretime katmak ile kadını istihdam etmek iki farklı şey midir? Kadın, “Kibele”den bu yana üretimin sembolüdür ve 5 bin yıl öncesinin Ana Tanrıça’sı olmayı, doğurabilme becerisi ve üretebilme bereketine borçludur. Avcı ve toplayıcı ulusların çağında şayet ILO veya MESS gibi kurumlar bulunsaydı, belki de aynı refleksle “erkek istihdamı” sorunsalını tartışıyor olacaktık. Fantastik bir benzetme yaparsak, tarım toplumunda tohumun ne işe yaradığı algısı, erkeğe “üretimdeki katkısı” ilhamıyla cesaret vermiş, “ana tanrıçayı” bulunduğu kaideden indirme sürecini tetiklemiştir. Kadın üzerinden yürüyen sosyal hayatın “iktidar değişikliği” şüphesiz bir gecede olmamıştır. Ana tanrıçalıktan kutsal rahibeye giden yolda dinlerin de etkisi büyük olmuştur. İyiliksever İskenderiyeli Clement, (3. yüzyıl) “her kadın, kadın olmanın utancını kemiklerinde hissetmeli” diyordu vaazlarında. Ana tanrıça olarak başlayan serüvenin, 19. Yüzyıl Avrupa’sında ya ASLINDA IŞIN ÖZÜ,
eğitim hakkı olan “entelektüel fahişe” veya mirastan hak alan “kutsal eş” ayırtına gelip dayanması ilginçtir. Nitekim o çağlar, kadın ve istihdam kelimelerinin aynı cümlede bir arada kullanmaya başlandığı yıllardır. Sanayileşme ile oluşan tarım dışı işler, emek sınıfının serpilip gelişmesi ve savaşlarda kırılan erkeklerin yerine istihdam edilecek emek gücü arayışı… Doğası gereği “erkeğin yedeği” yaklaşımı, bugün “kadın istihdamı” gündeminin varlığının belki de ana sebebini oluşturuyor. Bu yüzden kadın üretimi ile kadın istihdamının farklı şeyler olduğunu sorgulama ihtiyacı doğuyor. İkinci soru; erkek ile kadının çalışma hayatının her alanında eşitliği, bizi doğru bir cevaba ulaştırır mı? Bana göre bu alanda üretilen söylemler, genelde “eşitliği” bir “yaklaşım” olmaktan çıkarıp “eşitlik fetişizm”ine sürüklemektedir. Kadın ve erkek, doğaları gereği iki farklı cinstir ve 24 milyon farklı mal ve hizmet üretilen dünyada, 24 bin mesleği “karpuz böler gibi” yüzde 50- yüzde 50 fetişizmine saplanmak, boşuna gayrettir. Olaya, emeğin tam karşılığı ve üretimden doğan nimetin eşit bölüşümü noktasından yaklaşmak, bana daha doğru gelmektedir. Emeğe katma değer üretme açısında baktığımızda, erkeğin ve kadının katkılarında farklılıklar görüyoruz. Ancak olaya klasik İnsan Kaynakları bakışıyla yaklaşırsanız,
Kadın, “Kibele”den bu yana üretimin sembolüdür ve 5 bin yıl öncesinin Ana Tanrıça’sı olmayı, doğurabilme becerisi ve üretebilme bereketine borçludur...
FİKİR 25
Ordu'da 2016'da bulunan ve 2 bin 100 yıllık olduğu tahmin edilen Ana Tanrıça Kibele heykeli...
neticede her iki cinsi “mesai süresi” ile eşitlersiniz. Hal böyle olunca da kariyer basamaklarında erkeğin “askerlik” molasına karşılık, kadının “çocuk-lar” doğurma, onları emzirme, onlara bakma gibi süreçleri de hesaba katınca, “pozitif ayırımcılık”tan medet duyar hale gelirsiniz. Erkek nüfusunun savaşlarda kırılması sebebiyle kadınları işgücüne katan Batı, daha düne kadar “ona eksik ücret ödemek hatta maaşını kocasına vermek” ayıplarından modernleşme süreciyle sıyrılmış ve bugün işgücünde kadının yerini “zevahirde” eşit kılmıştır. Zevahirde diyoruz zira kadın, oyun kurucusu erkek olan çalışma hayatında hala “yardımcı” niteliğini üzerinden atamamıştır. Amerikan halkını kapsayan çok geniş bir anketi hatırlıyorum. Soru, çok basitti; “Acaba kaç yıl sonra bir kadını başkan olarak göreceğiz?” 2000 yılında yapılan bu ankete verilen cevapların ağırlığı; “30 yıl sonra” olarak şekilleniyordu. Oysa aynı ankette “acaba kaç yıl sonra bir zenciyi başkan olarak göreceğiz” sorusuna, 15 yıl cevabı veriliyordu. İşin ilginci aynı soru “eşcinsel bir başkan” için 25 yıl diye cevaplandırılmıştı. Kadın hakkındaki söylemleri bol ulusların “teflonunu kazıdığınızda” çoğu kez “paslı olgulara” ulaşıyorsunuz. İstihdamda cinsiyet ayırımı, sanıldığından daha derin dinamiklere
dayandığından, görünüşteki eşitliğe aldırmamak gerekiyor. Üretim oyununu tarlanın ve evin dışına taşırdığınızda kadının denkleme hangi derinlikte katılacağının kararı, mücbir sebep olmadıkça, şimdikinden dramatik farklı olmayacaktır. Zaman içinde kadın istihdamı tabii ki gelişecek ancak ister kota konulsun ister hükümet politikası haline gelsin, “ihtiyaçlar üzerinden” gitmedikçe, bu eşitlik “kulağa hoş gelen temennadan” ibaret kalacaktır. Kadın istihdamını kadın hakları ile özdeşleştirmek, kolay ve akla yakın gelse de işe yaradığını söylemek, gerçeği yansıtmaz. Eğitimde fırsat eşitliğinden başlayan bu derin uçurum, ancak ve ancak anlayışların değiştiği ve neticesi yılların gerisinden alınabilecek gayretler ile kapanacaktır. Türkiye; kadın istihdamı konusunda sanılanın aksine, çok geride bir ülke değildir. Hele ki komşularımızı referans aldığımızda, kendimizi bu konu üzerinden suçlamaya hakkımız yoktur. Şimdiki halde Türkiye kadın istihdamında, ekonomik performansı ve potansiyeline yakışmayan bir durumdadır. Fakat bu süreç, hızla iyileşiyor. Kadına yatırım, ne Ankara’nın ne de yerel yönetimlerin inhisarındadır. Şirketler, sivil toplum örgütleri ve kurumlarımızın da kadına yatırım yapabilecek binlerce fırsat alanı mevcuttur. Yeter ki kadını ekonomiye katma niyetimiz olsun. Ve de içimizde biraz dürüstlük bulunsun…
Ayşe Kulin
Ben, mektupların kadınıyım!
ARALIKSIZ ÜRETEN, ÇOK SEVILEN KITAPLARA IMZA ATAN AYŞE KULIN’IN ÇALIŞMA MASASINA KONUK OLUYORUZ BU HAFTA. ONUNLA, MASASI ÜZERINE VE HEMEN YANINDAKI KÜTÜPHANENIN RAFLARINA YERLEŞTIRDIĞI OBJELERI, IÇINDE BARINDIRDIĞI HATIRALARI KONUŞUYORUZ...
İ
Haldun Taner (1995) ve Sait Faik (1996) ödüllerine rağmen geniş kitlelerce tanınmayan Ayşe Kulin’in çok satan bir kitapla karşımıza çıkmasında okul arkadaşı Ercan Arıklı’nın rolü çok büyük. Arıklı, ondan ilginç ve gerçek hayat hikâyeleri yazmasını istiyor. Ayşe Kulin, 5-6 kişilik bir liste oluşturup Arıklı’ya veriyor. Arıklı’nın isteği, önceliğin Aylin’in hayat hikâyesine verilmesi yönünde oluyor. Kulin, okul arkadaşı Aylin’le irtibata geçiyor. Ancak Aylin, bu arada ölüyor. Ortaya çıkan “Adı: Aylin,” (1997) onlarca baskı yaparak yazarın hayatını tümden değiştiriyor… O günden bugüne aralıksız üreten, çok sevilen kitaplara imza atan Ayşe Kulin’in çalışma masasına konuk oluyoruz bu hafta. İKI YIL ÜST ÜSTE ALDIĞI
YAZAR 27 MASALARI
FA R U K Ş Ü Y Ü N
28 YAZAR MASALARI
Ü
Ülkemizin en üretken yazarlarından birisisiniz. Ardı ardına yazılmış romanlar, TV dizilerine taşınan konuları, ödüller, her şey çok hızlı…
Çok hızlı çalışırım, çok hızlı yemek yaparım, çok hızlı yürürüm. Yavaş hiçbir şey yapamıyorum. Bu, benim en büyük defolarımdan biri. Keşke biraz süratimi azaltabilsem...
Lütfen azaltmayın. Hızınız masaya da yansımış gibi. Sanki, zaman kaybına tahammülünüz yok, her şey elinizin altında: Bir laptop, onlarca kalem, fotoğraflar, makaslar, minik heykeller, kâğıtlar, hatıra armağanlar…
Bir kere kesinlikle bilgisayarda yazıyorum. Elle hiç yazmadım, desem yeridir. Liseyi bitirdikten sonra her zaman daktilo kullandım, ondan sonra da bilgisayara geçtim. Bu kadar kolaylık sağlayan bir teknoloji varken elle yazamam doğrusu. Öyle bir vaktim de yok… Az vaktim kaldı bu dünyada. Onun için en hızlı nerede yazabiliyorsam, orada yazarım… Ya kalemler, fırçalar? Neden bu kadar çok?
Çünkü, bazen resim falan da yapıyorum. Onun için karakalemlerim, hepsinin uçları tıraşlanmış olarak orada. Tabii fırçalarım da… Karşımda çocukların resimleri var. Atatürk’ü fark etmişsindir; annem, Engin, babam filan bütün aile, kalemlerin arkasındaki köşede. Yandaki rafta da dedem, anneannem, yine annem ve babam… Yani orası vefat etmişlerin köşesi gibi… Fotoğrafların üstündeki rafa sözlükler sıralanmış…
Türkçe, Redhouse, Türkçeden Türkçeye, Türkçeden İngilizceye, Osmanlıcadan Türkçeye, atasözleri, ne ararsan. O ve üstündeki raflar, sözlüklerle dolu. Fotoğrafların üzerindeki raflarda duran dosyalarda ise bana yollanan mektuplar, gittiğim seyahatlere ilişkin arşivim bulunuyor. Yazmaya başladığım yıllarda daha WhatsApp’tı, e-mail’di falan yoktu. Ben, mektupların kadınıyım! Dosyaların üzerine dilini çıkaran bir yaşlı kadın fotoğrafı yapıştırılmış, üzerinde buradan okuyamadığım bir şeyler yazıyor.
“We may be sagging here and there” yazıyor orada. Bana çocuklardan biri yollamıştı, bir doğumgünü kartı. Anneme çok benzettim. O da çocuklara dilini falan çıkarırdı, çok matrak bir kadındı. Ona benziyor diye astım. Daha aşağıdaki fotoğrafta oğlum Kerim, karısı ve kızı
var. Alttaki raflarda duran kutularda ise mektuplar, gittiğim yerlerden aldığım kıvır zıvırlar duruyor, içleri karmakarışık. Kütüphane, odanın duvarları boyunca devam ediyor. Üzeri fotoğraflar, rafları kitaplarla dolu… Masanızda, böcek şeklinde yeşil bir ağırlık var…
Ben, uğura çok inanırım. O, aynı zamanda bir uğur. Biraz yanında kumaştan yapılmış, pembe bir gül var. Konuşma için gittiğim okullardan birinde hediye edilmişti. Solmayan bir gül! Ağırlığın altındaki defterin üstünde “Alanya İçin Bir Düş” yazıyor. Alanya Belediyesi’nden gönderdiler ve “Alanya için burada geçen bir roman ya da hikâye yazar mısınız? diye sordular. Ben de “memnuniyetle” dedim. Alanya’yı çok severim, çok güzel tematik manzaraları olan bir yerdir. Ancak, yazamadım, yani fırsat olmadı. Yıllar geçti, herhalde 20 sene oldu bu defter geleli. İçine başka bir şey de yazamadım, çünkü onlara söz vermiştim. Onun için öyle bomboş, olduğu gibi duruyor. Onun altındaki bir boyama kitabı. Çocuklar, Korona günlerinde vakit geçireyim diye hediye ettiler, bazı sayfalarını boyadım. Minik iki heykel görüyorum… Tam ortada, lambanın altında şaha kalkmış bir at. Biraz yanda sırtında bayraklar taşıyan bir adam,
Bir dönem işinden dolayı Singapur’da oturan oğlumu ziyaret ettiğimde almıştım. Gelinimle beraber bir falcıya gitmiştik ve bana, şans getirmesi için bunları vermiş, “bir tanesi güneye, diğeri güneybatıya bakmalı” demişti. Onun için atı oraya yerleştirdim, çünkü tam güney, denize doğru. Öteki de güneybatıya doğru duruyor. Valla çok da iyi geldi. Dedim ya böyle şeylere inanırım ben. Ortadaki güneş?
Beni seven okurlarımdan biri seramikten yapmış, hediye etti. Güneşin arkasında bir saat var, yanında içine kıvır zıvırımı tıkıştırdığım ahşap bir organizer bulunuyor. Notlarımı, hatırlamam gereken şeyleri, vesikalık resimlerimi falan koydum. Hemen önlerinde içinde balık figürü olan bir ağırlık duruyor; balığın da uğuruna inanırım. Ya sepet?
İçi küçük defterlerle dolu. Her birinde benim her bir kitabım için aldığım notlar var. Onları atmıyorum. Eğer bir gün birisi benim evrâkı metrûkeme sahip çıkacak olursa; bir kütüp-
hane, bir kurum her bir kitap için çalışırken tutulmuş küçük notların olduğu defterler duruyor. Tabii sepettekiler hepsi değil, çok kitabım var. Oradakiler sadece son kitaplarımınkiler… Masanızdan yola çıkarak nasıl yazdığınıza dair ipuçlarına da ulaşıyoruz. İlham desem?
İlham demeyelim, tesadüfler oluyor. Meselâ Köprü’yü tamamen bir tesadüf sonucunda yazdım. Erzincan’a gitmiştim, valiyi tanımam, etmem; şehrimize bir yazar geldi diye beni çaya, kahveye davet etti. Arabasını yollamış, gittim kendisiyle tanıştım. Köprüden bahsederken “hadi size göstereyim!” dedi. Fırat’ın üzerinden tekneyle gideceğiz. Bindik, adam cup diye suya atladı. Benim ödüm patladı vali suya düştü, diye. Meğer su kayağı yaparmış! Bir de baktım, kayağın üstünde dikildi, öylece köprüye kadar gittik. Bana bu adam çok ilginç geldi. Çok orijinal bir insan. Meselâ bütün ekibine spor yaptırıyor, mesai dışında örneğin yamaç paraşütü yapıyorlar. Lacivert elbiseli, kravatlı adamlar gökyüzünde süzülüyor… Sürrealist bir resim gibi…
Köprüyü nasıl yaptığını anlattı, ben de bu köprünün romanı yazılmalı, dedim. O da bu lafın üzerine yattı ve bir daha kalkmadı. Durmadan telefon ediyor, “Ayşe Hanım yazacaksanız gelin, yoksa beni kızağa çekecekler” diyor. Ve yazmaya karar verdim, iyi ki yazmışım. Bana çok şey öğreten bir kitap oldu. Fırat’ın üstünde bir köprünün romanıdır o. İçinde ne aşk, ne meşk öyle şeyler yok, ama en güzel kitaplarımdan biridir. Vali Recep Yazıcıoğlu’ndan da çok hoş bir seda kaldı. Okumalarını bürokrat olmak isteyen gençlere tavsiye ederim. Vali nasıl olunur, bir devlet adamı nasıl olunurun cevabı; örnek bir valiydi çünkü. Bu masada yazılan son romanınız Her Yerde Kan Var’ın yazılış öyküsüyle bitirelim sohbetimizi…
Tarihi çok severim. Osmanlı’nın çöküş yılları üzerine kitaplar okuyordum. Abdülaziz’in öldürülmesinin (cinayet mi işlendi, intihar mı etti, biliyordum o olayı, ama) detaylarına inince, çok üzüldüm. Tahttan indirilişinden ölümüne 7 gününü yazdım. O süreçte çok kitap okudum ve çok isteyerek yazdım. Dokundu bana çünkü, çok hazin bir hikâye olarak geldi. Araştırmayı çok seviyorum, çünkü araştırırken hem kendim öğreniyorum, hem de öğrendiklerimi romana kurgulamak çok hoşuma gidiyor, bir puzzle çözer gibi…
“Güneşin arkasında bir saat var, yanında içine kıvır zıvırımı tıkıştırdığım ahşap bir organizer bulunuyor. Notlarımı, hatırlamam gereken şeyleri, vesikalık resimlerimi falan koydum. Hemen önlerinde içinde balık figürü olan bir ağırlık duruyor; balığın da uğuruna inanırım.” — AY Ş E K U L İ N
30 MÜZİK
Bir denizkızının hazin öyküsü
O Ğ U Z O TAY
gezmek yetmez.com
YÜZ YIRMI YIL ÖNCE MEHTAPLI BIR GECEDE BÜYÜKDERE KOYUNDA, BOĞAZ’IN BÜLBÜLLERI ILE AŞIK ATACAK KADAR GÜZEL BIR SESIN YANKILANDIĞINI HAYAL EDIN. DUYANI BÜYÜLEYEN BU SESIN SAHIBI, “DENIZKIZI EFTALYA” ADIYLA ANILACAK OLAN ATANASIA YEORGIADU’DAN BAŞKASI DEĞILDIR…. Boğaz’da yankılanan esrarengiz bir ses… O denli güzeldir ki; o büyüleyici manzarayı izlemek üzere Boğaz sırtlarına gelenlerin gözleri kadar kulakları da şenlenmektedir. Ama akıllarda bir soru vardır. Denizden gelen bu ses kimin? Kim olduğu bilinmese de ona bir ad takarlar: “Denizkızı”. Bu sesin sahibi sonraki yıllarda Türk musikisinde “Denizkızı Eftalya” adıyla anılacak olan Atanasia Yeorgiadu... İşte solistin sıradışı ve iç burkan öyküsü… DENIZDEN GELEN,
“DENIZKIZI” ADI NEREDEN GELIR?
Büyükdereli bir ailenin kızı olan küçük Eftalya daha beş altı yaşlarında iken, musiki meraklısı babası Yorgaki efendinin dostları geldiğinde çaldığı saza billur sesi ile eşlik ederek gelenleri mest eder. Kendisine neden Deniz kızı Eftalya dendiğini yıllar önce Hikmet Feridun Es’e verdiği bir röportajda şöyle anlatır : “Ben beş altı yaşımdan beri bu ismi taşırım... Hatta daha garibi “Eftalya” ismini yadırgarım... Asıl ismim “Deniz kızı” imiş gibi gelir... Deniz kızı ismi bana nasıl verildi.? Çok küçüktüm... Babam saza pek meraklı idi... Babamın misafirleri geldiği zaman o saz çalar, ben de şarkı söylerdim... Büyükdere’de otururduk... Mehtaplı gecelerde daima sandal gezileri yapardık... O zaman babam sandalda bütün gece bana şarkı söyletirdi... Sesim az zamanda bütün Boğaziçi’nde meşhur olmuştu... Geceleri mehtapta bizim sandalın arkasına 20-30 sandal takılır, beni dinlerlerdi... Fakat hiç kimse benim kim olduğumu bilmiyordu.. Halbuki incecik sesiyle şarkı söyleyen bu gece şarkıcısına bir isim koymak lazımdı... “Deniz kızı”, “Deniz kızı” demeye başladılar... İşte Deniz Kızı bu beş yaşındaki Eftalya idi... O zamandan beri Deniz Kızı’yım...”
ÜÇ YIL SÜREN FRANSA TURNESI
Denizkızı Eftalya büyüdüğünde Beyoğlu’nun kahvelerinde kantolar söylemeye başlar. Kısa sürede şöhreti yakalar. Sesinin güzelliğinden etkilenen udi Aleko Bacanos, Eftalya Hanım için “Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i şarab et” adlı şarkıyı besteler. Kantocu olarak bilinen Eftalya Hanım’ın müzik kariyeri Türk müziğinin önemli bestecilerinden kemancı Sadi Işılay ile evlenmesiyle başka bir boyut kazanır. Sadi bey onun hem eşi, hem de müzik hocası olur. Çift, Pathe Plak’ın davetlisi olarak Fransa’ya gider. 1923-1926 yılları arasında Pathe Plak için şarkı ve türkü formlarında plaklar doldurur. Plaklar o denli beğenilir ki, Avrupa ve Ortadoğu’da konserler verirler. PLAKLARA ISMI YAZILMAYAN ŞARKICI
İstanbul’a dönerler ve 1927 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk resmi müzik okulu sayılan ve 1917 yılında kurulmuş İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın nüvesini teşkil eden Dârülelhan, önemli 100 şarkıyı plağa kaydettirmeye karar verir. Deniz kızı Eftalya Hanım, plak kaydı yapacak sanatçılardan biri olarak seçilir ve Dârülelhan adına plak dolduran ilk gayrimüslim sanatçı olur. Plağa okunmak üzere seçilen 100 eserin 56 tanesi Denizkızı Eftalya Hanım tarafından okunur. Ancak, plak şirketinin ticari kaygılarından dolayı plaklar üzerinde kendi adı kullanılmaz, ismi “Soprano” olarak yazılır. Sonrasında Colombia firmasından çıkardığı 11 plakta da ismi sadece “Hanım” olarak yazılır. Ancak, 1930 yılından sonra plaklarda adı “Deniz Kızı Eftalya Sadi Hanım” olarak yazılmaya başlanır. ATATÜRK’ÜN ILGISI VE BEĞENISI
Plakların üzerine kendi adının yazılmaya başlamasının hikâyesi de olduk-
ça ilginçtir. Atatürk’ün 1927 yılında yaptığı İstanbul seyahati sırasında Kalamış’taki Belvü Gazinosu’na gider. Kendisini görmek üzere gazinoya gelenler ve gazinoya giremeyip önündeki koyda sandallarla toplanan halk Atatürk’e sevgi gösterilerinde bulunur. Topluluk “Denizkızı Eftalya’yı isteriz” diye tempo tutmaya başlar. Bunun üzerine gazinoya davet edilen Eftalya Hanım küçük bir konser verir. Atatürk kendisine beğenisini iletir. 1929 yılında ise Dolmabahçe Sarayı’nda Safiye Ayla ile birlikte Eftalya Hanım’ı da ağırlar, sanatını takdir eder. Kuvvetle muhtemeldir ki Atatürk’ün ilgi ve beğenisi plak şirketlerinin ticari kaygılarını silip süpürür. Böylelikle Eftalya Hanım’ın ismi plaklar üzerine basılmaya başlanır. SAATLERCE RÖTAR YAPAN ADA VAPURU
Eftalya Hanım Yedi Gün Dergisi’nin 12 Nisan 1933 tarihli sayısında yer alan röportajında aktardıkları onun halk tarafından ne denli sevildiğini de bizlere gösteriyor. “Bir sabahtı… Adadan ilk vapurla dönüyorduk… Yolcular azdı. Hepsi de Adanın ve İstanbul’un en kibar, en maruf simaları idi… Yaz sabahı çok hoşuma gitti, güvertede oturduğum kanepede biraz uzandım. Bir şarkı tutturdum… Bir şarkı, bir şarkı daha… Sadi de keman çalıyordu… Saatler geçti baktım kara görünmüyor. Sordum: -Neredeyiz kuzum Sadi? O da farkında değildi. Etrafına bakındı: -Bilmem… Biraz sonra kaptan yanımıza indi: -Affedersiniz… Ben bir kabahat ettim… Sizin vapurda olduğunuzu gördüm… Fırsat bu fırsattır diye dümeni çevirdim. Hayırsız Ada’yı geçtik… Yolcular da “İlle kaptan vapuru
İstanbul’a geç götür. Mesuliyet bize! İşi hallederiz.” diye başladılar. O gün Adadan ilk vapur İstanbul’a saat ikide geldi. Bunu hiç kimse bilmez.” OLAYLI KIBRIS KONSERI
Deniz kızı Eftalya Hanım’ın biraz komik ve olaylı bir Kıbrıs konseri olduğunu Perşembe Gazetesi yazarı Naci Sadullah Bey’in o günlerdeki haberinden öğreniyoruz. Olaylı Kıbrıs konseri okuyuculara özetle şöyle aktarılır: Kıbrısın önemli tiyatrolarından birinde Deniz kızı Eftalya Hanım sahne alacaktır. Halkın ilgisi o denli yoğundur ki, bilet gişesindeki biletçiler halkı zorla geri çevirmektedir. Salon tıklım tıklım doludur. Deniz kızı Eftalya Hanım sahneye çıktığında âdeta gök gürültüsünü andıran ve Eftalya Hanım’ın alkış zannettiği bir gürültü başlar. Deniz kızı kendisine eşlik eden eşi kemancı Sadi Işılay Bey’e döner ve bu ilgiyi İstanbul’da bile görmedik biz der. Ancak, daha ilk şarkıda seyirci salonu terk etmeye başlar. Bir grup seyirci organizatör ve biletçilerle mü-
Denizkızı Eftalya büyüdüğünde Beyoğlu’nun kahvelerinde kantolar söylemeye başlar. Kısa sürede şöhreti yakalar. Sesinin güzelliğinden etkilenenudi Aleko Bacanos, Eftalya Hanım için “Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i şarab et” adlı şarkıyı besteler.
nakaşa eder, kendilerini dolandırıcılıkla suçlarlar. Herkes şaşkındır. Çok geçmeden olayın iç yüzü anlaşılır. Seyirciler şarkı dinlemek için değil vücudunun yarısı balık, diğer yarısı insan olan deniz kızını görmek umuduyla tiyatroyu doldurmuştur. Olayın devamını Eftalya Hanım dinleyicilerin bilet paralarını iade etmekten başka çaremiz kalmamıştı diye anlatır.
salın etrafını alarak Kanlıca’ya, Kanlıca’dan Yeniköy’e, Yeniköy’den Beykoz’a ve Beykoz’dan Büyükdere’ye geçtiler. Halk sahilde yeşil, kırmızı, sarı fenerler ve meşalelerle vapurları karşıladı ve eğlenceye iştirak etti. Deniz kızı’nın sesi gönüllerde akisler yaparak korulardaki bülbüllerin sesine karıştı. Zeybekler birçok oyun gösterdi. Ve Hazım da birkaç şarkı söyledi.”
DENIZKIZI’NIN JÜBILESI
ACI SON
1936 yılında Şirket-i Hayriye hem Boğaz seferlerine olan ilgiyi arttırmak, hem de Boğaziçi’ni bir eğlence mekânı haline çevirmek için özel geziler düzenlemeye başlar. Şirket, Osmanlı’nın son döneminde yaygın olan, mehtaplı gecelerde kayıklarla yapılan sazlı, sözlü adına da “Mehtabiye” denilen ancak 30 yıldır gerçekleştirilmeyen gezileri tekrarlamaya karar verir. Bu maksatla da adını bu tür gezintilerden alan Deniz kızı Eftalya Hanım’ı sahneye çıkartmaya karar verir. 4 Ağustos 1936 tarihinde yapılacak olan gezi aynı zamanda sahnelere veda kara-
rı almış olan Eftalya Hanım için bir jübile olacaktır. Geziyi Yücel Dergisi şöyle anlatır: “Şirket-i Hayriye çiçeklerle süslü rengârenk ışıklarla parlayan bir sal hazırladı. Öyle bir sal ki, içinde bu göz kamaştıran süslemeden maada Deniz kızı Eftalya ile birlikte bir saz heyeti, bir zeybek takımı ve Şehir Tiyatrosu artistlerinden Hazım
(Körmükçü) da vardı. Bu salın arkasına gene eskiden olduğu gibi bir sürü sandal takılmıştı. Şirket-i Hayriye üç vapurunu donatmış, iki vapurunu da belki kalabalık olur diye hazırlamıştı. Fakat halk 37,5 kuruş gibi gayet ucuz olan bu mehtap âlemine o kadar rağbet gösterdi ki, tam tamına on dört vapur kalktı. Bu vapurlar Bebek’ten
Muhteşem bir konser olmasına rağmen Eftalya Hanım deniz üzerinde kendini koruyamaz ve ağır şekilde üşütür. Bu konserin sonrasında yorgun düşen vücudu bir türlü kendini toplayamaz. Uzun süre hastalıklarla uğraşır ve üç yılı aşkın bir süredir savaştığı kalp rahatsızlığına 15 Mart 1939 tarihinde yenik düşer. Şişli Rum Ortodoks Mezarlığı’na gözyaşları içinde defnedilen Eftalya Hanım’ın mezarı başında udi Aleko Bacanos, Eftalya Hanım için bestelediği “Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i şarab et” adlı şarkıyı son kez onun için seslendirir.
32 SÖYLEŞİ
Babalar Günü ciro anlamında sönük geçecek PANDEMI GÖLGESINDE BABALAR GÜNÜ ALIŞVERIŞI OLUR MU? KONUYU IŞIN UZMANINA, BIRLEŞMIŞ MARKALAR DERNEĞI BAŞKANI VE TWIGY MARKASININ YARATICISI SINAN ÖNCEL’E SORDUK. BMD BAŞKANI ÖNCEL PERAKENDE SEKTÖRÜNÜN GELECEĞINI DEĞERLENDIRDI VE YOL HARITASI ÇIZDI. A S L I B A R I Ş
Küçükken “Anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun” diye sorarlar ya, biraz o havada bir kıyaslamayla başlayalım. Perakende sektörü için Anneler Günü’nü mü yoksa Babalar Günü’nü mü etkili?
Anneler Günü ile karşılaştırdığımızda Babalar Günü’nün perakende cirolarına daha düşük bir etkisi olduğunu önceki yıllardaki gözlemlerimizden ve deneyimlerimizden biliyoruz. Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) istatistiklerine baktığımızda Anneler Günü alışverişinin perakende cirolarını ortalama yüzde 30 artırdığını görüyoruz. Hatta bazı kategorilerde bu farklılık yüzde yüzü bulabiliyor. Ancak Babalar Günü için aynı etkiyi görmek mümkün değil. Peki bunu neye bağlıyorsunuz?
Herhalde anneleri daha çok seviyoruz, babalar ikinci planda kalıyor. (Gülüyor) İşin doğası gereği anneleri daha yakın hissederiz kendimize… Babaların genelde kaybedildikten sonra kıymeti bilinir. Allah hepimizin babalarına uzun ömürler versin. Benimki rahmetli oldu, o yüzden bu sözüm tecrübeyle sabit. Bir de işin şöyle bir boyutu var: Kadınlara yönelik daha fazla ürün var satışta. Mesela Sevgililer Günü de öyledir. İsmi “Sevgililer Günü” olmasına rağmen, kadınlara hediye alınır. Malum, pandemi ile mücadelemiz sürüyor. Koronavirüsün Babalar Günü’ne etkisi nasıl olacak sizce?
Halihazırda özellikle hazır giyim alanında cirolarda geçen seneye göre çok
ciddi bir düşüş gözlemliyoruz. İnsanlar şu anda daha çok cadde mağazalarını tercih ediyor, AVM’lere çok fazla gitmeme eğilimindeler. Açıldığından bu yana AVM’lerdeki hazır giyim sektöründeki mağazaların satış yüzdeleri, geçtiğimiz yıl aynı döneme göre yüzde 20-40 arası daha düşük. Bir de bu Cumartesi-Pazar kısmi sokağa çıkma yasağı geldi. Bu da şu anlama geliyor: 15.00’te sokağa çıkma yasağı bitecek, elemanların mağazalara ulaşması 16.00’yı bulacak. 22.00’de mağazaların kapanacağını düşünürsek alışveriş için Cumartesi günü altı saatlik bir satış dilimi olacak…Ertesi gün de aynı. Yani bir ciro beklentisi çok zor. Bir de “Acaba büyüklerime virüs bulaştırır mıyım?” endişesi de var, değil mi?
Kesinlikle… Çoğu evlat yaşlı babaları ziyaret etmeyi riskli buluyor. Özellikle yaşları ilerlemişse ve kronik hastalıkları varsa…Bunu da atlamamak lazım. Bu yüzden Babalar Günü ciro anlamında sönük geçer. Peki, önümüzdeki sezona bakalım. Perakendecilik alanında tablo karamsar mı, öngörüleriniz neler?
Küresel anlamda tüm dünyada perakendecilik haberlerini takip ediyoruz. Bu durumda “bence”den daha ziyade, dünyanın gittiği yönler var bu alanda... İlki şu: İnsanlar acil ve önemli alışverişlerine bütçe ayırıyorlar. İkincisi: Hazır giyim harcama oranlarında çok büyük düşüş yaşanıyor. Yüzde 70’lere varan bir düşüş var sokak giyimine harcanan parada…
SÖYLEŞİ 33
Online alışveriş iyi hoş ama aşırı yoğunluktan bir dolayı gecikmeler yaşanıyor kimi zaman… Bir ürün sipariş ediyorsunuz, elinize iki günde de ulaşabiliyor, iki haftada da… Bu durum tüketicileri yıldırmaz mı bir noktada?
Şu anda online satış oranlarının çok yükselmesi lojistik sorunlarını da beraberinde getirdi. Lojistik probleminden dolayı da çok ciddi anlamda teslimat sorunları yaşanıyor. Bu da önümüzdeki günlerde kargo yatırımlarını artıracak. Türkiye’de ve tüm dünyada kargoculuk gelişecek. Perakendeciler pratik teslimat yöntemleri bulacaklar. Dijitalden sipariş verip en yakın mağazadan teslim alma bunların arasında yer alabilir. Ama perakende sektöründe çok ciddi küçülmeler olacağı artık aşikar. Market alışverişinde hazır giyime fiyatlarda da çok ciddi bir artış var. Bu da alışveriş hevesini kırıyor. Bu artışın nedeni ne? Böyle mi devam edecek?
Neden ilk olarak bu alandan feragat edildi? Evdeyiz diye mi?
Evde olmasak bile maske takıyoruz. Kimin kim olduğu belli olmayan bir ortamda kılık kıyafet göstermenin fazla bir anlamı kalmıyor. Kaldı ki o ruh hali de yok insanlarda… Sosyalleşme yok. Düğün-davet, eğlence ortamları yok… Tüm bunları alt alta topladığımız zaman herkesin ya evde olduğu ya da arkadaşlar arasında yine
kapalı çevrede zaman geçirdiğini görüyoruz. Böyle bir dönemde de kimse giysiye para harcama eğiliminde değil haliyle… Peki bunun sonuçları ne olacak?
Fiziksel mağazalarda kapamalar başladı ve bu hızla devam edecek. Geleneksel perakende sektörü hızla küçülürken, paralel olarak e-ticaret platformları büyüyecekler.
“Böyle bir dönemde de kimse giysiye para harcama eğiliminde değil haliyle…”
Şu an herhangi bir perakende şirketinin kurgusu şu şekilde: Yılda yüz milyon lira ciro yaparken bu 40 milyon liraya düşünce, genel müdürlük binasının kirasından personel giderine masraflar çok daha fazla yük oluşturmaya başlar. Taşınamaz bir hale gelir. Bir de işin mağazalar kısmı var. Günde 20 bin ciro yaptığınız bir mağazaya belirli bir tutar mal koymanız gerekir. Örneğin 1 milyon TL’lik. Şimdi 20 bin TL’lik cironuz, iki bin TL’ye düşünce, 1 milyon TL’lik mal koymanın ne anlamı var? Hacim düşmeye başlayınca, sabit giderler olayı dayanılmaz bir noktaya taşıyor. Kira indirimi gerekiyor, karşı taraf yanaşmıyor. Çıkmak istiyorsunuz, altı aya varan cezalar var. Bu senaryoya göre yapılan ciro 100 bin TL, kira 200 bin TL… Üzerine bir de ürün maliyetini, diğer giderleri koyun. İşin içinden çıkılamaz halde. Bu yüzden tüm dünyada perakende sektöründe bir kira kavgası söz konusu. Kiraların güncellenmesi gerekiyor çünkü. Herkes sabit geliri düşürmenin yollarını arıyor zira… Babalar Günü’ne geri dönelim. Siz de bir kız çocuğu babasısınız. Kızınıza iş hayatı ile ilgili verebileceğiniz en iyi tavsiye ne olur?
İnandığı, sevdiği işi yapmasını isterim. Çünkü sevdiğiniz işi yaparsanız başarılı olursunuz. Sevdiğiniz işi yapmazsanız, başarılı olamazsınız. Bu, bu kadar basit aslında…
34 ÇEVRE
Yeni usûl deniz ürünleri ABD MERKEZLI “SURFRIDER FOUNDATION” ÜNLÜ REKLAM ŞIRKETI “SAATCHI&SAATCHI” ILE BIRLIKTE ETKILEYICI BIR KAMPANYAYA IMZA ATTI. FARKLI PLAJLARDAN TOPLANAN ÇÖPLER DENIZ ÜRÜNLERI GIBI PAKETLENIP, YEREL PAZARLARDA SERGILENDI. VE BAKIN DENIZDEN NELER ÇIKTI….
Dİ D E M E R YA R ÜNLÜ
D E N I Z E G Ö N Ü L V E R M I Ş , denizi sonsuz bir “nimet” bilmiş insanların sıkça kullandığı bir sözdür, “Denizden babam çıksa yerim” sözü… Ama bugün geldiğimiz noktada, denizden çıkanlar pek de buna uygun değil. ABD merkezli Surfrider Foundation, “okyanusları, dalgaları ve plajları” korumak için çalışan bir çevre kuruluşu. Su kalitesi, plaja erişim, plaj ve sörf noktalarının korunması ve deniz ve kıyı ekosistemlerinin sürdürül-
mesi gibi konularda çalışmalar yapan Surfrider Foundation geçtiğimiz ay dünyaca ünlü reklam şirketi Saatchi&Saatchi ile birlikte etkileyici bir kampanyaya imza attı. Sanat yönetmenliğini Juan Bobillo’nun üstlendiği kampanyanın fotoğrafları Matt Cobleigh’e ait. Plajlardaki kirliliğe dikkat çekmeyi amaçlayan kampanya kapsamında, farklı plajlardan toplanan çöpler deniz ürünleri gibi paketlenip, yerel pazarlarda sergilendi. Ve bakın denizden neler çıktı….
ÇEVRE 35
PARÇASI OLDUĞUN DOĞA IÇIN HAREKETE GEÇ Birleşmiş Milletler tarafından her yıl 5 Haziran’da kutlanan Dünya Çevre Günü’nün bu seneki teması “biyoçeşitlilik”. İnsanlar tarafından ekolojik dengelere verilen zarar, ekosistem tahribatları ve doğal varlıkların tüketilmesi, gelecek nesillerin yaşam haklarının elinden alınması anlamına geliyor. Türkiye biyolojik çeşitlilik açısından çok zengin bir ülke. Fakat, ancak var olan 12 bin bitki türünden bin 400’ü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Bu süreçte yok olan sadece bitkiler değil. Deniz yaşamı da aynı zararı görüyor. WWF Türkiye verilerine göre, dünyada her yıl 12 milyon ton plastik atık denizlere karışıyor. Türkiye OECD ülkeleri arasında başarılı atık yönetimi konusunda son sıralarda yer alıyor ve denizlere karışan plastikte dünyadaki en büyük 6. Kaynak konumunda. WWF Akdeniz Plastik Raporu’na göre Akdeniz’deki atıkların yüzde 95’ini plastik maddeler oluşturuyor. Akdeniz’de yaşayan 134 tür deniz canlısı plastik atıkları yiyor. Akdeniz’de bir kilometre karede 5 milimetreden küçük 1,25 milyon plastik parça bulunuyor. Her yıl yaklaşık 0.57 milyon ton plastik Akdeniz’e gidiyor. Bu her dakika denize 33 bin 800 plastik şişe atılmasıyla eş değer. Bu durum, sadece insanı değil, yaban hayatı ile birlikte bütün ekosistemi tahrip ediyor. Bugüne kadar, 270’ten fazla hayvan türünün plastik atıklara takıldığı, 240’tan fazla türün ise plastik yuttuğu kaydedilmiş durumda.
36 SAĞLIK
Ya asıl düşman bağışıklık sistemimizse…
YA S E M İ N S A L İ H
4.5 YAŞINDAKI OĞLUNUN ŞOKA GIRDIĞINI GÖREN TEKSTIL MÜHENDISI ÖZLEM CEYLAN’A DOKTORLAR “EGE’NIN HASTALIĞI EOZINOFILIK ÖZOFAJIT” DEDIĞINDE TÜM HAYATI DEĞIŞTI. KARIYERINI BIRAKIP OĞLU GIBI ALERJIK HASTALIKLARLA SAVAŞAN ANNELERI ARAŞTIRDI. BUGÜN 43 BIN AILENIN ÜYE OLDUĞU ALERJI İLE YAŞAM DERNEĞI’NIN MOTTOSU, “BAĞIŞIKLIK ILE SAVAŞMA BARIŞ.”
birinci kuralı “Bağışıklık sistemini sağlam tut.” Peki ya tam tersi olsaydı? Öyle bağışıklık sistemleri var ki, masumca yediğiniz dondurmadaki proteine saldırıyor, sindirim sisteminizi parçalıyor ve siz, şiddetli sancılar içinde hastane yollarına düşüyorsunuz… Üstelik tıp bilimi bu nadir durumun nedenini basit bir “alerji” kelimesinin altında değerlendiriyor. Genetik geçmişe dayandırılan, sonu ölümle bitebilecek kadar ciddi alerjik hastalıkların çoğundan haberimiz bile yok. En kötüsü de alerjinin bu denli zarar veren türlerinden hekimlerin de yeteri kadar haberi yok. O nedenle bu gruptaki hastalıkların tedavisinde en büyük sorun geç tanı. Çoğu vakada teşhis konulana kadar geri dönüşü olmaya yola girilmiş olunabiliyor. Bundan 10 yıl önce, bebeğini çığlıklar içinde hastaneye götüren tekstil mühendisi Özlem Ceylan’ın hayatını yeniden inşa eden alerjinin adı; eozinofilik özofajit. Aslında oğlu Ege’yi kucağına aldığında değişmiş hayatı Özlem Hanım’ın. Bebeğin sürekli ağlaması, acılar içinde kıvranmasından bir terslik olduğunu anlayan doktorlar, “besin alerjisi” demişler. Ancak eozinofilik özofajit teşhisi tam 4.5 yıl sonra konulmuş. “Ege, 2.5 aylıkken bezinde kan görüp doktora gittim. Besin alerjisi dediler. Her şeyi kestim, sadece 7-8 ürünle beslenmeye başladım. 4.5 yaşına geldiğinde ise anafilaksi (alerjik şok) geçirdi. Bağışıklık sistemini bir daha toparlayamadık. Şiddetli ağrıları oluyordu, iç kanamaK O R O N A L I H AYA T I N
dan şüpheleniyorlardı. Tetkik yapıldı ve eozinofilik özofajit teşhisi konuldu. Tek çaresi beslenmemek. Ege, uzun yıllar sadece kabak, pirinç ve muz ile beslendi. Yakın zamanda patates ve havuç da eklenince çok mutlu olduk” diye anlatıyor yaşadıklarını. 43 BIN ANNEYI ÖRGÜTLEDI
Özlem Ceylan’ınki, bir annenin evladı için dağları devirebileceğinin hikayesi aslında… Bir savaş öyküsü gibi de görülebilir ama barışçıl yollarla yürütülüyor. “Oğluma teşhis konulana kadar bu tür alerjiler olduğunu bilmiyordum. Onunla birlikte yeni bir dünyayı tanımış oldum. Bizim yaşadıklarımızı başka kimler biliyor, onlar neler yapıyor diye baktığımda çok zor hayatlar olduğunu gördüm. O zaman birbirimizden güç almalıyız diye düşündüm. Diğer annelerle konuştum. 16 anne bir araya geldik ve bizim gibi sorunlar yaşayanlara ses olduk…” Alerji ile Yaşam Derneği’nin doğuş hikayesini böyle anlatıyor Özlem Ceylan. Derneğin bugün 43 bin
üyesi var. Bunun yüzde 20’si baba, geri kalanı annelerden oluşuyor. Özlem Hanım, hekimlerin de derneğe üye olduğunun altını çiziyor ve ekliyor: “Çünkü hekimler de alerjiye bağlı tüm hastalıkları bilmiyorlar. Ben iki yıldır bir hekim derneğinin kongresinde konuşma yapıyorum. Öyle nadir çeşitleri var ki hastalığın, biz de önceliği bilinçlenmeye verdik. Çünkü bu sayede erken tanı imkanı artıyor.” AKADEMI KURDULAR, PANDEMIDE YOL GÖSTERIYORLAR
Özlem Ceylan ve derneğin diğer üyelerinin çalışmaları genişledikçe hem hastaların hem de sağlık sektörünün dikkatini çektiler. İçlerinde mühendisler, avukatlar hatta askerler bile olduğundan aslında sağlam bir insan kaynağına sahip olan dernek, Sabancı Vakfı’nın Fark Yaratanlar Programı’na seçildikten sonra daha da fazla tanındı. Şimdi ise müthiş bir eğitim atağına geçtiler. Alerji ile Yaşam Akademisi’ni kurduklarını ve Sabancı Vakfı’ndan da hibe desteği
HER 17 ÇOCUKTAN BIRINDE BESIN ALERJISI VAR Alerjik rahatsızlıkların giderek daha yaygın hale geldiğini belirten Özlem Ceylan, oğlu Ege’ye teşhisi konulan eozinofilik özofajit gibi hastalıkların aslında genetik bağlantılı olduğunu belirtiyor. Ve diyor ki, “Genetik denildiğinde mutlaka doğuştan kendini göstermesi beklenmemeli. O, bir yerlerde sisteminizde bekliyor. Ateşli bir hastalık, yaşam biçimindeki bir değişiklik ya da bir travma ile ortaya çıkabiliyor. O nedenle benim ailemde yok diye bakılmamalı. Çok farkında değiliz ama her 17 çocuktan birinde besin alerjisi var. Üstelik alerjik hastalıklar giderek artıyor. Bu artışın nedeni modern hayat olarak gösteriliyor. Çünkü araştırmalar gösteriyor ki, kentte yaşayan çocuklarda kırsaldaki akranlarına oranla üç kat daha sık besin alerjisine rastlanıyor.”
aldıklarını belirten Özlem Ceylan çalışmalarını şöyle anlatıyor: “Üç yılda 30’un üzerinde seminer verdik. Ayrıca işin psikolojik boyutu da var. ‘Bağışıkla savaşma barış’ adında ücretsiz terapi programımız var. Üç gönüllü psikolog burada bize yardımcı oluyor. Bağışıklık sisteminizi kabullenip, ona göre yaşamalısınız. Çünkü mutluluk da bağışıklık sistemini güçlendiren bir şey. Ayrıca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ile birlikte online bir program hazırladık. Annelerin yüzde 90’ı sosyal medyayı kullanıyor. Program kapsamında online alerji riski testi yapıyoruz. Aileye riskini söylüyoruz. Hemen karşısına uzmanlar ve tedavi merkezlerinin listesi çıkıyor. Cerrahpaşa’daki uzmanlarla 50 eğitim videosu hazırladık. Çünkü koronavirüs, alerjik insanları daha fazla etkiliyor ve poliklinikler bu süreçte rölantiye alındı. Online eğitimlere ilgi çok büyük oldu. 13 Aralık’tan bu yana 50 binin üzerinde kişi eğitimleri izledi. Bir de dijital kitapçık hazırladık.” BESIN ALERJISI OLANLAR IÇIN YEMEK KITABI
Alerji ile Yaşam Derneği’nin çalışmaları kapsamında bir de yemek kitabı hazırlandı. Besin alerjisi olan kişilerin işine yarayacak 175 tariften oluşan kitbın ikinci baskısı da tükenmek üzere. Özlem Ceylan, uzmanların danışmanlığında hazırlanan kitapta, yumurtasız mayonez, içinde süt olmayan pasta kreması gibi tariflerin bulunduğunu ve büyük ilgi gördüğünü söylüyor.
SAĞLIK 37
ALERJI DE BIR ENGELLILIK NEVGÜL BILSEL SAFKAN SABANCI VAKFI GENEL MÜDÜRÜ Alerji ile Yaşam Derneği’ni, Sabancı Vakfı Fark Yaratanlar Programı’nda tanıyana kadar alerjinin bu derece ciddi bir hastalık olduğunu bilmiyordum. Bu süreçte, alerjinin sadece dönemsel, belli mevsimlerde hayatı etkileyen bir hastalıktan ibaret olmadığını, bir engel türü olduğunu, bazı vakalarda hayati risk yarattığını ve alerjik çocukları olan ebeveynlerin çok büyük bir mücadele verdiklerini gördük. Toplumsal farkındalık çalışmaları nedeniyle onları Fark Yaratan olarak seçtikten sonra Alerji ile Yaşam Akademisi projesine de hibe desteği verdik. Bir engellilik olan alerjinin Türkiye’de az bilinmesi nedeniyle alerjik çocukların eğitim süreçlerinde ve sosyal alanda birçok zorlukla ve ayrımcılıkla karşılaştıklarını görüyoruz. Alerjik çocukların sağlık, eğitim ve sosyalleşme gibi hayatın her alanında haklardan eşit faydalandığı bir dünya hayaliyle çalışan Alerji ile Yaşam Derneği’ne destek olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.
38 SPOR
Covid-19’a rağmen hedef 100 milyon Euro’luk ihracat TRANSFER SEZONUNUN BAŞLAMASINA GÜNLER KALA GÖZLER TÜRK FUTBOL IHRACATINA ÇEVRILDI. 2019-2020 SEZONUNDA FUTBOLCU IHRACATINDA REKOR KIRAN TÜRK KULÜPLERI BU YIL 100 MILYON EURO BARAJINI AŞMAYI HEDEFLIYORDU. ANCAK COVID-19 NEDENIYLE BIRÇOK AVRUPALI KULÜBÜN KEMER SIKMA POLITIKASI UYGULAMASI SÖZ KONUSU. son yıllarda UEFA’nın mali kriterlerine uyum göstermek için çalışırken, bir yandan da Avrupa futbolunun ihracatçı ülkesi olmayı başardı. 2019-2020 sezonu ana transfer döneminde 10 kulüp yurtdışına sattıkları futbolculardan 74.3 milyon Euro’luk gelir elde ederek Türk futbol ihracatının rekorunu kırdılar. Gözler şimdi 2020-2021 transfer sezonuna çevrildi. Ancak Covid-19 nedeniyle bu sezon Avrupalı kulüplerin kemer sıkma politikası uygulayacağı ve bu yüzden de futbolcu bonservislerine ayırdıkları kaynağı kısmaları söz konusu. TÜRK FUTBOLU
CE YHUN KUBURLU
4 TAKIM NE KADAR KAZANDI
2019-2020 sezonu ana transfer döneminde Türk futbol endüstrisi 2.5 aylık dönemde 74 milyon 350 bin Euro’luk futbolcu ihracatı gerçekleştirerek rekor kırdı. Bir önceki rekor 2017-2018 sezonunda 74 milyon Euro’ydu. Bu sezon Süper Lig’de 10 kulüp yurtdışına futbolcu satışı gerçekleştirirken, 74.3 milyon Euro’luk gelirin yüzde 40.6’sı İtalyanlardan geldi. Bu sezonun ana transfer döneminin en çok oyuncu satan takımı Trabzonspor oldu. Bordo-mavili takım 22 yaşındaki Yusuf Yazıcı’yı Fransa’ya satarak 16.5 milyon Euro’luk gelir elde etmeyi başardı. Trabzonspor Yazıcı’nın performansına göre yıl sonuna kadar Fransız kulübü Lille’den daha fazla para kazanabilir. Fenerbahçe de 2019-2020 sezonunun en yüksek oyuncu satışı yapan kulüplerinden. Sarı-lacivertli takım 19 yaşındaki Eljif Elmas’ı İtalyan Napoli’ye 16 milyon Euro’ya sattı. UEFA ile yaptığı Financial Fair Play (FFP) anlaşması çerçevesinde sözleşme imzalayan Galatasaray da bu sezon yurtdışına sattığı oyunculardan 10 milyon 350 bin Euro gelir sağladı. Son yıllarda yurtdışına en çok oyuncu satan takımların başında gelen Beşiktaş ise, sadece 2 milyon Euro’luk oyuncu satışı yaptı. Siyah-beyazlılar sadece
Medel’den para kazandı. Alanyaspor, Kasımpaşa, Malatyaspor, Gençlerbirliği, Antalyaspor ve Denizlispor yurtdışına futbolcu satışı gerçekleştiren diğer kulüpler oldu. Merih Demiral’ı İtalya’ya satan Alanyaspor Meksika’ya da futbolcu göndermeyi başardı. EN ÇOK KAZANDIRAN CENGİZ
Türkiye’den yurtdışına satılan en pahalı futbolcular listesinin ilk sırası bu yıl değişebilir. Kulübüne en çok para kazandıran oyuncuların ilk sırasında Cenk Tosun yer alıyor. 2017-2018 sezonunda Everton’a transfer olan Cenk Tosun, Beşiktaş’a 22.5 milyon para kazandırdı. İkinci sırada ise bu sezon Fransız Lille takımına 16.5 milyon Euro’ya transfer olan Yusuf Yazıcı geliyor. 3’üncü sırada ise takımlarına 16 milyon Euro kazandıran Badou Ndiaye, Eljif Elmas ve Moussa Sow var.
SPOR 39
Müteahhitlik, sağlık, eğitim, eğlence, liman hizmetleri gibi alanları bünyesinde bulunduran ve 52 milyar dolara ulaşması beklenen hizmet ihracatına spor da eklenecek. Aldığımız duyumlara göre, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ve başkanlığını Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir’in yaptığı Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) bir süredir bu konu üzerinde çalışıyor. Bu projeye göre Türkiye’den yapılan sporcu transferleri ve spor yayınları, hizmet ihracatı kalemine eklenecek. Hizmet İhracatçıları Birliği’nin başkanlığını İlker Aycı yapıyor. Hizmet sektörünün küresel ihracat hacmi 5 trilyon doları aşarken, Türkiye ise bu pastadan yaklaşık yüzde 1 oranında pay alıyordu.
SPOR DA IHRACATÇILAR BIRLIĞINE GIRECEK
İTALYA
ALMANYA
43
0.6
MEKSİKA
2.1
HOLLANDA
1.6
TÜRKIYE’NIN FUTBOLCU IHRACATINDA ÜLKE PAYLARI (%)
FRANSA
22.5
BELÇİKA
4.4
İSPANYA
6.3 S. ARABİSTAN İNGİLTERE
13.5 2009/10
2010/11
5.7
YILLAR ITIBARIYLA FUTBOLCU IHRACATI
14
(MILYON EURO)
2011/12
2012/13
8.0
51
6
2013/14
8.5 2014/15
22 2015/16
2016/17
73
36 2017/18
74
2018/19
71
2019/20
74.3
NASIL BİR EKONOMİ MEDYA HABER BASIN A.Ş
YÖNETIM KURULU BAŞKANI HAKAN GÜLDAĞ GENEL KOORDINATÖR VAHAP MUNYAR GENEL YAYIN KOORDINATÖRÜ TALIP AKTAŞ GENEL YAYIN YÖNETMENI ÖMER TÜRKDÖNMEZ KOORDINATÖR DIDEM ERYAR ÜNLÜ SORUMLU YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ HANDAN SEMA CEYLAN HAFTA YAYIN YÖNETMENI ASLI BARIŞ GÖRSEL YÖNETMEN MURAT KASPAR YAZI KURULU FARUK ŞÜYÜN, YASEMIN SALIH, DİDEM ERYAR ÜNLÜ, SELENAY YAĞCI KATKIDA BULUNANLAR BAŞAK DİZER TATLITUĞ, CEYHUN KUBURLU, AHMET CAN, SELIN BOZKURT, SIRMA ADRES: Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No:22 Kavacık 34805 Beykoz/İstanbul
Son moda oyun kurucular
İKONIK MODAEVI LOUIS VUITTON SIZI OYUNA DAVET EDIYOR. ‘ART OF GAMING/OYUN SANATI’ KOLEKSIYONUNDA BILARDO MASASINDAN LANGIRTA EĞLENCELI VE STIL SAHIBI OYUNCAKLAR SIZI BEKLIYOR. Louis Vuitton’un oyun koleksiyonunun yeni üyeleriyle tanışma zamanı. Satranç ve tavla setinden, poker ve kroket sandığına kadar sipariş üzerine yapılan oyun koleksiyonu bu yıl daha da genişledi. Bilardo seti ‘Le Billard’ bu sene hayatımıza giren parçalardan… ‘Le Billard’, dünyanın en çok bilinen desenlerinden monokram çiçeği ile süslenmiş bilardo topları ve monokram deseni ile kaplanmış iki çift ıskata ile davetkar bir oyun sunuyor. Bilardo takımı set halinde 235 bin Euro değerinde. Koleksiyonun bir diğer gözdesi, ‘Le Babyfoot’ adlı langırt masasını piyasaya sürmüştü. Kylie Jenner’ın, bu parçayı evine götürdüğü iddialar arasında. Fiyatı ise şöyle: Langırt seti, 75 bin dolar – 93 bin dolar arasında değişiyor. O Y U N S E V E R L E R D I K K A T: