SANAT SAĞLIK SPOR İ Y I YA Ş A M TEKNOLOJI SAYI: 20
DÜNYANIN EN GÜZEL KADINININ YENI HAYATI
Laetitia Casta SIRMA
TELIFSIZ MÜZIK ÇAĞI! BAŞAK DIZER TATLITUĞ
BU BIR DESEN DEVRIMI FARUK ŞÜYÜN
ZÜLFÜ LIVANELI: YAZAR UMUTSUZLUK YAYMAMALI
CEYHUN KUBURLU
94. GAZI KOŞUSU’NDA SESSIZ REKABET
Haftanın testi GEÇEN HAFTA DÜNYADA NELER OLDU, NELER BITTI? HAFIZANIZI TESTIMIZLE TAZELEYELIM…
İPEK YEZDANİ
1
ABD Başkanı Donald Trump’ın eşi Melania Trump’ın eski arkadaşı ve danışmanı Stephanie Winston Wolkoff’un First Lady Melania hakkında yazdığı kitapla ilgili basına sızan bilgilere göre, konuşmaları Wolkoff tarafından gizlice kaydedilen Melania, kimin hakkında aşağılayıcı sözler sarf ediyordu? a-Göçmenler b-Demokratlar c-Trump’ı eleştiren gazeteciler d-Trump’ın kızı Ivanka Trump
7
2
Game of Thrones dizisindeki Sansa Stark karakteriyle ünlenen ve geçen hafta bebeğini kucağına alan İngiliz oyuncu Sansa Stark’a Game of Thrones’un yapımcıları doğum hediyesi olarak ne hediye etti? a-Çeyrek kraliyet altını b-Beşik c-Dizide oturduğu that d-Bebek koltuğu
3
Yaklaşık iki yıl önce model Hailey Baldwin ile evlenen şarkıcı Justin Bieber, eşinin ablası Alaia Baldwin’in yeni doğmuş bebeğiyle sosyal medyada kareler paylaşırken eşofmanının üzerinde ne vardı? a- Bebek önlüğü b-Keten gömlek c- Beyaz tişört d-Hiçbir şey
2
Hafta • Sayı: 20
6
Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır yaşanan Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı sorununun ardından Ankara-Atina ilişkileri son dönemde Doğu Akdeniz’deki doğalgaz arama faaliyetleri nedeniyle de gerilmişken, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis, ülkesinin karasularıyla ilgili Yunan kamuoyuna nasıl bir açıklama yaptı? a-Ege Denizi’nde hakkımızı arayacağız b-Doğu Akdeniz’i Türkiye’ye bırakmayız c-Ege’deki kıta sahanlığını artırmak istiyoruz d-İyon Denizi’ndeki karasularımızı 6 milden 12 mile çıkaracağız
5 4
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, polisin Akdeniz sahilinde üstsüz güneşlenen kadınlardan giyinmelerini istemesi nedeniyle ülke genelinde polise karşı tepkilerin artmasının ardından Twitter’daki paylaşımında ne dedi? a-Polisimizin yanındayız b-Özgürlük değerli bir olgudur c-Aile birliğini korumaya çalışıyoruz d-Üstsüz güneşlenmeye karşıyız
ABD’nin birçok eyaletinde kitlesel protesto gösterilerine, yağmalama olaylarına ve yaralanmalara neden olan siyahi vatandaş George Floyd’un polis şiddetiyle öldürülmesinden kısa bir süre sonra geçen hafta ne oldu? a-29 yaşındaki silahsız bir siyahi vatandaş, polis tarafından 7 kez sırtından vuruldu b-Siyahilere karşı sistematik ayırımcılığın bitirilmesi için yasa tasarısı hazırlandı c-ABD Başkanı Trump, siyahilere orantısız şiddet kullanan polis memurları hakkında soruşturma açılacağını söyledi d-Polis, siyahi ABD vatandaşlarına karşı daha dikkatli davranmaya başladı
90’ların unutulmaz şarkılarına damgasını vuran İngiliz gay şarkıcı Elton John’un, 1984-1988 yılları arasında evli kaldığı ve otobiyografisinde kendisinden bahsetmesi nedeniyle davalık olduğu eski eşi Renate Blauel’in, çift balayındayken ne yaptığı ortaya çıktı? a-Elton John’u ilişkiye ikna etmeye çalıştığı b-Boşanma işlemlemlerini başlattığı c-Oteldeki garsonla birlikte olduğu d-İntihara teşebbüs ettiği
8
Varşova Hayvanat Bahçesi’nde depresyona giren file tedavi için ne verildi? a-Hint Keneviri b-Anti-depresan c-Sakinleştirici d-Vitamin CEVAPLAR 1-d, 2-c, 3-d, 4-b, 5-a, 6-d, 7-d, 8-a
A JA NDA
S E L E N AY YA Ğ C I
Dinle, izle, keşfet FESTİVAL
BU HAFTA PARKLARDA CAZ MÜZIĞINE KULAK VERIRKEN, PATARA ANTIK TIYATROSUNDA LA CASA DE PAPEL DIZISININ MÜZIĞINI SESLENDIREN CECILIA KRULL’A HAYRAN KALALIM MI?
PARKLARDA, SOKAKLARDA CAZ MÜZIĞIN SESI NIHAYET YÜKSELIYOR BU YIL COVID-19 salgını nedeniyle ertelenen İstan-
bul Caz Festivali nihayet başlıyor. Festival 2-14 Eylül arasında Türkiye’den yıldız isimlerden yeni keşiflere birçok sanatçıyı hem İstanbul’un en sevilen açık hava mekânlarında hem de ayrıntıları ilerleyen günlerde paylaşılacak çevri-
Konserler, alınan pandemi önlemleri doğrultusunda kısıtlı seyirciyle gerçekleştirileceği için bilet konusunda erken davranmayı öneriyorum. Müzik eleştirmenlerince kent ozanı yakıştırması yapılan Can Güngör, festivale kavuştuğumuza sevindirecek konselerden biri. Kent ozanının hikâyelerine 3 Eylül’de Swissotel The Bosphorus’ın açıkhava bahçesinde kulak verebilirsiniz.
KONSER
miçi platformunda ağırlayacak. Festival kapsamında yapılacak Parklarda Caz konserleri ise İstanbul’un çeşitli semtlerindeki parklarda izleyiciye yeşille müziğin iç içe geçtiği keyifli anlar yaşatacak. Her yıl olduğu gibi bu yıl da ücretsiz olarak gerçekleştirilecek.
Parklarda Caz’ın ilki ise 5 Eylül Cumartesi Şişli Habitat Parkı’nda saat 17.30’da başlayacak. Akşamda festival sahnesi Saynur Eren Quartet, An Quartet, Güneş Özgeç ve Kam’ı ağırlayacak. Deneysel folk rock ve caz ekseninde gezinen Kam, grubun yıllardır devam eden birliktelikleriyle demlenen doğaçlamalarıyla tanınıyor.
Parklarda Caz’ın ikinci konseri 6 Eylül Pazar Beşiktaş Sanatçılar Parkı’nda saat 17.30’da izleyiciyle buluşacak. Parkın müziği Seda Erciyes & JmH, Duble Salih ve Deli Bakkal’a emanet edilecek.
SİNEMA
Anadolu’nun eşsiz güzelliklerinden Patara Antik Kenti de konserlere açılıyor. Antik Dönemde Likya Birliği’nin başkentliğini üstlenen Patara Patara Antik Tiyatrosu’nda restorasyon sonrası ilk konser, 7 Ağustos akşamı saat 20.30’da sanatseverlerle buluşacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Devlet Senfoni Orkestrasının şef Oğuzhan Kavruk yönetiminde sahneleyeceği dünya müziklerinden örneklerin icra edileceği muhteşem konserde dünyaca ünlü DJ Burak Yeter ile La Casa De Papel dizisinin müziğini seslendiren Cecilia Krull sahne alacak. Rus sanatçı Siniahrybava Tatsiana ile Hollandalı söz yazarı, yapımcı ve vokalist Allan Eshuijs da sahneyi paylaşacak diğer ünlü isimler olacak.
TİYATRO
İstediklerini elde edebilmek için neleri göze alabilirsin? İki yazar, bir kadın, bir erkek hırsın karanlık yüzüyle tanışırlar. Teknoloji günümüz ilişkilerini nasıl karmaşık hale getirir? House of Cards dizisinin yazarlarından; Emmy ve Altın Küre ödüllü Laura Eason’un yazıp, Volkan Yosunlu’nun yönettiği Ahmet Tansu Taşanlar ve Oya Unustası’nın oynadığı tiyatro oyunu Çok Satanlar 29 Ağustos’ta DasDas Açık Hava’da...
İstanbul’un ortak kültürel ve tarihi mirasına sahip çıkan Fişekhane, 2-26 Eylül arasında Başka Sinema’nın bağımsız film seçkisi ile eşsiz bir açık hava sinema deneyimi sunuyor. Haftanın üç günü boyunca farklı kategorilerde bağımsız filmleri izleyici ile buluşacak. Başka Sinema’nın bağımsız film seçki açılışı, 2 Eylül tarihinde Federico Fellini’nin 1960 yapımı unutulmaz Fransız -İtalyan filmi “La Dolce Vita” ile başlıyor. La Dolce Vita, Gazeteci ve çapkın bir adam olan Marcello ve Roma’nın seçkin ve sosyal hayatının cazibesi ile kız arkadaşının arasında geçen hayatı sorgulayan bir film...
Hafta • Sayı: 20
3
M ÜZ İ ĞİN İ ÇİNDE N
Telifsiz müzik çağına hoşgeldiniz! SOSYAL MEDYANIN BAZI KULLANICILAR IÇIN CIDDI BIR GELIR KAYNAĞINA DÖNÜŞMESIYLE BERABER IÇERIK ÜRETIMLERININ YASAL ÇIZGILERI DE BELIRLENMEYE BAŞLADI. BU ALANDA KILIT KONULARDAN BIRI, PAYLAŞILAN VIDEOLARDA KULLANILAN MÜZIKLER…
SIRMA
neredeyse kusursuz çalışan bir algoritma sistemine sahip olduğunu biliyor muydunuz? Diyelim ki bir şarkı yayınladınız ve o şarkıyı bir YouTuber alıp videosunda kullandı… O video YouTube’a yüklendiği an, telif sahibi olarak sizin belirlediğiniz kurallara göre ya bloklanıyor, ya da YouTuber’ın videodan para kazanamaması ve hatta kazanacağı paranın sizin cebinize girmesi sağlanabiliyor. Zaman içerisinde Facebook, Twitch, Instagram ve TikTok gibi platformlarda da telif kuralları yerine oturmaya başladı… Bir kaç yıl önce Facebook, sanatçıların tüm telif haklarını şirkete devrettiği parçalardan oluşan, Facebook Sound Collection adında geniş bir müzik kütüphanesi yarattı. Bu kütüphanede bulunan müzikleri Facebook videolarında kullananlar da YOUTUBE’UN ARTIK
4
Hafta • Sayı: 20
böylece sürekli telif kaynaklı sorunlarla uğraşmaktan kurtulmuş oldu. Facebook Sound Collection türünün ne tek örneği, ne de ilk… Sosyal medyanın yükselişiyle sık içerik üretme ihtiyacı da arttığından, önce reklam, film, dizi müziği gibi alanlara yoğunlaşan müzik prodüksiyon şirketleri, kendi müşterileri için benzer kütüphaneler hazırlamaya başladılar… Son yıllarda sadece müzik kütüphanesi olarak, aylık üyelik sistemiyle hizmet veren şirketler de türedi. Peki bu durum müzisyenler için ne gibi avantajlar ve dezavantajlar teşkil ediyor? Müzisyenler için en büyük dezavantaj, teliflerini sattıkları müziklerden belirlenen meblağ haricinde hiç bir ek gelir toplayamaması. Anlaşma maddeleri elbette pazarlığa açık… Çoğu şirket on binlerce eserin telif gelirlerini yıllarca takip etmek
başlı başına bir dert olduğundan hakları paylaşmaya yanaşmıyor… Fakat özellikle piyasada kendini kanıtlamış müzisyenler için bazı şirketlerle telif haklarını yarı yarıya paylaşmak, ya da eserlerini sadece belirli bir süre dilimi için kiraya vermek mümkün olabiliyor. Bir sanatçının yaptığı müziklerin teliflerini satın alan şirket genelde o müzikleri istediği gibi kullanma hakkına da sahip oluyor. Bu müzikler şirketin kataloğuna eklenirken, projeye özel bir sanatçı ismi geliştiriliyor. Böylece bu projenin arkasındaki gerçek sanatçı, kütüphane için hazırladığı müzikleri tamamen kendi kataloğunun dışında tutabiliyor. İlk bakışta müzisyenler için bu durum pek iç açıcı görünmeyebilir… Ama şu ana kadar yüzlerce müzisyen bu sisteme ayak uydurmayı tercih ettiyse, elbette mantıklı sebepleri var.
Müzik kütüphane şirketleri genellikle işlerini hazır müzik üzerinden yürüttüklerinden, müzisyenler için projelerin süreleri de, kuralları da esnek olabiliyor. Örneğin reklam dünyasında müzisyenler hep projeleri son dakikada devralırlar ajanslardan… Bir bakarsınız bir iş gelmiş ve tamamlamak için 24 saatiniz var… Üstelik müzikleri hazırlarken, müşterinin ve ajansın isteklerini de göz önünde bulundurmak zorundasınız. Bu durum dizi ve film endüstrisinde de pek farklı değil… Film kompozitörleri bazen 3-4 hafta gibi kısa bir süre diliminde çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Bir de Türkiye şartlarında haftada iki saatlik bölümleri doldurmaya çalışan dizi müzisyenlerini düşünün… Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulunca, istediği tempoda, istediği tarzda müzik üretebilmek bazı
HAFTANIN ALBÜMÜ
SIV JAKOBSEN/ “A TEMPORARY SOOTHING” B U H A F T A O K U L A R K A D A Ş I M , Norveç doğumlu vokalist ve
şarkı yazarı Siv Jakobsen’ın yeni albümü “A Temporary Soothing”i dinlerken tüylerim diken diken oldu… Söz konusu müzisyen tanıdığı, yıllarca sohbet ettiği biri olunca insan ister istemez müziğini dinlerken geçmişi yad ediyor… Siv, benimle aynı dönemde Berklee’den mezun olup, benim gibi Boston’dan New York’a hemen taşınmayı tercih etmişti… O zaman ikimizin de önünde bir yol ayrımı vardı. Ya bize çalışma izni verilen bir senenin sonunda üstün yetenek vizesine başvurup Amerika’da kalma savaşı verecektik, ya da ülkelerimize geri dönecektik… Bir gün bir sohbetimiz sırasında Siv’e dedim ki, “Ben Norveç doğumlu olsam, yaptığım müzik folk olsa, gitarımı alıp vizeyle falan hiç uğraşmadan bütün Avrupa’yı konser vere vere gezebilme fırsatına sahip olsam, hiç düşünmeden dönerdim.” Siv bana hak verdi ve döndü ülkesine… Döndüğü günden beri de başarıdan başarıya koşuyor. Norveç’te güzel bir ekip kurdu projesi için. Şarkıları Avrupa çapında lider dijital platformların editörleri tarafından çok tutuldu… Bu arada Nordik folkun pek sevildiği Türkiye’de de konser verdi Siv. Müziğinin en çok dinlendiği şehirler arasında İstanbul hep ilk 5’te… Eminim ortalık yatışınca yine gelecektir. Avrupa’da sürdürebildiği esnek yaşam tarzının sadece Siv’e değil, Siv’in müziğine de yaradığını düşünüyorum. Son albümü de bu düşüncemi doğrular nitelikte. Bütün şarkılar adeta birer şiir… Yaylılar, gitar, piyano ve Siv’in muhteşem vokallerinden oluşan düzenlemeler insanın içine işliyor… Özellikle “Fight or Flight”ı dinlemekten bir türlü vazgeçemiyorum.
prodüktörlere ve şarkı yazarlarına elbette cazip geliyor. Kendi projesini yayınladığı zaman kazandığından çok masraf eden sanatçılar, kapalı kapılar ardında müzik kütüphanelerine başka parçalar pazarlayıp geçimlerini sağlayabiliyorlar. 2017’de Spotify’ın dünyanın en büyük müzik kütüphane şirketlerinden Epidemic Sound ile anlaştığı ortaya çıkmıştı. Hani o “Deep Focus”, “Music for Concentration”, “Peaceful Piano” gibi çalma listelerinden dinlediğiniz dinlendirici müzikler var ya… İşte meğer o müziklerin çoğu, Spotify’ın telif bedellerini ödediği parçalardan oluşuyormuş. Hala bu tür listelerde sanatçı isimlerine tıkladığınızda gerçek sanatçıların sayfalarında gördüğünüz sosyal medya linkleri, biyografi ve fotoğrafların aksine, bomboş profillerle karşılaşabilirsiniz.
Bu skandal ilk patladığında çok tartışıldı… Bir yandan alan memnun satan memnun… Ortada yasal olmayan bir durum yok… Ama Spotify’ın telif bedellerini ödediği parçaları listelerde döndürüp tasarruf etmesi, bu parçaların bu sayede yüz milyonlarca kez dinlenmesi etik mi? İşte bu sorunun cevabını ararken piyasa şartlarını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Belki de bundan iki yıl sonra telifsiz müzik modeli iyice yaygınlaştığında, bu tür durumları gayet normal karşılayacağız… Burada acı olan elbette müzisyenlerin her zamanki gibi hakkettikleri değeri görmemesi… Ama madalyonun diğer yüzü, yeni müziğe duyulan daimi ihtiyacı gün yüzüne çıkarıyor. Piyasada kendilerine duyulan bu ihtiyacı avantaja dönüştürmek de, sürekli değişime uğrayan endüstride haklarının peşine düşmek de müzisyenlerin elinde. Hafta • Sayı: 20
5
S A N AT
M AYA P O R TA K A L B İ TA R G İ L
Eğitim sanatı DÜŞÜNCE, FELSEFE ANCAK SANATLA, EĞITIMLE DÜNYADA YAYILABILIR... YENI DÖNEME YAKLAŞIRKEN... DEVRIM BEKLIYORUZ... SESSIZCE...
Marie Bashkirtseff In the Studio (1881)
“Ex- Ducere”… Latince ‘eğitim’ kelimesinin karşılığı. Açılımına bakarsak: Ex :Dışına çıkabilmek… Ducere ise yol gösterebilmek. Eski Yunan’a gidecek olursak birkaç dakikalığına…Dördüncü-beşinci yüzyıl Atina’sında elit bir ailenin erkek çocuğu olduğumuzu düşlersek şayet iyi bir eğitimi hak ediyor olacağız... Özel sayılabilecek bir eğitimle… Fiziksel, akademik ve sanat eğitimini ancak bu şekilde alabiliriz. İleride devlet erkanında görev almak üzere, demokraside ve demokrasi için çalışmak üzere... Kadın, köle veya Atinalı dışında ‘yabancı’ bir kökümüz olursa, varlıklı bir aileye mensup değilsek böylesi bir eğitimden yoksun kalacağız. Spartalı olursak şayet, parasal güce ihtiyacımız olmayacak, ancak akademik ve sanat eğitiminden mahrum kalacağız... Varlıklı bir aileye doğmasak da dövüş sanatlarında ihtisas yapabiliriz....Ama o kadar... Dikkatli seçim yapmalıyız geçmişe doğru çıkacağımız yolculukta!
6
Hafta • Sayı: 20
Eğitim çocukluktan, adam olana dek... Atinalı, varlıklı erkek çocuklara fiziksel, akademik ve sanat eğitimi sırasında eşlik edene ise ‘paidagogos’ denirdi… Bugünün pedagoglarına, pedagojiye selam olsun... Bu eğitimlerimizi tamamladıktan sonra, genç Atinalı erkekler olarak ileri bir eğitimin peşinden koşmayı hayal edebiliriz... O zaman seçeneklerimiz nedir? Doktorluk, mimari ve felsefe bizi bekliyor... Seçmesi oldukça güç, üstelik hocalarımıza bakın! Aristoteles! Plato! Sokrates! Bu ne zenginlik... Her biri bir okul! Eski Yunan’dan, Roma’ya geçelim mi? Burada özgür olmamız önemli, yine bir nevi üst sınıfta olmalıyız gerçi ... Çalışmak zorunda değilsek okula gidebiliriz. Belirli bir gelir seviyesine sahip olmalıyız... Ortaçağ İngiltere’sinde ise kiliseye bağlıyız. Kız olarak dünyaya gelmişsek biraz eğitim alabiliyoruz. Yaşlara göre gruplanıyoruz; 7-11/ 12-15… Ve 16 sonrası... 16’dan sonrasına katılamıyoruz; çünkü toplum önünde konuşma hakkımız ne
de olsa yok... Eğitim tarihi bir nevi medeniyet tarihi demek... Kültür değerlerinin geleceğe taşınabilmesinin yegâne yolu... Haydi dördüncü-beşinci yüzyıldan bugüne gelelim... Bugün, 2020 Ağustos’ta ‘online sistemle’ eğitim yılına başlayacakken sessizce bir eğitim devrimi bekliyor! Dünyada yapılacak meslekler hızla değişirken, işsizlik artıyor, okullar ancak Finlandiya’nın her köşesinde eşit eğitim veriyor, gelir seviyesi ayırt etmeden, özel okul yok denecek kadar az... ‘Üniversite’ kelimesinin kökünün ‘universal’ yani evrensel eğitim olduğunu düşünürsek yanılırız... Bu kelime öğrenci birliklerinin kurularak, kendi eğitimlerini kontrol etmesini barındıyor içinde... Paris, Bologna, Oxford bu öğrenci birliklerinin ve üniversitelerinin yıldızlar olmuştur tarihte... Hayata atılmadan önce gençlerin güç topladığı son durak olarak bilinen üniversitelerden bugün mesleki hedeflerini seçmiş eğitimli gençlerin 5-10 yıl sonra hangi iş kollarının ge-
çerli olacağına dair falcılık yapması beklenemez değil mi? Öylesine bir yenilenme döneminden geçiyoruz ki... Bize en temelleri hatırlatıyor... Çağdaş dünyayı en iyi okuyan isimlerden, Yuval Harari şöyle özetliyor: “Bugün felsefe hiç olmadığı kadar önemli... Bugün ‘data’ en önemli dünya asetlerinin başında geliyor.” Dijital dünya, dijital mühendislik okuyanların başta felsefeye, etik kodlara, doğru soru sorma ve değişebilir düşünme şeklini benimsemeli diyor... Her şeyin dijital yapılabileceği bir dünyada duygusal zekâ bizleri tek sıra dışı yapacak özellik! Dünya okulları duygusal zekaya odaklanılması gerektiğine resmen çağrı yapıyor! Hakikate, hakikatin değişebilme ihtimaline göre hareket edebilme ve adapte olabilme meselesinin altını çiziyor, çiziyor, yeniden çiziyor! Sanat mı? Sanat her şeyin tam temelinde var... Düşünce, felsefe ancak sanatla, eğitimle dünyada yayılabilir... Yeni döneme yaklaşırken... Devrim bekliyoruz... Sessizce...
S T İL
İlham kaynağı: Gisele Bündchen, Chanel'in Küba'da düzenlediği defilede... İşte size buram buram yaz kokan bir stil...
Oturduğunuz yerden dünya turu PANDEMI NEDENIYLE SEYAHAT EDEMIYOR OLABILIRSINIZ. ÜZÜLMEYIN: BU YAZIN DESEN TRENDLERI CENNET KÖŞELERINI AYAĞINIZA GETIRIYOR. SEÇIMINIZI YAPIN: KÜBA MI HAWAI MI YOKSA MIAMI MI? koleksiyonlarını incelediğimde ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor: Artık erkekler de kadınlar kadar rahat, özgür ve çok alternatifli giyiniyor. Gördüğüm kadarıyla artık alışılageldiği gibi “kışın kazak, yazın polo yaka tişört giyeyim”, ya da “kışın kışlık ceketler yazın da bu ceketin keten versiyonu olsun” gibi bir durum kalmadı. Şimdi erkekler için koleksiyonlarda tasarlanmış renkli yaz ürünleri var. Buram buram yaz kokan, dünyanın en uzak ve tropikal kesimlerinden ilham almış, kumaşlarıyla ve cıvıl cıvıl renkleriyle başlı başına “yaz geldi” diye bağıran ürünler bunlar. E R K E K I L K B A H A R / YA Z
Bu desenlerden de en çok öne çıkanlar, Küba ya da Hawaii esintileri ile tasarlanmış ürünler... • Daha önce Küba ya da Hawaii’ye gidin ya da gitmeyin fark etmez: İster istemez bu esintileri yakalayacaksınız. Tropikal desenlerde özellikle çiçekler, yapraklar, toprak renkleri, denizin mavileri, uçuk pembe, sarı ve oranjlar en çok da kısa kollu , yakaları açık duran şu çok meşhur güney amerika gömleklerinde karşımıza çıkıyor. Tiril tiril kumaşta ve bol kesim kısa etek boyu olan, kısa kollu gömlekler bunlar. • En çok Güney Amerika’da ya da Miami sahillerinde giyilen incecik, astarsız, hafif ve buruşmayan üstler
de revaçta. Bu mikro desenli ceketler öZellikle puantiye deseninde, gözle zor seçilecek böcek ve meyve desenlerini üstünde yada astarında barındırabilir. Şaşırmayın. Desene karşıysanız o halde birçok düz renkte üretilmiş renkli ceket-anoraklara bir bakın. Bu anoraklar bu sezon en çok bomber şeklinde yani beli lastikli olarak tasarlandı. • Hasır bu yaz altın çağını yaşıyor. Yine Güney Amerika’nın en çok sahiplendiği ürünlerinden olan panama hasır şapkalar artık sadece bej ve beyaz renkte değil. Pastel tonlarda ama 10 dan faZla renkle örülen hasır panama şapkalara bir şans verin. Aynı şekilde hasır örgü ke-
B A Ş A K Dİ Z E R TAT L I T U Ğ merler ve hasır örgü sandaletleri de renkleriyle görmeye alışın bu yaz. • Renkli camlı gözlükler de bu yaz esintilerine en yakışan aksesuar. Sarı, toprak renkleri, lila ve mavi gibi açık renk camlı metal çerçeveli gözlükler ise tam da bu Güney Amerika esintilerine gönderme olur. • Beli ipli, kısa paça havuç kesim desenli pantolonları da unutmayalım. Bu tarz yeni pantolonların penye ve eşofman kumaşından yapılanları da var. Ama keten kumaş benim en sevdiğim yaz pantolon kumaşı. Bu modeller ise en çok deri sandalet ve hasır espadrillerle güzel olacak. Alıştığınız klasik 5 cep pantolonların yerine değişik bir alternatif olur. Hafta • Sayı: 20
7
N O S TA L Jİ
Hotel California’ya
8
Hafta • Sayı: 20
N O S TA L Jİ
BIR DEVRIN SONU: DÜNYANIN EN IKONIK OTELI OLARAK KABUL EDILEN CHATEAU MARMONT, SADECE ÜYELERIN GIRDIĞI ÖZEL BIR KULÜBE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR. 1929’DAN BERI HOLLYWOOD YILDIZLARININ SIĞINAĞI HALINE GELEN, ONLARIN SIRLARINA ORTAK OLAN BU IHTIŞAMLI BINA ARTIK OLIGARKLARIN, PETROL MILYARDERLERININ OYUN ALANINA DÖNÜŞECEK. PEKI KAPALI KAPILAR ARDINDA BU ZAMANA KADAR NELER YAŞANDI? YA Z I A S L I B A R I Ş
Hafta • Sayı: 20
9
N O S TA L Jİ
yapacaksan, bunu Chateau Marmnt’da yapmalısın.” Colombia Stüdyoları’nın sahibi milyarder Harry Cohen, oteli böyle anlatıyor. Hollywood ihtişamının dekoru haline gelen Sunset Bulvarı manzaralı 63 odalı otel, özellikle 50’lerden bu yana oyunculardan müzisyenlere her daldan yıldızın yuvasıydı. Sebebi, “burada olan, burada kalır” mantalitesi… Özellikle bungalovları, “mahremiyet” açlığında olan, paparazzilerin flaşlarından gözleri kamaşmış dev isimler için bulunmaz bir nimetti. Düşünün, bir sabah kalkıyorsunuz, Humphrey Bogart yan tarafta çimenleri biçiyor. Sharon Tate ve Roman Polanski diğer yanda kahvelerini yudumluyor. Tabii olay yıldızlar olunca her şey bu kadar huzurlu değil. Farklı bir sabaha da uyanabilirsiniz. Bette Davis’in sigarası yüzünden konakladığı bungalovu yaktığı. Led Zeppelin üyelerinin ateşli bir parti sonrası tüm odanın eşyalarını camdan attığı ve hatta lobiye motorsikletle geldiği… Yani burası Chateau Marmont. Ne çıkarsa bahtınıza… Biraz tarihine bakalım: 1923’te residans olarak planlanan kale havasındaki Chateau Marmont’nun ilk sahibi avukat Fred Horowitz… Horowitz, Büyük Buhran döneminde mecburiyetten binayı gözden çıkarıyor ve Albert E. Smith’e satıyor. Binanın otele dönüşme serüveni böyle başlıyor. İlk müşterileri arasında Vivien Leigh ile kocası Laurence Olivier “ E Ğ E R YA R A M A Z L I K
10
Hafta • Sayı: 20
Komedyen John Belushi 1982’de otelin bungalovunda uyuşturucu kurbanı oldu. Cenazesi, otelden böyle çıkarıldı... 2004’te ünlü fotoğrafçı Helmut Newton, (altta) girişteki bir kazada yaşamını yitirdi.
Paris Hilton, mekanın müdavimlerinden...
N O S TA L Jİ
Kaleyi andıran mimarisiyle burası uzun yıllar Hollywood yıldızlarının mahremiyet mabediydi.
var. 1942’larda, otel film yapımcısı ve finansör Erwin Brettauer’a satılıyor. Brettauer, siyahi müşterilere de kapılarını da açarak dönemde bir devrim başlatıyor. Brettauer’in de çevresiyle otel gün geçtikçe ‘Hollywood kulübü’ne dönüşüyor. Ve bu kulüpten manzaralar: James Dean, “Rebel Without a Cause’’ filminde Natalie Wood ve Sal Mineo ile oyunculuk testine otel penceresinden atlayarak girdi. The Doors’un solisti Jim Morrison ise su borusuna tırmanırken düşüp bel kemiğini incitti. Montgomery Cliff, Sharon Tate ve Roman Polanski, otelin bungalovlarını altı aylığına kiralayanlardan… Greta Garbo, sinemada zirveye tırmanırken Chateau Marmont’ta kaldı. Rock Hudson, erkek arkadaşı Kenneth Hodge ile Marmont’ta yaşadı. The Eagles otelden esinlenerek “Hotel California’’yı besteledi. Aklınıza “Eski Hollywood” gelmesin. 80’ler ve 90’larda da otel yıldızların gözdesiydi. Keanu Reeves bungalovun düzenli misafiriydi. Red Hot Chili Peppers grubu üyeleri de… 1992’de Demi Moore fotoğraf sanatçısı Annie Leibowitz’e otel dairesinde çırılçıplak poz verdi. Ama bazı acı anlar yaşandı. Komedyen John Belushi 1982’de Marmont’un bahçe bungalovunda uyuşturucunun kurbanı oldu. 2004’te ünlü fotoğrafçı Helmut Newton, otel girişindeki bir kazada yaşamını yitirdi. Bugüne kadar 5 sahibi oldu ünlü otelin. Son sahibi 1990’da Chateau’yu satın alan playboy işletmeci André Balazs. Balazs’ın modernize ettiği otel, 2000’lere gençleşen yüzüyle girdi. Öyle ki Paris Hilton, Lindsay Lohan gibi isimler, Chateau Marmont’un yeni müdavimlerindendi. Yine de yapılan yeniliklerin ve yenilenen müşteri kitlesinin eski Hollywood ihtişamı ile uyuşmaması, otelin üzerindeki ışıltıyı günden güne söndürdü. Balazs, uzun süredir elinden çıkarmak istediği oteli, Soho House tarzı üyeliğe bağlı bir işletmeye çevireceğini açıkladı. Üyelik için koşullar henüz açıklanmadı. Ancak bungalovların misafirlerinin ‘yeni para’ ağırlıklı olacağını tahmin etmek güç değil. Her güzel şeyin bir sonu var. Yazıyı da The Eagles’ın Chateau Marmont’dan esinlenerek yarattığı “Hotel California” parçasıyla bitirelim… “Wellcome to the Hotel California/Such a lovely place, such a lovely place…”
Hafta • Sayı: 20
11
Laet K A PA K KO N US U
12
Hafta • Sayı: 20
titia K A PA K KO N US U
Özgürlük en büyük ihtirasım
15 YAŞINDA KEŞFEDILDI. 100’DEN FAZLA DERGIYE KAPA OLDU, SAYISIZ KEZ “DÜNYANIN EN GÜZEL KADINI” SEÇILDI. TIFFANY&CO’DAN VICTORIA’S SECRET’A DEV MARKALARIN YÜZÜ OLDU. 26 FILMDE ROL ALDI. ÜÇ ÇOCUK ANNESI ÜNLÜ YILDIZ ILE IÇ DÜNYASI, PANDEMI VE KADIN OLMAK ÜZERINE...
ASLI BARIŞ
Hafta • Sayı: 20
13
K A PA K KO N US U
15 yaşından beri şöhretlisiniz; kariyerinizde 26 yılı geride bıraktınız. 40 yaşına basınca neler hissettiniz?
Yaşın benim için hiçbir önemi yok. Hayatı böyle kategorize etme fikrine tahammül bile edemiyorum. Anda yaşamak benim için çok daha önemli… Hayatın bana sunduklarına göğüs germek… Bu düşünceyi daha kıymetli buluyorum. Yaşa takılarak yaşamak mutsuzluktan başka bir şey getirmez insana… Neden kadınları yaşına göre yargılıyoruz ki? Bu çok anlamsız bir şey. Önemli olan insanın ruhunda neler olup bittiği… Peki, ruhunuzda neler olup bitiyor?
42 yaşındayım, 20 yaşıma kıyasla çok daha huzurluyum. O döneme kıyasla daha az endişelerim car. Zaman içerisinde kendi ruhunuzla barışık olmayı öğreniyorsunuz. Kimse mükemmel değil, hepimiz kırılganız. Ve bu durumla barışık olmalıyız. Hislerimi, ihtiraslarımızı anlıyor ve kabulleniyoruz.
Sizin en büyük ihtirasınız ne?
Tek bir ihtirasım olduğunu söyleyemem. Her insan gibi… Ama özgürlük tutkusu ön plana çıkabilir… Çok genç yaşta şöhrete kavuştunuz. Moda dünyası size ilk görüşte aşık oldu. O zamanları nasıl hatırlıyorsunuz?
Modayla pek bir alakam yoktu açıkçası… Ben doğayla, ağaçlarla hayvanlarla iç içe yetiştim; kırsal alanda yaşıyorduk. Kalabalık da bir ailemiz vardı. Birbirimizin eskilerini giyerdik ve bu bizi rahatsız da etmezdi. “Bir şeylere sahip olma” fikri de bende karşılık bulmuyor haliyle. “Bu kıyafet hangi sezondan” diye bir düşüncem hiçbir zaman olmadı. Ünlü olduğumda çocuktum, partilere gitmek, dans etmek hoşuma gitmişti. Ama onun dışında büyük hırslarım yoktu çünkü moda önceliğim değildi.
Peki oyunculuk? Oyunculuğa nasıl karar verdiniz? Bu kariyer size neler kattı?
Sinema hayatı daha iyi anlamamı sağladı. Canlandırdığım her karakterle empati kurmaya çalıştım. Hatta bazıları beni değiştirdi. İyileştirdi hatta… Bir ara kostümlerini giydiğimde ruhlarını da giydiğimi düşünüyordum. Ama her senaryoyla birlikte kendi içimde bir yolculuğa çıktığımı söyleyebilirim. Üç çocuk annesisiniz. Hayalinizde hep kalabalık bir aile kurmak mı vardı?
Dediğim gibi hayat size bazı şeyler sunuyor siz de bur süreçte kendinizi tanıyorsunuz. Anne olmak da ancak çocuk sahibi olduğunuz zaman öğrenilen bir şey. Öncesinde elinize bir kullanma kılavuzu vermiyorlar. O yüzden böyle bir hayalim vardı diyemem. Ne şanslıyım ki üç çocuğa hayat verecek, onlarla ilgilenecek gücüm var. Kolay mı, değil. Ama enteresan olduğu kesin. Çocuklarımla çok dürüst bir iletişim kurmaya çalışıyorum… Sorularına içten ve dürüst cevaplar veriyorum. Üzerlerinde otorite kurmaya çalışmıyorum. Çünkü onlar da birer birey. Huyları, düşünceleri benden farklı olabilir. Onlara rol biçmek benim haddime değil. Sadece mutlu olmalarını istiyorum. Karantina dönemleirini nasıl geçirdiniz? Umutsuzluğa kapıldınız mı?
Zor zamanlardan geçiyoruz ama ben yapı olarak optimistim. Ruhum böyle. İnsaniyet her zaman krizlerden geçmiştir. Ama işler bir şekilde hep düzeliyor. Krizler oluyor, geçiyor, sonra ekonomi düzeliyor… Yine düzelecek. Ama bu karantina dönemi hepimize bir şeyler öğretti. En azından kendimizle ilgili…
Modayla pek bir alakam yoktu açıkçası… Ben doğayla, ağaçlarla hayvanlarla iç içe yetiştim… 14
Hafta • Sayı: 20
Ne gibi mesela?
Örneğin ben çok evcil bir insanım. Evde oturmaktan keyif alırım. Ama bana bile yetti. Dışarı çıkmaya ihtiyacım olduğunu anladım. Bir ara içimden duvarları yıkmak geldi. O derece… Ama yapacak bir şey yok yine kendi içimde, yapmaktan keyif aldığım hobilerimle geçirdim zamanı… Bildiğim kadarıyla aynı zamanda heykeltraşsınız…
Seramik ve heykel üzerine çalışmalarım var ama “heykeltaşım” diyebilir miyim bilmem… O çalışmalarımı yürüttüm. Biraz da yazdım. Eski günlüklerimi okudum. Sakin kalmaya, kendimi anlamaya çalıştım. Hayat uzun bir yolculuk. Bu yolculukta sizi ne zaman İstanbul’da göreceğiz?
Zamanını bilemem ama İstanbul merak ettiğim, ziyaret etmeyi istediğim yerlerin başında geliyor. Fırsatını bulunca geleceğim.
K A PA K KO N US U
Hafta • Sayı: 20
15
Ç E V RE
Karbon ayak izimizi BP hesaplarsa! BP, BUNDAN YAKLAŞIK 20 YIL ÖNCE HAYATA GEÇIRDIĞI BIR REKLAM KAMPANYASINDA, KARBON EMISYONLARI AZALTMA SORUMLULUĞUNUN BIREYLERE AIT OLDUĞU ALGISINI GÜNDEME GETIRDI VE “KARBON AYAK IZI” IFADESINI HAYATIMIZA SOKTU. KAMPANYANIN ALTINDA YATAN MESAJ ISE ŞUYDU: “GELIN, KARBON EMISYONU SORUNUNUZU NASIL ÇÖZECEĞINIZ HAKKINDA KONUŞALIM.” ŞIRKET BUGÜN, KARBON AYAK IZINI ÖLÇEN GERÇEK ZAMANLI BIR UYGULAMA HAYATA GEÇIRIYOR.
Dİ D E M E R YA R ÜNLÜ
16
Hafta • Sayı: 20
Ç E V RE
Hafta • Sayı: 20
17
Ç E V RE
K I Ş I S E L K A R B O N ayak izinizi gerçek zamanlı olarak takip etmenize izin veren bir uygulama hayal edin… Bu uygulama ile alışverişe giderken, araba kullanırken veya otobüse binerken yol açtığınız karbon emisyonlarının miktarını izleyebiliyorsunuz. Sayılar arttıkça, uygulama, neden olduğunuz emisyonları dengelemenizi ve “suçluluğunuzu” hafifletmenizi talep ediliyor. Bunun için de, Endonezya’da biyogaz üretimine destek vermenize, ya da Birleşik Krallık’ta ağaç dikmenize yardımcı olan programlara yönlendiriyor sizi. Şimdi de bu uygulamanın bir petrol şirketi tarafından hayata geçirildiğini hayal edin… Evet bu bir hayal değil! VYVE çatısı altında toplanan bir avuç karbon izleme uygulamasının gerçek hikayesi. Bu uygulama, petrol şirketi BP’nin yan kuruluşu Launchpad tarafından destekleniyor. Launchpad, bir gün milyar dolarlık şirketlere dönüşebilecek düşük karbonlu girişimleri finanse eden bir risk sermayesi şirketi. VYVE bugün Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki binlerce kişi tarafından kullanılıyor. Karbon ayak izini ölçen mevcut uygulamalar, geçen ayın enerji faturasını kontrol etmenizi veya bir gün önce öğle yemeğinde ne yediğinizi hatırlamanızı gerektirirken, VYVE, karbon ayak izini gerçek zamanlı takip etme fırsatı sunuyor. İlk seyahatinizi VYVE ile kaydettikten sonra, ekranınızın altında “Tebrikler! Etkinizi anlamak için bir adım daha attınız” mesajı beliriyor. VYVE kurucusu Mike Capper, aynı zamanda BP’nin tedarik zincirindeki emisyonlarını azaltma çalışmalarına da liderlik eden bir isim. Capper, VYVE’nin dünya çapında tüm akıllı telefonlara entegre olduğu bir gelecek hayal ediyor ve “İnsanların karbon ayak izlerini takip etmek ve azaltmak için tercih edeceği lider şirket olmak istiyorum” diyor. Capper, iklim değişikliğinin neden olduğu sorunun büyüklüğünün hükümetler, işletmeler ve bireylerin harekete geçmesi gerektiği anlamına geldiğini düşünüyor. Nüfusun “yüzde 99’u” ayak izinin ne olduğunu bilmediği için bireysel eylemin kapasitesinden yararlanılmadığını söyleyen Capper, “Bırakın nasıl azaltacaklarını, insanların bu konuda hiçbir fikri yok” diye ekliyor.
18
Hafta • Sayı: 20
İŞ DÜNYASININ HEDEFI “KARBON NEGATIF” OLMAK
Dünya genelinde birçok büyük şirket, küresel ısınmayla mücadele etmek amacıyla karbon emisyonlarını azaltma sözü verdiğinden, “karbon ayak izi” kavramı bugünlerde herkesin daha fazla gündeminde. Özellikle de COVID-19 sonrasında… Örneğin Amazon, 2040’a kadar “net sıfır” emisyona ulaşmayı planlıyor. Microsoft 2030’a kadar “karbon negatif” duruma geçme sözü vermiş durumda. Lyft ise, 2030 yılına kadar tamamen elektrikli bir araç filosuna sahip olmayı planlıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Hatta dünyanın en büyük bankaları bile birbiri ardına “büyük kirleticilere” kredi vermeyi sonlandırmaya karar verdiğini açıklıyor. “KARBON AYAK IZI” KAVRAMI 20 YIL ÖNCE BP TARAFINDAN KULLANILDI
Büyük şirketlerin karbon emisyonlarını azaltma hedefleri son birkaç yıldır iddalı bir şekilde artıyor; fakat kişisel karbon emisyonlarının azaltılması konusu on yıllardır devam ediyor aslında. Çevreciler uzun zamandır, uçağa binmek, araba sahibi olmak ve kırmızı et yemek gibi yaşam tarzı kararlarıyla ilgili emisyonlara dikkat çekiyorlar. İşin en ilginç yanı ise, karbon ayak izi kavramının BP tarafından popüler bir kavrama dönüştürülmüş olması. BP, bundan yaklaşık 20 yıl önce hayata geçirdiği bir reklam kampanyasında, emisyonları azaltma sorumluluğunun bireylere ait olduğu algısını gündeme getirdi ve “karbon ayak izi” ifadesini hayatımıza soktu. Kampanyanın altında yatan mesaj ise şuydu: “Gelin, karbon emisyonu sorununuzu nasıl çözeceğiniz hakkında konuşalım.” BP CEO’SU: “PETROLÜN ‘KÖTÜ BIR ENDÜSTRI’ OLARAK DEĞERLENDIRILMESINI ANLIYORUM”
Karbon ayak izini duyuran bir şirketin, hele bir de bu şirketin bir petrol şirketi olduğunu düşünürsek, öncelikle kendi evini temizlemesi gerektiğini söyleyebilirsiniz. Nitekim bu alanda yapılan araştırmalar, 1980’lerin sonlarından bu yana, BP dahil 100 büyük şirketin küresel emisyonların yaklaşık yüzde 70’inden sorumlu olduğunu ortaya koyuyor. BP, 1965’ten bu güne 34 milyar metrik tondan faz-
Ç E V RE
BP = BEYOND PETROLEUM (PETROLÜN ÖTESINDE)
BP, 2000 yılında halkla ilişkiler ve reklam şirketi Ogilvy & Mather ile gerçekleştirdiği reklam kampanyasında, şirket algısını değiştirmeyi ve BP markasını ‘çevre dostu bir şirket” olarak yeniden lanse etmeyi hedefledi. Bu felsefe doğrultusunda, BP’nin açılımı ‘British Petroleum’ yerine ‘Beyond Petroleum’ (Petrol Ötesinde) olarak tanımlandı. Şirket 2004 yılında ilk karbon emisyonu hesaplayan makinesini tanıttı. Bundan bir sonra hayata geçirdiği reklam kampanyalarında ise, “Karbon ayak izi nedir?”, “Sizin karbon ayak izinizin boyutu ne?” sorularının gündeme geldiği reklam kampanyaları gerçekleştirdi.
“FOSIL YAKIT SEKTÖRÜNÜN PROPAGANDASI” MI?
Mashable haber sitesinde geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir makalede, bazı iletişim uzmanları “karbon ayak izi” ifadesini fosil yakıt sektörünün “propaganda”sı olarak değerlendirdiler. Bu ifadenin, kişisel sorumluluğu ön plana çıkararak, iklim değişikliğinin yükünü hükümetler ve şirketlerden, bireylere kaydırdığını ileri sürdüler. VYVE’nin kurucusu Mike Capper ise, BP’nin karbon ayak izini teşvik etme geçmişinden habersiz olduğunu söylüyor. Capper, ”BP’nin, verdiği taahhütler ve attığı adımlarla doğru yolda olduğuna kesinlikle inanıyorum” diyor.
KARBON AYAK IZI NEDIR? la karbon emisyonundan sorumlu ve dünyadaki en yüksek emisyonlu şirketler listesinin başında yer alıyor. Petrol devi bugün geldiğimiz noktada ise bu kötü mirası kabul ediyor, ve bundan sonra farklı bir strateji izleyeceğini dile getiriyor. BP’nin CEO’su Bernard Looney, bu ayın başlarında Sunday Times’a verdiği bir röportajda, yaptığı işin “sosyal açıdan zorlu” olduğunu kabul etti ve BP çalışanlarının, şirketin çevre kirliliğine katkıda bulunmadaki rolü konusunda hayal
kırıklığı yaşadığını söyledi. Looney, aynı zamanda, petrolün “kötü bir endüstri” olduğu yönündeki görüşü de anlayışla karşıladığını dile getirdi. BP, bu yeni bakış açısı kapsamında, oldukça büyük vaatlerde bulundu ve enerji kaynaklarının kapsamını genişletme stratejisindeki değişikliğin bir parçası olarak, on yıl içinde yüzde 40 daha az petrol ve doğalgaz üreteceğini; karbon ayak izini iki kat azaltacağını duyurdu. Şirket, “Emisyonlarınızı azaltmanın ilk adımı, ne-
rede durduğunuzu bilmektir” mesajını verdi. Sonuç olarak, iyiliğin, dünya için iyi olmanın bulaşı olduğuna inanmak gerekiyor. Eğer siz güneş panelleri alırsanız ve elektrikli bir araba kullanırsanız, komşularınız da er ya da geç bundan etkilenecektir… ve tabi ki bu arabaları üretecek şirketler de.. Yani atılan her adım, ne kadar küçük olsa da, daha iyi bir dünya için olacak… O zaman etkimizi anlamak için bir adım daha atalım.
Karbon Ayak izi birim karbondioksit cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsüdür. Doğrudan/birincil ayak izi ve dolaylı/ikincil ayak izi olmak üzere iki parçadan oluşur. Birincil ayak izi evsel enerji tüketimi ve ulaşım dahil olmak üzere fosil yakıtlarının yanmasından ortaya çıkan doğrudan CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. İkincil ayak izi ise, kullandığımız ürünlerin tüm yaşam döngüsünden bu ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsüdür.
Hafta • Sayı: 20
19
Yazar eğer umudunu kesmişse, yazmamalı… ZÜLFÜ LIVANELI’NIN, 2008 YILINDA YAYINLANAN ROMANI “SON ADA”, YENI BASKISIYLA RAFLARDA YERINI ALIYOR. 2009 ORHAN KEMAL ROMAN ARMAĞANI’NA LAYIK GÖRÜLEN VE 10 CIVARINDA DILE ÇEVRILEREK DÜNYA OKURLARIYLA DA BULUŞAN “SON ADA”NIN İNKILAP KITABEVI’NDEKI YENI BASIMI IÇIN YAZAR, BIR EPILOG KALEME ALDI. YA Z I FA R U K Ş Ü Y Ü N • F O T O Ğ R A F C E M TA L U
E DE B İ YAT S O HB E T İ
Kitabın yeni basımı için neden bir epilog yazmaya gerek duydunuz?
“Son Ada”da 2008 yılında yazdığım distopya maalesef hem dünyada hem Türkiye’de giderek daha da kuvvetlenerek devam etti… Ve “Son Ada”daki gibi bir yıkıma geldik. Ancak, ilk günden beri beni rahatsız eden bir şey var; kitabın umutsuz ve özellikle böyle bir konunun hiçbir çıkış noktası yokmuş gibi bitmesi beni hep rahatsız etti. Okurlarımın bazılarını da rahatsız etti, kitabı çok sevdiler, ama “sonundan çok fena olduk, hiçbir çıkış noktası kalmıyor” gibi yorumlar yaptılar. Ben, dünyaya umutsuzluk yaymanın bir yazarın işi olmadığını düşünürüm hep; çünkü bir yazar eğer umudunu kesmişse, yazmamalı. Yani bir doktorun umudunu kestiği hastaya iyileşme umudunu vermemesi gibi… Dolayısıyla içimden bu dünya değişecek, bu zulüm değişecek gibi bir duygu geldi ve bir epilog yazdım. O epilogda da tekrar bir umut yeşertme meselesini ele aldım. Bu, benim için kendi ahlâki meselem ve kendi maneviyatımla ilgili bir konuydu, o yüzden bu epilogu ekledim. Yaşar Kemal, “Son Ada” için “Edebiyatta görkemli bir söz vardır, büyük kapıdan girmek. Bu, büyük bir eserin yazarı demek. Zülfü, büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir” diyor. Siz,12 yıl sonra “Son Ada”yı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hem Yaşar Kemal’in sözleri, hem “Son Ada”nın Orhan Kemal ödülü alması, hem kitabın okuyucu tarafından çok derinden algılanması beni sevindirdi; önemli bir kitap olduğunu anlamamı sağladı. Söz konusu olan bir distopyaydı, ama bu son haliyle distopya olmaktan da biraz çıktı galiba! Kitap, bir öngörü de getirdi; 2008 yılında çıktığı zaman, orada birebir anlatılanların çoğu, meselâ Gezi yaşanmamıştı. Ama gene ağaç kesimi dolayısıyla başlayan bir protesto ve bunun bastırılması gibi olaylar anlatılıyordu. Demek ki yaşanacaklar, bir öngörü gibi kitaba sinmiş. Harvard Üniversitesi’nden Prof. Lenore Martin’in de ilgili yazdığı gibi (Livaneli’nin bu benzersiz yaratıcı romanında, insan yapısı otoriteyle karşı karşıya... Yazar bizi dünyamız üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor) doğanın ve insan toplumunun yöneticiler eliyle nasıl bir felâkete uğrayabileceğini gösteren bir kitap “Son Ada.” Okurlarınız merak ve heyecanla Abdülhamid konulu yeni romanınızı bekliyorlar. Tarih belli oldu mu?
Sonbaharda çıkmasını düşünüyoruz, ama bu pandemik dönemde neler olacak nasıl olacak onu tam bilemiyoruz. Siz kitabı yayınevine teslim ettiniz mi? Neler anlatıyorsunuz?
Ben, kitabı bitirmek üzereyim. Yazdıkça da ne kadar önemli bir konuda çalışmakta olduğumu tekrar kavradım. Kitap, sadece Abdülhamid’in sürgün hayatı olmaktan çıktı, Türkiye’nin bugün bile çok yakından tartıştığı konunun romanı haline geldi. Çünkü, geçenlerde İbrahim Kalın, “Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” diye bir tweet attı. Bunu ne zamandan itibaren başlatıyor, çok ilginç… En azından daha öncesini bırakalım 3. Selim’den beri Osmanlı’nın çırpındığı bir şey. İçinde özellikle Abdülaziz’in Avrupa seyahati de var. Abdülhamid de 24 yaşında bir şehzade olarak gidiyor ve gördükleri karşısında, Batı ile bizim ülkemizin arasında açılan o muazzam farkın nasıl kapatılacağı konusunda çok büyük bir hüzün duyuyorlar, ama çok da bir şey yapamıyorlar. Dolayısıyla bugün ülkemizde tartışılan Batı mı Doğu mu, biz hangi modeli alacaktık, Batı modelini alarak yanlış mı yaptık? meselesi bu kitabın temel noktasını oluşturuyor. Çok araştırma yaptığım için epeyce ilginç şeyler de çıkıyor; bu Batılılaşma meselesinde 2. Mahmud’a “gavur padişah” denmesi, Rusya’da Petro’nun yaptığı reformların burada yapılmaya çalışıldığı anda karşılaştığı korkunç tepki ve sonunda Rusya’nın, Sovyetler Birliği’nin geldiği nokta, Türkiye’nin geldiği nokta… Bütün bunlar bu roman vasıtasıyla tekrar bir düşünce egzersizine yol açacak sanıyorum… Hafta • Sayı: 20
21
M Ü Z İK
Müzik 4.0:
MIXART ILE MÜZIĞI DEM Hİ L A L S A R I
22
Hafta • Sayı: 20
MÜZIK UYGULAMALARINIZDAN VEYA SES SISTEMLERINIZDEN DINLEDIĞINIZ KALITELI ALBÜM KAYITLARININ OLUŞMASI IÇIN HER BIR ENSTRÜMANIN ÖZENLE ALINAN KANAL KAYITLAR, GENELDE ALBÜMLER ÇIKTIKTAN SONRA ÇÖP OLUR VE KULLANILMAZMIŞ. ANCAK İSTANBUL MERKEZLI DIJITAL BIR GIRIŞIM OLAN MIXART, BU KANAL KAYITLARI INTERAKTIF BIR PLATFORMDA KIŞISELLEŞTIRILEBILIR BIR MÜZIK ALTYAPISI HALINE GETIREREK TÜM KULLANICILARINI BIR ‘MAESTRO’YA DÖNÜŞTÜRÜYOR. TEKNOLOJI, AUDIO VE VIDEONUN BULUŞTUĞU, KULLANAN HERKESIN KOLAYCA MÜZIK YAPABILDIĞI MIXART’IN SLOGANI “MIX IT EASY!”. GIRIŞIMIN KURUCULARI MÜZIK TUTKUNU BIR YAZILIMCI ARAYIŞINDA. SONRASINDA ISE SPOTIFY VE YOUTUBE’UN DA BIR ZAMANLAR YAPMIŞ OLDUĞU GIBI, MIXART DA YATIRIM TURLARINA ÇIKARAK HEM TÜRKIYE’DE HEM DÜNYADA BÜYÜMEYI M Ü Z İK
MÜZIK UYGULAMALARINIZDAN VEYA SES SISTEMLERINIZDEN DINLEDIĞINIZ KALITELI ALBÜM KAYITLARININ OLUŞMASI IÇIN HER BIR ENSTRÜMANIN ÖZENLE ALINAN KANAL KAYITLAR, GENELDE ALBÜMLER ÇIKTIKTAN SONRA ÇÖP OLUR VE KULLANILMAZMIŞ. ANCAK İSTANBUL MERKEZLI DIJITAL BIR GIRIŞIM OLAN MIXART, BU KANAL KAYITLARI INTERAKTIF BIR PLATFORMDA KIŞISELLEŞTIRILEBILIR BIR MÜZIK ALTYAPISI HALINE GETIREREK TÜM KULLANICILARINI BIR ‘MAESTRO’YA DÖNÜŞTÜRÜYOR. TEKNOLOJI, AUDIO VE VIDEONUN BULUŞTUĞU, KULLANAN HERKESIN KOLAYCA MÜZIK YAPABILDIĞI MIXART’IN SLOGANI “MIX IT EASY!”. GIRIŞIMIN KURUCULARI MÜZIK TUTKUNU BIR YAZILIMCI ARAYIŞINDA. SONRASINDA ISE SPOTIFY VE YOUTUBE’UN DA BIR ZAMANLAR YAPMIŞ OLDUĞU GIBI, MIXART DA YATIRIM TURLARINA ÇIKARAK HEM TÜRKIYE’DE HEM DÜNYADA BÜYÜMEYI HEDEFLIYOR.
MOKRATIKLEŞTIRDILER
Hafta • Sayı: 20
23
M Ü Z İK
M I X A R T biri müzisyen biri yönetmen iki başarılı sanatçının adından da anlaşılacağı gibi sanatların karışımından oluşan eşsiz bir işitsel ve görsel bir şölen deneyimi. Şu anda beta sürümü bir web adresi olan MixArt projesinin hedefi, her cebe indirilen bir uygulama olmak ve bu şölenden keyif alan müzikseverlerin sayısının her geçen gün artması. MixArt ne derseniz, dinlediğiniz kaliteli albüm kayıtlarında duyduğunuz her bir enstrümanın normalde çöpe giden kanal kayıtlarının müzik severlere kendi maestroları olabilecekleri bir ortamda kesitler halinde işlemeye hazır ‘loop’lar olarak sunul-
ması ve hem ekonomiye hem sanata geri kazandırılması. Peki nasıl bir şey MixArt? Bunu sorduğumda “BİRAZ SPOTIFY, BİRAZ YOUTUBE, BİRAZ GARAGE BAND, BİRAZ SOUNDCLOUD AMA HİÇBİRİ VE HEPSİ” diyor kurucu Yasin Soyöz ve Cenk Kaptan. Şu anda ücretsiz olan websitesinde (gelecekte uygulamada) bir son kullanıcı olarak, örneğin Türk saykodelik rock grubu BabaZula’nın son albümü Kervan Yolda’nın albüme adını veren parçasıyla istediğiniz kadar ‘oynayabiliyorsunuz’. Parçanın istediğiniz enstrümanlarını istediğiniz süreyle çalıyorsunuz, klavyeden
kontrol edilebilen hayli kolay komutlarla beğendiğiniz soloları 40 saniye değil, 40 dakikalık bir DJ setine dönüştürebiliyorsunuz. Sistem size bir de kişiselleştirdiğiniz müziğinize göre real time bir klip oluşturuyor. İsterseniz saatlerce aynı şarkıda eğlenebiliyor, isterseniz dört dakikalık süre boyunca parçanın orjinaline alternatif, kendi versiyonunuzu yaratıyorsunuz. Hem müziği kişiselleştirerek kendi müziğinizi yaratıyorsunuz, hem de katılımcısınız, dinlediğiniz müziğin ve izlediğiniz videonun geliştirilmesinde sizin de ciddi bir payınız var. Çok sevdiğiniz bir parçanın hastası oldu-
ğunuz gitar solosunu veya trompet solosunu isterseniz saatlerce dinleyebiliyorsunuz. Çünkü maestro sizsiniz. MixArt markasını tescillemişler ve sloganları Mix it easy! Kolayca miksleyin! İstediğiniz enstrümanı istediğiniz süreyle çalın. Peyk’in Don Kafa parçası da şu an MixArt’ta siz müzikseverlerin hayal gücüne göre işlenmeye hazır bekliyor. Bestesi MixArt’ın kurucularından Yasin Soyöz’e ait olan etnik elektronik grup Bairam’ın Souz adlı parçası da yine MixArt deneyimimde en keyif alarak dinleyip izlediğim eserler. HAYRANLARA DENEYİMLE ULAŞACAKLAR
Şu anda beta sürümü yayında olan MixArt.ist tüm bağımsız müzisyenleri projenin bir parçası olmaya davet ediyor. “Bu aşamada sanatçıların ücretsiz şekilde parçası olabileceği proje, her müzisyen için kullanıcılarına seslenebileceği muhteşem bir vitrin olacak” diye aktarıyor kurucular Cenk ve Yasin. Albüm lansmanı öncesi MixArt’a eklenip, kitlelerine deneyimle ulaşabilirler, ya da albüm lansmanları sonrası çok sevilen parçalarını hayranlarına kişiselleştirilebilir bir tepside sunabilirler. İKİ KURUCU BEYİN: BİRİ İŞİTSEL, BİRİ GÖRSEL MASTER
Kuruculardan biri, müzisyen, söz yazarı, prodüktör ve klarnet başta olmak üzere enstrümanist de olan Yasin Soyöz. Halk müziği ile başlayan müzik yolculuğu, gitar ve rock ve sonrasında üflemeliler ve etnik elektronikten sahip olduğu tüm müzik donanımını tek potada erittiği prodüktörlüğe kadar uzanıyor. Müzik teknolojilerine olan ilgisi de Yasin’i Altınbaş Üniversitesi’nde ses tasarımı dersleri vererek eğitim tarafına da bulaştırmış. Etnik elektronik müzik yapan Bairam diye bir grubu da var, kendi ünlü besteleri de var, Peyk gibi ünlü underground müzisyenlerle feat de yaptı. Fakat kendisini Türkiye’nin farklı sahnelerinde Farfara İstanbul gibi bağımsız müzisyenlerle klarnet ve saksafonuyla müziği icra ederken de görebilirsiniz. MixArt gibi bir projenin beyinlerinden biri olması hiç şaşırtıcı değil, çünkü Türkiye’nin
24
Hafta • Sayı: 20
ölüyor, Afro blues almış yürümüş. Bu bir trend belli ki ve devam da edecek. Şu anda tek yükselmeyen yer Anadolu. Anadolu’nun zenginliğini biliyorsunuz, biz de bu zenginlik üzerinden startımızı verelim, sonrasında Londra mı olur San Francisco’mu bakarız, diye düşündük” diye anlatıyor Cenk Türkiye’de devam etmek istemelerinin nedenini. Yoksa dünyada örneği olmayan bir kullanıcı deneyimi ve gerçekten Silikon Vadisi’nde de bir şansı olabilirdi. YATIRIM TURLARINA DA ÇIKACAKLAR
Yasin Soyöz
genç ve yetenekli müzisyenlerinden biri. Anadolu ezgilerini elektronikten jazz ve blues’a birçok genre ile füzyonlamak gibi güzel bir alışkanlığı var. MixArt’ın görsel beyni ise 2010 yılında ‘Mukadderat’ isimli kısa filmi ile Altın Portakal’da finalist olmaya hak kazanan ve birçok yapımı olan yönetmen ve senarist Cenk Kaptan. Ancak sinema ve yapım dünyasına geçmeden önce uzun yıllar 3D modelleme ve animasyon alanında çalışmış. 2010 yılında içinde kaynayan müzik ateşi alevlenmiş ve Kadıköy’e de taşınınca küçük bir video-audio stüdyo kurmuş, burada müzi-
Cenk Kaptan
ğe daha da yakınlaştığı prodüksiyonlar gerçekleştirmiş. MixArt da bu prodüksiyonların yapıldığı VCS Yapım’ın bir meyvesi aslında. Yasin gibi Cenk de bir akademisyen ve Altınbaş Üniversitesi’nde sinema ve animasyon alanlarında dersler veriyor. Son üç yıldır da yoğun şekilde MixArt projesiyle ilgileniyor. Hatta bazı MixArt parçalarının klibini de Cenk çekmiş. MÜZİK TUTKUNU YAZILIMCI BİR ORTAK ARIYORLAR
Cenk ve Yasin şu anda ‘müzik tutkunu bir yazılımcı’ arıyor. Bu yazılımcı, MixArt’ın iOS ve Android’lerde bir uygulamaya dönüş-
mesini sağlayacak, bu projenin ortaklarından biri olacak ve belki de MixArt’ı yurtdışında yatırım turlarına çıkartacak bir yolculuğun en önemli parçası olacak. ‘ETNİK YÜKSELİRKEN ANADOLU GERİ Mİ KALSIN?’
Aslında ilk hedeflerinin girişimi San Francisco’da kurmak olduğunu söylüyor, kuruculardan Cenk. Ancak yaptıkları iş özellikle de bağımsız müzisyenlerle çok yakın bir iş. Anadolu’nun ezgilerinin dünya genelinde yaşanan etnik müziğin yükselişi trendine girememesine içerleyip, Türkiye’den devam etmişler. “Mali’de adamlar açlıktan
Şimdiye kadar birçok yatırımcı ile görüşen Cenk ve Yasin, şimdilik bu işi yazılımcı ortağı bulduktan sonraya erteledi. Böyle bir projenin parçası olmak isteyen tüm yazılımcılara duyurulur. Öte yandan Spotify’dan SoundCloud’a YouTube’dan Radyo Uygulamalarına kaydadeğer bir müzik faturası olan bir son kullanıcı olarak, MixArt’ın birgün dev risk sermayedarlarından ciddi fonlar alabileceğini düşünüyorum. MixArt’ı denerseniz, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Birkaç yakın arkadaşıma hemen bu deneyimi yaşatmak istedim ve minik bir MixArt parti gerçekleştirdik (tabii ki sosyal mesafeli). Etkilenmeyen tek bir kişi olmadı. Müziğin evrenselliğine vurgu yapan ve MixArt’ı bu nedenle İngilizce başlattıklarını aktaran kurucu Yasin “Bu bütün dünyadaki müzisyenlerin ve kullanıcıların dahil olabileceği şekilde tasarlanmış bir proje” diyor. MIXART PARTİLERİ DE OLUYOR(DU)
MixArt DJ’liğin açık mikrofonu gibi. İsteyen bilgisayara - gelecekte sadece cep telefonuna - geçip saatlerce müzik yapabiliyor. Bu nedenle de şimdilik COVID-19 pandemisi nedeniyle yapılamasa da, sadece MixArt’la hem işitsel hem görsel bir şölen yaşanabilen MixArt partiler de yapılıyor. Daha önce bir kez Babylon’da da gerçekleşmiş MixArt parti. Kabak Koyu’ndaki Yerdeniz Kamp’tan İstanbul sahnelerine MixArt partileri müzikseverlerin tutkuyla katıldığı bir etkinlik olmuş şimdiye kadar.
Hafta • Sayı: 20
25
YA Z A R M A S A L A RI
FA R U K Ş Ü Y Ü N
Yazmadan yaşayamıyorum GELENEKSEL KADINLIK IMGESINI SORGULAYAN ESERLERIYLE TOPLUM BASKISI ALTINDA EZILEN KADINLARIN DA SESI OLAN ERENDIZ ATASÜ ILE TANIŞALI NEREDEYSE 40 YIL OLUYOR. VARLIK YAYINLARI’NDA ÇALIŞTIĞIM DÖNEMDE, DAHA DOSYA HALINDEYKEN ÖDÜL ALMIŞ “KADINLAR DA VARDIR” (1983) ADLI ILK KITABINI BASTIĞIMIZ IÇIN HEP GURUR DUYDUM… YAPITLARINI OKUMAYI HIÇ BIRAKMADIM, IYI BIR OKUYUCUSU OLMAYA ÇALIŞTIM. YILLAR SONRA ONU, YAZAR MASALARI’NA KONUK EDIYORUM. İŞTE ERENDIZ ATASÜ VE YENI PROJELERI…
Erendiz
YA Z A R M A S A L A RI
z Atasü
YA Z A R M A S A L A RI
Bembeyaz bir masa, aydınlık bir ortam…
Ferahlığa duyduğum özlemin ifadesi. Ankara betonlaşan, grileşen, yeşilini kaybeden bir kent; insanı giderek daha fazla boğmaya başladı. Hiç olmazsa evimin içinde ferahlık olsun, beyaz renkler olsun, bitkiler olsun istiyorum… Masa, aslında çalışma masası değil, salonun yemek masası. Kızım, damadım, torunum veya eş dost geldiğinde yemek yediğimiz masa. Ama Covid döneminde böyle şeyler olamadığı için, çalışma masasına döndü. Covid döneminde zaten eve hapsolduğum için, kütüphane olarak kullandığım odada çalışmak, beni iyice boğacaktı. Orası daha küçük bir oda; dört duvarı kitaplarla dolu, hatta zeminde bile kitaplar var… Onun için ben de buraya, geniş ve ferah salona taşındım, kendime göre yazı masamı ayarladım. Kalem göremiyorum?
Artık kalemle yazmaktan vazgeçtim. Çünkü, bileklerimde kireçlenme var; hatta doktoruma göre hiç yazı yazmamam lâzım; o, olacak bir şey değil. Eskiden bilgisayarla hayalimde oluşturduğum bir şeyi yazamıyordum. Makale, deneme yazabiliyordum, ama öykü ya da roman asla... Fakat, tıbbi açıdan bilgisayarın kaleme tercih etme zorunluluğundan sonra bu konuyu hallettim; çok fazla sıkıntı yaşamadan yazabiliyorum. Kalemi ise sadece güncemi yazarken kullanıyorum, onu da masada yapmıyorum. Koltukta ya da divanda oturuyorum, bazen uzun oturuyorum, yani en rahat koşulları oluşturmaya çalışıyor, güncemi kucağımda yazıyorum. Aslını ararsan birtakım şeyleri de bilgisayarda kucağımda yazabiliyorum, ama masasız olmuyor. Masanın iki köşesine ciltli kitaplar yerleştirmişsiniz. Özel bir nedeni var mı?
O kitapları, anneme saygı olarak oraya koydum. Annem Hadiye Sayron, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki eğitim atılımı kapsamında Avrupa’ya gönderilen ilk öğrenci grubunun içerisindeydi. Oxford Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı tahsil etti, şimdi Gazi Üniversitesi olan Gazi Eğitim Fakültesi’nde tercüme ve İngiliz edebiyatı öğretmenliği yaptı. Okulun İngilizce bölümünü kuran kişi de oydu. Kitaplar, İngiltere’de tahsil yaparken aldığı
28
Hafta • Sayı: 20
kitaplar. İçlerinde Jane Eyre var, Charlotte Bronte’nin öteki kitapları var, İngiliz edebiyatının 1930’lar, 40’lara kadar bütün önemli eserleri bulunuyor o kitaplıkta. Sadece bunlar değil tabii, koca bir kitaplık… Kitapları tutan mermer kabartmalar?
Bizim evde kendimi bildiğimden beri varlardı. Kim almış, nereden alınmış bilmiyorum. Çocukken onları çok severdim, hâlâ da seviyorum; taşınırken kırılacaklar diye çok endişe etmiştim, neyse bir şey olmadı. Onlar da öyle birer çocukluk hatırası. Ya sehpa örtüsü ve kurtulmuş çiçekleriyle vazo?
Yıllar önce bir arkadaşım evlilik hediyesi olarak getirmişti. Etamin derler öyle bir kumaştan, bir tarafı sökülmeye başladı, ama ben ona kıyamıyorum, güzel bir şey… Vazo, dekoratif, bana sanki örtünün desenleriyle uyumlu gibi geldi, öyle bir süs yaptım. Diğer tarafa da kitaplara destek için iki ödül plaketi koymuşsunuz.
Birkaç ödülüm var, onlardan ikisini kitaplara destek için koydum, geri kalanları arkadaki kitaplıkta. Şık görünümlü dört ödülüm var, bunlar ikisi…
Şu salgın günleri verimliliğinizi etkiledi mi? Odanızın ferah ortamının faydası oldu mu?
Son aylarda ara verdim, bir şey yazmıyorum. Covid’in ilk başlarında, Mayıs sonuna kadar çok yoğun çalıştım. Bu arada yazı isteyen dergileri hesaba katmıyorum, ayrıca onlar için de yazdım. Üç konu üzerine çalıştım: Birincisi, uzayıp giden bitiremediğim bir roman var, epeyce ona çalıştım. İkincisi, uzun bir hikâye. Üçüncüsü, geçen sene çıkan Türk Romanında Bir Gezinti, eleştirel denemeler kitabıma sanki ikinci cilt gibi olacak; başka romanlarımız üzerine incelemeler... Tanpınar ile ilgili iki deneme yazdım; gençliğimde okuduğum bazı klasikleri yeniden okudum. Bu bağlamda Balzac’ın Vadideki Zambak’ı üzerine bir deneme yazdım. Gürsel Korat’ın kitaplarıyla ilgili çalışmaya başlamıştım, söylediğim gibi Mayıs sonunda çalışmayı bıraktım. Şimdi yavaş yavaş kal-
YA Z A R M A S A L A RI
Son aylarda ara verdim, bir şey yazmıyorum. Covid’in ilk başlarında, Mayıs sonuna kadar çok yoğun çalıştım. —E R E N Dİ Z ATA SÜ
nizin olması lâzım, onu anladım. Tıpkı yazmak gibi. Ben, yazmadan yaşayamıyorum. Müzik de böyle bir şey, virtüöz olanlar bütün hayatlarını vakfediyorlar. Bir yazar hiçbir zaman bütün hayatını vakfetmiyor… Ama amatörce çalmak isteyenler dahi ömürlerinin büyük bir bölümünü müziğe vermek durumundalar, çünkü müzik nankör. Bıraktığınız an eliniz duruyor. Yazmak da öyle değil mi? Pratiği kaybetmemek için her gün bir şeyler yazmak şart, diye düşünüyorum.
Haklısınız. Ben, en azından her gün mutlaka günceme yazıyorum. Önünüzdeki dosyalar…
Onlar, şu anda üzerinde çalıştığım şeyler. Dedim ya bir hikâye yazdım, daha önce de yazdığım birkaç hikâye daha var, birisi onların dosyası. Bir tanesi edebi eleştirel deneme yazılarımın, diğeri siyasi olanların… Kırmızı gördüğünüz ise bilgisayarın kılıfı…
dığım yerden devam etmek üzere yeniden başlıyorum… Masanın en sağında işlemeli bir kutu duruyor…
Çocukluğumdan kalma bir sigara kutusu. Artık, onun içerisine şarj edilecek pilleri koyuyorum. Aslında evde, çocukluğumdan kalan çok eşya var, çünkü evlendiğim zaman eşim, iç güveysi gibi bizim eve geldi. Babam çoktan vefat etmişti, annem rahatsızdı. Yani ev üstüne ev, ev üstüne ev oldu. 42 yıl çok merkezi bir yerde, Kızılay’da oturduk. Sonra, çok çok üzülerek ayrıldım oradan. Hayatımın bütün önemli olayları o evde geçmişti. Berbat kentleşme sonucunda oturulamaz duruma gelmiş, hem mimari hem sosyal yapı çökmüş, korkunç bir yer olmuştu Kızılay. Oradan çıkmak durumunda kaldım,
8 yıl önce bu daireye geçtim. Burası çok rahat, ferah bir ev. Taşınırken çok büyük bir tasfiye operasyonu oldu, fakat insan bazı şeyleri atamıyor. Atmamalı diye de düşünüyorum. Neredeyse tarihi kıymeti olan şeyler bunlar. Onlar da benimle beraber bu ferah eve göç ettiler, o kutu da o eşyalardan birisi…
Çiçeklerle devam edelim mi? Beyazlığa güzel bir renk katmışlar…
Bir duvar piyanosu görüyorum…
İki fotoğraf, biri masanızda, diğeri arkada kütüphanede…
Hayatımdaki bir iki pişmanlıktan birisidir piyano çalmayı bırakmak. Müzik, insanı dinlendiren, esin veren harika bir şey. Annem ve babam çok istiyorlardı piyano çalmamı, o dönemin aydın ailelerinin bir özlemiydi bu. Piyano alındı, biraz zorla oturtuldum başına ve lisenin son sınıfında imtihanlara-(çok sıkıydı lise bitirme imtihanları- hazırlanırken piyanoyu bıraktım; bırakış, o bırakış… Sonra kızım çaldı, bir süre sonra o da bıraktı. Sonra torunum çaldı ve o da bıraktı! Müzik, sadece sevmekle olmuyor; doyurulmadıkça sizi rahatsız edecek bir yeteneği-
Bir imza gününde verdikleri bir çiçek büyüdü, çoğalttım. Ben, öyle devamlı çiçeklerle falan ilgilenen bir insan da değilim. Ama bu, arsız tabir edilen bitkilerden, orman gibi büyüdü, sulamayı unutuyorum aldırmıyor, çok vefalı bir çiçek…
Masadaki fotoğraftaki kızım Reyhan… Herhalde 10-15 yıl önceki bir fotoğrafı. Kütüphanedeki Atatürk fotoğrafını çok seviyorum, başka bir yerde de görmedim. Atatürk’ü çalışırken, yazarken göstermesi çok hoşuma gidiyor. Çünkü, Atatürk’ün çok kuvvetli bir entelektüel kimliği var. Genelgeçer okul bilgilerinde bu pek vurgulanmaz. Resmi bana sevgili dostum Adviye Aysan (Behçet Aysan’ın eşi) hediye etmişti, bir 30 yıl vardır herhalde; Adviye’nin hatırası olduğu için de değerli.
Hafta • Sayı: 20
29
S AĞL IK S O HB E T L E Rİ
Makarnanın duyarlı prensesi PASTAVILLA GENEL MÜDÜRÜ DILARA ARSLAN ÜNLÜ, HENÜZ 31 YAŞINDA BAŞARILI BIR YÖNETICI. MARKANIN, BAYRAMDA YAYINLANAN REKLAMLARI, MUTLU SOFRALAR YERINE KADIN CINAYETLERINE DIKKAT ÇEKINCE BIR ANDA VIRAL OLDU. “O KADAR KADIN HAYATINI KAYBEDERKEN BIZ MUTLU BAYRAM YEMEKLERINI ANLATAMAZDIK” DIYOR ÜNLÜ. MAKARNA SEKTÖRÜNÜN GENÇ PRENSESI; MERSIN’DEN MEKSIKA’YA ORADAN DA İSTANBUL’A UZANAN ÖYKÜSÜNÜ ANLATTI… F O T O Ğ R A F E R E N A K TA Ş
Aile şirketinde görev almaya ne zaman karar verdiniz?
Babam çok iyi bir yönetici, annem de akademisyen. Başarılı odaklı bir ev ortamında büyüyünce, bu durum sizin için de önemli oluyor. Bende de çok küçük yaşlardan beri yöneticiliğe ilgi vardı. Her zaman sorgulayan bir çocuktum. Strateji kurmayı, hedefler belirleyip oraya yürümeyi seviyorum. Bu nedenle aile şirketimizde çalışmak benim için normal bir süreç oldu. Aile şirketlerinde ikinci jenerasyon için konulan bazı kurallar olur, Durum Gıda’da da var mıydı böyle kurallar?
Biz iki kız kardeşiz. Babamın kuralı, “El Yanında çalışmadan buraya gelmeyin” idi. Bu nedenle okuldan sonra başka şirketlerde deneyim edindim. Ailem için özgür düşünce çok önemli. Onlar benim istediğim, mutlu olcağım işi yapmamı destekliyorlardı. Ancak ben hep iş insanı olmak istedim. Fark yaratan yönleriniz nelerdi?
YA S E M İ N S A L İ H Pastavilla Genel Müdürü Dilara Arslan Ünlü, aile şirketi olan Durum Gıda’nın Pastavilla’yı satın almasından sonra şirketin genel müdürü olarak önemli işlere imza atan bir kadın. Daha 31 yaşında olduğundan gıda sektöründe gelecek vaat eden yöneticiler arasında gösteriliyor. Kendi deyimiyle, “ezber bozmayı seven” biri olduğundan, sanılanın aksine aile şirketinde yönetici olmak için zor yollardan gitmeyi tercih etmiş. Hatta uluslararası maceralara bile atılmış… Dilara Ünlü ile eşi ve köpekleriyle yaşadığı sakin hayattan, Ar-Ge laboratuvarlarına, buğday tarlalarına uzanan sıra dışı bir gezinti yaptık
GENÇ, GÜZEL, IŞIL IŞIL ÜSTELIK BAŞARILI…
30
Hafta • Sayı: 20
Ben yapı olarak ezber bozmayı seven biriyimdir. Olaylara, süreçlere farklı yönlerden baktığımı hep söyler çevremdekiler. Bunu şirkete girince gerek pazarlama gerekse yönetim şeklimle gösterdim. Örneğin bayramda Pastavilla reklamlarımızda kalabalık sofraların yer aldığı bir bayram mesajı yerine, kadın cinayetlerine dikkat çekmeyi tercih ettim. Bu da sektörde hem iş ortaklarımız hem de müşterilerimizin takdirini topladı.
ŞIDDETE TEPKILER DEĞIŞIMI GETIRECEK Bayramdaki Pastavilla reklamında kadına şiddete dikkat çekiyorsunuz. Feminist olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Feminizm olarak bakmıyorum olaya. Ben kadınların erkeklerden daha iyi lider olduğunu düşünüyorum. Çok yönlü oldukları için, 360 derece düşünebiliyorlar ve bu yönetime de yansıyor. Bu anlamda kadınların iş hayatında daha başarılı olabileceklerini düşünüyorum. Kadına şiddet meselesi ise bir insan hakları ihlali. Ne yazık ki küçükken öğretilen davranışlardan dolayı toplumumuzda böyle bir sorunla 2020’lere geldik. Ancak son dönemdeki tepkiler güçlü. Ben yavaş yavaş bu tablonun değişeceğine inanıyorum. Çünkü her değişim tepki ile başlar.
SÜRREAL TABLOLAR ÇIZIYORUM Pandemi dönemini nasıl geçirdiniz? Ailem Mersin’de. Ben de eşimle, köpeklerimizde karantina sürecini İstanbul’da geçirdim. Uzun yürüyüşler yaptım. Normalde tenis ve fittnes merakım vardır, pandemide yapamadım. Kanada’da resim yapmaya başlamıştım. Pandemide bol bol resim çizdim. Sürreal resimler çizmeyi seviyorum. Mevcut bir varlığın resmini çizmeyi sevmiyorum. Renkler, boyalar bana terapi gibi geliyor. Bir tabloya başladığımda hep altı saat sürüyor ve bitmeden başından kalkamıyorum.
Hafta • Sayı: 20
31
S AĞL IK S O HB E T L E Rİ
Ezber bozmak sadece iş hayatında mı geçerli, normalde de ters köşe çıkışlarınız olur mu?
Aslında sanırım hep bir yanımda vardı. Örneğin ben lisenin ardından çok iyi bir puan alarak Sabancı Üniversitesi’nde eğitimime devam edecektim. Her şey hazırken kaydımı dondurup Meksika’ya gittim. Neden?
Kafamda farklı deneyimler edinmek vardı. O sıralarda Rotary Kulübü gençleri, değişim programlarıyla bir yıllığına yurtdışına yolluyordu. Ben de bu seçmelere katılmıştım. Seçildim ve Meksika’da ailelerle birlikte bir yıl geçirme fırsatı yakaladım. Bunu kaçırmak istemedim. Bu programda farklı ailelerin yanında, sanki onların gerçek çocuğuymuşsunuz gibi yaşıyorsunuz. Onlara anne-baba diyorsunuz. Ailem başta olmak üzere çevremdekiler böyle bir karar aldığım için şok oldu. Meksika’da üç ailem oldu. Hayatımın kırılma noktasıydı ve asla unutamayacağım bir yıl yaşadım. En çok neyde zorlandınız?
Kendimi ifada etmekte çünkü kimse İngilizce konuşmuyordu. Kendinizi İspanyolca ifade etmek zorundasınız ve ben bilmiyordum. İlk annem bu konuda çok katıydı. Kendini anlatmak zorundasın diyordu. Kendi kendime yollar buldum, şarkılar dinledim, bir şekilde İspanyolca’yı öğrendim, hem de üç ay içinde. Bu en küçük detay. Kültürler çok farklı. Sofra adabından tutun da oturuşunuza kadar o farkı görüyorsunuz. Zamanla kabullenmeyi ve sabrı öğreniyorsunuz. Meksika’da sınandığımı düşünüyorum. Geri döndüğünüzde sıkıntı çektiniz mi?
Bence benim en güçlü olduğum yanım adaptasyon gücüm. Meksika’ya da çabuk adapte oldum, döndüğümde Türkiye’ye de. Ama elbette zorlandım. Ryalarımı bile İspanyolca görüyordum. Bir süre döndüğümü kabul etmedim. Yakınlarım “Çok değişmişsin” dediler. Hala birkaç yılda bir Meksika’ya gidip, o ailelerimle birlikte yaşıyorum. Pandemi yüzünden bu yıl gidemedim. “El Yanında çalışmak” kuralını yerine getirirken, neler yaptınız peki?
32
Hafta • Sayı: 20
HAFTADA DÖRT KEZ MAKARNA YERIM
KÜÇÜK ÇIFTLIKLERLE SÖZLEŞMELER YAPIYORUZ
DOST GRUBUNUN GEZGINCISIYIM
Gıda sektöründe bir yönetici olarak mutfakla aranız nasıl? Çok iyi. Ben hem mutfağı hem de toprağı seviyorum. Farklı ülkelerden getirdiğim tohumları, bahçemde yetiştirmeye çalışırım. Toprakla uğraşmayı seviyorum. Diğer yandan annem Giritli. Evimizde ot yemekleri çok yapılır. Ben de otlarla farklı lezzetler denemeye bayılırım. Genellikle bir tarife bağlı kalmaktansa, doğaçlama yemekler yapmayı seviyorum. O nedenle bir yaptığım diğerini tutmaz. Büyük sofralar hazırlamayı severim. En sevdiğim yemek balıktır ama makarnaya da çok düşkünüm. Haftada en az dört kez gündüz makarna yerim. En çok da spagetti severim. Canımın çektiği her şeyi yerim ama tatlı ile çok aram yoktur. Daha 31 yaşında, gıda sektörünün önemli şirketlerinden birini yönetiyorsunuz. Hayaliniz nedir? İnovasyon. Sürekli bunun için çalışıyoruz, buna odaklandık. Amerika ve Türkiye’de Ar-Ge laboratuvarlarımız var. Orada tam zamanlı çalışan bilim insanlarıyla farklı bitkilerden makarnalar üretmeye çalışıyoruz. En son bezelyeden makarna ürettik. Bunu dört yılda geliştirdik ve adını da Veggi Pasta koyduk. Şimdi bakliyat temelli ürünleri piyasaya sunmayı hayal ediyorum. Yeni makarna markaları yaratmak istiyorum. Aslında makarna ve bakliyatın dışına da çıkmak istiyorum. Bir de Türkiye’de yetişen buğday türlerini geliştirmek için projeler yürütüyoruz. Küçük çiftliklerle sözleşmeler yapıyoruz. Bu alanda fark yaratmayı hayal ediyorum. İş hayatı yoğun, dostluklara zaman ayırabiliyor musunuz? Evet elbette. Arkadaşlarımla geçirdiğim zaman benim için çok kıymetlidir. Büyük keyif alırım ve zaman yaratırım. Makara yapmayı severim, iyi bir dinleyici olduğumu söylerler. Bir de eğer bir yerlere seyahat planı yapılıyorsa, “Ben varım” diyen ilk ben olurum. Grubun gezginiyim.
S AĞL IK S O HB E T L E Rİ
Üniversiteyi bitirince Kanada’ya gittim. Ailemden uzakta, yalnız başıma bir şeyler başarmak istiyordum. Kanada’da bir gemi acentasında işe girdim. Büyük miktarlarda malların dünyanın bir yerinden diğer yerine nasıl gittiğini merak ediyordum. Bunu öğrenmek, anlamak istedim. Burada bir süre çalıştıktan sonra Kanada’nın büyük gıda dağıtım şirketlerinden birinde satış bölümüne girdim. Sipariş alıyor, sisteme giriyordum. Daha 23 yaşındaydım, sıkı bir satışçı olduğumu görünce patronum beni ekip lideri yaptı. Birkaç ay sonra da satış müdürü oldum. 750 kalem gıda ürününün piyasaya sürülmesinden sorumluydum. Clic adında büyük bir şirketti. Orada Turkish Stars adında proje başlattım. Kanada’da çok sayıda Türk var ve insanlar farklı ülkelerin ürünlerine yatkındırlar. Bu proje çok başarılı oldu. Türk gıda ürünlerine ilgi büyüktü. Bu iş aile şirketimize de yeni bir kapı araladı ve biz Durum Gıda olarak Clic’i satın aldık. Şirketin adı da AGT Clic oldu. Çok havalıymış, çalıştığınız şirketi satın almış oldunuz bir anlamda…
Bizim zaten uzak coğrafyalara yönelik yatırım hedeflerimiz vardı. Kanada’ya ürün satmak zor bir şey. Uzun bir prosedürü var. Hazır bir dağıtım ağını satın alarak pazara girmek daha kolay olur diye düşündük. Teklif sunuldu, Kanada tarafı da sıcak baktı. Mesai arkadaşlarınızdan ne gibi tepkiler aldınız?
Elbette çok şaşırdılar. Bir an bana güvenleri kaybolur gibi oldu. Satın almadan sonra ben şirkette direktör oldum. Zamanla yeniden güvenlerini kazandım. Kanada’da 5-6 yıl kadar çalıştım. Sizce Türkiye’ye döndükten sonra şirkete en büyük katkınız ne oldu?
Ben Kanada’da sahanın bir şirket için ne kadar önemli olduğunu gördüm. Sahayı bilmeden ofisi yönetemeyeceğinizi anladım. Bunu şirkette hayata geçirdim. “Her departman belli aralıklarla sahayı gezecek” dedim. Bu da departmanlar arasındaki iletişimi sağladı, herkes birbirini anladı. Çünkü siz ofiste ne kadar iyi bir stratejik plan yaparsanız yapın, sahanın tümü buna inanmadığı sürece başarılı olamaz. Hafta • Sayı: 20
33
S AĞL IK
Ketonların aşkına! MODA DIYETLERIN YENI SÜPERSTARI KETOJENIK DIYETI MASAYA YATIRDIK… NEDIR? NASIL YAPILIR? KIMLER YAPMALI YA DA KIMLER IÇIN TEHLIKELI? BU YAZIYI OKUMADAN KETONLARA GÖNÜL VERMEYIN! YA Z I YA S E M İ N S A L İ H
34
Hafta • Sayı: 20
Pandemide bir rahatladık önce… Yaz yıldızlar kadar uzak geldi; ince, fit giysiler ise Armani’nin yeni mankeni kadar oturmadı aklımıza… Ekmekler yaptık mayalı mayalı, börekler açtık nişastalı… Sonra tünelin ucundaki ışık giderek uzaklaştı, pandeminin o kadar da kısa sürmeyeceği fikri düştü aklımıza ve işte o soru büyüdükçe büyüdü zihinlerimizde: Nereye kadar? Yanıtlayamasak da kendimize getirdi bu soru bizi… Önce yavaştan evde spor yapmaya başladık. Ekmekler devam etti ama börekler olmasa da olurdu artık. Derken yaz geldi; deniz bizi çağırdı, şezlonglar havlularımıza yer açtı, buyur etti bizi… İşte o zaman “Eyyy diyet” dedik. “Biz ettik sen etme, al bizi yeniden o kutsal sunağına…” Diyet dünyasının da trendleri var. Ketojenik diyet bu trendin yıldızlarından… İşte bu hafta pandemi psikolojisiyle her diyete kucak açmak doğru mu, ketojenik diyet o doğrular arasında mı sorularını uzmanlara yönelttik…
S AĞL IK
Hafta • Sayı: 20
35
S AĞL IK
DR. ÖZLEM DUMANLIOĞLU
ENERJI KAYNAĞI KETONLAR
36
Hafta • Sayı: 20
Nasıl çalışır?
Koç Üniversitesi Hastanesi’nden Dr. Özlem Dumanlıoğlu, Ketojenik diyeti şöyle anlatıyor: Ketojenik diyet (KD), enerji kaynağı olarak karbonhidrat yerine yağ kullanılmasını sağlayan yeterli protein içeriğine sahip, yüksek yağlı, düşük karbonhidratlı bir diyettir. Karbonhidrat alımındaki azalma, vücudun keton cisimleri üretmesini ve “ketozis” olarak bilinen bir metabolik duruma girmesini sağlar. Ketonlar -kimyasal olarak keton cisimcikleri olarak bilinir- yağ asitlerinin parçalanması sonucunda oluşan yan ürünlerdir.
Diyet sırasında vücut enerjisini nereden alır?
Ketojenik diyet uygularken, beynimiz ve diğer organlarımız enerji kaynağı olarak ketonları kullanır. Diyet esnasında ketozis durumunu kontrol etmek için nefes ölçerler kullanılabilir veya kan ve idrarda keton testleri yapılabilir. Karbonhidrata hiç mi yer yok?
Klinik uygulamalarda çeşitli ketojenit diyet formları kullanılıyor. Bu diyette İzin verilen karbonhidrat miktarı günlük 20 ila 50 gram arasında değişiyor. Bu oran kişinin metabolik hastalıklarına, kilo verme hedeflerine, planlanan KD oranına göre değiş-
kenlik gösteriyor. Kabızlık şikayetlerini önlemek için liften yana zengin, düşük karbonhidratlı sebzeler tercih edilmeli; yeterli su tüketimi ile birlikte uygun lif takviyeleri alınmalıdır.
Ketojenik öğünde neler bulunur?
Sebzeler: Ketojenik bir öğünün içeriğinde; yeşil yapraklı sebzeler, düşük glisemik indeksli meyveler kullanılır. Alınan kalorilerin yaklaşık yüzde 5-10’unu bu karbonhidrat kaynakları oluşturur. Kabronhidrat hesaplaması dahilinde olmayan lif mutlaka toplam karbonhidrattan çıkarılmalıdır. Protein: Omega-3 bakımından zengin balık eti ve diğer hayvansal protein kaynakları ketojenik diyette, total
DIYETISYEN BERCIS GÜNER
BU ÖNLEMLERI ALMADAN BAŞLAMAYIN! AMERIKAN HASTANESI FONKSIYONEL TIP BÖLÜMÜ’NDEN DIYETISYEN BERCIS GÜNER ISE KETOJENIK DIYETLE ILGILI UYULMASI GEREKEN SAĞLIK KURALLARI OLDUĞUNA DIKKAT ÇEKIYOR. İŞTE GÜNER’IN DIKKAT ÇEKTIĞI BAŞLIKLAR…
Ketojenik diyete başlamadan hangi önlemler alınmalı?
kalorinin yüzde 20-25’ini; avokado gibi sağlıklı yağ kaynakları, hindistan cevizi gibi orta zincirli yağ asitleri, yağlı tohumlar ise yüzde 70’ini meydana getirir. Bu makrobesin dağılımı kişinin metabolik durumuna ve uygulanması gereken oranlara göre değişiklik gösterebilir. Takviye gerekir mi?
Evet, olabilir. Ketojenik diyetteyken önemli noktalardan biri olan elektrolit dengesizliğinin önüne geçmek için ihtiyaç duyulan oranda sodyum, magnezyum ve potasyumun alınması gerekiyor. Bunun için gerekiyorsa, doktorun onayıyla multivitamin takviyesi kullanılabilir.
HANGI YIYECEKLERE YER YOK? • Şekerli içecekler • Tahıllar, nişasta grubu, pirinç, makarna, buğday bazlı ürünler vb. • Çoğu meyve (sınırlı sayıda tüketilen glisemik indeksi düşük olanlar haricinde) • Smoothie, dondurma, şekerleme, işlenmiş şeker içeren gıdalar • Kök sebzeler patates, havuç, yer elması vb. • Trans yağlar • Şekerli alkollü içecekler
Tüm diyet planlamaları kişiye özel olduğundan, öncesinde muhakkak bazı laboratuvar sonuçlarını gözden geçirmek gerekiyor. Ketojenik diyet de uzun dönemde böbrek ve karaciğer yükünü artırabileceğinden bu ölçümlerin yapılması sağlık açısından çok önemli. Kimler bu diyeti yapmamalı?
Diyabet hastaları, hipoglisemik bireyler, tansiyon hastaları, kalpdamar rahatsızlıklarına sahip olanlar veya adölesanlar, emziren anneler ve gebelerde ketojenik diyet önermiyoruz. Bu gruba dahil olan ve kilo kaybı amaçlı ketojenik diyeti bir süre uygulayacak kişilere bir sağlık profesyonelinden destek almaları uyarısında bulunuyoruz. Ketojenik diyete hangi durumlarda ara verilmeli?
Diyete başladıktan 48-78 saat
sonra genelde ketozise girilir. Ketoziste olup olmadığınız en doğru olarak üre, kan ya da nefes testiyle anlaşılır. Ancak test olmadan da ağız kuruluğu ve su içme ihtiyacında artış, tuvalet ihtiyacında artış, tokluk ve acıkma hissinin kaybolması gibi durumlar bize ketozisi düşündürebilir. Keto-f lu denilen baş ağrısı ve dönmesi, yorgunluk, mide bulantısı, gerginlik ketojenik diyet uygulayan kişilerde şimdiye kadar en sık görülen yan etkilerdir. Ancak bir süre sonra bu semptomların geçtiğini belirtmek gerek. Bu semptomların şiddeti ve kişinin gündelik hayatını nasıl etkilediğine bağlı olarak ketojenik diyete ara verilebilir. Uzun dönem etkileriyle ilgili henüz yeterli çalışma olmamasından dolayı, ketojenik diyetin yaşam şekli haline getirilmesi konusunda temkinli olmakta fayda olduğunu söylemeliyiz. Hafta • Sayı: 20
37
SPOR
3 milyon liraya dört nala GÖZLER TÜRK AT YARIŞÇILIĞININ DERBISI OLAN GAZI KOŞUSU’NA ÇEVRILDI. ŞU AN ÜLKEMIZDE DEVAM EDEN TEK SPOR ORGANIZASYONU OLAN AT YARIŞLARININ DERBISI OLAN GAZI KOŞUSU, PAZAR GÜNÜ VELIEFENDI HIPODROMU’NDA YAPILACAK. 94. KEZ KOŞULACAK DEV YARIŞ ÖNCESI HAZIRLIKLAR TAMAMLANDI, 3 YAŞLI 15 İNGILIZ SAFKANI GAZI KOŞUSU KAYDINI YAPTI. PANDEMI SÜRECI NEDENIYLE GAZI KOŞUSU, BU YIL ILK KEZ SEYIRCISIZ OLARAK YAPILACAK..
CE YHUN KUBURLU
38
Hafta • Sayı: 20
SPOR
Ü L K E M I Z I N K U R U C U S U Mustafa Kemal Atatürk’ün onuruna 1927 yılından beri düzenlenen G1 Gazi Koşusu’nun 94.’sü, bu yıl Zafer Bayramı’nı da kutlayacağımız 30 Ağustos Pazar günü saat 17.15’te gerçekleştirilecek. 3 yaşlı safkan İngiliz taylarının yarış hayatları boyunca yalnızca bir kez katılma şansını yakaladığı Türk atçılığının en önemli koşusu, İstanbul Veliefendi Hipodromu’nun çim pistinde 2400 metre mesafe üzerinden koşulacak. Yarışı kazanan atın sahibi bu yıl ilk defa 3 milyon liraya yakın bir ödülün de sahibi olacak.
İLK 5’E ÖDÜL VAR
Yarışçılığımızın derbisi niteliğindeki bu yarışın 2020 yılındaki birincilik ikramiyesi 1.750.000 TL olarak belirlenirken, ikinciye 700.000 TL, üçüncüye 350.000 TL, dördüncüye 175.000 TL ve beşinciye 87.500 TL ikramiye verilecek.
Yılın en önemli koşusunu kazanacak tayın sahibi; birincilik ikramiyesi, kayıt tutarları, taksit ücretleri ve at sahibi primi olmak üzere 2.455.250 TL ikramiye kazanacak. Koşuyu kazanan safkanın sahibi aynı zamanda yetiştiricisi ise, 503.125 TL’lik yetiştiricilik primi ile toplamda 2.958.375 TL’nin sahibi olacak. TARİHİ BİR YARIŞ
Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’daki at yarışlarını kendi himayesinde yaptıran Mustafa Kemal Atatürk, 1927’de emir vererek Gazi Koşusu’nun düzenlenmesini istedi. At yarışlarının modern toplumlar için sosyal bir ihtiyaç olduğunu vurgulayan Atatürk, fırsat buldukça yarışları hipodromda takip ediyordu. Ali Muhiddin Hacıbekir’in sahibi olduğu “Neriman”ın 1927 yılında kazandığı ilk Gazi Koşusu’nu da Atatürk ile İsmet İnönü birlikte izledi.
Gazi Koşusu ilk kez 10 Haziran 1927’de 2 bin metre mesafede düzenlenirken, birincilik ikramiyesi de 2 bin lira olarak belirlendi. İlk Gazi Koşusu’nu Ali Muhiddin Hacıbekir’in sahibi olduğu “Neriman” adlı safkan, jokeyi İhsan Atçı ile ilk sırada bitirdi. İlerleyen yıllarda bu önemli koşuyu Cumhurbaşkanları İsmet İnönü “Olgo”, Celal Bayar ise “Cap Gris Nez” isimli safkanlarıyla kazandı. İstanbul’da ilk kez 1968’de düzenlenen Gazi Koşusu’nda ise birinciliği Burhan Karamehmet’in “Asuvan” adlı safkanı elde etti. Türk yarışçılığının en büyük klasiği Gazi Koşusu’nun armağanı olan Atatürk’ün at üzerindeki som gümüşten heykeli, 1970 yılından beri Gazi Koşusu galiplerine verilmeye başlandı. Ünlü heykeltıraş Doç. Dr. Şadi Çalık’ın eseri olan bu heykeli ilk kez “Sadettin” adlı safkanın sahibi Sadun Atığ aldı.
REKOR AHMET ÇELİK’TE Jokey Ahmet Çelik, 5 kez Gazi Koşusu’nu üst üste en çok kazanan jokey rekorunu elinde bulunduruyor. 89. Gazi Koşusu’nu “Renk”, 90. Gazi Koşusu’nu “Graystorm” ve 91. Gazi Koşusu’nu “Piano Sonata” adlı safkanlarla kazanan Çelik, 92. Gazi Koşusu’nu “Hep Beraber” adlı atla kazanarak bu yarışı üst üste kazanma rekoru kırdı. Tecrübeli jokey, 93. Gazi Koşusu’nda Melis Kurtel Emin’in sahibi olduğu “The Last Romance” isimli safkanla yarıştı ve yine kazandı. Ahmet Çelik, daha önce bu rekoru 1971, 1972 ve 1973’te üç yıl arka arkaya Gazi Koşusu’nu kazanan efsane jokey Ekrem Kurt ile paylaşıyordu.
İŞTE KAYIT YAPTIRAN SAFKANLAR Sonucu merakla beklenen koşuya bu yıl 15 safkan kayıt yaptırdı. Bu isimlerin 14’ünü erkek taylar oluştururken, yalnızca 1 dişi tay bu listede yer aldı. 2020 yılı Gazi Koşusu’na kayıt yaptıran safkanlar şöyle: • • • • • • • •
EN İYİSİ BOLD PILOT OLDU G A Z I K O Ş U S U ’ N D A E N I Y I D E R E C E , “Bold Pilot” isimli safkanda bu-
lunuyor. 1996 yılında Özdemir Atman’ın sahibi olduğu “Bold Pilot” Halis Karataş yönetiminde 2.26.22’lik derece yaptı ve Gazi Koşusu’nun 92 yıllık geçmişinin en hızlı safkanı oldu.
CALL TO VICTORY COACH ÇAKALINOĞLU DEMBE FULL THROTTLE KING MAN GO KINGSMAN LORD OF GAME
• POWERMAN • PREMIUM MOVER • SOZOPOL • UPPER CUT • VERNAZZA • ZABUN • PRIOR
DİĞER YARIŞLAR DA NEFESLERİ KESECEK Gazi heyecanının yaşanacağı 30 Ağustos Pazar günü Veliefendi Hipodromu’nda koşulacak diğer önemli yarışlar ise şunlar olacak; • Anafartalar Koşusu (G1) • Nene Hatun Koşusu (G2/Dişi) • I. İnönü Koşusu (G3/Dişi) • II. İnönü Koşusu (G3/Erkek)
Hafta • Sayı: 20
39
NASIL BİR EKONOMİ
YÖNETIM KURULU BAŞKANI HAKAN GÜLDAĞ GENEL KOORDINATÖR VAHAP MUNYAR GENEL YAYIN KOORDINATÖRÜ TALIP AKTAŞ GENEL YAYIN YÖNETMENI ÖMER TÜRKDÖNMEZ KOORDINATÖR DIDEM ERYAR ÜNLÜ SORUMLU YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ
MEDYA HABER BASIN A.Ş
HANDAN SEMA CEYLAN
HAFTA YAYIN YÖNETMENI ASLI BARIŞ GÖRSEL YÖNETMEN MURAT KASPAR
FARUK ŞÜYÜN, YASEMIN SALIH, DİDEM ERYAR ÜNLÜ, SELENAY YAĞCI BAŞAK DİZER TATLITUĞ, MAYA PORTAKAL BİTARGİL, İPEK YEZDANİ, CEYHUN KUBURLU AHMET CAN, SELIN BOZKURT, SIRMA, BEGÜM SARUHAN YAZI KURULU
KATKIDA BULUNANLAR
ADRES: Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No:22 Kavacık 34805 Beykoz/İstanbul
İlmik ilmik moda TÜRK MODA ENDÜSTRISININ ÇIKARDIĞI BAŞARILI MARKALARDAN WHY NOT, IÇIMIZDEKI GIZLI GÜCÜ HATIRLAMANIZI SAĞLAYACAK BIR KOLEKSIYON SUNDU: İSMI “RUHU 18.” mücevher sektöründe yer alan Özusta ailesinin ikinci nesil temsilcisi Erhan Özusta’nın tasarım ve kreatif direktörlüğünde oluşturulan markanın, Paris’te tanıtılan koleksiyonun ilhamını antik bir inanıştan alıyor. Yaşamı boyunca insanı daima genç tutan duygulara gönderme yapan RUHU 18 koleksiyonunda, yaşam tarzını yansıtan semboller kullanılıyor. Nasıl mı? Özusta şöyle anlatıyor: 78 YILDIR
“Eskiden insanlar unutmamaları gereken şeyler için parmaklarına ip bağlarmış. Birer hatırlatıcı olan bu ipler unutulmaması gerekeni akılda kılarmış. RUHU18 koleksiyonunda kullanılan ip ve zincir detayları da içinizde yer alan bağımsız gücü, daima renkli ve genç tutan gerçek sizi hatırlatacak. Bu güç, bazen cesaret, bazen aşk, bazen inanç ve daima genç kalmanızı sağlayan güç olacak.”