TAŞ MİMARLIK VE İÇ MEKAN TASARIMI STONE ARCHITECTURE AND INTERIORS
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 / 10 TL
MERMER TASARIM DESIGN WITH MARBLE
MILAN: THUS SPOKE THE MARBLE ATHENS: MARBLE MURAL PARIS:MARBRE POIDS PLUME
BODRUM: AMANRUYA, CNNT_ KY GRANADA: NAZARi DUVARI PORTFOLIO: WANG SHU
BAŞLARKEN / EDITOR’S NOTE Natura Yayın Kurulu Başkanı Chairman of Editorial Committe İstanbul Maden İhracatçıları Birliği adına Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Özer Istanbul Mineral and Metals Exporters Association, CEO Mehmet Özer
GÖKHAN KARAKUŞ
Uygarlığın başlangıcından beri estetik ve yapısal özelliklerinden dolayı tercih edilen mermerin en önemli kaynaklarından biri Anadolu. Bu geçmiş Hitit, Likya ve Frikya medeniyetlerine kadar uzanıyor. Anadolu bugün de Marmara, Afyon, Burdur, Bursa ve pek çok başka bölgesinde, uluslararası tasarım ve mimariye kaynak teşkil eden farklı mermer çeşitlerini üretiyor. Natura’nın bu sayısında Türkiye mermerlerinin kullanıldığı yeni tasarımlara odaklanıyoruz. İMİB, Anadolu mermerinin kullanıldığı uluslararası tasarımların yer aldığı ‘Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You’ (Ve Mermer Dedi Ki: Yol Seni Değiştirir) sergisini düzenliyor. Milano’da 2012 Salone di Mobile haftasında Zona Tortona’da düzenlenen sergi, uluslararası tasarımcıların Türkiye’den çeşitli mermerlerle yarattıkları özgün tasarımlara yer veriyor. Türk mermerlerinin kullanıldığı bir başka tasarım da Atina’dan. ‘Marble Mural’ iki boyutlu dijital sanat teknikleri ve kolaj estetiğiyle klasik mermer heykel yaklaşımını çok farklı bir noktaya ulaştırıyor. Paris’teki Ymer + Malta galerinin ‘Marbre Poids Plume’ sergisi teknoloji, tasarım ve el işçiliğiyle nasıl ince, hafif ve pratik mermer tasarımları yapılabildiğini ortaya koyuyor. Son iki yılda Natura’da Avrasya bölgesinden taş mimariye odaklandık. Bu sayıda da Asor adalarından Pekin’e uzanan projelere yer veriyoruz. 2012 Pritzker ödülünün Wang Shu’ya verilmesi mimaride önemli bir kilometre taşı. Wang Shu taş, tuğla ve kil gibi malzemeleri mimaride çağdaş ama geleneğe saygılı bir şekilde uyguluyor. Pritzker’in Wang Shu’ya verilmesi taşın da önemli yer tuttuğu yerel malzeme ve yapı tekniklerinin modern mimaride geliştirilerek kullanılmasına verilen önemin artışına işaret ediyor. Bu sayıda Wang Shu’nun çok geniş doğal taş kaplama yüzeylerle etkileyici sonuçlar aldığı projelerine yer veriyoruz. Portekiz’n Asor adalarında Aires Mateus, Bodrum’da Gökhan Avcıoğlu, İzmir, Urla’da Serhat Akbay, İspanya Granada’da Antonio Jimenez Torrecillas, Hırvatistan Dubrovnik’te Ivanisin & Kabashi Arhitekti ve Bodrum’da Emine Öğün ve Mehmet Öğün’ün projeleri ise modern Akdeniz mimarisinde mermer ve taşın yepyeni bir ekolojik bilinçle kullanımını ortaya koyuyor. Bütün bu projeler de Natura ve İMİB olarak önceliğimizi oluşturan yaşamı güzelleştiren ve doğaya saygılı bir mimaride doğal taş kullanımına taze bir nefes getiriyor. 4 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Marble has been used as a building material for its aesthetic and structural properties since the dawn of civilization. Anatolia has always been the source of marble dating back to ancient cultures such as the Hittite, Lycian and Phyrgian. Today Anatolia is still the source of important marbles. Marmara, Afyon, Burdur, Bursa and many other areas in Turkey are a rich source of marbles of different kinds used in design and architecture globally. This issue of Natura focuses on new design using marble from Turkey. The sponsor’s of Natura, The Turkish Stone Exporters’ Association, have undertaken an exhibition on design with marble from Turkey entitled, Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You. This exhibition taking place in Milan at Zona Tortona during the week of 2012 Salone di Mobile features designers from around the world who have created unique spaces. Another exhibition to show marbles from Turkey is the Marble Mural by Point Supreme Architects. The Marble Mural draws attention to techniques of two-dimensional digital art and a collage aesthetic with the classical sculptural technique of marble treatment. Marbre Poids Plume, an exhibition from the Ymer + Malta gallery in Paris throws light on how technology, design and handcraft can be combined to make marble products that are thin, light and practical. Marble’s unique natural and aesthetic qualities, which have been a strategic focus of the Turkish Stone Exporters’ Association activities, are highlighted in all of these exhibitions. Architecture in stone from the Eurasian region has been the focus of Natura in the past two years. In this issue we feature works from the Azores to Beijing. The awarding of the prestigious 2012 Pritzker Prize to Chinese architect Wang Shu is an important moment in architecture. Wang Shu applies materials such as stone, brick and clay to architecture that is thoroughly modern but respectful of tradition. The awarding of the Pritzker to Wang Shu shows the increasing interest in advancing local materials and methods of building in modern architecture of which stone is an important component. We feature the projects of Wang Shu that highlight the large-scale use of natural stone surfaces and cladding. Modern Mediterranean architecture is also again featured in this issue of Natura with major projects by Aires Mateus in the Azores, Portugal, Gökhan Avcıoğlu in Bodrum, Turkey, Serhat Akbay in İzmir, Turkey, Antonio Jimenez Torrecillas in Granada, Spain, Ivanisin & Kabashi Arhitekti in Dubrovnik, Croatia and Emine Öğün/Mehmet Öğün in Bodrum, Turkey. All of these projects show the use of marble and stone in a new kind of ecologically minded Mediterranean design. All of these projects breathe new life into the use of stone in architecture that improves living and is respectful of nature, a strategic priority of the editorial team here at Natura and the Turkish Stone Exporters’ Association.
Yayın Kurulu Editorial Commitee Mehmet Özer, Ahmet Keleş, Hasan Can Çoker, Erdoğan Akbulak, Erol Efendioğlu, Arslan Osman Erdinç, Candan Özlütürk, Ertuğrul Doğuç Coşkun Kırlıoğlu, Fatih Özer, Nergis Büyükkınacı, Engin Yalçın, Kadir Ceryan Genel Koordinatör General Director Coşkun Kırlıoğlu Yayın Direktörü Editorial Director Gökhan Karakuş Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Editor in Chief Özlem Alkan K. ozlem@emedya.net Art Direktör / Art Director Özgür Çakır Editör / Editor Gözde Kavalcı Yönetim / Management Emedya İletişim Sanayi ve Ticaret Ltd. Abdülhakmolla Sokak 19 Arnavutköy İstanbul 34345 /TURKEY Tel: (212) 359 82 88 info@emedya.net Renk Ayrımı / Color Separation Studio Tel : (0212) 283 90 12 Baskı, Cilt / Printing Stil Matbaacılık İbrahimkaraoğlanoğlu Cad. Yayıncılar Sok. No:5 Seyrantepe / İstanbul Tel: (0212) 281 92 11 www.stil.com.tr Yayın Türü / Publication Type Yerel - Süreli / Local - Periodical Nisan 2012 - April 2012
MEHMET ÖZER / İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Istanbul Mineral Exporters’ Association Chairman of the Board of Directors
Değerli Okurlar, Prestijli projelerin değerine değer katan Türk doğal taşlarının bilinirliğinin hızla artması ve yabancı mimar ve tasarımcılar için vazgeçilmez bir marka olması sektörümüzün en büyük hedefi… Bu hedefe ulaşmak elbette kolay değil. Uzun zaman ve büyük emek gerektiriyor. Biz de İstanbul Maden İhracatçıları Birliği olarak, her zaman, her koşulda doğal taşlarımızın hak ettiği yerlere ulaşması için çalışıyoruz. Birliğimiz, Ege Maden İhracatçıları Birliği işbirliğinde Nisan ayında çok önemli bir etkinliğe imza atmaya hazırlanıyor. 17-22 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You” (Ve mermer dedi ki: Yol seni değiştirir)adlı sergimizle, dünyanın en prestijli tasarım etkinliği olan Milano Tasarım Haftası’nda, Anadolu mermerinin gücünü arkamıza alarak deyim yerindeyse gövde gösterisi yapacağız. Sergide, 6 farklı ülkeden dünyaca ünlü 9 tasarımcının Anadolu mermerleri ile yaptıkları tasarımlar ziyaretçilerle buluşacak. Nisan ayı içindeki bir diğer etkinliğimiz ise Amerika’da 17-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen olan Coverings International Tile, Stone&Floorings Fuarı… Dünyanın en büyük doğal taş pazarlarından biri olan Amerika’nın en büyük fuarına 17 Türk firmasının milli katılımını organize ediyoruz. İMİB olarak elbette Türk doğal taşlarının ihracatının artmasını hedefliyoruz. Ancak bir taraftan da Türk doğal taşlarının bilinirliğinin artması ve tasarımcılar tarafından daha çok tercih edilir olması için uğraş veriyoruz. Zaten bunu sağladığımız noktada hem ülkemizin imajına katkı sağlamış oluyor hem de sektörümüzü büyütüyor, yeni istihdam imkânları oluşturuyor ve Türkiye ekonomisine katkı sağlıyoruz. Tüm bunları yaparken ülkemiz sınırları içindeki eğitim ve bilinçlendirme faaliyetlerini de unutmuyoruz elbette. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve İstanbul Kalkınma Ajansı işbirliğiyle yürüttüğümüz “Yaratıcı Endüstrilerde Farklı Vizyonlar” projesi kapsamında, -30 Mart tarihleri arasında MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda “Doğal Yaşam – Doğal Taş” konulu bir sempozyum düzenledik. Sempozyuma; öğrenciler, sektör temsilcileri ve akademisyenlerden 300’e yakın katılım oldu. “Yaratıcı Endüstrilerde Farklı Vizyonlar” projemizin en önemli aşamalarından biri de “Doğal Taş Kullanımında Ezberleri Bozmak”isimli ım yarışmamız… Yarışmamıza katılmak isteyen öğrenci arkadaşlarımızın 11 Mayıs’a kadar eserlerini teslim etmeleri gerekiyor. Bu yarışma kapsamında genç tasarımcılardan; alışveriş merkezleri, havaalanları, dış cephe kaplama, banyo ve bahçe peyzajı gibi alanlarda günlük yaşamda kullanılabilecek, üretilebilir, özgün tasarımlar ve ürünleri doğal taşla tasarlamalarını istedik. 8 Haziran’da çekleştireceğimiz ödül töreninde kazananları açıklayıp ödüllerini takdim edeceğiz. İMİB olarak hedeflerimiz doğrultusunda hayata geçirdiğimiz tüm projelerimizle ilgili yeni gelişmeler ve güzel haberlerle yine karşınızda olacağız. Gelecek sayımızda görüşmek üzere… 6 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Dear Readers, One of the most important goals of our sector is increase the awareness of Turkish stones which add significant value to architecture and design to become the choice of international architects and designers. This is not an easy goal of course. It requires time and considerable effort. We at the Turkish Stone Exporters’ Association have always and in all contexts tried to ensure that Turkish natural stones reach the status they deserve globally. In April our Association in cooperation with the Aegean Mineral Exporters’ Union is organizing a very important event. From April 17 to 22nd, building on the strength of Anatolia marble we will proudly be presenting an exhibition entitled, “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You” at the world’s most prestigious design event, Milano design week at the Zona Tortona. At this exhibition, visitors will have the opportunity to see the designs in marble of 9 designers from 6 countries. Also in April our other exhibition from the 17th to 20th will be at the Coverings International Tile, Stone & Floorings fair in the U.S.A. We are organizing the national participation of 17 Turkish firms in this the largest stone fair in the biggest market for natural stone. As the Turkish Stone Exporters’ Association our goal is of course to increase the exports of natural stone from Turkey. At the same time we are endeavoring to increase the awareness of Turkish natural stone to make it the choice of designers. When we achieve these goals, we are simultaneously helping to improve the international awareness of Turkey, increase the size of our sector, create new employment opportunities and contribute to Turkey’s economy. While pursuing all of these activities we have not forgotten efforts in education and public awareness in Turkey. We organized a symposium entitled “Creative Industries, New Visions” in cooperation with the Mimar Sinan Fine Arts University, Istanbul and the Istanbul Development Agency, that took place on March 30th, 2012, in the Sedad Hakkı Eldem Auditorium at the University. 300 students, sector representatives and academicians attended this noteworthy symposium. One of the important phases of our “Creative Industries, New Visions” project is our “Breaking Convention in the Use of Natural Stone” design competition. Students wishing to participate in the competition have until the 11th of May to submit their works. In the framework of this competition we are calling for young designers to create practical, easily produced, original designs and products in natural stone that can be used in daily life for shopping centers, airports, exterior cladding, bathrooms and outdoor areas. On the 8th of June we will present the winners of this competition. As always we will strive to inform you of all the projects we are realizing and new developments in line with the goals of the Turkish Stone Exporters’ Association.
MART - NİSAN 2012 / MARCH - APRIL 2012
İÇİNDEKİLER 12 8
32
10 Haber: İstanbul Tasarım Bienali 12 Dosya: ‘Ve mermer dedi ki: Yol seni değiştirir.’ 24 Sergi: CHANGE: Orta Doğu’da mimari ve mühendislik 30 Proje: Point Supreme’in mermer duvarı 36 Tasarım: Paris’te ‘Tüy kadar hafif mermer’
PROJELER: 42 Bodrum: CNNT_KY 50 Bodrum: Amanruya Tatil Köyü 58 Granada: Nazari Duvarı 68 Lagoa das Furnas: Araştırma Merkezi 76 İzmir: Taş Ev 86 Dubrovnik: Inside_Outside 96 Portfolyo: Wang Shu 114 Etkinlik takvimi
8 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
CONTENTS 42
68 58
10 News: Istanbul Design Biennial 12 Report: ‘Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You’ 24 Exhibition: CHANGE: Architecture and engineering in the Middle East 3O Project: ‘Marble Mural’ of Point Supreme Architects 34 Design: ‘Marbre Poids Plume’ exhibition in Paris PROJECTS: 42 Bodrum: CNNT_KY 50 Bodrum: Amanruya Resort 58 Granada: Nazari Wall 68 Lagoa das Furnas: Monitoring and Investigation Center 76 Izmir: Stone House 86 Dubrovnik: Inside_Outside 96 Portfolio: Wang Shu 114 Events calendar
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 9
Haber/News
Murat Germen
İstanbul’un ilk tasarım bienaline geri sayım başladı İstanbul Tasarım Bienali 13 Ekim-12 Aralık 2012 tarihlerinde Joseph Grima ve Emre Arolat küratörlüğünde gerçekleşecek. Istanbul’s first design Biennial The Istanbul Design Biennial, organised by the Istanbul Foundation for Culture and Arts (İKSV) will be held BETWEEN October 13 - December 12.
İstanbul Tasarım Bienali, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından Emre Arolat ve Joseph Grima küratörlüğünde 13 Ekim–12 Aralık 2012 tarihleri arasında, gerçekleştiriliyor. İstanbul’un ilk tasarım bienali Londra Tasarım Müzesi Direktörü ve aynı zamanda İstanbul Tasarım Bienali Danışma Kurulu Üyesi olan Deyan Sudjic’in önerisi ile belirlenen “Kusurluluk” teması altında düzenleniyor. İstanbul Tasarım Bienali sergileri, kentsel tasarım, mimarlık, endüstri ürünleri tasarımı, grafik tasarım, moda tasarımı, yeni medya tasarımı gibi başlıca alanlar ve ilgili tüm yaratıcı ürün ve projeleri kapsayacak. Emre Arolat’ın sergisi “Musibet”, Joseph Grima’nın sergisi ise “Adhokrasi” başlıklarını taşıyacak. Bienal sergileri, İstanbul Modern ve Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda yer alırken, etkinlikler şehrin farklı noktalarına yayılacak. Emre Arolat’In İstanbul Modern’deki sergisinde günümüz İstanbul’unun kentsel ve mimari tasarımınısorgulayacak. Kentsel dönüşüm ve toplu konut projelerini ve bunların yarattığı sosyal gerilimi dünyadaki diğer benzerleri ile karşılaştırarak ortaya koyacak. Serginin diğer ayağında ise İstanbul’u merkezine alan coğrafi ölçekte yerel ve global fikirlerle yeni teknolojiler, mimeri ve moda tasarımı arasındaki parallelikler gibi konular mercek altına alınıyor. 10 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
The Istanbul Design Biennial adopted the theme “Imperfection” at the suggestion of Mr. Deyan Sudjic, the Director of the Design Museum in London, will be held between 13 October and 12 December 2012. The exhibitions curated by Emre Arolat and Joseph Grima will explore a wide range of fields from urbanism to architecture, industrial, graphic, fashion, and new media design, and all relevant creative products and projects. The Biennial exhibitions will be at Istanbul Modern and Galata Greek Primary School while the events will be held at various venues in the city. The curators of the Istanbul Design Biennial, Emre Arolat and Joseph Grima, will present two independent approaches by interpreting the Biennial theme “Imperfection” separately. The exhibition organised under the curatorship of Emre Arolat “Musibet: the Aestheticization of Context and Anti-Context in Design along the Axis of the Grand Transformation” will take place at Istanbul Modern. Arolat aims to construct the curatorial framework of his exhibition by questioning
Refİk Anadol
Bienal sergileri İstanbul Modern ve Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda yer alırken, etkinlikler şehrin farklı noktalarına yayılacak. The biennial exhibitions will be at Istanbul Modern and Galata Greek Primary School while the events will be held at various venues in the city.
Joseph Grima’nın ‘Adhokrasi’ kavramı ise bürokrasinin karşı kutbu. Bienali bir sergi platformu olmaktan çok bir laboratuar olarak gören Grima sergisini tasarım dünyasındaki devrim niteliği taşıyan değişiklikleri gösteren bir sahneye dönüştürecek. Grima’nın sergisi tasarımcı, kullanıcı ve üretici arasındaki geleneksel ilişkiye meydan okuyan dinamik, karmaşık ve yenilikçi bir yaklaşım ortaya koyacak. Bienale geri sayım başlarken, İstanbul Tasarım Bienali, 22-27 Mart arasında, Türkiye’deki tasarım eğitimini ön plana çıkarmak, kurumları, öğrencileri ve sanayi temsilcilerini tasarımcılar ile buluşturmak amacıyla bir dizi atölye çalışması düzenledi. Bienalin “Kusurluluk” teması çerçevesinde yapılan ve beş gün boyunca, farklı mekânlarda yürütülen 11 ayrı atölye çalışmasında yaklaşık 200 üniversite öğrencisi, 30’a yakın uluslararası tasarımcı ile çalışma imkânı buldu. İstanbul Tasarım Bienali Atölye Çalışmaları’na katılmak üzere İstanbul’a gelen tasarımcılar arasında, Designer of the Future ödülüne layık görülen kil tasarımcısı Max Lamb, yemek tasarımının önemli isimlerinden şef Marc Bretillot, mimarlık dünyasının yakından tanıdığı Luis Urculo, ürün tasarımı ve özellikle Hermes, Fendi gibi önde gelen markalarla yaptığı çalışmalarla isminden söz ettiren Anon Pairot ve doğal ve gündelik malzemelerle değerli takı tasarımları gerçekleştiren Amina Agueznay gibi tanınmış isimler yer alıyor. İstanbul Tasarım Bienali için proje başvuruları 2 Haziran’a kadar devam edecek. Başvurular için herhangi bir disipliner ya da coğrafi kısıtlama bulunmuyor.
urban and architectural design of current Istanbul. The structure consisting of two main headings, “Transformation” and “Anti-Context” will question urban transformation and public housing projects, and the social tension created by these projects by comparing them to other examples in the world under the first heading. In the second heading, ideas by local and global actors on a geographical scale will be presented, putting Istanbul to the center, and showing the changes in new technologies and parallelism between architectural and fashion design. The conceptual framework of curator Joseph Grima’s exhibition displayed at Galata Greek Primary School is “Adhocracy”, the opposite of bureaucracy. Grima considers the Biennial as a laboratory more than an exhibition platform. He aims to turn his exhibition into a stage for the current revolutionary changes in the design world. Grima’s exhibition starts out with the idea that the final user is a part of the design and manufacturing processes. The exhibition will have a dynamic, complex, and innovative structure which challenges the traditional relations between designer, user and manufacturer and slow bureaucratic processes. In Grima’s own words: “Since its inception as a discipline of industrialisation and modernity, design has come to influence—or even define—almost every facet of contemporary existence. From cities to typefaces via architecture, vehicles, objects, interfaces, and infrastructural systems, acts of design permeate our lives almost to the point of saturation. Design has become so ubiquitous as to have almost become invisible, subsumed into everyday life to the point we forget it is also inevitably a political activity with farreaching social implications. Today, it stands at one of the most significant crossroads in its brief and conflicted history.” Project applications for the Istanbul Design Biennial will continue until 2 June 2012 with no disciplinary or geographical limitations. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 11
Dosya/Report
12 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
9 ünlü tasarımcı Anadolu mermeri ile Milano’da İMİB ve EMİB’in düzenlediği ”Ve mermer dedi ki: Yol seni değiştirir” sergisi Milano Tasarım Haftası’nda Anadolu mermerinin eşsiz hikâyelerini anlatıyor.
Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You The exhibition ‘Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You’ showcases the works of prominent designers made from Turkish marble during Milan Design Week between April 17 – 22.
Yazı-Text: Özlem Alkan K.
A
ltı farklı ülkeden dünyaca ünlü dokuz tasarımcının Anadolu mermerleri ile yaptıkları tasarımlar 17-22 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You” (Ve mermer dedi ki: Yol seni değiştirir) adlı sergide Milano Tasarım Haftası için toplanan uluslararası ziyaretçilerle buluşuyor. Anadolu mermeri, klasik antik çağdan günümüze kadar 4 bin yıldan uzun süredir çok önemli sanat eserlerinde kullanıldı. Şimdi de dünyanın en önemli tasarım etkinliklerinden Milano Tasarım Haftası’nda, etkinliğin kalbi sayılan, Superstudio Più, Art Garden’da, İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) ve Ege Maden İhracatçıları Birliği (EMİB) tarafından ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor. Milano’dan sonra 2014 yılına kadar İstanbul ve diğer dünya şehirlerini gezecek sergi kapsamında, Türk ve yabancı tasarımcılardan Anadolu mermerinin, mimarinin farklı platformlarında yenilikçi kullanımına referans oluşturacak eserler tasarlamaları istendi. Sanatçılar hayat yolculuğunda yaşadığımız duygusal süreçleri tasarımlarıyla görselleştirdi. Mermerin “hikâye anlatıcı” rolünü üstlendiği serginin küratörlüğünü, kurumsal kimlik ve mekân tasarımını İstanbullu tasarım stüdyosu Demirden Design yapıyor. Eserler, sergi ismini referans alan patikalarla birbirine bağlanarak sergilenecek. Bu şekilde serginin ilettiği içsel yolculuk metaforu temsil edilecek. Çerçevesi büyük ölçüde bu içsel yüzleşme ve deneyselliğe odaklanan bu sergi, ünlü tasarımcılar Alfredo Häberli ve James Irvine’in eserleri ile tamamlanıyor. Milano Tasarım Haftası’nda, şehir merkezindeki Zona Tortona’nın sokaklarında gerçekleştirilen etkinlikler öne çıkıyor. Thus Spoke the Marble sergisinin mekânı ise Zona Tortona’nın tapınağı haline gelen Superstudio Più Binası. Sergi, Superstudio Più Binası’nın Sanat Bahçesi’nde, 900 metrekarelik açık alanda dokuz platform üzerinde yapılandırılmış büyüleyici bir alanda ziyaretçileri karşılayacak.
I
nternational designers showcase their work during Milan Design Week and Salone del Mobile in Thus Spoke The Marble: The Journey Alters You, a show that will travel to a series of other international key destinations after its premiere in Milan. Organized by the Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB) and the Aegean Mineral Exporters’Association (EMIB), and curated by Turkish design studio, Demirden Design, the project is groundbreaking in that its ambitions reach far beyond those of a purely commercial display. Spread over 900 square-metres at the famous Superstudio Più Art Garden, while demonstrating and exploring the numerous ways in which Turkish marble can be used in both architecture and interior design, the installations by the participating designers are an attempt to reveal the material’s symbolic and spiritual power. Demirden Design asked the designers to reflect on the deep-seated emotions that emerge over the course of an inner journey, and to use this as a starting point for an installation that would communicate them. Its symbolic title: Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You invites visitors on a journey of re-discovery, revealing the narrative qualities of the material. As well as being a perfect location for rest and relaxation, it also intends to be a place of insight, discussion, and meditation. The exhibition also hooks onto a tradition of over four thousand years, in which Turkish marble from across Anatolia has been the basic material for great works of art and architecture, from classical antiquity to Byzantine, Ottoman and modern times. It will also illustrate the creative revival that has characterized the country in recent years, and its design and architectural scene in particular. Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You is built across nine platforms, each carrying an installation, and linked by wooden and iron pathways, representing the metaphor of the inner journey. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 13
Dosya/Report
BIRSEL + SECK / UNITY Bibi Seck ve Ayşe Birsel New York’taki ofislerinde ofisten eve, banyodan otomotive farklı alanlarda tasarımlar yapıyorlar. ‘Unity’ sadece ikilinin birlik duygusunu değil, işlerinde temel aldıkları diğer özellikleri de ortaya koyuyor: Sadelik, empati, sürdürülebilirlik ve bir kaç iyi parçanın çok zengin ve uyarlanabilir çözümler sağlayabildiği ölçeklenebilir sistemler… Bursa’nın Kemalpaşa Beyaz mermerinden üretilen bu küresel yapıda water-jet yöntemiyle kesilen ve elle cilalanan 220 modüler sekizgen mermer levha, her biri farklı bir geometri gerektiren 22 parçalık 10 sıra halinde bir araya getiriliyor. The work of Ayse Birsel and Bibi Seck in New York spans the office, home, bath, retail, and automotive sectors. ‘Unity’ is a work that not only expresses their strong sense of unity, but also some other characteristics they see as essential to their work: simplicity, empathy, sustainability, and their preference for scalable systems. The spherical construction in Kemalpasa White marble from Bursa consists of 220 modular octagon marble slabs, water jet cut and hand polished, in ten rows of 22 pieces each, each row requiring a different geometry. 14 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
WERNER AISSLINGER LOVE’S GAZEBO Werner Aisslinger’in teknoloji, malzeme ve örgü, dokuma ve montaj gibi basit üretim yöntemleriyle birleşen çok karmaşık mühendislik prosesleri bu sergi için de herkesin bildiği bir çocuk oyuncağının prensiplerini mermere uyarlamasına sebep olmuş. Bir masalın şiirselliğini taşıyan ‘Love’s Gazebo’, bir gül bahçesinde birleşen 200 parçadan oluşuyor. Doğal ve organik bir arketipin soyutlanması olarak da okunabilen, bir arı kovanı, bir lale ya da ağaç olarak da tasavvur edilebilen ‘Love’s Gazebo’ yeni üretim tekniklerine, malzemelere ve şiire dair bir tutkuyla yaratılmış. Her yaprak üç katmandan oluşuyor: İki mermer levhanın arasına yerleştirilen aluminyum levha. Kavaklıdere Beyaz mermerden water-jet tekniğiyle kesilen, her biri 10 kg. ağırlığında 200 dilim toplamda 2 ton ağırlığa ulaşırken hafifliğiyle nefes kesiyor. Werner Aisslinger’s passion for technology and material, and highly complex engineering processes that combine with ‘simple’ construction methods, based on knitting, weaving and assemblage, also drove him to translate the principles of a universally-known children’s construction toy into marble for the exhibition, combining some 200 pieces in a rose garden, with the poetry of a fairytale. ‘Love’s Gazebo’ incorporates many of the adjectives essential to his work: utilitarian, organic, reduced, soft, sustainable, purist, modular, and nomadic, also driven by a passion for new production methods, materials, and poetry. To enhance the strength of the construction, each petal is created in threefold: an aluminium slab sandwiched between two marble ones. In total it consists of 200 water jet cut modules in White Kavaklidere marble from Mugla, each weighing approximately 10 kg so that the total weight is almost 2 tons. And yet, its lightness is overwhelming. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 15
Dosya/Report
Häberli’nin Latin köklerini İsviçre eğitimiyle buluşturan net ancak kıvrımlı, değişken çizgisiyle birlikte bir başka özelliği; renk konusundaki hassasiyeti sergideki enstalasyonda da kendisini gösteriyor. Tasarımcı ziyaretçiyi bir heykel bahçesinden, kıvrımlı bir yoldan mermer sütunlu bir ormana götüren, üstü kapalı labirentte çok çeşitli doğal taşlar kullanarak perfore bir duvar ya da heykelde olduğu gibi malzeme ve fonksiyonuyla azami ölçüde oynuyor. Ton sür ton uygulanan çok zengin renk yelpazesi ve detaylara gösterdiği hassasiyet enstalasyonun yarattığı deneyimi mükemmelleştiriyor. Bir odada her biri farklı bir mermerden, farklı çap ve uzunlukta 7 sütun var. Heykel bahçesindeki yekpare Camelion oturma ünitesi ise tek başına 750 kg. ağırlığında. A clear and yet curly line, frivolous, whimsical even, in which he seems to combine his Latin origin with his Swiss upbringing was also the basis of his installation, together with one of his other hallmarks, his subtle sense of colouring. He has created a roofed labyrinth that leads the visitor from a sculpture garden to a forest of marble pillars, along a curvy path and arabesque, incorporating a wide array of natural stones, maximally exploiting the materials and their function, such as a perforated wall or a sculpture, with a great sense of precision in a large variety of colours, ton sur ton. One room contains 7 pillars, different in diameter and length, and each made of a different marble, while a seating unit in the sculpture garden, made out of one piece of Camelion marble, weighs approximately 750 kg.
ALFREDO HÄBERLI / ENLIGHTENMENT 16 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Can Yalman’ın tasarımlarının temelinde hep doğa var. Su da işlerinde sürekli kendini gösteren bir element. Tasarımcı derinlik, ışık, ritm ve gölgeyle oynayarak akıcı, canlı –ve çoğunlukla yanıltıcı- bir hareket hissi yaratan tasarımlarıyla yeni Türk tasarım neslinin önemli bir temsilcisi. Yalman’ın sergi için gerçekleştirdiği enstalasyonda da harekete dair bir göz yanılsaması var. 2.70 m yüksekliğinde iki duvar arasındaki koridor tıpkı ‘yin ve yang’, pozitif ve negatif gibi bir bütünün birbirini tamamlayan parçaları olarak birbirlerini yansıtıyor. Her biri beyaz Marmara mermerinden 250 cm’ye 25 cm’lik 40 levhadan oluşan bu yüksek ve ince duvarların yapımı büyük ustalık gerektiriyor. Water-jet ile kesilen levhaların meydana getirdiği ritmik rölyef zemindeki Alexandrette siyah mermerin suya benzer deseninde tekrarlanıyor. Nature has always been at the base of Can Yalman’s designs. Water being a constant element in his work, the way in which he plays with depth, light, rhythm and shadow, in order to create a fluid, vibrant -and often delusive- effect of movement, has turned him into one of the most typical and succesful representatives of a new Turkish design generation. An optical illusion of movement dominates the installation Yalman created for Thus Spoke the Marble, a corridor between two walls, 2.70 m high, that mirror each other like ying and yang, or positive and negative, and would make one seamless whole when united. Each consists of a series of 40 marble slabs in Marmara White marble narrow, tall and thin, measuring 250 by 25 cm, and only 2 cm thick, and therefore requires proficiency to handle. Water jet cut, they make a skinny and rhythmic relief that is also mirrored in a watery pattern on the floor in Alexandrette Black.
CAN YALMAN / RECOLLECTION
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 17
Dosya/Report
JAMES IRVINE / SUSPENSE Bazıları sade ve net yaklaşımını minimalizm olarak tanımlasa da James Irvine de tasarımları gibi gösterişli olana uzak duruyor. “Bana göre işim bütün fazlalıkları atarak düşüncemin gerçek gücünü bulmak için en baştan başlamakla ilgili.” Sergi için tasarladığı damlı, ayaksız masa mermerle bağdaştırılan özelliklerle oynuyor: Mermerin ağırlığı ve yakıcı Akdeniz güneşinin altında sağladığı ferahlık duygusu… Enstalasyon hem problem çözücü, hem de şiirsel. Sadece 4 kayışla yukarda tutulan masa yerçekimine meydan okuyor. Masanın esprisi aynı zamanda tasarımcının fazlalıkları atma yaklaşımını da ortaya koyuyor: Gerekmiyorsa masaya ayak koyma. Eskişehir’in Derin Mavi mermeri platformun üzerinde yüzüyor. Masayı çevreleyen pergolanın Bayburt’un Beyaz Oniks taşından damı koruma ve gölge sağlıyor. Some might categorize his approach as minimalism. But James Irvine is like his designs, allergic to anything grandiloquent. “Many still think that design is a sort of styling thing, but I don’t see it like that. My work has little to do with minimalism. I think it is about cutting away all the bullshit and starting from the basics to find the true strengths of my idea.” The roofed and legless table he designed for Thus Spoke the Marble fully plays on some of the characteristics of marble, such as the idea of heaviness and its reputation of offering little comfort under a blazing Mediterranean sun. Plain problem-solving, the installation is also poetic, although, with only four straps keeping the table-top afloat, it challenges gravity. With deadpan humour, it also perfectly illustrates his cutting-away approach: don’t put legs on when not necessary. The solid marble table in Deep Blue marble from Eskisehir floats on top of a platform. The pergola that surrounds it and holds it afloat has a roof of translucent White Onyx slabs from Bayburt that provide protection and shadow. 18 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
EMRE AROLAT / FINALITY ‘Bağlam’ Emre Arolat’In mimarisinde önemli bir yere sahip. Her işin karakteri yeni bir spesifik durum kümesiyle belirleniyor, bu da çok zengin bir portfolyo meydana getiriyor. 2010’da İpekyol Tekstil Fabrikası’yla aldıkları Ağa Han ödülü gibi pek çok ödüle layık görülen firma mimarinin tüm alanlarında çok geniş çaplı işlere imza atıyor. Arolat’ın sergi için tasarladığı tünel şehrin sıtlıkları bağdaştıran diyalekti ile paralellik gösteriyor. Bu hem arkaik, hem de modern bir geçit. Zemindeki şeffaf Onix ile hafifçe aydınlatılan alanda ziyaretçiler Sivas’ın Koyu Zeytin Yeşili mermerinden yapılan mistik ve gizemli kutuya nere varacaklarını bilmeden giriyor, sürekli yön değiştirmelerine sebep olan engellerle karşılaşıyorlar. The notion of ‘context’ stands central to the prolific work of Emre Arolat’s Istanbul based architectural studio. Highly awarded, Emre Arolat’s extremely large portfolio spans almost all architectural fields imaginable. In 2010, he received the Aga Khan Award for his Ipekyol Textile Factory building. The tunnel Arolat created is totally in line of the city’s dialectics of combining opposites, it is a lieu de passage that is at the same time archaic and atavistic and explicitly modern. Vaguely lit by the translucent Onyx surfaces on the floor, visitors enter the mysterious and somehow mystic box in Dark Olive marble from Sivas, without really knowing where they are going, running into obstacles that force them to change direction constantly.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 19
Dosya/Report
RICHARD HUTTEN / EXCITEMENT Hollanda’nın en önemli tasarımcılarından Richard Hutten’ın işleri endüstri tasarımından mobilya ve iç mekan tasarımına kadar uzanıyor. Çeşitli tasarım kurumlarında dersler de veren tasarımcının işleri pek çok kişisel ve karma sergide yer aldı. Hutten’un sergideki işi dev bir nakliye sandığı. Ziyaretçiler sandığa girdiklerinde kendilerini tasarımcının şanına uygun bir alanda buluyor: Çok direkt ve insanın Kemalpaşa Beyaz ve Alexandrette Siyah mermerden duvarlarda sergilenen güzelliklerden gözünü almasını imkansız kılacak kadar dar. 20 farklı mermerden meydana gelen duvar desenlerindeki parçaları yaratmak için 1150 m’lik water-jet kesim ve onları çevrelerindeki desene tam olarak yerleşmeleri için ince bir el işçiliği gerekmiş. One of the most influential Dutch designers, Hutten’s work stretches from industrial design to furniture design and interior design. He has taught at leading design institutes, while his work was featured in many solo and group exhibitions. Hutten’s work consists of a large shipping crate. Visitors are invited to step into the crate, where Hutten has prepared them a path that befits his reputation: very direct, and of such narrowness that one cannot possibly avoid looking at the wonders that are on display on the walls, against a background of Kemalpasa White and Alexandrette Black marble. 20 other types of marble were used to create the inlays in these walls and approximately 1150 meters of water jet cutting was needed to create the pieces, after which very delicate handwork was needed to make them fit the surrounding puzzle perfectly.
20 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
DEMİRDEN DESIGN CELEBRATION Serginin küratörü Demirden Design disiplinler-arası bir ekiple, iç ve dış mekan sergileri, konferans ve kurumsal etkinlikler, mağazalar, galeri, showroom, restoran ve ofislere uzanan projelerinde farklı yetenek ve yaklaşımları değerlendiriyorlar. 2011 itibarıyla 19 ödül kazanan stüdyonun sergideki enstalasyonları Kavaklıdere Beyaz ve Siyah İnci mermerinden meydana geliyor. Merkezde bulunan ve paylaşımı simgeleyen dev masa, 54 saatlik CNC kesimi ve el ile cilalama işlemi ile üretilmiş. Demirden Design, the Istanbul-based studio curating the Thus Spoke the Marble exhibition, thrives on a multi-disciplinary team, bringing a mix of talents and approaches to each project. The result is a wide array of projects, including indoor and outdoor exhibitions, conferences and corporate events, as well as stores, galleries, showrooms, restaurants and offices. By the end of 2011 the studio had received 19 international awards. The installation in Kavaklidere White and Black Pearl marble designed for Thus Spoke the Marble in which a large festive table stands central, expressing the culture of sharing in superlatives: with a top that measures 1.6 by 7.2 meters, 54 hours of CNC cutting and delicate hand polishing were needed to get it executed.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 21
Dosya/Report
EL ULTIMO GRITO / VISTAS Rosairo Hurtado ve Roberto Feo’nun tasarım felsefesi dünyaya mesafeli bir bakış açısını içeriyor. Alışılmıştan sıyrılarak sorunun özüne iniyor ve bunu şaşırtıcı derecede basit bir yöntemle beceriyorlar: “Bir tasarımcı olarak hedefiniz yıkmak olmalıdır. Herkes halinden memnun olursa hiçbir şey değişmez.” Sergi için yarattıkları oturma ortamı her biri farklı bir açıda yerleştirilen üçgen levhaların kontrplak yüzeyleri taşıyan metal çubuklardan bir strüktürün üzerine oturtulmasından meydana geliyor. Enstalasyonda 25 farklı çeşit, renk ve dokuda mermer kullanılıyor. İnsan algısının acımasız sınırlarını göstermek üzere yapılan ölçek oyunuyla enstalasyonun üzerine çıkan ziyaretçi kendini bir dev gibi görüyor. At the heart of Rosario Hurtado and Roberto Feo’s design philosophy is a detached, deadpan way of looking at the world. Stripping away conventions, they penetrate to the core of a problem, often in a staggeringly simple way: “Subversive is the only thing you can aspire to be as a designer. If everyone was complacent, everything would remain the same”. For Thus Spoke the Marble, El Ultimo Grito created a sitting environment, a patchwork of triangular slates, each at a different angle, sitting on a structure of welded metal rods that carry plywood surfaces.The whole showcases 15 different types of marble, colour and texture. Designers play with scale, illustrating the cruel limits of human perception, making the visitor who climbs it feel like a giant.
22 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Sergi/Exhibition
24 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
CHANGE:
Orta Doğu’daki değişimin tanığı
New York’taki Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nün (AIA) düzenlediği ‘Change’ sergisi büyük bir dönüşüm geçirmekte olan Orta Doğu’daki AIA üyelerinin etkileyici projelerini içeriyor.
CHANGE: Architecture and Engineering in the Middle East, 2000-Present This exhibition by the American Institute of ArchitectS New York features the work of AIA member firms in this rapidly transforming region Yazı-Text: Gökhan Karakuş
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 25
Sergi/Exhibition
Albert Saikaly
O
rta Doğu son 75 yılda dev inşaat projelerine sahne oldu. Petrol ve ardından gelen emlak geliştirme hareketi bu yoğun inşaat faaliyetini fişekleyen unsurlardı. Ancak bu yaygın inşaat faaliyetine rağmen 1960’lardan sonraki yapıların önemli bir karakter ya da değere sahip olduğu söylenemez. Bazı modern mimari örneklerinde Batı ülkelerinin standart ticari proje uygulamaları benimsenmiş olsa da binaların büyük çoğunluğu mimari bir prosesten bile geçmiyordu. 20. yüzyılın sonunda Orta Doğu’nun kent dokusu, yavanlığı, yerel karakterden yoksun oluşu ve donuk görüntüleriyle dikkat çekiyordu. Bu durum, 2000’lerde bölgenin kendine özgü sosyal ve çevresel karakterine yönelik giderek artan ilginin kendini inşaat ve mimaride göstermesiyle değişmeye başladı. Hükümet ve özel sektörde yapılı çevrenin kalitesine dair gelişen bilinç, Orta Doğu toplumlarının tavrını şekillendirmekteki rolüne daha fazla hassasiyet göstermeye başlamalarını sağladı. Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nün (AIA) Mimarlık Merkezi tarafından 22 Şubat’ta New York’ta açılan ‘CHANGE: Orta Doğu’da Mimarlık ve Mühendislik’ sergisi, 2000’lerden bu yana bölgedeki yapılı çevrenin gelişimine katkıda bulunan önemli yapıları inceliyor. 20 ülkeden 123 çağdaş mimari eserin yer aldığı serginin küratörü ünlü mimari akademisyen Hassan Radoine Orta Doğu’da tasarıma dair farklı yaklaşımların örneklerini vererek, bölgedeki kentleri şekillendiren
26 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
109 Architectes Beyrut’taki USJ Campus de L’Innovation et du Sport (2012) projelerinde maşrabiya pencere örmelerine çağdaş bir yorum getiriyor. A contemporary take on the Moucharabieh screen is made by 109 Architectes in their USJ Campus de L’Innovation et du Sport, 2012, Beirut, Lebanon.
T
he Middle East has been the site of massive building programs in the last 75 years. Income from petroleum and later real estate development were the engines of growth that have led to extensive construction. Despite this widespread building the architectural value of much of the construction since the 1960s has been without significant character or value. While some modern architecture was applied through the importation of standardized commercial methods from Western countries a vast majority of buildings did not go through an architectural process at all. The urban landscapes of the Middle East were noteworthy for their uniform blandness, lack of local character and drab appearance. This situation started to change in the 2000s as increasing attention to the unique social and environmental characteristics of the region became an important factor in construction and architecture. In February 22, 2012, The Center for Architecture of the American Institute of Architects New York opened an exhibition on architecture in the Middle East which looks at significant buildings in the region since the 2000s that have contributed to the improvement of the built environment in the Middle East. CHANGE: Architecture and
modernleşme ve yerelliğin etkilerini inceliyor. ABD’de bu bölgenin mimarisine ilişkin benzerine az rastlanır bir sergi düzenlenmesi Orta Doğu’nun uluslararası çağdaş mimari akımlarda kazanmaya başladığı önemi vurgular nitelikte. AIANY’nın başkanı Joseph J. Aliotta, serginin AIA Mimarlık Merkezi’nin küresel diyaloğu geliştirme konusundaki kararlılığının bir devamı olduğunu belirtiyor. “Son iki yılda Merkez’in sergileri Çin kentlerinin hızlı büyümesi ve Hindistan’daki gayri resmi kent stratejileri gibi yakın dönemdeki uluslararası gelişmeleri irdeliyor. ‘CHANGE’ de dünyadaki şehirlerde süregelen dönüşümü belgeler nitelikte.” Sergi mimaride 21. yüzyılın başında gerçekleşen belirgin gelişimi ortaya koyuyor. Orta Doğu farklı peyzajlardan, geleneklerden, kültürlerden ve iklimlerden müteşekkil çok geniş SkIdmore, OwIngs & MerrIll’in Kuveyt’teki Al Hamra FIrdous Tower (2012) binasının kıvrımlı cephesi doğal taştan. Stone is used in the curving skin of Skidmore, Owings & Merrill’s Al Hamra Firdous Tower, Kuwait City, Kuwait. 2012. Photo/fotoğraf: Pawel Sulima
Engineering in the Middle East, 2000-Present surveys 123 contemporary works in 20 countries and territories. The exhibition curated by noted architectural scholar, Hassan Radoine, Ph.D demonstrate the diversity of approaches to design in the Middle East and examines the forces of modernization and localism shaping the region’s cities. This rare survey of architecture from the region in a venue in the United States shows the growing importance of the Middle East to currents of contemporary architecture. The exhibition “ further(s) the Center for Architecture’s commitment to global dialogue,” said Joseph J. Aliotta, AIA, LEED AP, President of AIANY. “In the past two years, the Center’s exhibitions have grappled with recent international developments in the built environment, such as the rapid growth of Chinese cities and informal urban strategies in India. CHANGE documents and presents the ongoing transformations of cities around the world.” CHANGE: Architecture and Engineering in the Middle East, 2000-Present shows the significant improvement in architecture made in the beginning of the 21st century. The Middle East is a vast geographical area comprising diverse landscapes, traditions, cultures, and climates. While it contains some of the most significant UNESCO monuments MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 27
Sergi/Exhibition
bir coğrafi bölge. Bir yandan en önemli UNESCO alanlarına ev sahipliği yapan bölge, diğer yandan çok hızlı bir kentsel büyüme ve ekonomik küreselleşmenin etkisi altında. CHANGE, dev gökdelenler ve insan yapımı adalar gibi tanıdık görüntülerin yanı sıra, bu değişen bölgenin çok farklı çağdaş mimari örneklerini de açığa çıkartıyor. Sergi Mimarlık Merkezi’nin yaptığı açık çağrıya başvuran son 10 yıla ait projeleri içeriyor. Sergide hem halen ABD’de bulunan, hem de Orta Doğu’da çalışan AIA üyelerine ait işler yer alıyor. Sergide özellikle yerel elemanları gelişmiş geometrik formlar ve malzemelerle bir arada değerlendiren projeler dikkat çekiyor. Bu projeler arasında Skidmore, Owings & Merrill’in Kuveyt’teki taş ve camdan kıvrımlı Al Hamra Firdous kulesi (2012), Rishad Khomarlou’nun İran’daki güçlü, geleneksel Bam Kadın Kültür Merkezi (2012), İstanbullu GAD’nin Beşiktaş Balık Pazarı (2009) ve Perkins + Will’in henüz inşa edilmemiş Kuveyt projesi Kuwait University College of Education (2014) Orta Doğu’da pek çok projede görülen soyut geometrik düzenlerin modern mimariye entegrasyonunun önemli örneklerini teşkil ediyor. Serginin küratörü Hassan Radoine “Orta Doğu değişim geçiriyor,” diyor. “Yüzlerce yıllık zengin mimari ve kentsel mirasa sahip bölgedeki mimari ve mühendislik yepyeni sosyal ve ekonomik gerçekleri şekillendiriyor. Uzun yıllar Orta Doğu’da yaşayıp çalışırken buradaki yapılı çevrenin nasıl daha kozmopolit olma yönünde değiştiğine, yerel tavırların uluslararası etkilerle yüzleşmesine tanık oldum. Bu serginin zamanlaması bu açıdan çok kritik.” Sergi 23 Haziran’a kadar 536 LaGuardia Place, New York’taki Mimarlık Merkezi’nde gezilebilir. 28 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
and sites, the region is also undergoing rapid urban growth and economic globalization. Beyond the familiar images of supertall towers and man-made islands, CHANGE presents the exceedingly varied contemporary architecture of a transformative region. The exhibition features projects from the past decade submitted in response to an open call by the Center for Architecture. It includes work by AIANY members, AIA members across the United States, and architects and engineers practicing in the Middle East. Architecture with local elements using advanced geometric form and materials are particularly impressive. These projects include Skidmore, Owings & Merrill’s curving stone and glass Al Hamra Firdous Tower in Kuwait City, Kuwait, 2012, Rishad Khomarlou’s robust, traditional Bam Cultural Center for Women, 2012, in Bam, Iran, Istanbul practice GAD’s sweeping Beşiktaş Fish Market, 2009, Istanbul, Turkey and the as yet unbuilt Perkins+Will’s Kuwait University College of Education, 2014, Kuwait City, Kuwait which shows the union of Middle Eastern tendencies in abstract geometric patterns integrated into modern architecture. “The Middle East is undergoing ‘change,’” said Hassan Radoine, curator of CHANGE: Architecture and Engineering in the Middle East, 2000-Present. “Building on centuries of rich architectural and urban heritage, contemporary architecture and engineering in the region is shaping new social and economic realities. Living and working in the Middle East for decades I have witnessed how the built environment of the Middle East is shifting, becoming more cosmopolitan, with local attitudes confronting international influence. The timing of these exhibitions is critical.” The exhibition is on view from February 22, 2012 through June 23, 2012 at the Center for Architecture, 536 LaGuardia Place, New York, NY. Web site for the Center for Architecture: cfa.aiany.org
Solda: Rishad Khomarlou’nun yeni-gelenekçi yaklaşımı İran’daki Bam Kadın Kültür Merkezi (2012) projesinin temelini oluşturuyor. Left: Rishad Khomarlou’s neo-traditionalist approach is the basis of the design for the Bam Cultural Center for Women, 2012, Bam, Iran. Photo/fotoğraf: Rishad Khomarlou.
Aşağıda: PerkIns+WIll’in Kuveyt’teki KuwaIt UnIversIty College of EducatIon (2014) projesi Orta Doğu desen ve el işçiliğinden ilham alıyor. Below: Middle eastern pattern and craft is the inspiration of the façade of Perkins+Will’s Kuwait University College of Education, 2014, Kuwait City, Kuwait Photo/fotoğraf: Perkins+Will
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 29
Proje/Project
Duvardaki öykü Atina’da PoInt Supreme mimaRlığın yarattığı 10 metrelik duvar mermer malzemenin ifade gücünü ortaya koymak üzere dijital teknikle heykeltraşlığı birleştiren, müthiş bir görsel güzelliğin yanı sıra zengin bir anlatıma sahip bir eser.
30 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Marble Mural Point Supreme Architects of Greece call ‘Marble Mural’ ‘a hymn to marble’ CONSISTING OF 7 MARBLE PIECES OF DIFFERENT ORIGIN, HISTORY, COLOR, TEXTURE AND IMAGE. THE DESIGNERS MERGE MODERN METHODS WITH HISTORY BY TREATING THE MARBLE MURAL LIKE A LIVING OBJECT WITH ALL ITS COMPLEXITY AND PERSONALITY. Yazı-Text: Özlem Alkan K. FOTOĞRAFLar - PHOTOS: YannIs DrakoulIdIs
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 31
Proje/Project
FARKLI DİJİTAL VE GELENEKSEL TEKNİKLERLE YAPILAN İŞÇİLİK, MERMERİN DOĞASINDAN GELEN ANLATIMLA BÜTÜNLEŞİYOR TRADITIONAL AND DIGITAL TECHNIQUES OF WORKMANSHIP MINGLE WITH INHERENT MATERIAL NARRATIONS OF MARBLE.
M
ermer bir duvar ne kadar özgün ve etkileyici olabilir? Yunanistan’dan Point Supreme mimarlığın Atina’daki Interior Design Show 2010 için yarattığı ‘Marble Mural’ bu soruya çarpıcı bir yanıt veriyor. Point Supreme mermer için yazılan bir ilahi olarak tanımladığı ‘Marble Mural’ı her biri farklı kaynaklara, doğal tarihe, renk, doku ve görüntüye sahip yedi ayrı mermerden tasarlamış. Bu mermer parçaları farklı geleneksel ve dijital tekniklerle işlenerek, mermerin doğasından gelen hikayelerle bütünleşen bir anlatım oluşturulmuş. Delikler, bariz ve gizli kesikler, iki ve üç boyutlu rölyefler, dijital ya da elle yapılan baskılar, geçmişe ve geleceğe dair görüntüler ve ışık, mermeri alışık olduğumuz temiz ve mutlak görünümünden çok başka, hikayeler anlatan ve saklayan, resme dönüşebilen, ayakta duran ve hatta alan yaratan zengin
32 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
P
oint Supreme Architects, founded in Rotterdam in 2007 by Konstantinos Pantazis and Marianna Rentzou and joined by Beth Hughes in 2009, is now based in Athens. Their work integrates research, architecture, urbanism, landscape and graphic design. Their project Marble Mural made for the Interior Design Show 2010 in Athens, Greece, is in their words ‘a hymn to marble’. Marble Mural is a 10 x 2m wall consisting of 7 marble pieces of different origin, natural history, color, texture and image, altered via CNC engraving, painting, digital printing, water cutting, and sculptural techniques while supported on a steel frame. Each marble slab was treated by hand as well as digitally in order to realize a more complex marble work. The marble pieces used for Marble Mural were treated with various traditional and digital techniques of workmanship that mingle with the inherent material narrations; holes, hidden or visible cuts, two or three dimensional relief, digital or handmade print, imagery from the past and the future, light. Consequently, marble is revealed not as the clean and current matter we are accustomed to seeing it as, but rather as a rich, thick live object that hides and reveals stories,
“Zihnin hayat ve ölümü, gerçek ve hayali olanı, geçmiş ve geleceği, ifade edilebilen ve edilemeyeni, yüksek ve alçağı, inşaat ve yıkımı çelişki olarak algılamaktan vazgeçtiği bir nokta olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle gerçeküstü aktiviteyi bu noktayı bulmak dışında bir sebeple aramak boşuna olur.” POINT SUPREME “Everything leads us to believe that there exists a certain point in the mind at which life and death, the real and the imaginary, the past and the future, the communicable and the incommunicable, the high and the low, construction and destruction, cease to be perceived in terms of contradiction. Surrealist activity, therefore, would be searched in vain for any other motive than the hope of determining this point.” POINt SUPREME
ve canlı bir nesneye dönüştürüyor. 10 x 2 metrelik bu duvarda Point Supreme kendi araştırma, mimari, şehir planlama, peyzaj ve grafik tasarım yaklaşımlarından yararlanarak, derin anlamlar içeren bir duvar resmi meydana getirmişler. ‘Marble Mural’in konsepti Konstantinos Pantazis, Marianna Rentzou, Beth Hughes ve JeanSébastien Lebreton’a ait. Ressam Nikos Sepetzoglou ve heykeltraş Hector Papadakis de bu fikri hayata geçirenler. Ekip eski Yunan’da üç boyutlu işler için benzersiz bir medyum olarak görülen mermere çağdaş bir yorum getirirken, tipik bir heykel malzemesi olarak yaklaşmaktan da kaçınarak taş levhayı bir bölme duvarı olarak kullanıyor. ‘Point Supreme’ ekibi dış yüzey için iki boyutlu dijital sanat teknikleri ile mermere uygulanan klasik heykel tekniklerini birlikte değerlendiriyor. Ağır, nüfuz edilmesi zor bir malzeme olarak tanınan mermerin doğal damarlarını vurgulayarak izleyicide bir derinlik ve hafiflik duygusu uyandırıyorlar. Tarihi değere sahip bir malzemeyle çalışmak, klasik heykellerle yüceltilen mermerin yüzyıllardır pekiştirilen ihtişamının ötesine geçebilmek kolay bir iş değil. Point Supreme modern teknikleri tarihle bir araya getirip mermer
can be transformed into a painting, stands up and even creates space. Rather than include finished, polished and cut marble, Point Supreme architects left the stone ragged and thick, promoting a textured visual quality as the painting and digital imagery coat the the marble surface holes and rivets (up to a depth of 15mm) offer 3-dimensional relief. The piece is representative of firm’s architectural approach, relying on research, architecture, urban planning, landscape and graphic design to inform the meaning of the mural. instead of the heavy and impenetrable qualities normally associated with marble, the studio evokes a sense of depth and lightness for the viewer by highlighting the natural marble veins. Marble Mural took 1.5 months of intense work from all parties. During this time Point Supreme Architects worked with the different technicians and artists, while they all worked in turns. The architects state that during each phase different people were involved. The collaboration with so many different people was the most difficult part, but also the most exciting. Collaborating with many people on the same project was critical to Konstantinos Pantazis who believes that this maximized inclusivity and richness, in contrast to the exclusivity and cleanliness MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 33
Proje/Project
MERMER YÜZEYLERDE GERÇEK ÜSTÜ BİR TASARIM ORTAYA ÇIKIYOR. MARBLE SURFACES ARE TREATED WITH SURREAL DESIGN TECHNIQUE.
duvar resmini bütün sofistikasyonu ve kimliğiyle canlı bir varlık gibi ele alarak bunu başarıyor. ‘Marble Mural’ın üretimi çok yoğun bir çalışmayla 1.5 ay sürmüş. Bu dönemde Point Supreme mimarları farklı sanatçı ve teknisyenlerle durmaksızın çalışmışlar. Önce mermerler kesilmiş, ardından parçalar CNC makinesiyle çekillendirilmiş, sonra suyla kesilmiş. Mimarlar işin en zor ve en heyecanlı kısmının bu kadar çok farklı insanla birlikte çalışmak olduğunu söylüyor. Mermerin ağırlığına, ebadına ve mazur kalacağı işlemlere göre doğru kalınlığı belirlemek de önemli bir mesele oluşturmuş. Sürekli taşınacağı için çok ağır ve kalın olmaması, çok büyük olduğu için kırılacak kadar ince olmaması ve tasarımın gerektirdiği işlemlerin yapılabileceği kadar kalın olması gerekliliği göz önüne alınarak 3 cm. kalınlıkta olmasına karar verilmiş. Ekip en zor işlemin üç boyutlu gravür ve heykeltraşlık kısmı olduğunu belirtiyor. 3 cm. kalınlıkta en fazla 1.5 cm.
34 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
of the typical marble aesthetics: “The exciting thing was that no one could foresee what the result would be like; each one was doing his task but was unable to visualize what would happen next. The person who had a relatively holistic view of the piece was the painter who came last, but even then the light effects had not happened so he did not know which areas were translucent.” A multi-layered marble surface naturally brought some practical problems during production. The designers say that there had to be a precise and careful choice of the thickness of the wall in relation to the weight of the object, the size of it, and the operations that would happen on it. It couldn’t be too thick or heavy because it had to be repeatedly transported, it couldn’t be too thin cause it was too big and would break, and it couldn’t be too thin cause the operations needed thickness. They add that the most difficult and restricted operation was the 3D engraving and the human sculpting; the wall in the end was 3cm thick, and the maximum curving allowed was approximately 1,5 cm that didn’t allow enough thickness for big figures. “We had to make various test on how each technique would be influenced by the ones before it. For example one of the most beautiful moments are when the digital printing moves when hitting on the relief, etched or curved surface. ” A contemporary interpretation of marble, a material considered in ancient Greece to be the unparalleled medium for 3-dimensional work, the piece was conceptualized by Konstantinos Pantazis, Marianna Rentzou, Beth Hughes, and Jean-Sébastien Lebreton, painted by Nikos Sepetzoglou and sculpted by Hector Papadakis. Deviating from the typical interaction with marble as sculptural medium, the studio uses the stone slab to create a partition wall. For the exterior surface, Point Supreme Architects meshed together the techniques of two-dimensional digital art and a collage aesthetic with the classical sculptural technique of marble treatment. The team managed to merge modern methods
MİMAR / ARCHITECT: Point Supreme Architects YER / LOCATION: Atina, Yunanistan / Athens, Greece YIL / YEAR: 2010 PROGRAM / PROGRAMME: Bölme duvarı/ Partition wall MALZEMELER / MATERIALS: Mermer - Naxos, India, Euvoia, Morrocco California, Marmara, Brazilia, Afyon Şeker, çelik strüktür / Marbles – Naxos, India, Euvoia, Morrocco California, Marmara, Brazilia, Afyon Sugar, steel structure OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 10 x 2 m TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Konstantinos Pantazis, Marianna Rentzou, Beth Hughes, Jean-Sébastien Lebreton, Ioannis Gio
oyabildiklerinden çok büyük figürler meydana getirmek mümkün olmamış. Ayrıca, her bir tekniğin kendisinden önce uygulanan tekniklerden nasıl etkilendiğini görmek için çeşitli testler yapılmış. Mimarlar rölyef darbe aldığında dijital baskının yer değiştirmesiyle etkileyici sonuçlar ortaya çıktığını belirtiyor. Konstantinos Pantazis duvarı yaparken malzemeyi mermer duvar resminin çağrıştırdığı ağır ve kalıcı uygulamaların tamamen dışında düşündüklerini söylüyor: “Japon kayar kapıları ‘şoji’leri aklımıza getirdik, mermerlerin desenlerindeki çeşitlilik de kendiliğinden herbirine farklı muamele etmemizi gerektirdi, sonuçtaki etki böyle oluştu.” Malzemenin olanakları yenilikçi bir yaklaşımla değerlendirilince ortaya benzersiz görsel etkiye sahip bu duvar çıkıyor. Duvarın her bir bölümü geçmişten geleceğe uzanan farklı bir hikaye anlatıyor. with history by treating the marble mural like a living object with all its complexity, identity and personality. “Marble mural is automatically associated with heavy and permanent applications and we wanted to completely detach it from those, so we thought of shojis- Japanese sliding doors, while the variety of marble patterns, colors and textures led us to treat each one differently therefore creating the overall mural effect,” Konstatinos Pantazis, partner of Point Supreme Architects explains. There is an almost poetic narration in the process of making the mural because the seven marbles selected carried their own inherent patterns tracing back to hidden stories, which waited to be revealed. “One looked like a cow, another like an elephant skin, the next like a plant, the next like jewelry, then another one like a bad photocopy, one like a water and one like a topographic map,” says Konstatinos Pantazis. The stories told by the marbles were picked up by the designers who then applied a variety of different techniques universally on the mural to guarantee the coherence of the piece. They used cutting, sculpturing, cnc engraving, water cutting, digital printing and painting. The employment of these techniques further dramatized the patterns enhancing an artistic effect on the piece. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 35
Tasarım/Design
Tüy kadar hafif mermer Ymer & Malta galerinin Paris’te gerçekleştirdiği ‘marbre poInts plume’ sergisi mermerin geleneksel kullanımına meydan okuyarak mermerle ince, hafif, şeffaf, adeta uçucu tasarımlar ortaya koyuyor.
V
alérie Maltaverne ve Rémy Le Fur’ün tasarımın yeni yeteneklerini ortaya çıkarmak ve sınırlı sayıda mobilya ve tasarım parçaları üretmek amacıyla açtıkları galerileri Ymer & Malta Paris’te gerçekleştirdikleri özgün sergilerle dikkat çekiyor. Cedric Ragot, Normal Studio, Benjamin Graindorge ve A + A Cooren gibi hem yeni, hem de tanınmış isimlerle çalışan galeri için üretilen parçalar Paris’teki Musée des Arts Décoratifs, CNAP (Centre National des Arts Plastiques) ve FRAC (Fond Regional d’Art Contemporain) gibi önemli kurumların koleksiyonlarına girmiş durumda. Galerinin ilk temalı sergisi ‘Marbre Poids Plume’ tasarımcıları geleneksel olarak mermerle bağdaştırılan özellikleri yeniden düşünmeye ve bu vasıflara meydan okumaya çağırarak mermerden ‘tüy kadar hafif’ nesneler ortaya çıkarıyor. Bu amaçla aylarca çalışan tasarımcılar çekici işleriyle malzemenin farklı özelliklerini ortaya koyuyor. 36 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
FEATHERWEIGHT MARBLE ‘marbre poInts plume’ exhibited at Ymer & Malta of Paris challenges the forms and attributes traditionally associated with marble, creating light objects depicting the contemporary qualities of marble. Yazı-Text: ÖZLEM ALKAN k.
Y
mer & Malta is a Paris gallery founded by Valérie Maltaverne and Rémy Le Fur with the aim of highlighting new design talents and producing limited editions of furniture and design pieces. Like many of the artists it fosters, the gallery takes a young, fresh and dynamic approach, primarily following its own aesthetic. Their exhibitions featuring unique and limited edition works both by emerging and established artists and designers such as Cedric Ragot, Normal Studio, Benjamin Graindorge and A+A Cooren, attract much acclaim. Several design pieces have been purchased by prestigious institutions such as Musée des Arts Décoratifs in Paris, the CNAP (Centre National des Arts Plastiques) and the FRAC (Fond Regional d’Art Contemporain). Ymer & Malta’s first theme-based exhibition, called ‘Marbre Poids Plume’ meaning ‘featherweight marble’ encouraged designers to rethink and challenge the forms and attributes traditionally associated with the material in order to create the lightest objects out of marble. With this purpose several young designers worked for months creating intriguing designs depicting the timeless beauty of marble.
A + A Cooren Fransız-Japon ikili Aki ve Arnaud Cooren tarafından 1999’da kurulan A + A Cooren tasarım stüdyosu özel aydınlatma tasarımlarının yanı sıra ürün, mobilya ve iç mekan tasarımı da yapıyor. İkili sade Japon tasarım estetiğiyle gündelik nesnelere doğal unsurları katıyor, hem el emeği gerektiren ile endüstriyel ürünler tasarlıyor. Üretimde basitliği ve sonuçta ortaya çıkan ürünün kullanım kolaylığını ön planda tutan ikili iyi bir ürünün ancak üretici, zanaatkar ve tasarımcının ekip çalışmasıyla ortaya çıktığını düşünüyor. A + A Cooren Artemide, Metalarte ve Tronconi gibi aydınlatma markalarının yanı sıra Japon mücevher markası Amamika için tasarımlar yapıyor. French-Japanese design duo, Aki and Arnaud Cooren founded A+A Cooren Design Studio in 1999. The multidisciplinary duo work in the field of speciality lighting, as well as product, furniture and interior design. With a simple Japanese design aesthetic, the studio seeks to subtly integrate nature into everyday objects and interiors, designing both craft-work and industrial objects. Focusing on simplicity of manufacturing and ease of use for the final user, A+A Cooren believe that creating a good product is the outcome of teamwork between the manufacturers or craftsmen and the designers.
‘VoId’ Tabure ‘Void’ tabure tasarlanırken mümkün olan en küçük mermer kütlesinin içi tamamen boşaltılarak hem görsel, hem de fiziksel hafiflik hedeflenmiş. ‘Void’ Stools The ‘Void’ stool was designed using the smallest mass of marble possible, totally emptied out, so as to give it both visual and physical lightness.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 37
Tasarım/Design
‘sweetHorIzon’ KÂse Tasarımcısı Benjamin Graindorge’in sözleriyle: ‘‘sweetHorIzon’ bir mermer parçasının ulaşabileceği inceliğin sınırlarını araştıran, saf bir obje. Ben teknik başarıdan çok mermerin talepkar doğasının getirdiği duyusallıkla ilgileniyorum. Mermer tamamen arındırıldığında ulaştığı hafiflik ona şeffaflığı, damarları ve yumuşaklığıyla bir ten görünümü veriyor.” ‘sweetHorizon’ Bowl In the designer’s own words : ‘‘sweetHorizon’ is a pure object, a search for the limits of finesse that a piece of marble can attain. Obviously I am not interested in the technical achievement but in the sensuality its demanding nature brings. The level of lightness one reaches when marble is pared down to almost nothing makes it seem like skin, its transparency, veins and softness make it into something sensual.”
Benjamin Graindorge Genç Fransız tasarımcı Benjamin Graindorge 2006 yılında ENSCI’den mezun olduktan sonra iki yıl üst üste Design Parade Festival’e seçildi, ardından 2008’de tasarım dalında Cinna ve Audi Talents ödüllerini kazandı. 2009’da Kyoto’da konuk sanatçı olarak çalıştıktan sonra Fransa’ya dönerek François Bauchet ile birlikte SaintEtienne’deki tasarım bienalinin mekan tasarımını gerçekleştirdi.
38 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Benjamin Graindorge Talented young French designer Benjamin Graindorge graduated from ENSCI – les Ateliers in 2006. He was selected two years in a row for the Design Parade Festival and won the Cinna and Audi Talents Awards in 2008 in the category of design. After a as an artist in residence in Kyoto in 2009, he moved back to France where he worked with François Bauchet on the scenography for the Biennale Internationale du Design in Saint-Etienne in 2010.
Cédric Ragot 2002’de kendi tasarım stüdyosunu kuran Cédric Ragot kozmetikten elektroniğe, spor malzemelerinden mobilyaya farklı uygulama alanlarında endüstriyel tasarımda kategoriler ötesi bir yaklaşıma sahip. Farklı tasarımlarının ardındaki düşünce şu: Ragot’ya göre bağlam dışı bir form yoktur, her proje onun malzemesine, tasarımına ve kullanımına özel bir senaryoyu takip etmelidir. Kendisini, bir tasarımcı olarak kendi idealleri, kendisini destekleyen endüstriyel ortaklarının hedefleri ve diğer tasarımcıların gayelerinden meydana gelen üçlü ilişkiye hizmet etmek üzere konumluyor ve bu konumun onun bizi çevreleyen değişimleri önceden görerek mevcut kodları sarsmasını, sınırları genişletmesini gerekli kıldığını düşünüyor. Cédric Ragot opened his design studio in 2002, building a cross category approach to industrial design, in a broad scope of application fields: from cosmetics to consumer electronics, tableware to sports equipment, furniture to electric appliances. He believes that different designs are based on one conviction: there is no form out of context; each project must follow a scenario which is written specifically for its use, its design and its materials. He considers himself serving a triangular relationship between his ideals as a designer, the goals of industrial partners who support his initiative and the aspirations of his contemporaries, a situation which makes it necessary to foresee the transformations which surround us, shaking up the codes and opening boundaries.
‘Flap’ Aydınlatma Bloğun direncini değerlendiren bu lamba güzelliğini kendisini meydana getiren bloğun hafızasından alıyor. Mermer tek bir geometrik formda hem lamba, hem reflektör, hem de destekleyici yapı görevini karşılıyor. ‘Flap’ Light The persistence of the block. The splendor of this lamp comes from the memory of the very block it came from. The marble fulfills the functions of reflector, lampshade and supporting structure, in one geometric form.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 39
Tasarım/Design
Normal Studio Jean-François Dingjian ve Eloi Chafaï yani Normal Studio, endüstriyel tasarım stüdyolarını 2006’da açtılar. Teknik proseslere meraklı, teknoloji transferlerine hakim ikili sade ve net tasarımlarıyla yepyeni formlara imza atıyor. Ürün tasarımlarında kimi zaman dev firmalarla çalışıyor, kimi zaman küçük, deneysel seriler tasarlıyor, bazen sergi tasarımı yapıyorlar. 2010’da Paris’teki Musée des Arts Décoratifs’te retrospektif sergileri gerçekleşti. Normal Studio Jean-François Dingjian and Eloi Chafaï, aka Normal Studio, founded their industrial design agency in 2006. Keen observers of technical processes, familiar with transfers of technology, they renew forms through simple, accurate designs. They undertake product design in collaboration with big industry or experimental micro-series, as well as exhibition design. Some of their pieces are part of the collection of the French National Contemporary Art Funds. In 2010, Musée des Arts Décoratifs in Paris mounted a retrospective of their work. ‘RIngs’ KÂse ‘Rings’ kaseler çok yatay birer ‘V’ harfine benzer profillerin döndürülerek bir çember oluşturmasıyla meydana geliyor. Mermerin alabileceği en ince formda üretilen kaseler köşelerde sadece birkaç milimetre kalınlığa iniyor ve sanki masanın üzerinde yüzüyormuş gibi görünüyorlar. Bu hafiflik, geleneksel, katı mermer kütlelerine şaşırtıcı bir tezat oluşturuyor. ‘Rings’ Bowl The ‘Rings’ cups are made up of a profile shaped like a very flat ‘V’ that turns to form a ring. It is as thin as marble can be, its thickness diminishes to only a few millimeters on the edge. It seems to float as if suspended over a table. The impression of lightness forms a surprising contrast to traditionally solid marble pieces.
40 NATURA • MART-NİSAN OCAK-ŞUBAT // MARCH-APRIL JANUARY-FEBRUARY 2012 2012
Projeler/Projects: Bodrum
Gizli cennet
GAD Mimarlık tarafından Bodrum'un gizli kalmış koylarından birinde inşa edilmek üzere tasarlanan CNNT_KY, 2.5 km'lik sahil şeridinde spa, otel ve villalarıyla yıl boyunca muhteşem doğayla iç içe bir hayat vaat ediyor.
42 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Paradise found desıgned by GAd archıtects to be buılt ın a hıdden bay on the bodrum penınsula cnnt_ky ıs comprısed of a hotel, spa and resıdences surrounded by breathtakıng vıstas of the aegean. Yazı-Text: Eray Çaylı
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 43
Projeler/Projects: Bodrum
G
Bodrum’un doğal peyzajı tasarımın net hatlarına kontrast oluşturuyor. The natural elements of the landscape of Bodrum, Turkey provide a contrast to the clean lines of the design.
AD (Global Architectural Development) Mimarlık tarafından ‘Türkiye’nin Rivierası’ adıyla anılan bölgenin batısındaki bir grup saklı kalmış koya inşa edilmek üzere tasarlanan CNNT_KY, yaklaşık 600 dönüme yayılan bir proje. Konut, spa oteli, eğlence ve dinlence amaçlı tesisler ve koruma altındaki bir doğal alanı içinde bulunduran projenin inşa edileceği arazi Bodrum Yarımadası’nın kuzeyindeki Göltürkbükü beldesinde. Projenin amacı, yörenin yalnızca yaz sezonunda değil, yıl boyunca değerlendirilebilmesi. CNNT_KY, bu haliyle Bodrum Yarımadası’nın turizmine ilişkin son yıllarda değişmekte olan taleplere bir yanıt olarak da değerlendirilebilir. Türkiye’nin önde gelen tatil adreslerinden olan Muğla’nın Bodrum ilçesi, Ege Bölgesi’nin tarihi çok eskilere dayanan bir liman kenti. Bodrum’un, geniş Akdeniz coğrafyasındaki önemli bir liman ve ticaret merkezi olarak tarihi 3000 yıl kadar geriye gidiyor. Şehir, içinde bulunduğu bölgenin Antik Yunan kültürünün merkez üssü olarak büyük öneme sahip olduğu dönemde ‘Karya’nın Halikarnası’ adıyla anılmaktaydı. Dönemin dünyaca ünlü isimleri tarihçi Heredot ve Dionysos’un doğum yeri olan Bodrum aynı zamanda komutan Mozolus’un bir dönem ülkesi Karya’nın tümünü yönettiği bir tür başkentti. Şehir bu dönemde, eserleri bugün artık dünyanın önde gelen müzelerinde görülebilecek Bryaksis, Leokares, Skopas ve Timoteos gibi sanatçıların heykellerine ev sahipliği yapıyordu. Komutan Mozolus M.Ö. 353 yılında yaşamını yitirdiğinde, anısına inşa edilmek istenen anıtmezarın yapımı için göreve çağırılan da yine aynı sanatçılar olmuştu. Antik dünyanın yedi harikasından biri olan bu
44 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
D
esigned by GAD (Global Architectural Development) for a group of secluded coves in the western Turkish Riviera, CNNT_KY is a mixed-use project-in-the-making that spreads over an area of nearly 600 acres. Comprising residences, a spa hotel, recreation facilities and a protected natural zone, the project area is located in Göltürkbükü to the north of the Bodrum Peninsula. CNNT_KY is a project that aims to put the area in use not only in the summer high-season but throughout the year. This in many ways is a response to the changing tourism demands of the Bodrum Peninsula in which the project is located. One of Turkey’s prime summer destinations, Bodrum is a port city in Muğla Province, in the Aegean Region to the southwest of the country. The city center is located on the southern coast of the Bodrum Peninsula, at a point that marks the entry into the Gulf of Gökova. Central Bodrum’s history dates back 3,000 years as a Mediterranean port and trade settlement. The area was called Halicarnassus of Caria in antiquity when it served as one of the epicenters of ancient Greek culture. Renowned figures of the time such as the historians Herodotus and Dionysius were born here and the commander Mausolus ruled the whole of Caria from here. The city used to host sculptures by artists like Bryaxis, Leochares, Scopas and Timotheos whose works can now be seen in museum collections across the world. It was these sculptors who were called to duty for the construction of a monument and a tomb to the memory of the commander Mausolus when he died in 353 BC. One of the Seven Wonders of the Ancient World, this was the archetype of the architectural element which we know today as the ‘mausoleum’. This and other world-famous art and architectural works of Halikarnassos were destroyed piecemeal as the city was subject to wars and earthquakes. If there was one thing these devastations taught the rulers of Halikarnassos, it was the need for a strong fortress in order to protect the city. Thus began the construction of the Castle of St. Peter, which was built by the Knights Hospitaller in 1402 using squared green volcanic stone, marble columns and reliefs from the nearby Mausoleum.
anıtmezar, bugün dünya çapında ‘mozole’ olarak bilinen yapı türünün ilk örneğiydi. Hailkarnas’taki bu ve benzeri dünyaca ünlü sanat ve mimarlık eserleri yıllar içinde savaşlar ve depremler nedeniyle teker teker yıkıma uğradı. Eğer bu yıkımların Halikarnas’ı yönetenlere öğrettiği bir şey varsa, o da şehri korumak için sağlam bir kaleye ihtiyaç olduğuydu. Son şekli Hospitalier Şövalyeleri tarafından 1402’de verilen Aziz Peter kalesi şehrin kıyısında böylece yükselmeye başladı. Günümüzde halen ayakta olan ve Bodrum Kalesi olarak bilinen binanın yapımında yeşil volkanik kesme taş, mermer sütunlar ve civardaki Mozole’nin rölyefleri kullanılmıştı. Dikkat çekici kalesinin yanı sıra, Bodrum’un yerel mimarisini tanımlayan bir diğer öğe, bilindiği üzere, kireçle sıvalı cephelerini mavi panjur ve pembe begonvillerin renklendirdiği küçük, kutumsu, beyaz evler. Her ne kadar Bodrum’un merkezinden ve bölgeye hizmet eden havaalanından çok uzak olmasa da, CNNT_KY projesinin inşa edileceği Göltürkbükü beldesi şehrin curcunasından kaçmak isteyenler için adeta bir sığınak konumunda. Yarımadanın yeni gelişmekte olan bölümlerinden olan bu belde, Türkbükü ve Gölköy adlı iki büyük koy ve aralarındaki bölgeyi kapsıyor. Son yıllarda beldede mantar gibi biten lüks eğlence ve konaklama tesisleri, buranın dünyada ‘Türkiye’nin Côte d’Azur’ü olarak anılmasına yol açmış durumda. Bölge bugünlerde, Bodrum Yarımadası’nın tümünü etkilemekte olan önemli bir değişime de önderlik ediyor. Gerek iç gerekse dış turizmde son birkaç onyılın en bilinen yaz tatili adreslerinden olan Bodrum’un son yıllarda yıl boyu hizmet verebilecek bir turizm merkezi
Now known as the Bodrum Castle, the building still stands to this day. Besides its outstanding castle, Bodrum’s vernacular architecture is characterized by tiny box-like houses whose façades are whitewashed with lime, and blue window shutters adorned with the local bougainvillea. Although not very far from either central Bodrum or the main airport that serves the region, the Göltürkbükü area where CNNT_KY is located is still a refuge from the hubbub of the city center. One of the newly developing parts of the peninsula, the area stretches between the two bays of Türkbükü and Gölköy, and has come to be known as ‘the Côte d’Azur of Turkey’ due to its lively entertainment and accommodation venues that have mushroomed in recent years. The area is spearheading the significant change which has been affecting the whole Bodrum Peninsula. While the popular summer destination of last few decades for both domestic and international tourists, Bodrum has recently been transforming into a year-round destination. This has partly to do with the recent expansions at the nearby Milas-Bodrum International Airport which has allowed busier flight
Otel ve spanın bir cephesi Ege’nin açık tonlu mermeriyle kaplı. Light colored marble from the Aegean in Turkey is used to completely clad a side of the hotel and spa.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 45
Projeler/Projects: Bodrum
Doğal taştan yatay düzlemler ve ahşap kolonlar peyzaja doğru akan alanlar yaratıyor. Horizontal planes of stone and columns of wood generate spaces that flow into the landscape.
konumunu kazandığı görülüyor. Milas-Bodrum Uluslararası Havaalanı’nın kapasitesinin artırılması ve böylece bölgeye olan uçuşların sıklaşması gibi gelişmelerin de Bodrum’un söz konusu yeni konumu kazanmasına ön ayak olmuşa benziyor. Benzer gelişmelerle beraber değerlendirildiğinde, CNNT_ KY, Bodrum’a olan ilginin değişmekte olan ve tipik bir yaz tatilcisinin ihtiyaç ve beklentilerini aşan niteliğine seslenmeyi amaçlayan çabaların bir örneği olarak değerlendirilebilir. Dört küçük koyu kapsayan 2.5 kilometrelik bir sahile sahip CNNT_KY projesinin tamamlandığında yaklaşık 100’er otel odası ve lüks villaya ev sahipliği yapması öngörülüyor. Projenin önerdiği konaklama tesisleri çeşitli kat planı ve boyutlara sahip. Otel odaları 100 metrekareden başlarken her bir villanın söz konusu ebatın yaklaşık yedi katı kadar bir alanı kapsaması düşünülüyor. Her villanın kendine ait bir sonsuzluk havuzuna sahip olması planlanırken, tesisin otel kısmına ise biri açık biri kapalı iki yarı olimpik havuzun hizmet vermesi tasarlanıyor. Konut ve otel odalarının kat planlarındaki çeşitliliğin gelecekteki konuklara sunulacak deneyimin kişiselleştirilmesini amaçladığı görülüyor. Konaklamanın yanı sıra 5000 metrekarelik bir spa ve detoks merkezi ile golf sahası gibi dinlence, sağlık ve eğlence amaçlı tesisler de proje kapsamında inşa edilecekler arasında. Bu tesislerin bir kısmının, koruma altına alınmış olan yeşil alanın denizle buluştuğu kıyı boyunda yer alması planlanıyor. Proje tamamlandığında, schedules to and from the region. In the wake of these developments, CNNT_KY can be considered an example of recent attempts to address the shifting nature of the interest in Bodrum, which now exceeds the typical summer tourist’s needs and expectations. Straddling four coves, the CNNT_KY project overlooks a 2.5-kilometerlong strip. When the project is completed, this strip will serve the guests of some 100 hotel rooms and as many luxury villas. The accommodation facilities proposed by the project consist of various floor plans and sizes. The hotel rooms start from 100 square meters, while the villas are planned to encompass about seven times that size. The villas will each have their own infinity edge pools, while the hotel area will be served by two semi-olympic size pools. The various floor plans available are meant to individualize the experience provided to future guests. There are also plans for several recreational, health and entertainment facilities, such as golf course and a 5000-squaremeter spa and detox center. Some of these facilities will be accommodated along the strip where the protected natural reserve joins the sea. When the project finishes, the 2.5-kilometer strip will have been turned into a sand beach. Suitable for harbouring as many as 50 boats, one of the four coves along this beach will serve as a mini marina for future guests. 46 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
2.5 kilometrekarelik kıyı şeridi kumsala dönüştürülecek. Söz konusu kıyı boyunda dizilmiş olan dört koydan birinin ise 50 kadar tekneye ev sahipliği yapabilecek bir mini marinaya dönüştürülmesi hedefleniyor. CNNT_KY, GAD Mimarlık’ın kendi deyimleriyle “yeni mimarlık formlarının bölgeye girişini kısıtlayan” düzenlemeler karşısında malzeme ve biçimi cesurca kullanan bir tasarım müdahalesi olarak dikkat çekiyor. Konut yapılarının genel görünümüne kalın doğal taş parçalar ve ince ahşap kolonların damga vurduğu görülüyor. Yapıştırma yöntemiyle bir araya getirilmesi planlanan taş parçaların dokusuna nihai şekil verilirken parça birleşimlerinin derz dolgusu ile doldurulması sonucunda daha steril ve doğal bir etkinin elde edilmesi amaçlanıyor. Mekanik sistemle montajı gerektiren durumlarda ise malzeme yüzeyinin kendiliğinden sahip olduğu derinlikten yararlanıldığı görülüyor. Özetle, yapıların doğayla uyum içinde olması amacı doğrultusunda kimi zaman üretim sürecine dair izler korunurken, bazen de malzemenin işlenmemiş haliyle sahip olduğu yüzey özelliklerinden faydalanılıyor. Yine benzer amaç kapsamında, yapım sürecine dışarıdan katılan doğal taş malzemenin yanı sıra, hafriyat sırasında çıkarılan yörenin kendisine ait taşlara da çevre düzenlemesinde yer verilmesi planlanıyor. Yapıların çatı örüntülerinin desteklenmesi ve gerekli altyapı ihtiyaçlarının sağlanmasının düşey silindirik taşıyıcılar aracılığıyla mümkün kılındığı
Vis-à-vis what GAD calls an “archaic building code still enforced” which “restricts new forms or architecture being introduced to the landscape,” CNNT_KY presents itself as a daring intervention in form and materials. The overall look of the accommodation facilities proposed as part of the project is characterized by the use of naked stone slabs and slim wooden columns. Pieces of the former are plastered together to form the façades. Wherever possible, the surface characteristics of the stone are preserved and an unprocessed finish is preferred toward achieving a certain degree of harmony between the built environment and the surrounding nature. Pieces of stone obtained from digging the construction pit are then used in landscape design to establish a similar harmony. The other significant material used in the project is wood. Cylindrical wooden columns are employed both to support the roofing and host infrastructural details. The majority of these columns will be produced as solid wood in order to obtain a high
Kaba kesilmiş taşlar cam ve çeliğe güçlü bir görsel taban oluşturuyor. Rough-hewn stone provides a strong visual base to the light glass and steel above.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 47
Projeler/Projects: Bodrum
Beton yüzey çeşitli sabitleme sistemleri kullanılarak tamamen mermerle kaplanıyor. Marble completely covers the concrete slab with a variety of anchorage systems.
görülüyor. Bu taşıyıcıların büyük bir kısmının statik taşıma ihtiyacı doğrultusunda masif ahşap olarak imal edilmesi, kalan dikmelerin ise yağmur suyu toplama, elektrik ve zayıf akım tesisatlarının kurulması için içi boş ahşap kaplamalı tüpler olarak imal edilmesi planlanıyor. Bir diğer önemli malzeme olan cam doğramalara ise taş kaplamaların arasında öne çıkmayacak bir şekilde yer verilmekte. Böylece, taş dokusunun yapıların içi ve dışı arasındaki kesintisiz akışının korunmasına özen gösterildiği görülüyor. Taş parçalar yapıların yan cephelerinin karakterine şekil verirken, ahşap kolonlar ise ön cephede yer alan sundurmayı taşıyor ve hem yan hem önden dikkat çekiyor. Biri hantal biri narin olan bu malzemeler estetik anlamda birbirini dengeliyor. Mimarların, yapılarda kullanmayı amaçladıkları farklı malzemeler arasındakine benzer bir dengeyi yapılı ve doğal çevre arasında da gözettikleri söylenebilir. Doğa ve mimarinin birbirine temas ettiği arayüzlerin tümünün, söz konusu iki ortam arasında kademeli bir geçişi olanaklı kılacak şekillerde kullanılması planlanıyor. Binalar arasında kalan alanlarla, bina çatıları ve avlularının bahçeye dönüştürülmesine ilişkin planlar bu yaklaşımın bir örneği. Yüzey tasarımı ve malzemenin yanı sıra, rengin de yapılı ve doğal çevrenin arasında uyumlu bir ilişki yaratılması doğrultusunda kullanıldığı görülüyor. Tüm binaların bölgede yer alan zeytin ağaçlarının yapraklarının yeşiline yakın bir tonda boyanması planlanıyor. Proje arazisinin 440 hektarlık bölümünün şu anda yaklaşık 10 bin zeytin ağacına ev sahipliği yaptığı düşünüldüğünde bu tercih daha da anlam kazanıyor. Proje yürütücüleri CNNT_KY projesinin söz konusu ağaçlar üzerindeki etkisinin yalnızca yerlerinin değiştirilmesiyle sınırlı olacağını ve zeytinlikler yaşamlarını ileride kurulacak tesisin arazisi içerisinde sürdüreceklerini belirtiyorlar. Hatta ağaçlardan toplanacak zeytin ve bu zeytinlerden elde edilecek yağın, yine bölgedeki keçiboynuzlarından elde edilecek pekmezle beraber tesisin gelecekteki konuklarına sunulması da planlar arasında. Ayrıca, proje kapsamında kurulacak deniz suyu arıtma sistemi sayesinde tesisin su ihtiyacının da yerel kaynaklardan karşılanması planlanıyor. Rüzgar santrali ve tesis içinde kullanılacak elektrikli araçlara ilişkin planlara da bakılırsa, su tüketimiyle ilgili gündeme gelen benzer
48 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
static bearing capacity, while others will be woodcoated hollow tubes through which electrical cables and rainwater pipes pass. Glass windows are embedded within the stone façades in a way that allows the material transition from the interior to the exterior of buildings to be achieved without any interruption in the overall natural look provided by the texture of the stone material. While stone slabs dominate the side façades of buildings, wooden columns support the canopy and are remarkably visible from both frontal and side views. One bulky and the other delicate, these two essential elements seem to aesthetically balance each other out. The architects seem to have sought a similar balance for the relationship between the built and the natural environment. The intention is to use every interface between nature and architecture toward providing a gradual transition, as villa rooftops, courtyards, and various residual spaces will be turned into gardens. In addition to surface design and materials, color is also used for establishing harmony between the built and the natural. It is planned that all buildings will be painted in a shade of green similar to that of the leaves of the surrounding olive trees. This is indeed a pertinent decision, as some 10 thousand olive trees currently fill up the project’s 440-acre area. Project managers suggest that CNNT_ KY’s impact on these trees will be limited to their relocation, which means they will live on within the premises. There is talk of the management’s plans to collect olives from these trees and extract their oil. The intention is that both the olives and the extracted oil will be shared with future hotel guests
‘yeşil’ seçeneklerin elektrik enerjisine ilişkin çözümler kapsamında da değerlendirildiği görülüyor. Ne ilginçtir ki, CNNT_KY projesinin inşa edileceği bölge, sitrin adı verilen ve sahibine başarı, huzur, mutluluk ve neşe getirdiğine inanılan özel bir taşa da ev sahipliği yapmakta. Dahası, sitrin taşının geçmişi de tıpkı Bodrum’unki gibi antik döneme dayanıyor. CNNT_KY projesinin yatırımcılarının şimdiden bu taşı inşaat alanını ziyarete gelen misafirlere küçük özel keseler içinde hediye ettikleri söyleniyor. Bölgenin doğası ve tarihine bir saygı duruşu niteliği taşıyan sitrinin aynı zamanda CNNT_KY projesinin mimari felsefesinin sembolü olduğu da söylenebilir. Soyut modern formları doğal malzemeler aracılığıyla derin tarih ve el değmemiş doğaya sahip bir bölgeye entegre etmeyi amaçlayan proje, Bodrum turizmine ilişkin dönüşen talepleri yerele ait özniteliklerden taviz vermeden karşılamayı öneriyor.
Su ve bitki gibi doğal elemanlar Akdeniz etkisini güçlendiriyor. Natural elements such as water and plants add to the Mediterranean atmosphere.
as will be the molasses which will presumably be produced out of the local locust beans. A desalination plant is also conceived as part of the project, which will allow the hotel and residences to obtain their water from the sea. Similar relatively greener options are considered also for electricity consumption, as plans for a wind farm and hybrid vehicles are in the making. Interestingly, the area where CNNT_KY is going to be built is home to a special kind of stone called citrine, which is believed to bring success, peace, happiness and joy to its owner. The reputed fame of citrine, just like that of Bodrum, dates back to ancient times. CNNT_KY’s investors have already started presenting this stone in little gift sacks to potential customers and prospective residents who have been visiting the construction site. A token of appreciation for the region’s nature and history, citrine is also a fitting symbol of the architectural philosophy of CNNT_KY. Integrating abstract modern forms via natural materials into a long history and pristine landscape, the project seeks to address Bodrum’s shifting character while allowing no compromise to the locale’s primal features.
MİMAR / ARCHITECT: GAD Mimarlık, Gökhan Avcıoğlu YER / LOCATION: Bodrum, Türkiye / Turkey YIL / YEAR: Design / Tasarım 2011 PROGRAM / PROGRAMME: Hotel, spa, residence MALZEMELER / MATERIALS: Yerel doğal taş, ahşap, cam profil / Natural stone, natural wood columns, glass profiles OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 41,227 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Semih Acar, Müge Tan, Kerem Demircan, Aysu Aysoy, Derya Arpaç, Mert Türközü
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 49
Projeler/Projects: Bodrum
50 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Bodrum’da gerçekleşen rüya Yapılı çevre ile doğa arasındaki uyumun en etkileyici ve en güncel örneklerinden biri olan Bodrum’daki Amanruya Resort, geleneksel ile moderni, lüks ile tevazuyu, yerel ile globali benzeri az bulunur bir ahenkle, rahmetli Turgut Cansever’in mimari vizyonuna göz kırparak, Göltürkbükü’ndeki Demir Evleri’nin yanıbaşında bir araya getiriyor.
Mediterranean as the muse The Amanruya Resort in Bodrum, Turkey is an impressive example of the harmony between built environment and nature on the Mediterranean. Merging the traditional and modern, luxury and simplicity, local and global, the collection of stone buildings is a contemporary interpretation of the architecture of master Turkish architect Turgut Cansever. Yazı-Text: Yasemin Şener
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 51
Projeler/Projects: Bodrum
A
dını Sanskritçe’de “barış”anlamına gelen “aman” ve Türkçe “rüya” kelimelerinden alan Amanruya Resort, Ege Denizi’nin Güneydoğu kıyılarında, Mandalya Körfezi’nde, Bodrum Yarımadası’nın kuzeyindeki Göltürkbükü’nde, Akdeniz çam ormanları ve eski zeytin bahçeleriyle çevrili bir yamaçta 60 dönüm arazi üzerinde kurulu bir tatil köyü. Yöresel mimarinin geleneksel öğelerinden ve geleneksel yapı metodlarından esinlenilen Amanruya Resort, bu yönüyle üç sene önce kaybettiğimiz ünlü mimar Turgut Cansever’in kendisine 1980 yılında Ahmet Ertegün Evi, 1992’de de Demir Tatil Köyü ile Ağa Han Mimarlık Ödülleri’ni kazandıran mimari vizyonuna çok da uzak durmuyor. 1970 yılında ortaklarıyla birlikte bu araziyi satın alan Cansever, Demir Tatil Köyü’nü de bu arazinin Doğu tarafına inşa etmişti. Cansever’in vizyonunu bu arazide Amanresorts ile birlikte farklı bir yorumla hayata geçirmek ise mimar kızı ve damadı Emine ve Mehmet Öğün’ün çabalarıyla oldu. Ağaçların arasından kıvrılarak ilerleyen bir yolun sonunda ulaşılan Amanruya, deniz manzarasını her açıdan gözler önüne seren birçok avlu ve teras varyasyonu sunan ve kendi özel çakıl plajına doğru kademelenerek inen bir yerleşim yapısına sahip. Bölgenin karakteristik kırmızı toprağından organik bir biçimde ortaya çıkmış gibi görünen mimarisiyle, geleneksel Bodrum evlerine ve Rum köylerine gönderme yapan Amanruya Resort’un tasarımında doğal çevreye minimum etkide bulunmak en önemli çıkış noktalarından biri olmuş. Arazinin ve pratik kullanımın gerektirdiği zorunluluklar taş yapıların birbirlerinin üzerinden ve içinden akarak, tıpkı Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi organik bir biçimde gelişen mekanlar dizisi yaratmasını sağlamış. Osmanlı dönemine ait Akdeniz mimarisiyle biçimlenmiş bir Rum köyünü çağrıştıran tatilköyünde terrakota ve taş duvarlar Bizans döneminin “opus listatum” duvarlarını anımsatırken, her çeşitte, renkte ve boyutta taşların prekast beton sütunlarla yarattığı çelişki Cansever ornamentalizmini yansıtıyor. Yapılarda prekast beton bölümler haricindeki her şey el yapımı olma özelliği taşıyor.
52 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
T
he Amanruya Resort whose name is derived from the Sanskrit word for peace, ‘aman’, and the Turkish word for dream, ‘ruya’, is located on 60 acres of land surrounded by Mediterranean pine forest and ancient olive groves on Mandala Bay in the town of Göltürbükü on the northern coast of the Bodrum Peninsula on the southeastern Aegean coast of Turkey. The design attitude of Amanruya Resort was inspired by the traditional elements of local architecture and masonry building methods of the Turkish Aegean. At the same time there is a direct relation to the architectural vision of the late famous 20th century Turkish architect Turgut Cansever and his projects in this context. The Ahmet Ertegün House and Demir Houses by Cansever also located in Bodrum were important buildings that were precedents to Amanruya being awarded the Aga Khan Award for Architecture in 1980 and 1992 respectively. Cansever and his partners bought land in 1970 for the Demir Houses on the eastern side of this Bay that is now joined on the other side of the Bay with Amanruya. It was Cansever’s architect daughter, Emine Öğün, and her husband, Mehmet Öğün, who had a double role as architects and property owners in partnership with the Aman Resorts hotel chain. The Aman Resorts based in Singapore are known for numerous hotels in South Asia that situate a luxury hotel concept in a peaceful village setting. Amanruya opened in 2011 is located at the end of a winding road in an Aegean pine forest above the sea. Similar to other Aman Resorts, Amanruya is conceived as a settlement, its many small houses set on a slope down towards a private pebble beach. The arrangement of the buildings creates a variety of courtyards and terraces affording every possible sea vista. Having a minimal impact on the natural environment was of paramount importance in the design approach of Amanruya Resort. The design refers to traditional Bodrum houses and Greek villages with its architecture appearing to rise organically from the characteristic red soil of the region. The primary building material throughout the design is stone, rough masonry walls on the exterior matched with clean, refined marbles in the interior. These stone structures flow from and into each other as the land and practical use dictates, ensuring a natural organic growth of spaces. In its construction, Amanruya suggests a Greek village from the Ottoman era composed of Mediterranean architecture consisting of terracotta and stonewalls bringing to mind the Byzantine opus listatum walls. The stones of these walls in all shapes, sizes and colors, contrast with the precast concrete columns inspired by Turgut Cansever’s earlier Bodrum designs. Apart from these small elements of precast concrete, everything else is handmade. Emine and Mehmet Öğün’s architectural inspiration is very much local, stating, “If you seek a solution that belongs to the place, then history is the logical place
Taş ve kayalarla çevrelenen dış alanlarda Rum köylerinden ilham alınıyor. Outdoor spaces lined in stone and rocks are inspired by the character of Greek villages from the Ottoman period.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 53
Projeler/Projects: Bodrum
54 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Banyolar hamamlara referansla tamamen mermerle kaplı. Baths are completely clad in marble alluding to the interiors of Turkish hamams.
“Yere ait bir çözüm arayışındaysanız, tarih en mantıklı başlangıç noktalarından biridir.” diyen Emine ve Mehmet Öğün çiftinin tasarımlarında Hitit, Frigya, Likya, Lidya, İyonya, Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarının izleri özellikle de yapı tekniklerinde ve biçimsel ifadelerde olabildiğince doğal bir biçimde yerini bulmuş. Tatil köyünün girişi geleneksel Türk mimarisinin rafine sadeliğinin en çok hissedildiği yerlerden biri. Bu yaklaşımla biçimlendirilen üç katlı kütüphane yapısının üst katında bulunan lounge, yerden tavana kadar uzanan camlarıyla bir yandan eşsiz deniz manzarasına diğer yandan çam ormanlarına bakıyor. Kütüphane kulesinden yerel el sanatlarının en iyi örneklerinin sergilendiği uzun ve gösterişli butik yapısına çakılla kaplanmış dolambaçlı basamaklarla ulaşılıyor. El yapımı, tuğla sarnıç özgün bir halı galerisine dönüşmüş. Buradan ulaşılan Sanat Galerisi’ndeki beyaz mermer zeminler ve beyaz duvarlar ise sanat eserlerinin ve yüksek duvarların her iki yanında asılı duran dekoratif Brezilya taşı madalyonların sergilenmesi için en uygun fonu oluşturuyor. Amanruya, misafirlerini her biri diabaz granitten yapılmış özel
to start.” In fact their designs contain influences from the construction techniques and formal expressions of past Anatolian civilizations such as the Hittite, Phyrgian, Lycian, Lydian, Ionian, Roman, Byzantine and Ottoman. For example, the entrance to the Resort is inspired by the refined simplicity and solidity of traditional Turkish architecture. This is carried through to the beautiful 3-storey, freestanding library that features a lounge on the top floor with floor-to-ceiling windows looking out over the sea on one side, and pine forests on the other. A meandering stair covered with inlaid small stones connects the library tower to the boutique as an excellent example of local handicraft. An existing hand-built, brick cistern, a common feature of the rural agriculture of the area was converted into a unique Carpet Gallery. White marble floors and white walls create the ideal backdrop for showcasing fine artworks and two decorative medallions of Brazilian stone hang on either side of the high walls in the spacious gallery. The 36 stone cottages that make up Amanruya’s guest accommodation all offer private swimming pools of diabaz granite, and terrace gardens scented with thyme and shaded by olive trees. These cottages are 70-90 square meters each and feature white marble floors and mahogany ceilings. The baths refer to the traditional Turkish ‘hamam’ with openings in their ceilings. Bursa arches joining bedrooms and bathrooms, and the lighting holes from the hamams called ‘elephant eyes’ in the bathrooms are some
Mermer kolonlar alanları tanımlayan dekoratif unsurlar olarak kullanılıyor. Marble columns are used as a decorative element defining spaces.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 55
Projeler/Projects: Bodrum
yüzme havuzlarına ve zeytin ağaçlarının gölgelendirdiği kekik kokulu teras bahçelere sahip 36 taş evde ağırlıyor. Büyüklükleri 70-90 m2 arasında değişen evlerin zeminlerinde beyaz mermer, tavanlarında ise maun kullanılmış. Banyolar ise tepe açıklıklarıyla geleneksel Türk hamamlarına gönderme yapıyor. Yatak odaları ile banyoları birbirine bağlayan Bursa kemerleri ve banyo tavanlarındaki “fil gözü” adı verilen aydınlatma delikleri yapıların tasarımındaki Osmanlı etkilerinden bazıları. Amanruya’nın sembolü olan kısa mermer sütunlar ile çevrili bulunan mangal kömürlü gelenksel şömineler -Topkapı Sarayı’nda bulunan benzerleri gibi- serin aylarda odaları ve terasları ısıtmak için kullanılıyor. Evlerin ve sosyal alanların tavanlarında koyu strüktürel ahşap kullanılırken, lounge ve restoranlarda 13. ve 14. yüzyılın marangozluk detayları ve süslemeleriyle üretilmiş yapısal ahşap sütunlar bulunuyor. Beyaz badanalı yüzeyler ve beyaz Muğla mermeri, koyu renkli tavanlarla çarpıcı bir kontrast yaratıyor. İç mekanlarda renk olgusu sadece pencerelerden yansıyan görüntülerle, misafirlerin hareketleriyle ya da zaman zaman sergilenen sanat eserleriyle sağlanıyor. Amanruya’nın dört tarafı deniz manzaralı restoranlarla çevrelenmiş 50 metrelik havuzunda Antalya bölgesinden getirilerek kullanılmış olan yeşil mermerler Ege denizinin derinliklerinden farklı tonlar yansıtıyor. Tatil köyünde kullanılan taş ve mermerlerin tamamı yerel olarak üretilmiş. Zeminde kullanılan beyaz Muğla mermerler de buna dahil. Tüm yürüme yolları ve yapıların cephelerindeki pencereler elle yerleştirilmiş çakıl taşları ile kaplanmış. Villalara giden yolların kenarlarındaki taş duvarlar da yerli ustaların emeği. Geleneksel Kilis evlerinden esinlenilerek yapılan ve “Barbakan” adı verilen cephelerdeki direnaj delikleri, rüzgarın ve yağmurun yönünü değiştirdiği gibi, günışığının iç mekanlara dramatik bir etkiyle nüfus etmesini sağlıyor. Amanruya’nın yer aldığı vadi, baharda enfes kır çiçekleriyle dolup taşarken, aynı zamanda orkide, incir ve keçiboynuzu ağaçları ile 300 yıllık zeytin ağaçlarına da evsahipliği yapıyor. Ekim yağmurlarının ardından hasat edilen zeytinler otelin kendi üretimi olan zeytinyağlarının yapımında kullanılıyor. 56 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Bir Akdeniz köyünün sıralı evlerinin mimarisi çağdaş yaşama uyarlanıyor. The architecture of a series of cottages in the form of a Mediterranean village is adapted to contemporary lifestyles.
of the other Ottoman influences on the building design. Turkish mangal charcoal fireplaces – similar to those found in Topkapı Palace in Istanbul - warm the rooms and terraces in the cooler months and are flanked by Amanruya’s signature short marble pillars. Dark structural wood was used on the ceilings in both the guest cottages and public areas. The structural wooden pillars in the lounges and dining rooms have the carpentry details of 13th and 14th century Anatolian precedents. Additional whitewashed surfaces and the local white Muğla marble creates a striking contrast with these dark ceilings. The color reaches inside through the windows reflecting off of the shiny surfaces through the movement of guests or in contrast to the works of art. These refined interiors with a cosmopolitan character are in contrast to the rough exteriors of natural stone and Aegean flora. Green marble from the southern Mediterranean Antalya region of Turkey reflected in different turquoise tones was used in the Amanruyas 50-metre infinity pool surrounded by four restaurants, all with sea views. The stone and marble from the pool like all the other examples that were used throughout the resort are locally produced marbles from the Mediterranean region of Turkey such as the white Muğla marble used for the floors. Local craft can also be seen in the construction of the stonewalls at the sides of the paths leading to guest cottages which were handcrafted by local masons. Drainage holes on the facades called ‘Barbakan’ are influenced by the traditional Kilis houses deflecting the wind and the rain while allowing daylight into interior spaces with a dramatic effect. The valley in which Amanruya is situated is rich in wildflowers in the spring and also home to orchids, fig and carob trees, pine forests and 300-year-old olive trees. Olives that are harvested after the rains in October are used for producing the Resort’s own olive oil. Overall Amanruya is an organic and sensitively placed addition to the historic and natural beauty of Aegean Turkey as a contemporary interpretation of the architecture of Turgut Cansever.
Pürüzsüz ve akıcı mermer zemin iç mekan stilinin önemli bir parçası. Smooth and slick marble flooring is an important part of the cosmopolitan style applied in the interiors.
MİMAR / ARCHITECT: Emine Öğün & Mehmet Öğün Mimarlık YER / LOCATION: Bodrum, Türkiye / Bodrum, Turkey YIL / YEAR: 2011 PROGRAM / PROGRAMME: Otel / Hotel MALZEMELER / MATERIALS: Yerel doğal taş, ahşap, mermer / Natural stone, natural wood columns, marble MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 57
Projeler/Projects: Granada
Duvardaki mit
Antonio Jiménez Torrecillas granit taşla yenilediği Endülüs’teki ortaçağdan kalma Nazari Duvarı’nda tarihi modern bir bakış açısıyla yorumluyor.
Mural myths
The reconstruction of the Nazari Wall in Andalusia by Antonio Jiménez Torrecillas invigorates history with a modernity based in granite stone. Yazı-Text: Gökhan Karakuş
58 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 59
Projeler/Projects: Granada
60 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
İspanya’nın Granada şehrinde Ortaçağ’dan kalma bir kaleye ait Nazari Duvarı yaratıcı bir yaklaşımla yeniden inşa edildi. The NazarI Wall is a creative reconstruction of a section of a medieval fortress on a hillside in Granada, Spain.
M
imaride metafizik artık pek gündemde değil. Bir zamanlar mimari teorinin önemli bir unsurunu teşkil eden uzay, zaman ve varoluş prensipleri artık mimari pratikten neredeyse silinmiş durumda. 19. yüzyılda Fransız yazar Victor Hugo ‘Notre Dame de Paris’ romanında ‘Bu onu öldürecek.’ derken kitap ve matbaanın mimariyi yok edeceğini söylüyordu. Bunu söylerken de felsefe, din ve mimariyi bir dahaki yüzyılda rastlanmayacak bir biçimde gruplandırıyordu. 20. yüzyılın sonunda felsefe ve mimaride dekonstrüksiyonun yükselişiyle mimari düşüncede klasik batı metafiziği de yok oldu. Ancak günümüzün küreselleşen dünyasında çağdaş mimarlıkta meselenin sadece klasik batı sistemi olmadığını görüyoruz. Batı-dışı bağlamlarda inşaatın artmasıyla, eski inanç sistemleriyle ilişki kuran mimariye de rastlıyoruz. Özellikle tarihi eserlerin çağdaş yaşamla iç içe olduğu bölgelerde inanç sistemlerinin uyumu önem kazanıyor. Bu uyumun etkili olabilmesi içinse form ve malzemelerin belli sembolik ve kozmolojik özelliklerle entegre edilebilmesi gerekli. Bu sistemlerin çevreye uyarlanması için, malzeme ve forma, soyut mimari şekillerin potansiyel sembolik etkisine dayalı bir uzam deneyimi yaratabilecek mimari stratejilere ihtiyaç var.
T
he metaphysics of architecture is no longer talked about. Once an important aspect of architectural theory, the principles of space, time and existence are today largely absent in the practice of architecture. When in the 19th century the French writer Victor Hugo wrote in his novel Notre Dame de Paris that “This will kill that.” announcing that the book and the printing press would kill architecture, he was grouping together philosophy, religion and architecture in a way that would disappear in the next century. In the 20th century, the social, material and formal basis of architecture with a nod to functionality become the primary interest of modern architecture at the expense of the metaphysics of architecture. With the ascendance of deconstruction in philosophy and architecture at the end of the 20th century, classical western metaphysics in architectural thought was dead. Yet in today’s global world we see that it is not only the Western classic system that is an issue in contemporary architecture. With the increase in building in nonWestern contexts we see more architecture in relation to older systems of belief. Especially in regions where ancient monuments co-exist with contemporary life, the harmonization of belief systems becomes important. This harmonization, in order to be effective, needs to integrate how form and materials are imbued with certain symbolic and cosmological qualities. The application of these systems to the environment requires architectural strategies that shape an experience of a space based on its materials and forms, on the potential symbolic effect of abstract architectural forms. An example of this profound understanding of shape and form using geometries in stone is the reconstruction of the remnants of a medieval citadel in southern Spain. A MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 61
Projeler/Projects: Granada
Granada’nın İslami tarihini yansıtan duvar şehrin çeperinde Elhamra Sarayı’na bakan bir tepede yer alıyor. The medieval walls are from Granada’s Islamic past located on the periphery of the city on a hill facing the famed Alhambra Palace.
Doğal taşın geometrilerini kullanarak bu derin şekil ve form anlayışını ortaya koyan önemli bir örnek İspanya’nın güneyindeki bir Ortaçağ kalesinin kalıntılarının yeniden inşa edildiği Nazari duvarı. 14. yüzyılda Endülüs’te Müslüman hakimiyeti sırasında inşa edilen askeri kalenin bir parçası olan Nazari duvarının büyük bölümü 19. yüzyılda bir deprem sırasında yıkılmış. 2006’da Granadalı mimar Antonio Jiménez Torrecillas’in duvar için tasarladığı eklenti tamamlanana kadar duvardaki bu derin delik şehir dokusunun bir parçasını oluşturmuş. Granada’nın en önemli tarihi eseri Elhamra Sarayı’ndan da görülebilen bu müdahale taş mimarinin gücünden yararlanarak tarihi ve çağdaş olanı, eskiyle yeni arasında ince bir denge oluşturarak bir araya getiriyor. İspanyol imar kanunları mimara belirgin şekli ve tarzıyla bir ek olduğu hemen anlaşılabilen bir müdahale özgürlüğü tanımış ancak bu yeni duvarın gelecekte tarihi kalıntılara hiç zarar vermeyecek şekilde yıkılabilir olması şartıyla. Kalenin tarihi temeli yerli yerindeyken bunu becermek, tarihi temeli koruyacak özel temellerin ve dengeli, ancak gerektiğinde sökülebilecek bir duvarın tasarlandığı karmaşık bir stratejiyle mümkün olmuş. Mimarlar, pratik ve sembolik hedeflerini gerçekleştirebilmek için granit levhaları kuru yığma yöntemi ile dizmiş ve hem içeriden hem dışarıdan bakıldığında ilginç bir görünüm elde etmişler. Sonuçta ortaya çıkan, uzun granit levhalar ve aralarındaki boşluklardan meydana gelen iki taraflı duvar belirgin, ancak Ortaçağ kalıntılarıyla uyum içinde bir müdahale. Duvarın restorasyonu, bu kuru, dağınık doğal peyzajın kentsel dönüşümünün ikinci fazını teşkil ediyor. Şehre yakınlığına ve ilişkisine rağmen bu bölge şehir merkezine periferal, atıl bir alana dönüşmüş. Burada kaybolan tarihi sınırları yeniden tanımlayıp kalan Ortaçağ dokusunu koruyarak görsel süreklilik sağlamak ana hedeflerden biri olmuş. Uzaktan bakıldığında bu yeni duvar tarihi duvarların lineerliğini sürdürerek onlara uyum gösterirken, yakına gelindiğinde orijinal duvardan çarpıcı bir farklılık gösteriyor. 62 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
19th-century earthquake destroyed a large section of this structure called the Nazarí wall in Granada, Spain. The wall was a part of military fortification dating originally to the 14th century Muslim rule of Andalusia. This gap was a prominent part of the urban fabric until 2006 when the local Granadan architectural practice Antonio Jiménez Torrecillas’ design for an intervention in the wall was completed. Visible from Granada’s most famous monument, the Alhambra, the intervention is a profound balance of old and new, resolving history and the contemporary through the power of architecture in stone. While regional and Spanish heritage building regulations gave the architect the freedom to design an addition that in its spare and clearly defined shape is easily identifiable as such, they also dictated that this new wall be capable of demolition in the future without damaging the historical ruins. With the ancient foundation still in place, this required a complex strategy for designing special foundations that retained the ancient base and also for a wall that is stable yet could be dismantled if needed. To realize both the practical and symbolic goals the architects chose granite slabs to build the wall, dry stacking them in a manner that creates interest both inside and out. The resulting two sided wall of long granite slabs with gaps was an obvious contemporary addition yet in harmony with the medieval remnants. The aim of restoring the wall constituted the second phase of the urban transformation of this dry scrubby natural landscape. This area despite its immediacy and connection with the city, had nonetheless become a left over space, peripheral to the city proper.
Bir patika ve merdiven gibi peyzaj elemanlarıyla tarihi kalenin kalıntılarıına giriş sağlanıyor. Landscape elements such as a path and staircase allow access through the remnants of the medieval citadel.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 63
Projeler/Projects: Granada
Farklı ebatlarda dizilen granit levhalar tarihi duvarın taş strüktüründen yola çıkıyor. Stacked granite slabs in different sizes refer to the stone structure of the historical walls in an abstract and poetic way.
64 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
40 metrelik duvarın her iki tarafındaki iki küçük açıklık iki yığma granit duvar arasında dar bir geçitle duvarın bir tarafından diğerine geçiş sağlıyor. İç mekan yaratan bu açıklık tasarlanırken gece devriyeleri ve gizli geçitleri ile bir zamanlar Endülüs’te hüküm süren Beni Ahmer hükmündeki eski askeri kalelerin hissi esas alınmış. Mimar Torecillas tarihi şehirlerden gelen sembolik ve varoluşsal etkiyi alana getirmek üzere çalışırken ziyaretçilerin ‘Granada’nın yeraltı mitolojisinin bir parçası olan ışık ve karanlıkla karşılaşmasını’ hedeflemiş. İki duvardaki çeşitli aralıklarla birlikte bu alan, doğrudan spesifik bir tarihi formu hatırlatmadan Ortaçağ duvar kavramının fiziksel ve formel özelliklerini yakalamayı başarıyor. Burada duvarın soyut geometrisi geçmiştekinden farklı, ancak taşların arkitektonik yığma yöntemi ile geçmişe bağlanıyor. İnşaat oldukça basit ama mitolojiden temellenen monolitik etkisi çok güçlü. 112 m3’lük standart ölçüde büyük, işlenmemiş granit taşlar, verimli bir uygulamayla yerin altına gömülü bir yatağa yerleştirilmiş. Yine de metafizik etki çok net. Basit ve temel bir deneyim yaratılıyor. İnsan ölçeğinde ziyaretçiler onları taş malzemeyle doğrudan temas ettiren dar aralıkta yollarını buluyorlar. Bu uzun, garip tünel bilişsel ve ruhani bir etki yaratıyor. Bu
The goal was to endow this stretch with visual continuity, redefine the vanished historical borders and safeguard the remaining medieval fabric. Seen from a distance, the new wall is in harmony with the historical walls, respecting their linearity yet when experienced close up, however, strikingly different from the original wall. Two small openings on either side of the 40 meter (130 foot) wall allow access from one side of the wall to the other, via a narrow passageway between the two stacked granite walls. This surprising gap creating this interior space was influenced by “old military fortifications, the spirit of secret passageways and night patrols” dating from the Andulacian past of the Islamic Nasrid Empire that once ruled Granada. The architect Torrecillas working to invest space with existential and symbolic impact originating from the cities past wanted visitors “to negotiate a world of light and darkness that is a part of the myth of underground Granada.” Combined with the numerous apertures in the two walls, this space captures something of the material and formal qualities of the medieval concept of the wall without immediately recalling any specific historical form. Here the abstract geometry of the wall is one removed from the past but is connected through the architectonic method of stacking stones. The construction was quite basic but powerful in its monolithic strength, pointing to myth as its basis. The 112 m3 of granite is piled up in large untreated stones of standard section and length -the most efficient scheme- placed on a bed buried under the ground. Yet the metaphysical impact is quite clear. The experience is basic and elemental. At human scale visitors walk, having the task of navigating this narrow gap that puts them into direct contact with the stone material. This long permeable tunnel is an odd space that creates an affect that is cognitive and spiritual. The experience puts the visitors literally in the wall giving them an understanding of its basic properties in an abstract and ambient way. The spaces relation to the non-Western past of the city and the older wall has forced this contemporary architecture to act in a symbolic and one could propose in a metaphysical manner to create a cotemporary
Nazari Duvarı eklentisi dar bir geçiti çevreleyen ve iki yandan giriş yapılabilen iki paralel duvardan oluşuyor. The Nazarí Wall intervention is comprised of two parallel walls lining a narrow passageway with entrances on either side.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 65
Projeler/Projects: Granada
MİMAR / ARCHITECT: Antonio Jímenez Torrecillas YER / LOCATION: Alto Albaicín, Granada, İspanya / Alto Albaicín, Granada, Spain YIL / YEAR: 2002 – 2008 PROGRAM / PROGRAMME: Yerleştirme ve peyzaj / Intervention and landscaping MALZEMELER / MATERIALS: Granit blok ve yer döşemeleri / Granite blocks and pavers OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 60m2 duvar / wall, 50m2 merdiven / stairs TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Amaya Navarro Oteiza, Mª Jesús Conde Sánchez, Miguel Ángel Ramos Puertollano, Michele Panella, Alberto García Moreno, David Arredondo Garrido, Michele Loiacono, Manuel Guzmán Castaños, Miguel Dumont Mingorance, Miguel Rodriguez López, Gustavo Romera Clavero, Erwan Blanchard, Maylis Vignau.
deneyim ziyaretçileri tam anlamıyla duvarın içine sokarak duvarın temel özelliklerini soyut ve çevresel olarak anlamalarını sağlıyor. Alanın şehrin batılı olmayan geçmişiyle olan ilişkisi ve tarihi duvar bu çağdaş mimariyi sembolik ve metafizik bir tavra zorlayarak, hem gündelik, hem de metafizik bir güncel deneyim yaratmasını sağlıyor. Geçmişle olan teması, bu zaman ve mekanlar arası geçitin tam anlamıyla mihenk taşını oluşturuyor. Nazari duvarındaki müdahale Antonio Jiménez Torrecillas mimarlığın bu bölge için gerçekleştirdiği master tasarım planının sadece bir parçası. Plan –artan kentsel gelişime bir tampon bölge olarak görülen- çevredeki peyzajın korunmasını ve yakındaki San Miguel Alto şapelinin restorasyonunu da içeriyor. Duvara paralel yeni bir merdiven ve kaldırımın yenilenmesi de plan dahilindeki diğer peyzaj unsurları. Tarihi duvar, yenilenen granit duvar ve merdivenin oluşturduğu düzen, geçitler ve patikalarla benzersiz bir ağ oluşturarak metafizik mimarinin gücüyle gündelik bir deneyimi bambaşka zaman ve uzay boyutlarına taşıyor. 66 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Mimari alan çağdaş tasarımı kullanarak tarihi duvarların ruhuna gönderme yapıyor. The architectural space refers to the spirit of the ancient walls using contemporary design.
experience that is everyday yet metaphysical. Importantly it’s the contact with this non-Western past that is literally the touchstone for this passage in time and space. The intervention in the Nazarí wall is but one piece of the larger master design for this area by the architectural practice of Antonio Jiménez Torrecillas. It also includes the preservation of the landscape surrounding the area -seen as a buffer for continued urban developmentand the restoration of the nearby chapel of San Miguel Alto. Additional landscape elements included the paving refurbishment and a new staircase parallel to the wall itself. The network of the historic wall, the new granite wall and the staircase creates a unique constellation of paths and passage ways that take everyday experience into new dimensions of space and time driven by the qualities of a metaphysical architecture.
Yeni ve eski duvarlar birbirlerinden farklı olmalarına rağmen geçmişin deneyimini geleceğe taşımak üzere bir araya geliyor. The new and old walls are distinct yet work together as a whole bringing together the experience of the past into the present.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 67
Projeler/Projects: Lagoa das Furnas
68 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
İkincil doku Atlas Okyanusu’ndaki Asor Takımadası’nın volkanik özellikler taşıyan ve zengin su kaynaklarına sahip Furnas köyüne yapılan Furnas Araştırma Merkezi, doğal değerleri yok olmak üzere olan bölgedeki sürdürülebilirlik yaklaşımının tasarıma dönüştürülmesine iyi bir örnek teşkil ediyor.
Design rejuvenation
The design of the Lake Furnas Research and Monitoring Center gives importance to ecological efforts in this special corner of the Azores Islands. Yazı-Text: Derya Uzal, FOTOĞRAF-Photo: FG+SG Fernando e SergIo Guerra
A
sor takımadası, Atlas okyanusunda, Akdeniz’in tam üzerinde, Portekiz kıyılarının 1500 km açığında yer alır. Kartaca ve Arap denizcilerin uğrama amacıyla kullandığı, 14. yüzyılda İtalyan denizciler tarafından aralıklarla kullanılmış, daha sonraları ilk kez onlara bugünkü adı veren Portekizliler tarafından işgal edilmiştir. 1976 yılından bu yana Portekiz’e bağlı özerk bir bölge. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusu boyunca uzanan Asor Adaları yanardağ kökenli. Batı yönünde, takımadanın en büyük kenti olan Ponta Delgada’nın yer aldığı, 130.000’i aşan nüfusuyla, en kalabalık olan Sâo Miguel Adası bulunuyor. Yükseklikleri 1000 metreyi aşan tepeler, lav akıntılarına ait izler ve kaldeiralardan oluşan ada hala hareketli bir jeolojik yapıya sahip. Tropikal ve kutup hava kütlelerinin çarpıştığı bir bölgede bulunan ada genelde yağışlı. Bu yağışlar Akdeniz ikilimi ile buluşunca zengin bir bitki örtüsü sunuyor. Furnas köyü bu bölgede takım adaların en güzel yerlerinden biri, ikincil volkanik hareketleri okunabilen, zengin su kaynaklarına sahip hidrolojik bir cennet. Aşırı kullanımlar, bu iklim koşullarında sürdürülebilirliği tehdit eden başlıca sebeplerden. Geçim kaynakları ve tarımdaki monokültürel hareket, toprağın verimini azaltmış, adanın oluşumundan itibaren yetişen bitki örtüsü yok olmuş, buna bağlı erozyon ve kuraklık başgöstermiş, toprak kütleleri su kaynakları ve göllerde sığlaşmalara ve kirlenmelere sebep olmuştur. Furnas gölü çevresinin sürdürülebilirlik ve yeniden kazanımı gibi önemli konulara odaklanmak üzere kurulmuş SPRAçores, havza ve kıyı alanlarını yeniden yapılandırmak için 2006 yılının Ekim ayında çalışmalarına başladı. SPRAçores, finans, hukuk, peyzaj, mimar ve biyoloji konusunda yetkili araştırmacılardan oluşan interdisipliner bir yapılaşma. Aires
T
he Azores archipelago is located in the Atlantic Ocean, 1500 km off coast of Portugal. Although the Portuguese were the first to inhabit the Azores giving the name to the archipelago in the 15th century, Arab and Italian sailors had used the Islands since the 14th century. The Archipelago has been an autonomous region belonging to Portugal from the 17th century on becoming official in 1976. The mountainous land of the 9 principal islands stretching along a northwest-southeast direction were originally volcanic, retaining this topography today. The most populous city of Ponta Delgada with a population of 130,000 is located on São Miguel Island the most crowded in the Azores. Known as the “Green Island” it still shows the dynamic features of the volcanic geological structure with hill heights over 1000 meters and the remains of lava streams set in highly lush forests and fields. Located in a zone where climate and polar air masses collide means the Island receives significant rainfall. When this rainfall meets the Mediterranean climate, the rich soil offers the opportunity for a diversity of vegetation and animal life. It is here in this beautiful setting where the village of Furnas is located, a natural paradise rich with water resources. The Furnas Village is often referred to as the “Drawing Room” of the Azores. It is one of the most beautiful locations in the archipelago and its name is related to the phenomena of secondary volcanism, MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 69
Projeler/Projects: Lagoa das Furnas
Mateus mimarlık, başından beri ekipte sürdürebilir tavrın tasarıma dönüşme şeklini tartışırak, cevaplar bulmaya çalışır. Bu bağlamda niyetleri toprağı değiştirmek değil, toprağın kullanımını değiştirerek, onu yeni bir deneyimle işgal etmektir. Bilimsel bir farkındalık yaratmak, araştırmanın tutarlılığı ve devamı için de ekonomik, ekolojik ve sosyal açıdan sürdürülebilir olması önemlidir. Yapı programı ile beraber, çok fonksiyonlu manzara alanları yaratmayı, ekolojik ve ekonomik sürdürebilirliği, yerel ekonomiyi çeşitlendirmeyi ve heterojenite oluşturmayı hedefler. Tasarımlarında konut-hacim ilişkilerini yerel malzeme üzerinden sorgulayan Aires Mateus mimarlık ofisi benzer bir yaklaşımı Furnas Gözlem ve Araştırma Merkezi’nde uygular. 1130 m2’lik göl kıyısı boyunca, laboratuar ve ofisleri de barındıran, tüm ağaçlık alanı deneyimleme imkanı veren bir teknoloji parkı projelendirir. Bitki türlerini yeniden yetiştirmek üzere, büyük fidanlık alanlarından oluşturulan peyzaja, bir yapı eklentisi olarak taştan yapılmış birimler, Asor’ların zaman içinde oluşmuş katmanlı doğal örtüsüne yerleştirilir, ikincil bir gerçekliği böylece üretir. Basit geometrilerden yapılması ve bazalt taşının cephelerde minimum müdahale ile kullanılmasından dolayı doluluk-boşluk ve dokusuyla yeni yapısıyla yeni yapıyı var edebilir. Araştırma yapılan alanlara çok fonksiyonlu sürdürelebilir peyzajlar sunan, kapalı hacimlerini avlu ve bu peyzajlar arasındaki birimler olarak üreten Aires Mateus işlevi yerel malzemeyle optimumda yorumluyor. Aires Mateus Venedik Bienali için yaptığı Casa Areia’da mekan içinde kumu kullanma yaklaşımı gibi, ilk fikirini açıkça temsil edildiği yapıları, şiirsel deneylerle karakterize eder.
Araştırma merkezi ait olduğu doğal ortamdan tasarımıyla farklılaşıyor. This investigation center is part of the natural setting but distinct from in its design.
70 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
underground steam vents, that is felt in the Furnas Valley. Thanks to the diversity of its sources of water, experts consider the Furnas Valley a hydrological paradise. The village is also known for its outstanding parks, gardens and sights. Recently this area has come under threat from excessive use as the issue of sustainability in the environment of Furnas in São Miguel has become critical. Economic interests and agricultural activity in the area have reduced soil fertility, led to the disappearance of vegetation, caused land erosion and contamination of water sources. The small lake in Furnas has become important for ecologists for these reasons. To be able to be focus on recycling and sustainability issues around the Furnas Lake, the SPRAçores company was formed with an interdisciplinary professional team derived from financial, landscape, architecture and biological experts. SPRAçores, a public company with 100% capital owned by the regional government of Azores was established in October 2006 to manage and promote areas of environmental interest in the Azores, has focused its attention on the Furnas region. Approximately 250 hectares that consist mainly of pastureland have been acquired and are being intervened by SPRAçores. Importantly the Furnas Lake shores are under a process of architectural and landscaping transformation. As a part of the first phase of the ecological strategy of revitalization of the shores of the Furnas Lake SPRAçores constructed the Furnas Research and Monitoring Center, 2010, designed by the Lisbon, Portugal practice of Aires Mateus led by Manuel Aires Mateus and Francisco Aires Mateus. One of Aires Mateus’ architectural strategies has been to try to find sustainable attitudes towards projects from the beginning of design. In this project, their idea was to transform the land not by physically transforming it but occupying it with a new presence and experience. According to the architects, “The project intends to evoke the architectural landscape of the Azores, drawing upon the form and material that embed the collective memory of this island and archipelago, that have become, with time, a second nature of this place.” Using this strategy Aires Matues designed the Research and Monitoring Center and the nearby Researcher Accommodation building as basic, archetypal volumes, straightforward and solid, reinforced with the affect generated by the complete cladding with the local basaltic stone. The complex includes additional landscape elements such as outdoor seating, small buildings functioning as studios and lodgings inserted in an extraordinary natural habitat: Lake Furnas. The most dramatic of these buildings is the Research and Monitoring Center. Winner of the prestigious MARMOMACC International Award Architecture in Stone 2012, the Center is noteworthy for using design for ecological goals. The sculptural monolithic stone buildings bring high design to an area of natural beauty valuing material and landscape in a process of synthesis. Aires Mateus’ Research and Monitoring Center is clear statement on using design to transform the idea and experience of a natural place, of creating ecological value through design value. The presence of the building and its contemporary design gives the message that this area and its surroundings are important. Stone is an important catalyst in this perception as it gives a sense of MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 71
Projeler/Projects: Lagoa das Furnas
Bu birimlerde katı kütlelerde boşlukları, iklime uygun yöntemlerle mekansal bir zenginlik yaratmak için kullanır. İşlevlere göre oluşturulan kütleler; araştırma alanları ve konaklama birimi cephe ve kullanım özelliklerine göre birbirlerinden farklılaşır. Araştırmaların yapıldığı avlulu yapı, iç ve dış ilişkisinde, dış mekanda peyzaja uzanan geçirimsiz taş duvarlarla, avluda taş yüzeylerin izin verdiği şeffaf çerçevelerin arasında kalan bir ara mekandır. Bazalt temelinde volkanik kökenli olması, ince taneli, yoğun, sert yapısı ve aşınmalara dayanıklılığı ile dış mekanda kuvvetli bir peyzaj öğesine dönüşürken iç mekanda yok olur. İç mekanın bütünlüğü ise yek ahşap kullanımıyla yakalanmaya çalışılır, ahşap içeride işlevsel ve bağımsız bir kesit sunar. Sert ve dayanıklı taş farklı eğimlerden oluşan cephe ve çatıda kullanılmıştır. Peyzaja saplanan araştırma birimi dış duvarları, avluyu saklar. Peyzaja bakan cepheyle başlayan yüzey, avlu iç cephe boşluklarında şeffaf yüzeyleri aşıp, avlu taş zemini devam eder ve diğer cepheden toprağa saplanır. Birimlerin yekpareliği içeride ve dışarıda aynı niyetle birbirinden farklı malzemeler ile yakalanmaya çalışılır. Işığı yakalayan ve hapseden hammadde burada Aires Mateus tasarım grubunca heykelsi bir öğe olarak kullanılır. 72 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
solidity and value but is also connected to the local geology. The architecture of the building is characterized by the presence of an intermediate space between interior and exterior, a patio created by a subtraction of volume, conceived almost as a sculpture, a block of material excavated so that light may enter. The inner facades and the distribution system of the building take place inside the patio. The monolithic appearance of the building is achieved using basalt applied on a continuous shell of concrete. The exterior stonewalls are held up by a reinforced concrete structure while the stone roof is held up by a steel girder system. Overall the uniform cladding gives the impression of one solid volume. The building was therefore conceived as a sculpture, as a block of raw matter that is intentionally cut into to capture light and the Lake itself. Masses are generated by individual functions in the faceted envelope. The Research Center ‘s courtyard is an intermediate space standing between the transparent frames, permeated by interior stone surfaces with the impervious stonewalls extending from the outer space towards the landscape. The basalt originally volcanic turns into a strong landscape element with a fine-grained, dense, hard and abrasion resistance surface. It disappears in the interior.
Geçici konaklamalara izin veren birim ise içeriden 4 eşit parçaya bölünmüş kompakt bir yapıdır. Her cephede optimum ışık alabilmek için ahşap çerçeveler dış kabuğu güneşi görme saatlerine göre farklı yüksekliklerde keser. Bu cam yüzeylerle içeri çekilen aydınlık alanları çevreleyen ahşapla iç mekanda da malzeme sürekliliği konsepti korunuyor. Birimler arasında göl kenarını yeni bir topoloji olarak ele alan tasarım hikayesi taş ve beton yüzeylerin kullanıldığı, küçük geçitler, bazalttan yapılmış mobilyaları da içerir. Bu birimler doğal yapının içinde girintili çıkıntılı zemin üzerinde ansızın beliriverir. Bir rota tanımlanmış, bu rotaya kimi işlevler yüklenmiş, boşluklar tespit edilip içlerine yerleşilmiştir. Değişimin, izlenebilir kılınması, ziyaretçilere açılması ekolojik olarak sürekliliği tartışırken sosyal ve ekonomik olarak sürekliliği de sağlar. Furnas gölü ve çevresinin yeniden işlevlendirilmesini yerel dinamikleri efektif kullanarak sürdürülebilirliği amaçlayan düşünce, zaman ve malzemeyi de halihazırda araştırmanın konusu iken tasarımla bütünleştirebilmiştir. Doğru malzeme kararları ile de tasarım taçlandırmıştır.
binanın planı taş kütlenin merkezindeki yarığın çevresinde şekilleniyor. The plan of the buıldıng ıs based around the cut ın the center of stone volume.
Inside, a totally wood interior corresponds to the totally stone exterior. The integrity of the interior is supplied by the continuous wood surfaces, interior wood cladding both on floor and ceiling enables a context independent but in parallel to the exterior. Inside and outside the design using these different materials provides continuity and uniform surfaces. The buildings appearing as geological formations closely tied to nature in their abstract geometric shapes and materials. Designed as a new landscape topology, the Center and the other new additions to the shores of Furnas Lake make a clear statement to visitors of the importance of social, economic and importantly ecological sustainability. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 73
Projeler/Projects: Lagoa das Furnas
74 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Plan ve kesitte keskin açılı volümler göze çarpıyor. Jagged angular volumes are present in plan and section.
MİMAR / ARCHITECT: Manuel Aires Mateus, Francisco Aires Mateus YER / LOCATION: Lagona das Furnas, Azores, Portugal YIL / YEAR: 2008-2010 PROGRAM / PROGRAMME: Çevre kontrol ve araştırma merkezi / Environmental monitoring and investigation center MALZEMELER / MATERIALS: Volkanik bazaltik taş, doğal ahşap yer döşemesi, betonarme strüktür / Volcanic basaltic stone, natural wood flooring, reinforced concrete structure OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 1130 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Patrícia Marques, Valentino Capelo de Sousa, Mariana Barbosa Mateus, Susana Rodrigues, Joana Simões, Catarina Belo, Francisco Caseiro, Vânia Fernandes, João Caria Lopes MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 75
Projeler/Projects: İzmir
76 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Taş ev
Mimar Serhat Akbay 65 yıllık bir köy evini yerel mimariye uygun olarak yenileyerek Urla, Yağcılar Köyü’nde Ağa Han Ödülü’ne aday bir mimari eser yaratmış.
Stone House Respecting traditional building practices architect Serhat Akbay renovates a 65 year old village home in Urla on the Turkish Aegean. Yazı-Text: Gözde Kavalcı
Urla’daki bu geleneksel evin yenilenmesiyle şekli ve programı çağdaş hayata uyarlanıyor. The reconstruction of this traditional stone house in Urla, Turkey, realigns the shape and program of the house to modern life.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 77
Projeler/Projects: İzmir
P
rofesyonel hayatının büyük bir bölümünü de İzmir’de geçirmiş olan ve 2000 yılından beri Ege kıyılarında bulunan Urla-Yağcılar Köyü’nde yaşayan mimar Serhat Akbay, projelerini içinde bulunduğu coğrafya ile bütünleştirmekteki başarısıyla tanınıyor ve bölgesel mimarideki başarısını tasarladığı her yapıyla daha da sağlamlaştırırken kendisi de bölgede yerel bir hayat yaşamayı tercih ediyor. Akbay yapılarını, bölge koşullarının ısı, rüzgar, ışık, toprak gibi tüm özelliklerini göz önünde bulundurarak tasarlıyor ve doğaya her hangi bir etkide bulunmadan yöre koşullarından olabildiğince yararlanmaya çalışarak yapının form, malzeme ve inşa tekniklerini belirliyor. Urla çevresindeki yerel mimarinin özellikleri de bu çalışmalara zemin hazırlıyor. Ege Bölgesi’nin sıcak iklimi, mimarinin ana elemanını, yazın yaşam alanlarını serin tutacak ancak kışın da soğuktan koruyacak kalın taş duvarların oluşturmasına yol açmış. Urla’nın konumuna bağlı olarak oluşan ve özellikle kışları sertleşen sürekli rüzgarlar düşünüldüğünde, kalın duvarların kullanımı daha da anlam kazanıyor. Bu noktada geçmişte Sakız Adası ile sürekli ilişki içerisinde olan Urla’da bölgesel mimarinin oluşmasında, mübadele dönemine kadar bölgede yoğun olarak yaşayan Rum nüfusunun inşa tekniklerinin etkisinin olduğunu da belirtmek gerekiyor. Mübadele sonrası inşaatta görev almaya başlayan Türklerin de aynı yapı tekniği prensiplerini yıllarca devam ettikleri biliniyor. Yöre halkının eskiden zeytincilik ve bağcılık ile geçimlerini sağladıkları, denize sadece birkaç kilometre uzaklıkta bulunan Urla’nın yerel mimari özelliklerinden yola çıkarak bölgede çağdaş yaşama uygun yeni yapılar tasarlayan ve mevcut olan kimi yapıları da restore eden Akbay, tasarım ve malzeme seçiminin yanında, tasarladığı yapıların inşaasında da yerelliği koruyarak bölgedeki ustalar ve diğer kişilerle birlikte çalışıp, onların deneyimlerini de işin içine katıyor ve yerel imkanlar dahilinde problemlere çözüm getiriyor. Urla - Yağcılar Köyü’nde eşi ile yaşamak için tasarlayıp inşa ettiği Bağ Evi ile 2002 yılında Ulusal Mimarlık Ödülü’nü alan ve ardından aynı proje ile 2003 yılında Ağa Han ödül adayı olan Akbay, evinden sonra aynı bölgede konumlandırmak üzere tasarladığı ofisi “Mimarın Bürosu” ile 2006 yılında düzenlenen 10. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde Yapı Dalı Ödülü’nü aldı. YAĞCILAR köyü taş ve beton yapılardan oluşuyor. The rural village of YAĞICILAR, Urla consists of buildings in stone and concrete.
78 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
S
pending most of his professional life in Izmir, Turkey the architect Serhat Akbay known for projects that are successfully integrated with their surroundings has reinforced his success in regional architecture with each new project. He has himself lived in very same geography the Urla-Yağcılar village on the Aegean coast of Turkey since 2000. Akbay designs his buildings with an emphasis on their unique regional characteristics based on climate, temperature, wind, light and topographic qualities. In his architecture he uses as much as possible local methods in determining form, materials and construction minimizing the impact on nature. The traditional architecture of Urla on the Aegean coast of Turkey is the basis of much of his work. The Aegean climate determines the use of thick stonewalls as the primary architectural element keeping living spaces cool in summer and warm in winter. Due to Urla’s geographic position on the Sea, these thick walls are also important in protecting against the constant strong winds especially in the winter. It is important to mention here the historic influence on the techniques of regional architecture of this area by the Anatolian Greek population that lived in this area before WWI and of the constant relations between Urla and the neighboring Greek Island of Chios. We know that after the population exchanges between Greeks and Turks after WWI the Turks used construction methods inherited from the Greeks for many years. Akbay has in work restored existing buildings and designed new buildings for contemporary lifestyles inspired by the characteristics of the traditional architecture of Urla which is located a few kilometers from the sea and has a local economy based on olives and winemaking. In parallel to design and material selection, Akbay preserves local character by working with local craftsmen and villagers integrating their knowledge into his projects to use local techniques in solving problems. Akbay was awarded the Turkish National Architecture Award in 2002 and nominated for the Aga Khan Award in Architecture in 2003 for the Vineyard House in Urla – Yağcılar that he designed and built as a residence for himself and his wife. Later in 2006 he would go on to receive the Construction Sector Award in the 10th Turkish National Architecture Awards for his “Architectural Office” building set in the same area.
Evin taş kabuğu betonla takviye edilmiş. Ana volüm aynen bırakılırken pencere ve kapıların yerleri evin yeni tasarım stratejisine göre değiştirilmiş. The stone shell of the house has been reinforced with concrete. While the primary volume is intact. windows and doors have been moved based on the new design strategy.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 79
Projeler/Projects: İzmir
Bu ödüllerin, mimarın profesyonel hayatına olan etkisi kadar, köylülerin kendisine ve yaptığı işlere bakış açısına olan etkisi de büyük olmuş. Köy halkı olumlu gelişmelerle birlikte, Akbay’ın köye romantik amaçlarla gelmediğine ve köye anlamlı katkılarda bulunduğuna ikna olmuş. Taş Ev, Akbay’ın 2006 yılında restore etmek amacıyla satın aldığı, yola cephesi olan ve bölgenin yerel mimarisinde sıkça karşılaşılan örme taş duvarlara sahip eski bir ev. Yapı, İzmir şehir merkezi ve her geçen yıl turistik bağlamda daha da popülerleşip yaz-kış hem yerli hem de yabancı turistleri çeken Çeşme arasında, yarımadanın tam ortasında olan Urla’da bulunuyor. Bu kadar hareketli iki nokta arasında olmasına rağmen dinginliğini korumayı başaran bölgede, Akbay’ın yaşadığı evin ve ofisinin de bulunduğu Yağcılar Köyü’ndeki dört odalı bu taş yapıda, öncelikli olarak iki ay boyunca sıva söküm işleriyle uğraşılmış ve yapının statik olarak uygun olup olmadığı araştırılmış. 65 yıl önce, Akbay’ın şimdiki ortağının dedesinin, oğullarından biri için imece usulü inşa ettiği yapı, çamur ile işlenmiş olmasına rağmen yığma yapı şartlarına uygun çıkınca, mimar ortaya çıkan taş malzemeyi korumuş ve binanın içerisinde bulunan ara kat zemin döşemesini ve odaların arasında bulunan bölmeleri kaldırararak, taş malzemenin yapıya sağladığı ayırt edici özellikleri belirginleştirmeyi amaçlamış. Bu noktada yapının, günümüz mimarisine uygun bir yığma yapı geleneğinde inşa edilmemiş olmasına rağmen yıllar boyu oldukça sağlam bir şekilde ayakta kalması, Serhat Akbay’ı etkileyen 80 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
These awards affected the architect’s professional life but also greatly improved the perception of the architect and his work by the villagers of Urla. Due to these positive events, the villagers became convinced that Akbay didn’t come to the village with only romantic interests but was making a meaningful contribution. The Stone House bought by Serhat Akbay in 2006, is an old village house with traditionally clad stone walls -quite common in local architecture- facing the road. The house is situated in the town of Urla in the middle of the peninsula between the city of Izmir and the tourist town of Çeşme. Although being surrounded by two destinations bustling with people, this portion of the peninsula is still quiet and serene. Before Akbay moved into this four-room house where he both lives and works, he carried out the static analysis of the building and took 2 months to scrape the plaster off the walls. The house built by the grandfather of Akbay’s current business partner in cooperation with fellow villagers 65 years ago, turned out to comply with current masonry building standards. Although mud was originally used to cement the stones, Akbay kept the stone structure intact. He removed the mezzanine flooring and the separations between the rooms in order to bring out the distinct character of the building achieved by stone. The architect was thoroughly impressed by this building that remained strongly intact after many decades of wear and tear, although not having been built with a
unsurlardan biri olmuş. Yapı güçlendirilerek restore edilirken, taşın güçlü ve sağlam etkisini kuvvetlendirmek ve bir başka malzemenin taş ile yarışmasını önlemek için, malzeme olarak taş haricinde ahşap, çelik ve cam oranlı bir biçimde, taş duvarların bütünsel etkisini kırmayacak şekilde kullanılmış. Bölgede yaygın olarak kullanılan taş örme duvarların dayanıklı yapısı, Taş Ev’de yaşama alanını çevreleyen bir kabuk olarak varlık gösteriyor. Taş malzemenin duvar yüzeylerindeki sürekliliğini sağlamak için, evin orjinal yapısında bulunan iki pencere de kapatılmış ve çatı, taş duvarların içerisine yapılan çelik konstrüksiyonun üzerinde konumlandırılarak yapıdan 50 cm. daha yukarıya taşınmış. Duvar hizasınca yükselen sabit cam yüzeyler ile kaplanan, çatıyla duvarlar arasında bulunan bu boşluk, kütlesel taş duvarların algısını güçlendirirken, aynı duvarların engellemiş olduğu gün ışığının istenilen düzeyde içeri sızmasını sağlayarak yapıya karakter veren önemli özelliklerinden birisini oluşturmuş.
İki katlı mekan üst kattaki yatak odası ile birlikte tek bir alana dönüştürülmüş. Yeniden inşa edilen ahşap çatı içerlek yatay pencerelere yer açmak üzere yükseltilmiş. The twostorey interior has been transformed into one major space with an upper level sleeping area. The reconstructed wood roof has been raised slightly to allow space for recessed horizontal strip windows.
masonry technique in line with contemporary standards. While the building was restored and strengthened, the architect also utilized wood, steel and glass in addition to stone in a subtle balance to enhance the stark and strong effect of natural stone without overpowering it. The strong stone structure prevalent in local architecture forms a shell around the living volume of the house. To provide continuity to the stone surfaces, two windows were removed from the original structure of the house and the roof supported by the steel structure built inside the stone walls was raised 50 cm. This space between the wall and the roof and framed with glass surfaces along the wall, strengthens the impact of the voluminous stone walls while enabling the sunlight these same walls block to penetrate inside the building. The primary characteristic of the house, which is in distinct harmony with the other houses of the village, is the strength of the simple geometry realized by the use of only stone in the exterior walls. The wood roof, which is distinct from the stone base, nonetheless exists in visually unity with the overall composition of the two-story house. Both the stonewalls and the timber roof are equally strong presences in the exterior as well interior of the house. Using traditional techniques as a basis for developing innovative solutions, the Stone House with its prismatic form is as spare as traditional village house yet possesses at the same time the nuances of contemporary architecture. This building currently used as a design workshop, which was at one time facing destruction, has raised the awareness of the value of the other traditional buildings in the village. The construction, which was realized with the grandchildren of the original owners, provided additional meaning for Akbay. Akbay who is not only concerned with professional design and construction but with also the local life in the region himself notes the positive developments in the construction of the building of the village and awareness that was generated by the awards in an area MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 81
Projeler/Projects: İzmir
Taş duvarlar evi keskin Ege güneşinden korurken, iç mekana yerel karakter kazandırıyor. The stone walls protect the house from the harsh Aegean sunlight while providing local character to the interior design.
82 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Köydeki diğer yapılarla güçlü bir uyum halinde olan yapının ana özelliği, duvarların özellikle dış cephede taştan başka bir malzemeyle bölünmemiş olması sebebiyle güçlenen basit geometrisinde yatıyor. Ahşap, basit bir formda ve binanın kabuğundan ayrı bir şekilde durmasına rağmen yapıyı bütünleyen bir çatıya sahip iki katlı evin, bir de avlusu bulunuyor. Hem taş örme duvarlar hem de ahşap çatı, yapının dışında olduğu gibi, güçlü etkisini iç mekanda da koruyor. Prizmatik yapıdaki Taş Ev, geleneksel yöntemleri baz alarak geliştirilen yenilikçi çözümleriyle, bir köy evi kadar yalın olmayı ve çağdaş mimarinin nüanslarını da aynı anda taşımayı başarıyor. Şu anda bir tasarım atölyesi olarak kullanılmakta olan yapının zamanında yok olmaya yüz tutmuşken tekrar kazanılması, köydeki diğer evlerin de değerlerinin farkına varılmasını sağlamış. İnşaatın, yapının 65 yıl önceki ilk sahibinin torunlarıyla birlikte yapılmış olması ise, Akbay için ayrı bir anlam teşkil ediyor. Bölgede sadece profesyonel yapı tasarımı anlamında değil, aynı zamanda yerel hayatla da ilgilenen Akbay, hızla gelişmekte olan turistik bölgelere yakın konumlanan köyün yapılanmasında, olumlu gelişmeler ve yapılara gelen ödüllerin de yardımıyla bir bilinç oluştuğunu belirtiyor. Türkiye’de Ege ve Akdeniz bölgelerinde özellikle 70’lerden itibaren oluşan turizme bağlı çarpık yapılaşmanın durdurulamaz bir ivme kazanmasına bağlı olarak,
Geleneksel taş işçiliğiyle örülmüş duvarlar betornarme kirişlerle bir arada. Traditional stone masonry walls are combined with reinforced concrete beams.
adjacent to the quickly developing tourist centers of the region. Akbay’s Stone House and his similar projects gain greater importance when considered in the context of the rapid and uncontrollable momentum in construction that accompanied the growth of the tourism sector in Turkey’s Mediterranean and Aegean regions that started in the 1970s, the near destruction of the natural vegetation, the quick disappearance of the centuries old architectural character of the area in the formation of rural life based primarily on these construction and tourism dynamics. Akbay’s architectural strategy preserves regional architecture in a complete assessment of the values of the region while merging these buildings with contemporary lifestyles and needs. He has in work in Urla transformed the perception of the local architecture and in parallel improved the lifestyle standards of the village, restarting the viniculture in Urla that had 100 years ago been the primary economy of the rural geography. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 83
Projeler/Projects: İzmir
Evin yeni planında üst katı yatak odasına ayrılan açık bir merkezi alan ile daha az pencereye yer veriliyor. The new plan for the house consists of a free-flowing central space with an upper sleeping area and fewer windows.
bitki örtüsünün yok denilecek vaziyete gelmesi, mimari anlamda bölgenin yüzlerce yıldır oluşan yerel özelliklerinin ivedi bir şekilde ortadan kaldırılması, dolayısıyla bölgedeki yerel yaşamın da tüm bu turizm ve imar koşullarına göre şekillenmesi göz önünde bulundurulursa, Akbay’ın Taş Ev ve benzeri diğer projeleri ile ortaya çıkardığı işler yarattığı farkındalıkla daha da anlam kazanıyor. Yerel mimariyi yörenin tüm özellikleriyle birlikte değerlendirip korurken, günümüz insanının yaşam koşullarını ve ihtiyaçlarını irdeleyerek tasarladığı yapıları çağdaş yaklaşımlarla bütünleştiren Akbay, bölgede mimaride olan bakış açısına paralel olarak yaşam koşullarında da değişiklik yaratıyor ve yüzyıllar önce Urla’da halkın ana geçim kaynaklarından olan bağcılığı köyde tekrar başlatıyor. 12 senedir köy halkıyla birlikte yaşayarak hem mimarlık hem de bağcılık yapan Serhat Akbay’ın bölge için tasarladığı her yapı, içerisinde bulunduğu doğanın ve yörenin bütünselliğini hiçbir şekilde etkilemeden, ikisinin de özelliklerini kendisinde barındırıyor ve bu entegrasyonla yerel mimariyi bir adım ileriye taşıyor. 84 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Serhat Akbay who has lived with the villagers for 12 years pursuing architecture and winemaking has in all the buildings he has designed in the area been careful not to adversely effect the unity of the natural and local social condition, retaining their value in his design and by integrating them into regional architecture advancing its development.
MİMAR / ARCHITECT: Serhat Akbay YER / LOCATION: Urla, İzmir, Türkiye / Turkey YIL / YEAR: 2006 PROGRAM / PROGRAMME: Konut / Residence MALZEMELER / MATERIALS: Doğal taş, ahşap, metal / natural stone, wood, metal OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 80 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Serhat Akbay
Projeler/Projects: Dubrovnik
karşıtlıklar ters yüz Hırvatistan’in ünlü sahil kenti Dubrovnik’te halka açık bir otopark ve spor salonundan oluşan InsIde_OutsIde projesi bölge için önemini altyapısal özelliklerinin yanı sıra, yapının çevresiyle yakın ilişkiye girmesini sağlayan tasarım çözümlerinden de alıyor.
Contradictions Inside Out Traditional limestone masonry walls are an integral part of this hybrid parking and sports facility in historic Dubrovnik, Croatia. Yazı-Text: Eray Çaylı
86 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 87
Projeler/Projects: Dubrovnik
88 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
K
runoslav Ivanišin ve Lulzim Kabashi’den oluşan Ivanišin. Kabashi.Arhitekti’nin Hırvatistan’ın ünlü sahil kenti Dubrovnik’te gerçekleştirdiği proje Inside_Outside (İçerisi_ Dışarısı), halka açık bir otopark ile spor salonundan oluşuyor. Ülkedeki ilk kamu-özel sektör ortak girişimi olan proje, bölgedeki bir ilkokula ait metruk bir spor sahasının 2000’lerin başında yerel idareye devredilmesi sonucu başlayıp 2009 yılında tamamlanmış. Projenin daha hacimli kısmını oluşturan yapı, dört kata yayılan toplam 24 bin metrekarelik yüz ölçüme ve 750 araçlık kapasiteye sahip bir yarı yeraltı otoparkı. Bu yapının üst kısmındaki alanın ise açıkhava spor sahaları, kafe, bar ve seyir terasının da aralarında bulunduğu çeşitli sosyal tesislerin inşası için değerlendirildiği görülüyor. Projenin ikinci önemli bileşeni ise, ilkokulun arazisine komşu parselde inşa edilen 2 bin metrekarelik bir kapalı spor salonu. Proje kapsamında, otopark ve rekreasyon gibi farklı programların doğrultusunda tasarlanan iki yapıya yan yana yer verilirken üretilen tasarım çözümleri, genelde birbirine karşıt olduğu varsayılan olguları ayıran sınırların bulanıklaştığı, ‘melez’ niteliği yüksek bir projenin ortaya çıkmasını sağlıyor. Hırvat mimar ikilinin projeleri aracılığıyla müdahalede bulunduğu ilk varsayım otoparkların kentteki rolüyle ilgili. Otopark benzeri öğelerin kentsel tasarım bağlamındaki değerlerinin genellikle sadece altyapısal özellikleriyle sınırlı olduğu kabul edilir. Elbette, Dubrovnik’in turistik merkezinin hemen yanında yer alan ve trafik yoğunluğunun özellikle yaz aylarında arttığı bir bölgeye yapılan yüksek kapasiteli bir otopark projesi bu açıdan büyük öneme sahip. Ancak Inside_Outside yakından incelendiğinde, projenin bölge için öneminin yalnızca altyapısal
Dubrovnik’in Akdeniz fonu ve tarihi dokusu tasarıma kaynak teşkil ediyor. Dubrovnik’s Mediterranean setting and historic fabric were important guides to the design.
I
nside_Outside, a project by the architect duo Krunoslav Ivanišin and Lulzim Kabashi’s Ivanišin. Kabashi.Arhitekti, consists of a public carpark and sports center in the famous Croatian coastal city of Dubrovnik. Completed in 2009 as the outcome of the first public-private partnership in the country, the project was launched in early 2000s when a derelict sports ground belonging to a local elementary school was handed over to the municipality. The larger part of the project is the 24000-squaremeter semi-underground car park which spreads over four floors and can serve up to 750 cars. Atop this building is the area which hosts various recreational facilities such as outdoor sports courts, a cafe-bar and a viewing terrace. The other significant component of the project is the 2000-squaremeter indoor sports hall constructed on the lot adjacent to an elementary school. The design solutions generated through reconciling the two very different architectural programs of the car park and recreational facilities have led to the blurring of boundaries between phenomena that are often taken to be contradictory, and created a project with a decidedly “hybrid” character. The first assumption into which the Croatian architect duo Ivanišin.Kabashi.Arhitekti intervenes has to do with the role of the car park within the urban context. It is generally assumed that the urban significance of car parks is limited to their role as infrastructural elements. To be sure, there can be no doubt of the infrastructural importance of a high-capacity car park in an area that is in close proximity to Dubrovnik’s tourist center where road congestion peaks especially in the summer. But a closer look into Inside_Outside suggests that the architects have made noteworthy efforts for the project’s significance within the larger context of Dubrovnik to transcend a merely infrastructural role. These efforts are most evident in a number of design solutions that are striking in the way they help the project to relate meaningfully and harmoniously to its surroundings. A case in point is the semi-underground car park that, despite the challenge presented by its topographic position, is still not disconnected from its environment, and benefits from sunlight even in its lowermost floor. Thanks to its interior design, which reduces the hefty effect of columns and beams, the car park’s overall look is relatively airier compared to its counterparts. Lifts and ramps that allow wheelchair access help expand the audience the car park serves. Another significant feature that adds to the project’s public character surely pertains to the cafe, bar and viewing terraces on the rooftop area. Overlooking Dubrovnik’s coastal historic city center, the project seeks to share the benefits of its advantageous geographical location with the larger public. It is possible to trace Inside_Outside’s harmonious relationship with nature via its design decisions regarding color and materials. Located right next to Dubrovnik’s UNESCO World Heritage city center, the project area is also where the large naked chunk of limestone that is Mount MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 89
Projeler/Projects: Dubrovnik
Kireçtaşı ve galvanize çelik sokak hizasında şaşırtıcı şekilde birleşiyor. Limestone and galvanized steel are surprisingly paired at street level.
özelliklerinden ibaret olmamasına özen gösterildiği görülüyor. Bu özenli yaklaşım, yapının çevresiyle yakın ilişkiye girmesini amaçlayan dikkate değer tasarım çözümlerinde vücut buluyor. Örneğin, kısmen yeraltında konumlanmış olan otopark, bu özelliğine rağmen tasarımı sayesinde çevreden kopmuyor ve en alt katının dahi günışığından faydalanmasına olanak tanınıyor. Otoparkın, kolon ve kiriş gibi taşıyıcı elemanlarının ağırlığını hissettirmeyen iç mekan düzenlemesi sayesinde çoğu benzerinin aksine oldukça ferah bir görüntüye sahip olduğu fark ediliyor. Bedensel engellilerin erişimine olanak tanıyan asansör ve rampalar da yapının hizmet verebileceği kitleyi büyütüyor. Projenin kamusal niteliğini artıran bir diğer özellikse hiç şüphesiz teras kısmındaki kafe, bar ve seyir alanları. Dubrovnik’in deniz kıyısındaki tarihi şehir merkezini tepeden gören bir arazide yer alan otopark, bu coğrafi konumunu üst kısmındaki sosyal tesisler aracılığıyla kamunun kullanımına sunuyor. Inside_Outside’ın çevresiyle olan uyumlu birlikteliğinin izini mimari programın yanı sıra renk ve malzeme tercihi gibi maddesel özellikler üzerinden de sürmek mümkün. Proje, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer verilerek korumaya alınan Dubrovnik’in tarihi şehir merkezinin hemen bitişiğindeki bölgede yer alıyor. Burası ayrıca, yer yer çıplak bir kireç taşı kütlesini andıran Srdj Dağı’nın Adriyatik Denizi’ne kavuştuğu yer. Projenin bu coğrafi konumunun, mimarların estetik tercihleri için önemli bir referans noktası ve ilham kaynağı olduğu açık. Çevrenin tasarım üzerinde yaptığı bu önemli etkinin ipuçlarını projede sıklıkla karşımıza çıkan taş malzemelerde bulmak mümkün. Örneğin, otoparkın ana araç girişinin üzerinde yapılmış olan peyzaj düzenlemesinde geniş bir kayalık alana yer veriliyor. Dahası, söz konusu düzenlemede kullanılan kireç taşlarının kökeni de yine bu topraklara dayanıyor. Taşların çıkarıldığı yer, yarı yarıya yere gömülü olarak inşa edilen otoparkın ve kapalı spor salonunun yapımı sırasında kazılan otuz bin metreküplük inşaat çukuru. 90 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Srdj joins the Adriatic Sea. Clearly, this geographical position is an important reference point and an inspiration for the architects’ aesthetic decisions. This impact made by nature on architecture can be seen in the stone-type materials that are used frequently in the project. The landscape design of the area atop the main car entrance is a case in point, as the stones filling up this area originate from the very location where the project is built and are the remainders of the 30000 cubic meter construction pit dug when laying the foundations for the project. The project does not employ stone only as an element of landscape design element. Both the façades of the rooftop facilities and the wall marking the project’s limits are covered with limestone. Here, the decision to use limestone bears the influence of local regulations. When seeking the municipality’s permission for the demolition of a nearby limestone wall that would otherwise impede the project, the only condition imposed on the architects concerned the use of the exact same materials and production methods in their construction. This is only one example of the various measures taken by Dubrovnik’s local authorities to protect the city’s status as a world heritage site. The architect duo’s solution to this problem sprung out of their encounter with a local stonemason in a nearby village. The encounter then led to a collaboration that introduced the limestone surfaces which now help Inside_Outside provide a smooth transition between nature and architecture as well as pay tribute to Dubrovnik’s medieval city walls which are of the same material. Such decisions on materials allow not only for a certain degree of harmony between the built and the natural but
Şehrin imar kanunu Dubrovnik’in kireç taşının kaplama ve geleneksel duvar örmelerinde kullanımını şart koşuyor. Limestone from Dubrovnik used as cladding and in traditional masonry walls was required by the city’s building regulation.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 91
Projeler/Projects: Dubrovnik
92 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Taş, projede karşımıza sadece bir peyzaj elemanı olarak çıkmıyor. Otoparkın teras kısmında yer alan yapıların cepheleri ile, projenin sınırlarını çevreleyen araziyi batıda komşu olduğu caddeden ayıran betonarme duvarların bir kısmı da kireç taşıyla kaplı. Buradaki malzeme tercihinin ardında, yasal bir kısıtlamanın yaratıcı bir çözüme evrildiği bir süreç yatıyor. Kısıtlama, yerel yönetimin, Dubrovnik’in ‘dünya mirası’ niteliğini mümkün kılan mimari dokusunun korunmasına ilişkin. Mimarlar, bu duruma kentin civar köylerinden birinde tanıştıkları bir taş ustasıyla birlikte çözüm getiriyor. Ustanın geleneksel yöntemlerle işlediği kireç taşının yapının çevreyle buluştuğu yüzeylerdeki kullanımı, kentin Ortaçağ’dan kalma ve aynı malzemeden yapılma surlarına da bir saygı duruşu niteliğinde. Malzemeye ilişkin benzer kullanım tercihleri, yapının çevreye uyum sağlamasının haricinde, projenin üretim sürecinin izlerini sürebilmeyi de mümkün kılıyor. Elbette, inşaat sırasında yapılan kazılarda elde edilen taşların peyzaj elemanı olarak kullanılması bu durumun en açık örneği. Benzer bir durum yüzey bitirme tercihlerinde de karşımıza çıkıyor. Yüzeylerin özellikle kentsel mimari dokuyla yakın temasa girecek kısımları kireç taşıyla kaplanırken, bir kısmının da ‘çıplak’ betonarme haliyle bırakıldığı görülüyor. Projenin mimari tasarımında, üretim sürecine dair izlerin malzeme üzerinden sürülmesine olanak tanıyan benzer müdahalelerin yanı sıra inşa edilen yapıların farklı katmanlarını ve altyapısal öğelerini ele veren tercihlerle de karşılaşılıyor. Projede, çelik benzeri daha çok taşıyıcı elemanlarda kullanılan bir malzemeye dahi son kullanıcıyla temas eden kısımlarda rastlamak mümkün. Örneğin spor salonunun cephesindeki beton panelleri bir arada tutan galvanize çelik çerçeve, herhangi başka bir malzemenin ardına saklanmadan görünür kılınmış. Çeliğin altyapısal amaçların yanı sıra mimari tasarım öğesi olarak da kullanıldığı durumların bir diğer örneği de otoparkın çatısındaki ana giriş kapısında yer alan çelik dikdörtgenler prizması. Okul bahçesini aydınlatan elemanların bağlı bulunduğu direğin saklanmaya ihtiyaç duyulmaksızın adeta altyapısal bir obelisk gibi görünür bırakılması bu tercihlere bir diğer örnek. Söz konusu aydınlatma direği ve otopark girişindeki soyut dikdörtgenler prizması gibi öğeler projenin genel geometrisinde biçimsel bir dengenin sağlanmasına da yardımcı oluyor. Malzemenin yanı sıra renk kullanımındaki tercihler de, projede biçim ve işlevi, mimari programın ipuçlarını verecek şekilde birleştiren bir öğe olarak öne çıkıyor. ‘Taksi sarısı’ diye de bilinen ve genelde trafik işaretleri ile kent içi çevre düzenlemelerinde sıkça karşılaşılan rengin, otoparkın sahilden de görülebilen batı cephesinde kullanılması bu açıdan önemli bir karar. Böylece, bir yandan mimari programın dışarıdan fark edilebilmesi sağlanırken diğer yandan da yapının çevresinden karakterli bir biçimde ayrışması söz konusu. Otoparkın yanı sıra, kapalı spor salonunundaki aydınlatma ve duvar kaplama malzemesi tercihleri sayesinde buradaki bazı iç mekanlara da sıcak bir sarı tonunun hakim olduğu görülüyor. Projenin diğer kısımlarında da bir başka sıcak renk olan kırmızının farklı tonlarıyla karşılaşmak mümkün. Örneğin, spor salonu binasının beton bloklarla kaplı cephesinde soluk bir sarının yanı sıra uçuk pembe boya kullanımı göze çarpıyor. Elbette, bu tercih salonun hemen yanında bulunan ilkokulun mimari programı ve hedef kitlesine
also for an opportunity to trace the production process behind the project. To be sure, the prime example of this is the limestone obtained from the construction pit and then used as an essential element of landscape design. Other examples include decisions on how surfaces of concrete structures are finished. While surfaces that come in contact with the urban architectural fabric are clad in limestone, others are left unprocessed in their raw concrete form. In addition to these decisions that shed light on different stages of the production process, there are others that reveal the various layers and infrastructural aspects of the architecture. A case in point is the specific way in which steel is used in the project. While generally an infrastructural material, steel in Inside_Outside even appears on surfaces that have direct contact with the visitor. Hence the overt visibility of the galvanized steel frames to which the concrete panels of the sports hall’s façade are attached. Similarly, the role of the steel rectangular prism atop the car park’s vehicle entrance transcends infrastructural needs and is akin to that of a significant architectural design element. Yet another example is the lighting pole situated in the schoolyard, which is not concealed at all and left visible as if an infrastructural obelisk. In many ways, elements like this pole and the steel rectangular prism by the car park’s vehicle entrance contribute also to the overall geometric balance of the project. In addition to decisions on materials, those on color also seem to merge form and function in a way that implies the architectural program. Significant in this respect is the architects’ decision to paint the western and the most visible façade of the car park in ‘traffic yellow’, a color that often appears in road signs and the inner-city streetscape. This decision comes across as an attempt to make the car park’s program visible for people that view the building from outside as well as to distinguish the building from its surroundings. In addition to the car park, warm shades of yellow dominate also part of the sports hall’s interiors thanks to decisions taken on how these spaces are lit and their walls clad. Other warm colors such as red also appear in the project. A case in point is the concrete
Farklı malzeme, doku ve renklerde yüzeyler binanın içinden dışına doğru devam ediyor. Surfaces in different materials, textures and colors, continue from the inside to the outside of the building.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 93
Projeler/Projects: Dubrovnik
bir gönderme olarak da yorumlanabilir. Yine kırmızının bir tonu olan kiremit renginin ise açıkhava spor alanlarının zemininde kullanıldığı görülüyor. Projede kullanılan farklı sarılar Akdeniz güneşinin yöredeki binaların kireç taşı duvarlarında ortaya çıkarttığı tonlarla iletişim halindeyken, kırmızılar ise çevre binaların yerel mimaride önemli bir yeri olan kiremit damlarıyla uyum içinde. Kapalı spor salonunu içeren binanın geniş doğramalarla kaplı kuzey cephesi Srdj Dağı’nın kısmen çam ağaçlarıyla kaplı yamacına bakıyor. Böylece, salona geleceklere yalnızca burada gerçekleşecek spor etkinliklerinin değil aynı zamanda arka plandaki doğanın da tadını çıkarabilme şansı verilmiş oluyor. Dahası, üstü kapalı spor salonunun zeminindeki renk de yine çevreyle uyumlu olacak şekilde seçilmiş. Her ne kadar aralarında ton farkı olsa da, salon zemininin rengi de tıpkı arka plandaki ağaçlar gibi yeşil. Projenin bu kısmında spor alanlarının yanı sıra bale ve dans odası, soyunma odaları ve bir de revir yer almakta. Inside_Outside, genelde karşıt olduğu varsayılan kavramları ayıran çizgileri incelten bir tasarım müdahalesi olarak sivriliyor. Öncelikle, otopark gibi bir programı alışılagelmedik bir biçimde kent için altyapısal bir çözümden ziyade kamusal bir alan olarak öne sürüyor. Dahası, kırsal ile kentselin, dağ ile denizin ve yerel ile küresel-turistiğin uyumlu birlikteliğini, özellikle kireç taşı kullanımı yardımıyla, sağlıyor. Son olarak, saklamaya gerek duymadığı taşıyıcı elemanları, altyapısal öğeleri ve farklı malzeme katmanları sayesinde, yine genellikle zıt kavramlar kabul edilen işlevsel ile dekoratifi birbirinin yerine kullanarak temasa geçiriyor. Bu nedenle proje, tıpkı isminin vaat ettiği gibi, içeriyle dışarıyı bir kılmaya ve karşıtlıkları ters yüz etmeye aday. 94 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
façades of the sports hall, which bear the both colors of pale yellow and light pink. This can in many ways be considered also a reference to the program and audience of the adjacent elementary school building. Another shade of red, burnt ocher is used on the floors of the outdoor sports facilities. While the different shades of yellow used in the project are in conversation with the Mediterranean sun’s effect on the region’s limestone façades, those of red are in harmony with the surrounding buildings’ roof tiles. Facing the pine tree-covered hills of Mount Srdj, the northern façade of the indoor sports hall is covered with wide glass windows. Visitors to the hall are therefore presented the opportunity of enjoying not only the sports activities taking place there but also the surrounding nature in the backdrop. What is more, the color of the indoor court’s floors is also in harmony with this scenery: both the floors’ and the pine trees’ colors are green, with a slight difference in shade. Besides sports facilities, this component of the project includes also a ballet and dance hall, changing rooms and an infirmary. Inside_Outside is a design intervention into the boundaries, which are assumed to separate presumably contradicting concepts. It first presents as public space the car park whose role within the city is often taken for granted as pertaining only to infrastructural purposes. Using a significant local material such as limestone, the project then sets out to achieve a certain degree of harmony between the rural and the urban, the mountains and the sea, and the local and the global-touristic. Finally, its structural elements, production processes and different material layers all made visible suggest that the project’s approach to ‘the decorative’ and ‘the functional’ is as two interchangeable concepts. This is why the project, as suggested by its name, promises to substitute the inside for the outside and turn contradictions inside out.
Taş yamacın içine yerleştirilen otopark alanı zemin hizasında spor salonlarının arkasına gizleniyor. The parking facility is inserted deeply into the stone mountainside, hidden by the sports salons at ground level.
MİMAR / ARCHITECT: Ivansin Kabashi Arhitekti YER / LOCATION: Dubrovnik, Hırvatistan / Dubrovnik, Croatia YIL / YEAR: Project: 2004- 2006, Completion: 2005- 2009 PROGRAM / PROGRAMME: / Public car park with sports hall MALZEMELER / MATERIALS: Hırvatistan doğal kireçtaşı, betonarme, prefabrik beton paneller, cam profil, galvanize çelik / Natural limestone from Croatia, reinforced concrete, prefabricated concrete panels, profile glass, galvanized steel OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 25.900 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Iva Ivas, Mario Matic, Maja Milat
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 95
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Yeniden yorumlanan gelenek 2012 PrItzker Ödülü’nün sahibi Wang Shu, geçmiş ve günceli buluşturan malzemelerle gelişmiş yapı tekniklerini birleştirerek Çin’in mimari geleneklerini yeniden gündeme getiriyor.
Tradition Reinterpreted 2012 Pritzker Architecture Prize WINNER
Wang Shu is looking to bring Chinese architectural traditions back into focus by combining time-honored local materials with advanced building techniques where the past and the present meet. Yazı-Text: Aylin Kartal, FOTOĞRAF-Photo: Arnaldo Genitrini
96 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Lv Hengzhong
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 97
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
WAng Shu 1985 yılında mimarlık derecesini Nanjing Institute of Technology, Mimarlık Bölümü’nden alan Wang Shu, üç yıl sonra aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. Hangzhou’daki Zhejiang Güzel Sanatlar Akademisi’nde çevre, mimarlık ve eski yapıların renovasyonu üzerine çalıştı. 2000 yılından bu yana Hangzhou Sanat Akademisi’nin Mimarlık Bölümü’nün başkanlığını yürütüyor. Geçen yıl Harvard Graduate School of Design’da “Kenzo Tange Misafir Öğretim Görevlisi” programında görev alan ilk Çinli mimar olan Wang Shu; UCLA, Harvard, Texas Üniversitesi ve Pennsylvania Üniversitesi dâhil birçok üniversitede de misafir öğretim görevlisi olarak bulunmaya devam ediyor. Ayrıca, Venedik, Hong Kong, Brüksel, Berlin ve Paris gibi şehirlerde gerçekleştirilen çok sayıda uluslararası sergide yer aldı. Wang Shu, bu yılki Pritzker Ödülü’nün öncesinde, 2010 yılında Lu Wenyu ile birlikte Shelling Mimarlık Ödülü ve 2005 yılında “Beş Seyrek Ev” projesi ile Asya-Pasifik Sürdürülebilir Yapılar Holcim Ödülü’nün sahibi oldu.
FOTOĞRAF / PHOTO: Zhu Chenzhou
Wang Shu earned his first degree in architecture at the Nanjing Institute of Technology, Department of Architecture in 1985. Three years later, he received his Masters Degree at the same institute. When he first graduated from school, he went to work for the Zhejiang Academy of Fine Arts in Hangzhou undertaking research on the environment and architecture in relation to the renovation of old buildings. Since 2000, Wang Shu has been the head of the Architecture Department of the China Academy of Art in Hangzhou, the institution where he did research on the environment and architecture when he first graduated from architecture school. Last year, he became the first Chinese architect to hold the position of “Kenzo Tange Visiting Professor” at Harvard Graduate School of Design in Cambridge, Massachusetts. He is also a frequent visiting lecturer at many universities around the world, including in the United States: UCLA, Harvard, University of Texas and University of Pennsylvania. He has participated in a number of major international exhibitions in Venice, Hong Kong, Brussels, Berlin and Paris. Previously in 2010, Wang Shu and Lu Wenyu were awarded with the Schelling Architecture Prize and in 2005, he received the Holcim Award for Sustainable Construction in the Asia Pacific, based on his work on “Five Scattered Houses”.
M
imari pratikleri Hangzhou kaynaklı, Çin’in uluslararası arenada pek de tanınmayan 48 yaşındaki mimarı Wang Shu geçtiğimiz Şubat ayında 2012 Pritzker Ödülü’nün sürpriz sahibi olarak açıklandı. Geleneğin olmadığı bir dünyayı tahayyül edebilir miyiz? Geleneği değişimin engeli ve geçmişe sadakat göstermenin meşru eylemi olarak görüyorsak bu sorunun üzerinde durmak gerekir ama geleneğin kesinlikle yeni gelişmeler ve dinamik ifade biçimleri ürettiği de unutulmamalıdır. Bu konu, ister keskin kırılmalar, ister çizgisel süreklilikler üretsin, günümüz dünyasının temel gerçeği. Bu bağlamda mimari, geleneğe mi demir atmalı ya da bakışını geleceğe dönük mü tutmalıdır? Günümüz mimarlarının çözmesi gereken sorun, geçmişin gelenekleri ile kendi fikirlerinin hayat bulabileceği bir ortam bulmaktır. Wang Shu’nun 2012 Pritzker Ödülü için seçilmesi dünyaya ve Çin mimarisindeki kaotik gelişmelere, geleneğin mimari pratiğe entegrasyonunun önemi konusunda net bir mesaj veriyor. Wang Shu, 1997 yılında karısı Lu Wenyu ile Amateur Architecture Studio’yu kurduğu yer olan Hangzhou’da yaşıyor ve uygulamalarını burada gerçekleştiriyor. Wang Shu kesinlikle amatör değil ama bugün Çin’de oldukça iyi bilinen, 10 kişilik ofisinin adı Latince orjinalinde “amator” yani âşık anlamına gelen, günümüzdeyse bir işi iş olarak değil sadece zevki için yapan kimse olarak bilinen “amatör”. Çin’in, kapılarını açarak modernizasyonu teşvik eden reformları başlattığı 1978’den bu yana 30 yıldan fazla süre geçti. 1990’larla birlikte büyük ölçekli inşaatlar için neredeyse Çin’in tamamı tahrip oldu ve mimari pratikler önemli ölçüde değişti. Parlak metalik ve gri yapıların patladığı yıllarda Amateur Architecture Studio’yu kuran Wang Shu, pratiğini, Çin’in epik kentleşme çabalarının aksine Çin’de görmezden gelinen bir felsefe üzerine kurdu.
98 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
T
he largely unknown Wang Shu, 48, of the People’s Republic of China, whose architectural practice is based in Hangzhou, was announced in February as the 2012 surprise winner of the Pritzker Architecture Prize. Today can we imagine a world without a tradition? If we think of tradition as a simple commitment to the past, which legitimates action and prevents change, it can be useful to pursue this question. But it must not be forgotten that tradition certainly provides new developments and dynamic forms for expression. Whether symbolizing harsh fractures or linear continuity it is the fundamental reality of today’s world. In this sense, should architecture be anchored in tradition or should it look only toward the future? This is a continuous problem for today’s architects to face: to find a median point for both the existence of their ideas and the traditions of the past. The selection of Wang Shu for the 2012 Pritzker Prize can be explained in this sense. This selection of Shu is a clear message to the world and to the chaotic developments in architecture in China of the need to integrate tradition into architectural practice. Wang Shu lives and practices in Hangzhou, China, where he established Amateur Architecture Studio with his wife Lu Wenyu in 1997. Although he is certainly no amateur, he ironically named his studio with this name today has grown into a ten-person office, to become a fairly well known name in China. The definition of “amateur”,
PrItzker Ödülü jürisinin deyimiyle: “Hem içeride, hem de dışarıda zengin bir alan deneyimiyle dikkat çeken bina, güç, pragmatizm ve duyguyu tek mekanda birleştiriyor.” The Pritzker Award jury noted that in the Ningbo History Museum, “The richness of the spatial experience, both in the exterior and interior is remarkable. This building embodies strength, pragmatism and emotion all in one.”
Lv Hengzhong
Wang Shu geçtiğimiz yıl Harvard Üniversitesi’ndeki bir konferansında bu felsefesinin gerekçesini şöyle açıkladı: “Geçtiğimiz 25 yıl içinde Çin akıl almaz bir şey yaptı… 5 bin yıllık bir tarihi, zengin bir kültürü ve gelenekleri olan bir ülke bütün bunları imha etmek üzere büyük bir karar aldı. Sadece geçtiğimiz 26 yıl içinde yüzde 90… Bunu yaptılar ve sonra yeni şeyler inşa ettiler; tüm dünyadan kopyaladılar… Bu felaketi gerçekleştirenler profesyonel şehir planlamacıları ve mimarlardı. Bunu hükümetle birlikte yaptılar. Ve belki bu yüzden başka bir tür mimara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.” Wang Shu, tasarladığı yapılara ve evlere hem eleştirel hem de deneysel açıdan yaklaşırken, üretimlerinde tarihe doğrudan gönderme yapmadan geleneksel zanaatkârlık ve yapı tekniklerini, geri dönüşümlü malzemelerle birlikte kullanıyor. Mimarın ayırt edici özelliklerinden biri küçük taş blokları ve tuğla gibi sıradan inşaat malzemelerini arkitektonik yığma yöntemi ile betonarme strüktürle bir arada kullanması. Yığdığı inşaat elemanlarından açılı geometrik düzlemler meydana getirdiği bu tasarım stratejisi Shu’nun mimarlığının önemli unsurlarından birini oluşturuyor. Yığılmış ve katmanlandırılmış taş ve tuğladan meydana getirdiği yüzeylerde, sıradan, geleneksel malzemeleri modern bir ölçek ve geometride kullanıyor. Shu’nun başarısı bu küçük taş ve tuğla blokları kentin büyük mimari yapılarında kullanarak geleneği kente geri getirmiş olması. Burada doğal taş çok önemli bir yere sahip. Mimar, taşın organik yüzey ve şekillerini düzensiz geometrilerde kullanarak günümüz Çin şehirlerinin betona boğulmuş banal fonunda canlı ve farklı bir çevre yaratıyor. Wang Shu’nun doğal taş kullanımı sıradan gri bir taşın büyük kent ortamında modern bir inşaat malzemesi olarak nasıl değerlendirilebileceği konusunda önemli bilgiler veriyor.
derived from Latin original “amator” means lover, today generally considered as someone who does something purely out of pleasure rather than just being work. It is now more than thirty years since China opened its doors in 1978 and initiated reforms to promote its modernization. By the 1990s, China went all-in for large-scale constructions where upon the practice of architecture has changed dramatically. At a time when Chinese builders were eagerly covering buildings in shimmering silver and gray surfaces, Wang Shu has oriented his practice in opposition to China’s massive urbanization to focus on a philosophy which was ignored in China for decades.In a lecture last year at Harvard, he explained his rationale: “In the past twenty five years, China did an incredible thing... One country with three to five thousand years of history, with such rich cultural and traditional things... Made a big decision to demolish it. Ninety percent, just in the past twenty-five years. They do this and then build some new things; they copy from all over the world... It’s the professional urban planner and architect who did this disaster. They do this with the government together. And so I think maybe we need another kind of architect.” Wang Shu treats buildings and houses as both critical and experimental. He uses recycled materials and traditional craftsmanship and building methods without making direct references to history. One of his major statements is his architectonic stacking of everyday building materials, primarily small stone blocks and bricks integrated with a reinforced concrete structure. This design strategy generates angular geometric planes of stacked building elements forms one of the mosts important aspects of his architecture. His surfaces of stacked and layered stone and brick are made with common and traditional materials but at a scale and geometry that are forcefully modern. His achievement has been to use these small building blocks in stone and brick to develop architecture at a large urban scale, bringing tradition back into the city. The role of stone particularly has been important. Its natural and organic surfaces and shapes designed in irregular geometries has generated lively and varied environments in the banal dense concrete setting that are China’s cities today. The use of natural stone by Wang Shu is a guide on how common grey stone can be used as a modern building material in large urban settings. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 99
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Lv Hengzhong
Ningbo Tarih Müzesi, Ningbo, Çin, 2003-2008 NIngbo HIstory Museum, NIngbo, ChIna, 2003-2008 Ningbo Tarih Müzesi’nin düzensiz cephesindeki taş ve tuğlalarda tarihin yansımaları var. History rises up in the reclaimed stone and bricks of the irregular façade of the Ningbo History Museum.
100 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Lv Hengzhong
Wang Shu’nun birinciliği kazandığı, 2004 yılındaki uluslararası ölçekli bir yarışma sonucunda gerçekleştirilen müze, Çin’in doğu kıyısının tarihi ve sanatlarına yönelik olarak kuruldu. 2008 yılında yapımı tamamlanan Ningbo Tarih Müzesi, tepetaklak olmuş bir dağ formunda tasarlandı. Müzenin cephesi; yapıyı bölgenin geçmiş coğrafyası ile ilişkilendirmek üzere, afetler neticesinde terk edilmiş çiftçi evlerinden geride kalan yirmi farklı çeşitteki gri ve kırmızı renkli geri dönüştürülmüş tuğla ve kiremit ve taş malzemeden oluşturuldu. Cephede “wapan fayanslama” olarak adlandırılan geleneksel bir teknik kullanıldı. Wang Shu bu yapının tasarımının arkasındaki motivasyonunu; insanlara liman şehri Ningbo’daki yaşamın geçmişte neye benzediğini hatırlatmak olarak açıklıyor. 2012 Pritzker Ödülü jüri değerlendirmesinde de belirtildiği gibi, “Ningbo Tarih Müzesi fotoğraflarda çarpıcı göründüğü kadar deneyimlendiğinde de ilginç olmayı başarabilen nadir yapılardan biri olarak dikkat çekmektedir. Müze, bir kentsel ikon, tarih için iyi düzenlenmiş bir depo ve Ningbo’ya gelen ziyaretçilerin gözüne çarpan ilk öğedir. Hem iç hem de dış mekânın deneyimlenmesine yönelik zenginlik dikkat çekicidir. Yapı, güç, pragmatizm ve duyguyu tek bir bütün olarak barındırır.”
Through an international design competition in 2004, Wang Shu won first place to design and build the Ningbo History Museum. The museum was established for the history and the arts of the east coast of China. Completed in 2008, the Ningbo History Museum design was conceived as an inverted mountain. The museum’s facade is constructed of twenty different types of grey and red recycled bricks, tiles and stone from the remains of farmers’ homes that were left after disasters thus connecting the area to its past. The facade technique is borrowed from tradition that is known as “wapan tiling”. Wang Shu often explains the motivation behind his design is to remind people what life was like in the past in the harbor city of Ningbo. As mentioned in the Jury Citation for the 2012 Pritzker Architecture Prize, “The History Museum at Ningbo is one of those unique buildings that while striking in photos, is even more moving when experienced. The museum is an urban icon, a well-tuned repository for history and a setting where the visitor comes first. The richness of the spatial experience, both in the exterior and interior is remarkable. This building embodies strength, pragmatism and emotion all in one.”
Keskin açılar ve dağınık geometriler uyumlu bir kompozisyonda bir araya geliyor. The sharp angles and seemingly random geometries are carefully balanced within a cohesive composition.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 101
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Yöredeki ustalar tarafından molozlarla inşa edilen etkileyici müze binası geleneksel inşaat yöntemlerini sürdürüyor. The powerful and moving museum is very impressively built from rubble by local artisans and craftsmen as a way of honoring and preserving traditional construction methods.
Lv Hengzhong
102 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Ningbo Tengtou Pavyonu, Shangai Expo, 2010 Ningbo Tengtou Pavilion, Shanghai Expo, Shanghai, China, 2010
Taş ve tuğladan meydana gelen köşeli kabuktaki düzensiz açıklıklardan içerideki enstalasyon görülebiliyor. The Pavilion’s stone and brick square shell is punctured by irregular openings allowing views into the installation in the center. Fu Xing
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 103
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Bir tarafta taş ve tuğla, diğer yanda bambu duvarlar Ningbo’nun kırsal peyzajına ait pirinç TARLASINI çevreliyor. Stone and brick walls on one-side and bamboo walls on the other enclose the rice patty referring to Ningbo’s rural landscape inside the Pavilion.
Lu Wenyu
104 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Binanın organik geometrileri bambu ağaçlar ve duvarlarla çerçeveleniyor. Bamboo trees and walls frame the organic geometries of the Pavilion.
Ningbo Zhejiang’daki Tengtou köyü Shangai Expo’da yer alan kırsal temalı tek pavyon. Tengtou Çin’deki kentleşmiş köy kavramının başarılı bir örneğini yansıttığı için Wang Shu, 758 m2’lik bu pavyonu tasarlarken “modern kentleşmenin köyü” fikrini kullanmış. Pavyonda; Doğanın Sesi, Doğaya Yakınlaşmak, Hareketli İmgeler… gibi farklı özellikler taşıyan alanlar bulunuyor. İki katı birbirinden bağımsız olan konstrüksiyonun tümü 1500 m2’lik bir alandan oluşuyor. Pavyon, geleneksel Jiang Nan halk konutlarının antik güzelliğini sergiliyor. Yapıdaki antikite etkisi özellikle taş duvarlara açılan beton çerçeveli düzensiz formdaki kapı açıklıkları ile elde ediliyor.
The social practice of Tengtou Village in Ningbo, Zhejiang was the only rural focused concept of the Shanghai Expo. Since Tengtou has been a successful example of urbanized villages in China, Wang Shu was inspired by the idea of a “village of modern urbanization” for the design of the pavilion. The pavilion consists of several featured areas including Sounds of Nature, Close to Nature, Moving Images, Interactive Signature, etc. As a two-floor exhibition stand constructed with an overall area of 1500 m2. the pavilion displays the antique beauty of the traditional Jiang Nan folkloric traditional houses. The ancient character is especially achieved through the irregular concrete-framed openings on the stacked stone finished walls of the building. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 105
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Lv Hengzhong
Doğa ile şehrin arasında yer alan Akademi binasının malzeme ve formu bu iki ALAN mekan arasında köprü kuruyor. The Academy building is set between nature and the city, its material and form acting as a transition between the two.
106 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
1928 yılında kurulan Çin Sanat Akademisi, doğu ve batı sanatlarını entegre ederek eğitim programında bulunduran ilk sanat kurumu olma özelliğini taşıyor. Akademinin yeni Xiangshan Kampüsü, Hangzhou’nun hemen dışında yer alıyor. Yeni kampüsün Wang Shu ve Lu Wenyu ortaklığı ile gerçekleştirilen I. fazı, Xiangshan’ın kuzey tepesinde yer alırken; II. faz, güneye doğru konumlanıyor. II. fazın mimarisi I. fazdan farklı bir nitelik sergiliyor. Bu yapıda mimari adeta manzaranın kendisine dönüşüyor. Yapının bağımsız parçaları bütün ile sınırlı kalmıyor, bu bağımsız parçaların kesiştiği köşelerdeki beklenmedik kırılmalar ve dönüşler tasarımın en ilginç yönlerinden birini oluşturuyor. Beton duvar blokları üzerinde yer alan farklı boyutlardaki açıklıklar, mimarinin varlığını güçlü bir biçimde vurguluyor. Blokların duvarlarında, 20 farklı boyutta geri dönüştürülmüş 6 milyon tuğla ve kiremitin yanı sıra ahşap, cam ve taş kullanılıyor. Oldukça basit görünümlü bloklar, koyu gri renkli kil kiremitlerden oluşturulan geleneksel çatı ile örtülüyor. Bu geleneksel hava bir dizi çelik çerçeveli bambu hasırlı gölgelik yoluyla yapının bütününde yakalanıyor. Malzeme mimariye bir kat daha zenginlik katarken, öğretim bloklarının bir kısım cephesi tamamen ahşap kaplama ile oluşturuluyor. Xiangshan Kampüsü’nün II. fazının tasarımı basit bir geleneğe dönüş fikrinden çok uzakta. Bu yapıda, Çine özgü geleneksel öğeler endüstriyel metodoloji, düşünce ve inşa metotları ile harmanlanıyor.
Çin Sanat Akademisi, Xiangshan Kampüsü, II. Faz, Hangzhou, Çin, 2004-2007 Xiangshan Campus, China Academy of Art, Phase II, Hangzhou, China , 2004-2007
Akademi doğal taştan bir dış cepheyle kaplı. The outer façade of stone envelopes the volumes of the Academy buildings.
MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 107
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Lv Hengzhong
Lu Wenyu Ahşap ve taş işçiliğinde geleneksel Çin zanaatinden yararlanılıyor. Traditional Chinese handcraft is used extensively for the woodworking and stone masonry.
108 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Wang Shu’nun tasarımındaki ışık ve alan yaratımı SHU’NUN modern mimariye yakınlığını ortaya koyuyor. The creation of light and space in Wang Shu’s Academy design shows his affinity to modern architecture.
Lv Hengzhong
Established in 1928, the China Academy of Art is the first comprehensive art academy in China committed to integrating eastern and western art in its curriculum, while creating contemporary art according to the principles of Chinese culture. The new Xiangshan Campus is located in the outskirts of Hangzhou. Phase I of the new campus was designed in collaboration with Lu Wenyu and it is situated towards the north of the knoll of the Xianshan whereas Phase II is situated towards the south. The architecture of Phase II, exhibits a different character from that of Phase I. The building was approached apart from the context of landscape such that architecture itself becomes the landscape; individual parts are no longer restricted to the whole and the intersection of these parts is made more interesting with unexpected twists at the turn of a corner. There are blocks of pure concrete walls with irregular cutout
openings, which draw attention to the materiality of the architecture. There are also the simple whitewashed plaster blocks with their rectilinear windows and ‘flying’ corridors of ‘weaved’ timber strips in steel frames, creating a rhythm that adds excitement to the simple form. A rich collection of recycled old bricks, six million roof tiles of twenty different dimensions from demolished houses and wood, stone, glass manifest themselves on the walls of the blocks. A simple block is topped with a dark grey traditional clay tile roof. This traditional character is achieved through the series of sun-shading devices in the form of cantilevered steelframed structures with clay roof tiles and bamboo underlay. The materials of the architecture are given another layer of richness, as some facades of the teaching blocks are cladded entirely by timber. The design of the Xiangshan campus is not a simple return to tradition, but a blend of traditional Chinese features with industrial methodology, thinking and construction methods. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 109
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
FIve Scattered Houses (Beş Seyrek Ev), Ningbo, Çin, 2003-2006 FIve Scattered Houses, NIngbo, ChIna, 2003-2006
Lang ShuIlong
2005 yılında Asya-Pasifik Sürdürülebilir Yapılar Holcim Ödülü’ne değer görülen, geleneksel yapı kültürünü yeniden tercüme eden bir dizi küçük yapıdan oluşan seri, 2003 -2006 yılları arasında galeri, çay evleri, kafe ve ofis yapısı olarak inşa edilmiş. Wang Shu’nun; ahşap, çelik, kaba yontulmuş taş gibi birbirinden farklı malzemeleri kullanarak gelenek ve güncel arasında bir diyalog kurmayı amaçladığı yapılar topluluğunun tamamı Ningbo şehir merkezindeki park içinde konumlanıyor. “Bir dalga üç kıvrım” olarak adlandırılan galeri yapısında (565 m2) Wang Shu, modernize edilmiş geleneksel yapı tekniklerini kullanıyor. Proje geniş bir sergileme alanı, lobi, depo, ofis ve bir dizi teknik ve hizmet ünitesini içermektedir. Yapıda göze çarpan eğimli çatı, Çin’in güney bölgelerinin yağmurlu hava koşullarına uyumlu geleneksel çatıların bir yorumu şeklinde. Yapının duvarlarında yerel “karışık kiremit duvar” tekniği kullanılıyor. Çay Evi 1 (alan 405 m2), “kırık gölge”. Geleneksel Çin bahçeleri oluşturulurken, mevsim değişikliklerinin ortaya çıkardığı şiirsel görüntünün ön plana çıkması için, bir dış motivasyon olarak, gölge faktörü genellikle strüktür üzerinde vurgulanır. Bu amaçla yapının yüzeyinde, bütün duvarlar ve tavanda “kırık buz” adı verilen geleneksel bir motif kullanılıyor. Duvarlar prefabrike, çatı ise dökme beton. Çay Evi 2 (alan 190 m2), “kumdan rastgele bahçe”. Bu yapıda, Zen ruhuna uygun olarak tasarlanan ve gelişigüzel bükülerek farklı şekillere dönüşen bahçe teması vurgulanıyor. Tasarıma hâkim olan 110 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Her evde geleneksel Çin mimarisinin çeşitli unsurları belirgin şekilde ortaya çıkıyor. Each house adopted and enlarged upon various aspects of traditional Chinese architecture
The series of five small structures that reinterpret the traditional building culture, located in the Ningbo city center park, built between 2003-2006 as a complex of gallery, tea houses, café and office building, received acknowledgment from the Holcim Awards for Sustainable Construction in the Asia Pacific in 2005. In this building complex, Wang Shu blends different kinds of materials like timber, steel and rough-hewn stone to create a dialogue between tradition and the present. Gallery (floor area 565 sm) – Gallery building where Wang Shu used a modernized traditional building concept named “one wave and three twists”. The project consists of a large exhibition hall, lobby, storage, office, toilet, electrical room, ramp, outdoor platform and reception. The design of the sloping roof is an interpretation of the traditional roof designs of the rainy southern China region. The local method of “tile mixed wall” is used on the walls. Teahouse 1(floor area 405 sm.) – “broken shadow”. In traditional Chinese garden design, shadow is often emphasized over structure, because seasonal change makes this effect more poetic. The building’s exterior is designed with the traditional
Gelenksel Çin mimarisinde kullanılan saçaklar hem iç hem de dış mekanda vurgulanıyor. The traditional eave of Chinese architecture is here accentuated in both the interior and exterior.
Zen konsepti; sürekli değişen ve dönüşen mekânsallığı vurgulayan bahçe, kil duvarlar ve ahşaptan oluşturulan çay evi ile somutlaşıyor. Çelik ve cam konstrüksiyon çatı ile, yapının kil duvarlarının yoğun yağış gibi hava koşullarına karşı korunması sağlanıyor. Kafe (alan 390 m2), “rüzgardaki lotus yaprağı”. Tasarımda yapının döküm beton çatısı için rüzgarda sallanan lotus yaprağı imgesinden yola çıkılıyor. Zeminde de lotus yaprağının kıvrımları yakalanıyor. Çatı ve zemindeki bu kıvrımlı beton yüzeyi elde etmek için takviyeli beton kullanılıyor. Zemin ve duvar yüzeylerine renkli agrega çimento uygulanıyor. Yapı iç mekan tasarımı, özel yapım mobilyaları ve malzeme seçimi açısından üstün özellikler taşıyor. Ofis (alan 650 m2), “kıvrımlı ve dalgalı”. Yapının inşasında, bambu hasırı desenli, geri dönüştürülmüş tuğlalar kullanılıyor. Aynı tuğlalar zeminde de kullanılırken, çatı düz betondan meydana getiriliyor.
pattern called “cracking ice” which covers the walls and ceiling. Walls are prefabricated and roof is made from site-cast concrete. Teahouse 2 (floor area 190 sm.) “single sand random garden”. To reflect Zen spirit, “Random garden” randomly twists and turns. Zen concepts are embodied in the floating space of the garden, the packed clay wall and the wooden teahouse. A steel and glass structure roof is employed for the protection of the clay wall from weather conditions such as excessive rain. Café (floor area 390 sm.) “lotus leaf in wind”. The design takes the waving lotus leaf as the symbol for the cast concrete roof. The floor of the building is also designed like a curved lotus leaf. For achieving smooth concrete surface both on the floor and roof, reinforced concrete is used. Colored aggregate cement is applied on the surface of the floor and the walls. The building is significant also as a showpiece of interior design work: custom-made furniture and the choice of materials. Office building (floor area 650 sm.) “twisting & undulating”. The building is constructed of recycled bamboo patterned bricks. The roof is made from smooth concrete and the same bricks are also used on the floor. MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012 • NATURA 111
Portfolyo/Portfolio: Wang Shu
Bağlama göre dikkatle bir araya getirilen malzemeler Wang Shu’nun mimarisinin önemli bir yönünü oluşturuyor. A careful arrangement of materials based on context is a key feature of Wang Shu’s architecture.
CeramIc House (Seramik Ev), Jinhua, Çin, 2003-2006 Ceramic House, Jinhua, China , 2003-2006 Tasarımı şans eseri ortaya çıkan bu benzersiz örnekte Wang Shu, ilham kaynağını genellikle kaligrafi ve resimde kullanılan Çin’in geleneksel objelerinden, Song Hanedanlığı dönemi (İ.S. 960-1279) mürekkep taşları olarak ifade ediyor. “Mürekkep taşı işlevseldir ve biri düz diğeri eğimli olmak üzere iki yüzeyi iki bölümden oluşur. Düz olan bölüm mürekkebi saklamaya yararken eğimli olan bölüm damlatmaya yarar. Kendi kendime sordum. Mürekkep taşının yüzeyinde dursam ne görürdüm, altında dursam ne görürdüm?” Kafe olarak tasarlanan yapının biçimi mürekkep taşını andırıyor. Yapının iç ve dış duvarları, Zhou Wu tarafından yapılan 40 x 80 cm.lik renkli porselen parçaları ile kaplanmış. Bu çok renkli etki, porselen parçalarının gelişigüzel bir biçimde yerleştirilmesi sonucu elde ediliyor. In this unique case where the design accidentally occurred Wang Shu explains his inspiration from the form of an ink stone. These ink stones are Chinese in origin and especially used in calligraphy and painting made from a variety of stone especially grey slate, from the Song Dynasty 960-1279 AC. “The ink stone is made for the function only. His surface is made of two parts. One is comparatively plain and the other is a slope. The plain part is for storing ink and the slope part is for dripping ink. I asked myself what I would see standing on the surface of the ink stone and what from the bottom”. The shape of the café-house shows similarities with an ink stone. The exterior and interior facades of the building are clad in irregular colorful pieces of 40 x 80 cm porcelain tiles made by artist Zhou Wu. There is a multicolored effect in the building achieved through the irregularly arranged porcelain pieces. 112 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Lv Hengzhong
2012 Etkinlik Takvimi / 2012 Event Calendar
MARBLE, 21-24 MART, MARCH 21 - 24, İZMİR
Uluslararası Doğal Taş ve Teknolojileri Fuarı’nın 2011 yılında Kültürpark’ta düzenlenen 17.sine 42 ülkeden 265’si yabancı 895’i yerli olmak üzere 1160 firma katıldı. 86 ülkeden 4,481’i yabancı 55 binden fazla kişi ziyaret etti. Ziyaretçi sayısı ilk günden itibaren sürekli artan MARBLE, 201,500 m2 alan üzerinde gerçekleşiyor. Held in 1995 for the first time as the unique international stone exhibition of Turkey MARBLE International Natural Stone and Technology Fair proved itself in world’s arena with the exhibitors and the visitors in 2011, showing that its succes will continue not only with domestic market but also internationally in the following years.
Coverings / 17-20 NİSAN, APRIL 17-20, ORLANDO
Amerika’nın Orlando kentinde düzenlenen Coverings fuarı, karo seramik ve doğal taş alanındaki en önemli yenilikleri bir arada görme olanağı sunuyor. Fuar dört gün boyunca katılımcılarına seminerler ve tanıtımlarla ücretsiz eğitim olanağı da sağlıyor. Coverings is the premier international trade fair and expo dedicated exclusively to showcasing the newest in ceramic tile and natural stone. The exposition also serves as a valuable resource for continuing education for all categories of attendees, with informative, accredited seminars and live demonstration sessions conducted throughout the four days and all free of charge.
Carrara Marmotec 23 – 26 Mayıs, May 23 – 26, Carrara Salone Internazionale del Mobile di Milano, 17-22 NİSAN, APRIL 17–22, MILANO/ MILAN
Milano tasarım haftası, mobilya, ışıklandırma ve diğer iç mekan döşemesi alanındaki tasarımcıların en yeni ürünlerini sergiledikleri bir buluşma alanı olarak görülmektedir. Önde gelen uluslar arası markalar ve genç tasarımcılar 17-22 Nisan 2012 tarihleri arasında İtalya’nın sıra dışı tarihi mekanlarında yer alacaklar. Salone Internazionale del Mobile di Milano is considered a leading venue for the display of new products by designers of furniture, lighting and other home furnishings. Diverse group of leading global brands and young designers which will be located in the extraordinary historic spaces in Milan.
ICFF INTERNATIONAL CONTEMPORARY FURNITURE FAIR, 19-22 MAYIS, MAY 19 – 22, NEW YORK
Uluslararası Çağdaş Mobilya Fuarı’nın sürdüğü dört gün boyunca 145,000 m2’lik Javits Merkezi, 25,000 iç mimar, mimar, perakendeci, tasarımcı, üretici, temsilci, dağıtımcı ve geliştirici tarafından doldurulacak. Halktan ziyaretçiler ise fuara, ICFF›in herkese açılacağı 22 Mayıs günü katılabilecek. North America’s premier showcase for contemporary design, the ICFF annually lures those in determined pursuit of design’s timely truths and latest trends to an encyclopedic exhibition of up-to-the-moment offerings, as well as a series of fascinating, fun, and educational programs and a packed schedule of supplementary exhibits and features.
114 NATURA • MART-NİSAN / MARCH-APRIL 2012
Bu yıl 31.’si Carrara Fiere Srl tarafından İtalya’daki Carrara Fiere sergi merkezinde gerçekleştirilecek olan Carrara Mermotec taş, mermer ve granit endüstrisi tedarikçilerine sınırsız iş olanakları sağlıyor. Fuara dünyanın dört bir yanından mimarlar, inşaat mühendisleri, mermer şirketleri ve uluslrarası taşımacılık firmaları katılıyor. For 4 days, Carrara Marmotec will offer unlimited business potential for making an entry into stone, marble and granite supplies industry. Entering into its 31st edition and being hosted by Carrara Fiere Srl at Carrara Fiere Exhibition Centre, Italy, the show will be attended by architects, civil engineers, developers, marble handlers and international transportation companies.
DESIGN MIAMI, 12 – 17 HAZİRAN, JUNE 12-17, BASEL / 5-9 ARALIK, DECEMBER 5-9, MIAMI
Her yıl Aralık ayında Miami’de ve Haziran’da Basel’de düzenlenen Art Basel’e paralel olarak gerçekleştirilen Design Miami, tasarım kültürü ve endüstrisinde dünyanın en etkili koleksiyoner, galeri sahibi, tasarımcı, küratör ve eleştirmenlerini bir araya topluyor. Design Miami brings together the most influential collectors, gallerists, designers, curators and critics from around the world in celebration of design culture and commerce. Occurring alongside the Art Basel fairs in Miami, USA each December and Basel, Switzerland each June, Design Miami has become the premier venue for collecting, exhibiting, discussing and creating collectible design.
Tendence, 2428 AĞUSTOS, AUGUST 24-28, Frankfurt
Ev ve hediye sektörünün senenin ikinci yarısında düzenlenen en önemli uluslararası fuarı olan Tendence’e dünyanın her tarafından gelen 2,000’in üzerinde katılımcı 9 kata yayılan salonlarda en son ürünlerini sergiliyor. Tendence is the most important international consumer goods trade fair in the second half of the year for the home and gift sectors. Over 2,000 exhibitors from all over the world come to showcase their latest products in nine hall levels.
MARMOMACC 26 - 29 EYLÜL, SEPTEMBER 26 29, VERONA
Doğal taş sektöründe dünyada düzenlenen en büyük organizasyon olan“Marmomacc 47th International Trade Fair for Stone Design and Technology” tüm sektör için vazgeçilmez ve sektöre yön veren bir etkinlik konumunda. 26-29 Eylül 2012 tarihleri arasında İtalya’nın Verona şehrinde düzenlenecek Fuarın Türkiye milli katılım organizasyonu bu yıl İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’nce üçüncü kez gerçekleştirilecek. “Marmomacc 47th International Trade Fair for Stone Design and Technology International fair for operators in the marble sector, from machinery to instrumental products, from blocks to more complex stone processing, for professionals in construction and contract sectors as well as designers and decision makers seeking success in an increasingly specialised and competitive context.