1
İçindekiler Kısaca ..................................................................................................................... 3 Canki: William S. Burroughs.................................................................................. 4 Beatnikler Ve Onların Boklu Tacı Jack Kerouac ................................................... 8 Gece Geç Saat Cazları .......................................................................................... 12 Anne Sexton: Sözcükler.................................................................................... 12 Dylan Thomas: Ay’daki Palyaço ...................................................................... 13 John Berryman: Oyuncağı, Düşü, Dirliği ......................................................... 13 LENNON .............................................................................................................. 14 Bir Ginsberg Hayali: Kaan Sinan ......................................................................... 16 Dipnot’a Dipnot ................................................................................................ 16 Hayatım Blues .................................................................................................. 17 Yeni Vizyon .......................................................................................................... 18 İlayda Riün: Ölüm Rahatlığı ............................................................................. 19 Harun Talay: Yalnızlık ..................................................................................... 20 Berrak Öztörer: Güz Düşü ................................................................................ 21 Sinem Sivas: Yol .............................................................................................. 22 Ahmet Bilal Yeniceli: Düşünmek ..................................................................... 23
2
Kısaca “Ginsberg Hayali” veya “Yeni Vizyon” yeni bir edebi devrin ve sınırsızlığın hayalidir. Toplum kalıplarının kırıldığı bir noktadan benliği ve tümüyle aitlik hissini sorgulamaktır. Edebiyatta anarşidir. Sözde düşünce özgürlüğüyle nam yapmış bir ülkede sanatçıların çeşitli suçlamalarla tutuklanmasına başkaldırıdır, Uluma’dır, Yumuşak Makine’nin dava edildiği mahkemeyi kazanmasıdır, mezkur kitabı eşcinsellik ve bayağılık ile edebi eser olmaktan uzak tanımlayan kurulun boku yemesidir. Ticari düşüncelerle basılan, bu yüzden sadece din ve milliyetçilik üzerine kaleme alınan kitapların boku yemesidir. Sansürün boku yemesidir. Kafayı doğruculuk oyunuyla bozmuş olanların, gösterişçi ahlakın, siyasetin, savaşın, neyi bastığından habersiz kalitesiz yayınevlerinin boku yemesidir. Tüm bu yazarların esrarlı varyasyonu ve ihtiyaç duysalar dahi kendi gibi olanları bulmaya çalışmamaları sonucu gelişen bir rastlantıdır.
3
Canki: William S. Burroughs ülkesine döndüğünde eşinin amfetamin bağımlısı olduğunu ve uyuşturucu satan bir morfin keşiyle yattığını öğrenince onu çabucak boşadı. Bellevue Hastanesi Psikiyatri Koğuşu’nda kısa bir süre yatmasına rağmen Vollmer şaşırtıcı bir şekilde kızının velayetini almayı başardı. Burroughs ile Vollmer birlikte yaşayan ve bir çocukları olan nikahsız karı-koca oldu. Uyuşturucu ticareti nedeniyle hukuki bazı sorunlar yaşayan Burroughs, Birleşik Devletler’in üstünü çizip yeni ailesiyle birlikte yaşayacak yerler aramaya başladı. Teksas, New Orleans ve St. Louis duraklarının ardından Meksika’ya yerleştiler. Burroughs burada zaman aşımı süresi doluncaya dek beş yıl kalmayı planlıyordu.
William S. Burroughs (1914-1997) ilk morfinini 1944 yılında yaptı. Romanı Junky / Canki’de yazdığı gibi “Morfin önce bacakların arkasını, sonra enseyi vurur. Dalga gibi yayılan rahatlama hissi kasları kemiklerinden ayırır ve sen artık iskeletsiz bir şekilde, ılık tuzlu suyun içinde yatar gibi süzüldüğünü hissedersin. Bu rahatlatıcı dalga dokularımın arasında yayılırken korku duydum; Dehşet verici bir imgenin görüş açımın hemen dışında hareket ettiğini, başımı çevirdikçe onu görmeyeyim diye hareket ettiğini hissediyordum. Midem bulanıyordu.” Morfin gibi damardan yapılan uyuşturucuların bağımlılığı kulağa örneğin alkolden daha dramatik geliyor olsa da Harvard mezunu Burroughs hepsinin aynı bokun rengi olduğunu biliyordu. “İğne önemli değil. İster burundan çek, ister sigara gibi iç, ister kıçına sok, ister ye, sonuç aynıdır; Bağımlılık!” diye yazmıştı. Burroughs 1944’te manitası Joah Vollmer’ın kızıyla birlikte yaşadığı daireye taşındı. Vollmer 2. Dünya Savaşı’nda okyanus ötesinde çarpışan bir askerle evliydi. Kocası
Berbat kariyer hamleleri dünyasında eroinman olmak, cinayet işlemenin ardından az bir farkla ikinci olurdu. Ama Burroughs bunu da yapmayı başardı. 1951’in Eylül ayında Meksika’daki evlerinde arkadaşlarıyla eğlenirlerken Burroughs istemeden Vollmer’ı silahla vurup öldürdü. Kocasının sürekli nişancılığıyla övünmesinden bıkan Vollmer başına 4
ve korkusuzlukla!” derdi zaman zaman birlikte atış yaptığı Hunter S. Thompson.
uzun bir cin kadehi koydu ve Burroughs’a ateş etmesi için meydan okudu. İkisi de sarhoştu. “Bakamayacağım, biliyorsun beni kan tutar!” dedi Vollmer ve kıkırdarken gözlerini kapadı. 38’lik tabancasıyla eşine nişan alan Burroughs kadının beynini patlattı. Vollmer oracıkta öldü. Burroughs iki yıllık şartlı erteleme cezası aldı ama ülkeden çoktan sıvışmıştı. Vollmer’ın önceki evliliğinden olan kızı babasıyla birlikte yaşamayı sürdürürken, oğulları Billy Burroughs Jr.’in hayatı o günden sonra boka saracaktı. Burroughs 1984’te basılan romanı Queer / Top’un önsözünde “Joan’un ölümü olmasaydı asla yazar olamayacağıma dair dehşet verici bir neticeye varmak zorunda kalırdım!” diye yazdı. “Joan’un ölümü beni istilacıyla, Çirkin Ruh’la karşı karşıya getirdi ve beni ömür boyu sürecek bir boğuşmaya sevk etti. Bu boğuşmadan kurtulmak için yazmaktan başka çarem yoktu.” Tuhaftır, Burroughs silahla oyun oynamayı bırakmadı. Ölene kadar tabanca koleksiyonu yaptı ve silah ateşledi. Yastığının altına dolu tabanca koyacak kadar ileri gitti. Sonraları silah koleksiyonuna bir kılıç baston ekledi. Eşinin ölümü üzerine berbat bir nişancı şöhreti yapmasına rağmen, “Yazdığı gibi ateş ederdi, olağanüstü bir hassasiyet
Bu arada Ginsberg Manhattan’da bir reklam ajansında çalışıyordu. Terapisti ona aslında ne yapmak istediğini sordu. İşi bırakıp şair olmak istiyorum, diye yanıtladı. “Neden yapmıyorsun o halde?” diye sordu terapi uzmanı. Bunun üzerine Ginsberg 1954’te California’ya, eski dostları Kerouac ve Cassady’nin o dönemde yaşadığı San Jose’ye taşındı. Ginsberg ve Cassady New York’ta sevgiliydi ve Ginsberg’in ısrarıyla ilişkilerine yeniden başladılar. Yalnız, bir sorun vardı; Cassady evliydi ve karısı bir gün eve geldiğinde kocasının sikini Ginsberg’in ağzında görmekten hiç hoşlanmamıştı. Cassady’nin karısı Ginsberg’i arabasına attığı gibi San Francisco’ya götürdü ve onu cebinde yirmi dolarla bir sokak köşesine bıraktı. Bu taşınma ilginç rastlantılara yol açtı; San Francisco’nun en tanınmış şairlerinden Lawrence Ferlinghetti, ülkenin ilk sadece karton kapaklı kitap satan kitapçısı City Lights Kitabevi’ni açmıştı. Ferlinghetti yerel şairlerin şiirlerini de basıyordu ve bir sahne oluşturmaya başlamıştı bile. 1955 Ağustos’unda San Francisco’daki küçük dairesinde 5
daktilonun başına oturan Ginsberg Uluma’nın ilk dizelerini yazdı. Ginsberg Uluma’dan bir bölümü ilk kez 1955’te bir sanat galerisinde okudu. “Bir engel yıkılmıştı” diye anlatıyordu şair Micheal McClure. “Amerika’nın sert duvarına, onu destekleyen ordularına, donanmalarına, akademilerine, tesislerine, mülkiyet sistemlerine ve destek üslerine bir insan sesi ve bedeni fırlamıştı.” Ama The New York Post’a göre, “Uluma; deliliğin, uyuşturucunun ve homoseksüelliğin yüceltilmesinden fazlası değildi. Sağlıklı, normal, düzgün görülen her şeyden iğrenmekten ve nefret etmekten duyulan zevki anlatıyordu.” “Aziz motorcuların onları arkadan becermesine izin veren ve zevkten çığlık atanlar” gibi dizelerden ötürü gümrük yetkilileri 1957’de şiirin Londra’da basılıp Birleşik Devletler’e ithal edilen 520 kopyasına el koydu.
İkili ucuz bir otele yerleşti. Sonra onlara Gregory Corso da katıldı. Kaldıkları yere “Beat Oteli” adını taktılar. Daha sonra Burroughs da geldi ve romanı The Naked Lunch / Çıplak Öğle Yemeği’ni Beat Oteli’nde kaldığı dönemde bitirdi. Beat Oteli sadece en temel ihtiyaçlarını karşılayan tek yıldızlı bir oteldi -sıcak su yalnızca haftanın üç günü vardı ve yatak çarşafları ayda sadece bir kez değiştiriliyordu. Burroughs Çıplak Öğle Yemeği’ni 1959’da bastırdı. Sonra da kitaba verilen tepkiyi şöyle özetledi; “’İğrenç’ dediler, ‘Pornografik’ dediler. ‘Amerikan karşıtı çöp! Basılamaz!’ Ama basıldı ve okuyucusunu buldu. Kasaba toplantıları, kitap yakmalar -bunlar büyük bir izlenim bıraktı.” Ginsberg ve Normal Mailer, Amerika’nın son büyük müstehcenlik davalarından birinde Burroughs lehine ifade verenler arasındaydı. Gerçi Burroughs müstehcenlikten suçlu bulundu ama karar daha sonra temyizden döndü. Ama Burroughs hiç hız kesmedi. Çıplak Öğle Yemeği için aldığı 3.000 dolarlık avansı eroine yatırdı. Hatta eroin almak için çok sevdiği daktilosunu bile satıp elle yazmak zorunda kaldı. Uzun kariyeri boyunca uyuşturucuyu defalarca bıraktı ve 1980’den ölümüne kadar metadon aldı.
O yılın sonunda Ginsberg yeni manitası Peter Orlovsky’yle birlikte San Francisco’dan ayrılıp Fas’a ve oradan da Paris’e gitti. Baudelaire’in mezarını ziyaret eden Ginsberg üstüne Uluma’nın bir kopyasını bıraktı. Gerçekçilerin ve Dekadanlar’ın doğduğu yer olan Paris’in şöhretini bilen Ginsberg ilham kaynağı arıyordu. 6
Burroughs ve Nirvana’nın solisti Kurt Cobain 1993’te dokuz dakika otuz üç saniyelik bir ses kaydı yaptılar. Şarkının adı “The ‘Priest’ They Called Him” idi. “Çocukluğumda onun kitaplarını okurken yanlış bir izlenime kapılmış olabilirim!” dedi Cobain. Albümün kısımları için stüdyoya ayrı ayrı girdiler ama sonradan, 1993’te Burroughs’un Kansas’ta memleketi gibi sevdiği Lawrence şehrinde buluştular. Ortak saplantıları olan silah ve eroin hariç her şey hakkında konuştular. “Bu çocukta bir anormallik var” dedi Burroughs toplantıdan sonra asistanına. “Ortada sebep yokken kaşlarını çatıyor.” Cobain 5 Nisan 1944’te intihar etti. “Onun hakkında hatırladığım, yanaklarının ölü grisi renginde olduğuydu” dedi Burroughs. “Bana göre o çoktan ölmüştü.” Burroughs 2 Ağustos 1997’de, 83 yaşında, yaşlılıktan öldü.
“Coşku dönemini korkunç bir depresyon takip ediyor.” -William S. Burroughs
7
Beatnikler Ve Onların Boklu Tacı Jack Kerouac Üniversiteyi bıraksa da New York’ta yaşamaya devam etti. 1942’de kısa bir süre deniz piyadesi, 1943’te ise bahriyeli oldu. Ama sadece sekiz gün faal görev yaptı; psikolojik gerekçelerle ihraç edildi. “Katlanamıyorum” dedi asker hekime. “Kendime başıma olmak istiyorum.” 1944’te kız arkadaşı Edie Parker’la evlendi -ama sadece iki ay evli kalabildiler; daha önce de söylediği gibi, kendi başına olmak istiyordu. Ordudan ihraç edilmesinden ve boşanmasından sonra Ginsberg, Cassady ve Burroughs gibi, bu dönemde adının birlikte anılacağı Beat Kuşağı temsilcilerinin çoğuyla tanıştı. “New York ne harika bir şehir!” diye yazıyordu, 1947’de ailesine. “Çok doğru bir zamanda yaşıyoruz; Johnson ve Londra’sı, Balzac ve Paris’i, Sokrates ve Atina’sı yeni baştan yaşanıyor.” 1947’de New York’tan Denver’a doğru yola çıkan Kerouac ilk romanı Kasaba ve Şehir’i yazarak dört yıl ülkeyi dolaştı. Kitabın 1950’de basılmasının ardından tanışalı henüz birkaç gün olan ikinci eşi Joah Haverty’le evlendi.
Jack, “Büyük şeyler modalara, heveslere ve popüler görüşe teslim olanlar tarafından yapılmaz!” diyordu. Haklıydı da… Jack Kerouac tıpkı F. Scott Fitzgerald gibi başarısız olmuş bir sporcuydu. Kerouac’ın Amerikan futbolundaki hücum oyuncusu beceresi Boston College, Notre Dame ve Columbia Üniversitesi’nden burs teklifleri almasını sağlamıştı. Ancak üniversitenin ilk senesinde kaval kemiğini kıran Jack için kariyerinin sonu gelmişti.
8
Yeni evli Kerouac bu günlerde daktilosunun başına oturdu. Kahve ve (eşine göre) bezelye çorbası eşliğinde üç haftalık bir yaratıcılık sonrasında Yolda’yı yazı. Kitabı, güncelerini referans alarak, daktilosuna uyacak şekilde tıraşlanmıştı. 36 Metre uzunluğunda bir eskiz kağıdı topuna yazdığı söyleniyor. Yalnız, Kerouac bezelye çorbası ve kahvenin yanında çok daha güçlü bir şeyden destek alıyordu; Amfetamin. İlk olarak 1919’da Japonya’da sentezlenen “speed”, kokainin uyarıcı etkilerinin benzerini gösterirken, kullanıcısının enerjisini arttırıp iştahını kısıyordu. Hamile kalan eşi o yılın sonunda Kerouac’ı terk etti ve 1952’nin Şubat ayında bir kız çocuğu Kerouac’ın tek çocuğunu- dünyaya getirdi. Ama Kerouac yazmaya ve seyahat etmeye devam etti. Etti fakat depresyonun, ağır uyuşturucu ve içki bağımlılığının pençesine düşmekten kurtulamadı. Kerouac’ın aslında sonsuz bir öfkesi vardı, uyuşturucu ve alkol de sinirini geçirmeye yetmiyordu. Bir keresinde Ginsberg’in dairesinde, uyuşturucu gurusu Timothy Leary tarafından getirilen halüsinasyona yol açacak güçte bir uyuşturucuyu, psilosibini denemeye gönüllü oldu. Leary’nin beklediği gibi gevşeyip sakinleşeceği yerde Kerouac bir eleştirmenle tartıştı ve olumsuz
yorum yazdığı için adamı camdan aşağı atmakla tehdit etti. Kerouac 1953’te kelimeleri yarıştıracağı bir diğer maraton için daktilo başına geçti. Eseri Yeraltı Sakinleri’ni sadece üç günde yazdı elbette “Benny” amcasının yardımıyla; amfetaminin en popüler türlerinden olan Benzedrine’dan bahsediyordu. Viking Press nihayet 1957’de Kerouac’ın kitabı Yolda’yı basmayı kabul etti. Kerouac Florida’nın Orlando şehrinde küçük bir eve taşındı ve birkaç hafta sonra New York Times onu yeni kuşağın sesi ilan etti. Ama şöhret Jack açısından iki ucu keskin kılıç gibiydi. Bir yandan eski yazdıklarını bastırma şansı yakalamışken öte yandan ünlü olduğu için evinden çıkmaya korkak hale gelmişti. “Ünlü olmaya bir itirazı yoktu ama aslında ünlü olmadığını fark etti -kötü bir şöhrete sahipti” diye anlatıyor John Clellon Holmes. Joyce Johnson’a göre, “Village’taki bütün insanlar onu biliyordu. Onunla dışarı çıkmak çok yorucuydu. Kadınlar Jack’in kendileriyle sevişmesini istiyordu. Bir kadın bir partide bana şöyle dedi: ‘Onu şimdi hemen becermem gerek!’” Bir akşam New York’ta üç adam Bleecker Sokağı’ndaki San Remo Bar’da Jack’i dövdü. Arkadaşı Cassady büyük olasılıkla Yolda’nın 9
getirdiği şöhret yüzünden tuzağa düşürülerek marihuana satmaktan tutuklandı. Kerouac’ın daha sonra yazdığı “Duluoz Efsanesi” kitapları Big Sur ve Desolation Angels / Harap Melekler eleştirmenler tarafından saldırıya uğradı; kitapların içeriğinden ziyade Kerouac’ın kişiliğinden dolayıydı. Ginsberg’e yazdığı mektupta “Sanat için otostop çektim, aç kaldım ve bu beni Beatnik’lerin boklu tacını takmış soytarısı yaptı. Eksik olma, Amerika! Hemingway’in Küba’ya neden kaçtığı anlaşılıyor.” diye yazdı. Memleketi Massachusetts’e taşınan Kerouac aşırı ilgiden biraz da olsa kurtulabildi. Gündelik hayattan elini ayağını çekti ve sakinleştirici olarak içki kullandı. Sonra da kaçınılmaz bir son olarak; Alkolik oldu. Bir zamanlar yakışıklı olan yüzü şişip tanınmaz hale geldi. Mahallesindeki mekanı Mello’s Bar’da Kerouac sıradan bir ayyaştı. Bara girip, “Ben Jack Kerouac’ım!” diye bağırırdı. Barmen ise ona şakayla karışık çıkışırdı: “Senede kaç para kazanıyorsun?” “En az senin kadar” diye yanıtlardı Jack. “O ne ki?” derdi barmen, “Madem bana anlattığın kadar çok kitap bastırdın, neden daha çok para
kazanmıyorsun?” Kerouac’ın çöküşü 1950’lerin alkolik yazarlarının alışılageldik romantik çöküşleriyle tamamen tezat oluşturacak şekilde seyretti. İçki ve sigara kullanımının patlama yaptığı bir dönemde bir şişe viski yazarlığa heves edenler için daktilo kadar önemliydi. Kerouac 1969’da yıllarca süren alkol alışkanlığından kaynaklanan iç kanamadan öldü. 47 yaşındaydı. 30 Kitap yazdığı halde sadece üçünün baskısı hala sürüyordu. Cenazede Eric Ehrmann, Kerouac’ın ajans temsilcisi Sherling Lord’a neden hiç müdahale edip müşterisinin içmesine mani olmadığını sordu. Lord, “Jack viskiyi severdi!” diyebildi sadece. Daha sonra Eric Ehrmann, “Edebiyat mesleğinin yazılmamış kurallarından birini öğrendim” diye yazıyordu. “Biri göçüp gitmek istediğinde, arkadaşları yazarın sınırlarına saygı gösterir ve nadiren müdahale eder. Kimse Hemingway’in o tetiği çekmesine engel olmadı. Kimse Jerzy Kosinski’nin intiharına mani olmadı; içki ve hap kullanan Tennessee Williams’a da. Jack’i de kimse durdurmadı.”
10
Beat yazarları eserlerinde uyuşturucu denemelerini alternatif cinsellikle, Doğu dinleriyle ve sınır tanımaz materyalizm karşıtlığıyla kaynaştırdı. Bohem hedonizmleri 1960’ların karşıt kültür devriminin altyapısını hazırlayan konformizm karşıtlarıydılar. Aynı dönemde Varoluşçuluk Avrupa’yı kasıp kavuruyordu. Varoluşçu felsefe manasız ve saçma bir dünyada bireysellikle serbestliğin altını çiziyordu. Fransız üçlü Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Albert Camus okyanus ötesinde felsefi izler açarken Beat yazarları Birleşik Devletler’deki hayatın anlamsızlığını yorumluyordu. Beatler Normal Mailer’ın ifadesiyle; “Amerikalı Varoluşçular’dır. Müşterek vaziyetimiz nükleer savaşta anında ölmek ya da yaratıcı ve isyankar içgüdülerimizi bastırdığımız bir konformistlikle ağır ağır ölmekse, tek hayat veren yanıt ölümün şartlarını kabullenmek, sürekli bir tehdit olan ölümle birlikte yaşamak, kendini toplumdan soyutlamak, köklerinden koparak var olmak ve benliğin keşfedilmemiş isyankar buyruklarına doğru bir yolculuğa çıkmaktır. Bir insan ya asidir ya da koyun; biri ya Amerikan gece hayatının sınırlarında yaşayan bir insandır ya da Amerikan toplumunun totaliter dokularının içine hapsolmuş, başarılı olmak için ister istemez uyguncu davranmaya mahkum olan kare bir hücredir.” Beat harekatının kurucularından Jack Kerouac şöyle anlatıyor; “John Clellon Holmes’la Kayıp Kuşağı ve onu takip eden Varoluşçuluğun anlamını konuşuyorduk. Ve dedim ki: ‘Biliyor musun John, bu aslında bitkin bir kuşak. Bir anda ayağa fırladı ve dedi ki: ‘Aynen! Aynen öyle!’” Amerikalıların başarı tanımını reddeden Beat’ler çizgilerin dışını boyamaya çalıştı. Marihuana, amfetamin, meskalin, LSD ve morfin gibi türlü uyuşturucular denedi. Ne bulurlarsa deniyorlardı zira yüzyılın başından beri Amerika’da bulunabilen uyuşturucuların sayısı önemli ölçüde artmıştı. Geçmiş çağların Dekadan yazar kahramanları gibi 1950’lerin yazarları da tehlikeli addediliyordu. Ama Allen Ginsberg’in aklında daha büyük bir hayal vardı; Amerikan edebiyatında “Yeni Vizyon”a inanıyordu. Bu Arthur Rimbaud’tan uyarladığı bir ifadeydi.
11
Gece Geç Saat Cazları Anne Sexton: Sözcükler Sözcüklere dikkat edin, olağanüstü olanlarına bile. Çünkü olağanüstü için yapabileceğimizin en iyisini yaparız, Kimi zaman sözcükler arı gibi sokarlar Ve öpücük bırakırlar iğne yerine. Parmaklar gibi değerli olabilir sözcükler Ve kaya gibi güvenilirdir sözcükler, kıçınıza sokarsınız onları. Ama hem papatyalar hem de bereler gibi olabilirler. Yine de severim sözcükleri. Tavandan düşen güvercinlerdir sözcükler. Dizlerimde oturan altı kutsal portakaldır onlar. Sözcükler ağaçlardır, yazın bacakları, Ve güneş, ve onun tutkulu yüzü. Ne var ki sözcükler sıklıkla yanıltır beni. Söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, Bir sürü öyküler, betimlemeler, atasözleri… Ama sözcükler yetersiz kalır, yanlış olanları gelip öper beni. Kimi zaman uçarım bir kartal gibi Ama bir çalıkuşunun kanatlarıyla. Yine de sözcüklere dikkat etmeye Ve kibar olmaya çalışıyorum. Sözcüklere ve yumurtalara özenle dokunmalı. Bir kez kırıldılar mı olanaksızdır Onarılmaları. Çeviren: Tuğrul Asi Balkar
12
Dylan Thomas: Ay’daki Palyaço Gözyaşlarım sessiz sürüklenmeleri gibidir Birkaç büyülü gülden petallerin, Ve bütün kederlerim yarığından akar Hatırlanmayan karların ve göklerin. Sanırım, değmiş olsaydım yeryüzüne, Parçalanacaktı; O kadar acıklı ve güzeldir, O kadar ürkek bir rüya gibi Çeviren: Vehbi Taşar
John Berryman: Oyuncağı, Düşü, Dirliği Henry, zavallı Hemingway’e ağlıyordu Hemingway umutsuzdu, ulaşmıştı sona Hemingway’in sonu, Taşrada bir yemek odasında gözyaşları, Daha evlenmemişti, yıllar önceydi bu, Tanrı kör talihi daha göndermemişti ona. Bizleri tüfeklerden, babaların intiharından korusun Tanrı, Kimin babası olduğunu düşünmek gerek Kendini öldürmek istiyorsankötü örnektir insanın kendi katili olması Canevinde merhameti gizleyerek, Sevginin son ölümü, duygusunun son fışkırtmaları. Kapıda bir kız: “Aynasızlar başlamış dua etmeye” Ama dönelim yine Hemingway’e, O katı yürekli, üstün yetenekli insana. Merhamet et, çekme tetiği, babacığım Yoksa ömrüm boyunca senin acını yaşayacağım Başladığını öldüren öfken kıyacak bana. Çeviren: T. S. Halman
13
LENNON İsmi ona 9 Ekim 1940’ta, İngiltere’nin ağır bombardımana tutulduğu zamanlarda verildi. Denizci olan babası tarafından erken yaşta terk edildi, annesini sarhoş bir sürücünün sebep olduğu trafik kazasında kaybetti, teyzesiyle yaşamaya başladı ve tüm bunlar onun müziğe yönelmesine neden oldu. Belki de onun için tek çıkar yolu buydu. “Annem öldü Bunu kafamdan atamıyorum, uzun yıllar olmasına rağmen Annem öldü Acıyı tarif etmek zor, hiç gösteremedim”
Ama biz gelelim devrim istediğimizi bilen, dünyayı değiştirmek istediğimizi bilen fakat değişime önce kafamızdan başlamamız gerektiğini söyleyen Lennon’a. Ona göre herkes bir taraf tutmak zorunda hissettiği için savaşıyorduk ve kesinlikle barışa bir şans tanımalıydık. Yıllarca bunu göstermenin birçok yolu olduğunu ve şiddete başvurmak gerekmediğini anlattı. Bunlardan biri de “Barış İçin Yatakta” protestosuydu. 1969’un Mart ayıydı. Eşi Yoko Ono’yla birlikte Amsterdam Hilton Oteli’nde savaşı protesto etmek amacıyla yattılar. Yatakta kaldıkları bu bir hafta boyunca gazetecilere savaşın ne denli kötü olduğunu, nelere mal olduğunu, savaşın neden çıktığını anlatıp durdular. Yatakta barış mesajı verme protestosu daha sonra bir gece Bahamalar’da, sonra da bir hafta boyunca Montreal’de devam etti. Ve hatta 1 Haziran Barış Marşı diye anılan “Give Peace A Change” otel odasında kaydedildi. “Tüm söylediğimiz bu, barışa bir şans verin.” Lennon uzun yıllar boyunca ihtiyacımız olan tek şeyin sevgi olduğunu, her şeyin bununla başladığını söyledi. Haklıydı da! O her şeyin sonunda iyi olacağına, iyi değilse henüz sonun gelmediğine inanıyordu.
14
Cennetin olmadığını hayal et Eğer denersen bu kolay Altımızda cehennem yok Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var Hayal et, bütün insanların bugün için yaşadığını Hiç ülke olmadığını hayal et Bunu yapmak zor değil Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok Ve din de yok Hayal et, bütün insanların hayatı barışla yaşadığını Mülkiyetin olmadığını hayal et Yapabilir misin merak ediyorum Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok İnsanların kardeşliği Hayal et bütün insanların dünyayı paylaştığını Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin Ama tek ben değilim Umarım bir gün sen de bize katılırsın Ve dünya yekvücut olarak yaşar
15
Bir Ginsberg Hayali: Kaan SİNAN Dipnot’a Dipnot Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan! Boktan her şey! Boktan her yer! Boktan hayat! Üniversiteler boktan, boktan öğretmenler, boktan at yarışları, özgürlükçü hayalperestin sabrını sınayan sınavlar boktan! Boktan politikacılar! Boktan Orta Doğu! Petrol boktan, altın rezervleri ve Amerikan doları! Boktan komformistlik! Modern müzik boktan! Boktan yayınevleri! Görüntü boktan! Klitoris, testosteron! Boktan seks, sevişmek değil! Bu yüzden boktan ben, boktan sen, boktan Allen, boktan Kerouac, boktan Burroughs, boktan Lennon, rock’n roll boktan, boktan Zeppelin, Buddha boktan! Biblo ofis müdürü boktan! Vardiyalar boktan! Boktan asgari, bir simit ile bir ayran ve bunun üzerine planlanmış ülke ekonomisi boktan! Şiveli Türkçesiyle Türk Dili öğretmeni ve dört bin dokuz yüz yetmiş dört lira boktan! Boktan faşistler ve boktan sosyalistler! Vandalizm boktan! Boktan koyun sürüsü! Boktan düşünce özgürlüğü! Boktan adalet! Boktan Türkiye; “Bir kereden bir şey olmaz!” Toplumu ayırmaya devam ettiği sürece boktandır siyaset, din, dil ve ırk! Provokasyonlar boktan! Cezaevi boktan! Boktan polis copu ve boktan patlayan kokteyl! Aynı boktan bombadan sıçrayan şarapneller! Annemin asgari maaş hayatı boktan! Boktan emeklilik hayalleri! Ev kirası boktan! Araba kredisi boktan! Mülteci gibi yaşıyorsak ülke boktan! Aç geziyorsak boktan gün ve boktan gece! Hepsi boktan! O cesur adam, korkusuz şaire… 16
Hayatım Blues Herkes için Blues Otobüs muavinleri ve dinlenme tesisleri Otuzbirci keşişlerin asılma ritüelleri Ve haftada bir gün izin yapanlar Ve Pişirirken parmaklarını yakanlar Bir kediyle eşzamanlı yaşlananlar İhtiyar keş narkotikler Haplanmış gözler Şizofren pandomimci ibneler Eşcinsel karaborsacılar Zengin politikacı çocukları Ay ışığında düzüşen romantikler Öpüştükleri için tepki gören evliler Aşıkla alay etmeyi icat eden kadın Bebek Yüzlü Leroy Foster, Kör Willie Johnson Sokrates, Sofokles, De Quincey, Coleridge
Götünden tekmelenmek, banklarda uyumak Şubeye geri giden kargo, EFT ücreti Kasiyer somurtkanlığı, yırtık poşet Blues, kemoterapi için Dökülen saçlar! Haber ajansları, çocuk tacizleri, ahlak bekçileri Hükümet, enflasyon, Orta Doğu, oy pusulası Hidrojen bombası ve açlık Ve bir lira yirmi beş kuruş olan ekmek Ve ev kirası, ve asgari maaş, ve üniversiteler Sevgilim için Blues Su perisi özünden yapılmış parfüm Mesafeler ya da menzil Sesinden alınmış manzara Tutku, şehvet, heyecan ve korku Ve istek, ve özlem, ve pişmanlık Ve Kuzgun, ve ismi bilmem ne Aynı yol, aynı yer, aynı üçlü koltuk Aynı gece, aynı gökyüzü, aynı yıldız Aksi çok da mümkün değil Seni seviyorum
Her şey için Blues Eroin, meskalin ya da yüksek promil Çıplak yalnızlık, evden kaçan kedi Kondomsuz çekmece, çekyat altındaki bavul Sevdiğin kadını düşünerek mastürbasyon yapmak Ya da bir başka sarhoşla karanlıkta öpüşmek
17
Yeni Vizyon
18
Ölüm Rahatlığı Hiç unutmam, sıtma geçirdiği gece alnına masaj yapmamı istedi Tir tir titreyen koca yaşlı bedeni bana yağmurda ıslanan bir iti anımsattı Üşümek ve aynı oranda yanmak Kontrolsüz bir beden Ağırlaşmış kafasında parmak uçlarım Bir çeşit meditasyon anı Korku ve aynı oranda boş vermişlik Ambulansın siren sesi Alına bırakılan su damlalarıyla aynı etki, birbiri ardına su damlaları… Bir çocuk çığlığı ama ben değilim Bir çeşit yalnızlık ama yalnız değilim Orada öylece ölüyor ama bendeki ölüm rahatlığı… Hiç unutmam, sıtma geçirdiği gece alnına masaj yapmamı istedi
İlayda RİÜN
19
Yalnızlık Bir odadayım Kendi yatağımda, kalabalıkta Kulağımda eski sevişmelerimin çığlıkları var Duvarlarımda ojeli tırnak izleri Lambamda yanıp sönmeler Masamda işi bitmiş prezervatif paketleri Kulaklarım çınlıyor yalnızlığıma Yatağa ne zaman tek yatsam bu oluyor Çınlıyorum son dalı kalmış kadınlara Adım sanım ne bilmiyorum Damarlarımda kan diye akıyor Onlarca kadının dokunuşu Dokunuşu ve sonra terk edişi Ah, Helena En çok ona çıldırıyorum İnlemeleri geliyor aklıma Yağmur yağarcasına boşalışları Boşalırken titremeleri Ve sonrasında sigaraları Kırbaç darbesinden farksız öpüşleri Bir de terk edişleri, Zamansız ve mekansız Odadayım, duvarlarda rutubet yerine terleme izleri Sanrılarda konuk ettiğim kevaşeler Yakınında ve uzağındayım Yerli yersiz iç çekişlerimin ardında Bugün çığlıklara çığ düşüren bir kadının kollarında Yarın ise meçhul bir barda Ritme eşlik ederek, duvardan duvara
Harun TALAY 20
Güz Düşü I. Kuşları öpüştürdüm, uçuştu korkularım Tan yeriydi rüyamda Kanatlardan sarkan buzlar küçüktü, küçüldü Ölmedim, konuşmadım da Yalnızca oldum, kartondan kuşları öpüştürdüm II. Düşen bir el gördüm Onun çabukluğuyla apar topar Kaldırılan tabutları Kemik sesini andıran çatırtılar duydum Kalplerden taşma Mezarlarla çiçeklerin tezatlığını gördüm Benden başka Tüm yok oluşun var olduğunu
Berrak ERTÖRER
21
Yol Yollar hayallerin temsilcisi gibiydi. Yeni düşler, yeni hüzünler, yeni aşklar. Ruhumun istediği zevki, Ucuz şaraplarda arıyordum. Ya da hayal ediyordum. Kalbimin götürdüğü yer değildi. Lakin götüreceği yerdi. Kuş kadar özgür olacaktım. Ama ne zaman? Belki bir yıl sonra… Yollarda kaybettiğim benliği, Yine yollarda arayacaktım. Yol bitene dek.
Sinem SİVAS
22
Düşünmek Metronom gibi nefes alıyorum. Dokuz sekizlik bir ritim ile tüm hayatımı alt-üst eden bir trajedi, o gecenin beni gereğinden fazla düşündürmesi değil elbette. Çaresizliğin son evresini yaşamakta olan bir canki gibi, duvarların dillerini kesmiş fakat üstüne gelmelerini durduramayacak kadar aciz bir keş gibi, lise yıllarının soğuk akşamları gibi, lanet olası kafa yapan ne varsa, tıpkı onlar gibi. Placebo’dan dinlediğim bu şarkı (Without You I'm Nothing) beni çaresizliğin çivili sopalarıyla dövüyor, ciğerlerime batan çiviler çok uzun, nefesimi kesiyor. Ah! TANRIM! Sanırım gözlerinde şimşeklerle aklını yitiren ilk zavallıyım. Ne acı, kendimi ağlarken düşündükçe gözlerim doluyor. Bunu durduramıyorum ve de burnumdan gelen öfke buharlarını. Gözlerimi kapatıyorum, karanlık beni çileden çıkartıyor. Yapacaklarımı, yapmak zorunda olduklarımı, istemesem de yapacak olduklarımı düşündükçe kafamı yasladığım dolap aynasını yumruklamak istiyorum. Ellerime cam parçalarının saplanması, kıyafetlerimin ve üstüne bastığımda ses çıkaran parkenin kan içinde kalacak olması beni ürkütmüyor, tüm bu olacak olanları düşündükçe neyi düşündüğümü unutuyorum. Beni uzaklaştıran şey hayatın kendisi. Beni yıkacak olan güç bu. Bu görkemli kale içinde bir yere sahip olmayı istemedim. Ve artık hiçbir şey istemiyorum. Sıklıkla söylerim; "Düşünmek uyuşturucu gibidir.” Bir kere denediysen bir süre sonra kendine dışarıdan baktığında ne kadar iğrenç bir hâl aldığını görürsün. Zira haddinden fazla düşünürsen eğer sonu olmayan bir girdabın içinde karanlıkla birlikte dans edersin. Zamanın ve insanların nasıl gelip geçtiğini göremezsin. Bir süre sonra düşünmekten düşünemezsen eğer bu sözlerimi hatırlamanızı isterim. Dostlarım, düşünmek faydalı bir eylemdir lakin kararında… Ya da siktir edin, nasıl isterseniz.
Ahmet Bilal YENİCELİ
23
24