şiir bülteni aylık
nisan 2015 sayı: 2
dün dağlarda dolaştım
evde yoktum murat çelik, ümit güçlü, bilal söylemez, gary snyder, oğuz demirel, muhammet özmen, faizal lulat, salim nacar, ümit erdem, usame söylemez, can küçükoğlu
Faizal Lulat looking up
D
murat çelik
eneysel Şiir’i ekolleyebilir miyiz? Deneyelim : 2000’li yıllarda şiirde deneyselin topyekün hareketi söz konusu oldu. Kişisel deneyler Divan Edebiyatından günümüze kadar yapılmıştı, yapılıyor da. Fakat bir dergi (birkaç dergi) etrafında toplanma, kuramsal olarak düşünme vb. eylemeler ilk kez olageldi. Bu yüzden 2000’lerde yazanları, bu önemli dergileri çıkartanları öncü kabul etmek gerekiyor kanımca. 2010’larda yazanları ise ikinci kuşak olarak görebiliriz. Hatta edebiyat tarihçisinin işini kolaylaştırmak için “ekoller” oluşturulabilir. Ben deneysel şiirde iki şehri çok önemli görüyorum ve ekolleme’nin bu iki şehri odaklayarak yapılabileceğini düşünüyorum. Şehirler: İstanbul ve Konya. İstanbul Ekolü, somut şiir ve görsel şiirin yaşadığı bir yer. Hatta mizahçıl şiiri de oraya yazabiliriz. Konya Ekolü ise dil ve anlam şiirin temsilcisi olarak görünüyor.
mustafa ırgat ece ayhan 3
Kişisel olarak ise şiir yazanların bunları önemsemesini ve kendilerini bir yere ait görmesini olumlu bulmuyorum. Ait olmak, temsil etmek zayıflıktır. Olabildiğince kendi başına kalmalı şiir yaratıcısı. Bunları düşünmeli, tarihi önemsemeli ama rol kesmemeli. Peki ekol işinden neden bahsettim? E bizde her işi şiiri yazanlar yapar. Ben de ortaya bu fikri atıp kaçacağım. Uğraşmak isteyen bir eleştirmen, bir tarihçi ya da akademisyen filan çıkar belki. Sonu Zor: Bir şair öldüğünde, bitiremediği şiirleri de ölür. Yayıncılar, arkadaşlar illa bu yarım şiirleri basmak isterseler,
“
Bir şair öldüğünde, bitiremediği şiirleri de ölür. Yayıncılar, arkadaşlar illa bu yarım şiirleri basmak isterseler, tıpkı basım yapmak zorundadırlar. Çünkü bu daha ahlaklı olur.
”
tıpkı basım yapmak zorundadırlar. Çünkü bu daha ahlaklı olur. 2011 yılında çıkan Sonu Zor da böyle bir kitap. Mustafa Irgat öldükten sonra arkasında kalan, bitmemiş şeyler toplamı. Ama kitap ‘tastamam’ bir sürü şiirden oluşuyor. Ahmet Güntan yapınca oluyor belki. Peki Ahmet Güntan kendini bu işi yapmaya nasıl inandırmış? Bir rüya görülmüş ve… Evet, evet şaka değil. Kitabın “hazırlayanın notu” köşesinde şöyle diyor Güntan : “Bu işi ben mi yapmalıyım, Mustafa’yı daha iyi tanıyanlar var. Sonra bu duygumu da bir rüya çözdü, ben rüyalarımı hiç hatırlamam, Mustafa, Burak Fidan’ın rüyasına geldi, rüyada Mustafa’nın bana dediği şu: Şairler kendi şiirini sırtlanmak zorundadır, bazıları ölünce enkazda kalır, ta ki başka bir şair onun şiirini taşıyıncaya kadar, o zaman hafiflik olur” Hafiflik oldu, doğru. Şiirler Ait’siz Kimlik Kitabı’na göre oldukça ‘hafif’. Güntan’ın buna da cevabı hazır : “… bu kitapta okuduğunuz şiirleri Mustafa olsaydı başka türlü bitirebilirdi, benden bir başkası olsa, başka 4
türlü bitirebilirdi, bu şiirleri ben bitirdim, bu konuda rehberim sağken yayımlanan kitabı Ait’siz Kimlik Kitabı oldu.” Güntan şunu unutmuş herhalde : Tabii Mustafa olsaydı başka türlü bitirecekti. Çünkü şiirler Mustafa’nın! Kendime salık : Ölmeden iyi arkadaşlar edinmeye gayret edineceğim ya da çekmecemde, bilgisayarımda, akıllı telefonumda yarım şiir, yarım dize bırakmayacağım. Bir de şu : Somut şair rüyaya inandı. Açık Hece Bitişler: Kaan Koç’un Biraz Konuşmasak ’ını okudum. Kötülemek gibi bir niyetim yok. Şiirde bir ‘güzellik’ bulabilmekti derdim fakat bu güzelliği yaşatmayan bazı aksaklıklar gördüm. Bu aksaklıkların birinden bahsedeceğim : “açık hece bitişler”. Şiirin özellikle üst üste –a ve -e sesiyle bitmesi beni rahatsız etti, bir basitlik gördüm bu bitirişlerde. Yazılanlar mani değil, tekerleme değil. İmge var, sözcük dağarı var peki bu açık heceler neden? Sene olmuş 2015 böyle şiir yazılabilir mi? Cevabını şair versin. İşte kitaptan örnekler : …. ____ yeni acılara ____ bir darbuka ____ bir yosma (TEHCİRNAME, s.20) ____ ya da sen de; ____ onu söyle ____ duvarın ötesine (YÖNERGE, s.26)
5
____ doçent seyrinde ____ kurallar güncesine ____ her ihlalde ____ olsa bile (YÖNERGE, s.26) ____ aşkın n’olduysa ____ verdiğim elma ____ parlayan musa (BAŞKALDIRAN İNSAN, s.28-29) ____ arasında kendime ____ dönük ve ____ tekrar geçene (A.S. 200, s.31) ____ en önde ____ saldırırken ötekine ____ kaçtığı fesleğenle ____ önümüze (İKİLEME, s.38) ____ diyorum sana ____ ayıran musa ____ dişlerimin arasında, (TAPINI, s.48) ____ yapış yapış sana ____ bir musa ____ sıkıştırılan muska 6
____ yürürken sokakta (KENDİME V. S. T. R., s.62) ____ değildir hâşâ ____ yerlerde aramakla ____ bir rabia ____ anımsatıyor bana (2013 HAZİRAN, S.69) ____ başından uzağa ____ diye başıma; ____ anlatan arya! (AŞK RESMİ GEÇİDİ – 2, s.74) … Yanılmaktan yangın ümidimden, sonra Sonrası bildiğin gibi ey ayna Israrla batmaya çalışırken güneş havada Nilüfer suda, yosun suda, çınar ortadan kırılıp toprakta Solmayı beklerken, su da çürütürken kendini ve dünya Yerinde duramayan ayyaşı oynarken Parmak izlerimi soyup yapıştırıyorum cama Baktım da, dümdüz ve ortadan kırık ayna Bırakmamış yüzümde sevinmelik tek nokta (ONÜÇ’Ü UNUTMA, s.85) (“-a”ları bir de genel olarak sayasınız diye son örneği biraz uzattım.)
7
Şiir Yapım : insan ortasında dolandım bir göz bir göze değince ürkü bankamatiklerin para sesine hayrandım, komutlarına şehre hangi kapısından girsem şehirden çıkamadım boyacıya yanaşıp dedim ki : böyle boya, ayakkabılarımı çıkarmam çoraplarımı göremezsin çoraplarımla uyurum ben uykumu göremezsin, rüyamı göremezsin sigara ve çay içtim, gözlüklü ihtiyara gülümsedim heykellerin önünde durdum şehrin heykeli bile olurdum, teklifle olurdum ama sevgilisinin motoruna binmiş kıza baktım sarı ütü saçları vardı, saçlarını kaska koydu, yok oldu eski hoşlantı kızım geçti önümden tanımadı, tanımasın onunla bir kez gülüşmüştük tarihe bu kalsın boyu acelemli, terli, ıslak boyu yavaş, sarhoş, pelte pelte dilimin ceketi olsa kolları yamalı dilimin bir bez dolabı öğrenci evinde yıllarla solmuş rengi alaca ben ona kollarımı çıkarıp assam orda dursun
8
kendimi yokladım ceplerimi yokladım kendime bugün de inanmadım arka arkaya durunca güzel görüntü olabilen şeylere inandım masanın üzerindeki şekerlik konuya hiç dahil edilmedi ilanı eskimiş bir işi tuşladım o pozisyon eskimiş, tozlanmış bilmez yaptım, kendimi anlattım : kendime inanın ses hiç tınmadı dedim ben de sonuçlarla ilgili değilim “GENÇLER NE İSTİYOR?” diye bir bez sermiş dinci muhalif parti genelev beze yazıyor ıslak elle bir asker bir askeri sırtlamış çarşı izninde bağrıyor: “şafak 265 bitsin bu askerlik a.koyim”. bitsin bu askerlik. İlkin fiilleri saydım. Ol- eyleminden 8 tane vardı bunları azaltma yoluna gittim. Metinde –m sesi baskındı, yine tırpanlamaya çalıştım. Birinci tekili öldürmem gerekiyordu bunun için. Beceremedim. Sahiciliği öldürebilirdim, çekindim biraz. “Büyük adım, küçük adım” tekrarını kaldırdım. Bu ucuz bir numara olacaktı bir flâneur için. Şehir kapısından bahsettim, eski şehirleri düşündüm, Selçuklu şehrinde kapı var mı bilmiyorum, araştırmadım. Biraz masalsı bir ifade olsun istedim. Çorapların mahremiyetinden bahsettim. Şehrin heykelinden kastım şehre yapılan ucube bir yapıydı adını da ne koydum : “Konya Penis Heykeli”*. Gedavet tarafında bir 9
çaycıda oturup sigara ve çay içiyordum. “sevgilisinin motoruna binmiş kız” pek olmadı, sevgilisinin arkasına oturmasını başka türlü de söyleyemedim, içime sinmedi. “Dil”e yaklaşmak için acelemli (nemli), ıslak, pelte sözcüklerini kullandım. Dilin iki işlevine uzanmak istedim. Dil üzeri dil. Dil bir ceket oldu ve yine dil olan bir bez dolaba yerleşti. Hem de öğrenci evindeki bir bez dolaba, yalnızca öğrenci evinde kıymeti olan bir bez dolaba… Bir flâneur’ün ilk inançsızlığı da kendinedir. Gün başlar, kendine inanmayarak başlar ve kendini yeniden icat etmeye uğraşarak devam eder. Cadde gezintisi sonrası yine sabitlenme. Masa, şekerlik ve sokak içi sığınak. Son anlattıklarımsa gerçek. Şiir arayışımın bir armağanı belki, bilemiyorum. Ve özetle bitsin bu askerlik. (Bu arada şiire başlık bulamadım. Bir Yürüyüş Eylediler’i bozup Yürüyüş Eyledi Biri diyesim var ama bakalım, kısmet.) *
10
Faizal Lulat 465% Rain
ÜMIT ERDEM
üç bizlik kuralı
1. Vurdukça daralan yüzümü aynaya oturttum. Henüz seyretmek için genç olan bir telaşla sabaha inanırdım Ben caddelerin kıvamında ellerimi aldım yanıma ezberim derin kıvrım Kaldırımlarda yüzümü düşündüm ve Hatırladım geçkin ellerimin geçmiş karakterlerini Beni şehre mecbur kılan gürültü neydi Ve bu mimarinin tekrarı kadar Yumuşak beton hınzır telaş neyinnesiydi
12
2. Sana güvercin uçurdum aklın biraz acemiydi Fakat kaldırdığım tüm leoparları tezelden giydin Sen kazayı giyindin bana bela astarı kaldı Tuttun pençeni alnıma yasladın alnım Geniş coğrafyalara bölündü 3. Kucaklarım yer değişti sana sarılmalarımla Sarmal hallerim geldi Ağzını alıntıladım ağzın bir halkın geleneği sürekli içkin Kubaranlar arka saflarda boy verirken pankartlara Ölümü yeniledin kefeni taşıdın ikimiz törene gömüldük Bak bu bandolar bizim için biz ciddi yüzler gösterdik Neslimizi aldılar bu devrime yetiştirdiler Gelegele bu hizaya yaslandık Teşekkürler şendi ölüm perde: açık kalsın
13
USAME SÖYLEMEZ
yirmi tane şubat
dipdim yeni şeyler ördüler bana .dört aylık bir boşlukla doldum .camım karşısımda bekleyen dönüyor diye diri bir gün olmadı kanı kattılar pür çelik büküp etimle .şizofrenler biyosferin yamalarıydı o zaman taşım alanlarımız yine de herhangi bir kadının rahimleri kaldı .senin annen ne fark eder ki tek .değildir. bir çocuğu soğuktan yapmadılar .vurmadılar çünkü çok tüzel torbacılar bıraktılar partlarında 14
yıllarca çözünüme uğramış bir kaya gibi uğradım ben de sana .tütünümüz kum oldu artık gelmem ama bir daha gelmem ama sağ kolum bu hayat gibi yorgun atıyor .geceden çıkmak mutfağa benzemiyor .boşluğun rahminin kuraklığı en yeni dünyalarımı ağrıtıyor tok saatler batıyorsa lambalar açık saatler yine gecikiyorsa, sa uzar böyle yokluğunu biriktirir .yokluğunu bit,it,irir 15
Faizal Lulat Neighbours 16
ÜMIT GÜÇLÜ
parmak izi
ben bu mahallenin en pisikopatı. ağzına mermiyi yuvarlarım canımı sıkma bir iki bişey anlatıyorum otur bu gözleri aşşalarda az eritmedim bir Canon fotokopi makinasının ağzına az sokmadım tutanaktır: suçlunun olay mahallinde parmak izi yoktur sert cisimleri severim şöyle bir metal zımba dişini çekmek için demir pens ani durumlarda çoraptan kelebek banyoda jilet takımı izbe bir yerdeysem, beni sen mi yamultcan yirmi sekizinci kat masanın çarprazı, parmak izi yoktur olay yeri, ateşböceği yanıp söner boğarak kafasını duvara çarparak öldürme klasik: doksan sekiz milim namlu Kırıkkale şarjör doludur 17
emanet benim elimde dedim ben bunun için yaşıyorum kabzayı görüyo musun onu her gün yaladım suratında iz bırakmadığım adam kalmadı bu mahallenin en manyaanı dövdüm turan abiyi benim dedim kaybetcek neyim var çıkışta sizin de kafanıza bi mermi yürütürüm dedim neyim var kaybetcek gözüm döndü hayvani kovanlar akıyo tın tınnn bana ders mi ders vercek adama mı benziyom ben bu zırhları suratıma nasıl ördüm kılıçla vursan yüzüme kanamayacak demir testerelerle yanaşsan dedim ufak bi sıyrık alamıycan ben bu çöpte soba dumanı içtim eklemlerimi demirtozuyla yıkadım geride dedim bıracak ne var ne kaldı yürüdüm kurtlar bağırdı köşeyi dönünce makinanın ağzı sertleşti benim suratıma bakacağın yeri on üç kere düşün dedim bastım tetiğe altın vuruş çıktım çıkabileceğim neresi varsa radikal 18
sabah akşam şuça yani şiire çöp pislik kan taşıdım turan abiyi ben. böyle. düşünemedim hiçbir şeyi (sen bir pisliksin seni yok etmeli demirlere tellere avluya ranzaya asmalı) kendi sehpamı yonttum suç çekiçleriyle dişköklerime demir ipleri kendim bağladım bana göstereceğin kartları dedim on üç kere düzelt dışarıdaki köpekleri görüyon mu nası havlıyolar öyle bi hınç öyle bi nefret öyle bi kan kusma parmak izim yok bakma albümlere, bırakmam nerde bir hayvan bağırıyosa o taraftan geliyorum 19
BAYAT EKMEK VAR YER MSN?
ümit güçlü
ismet özel 20
B
ayat ekmek benzetmesine birazdan döneceğim. Önce şiir ve kurgu arasındaki ilişkiden ne anladığımıza biraz değinelim.
Şiirin kurgu olmasından kast ettiğim şey, “şiir kişilerinin” şair kişi ile ayrı boyutta varolduklarıdır. Bu ayrım bazı şairler tarafından kasıtlı bir şekilde vurgulanırken, bazılarında şiir, “gündelik gerçeklik” düzleminde ele alınıyor. Ben birincisinin ustaca ikincisini ise acemice bir tavır olarak görüyorum. Burada bir mesafeden bahsetmeliyiz. Yazarın kahramanı ile olan mesafesi. Bu mesafe, şiirde kendisini “ben tasarımlarında” gösterir. “Ben İsmet Özel şair kırk yaşında” dizesi ile başlayan şiir, bu tasarımın en iyi izleneceği şiirlerden biridir. Bugünün şiiri için vasat olan nedir? Şiire aforizma sokmak, şiirde insan şöyledir, insan böyledir, hayat şunlardan ibarettir gibi boş sözleri, şiire sokmaya çalışmaktır. Bugün vasat olan ve yaygın olan budur. “Şiirimizde söyleyeceklerimizi net bir şekilde söyleyelim arkadaşlar” bu ifade bugünün kötü yazılan şiirinin ve vasatının en karakteristik ifadelerinden biridir. Gündelik gerçekliği ve deneyimi, olduğu gibi aktaran, bize bir tecrübe sunduğunu sanan, yaptığı bir iki tespiti ve gözlemi “dilsel gerilimlerinden arındırarak” ifade eden, şairi olağanüstü bir varlık olarak konumlandıran, anlamak için hiçbir çaba göstermediği şiirleri anlamsız diye etiketleyen kişilerin yazdıkları şeyler, bugünün vasatıdır. Bugünün şiirinin, okuyanların gözünde değer kazanmasının ölçütünün, okuyanın bakış açısında saklı olduğunu düşünüyorum. Şiir bugün neden horlanıyor? Çünkü şiiri yazan kişiler bir numara sunamıyorlar. Okuyunca, daha önce karşılaşmadığı şeylerle karşılaşmayan okuyanlar, bu şiirlerden çok çabuk sıkılıyorlar, haklı olarak. Vasat şiir, kendi basit deneyimini, dili 21
kullanmaktan korktuğu için olduğu gibi sunacaktır. Hatta bize şöyle diyecektir. “İmge kullanma abuk subuk şeyler yazma”. Dolayısı ile onun en çok değer vereceği şey “dize yazmaktır”. Nedir dize yazmak? Vasatın kabul edeceği şeyi ona sunmaktır. Vasat, kendisi ile iletişime geçen bir şiiri tercih edecektir. “Ne söylüyor bu şiir” diye soracaktır. Hemen bir etiketi daha vardır. “Meselesi Olan Şiir”. Dil düzeyinde araştırma yapan metinleri ve şiirleri snop bulacaktır. Ondan adeta korkacaktır. Onun düşüncesine göre dize yazamayanlar böyle şeyleri saçmalıyordur. Şiirin kağıt üzerinden pratik hayata ve “entelektüel söyleme (düşünceye)” fayda sağlayamayacağını aklına bile getiremeyecektir. Hangimiz en son bir şiiri okuduktan sonra şiirin anlattığı şey üzerinden daha önce düşünemediğimiz şeyleri düşündük? Hiçbirimiz. Şiirin temel çıkış noktası düşünce, tespit olamaz. Şair artık kürsüye çıkıp konuşamaz çünkü dinleyiciler kayboldu. Bu kürsünün yeri bugün düşünce olabilir, din olabilir ama şiir olamaz. Şiir bugün ancak dil düzeyinde ilerleyebilir. Dilin alanına dair yapılan deneyler varlığın alanına dair yapılan deneylerle çakışabilir. Yukarıdaki “ben tasarımlarının” şairin gündelik hayatı ile farklı olduğunu söylerken bir mesafeden bahsettim. Bu mesafe bazen açılır bazen kapanır. “Yazarın bilinci”, şiir kişisinin bilinci ile çakışabilir. Eylemin ve deneyimin felsefesini yapmış olan Mihail Bakhtin bunu şöyle ifade ediyor: “Yazar ve kahraman birbirleriyle mücadele ederler; bazen birbirlerinden aniden uzaklaşırlar. Ama bir yapıtın eksiksiz tamamlanmasının önkoşulu, yazar ve kahramanın birbir22
lerinden kesin bir şekilde uzaklaşmasına ve bu mücadeleden yazarın galip çıkmasına dayanır.”* Bu bağlamda düşündüğümüzde İsmet Özel’in Erbain kitabında şairin kendi beni ile şiirdeki beninin mesafesinin kısa olduğunu (bazen çakıştığını), Of Not Being A Jew kitabında şiir kişileri ile arasındaki mesafenin açıldığını söyleyebiliriz. “Tavzih” şiirinden örnek bir bölüm alarak bu “deney / deneyimleri” gösterelim. “Yılışım o. Gelelerdi gelinirdi inkârdan hünkârca. Geldi külbastının sonu sönüverdi basık. Çöpüyle de çöpçüsüyle de sonradan görme tiftikten olma meteliksizlik çektiğinden deldi dağı. Saksağan değil dağı binbirinin geçirgen dehrini sır aklayan surları dayaklayan harabitlerin bahanesi. Şekerlerin basbayağı bayattığı çakma plaka. Bayağı kesir. Kaçıncı ka[lı]şıyışı[m]. Yakışıksız, evet. Hoh teli hah tüyünde ters taraz. Ohoo o. Açılınır oyuluna yılışa çiğ çiğ yerimle.”** Bugün bu şiire benzer şiirleri yayımlayacak dergi sayısı 3 bilemedin 4. Vasatın ihtiyacı anlaşılır olan. İsmet Özel’in bu ve buna benzer birçok şiiri şairin bu mesafenin farkında olmasından dolayı yazıldı. Vasat olan anlamaz, yorumlayamaz. Bugünün bize dayatılan “arkadaşlar net bir şekilde yazalım şiirlerimizi” diyenleri bu şiirleri yorumlayabilir mi? Cık. Peki bu şiirleri red yoluna gidebilirler mi? Gidemezler boyları yetmez. Üstelik birçoğu yazdıkları şiiri İsmet Özel’e borçlu. Borçlu durumdayken de benim sana borcum yok diyemeyenler bugünün ortamında bize “anlaşılır yazın” diye racon kesmeye çalışıyor. Borcu ödemek de git gide daha zor olacağa benziyor. Bunu da borcunu inkar edenler düşünsün. 23
“İne. Mi. Ne. Do. Si.” Ne demek mesela? Etiketiniz hazırsa buraya da yapıştırın bi tane. Gençleri eleştirmek kolay. “Tavzih” şiirini eleştir de görelim boyunun ölçüsünü? Kimse çıkıp “gençler” diye cümleler de kurmasın. İsim vererek eleştiri yapalım. Ben, “bugünün yazılan şiirini anlayamıyorum.” diyen herkese bu eleştiriyi yapıyorum. Anlamazsın tabi. Bu anlam meselesini İlhan Berk dünya edebiyatından analizler yaparak gösterdi. Bak biraz. Önümüzdeki yıllarda tartışılacak olan “yeni şairler”, “genç şairler”, “2010 kuşağı şairleri” meselesinin temel konusu maalesef bu bayat ekmek. Her on yıl, bir kuşak oluşturmak için belirlenen “kutsal süre” olduğuna göre en az 5 yıl beklememiz gerekiyor. Kendinden önceki kuşağı eleştirmek de başka bayat bi konu. Klişe. Yine de herkesi içindeki öfkeyi kusmaya davet ediyorum. Bir hakaret cümlesi olarak, “çok iyi dizeleriniz var”.
* Mihail Bahtin, Sanat ve Sorumluluk, Ayrıntı Yayınları, 2005, s.69, Çev.Cem Soydemir ** İsmet Özel, Of Not Being A Jew, Şule Yayınları, 2011, s.96
24
MUHAMMET ÖZMEN
bohemian raks
meramım ince ve net tekerleği bulup mekanı terketmeliydim tebdil-i mekanı da terketmeliydim tekerleği boynuma gereceğim zamanın önemi yok ama teşvik primiyle bulundu ceset ben sadece-ben sadece ben olarak demir ağlardan geçebilirsem gideceğim yeri özledim
25
uyumayıp da çölün yanında yatmam halıya dokunmuyor çün ki ben hiç beni korkutan yerlere serilmedim beni korkan babam ve annem beni korkan halıdaki gül yumuşak çizgiler huymalıydı pederin genzindeki hayat gibi çün ki yaşamak güzeldi uluslar arası ve ilişik.düzeysiz bir pederin boğazına gıcık girmişse yapmacıktır düzülmüş masalara sinen kocaman göbekli ya da fit adamlar gibi onların boğazına gıcık girmez yaşamakları güzeldir geç ağaran bıyıklarıyla altından bir şeyler akan ırmaklar bir gülün yanında olsam bile aşkı har vurup harman savurmamamı. su içtiğim dere israf oldu çoktan azımsanmayacak ve akıllı çoktan babamın bıyıkları neden erken ağardı söylemeyeceğim tarih kitapları ne yazıyorsa beyazı tersinde bilin parayla münasebetim ekonomi sınavım iyi geçerse bırakacağım abraham lincoln sakalının kalınlığı kadar ben son asrın aptal insanlarından olacağım ben sadece-ben sadece ben olarak meramım ince ve net ölü haberleriyle sarsılmayı ve sarsmayı özledim
26
ASLOLAN ŞIIRDIR
BENCE
“
muhammet özmen
Şiir yazmağa aşık olduktan sonra başlamadım, şiir aşktan evveldi.” diyen şair yalan söyler. Çünkü şiir lirle yoldaştır, adem dede havva neneyi çok sevince cennetten kovuldu cennetten kovulunca ağladı ağlayınca gözyaşları yeryüzüne düştü gözyaşları yeryüzüne düşünce litosferde tütün ve çay bitti - bugün yazıtlanabilir lir tabii ki bu değil. Şair insandır. Kanı yüz derecede poetik durur. Gonadından yürür, deliğinden bir cins görür. Ya da görmez, “BİR” şaire bir cins görünür. Şair, şiirden önce delinir ve delirir. “Ş” harfine heves eder. [delilik et ve kemiğidir*] (Ortanot-1: Maraş’ta yöresel sözcük yaratımı ş’siz pek işlemez, vurgular ş’yedir; mesela sucuğa irişkit denilir. Bundan mıdır bilinmez, Maraş’tan çok delik çıkar.) Susar, acıkır, tuvalette daha çok vakit geçirmeye başlar, susar (şişşş eylemi) ve aşık olur. Kelime dağarcığında lirli kelimeler kasar sonra level atlar, bunları tek başına yapar -grup yapmaz. İnzivanın tadına bakar çünkü aşıktır. Dağarcık yeterince sözcük içermiştir, 27
köşe arar. (Hatta bu süre zarfı içinde İsmail YK ve CanKan dinleyebilir.) Oturur yazar ya da ayakta yazar, belki telefonuna yazıyordur. Başta düzyazı gibi yazar, sentaks ne ulandır. Şiir üzerinde çalışır ya da çalışmaz. Okunmak ister. Yollar ora bura. Şair, bu aşamada şair olmaz belki ama piyasaya lirli bir giriş yapar. Az değişir, ş’yi terkedip ses etmeye başlar -sesi çok çıkar bazen. Deliler Gemisi*’nde bindiği dalı kesmeye kalkan en toy olanı değil midir zaten. Çakrası açılır. Şiiri gelişmiştir, yeniyi arar. Ne de olsa şiir marjinaldir. “İslam haritasında bir şair” başlığı altında Cahit Zarifoğlu’nun özgün şiirini öven ve “Günümüz islamcı şairlerini anlamıyorum, dilleriyle bugünden uzaklaşıyorlar gibi geliyor bana.” diyen İlhan Berk haklıdır. Zaten İlhan Berk şiirde hep haklıdır. Beni aşk ve baba büyüttü. Evrenden önce evrenin bulutsu yapısında tanrı tanecikleri vardı-şiir, brokanın sahasında gaz bulutuyken bu iki kelimeden ruh buldu. Babam hep bıyıklıydı hala bıyıklı, bana konuşmaz bana bıyıkaltından gülümserdi. Değişik değişik gülümserdi. Sizin lirik şiir gördüğünüzde bıyıkaltı gülmeleriniz gibi değildi babamınkiler. Hep aynı gülmemeli zaten baba. Mesela “Tanrı aşık kulları arasında adaleti nasıl tahsis edecek?” sorusu ile “Doğulular sakatatı neden bu kadar çok seviyor?” sorusunda aynı gülümsememeli bir baba. Aşk büyütür adamı işte, açıklayamam şimdi bunu. Büyüttü beni de. Konu şu: Ben beni ben yapan bu iki şeye, özellikle aşka, nasıl ihanet edeyim? Şiirimden beni kulağımdan tutup beni esneten aşkı neden diskalifiye edeyim? Neden illa ayakları yere bassın ki şiirimin? Bence şair arayış içinde olmalıdır, denemelidir, yeni kelimeler yetiştirmelidir. Bazen eskinin canına okumalıdır. Post28
modernist algıları var artık şairin ve her alan gibi artık şiir de kümülatiftir. Önceki aşılacaktır ya da eskinin üstüne ve altına koyulacaktır. Peki öncekinin öncesi olunursa? Susulacaktır, ikinci yeninin eli öpülüp kendi aşılacaktır. Bence şairler birbirlerini döğüşmemeli. Sadece iyi şiir peşinde olmalılar. Poetikalar türer ama tarih bir halka, dönüyoruz. Bildiğimiz yeni bildiğimiz eskilerden ne kadar eski bilmiyoruz. Mesela Osmanlıların tahtta olduğu dönemde de görsel şiir diye bir şey vardı. (Ortanot-2: hiyeroglif yazıtlardan daha somut şiir yazılamayacaktır bence.) (Ortanot-3: Tarih: Etki-Tepki~etki-tepki~Etki-Tepki => Tahmin: Oranı kaç bilmiyorum ama şahsen ben Türkiye şiirinde neolirik adında bir atılım bekliyorum çünkü bu kadar hiphopa ve epiğe lirin de bir tepkisi olacaktır, umarım yeni olur.) İçeriği güncel tutup şair, lire de kızmadan dili denemelidir -çünkü erkekler de kadınlar da ağlar, ağlamak insanın epik bir failidir ve somuttur. İçeriği çoğunlukla toplumlar evrilirlerken denerler zaten. Ama şair içeriği de denerse neonun iyisi olur. Aklı ön plana çıkarsın, öyle hemen hissettirmesin önce okuru bir dövsün, yorsun sonra uyutmasın. İnterrogasyonlar filan yapsın, sorgulama yani daha janti duranı yerleştirsin. Ahenk önemli, şiiri şiirlikten çıkarmasın. Dize bükücülük yapsın ama öncekilerden farklı büksün. Kısaca yaratılmayanı yaratsın, şiiri laçkalaştırmasın. Ya da bırakın kafasına göre yazsın. İyi şiiri gözünden tanırsınız zaten. * Mustafa Irgat 29
Faizal Lulat Camera Roll 30
BILAL SÖYLEMEZ
teologum tele
kıpçak steplerinde reenkarnasyona da inanır bir teolog aynı zamanda sevmez mecusileri beni öldürmek istiyorsan uçurumdan at ve tepin üstümde kıpçakların yerine atlar konuşur atlar üşenir ve atlar ölür demem o ki yürümek yasaktır kıpçak steplerinde takvimde ilk cemre havaya düştü yazarken güneş henüz doğmamıştı biz bunun doğruluğunu da bilemezdik dört tane saksağan bir boy aynasını götürdükleri sırada nato’yu da çoktan dağıtmışlardı ben kâğıtları zımbalarken üçer beşer bir kelime daha eklenirdi 31
CAN KÜÇÜKOĞLU
kırağiçe hanım
kuzuları unutulmuş bir çomar o sevgi vampiri. körlerini kamışladığı için sulamadığı aynasından okunmamış dua çıldırır kulaçlarından erişemediği ışık mı boğulduran yoksası mı yoks-ahh bir cevabı da sağr inmemek gözünde doğursalar acil dünde kalmazdı, geçmeze kadraj baş parmağımın arkasından kanamayı güle alamaması bundan buğuya tokuşturulmuş elin içleğini miktarca buluş istedi -kağıdı hatırlamak! 32
el simasıyla kurduğu dilişkiden belli sarılmaya ara verdiren tek zeni sarılmaya ağlayışı! tahta bir kalem ısırılarak ağaca dönüşlenebil mi? kuş ağzıyla belki dun’u sessizliğin çıtmayan bütün tonlarında kemirecek aşkım var sırf sana biraz uzun yaşansın için buldur istediğim tek imgel son satırsızlık nasıl nasıl yazılır gül ağzıyla belki unuttururuz künyemekleri ve çiğnemeyi yarayan ne yok varsa görünmeyen denizin dibine kendimizle ayrı yahut kendimizle ayrı birlikte düşmeyip de n’apıcaz be kamuran? 33
SALIM NACAR
iyi saatte olsunlar iyiden kesiyor ortalığı, gözün görmeye alıştığı saatlerde yalnızlıktan adı güzele çıkmış bir yüzün iyiliği hırsla bağını gevşetir kalbin ve odaların dizilişinde aynı gökten kavramış dindirmeyi aynı dilden bela okumayı sevdiklerine evlerde bir karış yer kaplayan ölüm çocukların dilinde köpüren her şarkıdan yeni alışkanlıklar edinmiş bir hayat geliştirirken kendine - bütün yargıları deniz biçti yani göğe dadanan unutmak işçiliğini acı gibi gayet ciddi ve tutarsız bir bakıma bütün vagonlar gibi o da bir hevesti birleşti sonra bütün istasyonlarda aşk umudu o hızla geçti birlikte başlamanın telefon çağrılarına bıraktığı kilit mavisi bir kuş böyle böyle karanlık hani düşünmeye vaktin olmayan cinsten
34
ve uzandığı yerden o göğü çeker kendine içinden mandolinler geçen yabancı erkek orduları
sesine bazı topluluk efektleri verilmiş tutup bunu istiyorum dilinden dilime öyle bağırmanı, öyle ateş kullanırken öyle bir unutmakla büyütürken kalbini madem küstür; dargındır peygamber sevgilerini, çocuk yargılarını süremezsin ileri bahçeyi ortasından anlayan çitlerin ve yorgun kadın diplerinin uykusunu getirir koyar masaya anlaşılır ki o an, o akşam bir insanı böyle sonsuz anlamanın örtürleri serilecektir üstümüze içinden bir taksinin çektiği hızla parlayan sokağı caddeyle birleştiren harfi bulmak için, eşikleri ve pencere kenarlarını uzun uzun kullanan o gözün eşitliği gelir kurulursun aramıza, soframızda bir yerin hiç kurumayan o bakıştan, o ırmaktan herkes için bir bakışın vardır, her zaman sonra bakarım bir zaman akmış sicimler, kaynağından yer yer erimiş metal günlerini dile getiren zarftan ağır ağır dokunuşun dökülür öyle kıyılmamış sevilmeye öyle harcanmamış yoksulluktan hırsla bağını gevşetir geceye bağlar sonra dilini kolaydan unutulmak için dünyaya bol gelen iyiliğini nasıl sayıklamasın bunu içim o aşkla hırpalanıyor durmadan.
35
GARY SNYDER Çeviren : Oğuz Demirel
dağlarla selamlaşma
Köpüren derenin kenarına emekler Sert kaya çıktısına verip de sırtını Suya batırır bir parmağını Pusuya düşmüş bir havuza dönüşür Suya batırır iki elini de Suya batırır bir ayağını Havuza çakıl taşları düşürür Su yüzeyini tokatlar iki eliyle Feryat eder, ayağa kalkar ve dikilir Dağa ve sele doğru yüzünü dönerek Kaldırır iki elini ve üç defa bağırır!
36
eski kemikler Oralarda gezinip yiyecek arayarak Bir kök, bir kuş ötüşü, kırabileceğin bir tohum Yolarak, kazarak, tuzak kurup tökezleyerek güç bela idare ediyor Dağ kayaların tozlu eteklerinde hiç yiyecek yokGötür biraz - ara biraz, Bir açlık rüyası için çabala. Geyik kemiği, Dall koyunu kemikler eve aç Oralarda bir yerlerde Eskiler için bir türbe eski kemiklerin tozu eski şarkılar ve hikâyeler. Ne yediğimiz - kim ne yedi nasıl galip geldiğimiz
37
Faizal Lulat (Re)ception 38
MURAT ÇELIK müzik le konuşma çabası cubur la konuşma çabası +____________________________ sonrasına bakarsın, güzellik dersin derim dersini üç el tokatlar şiddete meyyalim “hep kahır hep kahır hep kahır” ben savaşçıl yanımı dikeltir gezerim
müzikten anlamam ki şiirden müziği kovmuş şeyler derim demesine derim, o kadar beyaz piyano, beyaz tuşlar 39
onlar yaratırım olmadık yerlerimden onlara küser, onlara barışır, onlara kızarım ben nasıl yaşamışımsa. ben, onlar. yaşarım. onlarca ölür, onlarca
ııın?
anladııı
kadıköy iskele, hiç acele ediyor bir cuma günü, bu hep komik değil benim olmadığım ona söz veriyorum alır senin hikâyeni, korum aklıma o kadar ben aklımı zorla yaşarım düşünürüm, kimsenin kimseye vakti yok mu düşünürüm, siz istanbul milletini 40
sonrasına bakarsın, işte dersin dünya adillerin, dünya suçlanmamışların dünya dersin, yamuk bakarsın, ellerinin arasından düşer gibi kendinden kendin yaparsın işte dersin, dünya bu dünya, hesap açık kime yarıyorsa güzelliği kiminse. ilk kimin oluyorsa hesap açık : Dünya rüya görmemişlerin
sen tesadüfler yaratırken o durmuş, o bir kenarı bekliyor o seni hak etmeli, sen tesadüf ederken o ateş ediyor, onun beyaz piyano, beyaz tuşlar çiçekçiler için bu şarkı, bu konser havası sen zaten unutursun sen en iyi unutursun 41
insanların kuramadığı anlara gelir sıra iki dakka etmez anlardan. bana bakarsın bana bakar ve imkân kısarsın alıp başımı gitmeliyim alıp kulaklarımı
“hep kahır hep kahır hep kahır”
yüzüne son şarkı 42
Faizal Lulat Last Door on the Left 43
dün dağlarda dolaştım
EVDE YOKTUM
şiir bülten - aylık nisan 2015 sayı: 2
hazırlayan: murat çelik tasarım: hadde
evdeyoktumsiirbulten@gmail.com twitter: @evdeyoktumsb facebook: facebook.com/pages/Evde-Yoktum/1562251974016131