şiir bülteni aylık
temmuz 2015 sayı: 5
dün dağlarda dolaştım
evde yoktum Ufuk Akbal - Fatma Nur Türk - Muhammet Özmen - Salim Nacar - Mikail Söylemez - Ümit Güçlü Bilal Söylemez - Serhat Sarı - Can Küçükoğlu Uğur Yanıkel - Murat Çelik
UFUK AKBAL
dünyanın bir başkası “Evlerden bu saatlerde, dışarıya doğru, bir büyü, bir sarhoşluk, bir manolya kokusu, bir sakız macunu sessizliği fırlatılırdı” [Salah Birsel, Dört Köşeli Üçgen]
yorgun akşam ışığı karşı cami duvarına vurur kertenkele malta taşını kat eder boydan boya taş yaşlanır, güneşle yıkandıkça, yosunlanır terler binlerce yemeğin buharıyla bir kelebek ömrünün son gününde bir reveransla karşına çıkar, anlamazsın saat yılankâvi hamlelerine bir yenisini ekler anlamazsın kokuları takip eder kokular otlar büyür, sakalların uzar sen binlerce basamaktan sokaklara inersin sokaklara sigaralar, sigaralara sigaralar eklenir parmak uçların kraker kokar 2
merdiveni dayar; sayfiye kaçkınlarının evlerine girersin buzdolabını açar, soğuk erikleri yersin erkence bir zamanlar pazularının gelişimini palazlanmalarının lezzetiyle takip ettiğin aynada bu kez iskeletini görmeyi denersin bir ciddiyet imâsıyla ya da tam tersi olur, ne fark eder hafiften ciddiye, ciddiden hafife gidip gelmenin oluşturduğu kavramların konforlu rayihasında gözüne bir emir verirsin, “seyreyle dünyayı” eline bir emir verirsin, “topla ağa takılanları” diline bir emir verirsin, “em şu bademli dondurmayı” midene bir emir daha verirsin açar kalbine giden yolu ve kalbine bir emir daha 3
emir-komuta zinciri dahlinde, saydam emri tutarsın akşam güneşine daha iyi görmeyi beklerken beynindeki balık gözüyle onu dik başını yastığa gömüp bırakırsın o evde, o dip odada uyuyakalırsın birkaç on dakikalığına hakikatle aranda sadece bir ince beyaz pike değil bülent somay’ın “şarkı okuma kitabı” kalır sen uyurken birileri evde dolaşır ardlarında bıraktıkları köşedeki eczaneden doldurulmuş kolonyanın kokularını takip eder kokular göbeğin genişler, memelerin sarkar, çıktığın aynaya geri dönerek bir gözün içinden kendine bakmaktasın; hoyratmeşrep olmak için geç kaldın, ömer aygün’ün “taş gün”ü yazdığı yaştasın. 4
FATMA NUR TÜRK
hindir, acildir
Kulaklarımdı Çekememişliğim vardı Gözümde sümerholdingmişlik eskiyerek Bekleyen Ulus caddeydim Dışkapı’dan çıktım Gençliğim gelmemişti o park henüz çocuktu Yaşadığım dünyayı görüyordum rüyamda Kasetler bozuyordu Ahmet Kaya duyup Kürtleri de Türk sanıyordum hem Herkesi müslüman biliyordum ve kulaklarım Tırnaklarımdan daha çabuk uzuyordu 5
Botla gelen operasyon bir çeşit Aralıktı Sımsıkı tutunurdum ceplerinden çıkarılmayım Ayakları olan ve üzerinde duran babamdı Aralık Somyanın altından çıkardığım oyundu başım Ecevit’ti hayat, televizyonda öyle diri Milenyumdu ve günlüğüme Aralık yazdım Sofra bezimizin bir yüzünde hayat yiyorduk Teröristler vardı ölümü havadan bir teröristler Tam da yeni öğrenişlerim hapislik soru sormayı Akşam dönüşünce ben oyundan çıktım Aralık çıktı Meraklısı içindi o notlar ötekiler için bu Korkmasa komşu olamazlar dergahında bu Komşuları zaten hiç sevmezdim ama tıpkısını Neriman Teyze’nin aynısı, Fikret Amca’nın Apaynısını aynasında gördüm o eğilen başların Açılan teknede, her kimler her nereye tükürdüyse Gittiler bir menzilde boğuldular ben lokum yedim
6
Paytak yürüdüm enikonu enişte ziyaretine Dibimden apartmanlar işittim yükseliyordu İrtica ne kadar sıcak bir kelimeydi ısısı durmadan Geceleri kulaklarım tavana kadar yükseliyordu Eşya üzerime konuştu, yastığım kafama çattı Eniştem de binbaşıydı ve pantolon giyerdi Giderdi camiye ve binbaşıydı eniştem de Sonunda buldular diş izini ve tabaktan alındı Ben de tüm büyütmeklerin üstüne hindir, acildir yazdım. 7
SALIM NACAR
tek kişilik bir oda
çekmeceniz iki kat. bütün gözlerin bir durak daha sığdığı kanat nasıl bulanık beklerdiniz onların bir çeşidi, işte şu olanaksızlıklar evlere, evlere doğru uzardı bakışlarınızı büyüten ay bulutları, esmer iyilikler, tasarılar; simsar buluşlarını kesen ellerinizin basamakları iyi bir vergi olurdu, dünyayı taşıyan sevgililerin gözevlerine. o siyah bir gök ağrısından, siz tastamam bir duvar caneviydi oturmayı bir gün unuttuğunda, salon sağlamaları sağdıcını yaralayan, bir de bıçak olaydı kanında kurutulmuş sağlama aldığınız düğün alayı. beklemekten çiçeklenmiş bir yeraltı örgütü yüzüne çektiği yamadan kurtulmuş kuzeye bakan odada çingene kraterine gömülmüş gibi her rengin dilini biçimlendiren tüy biterken unutulmaktan gülüşünüzü kesen mosmor aydınlık. 8
bir hamleyi geciktiren ne varsa, ne varsa kış boyu tekrarlanan göğsünüzün açılırken incittiği keman, koynunuzu oyalayan kan. güzel miydiniz, galiba; biraz da gecikmekten yapılmış tek kişilik odalar gibiydi, yalnızlığınız uzun uzun bir yüze bakmanın kederi gelişirdi ormanınızda. korkuyu korkusunda taşır gibi, uzanıp yanağına o çeşit unutmanın o çeşit bir kimyayı terastan uzatır gibi göz hacminde sokağa o çeşit sevmenin o çeşit acısını, terliksi, bükülmüş, açılan konudan kolay iğneler ısmarlayıp o ilkel topuklarına ilk aşk acısının ne sağlam imkânlarla dengelerdiniz gülmekle, kırılmayı. gün boyu o duvarın rengini çözmek için uğraşırken kaçırdığınız dünyanın iyimser matematiği çekmeceden taşan ilkaşk karanlıkları odayı dolduran yanlış gramer. birbirini böyle eşitleyen şeyler birbirini böyle öldürmenin neşesini de eşitler. 9
MUHAMMET ÖZMEN
ben olsan bana üzülürdün
zaten aslında (aşk hızdırmalı beri özgürlük uyutur psikologum allah uyutuyor beni tek kişiyim mağara altı metrekare bazı seanslara kalkamıyorum ne zaman uyansam kavmim helak aşk kavşaklarında gür sesi ve öz sussuzu tesadüf x 1/sonsuz = sıfır 10
bu bazı tanrılar mucize olarak yürümek eyliyor parmak ucunda yürümek eylemi bu bazı tanrıların eğesi lehim özgürdükçe vakit aşılmıştır tinsel dönülmez kara dökülmez tepemdeki paratonerler ihaleye fesat zaman işin lehine işliyor oluş puslu gecemden bir saat çalıp gündüzlerine eklediler toplumu ikişer ikişer lehimlediler kuşluk vakti ben yalnız saat üç şüphesiz ne muhteşem imgeleriz (sonsuz-1) / sonsuz = belirsiz 11
kelebekleri fönüyle gönlünden vuran bazı tanrılar vardır ayakları vardır bu bazı tanrıların ayakları toprağa basar saatler düşük doğmuştur halka kalkamaz aşka kaldırmaz) aslında zaten ruhumu dağa kaldırıyorum bir mümin gibi intihar edeceğim çorapsız çorak arazilerden egoya doğru hepi mantar topu mantar akılsız aylarımla adem elması toplayacağım gırtlağımdan canım böyle istemedi ve ya da veya canım istemiyor böyle 12
günahtan felaha sallanmayan beşikte aşktan düşüp düşüp halka sarıyorum molotofa aşk ve asr çizeceğim kendimi kuyruğumla döveceğim nefesimi bir tuvalet temizliğinde bıraktım şüphesiz şüphesiz tuzruhu ve çamaşır suyu insandan büyük sıçan mı var şüphesiz ben olsam bana üzülürdüm 13
MIKÂİL SÖYLEMEZ
bırth of cool*
Miles Davis için fazladan bir şey aldım kendi içinizde konaklayabilecek ruhverdi bombeyla. ecnebi şeyler diniliyormuşum kulaklarımda niçin bizden bir ses yohmuş ben davis’in ne yalan söyleyim kara kaşına üflerken aklından geçirdiği bütün trenlere vuu yeni jeolojik zamanda onun da nefesi var bak. klamingo diye bir şey icat ettim karalık ölçüyor bütün kara parçalarında tanrı şahit. onu şahit tutmuşum
14
ben davis’in her hangi bir yerinden gönül koyanlar sırasını bekleyenler. kuaförde uyuklayanlar için sızılar sızılar sızılarken ben güneş alnımızda güneş bütün alınlarımızda parıldıyorken şiir korunuyoruz ben arzudan yanayım / arzuda bir sapma görülüyor karşı kıyıda bir ateş ateş ateş. hedefte bir sapma düşülüyor sarınırken nefesi koalanıyor bütün. koalanıyor ses sistemleri seyah çehresiyle bir proleter, zenci kadınlarına saksaklarnet üüüflüüyordur. geçiyordur aklından bütün trenler kadınlar trenler kadınlar. siyah. klarnenet saks sa
* Miles Davis’in bir albümü
15
[Ümit Güçlü’nün ilk kitabından iki şiir]
16
ÜMIT GÜÇLÜ
vücudunun diğer değerli kısımları
saat 04 ağrılarında ilginç plastikler sıfır 5. hayır o ben değilim 06. üzerini örtmem için hep uyuyormuşsun zirvelerin uğultusunu hatırlıyor musun başın sıcak yastıklardayken odana dolan rüzgârları saat üçte dar bir odada ya da dört buçuk yüzümüze doğru soyut resimler sorular iç çekmeler bakmalar hayır o sen değilsin ellerini çek duvarlardan vurma artık beklediğin bütün gemiler limanlarına gelmedi diye önce gözkapaklarını sonra vücudunun diğer değerli kısımlarını aşındırdın 17
sıfır yedi. günün ilk ışıkları, üzerinde sabah havlu, kirli yüzün, yüzünde çizgiler işe gideceğin yol kadar boğazında düğüm uyanmak. bilincin uyanması, ayaklarının uyanması iradenin ahlakın sorgunun kafeslerin uyanması koştun, kağıtlara, steril yerlere, kusmaya kadınların üretmeleri üzerine sempozyum erkeklerin ölümleri üzerine anma etkinliği çocuk hakları üzerine nato mermileri hepsini özenle katladın, bir günlük cinayetlerin tamam boyun ağrısı, akciğerinde daralma, başında migren hepsi geçiyor kitapların içinden hayranlıkların, seni diri tutan şairler bandaj, barut başından içeri, çarpan kafana sabah; dizeler, öğlen; ölen arkadaşların gece ağrılar ağrılar ağrılar, morfin, 22: 30 sinir seansları masanın üzerinde kabus buralardan kaçmalıyım kızının resim defterinde gitmek istediğin köy, aramadığın annen şu çöp adam da öç almak istediğin kişi, öçalamadığın silgi ile aldın intikamını gece oldu, göğüs kafesin dar sana yardım eden bir melek de yok 18
morfin, 22: 30, gece sinir acele bir şekilde bir bardak su camın üzeri buğulanmış dışarıdan sesler, korkunç boş bir oda rüzgâr sandalyeyi düşürür biblolar yerlere serilir vücudunun diğer değerli kısımları hareketsiz 19
kardan adam
ayaklarını hangi köşeye çivilesen geride kalan geriye 20 mg gözyaşı, bir tutam saçteli çok miktarda yeşil toz (bunlar üzerine serpilmiş dağıtılmış, bir çift yumurta gibi kırılmış) uzun menzilli füzelerin büyük bir boşluk bırakmasıçok miktarda gözler yuvalarından çıkacak şiir bıçakları açacak; çizik kesik oyuk başını, yavaşça, geriye doğru çevirip ellerini hangi panoya zımbalasak başka bir panonun daha haklı olması. dişine en son hangi jetleri bağlamıştık gemiler senin boynuna çok canım, indir yorulma kına gecendeki kavanozun içinden şeker boncuğu, nazar, renkli çikolatalar çıkmıyor; 10 mg zehir, kurşun, donmuş gözyaşı taneleri. kardan adam eriyince gece bitecek avcuna, yavaşça, eser miktarda ölüm tozu. 20
gözaltlarına morları nasıl kazımışsan aşağıda kalan aşağıya bir paket yüzü kırmızı olmak, on tane ölü yavru kuş ufak filenin içerisinde (bunu gecenin sonuna kadar tutacaksın) bir parça omzundan bir ölçek yanağından kesilmiş et parçaların (kan damlayacaktır, kardan adamın yanına düşecektir) gözlerini dalgınlıkla kapadığında (davul yanında çalar duymazsın) karanlıkların içerisinden (bizim çok güzel bir dünyamız olacak yeşil kanepelerimiz, çimlerin arasından civciv kuşları) problem; bağlanma. ya da çok eski zamanlardaki insanların ağzından: aşk. 21
verilenler; 12 saat karanlık oturduğun sandalyenin idam sehpasına dönüşmesi. iki çeşit oyuncak; kesici ve delici üzerindeki beyaz örtü buzdan, eriyor elinde halkalar boynunda zincir çözüm; kendini bir kuş zannedip aşağı bıraktın kardan adamın gözyaşları donuyor sonra tekrar çözülüyor sonra tekrar donuyor çözülüyor. havuç. süpürge. adam ölürse gece bitecek kuş yavruları üşür havuçları başka böcekler yer süpürgeler süpürülür ışıklar söndürülsün birazdan telefon çalacak tabutun, siyah bir mercedes olarak tasarlı 22
ellerini hangi haplara zımbalasan başka hapların daha haklı olması ihtiyacın en son ışığı meleklerden istersin alfa ve gama. renk patlamalarından toprakaltı solucanları, beyaz örtü gök gürlemelerinden 23
BILAL SÖYLEMEZ
tanrı buralardır
adam içeri girmiş gibi yürüdü pencerede bir gömlek biyokimyasal eleştiriler gibisinden muson rüzgarlarıyla kavram karmaşası ceketçe uzun kanlı eğme başını önüne kıbrısın bambaşka bakanı kaybolan kalemini bulsalar bile garipsenmiş ihtiyar anlık şiirlerde örnek tehlike
24
benzetileni vermeden benzedim ne kadar yaşıyorsun biraz bilemezdim istifa edip kendini öldürüyorsun doktor hayattan hazır din değiştirmişken paganist ol armagedon savaşçılarıyla çentikler kadar seksek gençlerin işi ergene kon vesselam krişna yehova atlantis mu tanrı buralardadır kamu dokunulmazdır sonsuza kadar iğrenç dokunduğu zaman bile kelebek etkisidir on metrelik etkilerdir
25
SERHAT SARI
Ekmek Arası Geoit Kauçuk ekseninden tuta tuta ellerim üşümesin. Burnumu uzattım. Daha dağ uzamasın mevzu. Sen düzel değilsin. Araziler de çamur. Hadi biraz patinaj yapalım. Sen çok garipsin yahu. Şekil veriyorum ama üzmüyorum değil mi? Şimdi biraz huzurluysam çok dönme midem bulanıyor
26
Erezyön Güdülenmeye muhtacım. Toynak sızım sızlı sınavda. Ayaklanıyorum dur. Sahi. Bekle. Keçiler nasıl erekte oluyor?* Doğrusunu söyler misin? Aaa. Ah! A? B? C? D? E? Güdüle beni hadi güdüle. Sen büyük bir yalancısın. Bense sıra benim. Yanlış kopya.lama. Artık oturabilirim. Biraz canımı da yaktın. Oturabilir miyim?** Ayağımdı kaydı. Yüzümdü tükürük. Ama şimdi susuyorum tamam. *Resimli Çiftlik Hayvanları Ansiklopedisi, s. 216 **Erozotladığım yerden yön dur bana.
27
Hamur İşi şiPir Arzularını yoğurdum. Eh kadar meme şimdi. Dibek taşında dile kendini bir bir şeyler dile gelsin. Nasılsa ben hep veni vidi vicimiş bir oğlumsun ellerin kirlenmesin. Bu civcivler nasılsa karanlıkta mayalanacaktır ve annenin kıvamı yumurtasız da güzel oluyor sen de dene. Sonra kek yaptım. Vazgeçtim. Kurabiye pişti. Aşırı iştahlı çırparken o akşama beyazını siyahımla afiyet oldu sonunda.
28
UĞUR YANIKEL
vatan apartmanı
merdivenler silmeye gidilmişken çocukluğumda alt katında bir dairedir taşığım daima içimdeki ihtiyarlığa doğru Saadet, görümsüz gözü kapısı önünde sarım saklılar hey hat ! adasız deniz olmalıydı ağır kara kapısının karşısında soluk soluğa bir lunaparkın buğulu izleri değil ! 29
iki basamak öncesinde yatayına doğru sonsuza gidişli bir ayna aynada kendine oyuncak, acınası/üzgünç bir çocuk çatıktır ve tarih gibi kar ah! kaşları görülmüştür ! üst katın uzattığı yarımları tenezzülsüz aldığı vicdanları da yastıkları gibi bir anıdaki gülünç yüzlü sakinlerin “kara ve çatık kaşlı çocuk” vergi iadesi zarflarında yerken armağan öğünlerini temizlenmiştir anası eliyle yine -belki denizden çalınmış- mesken 30
düşmandır bu öz(üntülü) geçmişe bir şey aranacaksa gömülüdür Kuyulubağ sokağının konteynırlarına bir çocuk küsmüştür artık çocukluğuna yine kendinden büyük bir çocuğun içinde* apartman merdivenlerine kızıl iski pullarına bir anın içine çelik yamalamasına 31
MURAT ÇELIK
babaney le konuşma çabası
/ 31. 03. 2015 / “cadı babanelere uzun ömür verme” yazmışım. sana kızıp onun işine karışmışım o zaman sağsın, bu zaman pişmanım ölümce anlıyor, bir insan bir insanın hayat yaşadığını. ölüm en net sonuç hastaydın, hafızandı bozuk tanınmıyor ve bilinmiyorduk ve bozuk bir sentaks düzleşip öğretmemişsem suç bene, suç bana ki yağmuru tahmin etmeyi romatizmal senden görünmüştüm bacak bacak yıkaycıları bekledik, babam sigara içti ben etrafı gezidim, basamaklara oturdum bir merdiven için talihsiz bir oturuşla,
32
gece evde kaldın masanın üzerinde, yeşil örtünün altında, batamaz mıydı karnın üzerindeki bıçak, amazdı iki tören yaptık sana bayır mezarlığa bir çukur kazılmıştı bayırmıştı böyle zamanlarda bu işleri kim yürütüyor ölünün işi aksamıyor bile indirdik, babam ve oğullarıydık bir gölge tarife seni ellerimizle uğurladık toprak atıcılar işlerini gördü son sucu geldi adını yazmayı unuttuğumuz bir ağacı başını koyduğumuz tarafa başını toprağın altında bıraktığımız tarafa sapladık dünya o gün de çizgisinde kaldı
33
Salim Nacar Kaygının Ülkesinde Tiranlığın Karşısında Şiir Çıkar gözetmeden tanım yapılamaz. Bütün alternatiflerini tüketmiş bir yaşama biçiminden şimdilik dile gelen netice bu. Kaygının stilini bu kaygan zeminde ne belirliyorsa tiranlığın tutarlılığını da o belirliyor. Acılarımızdan yükselen sessiz şiddet tiranlığı iktidara taşıyor. Şiir bunların dışında değil elbet. İki keskin uç var: tiranlığa soyunmak biri diğeri kaygının yaşatan derinliğine bulaşmak. Kaygılanamıyorsak tiranlığa soyunuyoruz demektir. Tiranlığa yani zorbalığa. Tiranlığın bu ülkede karşılığı mütedeyyin bir dinsizlik vurgusu. Bunun niteliği yok. Kaygılanan için ise zihni samimiyetten uzak tutmadan sayfalar dolusu tanım yapmak mümkün. Klasik metinlerin gizeminden soyunup gündelik tutarlılığın bozulmuş büyüsüne dâhil olan şiir bugün yeniden metafiziğine, eylemin iç genişleten devrimine doğru açılıyor. Asıl eylemin ve eylemenin metafizikte saklı bir içaçma biçimi olduğunu düşünüyorum. Açılan zihin ancak bu yol üzerinde bir yoldaşlık kurumu edinebilir. Dindar olmakla şiirin iplerini metafiziğe bırakmayı birbirinden hafifçe ayırıyorum burada. Neticede içi olmayanın dışı olmaz. Modern dünyada paylaşmanın içini dıştan gelen dokundurucu ve doyurucu müdahaleler dolduruyor. Böylece doğurgan enaniyet ve hasmını yaşatan zayıflık köşe taşlarından biri olup çıkıyor ya da olup çıktı diyelim. Eti doyuran, yeni hazlar peşindeki moder34
nizm köklü bir hasıma muhtaç. Metafiziği modernizmin yerine ikame edebilir miyiz? Bu soruya nasıl geldik bu daha önemli. Metafizik dediğimde gündelik terörün hayatımızı kilitlediği her alanda bizim için açılabilecek teneffüs sahalarından bahsediyorum. Zihni bir durgunluktan, gevşeyen bir sadakatten değil. Bu bizi oldurmaz. Çile çekmeye, gün doldurmaya ya da gül suyu kokan camilerde ölümü beklemeye niyetli değilim. Tiranlığın yerini kaygı alacaksa hepimizin içindeki kuşkuya soluklanacak bir gölge gerekiyor. Ama sadece soluklanmak için. Gölgesinde sığındığımız koruluk bize vatan olamaz. Bu topraklarda vatansız yaşanmayacağının ayırdına varan insanların talip olabilecekleri tek bir vatan vardır: O da şiirdir. Buna öldüresiye inanıyorum. İnsanın bu dünyadaki görevi imar etmek, güzelleştirmek. Olmak ve oldurmak. Biçim kaygısından münezzeh her oldurulana o mutlak biçimi vermek. Tanrısallığa oynamadan, tanrıdan gelene sırt çevirmemek. Bir büyük zihnin zarafeti bakımından Karamozof Kardeşler’den şu satırlar geliyor aklıma: “Ah inkâr edilemez gerçeği artık bildikleri halde, dünyada gururlu, haşin olanlar da bulunur cehennemde. Kendilerini şeytana, onun gururlu ruhuna hepten vermiş korkunç insanlar da vardır aralarında... Tanrının olmamasını, bütün yarattıklarıyla birlikte kendi kendini de yok etmesini dilediler. Öfkelerinin ateşinde sonsuzluğa dek yanacak, ölümün, yok olmanın özlemini çekeceklerdir... ama kavuşamayacaklar özlediklerine...” Telmihin sıradanlığına düşmeden esaslı bir kibir nazariyesi bu. Faulkner ve onun ‘Ses Ve Öfke’sini de bu boyutta tartışabilirim. İşte Şiir de bir derdimize şifa olacaksa tanrısallığın direklerine sonuna kadar sarılmalıdır. Çünkü modern dünyada sağlanmış her eşitlik bir hak yeyişin sırıtmasıdır. Modern edebiyatta özlediklerini bu hak etmeyişin içinde bulur. Dostoyevski sonsuza kadar yaşamak isteyen bir insandı. Tolstoy 35
hak edilmiş bir peygamberliği kendisine uygun görmediği için kırgındı tanrıya. Wittgenstein günahlarını ve felsefesini aynı anda düşünebilecek kadar içtendi. Modernizm bu tavrı kırmak ister. Tekilcil, başat, bireysel bir dünya kurar. Sartre’ın metinleri örneğin hiçbir zaman bize kalabalık ve yoğun sahneler vaat etmez. Camus hiçbir zaman bir Nastasya Filipovna yaratamamıştır. Anna Karenina, sadece klasiklerin vicdanına hitap eder. Modernizmle beraber kırılmak istenen neyse oracıkta hemen kırılır, onarılmak istenen ne ise alıcısını beklemez. O saat orda tamamlanması gerekir eksikliğinin. Çünkü taşınamaz, çünkü tanımlanmıştır. Bu bilinç sadece tiran doğurur. Camus’nun ‘Yabancı’sı bir tirandır. Çektiği kaygının varoluşunun sıkıntısını belirlemek dışında belirli bir amacı yoktur. Peki modernizm karşıtı olmak bize nasıl bir yetkinlik alanı açar? Bunun için önce elimizdekini kaybetmenin bizde neyi eksilteceğini bilmemiz gerekir. Teknolojinin bize verdikleri harici şeylerdir. Bunların gövdeye ikmal edilen nesneler olduğunu ama hayati durumlarda ilk önce bu modern nesneleri gözden çıkaracağımızı biliriz. Musa ve ahalisinin Mısır’dan çıkarken yanlarına aldıkları ne ise bizim de o kadarlıkla gündelik hayatımızı sürdürebileceğimiz malumumuzdur. Şairin kaygısı modernizmin bize sunduğu telkinler neticesinde edindiğimiz ihtiyaçlardan uzakta ve çoğunlukla yaşamsal olan bir kaygıdır. Bu kaygı şairi tiranlaşmaktan korur. Şirke düşmeme kaygısıdır bu. Şirkin gündeliğe sirayet etmiş olmasından daha büyük bedellerle edinilmiş olanına kadar arzu nesneleri halinde biçimlendirilerek bize sunulduğu bir zaman dilimindeyiz. Şiir iyileştiricidir. Dünyaya bir şair gibi bakmanın açtığı yaralar dünyaya bir tiran gibi bakmanın açtığı eski yaraya mukavemet gösterir. Bilge Mimar’ın dediği gibi “İyiyi ve çabuğu yan yana getirirseniz, meseleyi çeşitli boyutlarıyla, bütünlüğüyle ele alırsanız ancak o zaman şirki bertaraf etmiş 36
olursunuz. Doğrucul düşünme, vahdaniyet inancının yansımasıdır. Düşünme sistematiğinde bunu kaybettiğiniz için yanılgıdan yanılgıya yuvarlanıyoruz.” Bu reçetelerden biri. Önümüzde büyük zihinlerin, iflah olmaz birer antimodernist olan büyük zihinlerin ruh alıştırmaları var. Bunlar yolumuzu aydınlatacaktır. Bugün içine düştüğümüz bulantının mahremiyetine dönersek, edebiyatımızda modernlik her zaman geç kalmış olmakla tanımlanmış bir durum olarak kabul edilir ve onun gerekliliği üzerine tartışılmaz. Postmodern dönemdeki yerellik vurgusu modernizmin evrenselliğine her ne kadar bir karşı okuma gibi dursa da, postmodernizmi de modern tasavvurun bir biçimi olarak görme eğilimindeyim. Sadece söylem olarak biraz daha kenarsız, biraz daha yuvarlak, biraz daha dokunulabilinir. Postmodernizm modernizmin yerel pazardaki yeni adı. Modernizmin renklendirilmiş biçimlerinden sadece biri. Modern olan her şey ile hesaplaşamayız. İyi ciltlenmiş kitaplarla, kuşe kağıtlarla, kısa mesajlarla, büyük şiirsel atılımlarla, yeni edebiyat kuramlarıyla. Çünkü hesaplaşmak bizden cebren bir şey götürüldüğü anlamına gelir. Modernizme kendi elleriyle teslim olan insan kendi yitimine ağlayamaz. Ancak pişmanlık duyar. Modern dünya bizden aldıklarıyla ordular kurmadı. Bizden aldıklarıyla bize kastedecek şiirler yazmadı. Ne yaptıysa kendi tiranlığından yeşerdi yaptıkları. İşin zor tarafı modernizmin de bir metafiziği var. İcat edilmiş bir metafizik bu: Tiranların metafiziği. Kaygısız bir metafizik. Oldurmayan ve şekilsiz. Bunu savurmak için kaygımızın dinileşmesine muhtacız. Zaten dindar kaygısı dışında bir kaygı biçimi de kabul edilemez görünüyor. Ne yapacaksak dünyaya şair mukavemetiyle baktığımız sürece yapılabilinecek şeyler olacak yapabileceklerimiz. Ezcümle, anlam dünyasına Divan-ü Lüğati’t Türk’te işaret bulamayacağımız kelimeler hakkında Allah bizi ihtilafa düşürmesin. 37
Muhammet Özmen ‘Kitsch’ Nosyonuna Dair Paradokslar Aydınlanma ve ardından modernizasyon ile doğan -ve teleolojik olarak topluma ‘halo’sunu yitirten*, bir anlamda toplumun klasik kültürüne ait tüm klişelerini yıkan- salon** kültürü, her eve girerek kendi kalıplarını basmıştır. Her şey Immanuel Kant’ın öngörüsü uyarınca şekillenmiş: “İnsanlık hiçbir zaman toyluğundan kurtulamayacaktır çünkü her devrim kendi normlarını yarattı, yaratacaktır.”*** ve modernitede yaratılan bir norm olarak post-modernitede nirvanasına ulaşan ‘popüler-kültür’ hayatın her alanında etkin olmuştur. Mesela şeker kullanımının 18. yüzyılda Avrupa’da geniş alanlara yayılması ve şekerin Avrupa’da ana besin maddesi haline gelmesi, popüler-kültürün meydana getirdiği ilk sosyolojik klişelerden biridir.**** İnsanın reklamcı bir türü ve insan evriminin son safhası olan Homoekonomikus, ün arayışını edebiyatta da sürdürmüş ve popüler-kültürü bir araç olarak kullanmıştır. Her ne kadar 20. yüzyılın başlarında formalistler***** ve akmeistler***** ideolojilerinde ve diskorslarında sahip oldukları parametrelerin ortaya çıkarttığı popüler-kültürü istenmeyen çocuk ilan etseler de popüler-kültürün dogmasızlık dogmasına sahip anlayışın üretimi olduğu bir gerçektir. 38
Klasik dönemde sanatın edilgeni ve etkeni olarak toplum ve sanatçı vardıyken, modernite sonrasında toplum ile sanatçı arasındaki çizgi aşınmış ya da toplum ile sanatçı arasındaki bağ kopmuş ortada sadece sanatsız sanatçılar****** yani şehrin insanları****** kalmıştır, toplum bazı noktalarda egale edilmiş, bazılarındaysa etken duruma gelmiştir. Yani etken de edilgen de değerinden değer kaybetmiştir, sanal hipermetinlerle birlikte de değerinden değer kaybetmeye devam etmektedir. Edebiyat bağlamında ele alırsak, birikimsiz okura birikimsiz şair ya da yazar tarafından modernizmin kapitalizm ve reklamcılıkla yontulmuş çerçevesi sunulmuştur, sunulmaya devam etmektedir; yani popüler-kültür. (Bu noktada avangart ile popüler-kültür birbirine karıştırılmamalı. Çünkü avangart, edebiyatta deneyimi önceler, doğası gereği edebiyat (şiir) da yaratıcı metinlerden oluşmak zorundadır. Post-modernitede internetin icadından sonraki safhanın bir ürünü olan hipermetin de Nabokov’un******* ve Cortazar’ın******* birer deneyim olarak kullandıkları hipermetin-romanlar ile karıştırılmamalı.) Bugün tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de dergicilikte ve yayıncılıkta popüler-kültür alışverişini Vladimir Nabokov
39
sağlayan kesim, edebiyatın tek edebinin klişelere basmamak olduğunu iddia eden ve sanatsal değeri amaç edinen kesime nazaran oldukça çoğunlukta. Popüler-kültür alışverişini sağlayan yayınlara ülkemizden somut örnekler verecek olursak; Ot Dergisi, Kafkaokur Dergisi ve az da olsa İzdiham Dergisi bunlara örneklik edebilir. Bu dergilerde edebiyatın hatta sanatın özerkliği kaybolmuş, sanatsal yaratı ampirik ve popüler ögelerle kaynaşmıştır. Bu kaynaşmadan kastedilen hayatta karşımıza çıkan materyallerin birer simulakrum olarak edebiyatta kullanımları değil; kasıt, güncel afyonlarımız olan futbol gibi olguların ‘yaratıcı metin’lerde araç olmaktan çıkartılıp ün için amaç haline getirilmeleridir. Söz konusu dergiler incelendiğinde, tek derdi sansasyon yaratmak olan yayım araçları bilboardlardan hemen hemen bir farklarının kalmadığı kanısına kolayca varılacaktır. Bu dergilerde henüz güfte yazmak yetkinliğine sahip olmayan müzik insanlarının dahi modern basmakalıp ifadelerle şiir yazmaya çalıştıkları görülmektedir. Bizce sanata ve dolayısıyla edebiyata, Ot Dergisinin doksanlarda yazdığı şiirlerle ‘kafababası’ olan Onur Ünlü’nün popüler olmadan önce iki filminde replik olarak kullandığı noktadan bakmak gerekir: “Yapılan işin saçmalığı seyirci sayısıyla doğru orantılıdır.” Buradaki paradoksu da göz ardı edemeyiz: Aristophanes’in ve Horatius’un eserlerindeki parabasislerde******** de görüldüğü üzere kendine toplumdan rol biçen edebiyat, bugün popülerleşip topluma indirgendikçe sanatsal değerinden kaybetmektedir ve esas edebi metinler, gerçek bir yaratımdan yana olan şairler veya yazarlar, okurun niceliğinden çok niteliğini öncelemektedir. 40
Ün toplumunda hepimiz birer Narkissus isek çuvaldızla etimizi de gerdirmek zorundayız çünkü takipçi sayısı kasmak amacı hepimizi birer potansiyel ‘kitsch’çi yapıyor. ‘Kitsch’, Clement Greenberg tarafından; popüler-kültür içeren, ticari amaçlarla üretilmiş, banal sanat olarak tanımlanmıştır. Post-modern dünyada ‘bestsellers’ listelerini büyük ölçüde ‘kitsch’ler oluşturmaktadır. Toplum ile bu bir grup ‘sanatsız sanatçı’, ‘al gülüm ver gülüm’ yaparken deneyim peşinde koşan, özgünlüğünü ve sanatını üne ya da paraya satmayan edebiyatçılar, ‘kitsch’e olan tepkilerini ya da tepkisizliklerini son zamanlarda popülerleştirmeye başladı. Bu noktada ‘kitsch’e karşı kolektif tepkinin ‘kitsch’leşmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız. Popüler-kültürün sanata verdiği zarardan bihaber olarak ‘kitsch’e karşı sansasyonel tepkiler ya da tepkisizlikler belki eylemciye ilk bakışta ticari bir fayda sağlamayabilir, ancak uzun vadede lumpenler korosuna dönüşmüş ‘kitsch’ düşmanlarının desteğiyle eylemci, üne veya paraya kavuşabilir. Bu eylemlerin popülerleşmesi sonucunda ‘kitsch’e karşı bu tepki ya da tepkisizlikler ‘kitsch’leşebilir. İkinci bir çuvaldızı da ele alıp etimizi tekrar gerdirecek olursak, post-modern toplum ve post-modern sanat ilişkisini iyi irdelemek zorundayız. Sanatçı, ya da özel olarak edebiyatçı, eserinin didaktik tarafını gözardı etmemelidir. Eseri, toplumundan ve gerçeklikten yoksun fanteziler toplamı olarak yaratmak edebiyatı (şiiri) bir tür barbarlık eyleyecektir*********. Şu da bir gerçektir ki bu barbarlık, yaşam kalitesiyle doğru orantılıdır. Bugün Afrika Edebiyatında ya da Ortadoğu Edebiyatında fanteziye ve retoriğe nadiren rastlanırken yapılan edebiyatın 41
büyük çoğunluğunu gerçeklikler ve trajediler oluşturur. Oswald Mbuyiseni Mtshali, Jean-Louis Ntadi ve Etel Adnan, Mahmud Derviş gibi Afrika Edebiyatına ve Ortadoğu Edebiyatına önemli eserler kazandırmış isimlerin yapıtlarına göz atıldığında büyük ölçüde toplumsal travmalardan bahsedildiği görülecektir. Yani şımarık ve rahat yetişen nesillerin veya toplumların sanatı kolayca fantezileşip ‘kitsch’leşirken sosyo-ekonomik kıstaslarda büyük bir averaj farkıyla geride olan nesillerin veya toplumların sanatının gerçekliğe yakınlaşıp ‘kitsch’ten uzaklaştığı görülecektir. Okur-yazar oranının bu tip toplumlarda veya nesillerde düşük olması malum sonucun ortaya çıkmasında etkili olabilir ama burada asıl sorun, popüler-kültüre mesafeli edebiyatçıların rahat yaşamlarının verdiği rehavet ile taşradan ve gerçeklikten uzaklaşıp, ülkemizden örnek verecek olursak, Moda’daki ya da Cihangir’deki evlerine çekilerek lumpenleşmeleridir. Edebiyatın ‘parabatik’ yükümlülüklerinden kaçtıkça ve toplumu yönlendirmedikçe-ilk çuvaldızda belirtildiği üzere- ‘kitsch’çi olmayan edebiyatçılar da ‘kitsch’in veya popüler-kültürün bir parçası olacaklardır.
42
Mahmud Derviş
İnsanoğlunun toyluğuyla savaşı -aufklarung***- aydınlanmayla başlayıp modernitede erkekler (the revolution of frederick**********) için tam teçhizatlanıp post-modernitede kadınları da işin içine dahil ederek toplum üzerine yeni bir kültür bulamış ve zihinlerde büyük paradokslar yaratmıştır. Sosyolojik bir devrimin kısa vadede kafa karışıklıklarına yol açması olağandır ama ne yazık ki insanlık moderniteden beri kendi yarattığı paradosklardan kurtulup düzlüğe çıkamamış, attığı her zarda yeni bir çelişki yaratmıştır. Bu çelişkiler ile hayatın her alanında karşılaşılırken sanat ve edebiyat da bu çelişkilerden nasibini alarak temizlenmesi güç ve sorunun modernitenin yarattığı algılarda yani temelde yattığı gerçeğini kabul etmeyerek mevcut modern nosyonlar üzerinden çözüm arayışına girmiştir. Özel olarak, edebiyatı popüler-kültür veya ‘kitsch’ urlarından temizlemenin modern toplumlarda mümkün olamayacağı görülmektedir. Zaten bu çabanın kendisi, edebiyatın didaktik ögeleri barındırması ve toplumu hedef alması gerekliliklerinden dolayı, bir çelişkidir. Özellikle Türkiye gibi doğu-batı kültürlerinin sentezlenerek yeni bir kültürün meydana getirildiği kafası karışık ve moderniteyle post-moderniteyi birlikte yaşamaya çalışan bir ülkede modernizmin yarattığı paradokslar, dallanarak toplumu zihinsel bir buhrana sürüklemektedir. Bunun sonucunda da çıban başları, edebiyatımızda sağlıklı ten bölgelerini bile istila etmektedir. Şiirle başlayıp evrilerek yeni edebi türler oluşturan serüvenin ürünleri, tüm klasik toplumlarda ‘yaratıcı metin’ler olarak adlandırılırken ve bizim klasik kültürümüzde de ‘tekvin’ eylemini somutlaştırırken bugün tek tip ins modeli yaratan modernizmin bir getirisi olarak özünden 43
kopma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Popüler-kültür ya da ‘kitsch’ imgesi, değinilen modern çelişkilerin bir çıkmazı veya malum tehlikenin adı olarak edebi eserlerde değer yitimine hatta değer kıyımına neden olmaktadır. Edebiyatçılar bu noktada iki çıkmazdan birine girmeye mecbur kalıyor; ya daha doğarken klişe olan ürünlerini toplumun salt tüketimine sokup ‘kitsch’çi olacaklar ya da ‘tekvin’ eylemini somutlaştırarak ürünleriyle toplumdan kopacaklar. Biz bu ayrımda sanattan, edebiyattan ve şiirden yana olup nicelikten ziyade niteliğe hitap ederek ‘yaratıcı metinleri’ topluma sunacağız. Yaptığımız işin de bir tür barbarlık olmadığına inanıyoruz. Çünkü çoğunlukla toplumun ve taşranın eğitiminden yanayız, en azından popülistlerden daha çok. Modern de post-modern de olmayacağız, kavramlarımızı yüzyıllar önce başlayan ve devam eden malum süreçten alsak da bu yüzden kendi çelişkilerimiz üzerinde yürüsek de tavrımız paradokslar yumağından taraf veya klişelerden taraf olmak değil şiirden, şiirde deneyimden (yenilikten) taraf olmaktır. Ne demişler, “Şiir direnirse kazanacak!”. (Kalın gördüğün her nesne başlığa dahildir.)
44
Jeff Koons
Dipnotalar: * Marshall Berman- “All That Is Solid Melts into Air” ** Roy Rosenzweig- “The Rise of The Saloon” *** Immanuel Kant- “What Is Enlightenment?” **** Sidney Mintz- “The Anthropology of Food and Eating”, “Sweetness and Power” ***** Formalizm: Salt biçimcilik. Saf edebiyat, bir edebiyat bilimi öngörüsü. Sanatta özerklik kaybı. Kısmi hissizlik. Boris Eichenbaum. Clement Greenberg. Akmeizm: Lumpenleşme. Topluma edebiyatın penceresinden nihilist bakış. Belagat. Mikhail Kuzmin. Osip Mandelstam. ****** Richard Sennett- “Kamusal İnsanın Çöküşü” İsmet Özel- “Üç Frenk Havası” ******* Vladimir nabokov- “Solgun Ateş” Julio cortazar- “Rayuela” ******** Parabasis: Antik Yunan’da oyun aralarında verilen kamu spotu. ********* Theodor Adorno: “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır.” ********** Michel Foucault- “Kant on Enlightenment and Revolution”
45
Can Küçükoğlu Şiir Bakış “ne çıkar siz bizi anlamasanız da” diyerek ayakta gömülen şairimin ahıyla: şiir, süpermarkette domates seçer gibi okunmayacak bakışlaydı. tezgahtaki çürük domatese değerek eleyen elimizle seçtiğimiz henüz çürümekte olan domatesten beklediğimiz hayra selam ederim. topraktan ayrılmış bir şeye dokunduğumuzu unutturan açlığımıza selam ederim. topraktan geldiğimizi unutturan taşlaşmışlığımıza selam ederim. toprağa varıp varamayacağımız konusunda endişeliyim. zamanda bir gün, az bilinen bir şairin, şiirini okuduğu ve görüntüsünü ifşa ettiği ilk video kaydını paylaşıldım. aman yarabbi, ne göreyim, kendisi insanmış! hem de doğulu. hem de Ahmed Arif ’i yaşamında görse suratına bakmayacak Leyla Erbil’lerin semtine yaklaştırmayacağı bir tipolojisi (allah belasını vermesin ki tipoloji) var ve şivesi de bir o kadar, yazdıklarını duyduğundan şüphe ettirmeyecek kadar kürdistani! sigara içmek için durduğu yerlerde o şiirin başka türlü okunmasının şiire hakaret olacağını ağladım. ilk bakışlıkçılarımıza “tipe bak böyle şair mi olur” dedirtecek, içtiği esrardan kızaran gözlerini göstermeye utandığı için takmış olduğu gözlüklerini, okuması bittikten sonra getirdiği eyvallah arkadaşlar’ının peşine, din46
leyenle arasına bir mesafe koymuş olma ihtimalini gönle alamayarak çıkarıyor birden. ben, bir şair yalnızlıktan ölmüyorsa, bunun tek mantıklı sebebi yalnız olduğuna inanmasına mahal bırakmayan selamkarlığıdır, diyorum içimden. şairi duymaktan şiiri duyamadığımı fark ediyorum. okuduğum ve beni durdurmayan, kötü addettiğim şiirlere bakarken duyduğum kötülüğü düşünüyorum sonra. sonra kendi şiirlerimde duyduğum kötülükle hesaplaşmaya çağırıyorum kendimi. aklımda “şiirde kötülük ne demektir?” şeklinde bir soru peydahlanıyor. zamanda bir gece, “dünyanın en kötü şiirinden düşelim mi” diye soran bir yabancıya verdiğim, eksik olduğunu az sonra anlayacağım bu yanıt susturuyor merakımı: “diyelim ki bulduk onu, bizim cürümümüz yeter mi oradan düşmeye? hatta düşmeyi geçtim, okuduk diyebilecek haddi nereden bulacağız?” nereye geliyorum, nereye gidiyorum bilmiyorum lakin, “aradığımız buyken” cümlesi şu anda sokmalıymış gözlerimi. bu sokulmuş gözlerim, çakılmak gerektiğini düşündüğüm bir yere çıkarıyor beni ki, şiirde kötüyü zikrederken fark etmediğimiz, oku!luğunu yitiren ve şair edilmiş bakışlarımızdan gayrı bir kötünün yokluğuymuş. zira, komşusunun çocuğuna kendi çocuğundan daha iyi bakan annelerin çocukları olduğumuzu unutacak kadar şair olmuşuz. bahsettiğim şairin videosunu paylaştığım bir arkadaşımdan dakikasına gelen yorumu buraya bırakıp, en içten beceriksizliklerimle, bakışlarımız adına kalbimizden sabır dileyerek kendimi susturuyorum. -niye -ya cidden vasat ya da espri https://www.youtube.com/watch?v=JQqUZ0xYBwM 47
dün dağlarda dolaştım
EVDE YOKTUM
şiir bülten - aylık temmuz 2015 sayı: 5
hazırlayan: murat çelik tasarım: hadde
evdeyoktumsiirbulten@gmail.com twitter: @evdeyoktumsb facebook: facebook.com/pages/Evde-Yoktum/1562251974016131