Evde Yoktum

Page 1

şiir bülteni aylık

haziran 2015 sayı: 4

dün dağlarda dolaştım

evde yoktum Ergun Tavlan - Denge Esenterk - Bülent Keçeli - Ümit Erdem - Muhammet Özmen - Ümit Güçlü - Serkan Gezmen - Murat Çelik - Çiğdem Şahin - Ayşe Gıynaş


Meraklısı için notlar: Attila İlhan’dan ödünç aldığım bu başlığın altında ben de birkaç şiirin öyküsünü yazacağım. Aslında bazı arkadaşlara anlattım ama anlatmak kesmedi, yazmasam çıldıracaktım o yüzden bu başlıkla formüle ettim. Bahsedeceğim şiir Taşra Bitki Örtüsü ve Parseller kitabının ilk şiiri : “kirpikirpi”

murat çelik

2


Dolunaylı bir akşamda eve yürürken birden elektrikler kesilmişti. Evin oralar ormanlık, evin oralar ıssızdı. Bir başımaydım. Telefonun ışığıyla ve dolunayın gücüyle yoluma devam ediyordum ki asfaltın ortasında bir karaltı gördüm. Işığı tutmamla kirpiyle göz göze gelmemiz bir oldu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, ne yapmamam gerektiğini de. Kirpinin bana batan yerleri olmasa elimle iteler, kenara çekerdim. Yolun ortasındaydı, karanlıktaydı, bir araba çarpabilirdi. Ayağımla sürüsem, olmazdı. Bir canlıya, bir hayvana pislik muamelesi yapamazdım. İlerlemesi için biraz bekledim ama hareket etmedi. Yavaştı, yavaş yavaştı. Kaderini yaşasın diye bıraktım, eve çıktım. Elektrikler uzun bir süre gelmedi, geldiğinde ise kirpiyi unutmuştum. Uyudum. Ertesi gün balkondan dışarı baktığımda asfaltta kan ve parça parça kirpi

Şehrin ortasında yaşayan Çingeneleri şehrin dışına taşıyan ve onların arazilerine konan belediye başkanlarını, avm patronlarını, tokileri, avantacıları, ihalecileri durdurmak için mecburuz. Mecburuz yani. Şiir yazmaya. Muhalif olmaya daha bir mecburuz.

gördüm. (kirpi kirpi gördüm) Bu ölüme biraz ben sorumluydum. Bu ölüme devlet de sorumluydu. Kirpinin kaderi ölmemek olabilirdi elektrikler gelseydi. Muhalif Şiir Yazmaya Mecburuz: “Adı belirsiz bir ülkenin başkentinde seçim günü bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlayınca kimse oy atmaya gitmez.” İşte, kimsenin oy atmaya gitmemesi için mecburuz ilkin. Güce tapanları engellemek adına mecburuz. Kuvvetler ayrılığı denen organizmanın, hukukun yeniden işlev kazanması için mecburuz. Bizi, satın alma arzusuyla dolduran dünya düzenini bozmak için mecburuz. Zenginlere çalışan devletin bu çirkin ilişkisini alt üst etmek için mecburuz. Salt 3


sosyal devleti değil, bireyi harekete geçirmek için de mecburuz. Şehrin ortasında yaşayan Çingeneleri şehrin dışına taşıyan ve onların arazilerine konan belediye başkanlarını, avm patronlarını, tokileri, avantacıları, ihalecileri durdurmak için mecburuz. Mecburuz yani. Şiir yazmaya. Muhalif olmaya daha bir mecburuz. Okuntu: /güpegündüz işgal edildim, kırıldım, dağıldım/ Işık varken işgaller iptal değil midir? Gece, uğursuz karanlıkta. Işık kırık, ışık dağıtıcı. Gece, uğursuz örtücü. /ne suya sinmiş sesim var ne de yüreğimde dökme çanların sessizliği yanlış şenliklerde kullandım havai fişeklerini birer birer çekilmişti adımdan aydınlanacak yüzler/ Sesim çoğalırken, sesimin yoluna su düşürmüşüm. Bir çanın sessizliği bir tarihe ve bir içe gömülüdür. Dinle, duyarsın. Dinle, gör sonra. Benden ışıkla bir yere varılmazdı. Fişekleri atmasaydım gökyüzüne, varılmazdı. Yüzleri yetim bırakırdım. Yanlış karanlığa. /kaldırıldı sınırlarım bilmiyorum başladığım yerleri her şey nerde bitti, en son nerde konakladım gecelerden mi yoksa puhukuşlarından mı kuşkulandım kirpiklerime birikmiş tuzlardan anladım denize yaklaştığımı sonunda kanıtladım : bir çocuk kırdığı vazolarla büyür/ 4


Silinmeye başladığında tarihin, yaz onu, yeni bir yoruma. Puhukuşu ve Kuşku. Gece çalışan ikili. Işıksızda yaşanıyor, ışıksızın birikimi. Ve kirpikler engel tuza, kirpiklerin tuz birikimi. Deniz yakın, kuşku eriyor. Düşülüyor çocukluktan, kırık vazo tarihi var çocukların. Hep her cümle bunun itirafı. Burada bir kişisel tarih öldürülüyor. Tarih eşit midir kanıtlara? /bir gün nasılsa öğrenecektim gürültücü birisi olduğumu kütüğümün kara, nüfus memurumun iyi bir insan olduğunu/ Vazo kırmaktan geliyorsam gürültücüyüm. Hayır maddenin sesi değil sadece. Haksızlık benim etime işleyemez. Kütüğüm nere, kütüğüm kara. Adımı yanlış yazmadığı için minnettarım memuruma. İyi insanlar adla, kaderle oynamaz. /sevgili kız, kimliksiz bir yolculuk nasıl başlar, nasıl/ Kimliksiz bir yolculuk başlamaz, başlatılır, muavin koltuğunda ilerler. Bence sevgili kız. (Akif Kurtuluş, “Kırdığı Vazolarla”, Herkes Gitmiş iç., İst., 2005)

5


Bağzı Şeyler : ● Necmi Zekâ’nın güzel şiirleri için bakınız : kitap-lık, 179. ● Gezi’den sonra ekoloji şiir atılımı gerçekleşebilir mi, diye düşünüldü. Düşünülüyor. Belki gerçekleşiyordur şu günlerde. ● Bir alıntı : “Şair, eğer yazdığı şiire karşı yeterince uyanık ve eleştirel bir tutum takınamıyorsa, bu evcilleştirilmiş şiirselliğe uygun düşen şiirler yazar, o hazır şiirselliği çoğaltır, taklit eder ve ‘kendine ait olduğunu sandığı sözler daha ağzından çıkar çıkmaz dönüşerek şiirselliğin cadı kazanında erir gider’.” (Osman Çakmakçı, “Şiirsel Söylemin Düzenine Karşı!”, Aşağılık Sanat iç. İstanbul, 2012) ● Bir yeni kitap : Gesualdo, Lyn Hejinian, Çeviren : Efe Murad. ● Bir eski kitap : Aramızdaki Muhbir: Dil, Alper Çeker, 2002. (Dilbilim ve Modern Şiir Üzerine Bir Deneme) ● Bir yeni şiirevi : Heterotopya. ● Ergun Tavlan’ın şiir

6

kitabını bekliyoruz, çıksın gayri.


ERGUN TAVLAN

boşlukçu

ööyle (iki ö’yle) asma buda gibi duran, duygan denen bu şiirde şiir kişisi bu tiptir keder suyu yükselince dışaran içeren alçalınca eve depreyen, maniyen bu şiirde şiir kişisi bu tiptir ekmeğinden kalan zamanında ve siyaseten cin atının kanadında ve defaaten esrardan kestiği plakalarla şehir dağına geliptir sırtında sandalye es bağrında manzara bakıp bakıp içleniptir 7


hüzün bir ‘Türk Malı’dır değildir ama gibi geliyor barkodu komada bir burdaki bir Dağlarca’nın her şiirindeki bir ana her Türk ondan doğar farklı kültürlerin ciniyiz ya apardım buradaki komayı kırt kırt kanını kaşıyan adamlardan aldım komalar komacılar ödiptir beslenir büyünür asker eyleniriz bunları, bu er şeyleri, vb’leri hep bacı beyler dolaylar erken de büyüsek çocuk da kalsak yolumuz hep aynı imaja çıkar dizden gömlekler giyen o leydiye bilinen en epik tiryakiye (babalar lirik saçma mı geldi hele bir düşün dön bebeliğinin repliklerine hatırla ev hallerini ana-baba diyeleglerini) hüznün hiçbir nedeni yoktur dedirten ne bana bilinen hiçbir 8


hüzün ölemeyenin huyudur değildir ama gibi geliyor huylular yaşamayı severler her şeyi ötürüden yaparlar ve pullardan pullar süslü hayatı alışkıdan yaparlar ve keşkelerden keşkeler çünkülü koyuk mesafeleri olur ve sınırları karıncacık buruncacık bütüne taparlar tapmasınlar mı bütün anlamdır ve sadece biçimdir parça ayır ayır birleşirler her gün onlarca öykü yap takarlar dolabın kapağın içine biteği çöllerler ama o tüfeği patlamaz öyküler gün gelir geldik rahme dönerler (sesler kokular klişeler) önce bunlar olurlar (sesler kokular klişeler) sonra sürebiter, çarpı susar “hatırlayan çiçek” olurlar o çiçek boşluk baktırır ööyle iki ö’yle 9


DENGE ESENTERK

fe

Koalalar ve binalarla çıkalım gezilere komprador nerde kaldık yahu biz de geç kalacağız muhallebiciye drogba bir vuruyor seni çırılçıplak askere alıyorlar bırak bana götürsün başörtülerle üniversteler bunlar pek etekli montlu rüyalar sevgili nato modun geliyorum otuz günde kımız falan içmeye bak geliyorum sakın kaybolma tertip bu matbaa bu da internet burlarr azcık istanbul kızartması bin dört yüz bir kısmı coğrafi kalanlar hep jeolojik öyle görünüyor ki kiyev ve trablus aman hepsi batak türk folklorunda hep sonuncudur moral çöküş ve prenses gelecekten istila yazıktır boğa üyeleri toparlan matador 10


ayaklarımın altı gez gez humuslu taş pür romatik bir öğe doğu timor’da roma kültürü animist kadıköy’den senaryolar kallıyorum okulların orlardan bişeyler var bişeyler var bişeyler ve bişeyler en azından trenle en çok brüksel amsterdam falan Pırağa belediye olmuş adamım halbuki indikçe şişiyor kabrim derbend zihinbend sarabend indikçe güzelleşiyor gözlerin ve burnun iki aydır kafamda hep indüksiyon bobinleri 11


çizen: ayşe gıynaş

12


Bülent Keçeli İle Çarşılar İmgeseli Üzerine Bir Söyleşi Konuşturan: Ümit Erdem

Bülent Keçeli 1968 Konya doğumlu. Kimyager fakat başka bir alanda çalışıyor. Uzun yıllardır şiirle uğraşıyor. Murat Üstübal’la Yom Sanat ardından Ücra dergisini çıkardılar. Şairin Gen Tecrübeleri (Pan/Heves Kitaplığı, 2007), yazmaşiiri (Kendi basımı, 2009), Hastalık Şiirleri (Ebabil Yayınları, 2010) adında üç şiir kitabı yayınlandı. Çarşılar İmgeseli şairin dördüncü kitabı ve Heterotopya Yayınlarından çıktı. Bülent Keçeli ile bu vesileyle bir söyleşi gerçekleştirdim. 13


Öncelikle kitabınız hayırlı olsun. Çarşılar İmgeseli beklediğimiz bir kitaptı. Kırk yaşınızda basılmadı belki ama kırk yaş sonrası şiirlerinizi barındırıyor. Malumdur kırk yaş şairler için kilometre taşıdır da denebilir. Çarşılar İmgeseli bu bağlamda sizin için ne ifade ediyor? Kitaba ismini veren bu şiir ilk bölümü itibariyle bir dergide yayınlanmıştı, yedi sekiz sene evvel. Düşüncem, parça parça bu şiiri çeşitli dergilerde yayınlamak ve sonrasında da kitaplaştırmaktı. Aslında şiirin başına çok şey geldi. İki kere bilgisayarda kayboldu. Bilgisayar çökünce şiirin yüzde seksenlik bölümünü aklımdan tekrar yazdım. Şiiri elde yazmadığıma pişman oldum. Birçok yeni şey ekledim her yeni yazımda. Aslında Çarşılar İmgeseli, Ücra’nın ilk döneminde başlanmış, on senenin üzerinde evveliyatı olan bir şiir. Bu şiir elbette ki bir borç ödeme, borcu karşılar mı karşılamaz mı bu zamanla ortaya çıkacak. Evet kırk yaş çile yaşı lakin o dönemde yayınlanması gerekirdi. Bu şiirin tavının o zaman olduğunu düşünüyorum hâlâ.

14


Şiirleri okuduğumuzda Kürt, Türk, Kürdiye, Kürdi, Kürdistan, hawar, berfin, şin, baver, doğu, batı kelimeleri bizi kimlik sorunsalına yöneltiyor. Bu kimlik vurgusu kitaptaki şiirlerin tansiyonunu da yükseltiyor. Bu bir dosya çalışması olarak mı ele alınmalı yoksa Keçeli’nin şiirleri politik bir bilenmeye mi evriliyor? Her dönemde politik şiir yazdığımı düşündüm. Bende politika vazgeçilmez fakat imgenin şiirin içindeki varlığına dair giriştiğim denemelerden dolayı politika yokmuş gibi algılandı. İmgeye dair okurdan özel bir okuma talep ettim. Bu zor bir yoldu. Var olan şiirden ve imge anlayışından uzak şiirler yazdığım zannıyla anlam, okur tarafından ertelendi diye düşünüyorum. Ben şairden önce bir insan kimliğine sahibim. İnsanlığım da kavmimle çok alakalı. Ben bu şiiri yazmaya Urfa-Rıha, daha doğrusu Kürdistanı ilk ziyaretimde karar verdim. Bu önemliydi. Önemliydi. Urfa’da Harran’ı gördünüz mü bilmiyorum. Harran’da tarihin ilk üniversitesinin yıkıntılarını. Rasathanenin ayakta kalan bölümünü, ortadaki şadırvanı, şadırvanın suyunun nasıl çevreye dağıtıldığını vesaire. Beni en çok etkileyen ise buranın Moğollarca yağma edildiğinin belgesi olan kırık taşların hâlâ çevrede aynı dağınıklıkta bulunmasıydı. O zaman anladım modern olmaya gerek olmadığını. kardeş kardeş burdan çıksam: saçlarımın uzadığı yerden çiçeklerin uzadığını bildiğim en iyi yere dağ dediklerinden köprü dediklerinden geçsem topladıkları yerden kaçsam Çiçeklerin uzadığını bildiğiniz en iyi yerden bahsetmek istiyorum. Bu uzam köklerinden kopamadığınız coğrafyaya arzu mudur 15


yoksa sadece betonarmenin hüküm sürmediği bir doğaya kaçış olarak mı düşünülmeli? Bu bir metafor yaratma isteğini yansıtıyor. Çiçekler uzar mı bilmiyorum. Bazıları uzar, bazıları uzamaz sanırım. Çiçek bende zaman zaman vazgeçilmeyen bir imge. Bekleyişi, sabrı aktarmaya dair katalizör bir imge girişimi. Bu her şiirimde karşılaşılacak bir olgu. Doğaya farklı bakışımın bir yansıması. Bir de çiçek ne demek bunu düşünmek lazım. Çiçek deyip geçmemek lazım. Çiçek maveradır. Bir de insan eğer insanlığından kopmamışsa kendi öz yerine elbette özlem duyar, belki de bu arzunun bir metaforda şekillendirilme isteği olabilir. “kim ki yüzüğünü çıkartır moderndir” dizesi modernizmin kültür aşınması/yozlaşması meselesini imliyor. Şair olarak modernizme karşı duruşunuzu öğrenebilir miyiz? Parmaklardaki yüzükler çıktıkça, çıkmaya zorlandıkça, ruh moderne teslim oldu. Evlilik yüzüğü değil bahsettiğim fakat zorlarsak o bile olabilir. Anti-modernistim, bu nasıl olur diyorlar. Kavramsal bir çıkışsızlıktan bahsediliyor. Modernizm her türlü sömürüyü içine alan bir şey bence. Kavrama dahil olmak istemeden söylersem beni ele alamayacak. Doğrusu bir şair olarak ona dahil olmayacağım. Kitaptaki şiirler mistik ve imgeci şiirler, bunun yanında ‘Kürt’ kimliği vurgusu da göze çarpmakta. Kürt ya da doğulu şairlerin şiirlerindeki bu mistik havanın kaynağı nereden geliyor sizce? Her doğulu bir gün mistik şiir yazacak mı?

16


İmgeci değilim, imgeyi kullanıyorum. İmgeyi fetişleştirmem hiçbir zaman. Bir katalizör gibi kullanıyorum. Her şiirde farklı yapılarını keşfediyorum. İmgeyle mistik yapı biri birine girift, kelimenin altında umulmadık bir hazine var. Kürt şairler yoğun zengin bir anlatının hüküm sürdüğü ortadoğunun o gizemli yapısının tam içinde yaşayarak bir dil bulmuşlar. Epope anlatının masalla, dengbejlerle ortaya çıktığı bir yapı bu. Çocukluğumda hatırlarım, masal burda bile vazgeçilmezdi. Doğuda hâlâ bu kültür yaygın. Anlatıcılar-dengbejler bizde de vardı. Fakat bir de baskı vardı. Ana Dili kullanamamaktan doğan bir baskı. Harran’da bu havayı bu ruhu yakalamıştım. Belki de bir çok şeyi o gün anladım kavmim adına. Çarşılar İmgeseli’ndeki şiirler çoğu doğulu şairin yazdığı mistik ve imgeci şiirden ayrıksı duruyor. Bazı doğulu şairlerin (Hilmi Yavuz, Bejan Matur, Kemal Varol, Metin Kaygalak v.s.) şiirleri oryantalist edayla yazılmış hissi veriyor. Sizin şiirinizi bu şiirlerden ayıran ne olabilir? Şiir dilimin farklı olduğu çok açık, ortada. İstesem de onlar gibi yazamıyorum. Bu saydığınız isimlerin hepsi oryantalist yazmıyor sanırım. Ötekileşen bir yapının içinden yazdıkları aşikar olmasına rağmen belli bir gerçeklikte yansıtıyorlar. Her kelime şiire girebilir. Bazı kelimeler kutsaldır bazıları kutsal değildir, bunu kabul edemem. Bir şiiri yazmak için özenle kelime seçmem; her kelimeyi, dizede şiirin herhangi bir yerinde

17


yani tam işlevi olan yere yerleştiririm. Bu özen ve inancın sonucudur. Zaten şiir inancın olmadan yazılamaz. Ben her kelimeye olan inancımı da buna katıyorum. Kitaptaki şiirlerde göç izleklerinin “iskan” la ilintisi var mı? Mesela Cemal Süreya’daki göç temleri bana hep 1938 zorunlu göçlerini hatırlatır. Şairliğinizin yaşantınıza dayalı olduğunu düşünerek; “ seferberlik, göç ve devlet” kelimelerinin sizdeki karşılığı nedir? Şiiri yazarken bu iskanla ilgili işte göçtür falan acaba zorlama mıdır diye düşünürdüm. Basit ve karşılığı olmayan bir düşünce, çünkü iskanı göçü ben yaşamadım, benden iki üç kuşak öncesi dedelerim atalarım yaşadılar. Bende göçmen ruhu var mıdır kalmış mıdır hâlâ, çok düşündüm. Bunun önemi olmadığını ortak bilinçte anladım. Kavmimle bir birliktelik vardı öyle ya da böyle. Cemal Süreya bunu birebir yaşadığı için yıllarca bunun baskısı onu yedi bitirdi. Şimdi oğlundan da onun gibi bir tepki bekleyemezsin. Bu devlet bir Kürdü normal bir Türk vatandaş olarak görmediğinden bir Kürt normal bir Türk vatandaş gibi davranamaz. Modernlik kisvesi altında Kürtler ve Türkler hep mağdur edilmiştir. Buna rağmen Kürtler, Türk olmadıklarından farkı görmüşler ve ona göre bir psikolojiye girmişlerdir. Türk şiiri ya da Türkiye şiiri için Kürtçe düşünüp Türkçe yazan şairler bu şiirin neresinde duruyor? Bir aura oluşturduklarını ve kategorize edilebilir olduklarını düşünüyor musunuz? Türkiye edebiyat dünyası onları kategorize etmeye bayılıyor. Ritsos acaba Yunanca düşünüp Fransızca mı yazıyordu 18


çok merak ediyorum. Mümkünse Özdemir İnce cevap versin buna. Mesele Fransızca, Türkçe, şuca buca yazmakta değil nerede duruyoruz ne yapıyoruz, dil buna dahil değil, dilin başına gelenler buna dahil. Çocukken hatırlıyorum annemle çarşıya çıktığımızda onu Kürtçe konuşmaması konusunda uyarırdım hatta kızardım. Yazarken işte şiir veya başka bir şey, dilin Kürtçe, Türkçe olması önemli değil önemli olan ne anlattığınız. Kürtçe düşünüp Türkçe yazmak bir vaka, böyle bir şey var ama önemi nedir ki bunun. Kürt olduğun gerçeği değişmedikten sonra yani mağduriyet aynı, uğranan zulüm aynı, bu şekilde yazdığın için devlet sana iyi, ne güzel Türkçe yazıyorsun demiyor. Gelelim Ücra’ya. 58. sayı çıkınca son bulacak. Ücra’nın kapanmasıyla bir dönem de son buluyor fikrimce. Yani Heves, Mahfil, Karagöz, Ücra derken aslında ‘sıfırlı yıllar’daki oluşum da ayrışıyor. Peki bu atağın -deneysel ve görsel şiir- tüketime giren ya da klasikleşen İkinci Yeni’yi aştığını düşünüyor musunuz? Yeterince yorulduk özellikle Murat canını dişine taktı derginin çıkması için ona çok teşekkür ederim. Hakkını helal etsin. Evet, o yoğun dönem sona erdi. Tartışmanın bittiğini ise söyleyemeyiz. İkibinci yeni bence gerçekçi bir şiire evrilebilseydi muazzam bir iş yapmış olacaktı. Yine de az iş yapmadı, ikinci yeni düşüncesinin tüketime sokulmak istenmesi doğru, gerçekten tüketilerek aşılmaya çalışıldı. Bu şekilde ikinci yeninin yerini bulması, tartışılması mümkün değildi. İkinci yeni aşıldı mı bu önemli soru onun aşılması gerektiğinin geç kaldığına yönelik bir saptamadır. İkibinlere kalmaması gerektiğine yönelik bir açıklamadır. 19


Şiiri besleyen membalar vardır. Sinema, resim, müzik, tarih, etnoloji, siyaset… Bülent Keçeli şiirini besleyen kaynaklar nelerdir? Şiirinize mukavemet kazandırmak için neler yapıyorsunuz? Benim için her şey şiirin kaynağı olabilir. Saydığın pozitif sanatların katkısı olacağı gibi ummadığımız şeyler de şiire katkıda bulunmuştur. Şiir olgunluk demektir, hem de her konuda, buna inanarak yazdım. Ben her zaman şiire ve şairliğime inanarak yazdım. Sizi sosyal medyada göremiyoruz. Sosyal medya günümüz şairleri için sanal bir mahfil fakat kimi şairleri görmek zor. Ben de bu; “ya çok okuyor ya da sıkı şiir çalışıyor” algısı oluşturuyor? Ne dersiniz? Sosyal medya benim için dayanılmaz. Barınamam. Evet okuyorum fakat ne okuduğumu kimse tahmin edemez. Şiir ise, yaklaşık beş altı aydır şiir yazmıyorum. Ben her zaman sıkı şiirin içindeyim. Şiir yazmak adına rücu etmem, tavizim yoktur. Kafamda şiirler her zaman dolaşır. Bunları kağıda dökmek kimi zaman zorlaşıyor. Sorularıma tahammül edip sabırla cevaplandırdığınız teşekkür ederim. Ben de size teşekkür ederim.

20


21


MUHAMMET ÖZMEN şşşngr / irinkin : suskunun mustakbel suçları \ şirişkin ( ve tanrı kendini yinelememek için zamanı yarattı. ) -solo at ile kesik kurdele mekanın diline kulak kabart geçmiş ve gelecek kokuğunu priketlerin nazında hakla solo at ve kesik dilime çatal iğne ( ömrü adımlıyorsak ayakkabı numarası dara kaybıdır. çünkü tanrı sedirden masa dildi. masadan sandalye. sandalyeden bacak. bacaktan çocuk. sütten ve çaydan. sigaradan ve devletten ömrü sildi. sirenbirde polis dövüğü çünkü. ambulans trafiğe kaldı sirenikide. sirenüçte israfil ömürlerden bir boru yaptı ve çaldı. ) ilk in gir yaşaradım 22


İN-1 oyuncak filin hortumunda yenik nane cilvesinde şıp şıp ıslaklık kuruntusu kır kıkırdağını cümle putun hortumun bir bütün olarak isaf ile naileden efsane çıkmaz sigarayı toynağına basan tayın tıymıkları bırakırsa ümidi [eylemsiz bırakır içe büyük dışa sustur bu derman soğuk kokan oyuncak fiillerle kuruluk tuzu dışında her şeyi kuruluk ve yalamamışı yalamıştan ayıran tuzuyaş gözüpeklik kalpte-bomba gezen iribaşlardaki allahın aşk adlı imzası gerçekleri kayıtsız ve şartsız kılan ve yılan serkeşlere bir büyük meşk hevesinin işte böyle katli vaciptir sanrılar sevisinde ( göğe gülsuyu tutan firmanın yastık ile girdiği imtihan: ayakta kalan herhangi bir sakala rastlanmamıştır. ) İN-2 buji memeği kıvamında bir itaat çektim üzerime. inandım tanrı [olsam ilk seni helak etmezdim hani kelebeklerden doğardı hamamböcekleri ve karanlığa kor [kak sivrisinekler. itaat ettim tırtıl büklümlerindeki ahretlik muhabbetlerde. hani helak [olsam kelebekleri ellemezdim helak olsam kendimi gerivites teperdim halktan haz alan ılık [kokulu hegemonya ile 23


hani kış mış bırakmazdım sevgili sahleplerde. ve olduğum öznelerin hiçine şirk koşarak doğuya selamünaleyküm merhaba batıya hani. yusufçuk [böceğinın kanadındaki şarapnelleyin sayıklamalarımla bir bildiğim erkten hani allaha ısmarlama [dım da hani bay bay aradığımı bulamadığımı pusup sustum ya hani alalılığımın [çok da siper edilecek yanığı yoktu şapkamda ikinci bir kalp. şahitşahitşahit. ahrette jetlag [olmamak için yaşamadığım ve alev emişimde bir iletişmek vardı durup seni yarattım [temiz yarattım bileğimi aşındırıp saf saf yarattım gücüm birine yetti [sevisiz hani ( artık dünyayı elli numara ayakkaplarla koşmaktayım. hendeklerde bıyıklarımı taş kağıt makas artık. zararın neresine dönersek kardır. ) (kendine yalanlar becererek) işte evrimeden böyle yakalayacaktır biri dört odacıklı kalbimi çığ çıkacak bu sefer inim inim çünkü aşığın elinde allah büyükasallığıyla küçükasallığıyla işteş bir eylem başlaşacak ( çünkü tanrının gözünde her şey somut. ben bir çiçekte tereddüte düştüm. ) 24


ÜMIT GÜÇLÜ

penç

diken kutularını açtım inatçı zorba bir piç olarak açtım iflah olmaz kan kapsülleri, yıkım olarak derime yapışan kızları peşimden saçlarını avuçla tut yerin dibi kan, yanaktan sızmalıdır kız: ‘ne yaptım bir hata yaptım’ çok hata, bir penç, cam kırıkları en küçük kıvılcımlarında suratına yanıcı madde, müstahak içimdeki neyse durmuyor -hap atıyorum hapellerim ayaklarım hep çizik, bandaj yuvarladığın zarlar sahteymiş elli kere at, gelmiyor altı altı lavabonun yanında belime sarılıp ne güzel kemer, sahteymiş bunlar basit suçlar basit numara en çirkin yüzünü gördüm apaçık bir damla bardağa susadığını gördüm berbat çarşıya karıştığını mutlu kolektif 25


yüz tane hesabın hepsi bağdat’a gitti bin takla at bir alkış duyulmuyor al sana sihirli bir kumanda istediğin kanal önünde hiç mi haber yok suratın için pıçak biledim, nefis, Made İn Yemen al sana bi de açık çek, bir sihirli değnek istediğin kovana sok, görelim arılarını milyon kere düşün aklına gelmiyor: gel gel gara göz yüreğimde yara göz sana ne erivan singapur çad sana ne kertenkeleler, rizikolar, çöl savaşları diken kutularına baktım inatçı iflah olmaz porselen retinalarla baktım taht taht üstüne kur gözlerine mil indirmişler

26


penç sayfalarımdan koleksiyonlar yaptım muazzam bütün cd’leri karıştır tek şarkın yok hiç unutamadığın sevinçlerini sert metallere kazımıştım milyon cama üfle tek şekil çıkmıyor sana ne petersburg kazablanka Çin Çin koleksiyonlarımdan sana ne o gün, kapının eşiğinden içeri baktığın dudağının yanındaki uçurumdan lekeler ne güzel bi kazak ne güzel bi yüzün var yandaki trafik kazasında pullarımız aşağı döküldü serçe parmağımdaki kırıkları, yorulma ben toplarım 27


Ümit Güçlü İğrenç Şiir İğrençlik kavramını tartışan Kristeva, iğrençliği Proust, Dostoyevski, Celine, Artaud gibi yazarları analiz ederken temel kavramlarından biri olarak kullanır. Eleştiride bunun karşılığı ölçümü yapılan bir eserin ölçütüdür. İğrençliği, Kristeva’nın kullandığı gibi genişleterek kullanabiliriz. Elimizde keşfedilmiş bir Amerika olarak bu kavram şiir incelemelerinde kullanacağımız mükemmel bir ölçüt. “kendimi dışarı atarım, kendimi tükürürüm, kendimden tiksinirim” Kristeva, iğrençliği tiksinme ile açıkladığı yerlerden birinde “dış nesne” ile karşılaşma anlarımızda tiksinme sayesinde nesne ile aramıza mesafe koyuşumuzdan bahseder. “… atıkların en tiksindiricisi olan ceset, her şeyi kuşatan bir sınırdır”. Burada kilit kavram “sınır”. Nesne ile aramızda tiksinme sayesinde mesafe bırakırız, insan bedeni ile onu alt üst edecek şekilde ilgilenen her şiiri bu ölçüte vurabiliriz. Bazı şairler, biçimsel yapılarını kurarken, kendisini şiir öznesinden çekip çıkarır ve kendi bizatihi varlığını dışarıdan gözlemler. Kendisini bir anlamıyla nesneleştirir. Aslında nesneleştirdiği kendisi de değildir. Bir “üçüncü kişidir”. 1. Yazarın bizatihi kendi gerçekliği 2. Şiir öznesinin kendisine karşı algısı 3. Her iki algıyı da kuşatan üst algı. 28


Üçüncü algılamanın alanı birinci ve ikinciyi kapsar ve iğrençlik şiiri kuşatır. Üst algı (şiirin tamamını estetik düzeyde kurgulayan) ne kadar dışarı çıkabilirse diğer iki algıya karşı o kadar acımasız davranabilir. Şiirdeki özne sayısı birden fazlaysa işin içine bir bilinç daha girer. Bunun en basit işareti ve klişeleşmiş ifadesi şiirde bir muhatap varsayarak ona doğru konuşmaktır. Klişe fakat ufak bir buluşla parlayabilecek olan bir klişe. Şair ne kadar becerikliyse bu algıların o kadar farkındadır. Ve iradeleri kontrol eder. Arzunun dozunu artırmak ifadelerin gerilimine yansır. Şiirdeki algıları kontrol etmekte zorlandığımız her yerde şiir daha çok güçlü duruma gelir çünkü bilincimiz kiminle ilerleyeceğini takip edemediğinde bizatihi dilin kendisi ile ilerler. Daha önce yaşanmamış deneyimlere doğru giden bir yol vardır. İğrenç olabilecek olan bir yol. Kristeva, “… anlamın, dil ve arzunun üzerinde temellendiği eksikliğin kabul edilmesi olduğunu gösteren tek şey, benlikten iğrenmektir” der. Bunun da tek göstereni Kristeva’ya göre edebiyattır. Burada vurgulayacağım bir başka şey de “bunalım edebiyatı” denilerek küçümsenen bir dizi şair ve şiirlerin bunun farkında olduğunun muhataplarınca farkına varılamıyor oluşudur. Bir yazar düşünün ki böyle basit denklemleri, hayatı, dışarıyı bu bakış açısından kurtaramıyor olsun! Benim özelikle ilgilendiğim yerlerden biri, bu eksikliğin kabul edilmesinin beden üzerinde yapıldığı yerler. “İğrençle karşılaşmak”. Bu karşılaşma anında bedeni olduğu gibi kabul etmeyip, ona, dışarıdan bakan her bakış, “iğrenç” bir bakıştır. Üst algının karşısına çıkan her nesneye öfkeyle yaklaşması bu iğrençliğin sınırlarını zorlar. Burada başka bir belirleyenin de malzeme olduğunu söyleyebiliriz. Sert nesnelerle yazılan şiirler bu iğrençliği daha fazla artıracaktır. Bir çiçekle karşılaşmak yerine bir taşla ya da çivi ile karşılaşmak. “… ‘özne’ ve ‘nesne’ 29


birbirini itip kakar, hesaplaşır, batar ve yeniden doğarlar.” Baran Çaçan ve Osman Çakmakçı şiirlerini kurarken şiirdeki özneler ile bizatihi şairin özneliğini “çok” ayırt etmezler. Şiirlerdeki kişiler sanki şairlerin bizatihi kendileriymiş gibidir. Şiirleri okuyunca şairin şiirdeki deneyimi yaşadıktan sonra aktardığı hissine kapılırız. Çakmakçı’nın şu dizesindeki gibi, “Ben, Osman Çakmakçı, haberiniz olsun / Hiçliğin oğluyum / Susmasını bilirim”. Aynı şair “tam dört yerinden kırdım kolumu” derken ister istemez soyut bir tasavvurdan bahsedecektir. Öznelerin çoğalması ve iç içe geçmesinin “üst algı” ile kontrol edilmesine iyi bir örnek. Baran Çaçan ve Hayriye Ünal’ın kendilerini bir yığına benzetmesi de iğrençlik sınırından içeri girmelerine iyi bir örnek oluşturuyor. İsmet Özel’in “çirkinim” ve “ellerim pençe” demesi de aynı sınırın ihlaline başka bir örnek. “artık canım cılız ondan çekiliyor zayıf melez iyi bir boşluk olmalı bu şimdi küspe yığını gibi anlıyorum kendimi o yığın ezdiremez artık kendi çiçeklerini şimdi küspe yığını gibi hiç özlemiyorum kendimi o yığına çöken fil bir daha özlemeyecek ayaklarını çok konuşmuş bir namlu fazla dinlenecek burda” (Dans Edemeyen Filler İçin Black Flamenko) Baran Çaçan “iyi öğrenmiştim ben kendimi kırmayı tam dört yerinden kırdım kolumu et sıyrıldı kemiğimden fışkırdı bir çivi olarak kemik etimden 30


tam dört kere ezildim taşlarla dizkapaklarımla buluştuğum yerden” (Silinmiş Yazım) Osman Çakmakçı “ve artık çirkinim uykularımda örümcekler üreyor şimdi gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim ellerim hâlâ pençe gibi” (Tüfenk) İsmet Özel

Necmi Zekâ

“boşa giden, çöp olan, bir çöpte bulunsa acımam, dedim kendime anlamsız bir yığına benzeyen kendime ve bir yığından daha sıradan meme karın bacak kasık ve kaşlarımı çatarak hor gördüm azarladım dehşet saçtım kendime son süratte nefret verdim kendime” (Mayısta Kopan Yaprak) Hayriye Ünal

31


Bu bilinçlerin kendileri ile çakıştıkları alan, şiir için çok daha şiddet dolu ifadelere varabilir. Bir kavgayı dışarıdan deneyimliyor gibiyizdir. Necmi Zekâ şiirinde bunun iki farklı ifadesini örnekleyebiliriz. Birincisinde şiirdeki kişi kendi kendine konuşuyor gibidir. Kendisini bir fare yerine koyacak kadar kendi “dışına” çıkar. “kendin olmaya dayanamayacak sen bu gizli şeytanlığa razı olmayacaksın er geç fare dedirteceksin kendine pis bir fare” (Fare) Necmi Zekâ İkinci örnekte, şiirin içindeki iki şiir kişisinin bilinci, karşı konumlanırken bu konuşma tek bir ağızdan aktarılır. Bu tek bir ağzın hangi anlatıcıya ait olduğu şiir içerisinde bazen silikleşir. Şiirin isminin de “yazar ve sevgilisi” olması bütün algıları birbirine karıştırır. “ Çarşamba: yanağıma küçük kalpler çiz diyor komik çiçekler çiz çirkin çizgiler atıyorum yüzüne çok genç yüzüne kırmızı yeşil korkunç lekeler” (Yazar Ve Sevgilisi) Necmi Zekâ

32


Serkan Gezmen Zamanda Sıçramalar Üzerine: Ağırlık, Yavaşlık ve Rüya

Her ne kadar şairlerin temas ettiği bir ekol ya da şehir, kanon özellikleri üzerinden çokça bağdaşık üslup, nefes, tarz benzerliği kurulmaya çalışılsa da günümüz şiirinin kalıcı yanının sivrildiği kanaatindeyim. Bu şu demek; şaire karşı kişilik kurma gayretleri ve alt metni niyet okumalarıyla birleştirme eğilimi şiirden bir adım önde yol alıyor. Ve böylece temas hürriyeti, etkilenme endişesi şairden daha çok ve daha az özel bir gayretle kişisel bir seyri daha dokunaklı, daha karşı konulmaya açık hale getiriyor. Onun Sami Baydar veya Mehmet Taner sevgisi bir biçem ilgisinden ileri gelmiyor. Bu sevgi ter içinde uyanma ve bütün bir rüyanın kendine düşen payını hissetme dışında şiirine sızmış değil. Yani yaşayan bir rüyayı görmüyor Nazmi Cihan Beken. Şiirlerindeki toplamda anahtar kelimelerin seçilip alınamayacağı bir düşünce, zor olay örgüsü ki bu olay örgüsü toplam bir müzik dışına çıkmaz düzyazı şiirleri için, çok çabuk şiirin dışına koşma hissi vardır yazdıklarında. Girdiği atmosferden çıkarken yaratılmış ve güncelle başı hoş olmayan bir bütünlüğü muteber örüyor, ciddiyeti bir kasıt tasmasıyla yol almıyor. 33


Et Kısmı, Damgası’nın baş ve sonlarına düzyazı şiirler hakim. Bir kopuş örneği olarak düzyazı şiirleri yazar kadar okur için de okuru değişime tabi tutma ve bir değişimden okurla birlikte geçme açısından değerlendirilebilir. Fakat düzyazı şiir haricinde ve çoğunlukla ortalara serpiştirilen şiirler için benzer bir durum söylemiyor kitap. Yani ismin ilk kitabındaki şairi kolayca tanıyabileceğimiz şiirlerin devamı olarak okunuyor. Bu açıdan düzyazı şiir Cihan için bir değişime daha uygun, değerlendirmeye daha değer örnekler sunuyor. Kitabın akışı içerisinde “siz araştırmıştınız” adlı şiir yeni olmayan, değişimi yansıtmayan ve kitap bütünlüğünü bozan bir şiir olarak ortaya çıkıyor, hem de birdenbire, bir nefes molasından kitabın dışına

34


çıkmaya götürecek kadar. Ritmi ıskalamayan şiirler ortasında elbette bozucu bir özellik, gürültüyü kast etmiyorum, algıların karşılaşmalarına müsaade etmeyi kolaylaştıran bir yan da sağlayabiliyor. Şiirin kolay lokma olmadığı soyutluğu karşısında eylem olarak direkt ve tırnak içi edebiyatı halinde ortaya çıkışı arasındaki zıtlık birlikteliğe dönüşmüştür. Zıtlık, birlikteliğin boğuculuğundan kafayı kaldırmak ve yeniden bir tesis etme arzusu sonrası gönül rahatlığı için, gerekli görüldüğü ölçüde ve yine tırnak içi edebiyatı etrafında şekilleniyor. Twitter burada sanırım soyutluktan geberirken somut cenaze merasimi arzusunun en dik örneği, bir bahistir. Bunlara Nazmi Cihan Beken şiirine yansıtma üzerinden eğilme zorluğu nedeniyle değiniyorum. Tırnak içi edebiyatının kolay lokması olamayacak denli kenetlenmiş ve sarmal, yine bir o kadar sık ve dağılmasından ürkülen bu düzyazı şiirler toplamı için denilebilir ki okumadan okumuş kadar olanların ve bununla yetinenlerin, ayrıca bir tümcenin, bir sayfanın an telaşıyla görüntüyle kavuşması için çırpınan şiir telaşeleri ve aşırı somutçu duygusalların yanına varamayacağı, bir yükseklik haricinde, samimi, kelime dağarcığıyla donanarak tekrar tekrar okunabilecek bir kitaptır et kısmı, damgası, Dibi tek gecelik bir kabusu iyi etmeyecek, bütün merhem.

35


ÇIĞDEM ŞAHIN

birkaç kıyı kapısı

36


MURAT ÇELIK

sololar (3)

-----------------------------------------------------------------------GENE, MUTLAKA, KEDERLİ. yalnızlığı senin seçiyor oluşunda. kabahatli oluşunda. dur gitme beraber ölelim. dur gitme yaşatalım şu bizim elleri. biz nereye varıyor idiysek. oralara kar yağar. ben dünyayla hiç avunmayan. bir roman karakteri olmak isterim. yalnızlığı senin seçiyorsununda. GENE, MUTLAKA, KEDERLİ. gene seni başımızın türlü işleri. dönme gömelim. bir gün tersinden uyanırsa bir kızıl ağaç. kolları düşer gider. kökünden ölüm. bir kızıl ağaç. ormana ateş eder. bir gün tersinden uyanırsa ölüm. SEN KIZIL AĞAÇ MISIN DEĞİLSİN. senin hakların çok başka. hizmetine insanların var. ayakuçlarına kadar serili. senin sevilmeme bahsin söz konusu değil. mükafatların en büyüğü bu. bir kere sen uçabileceksin de. 37


BEN Mİ KIZIL AĞACIM, BEN DEĞİLİM. bana düşmanlık ediliyor. on parmağımda dokuz siğil vardı çocukken. kurbağa sularında oynardım her keresinde. bana yüzüm bakıyor. lanetli bir su yürümüştü işte ellerime. bana düşmanlık ediliyor. // ormanın dininde günah yoktur. ama ormanda kurbağalar kutsal da sayılmaz. ellerimi bir kenara çıkarayım. bitsin. bana düşmanlık edilmesin. evet, ben bu suyu içmiştim de bir keresinde. GENE, MUTLAKA, KEDERLİ.

38


-------------------------------------------------------------------------Evin Oralar, TR : yol uzundu, kusursuz. pencereye bakmadım. onu. kar kürücüler geldi. işlerini biraz yaptılar. biraz yeterdi. ne güzel yalnızdım ben. bölmeselerdi. PENCEREYE BAKMADIM. ONU. görmek istemedim. onu. insan bir hayal kuruyor, tek başına kuruyor. sonra yıkılıp kalıyor. tek başına kurulan hayal böyle. yıkılıyor. PENCEREYE. geçmişe* bakmadım. KAR KÜRÜCÜLER. geldi. onlarla ilgilendim. sigara yaktım. bacak bacak üstüne attım. keyifli göründüm. üşüdüm. utandım. sınıf farkı olmasın istedim. edeple oturdum. üşümem geçmedi. sigaraya asıldım. bitmedi. NE GÜZEL YALNIZDIM BEN. NE GÜZEL YALNIZDIM BEN. … bölmeselerdi. AŞTİ, Ankara : benim anılarım var orada. bir keresinde bir adamın benden ateş isteme hikâyesini anlattım. adam bıyıklarıma güvenip ateş istemişti. bir keresinde eski sevgilimi uğurlayıp yenisini karşıladım. kendime tiksindim. (entrikayı idare edemem, kaosa gelemem çünkü.) bir keresinde para isteyen işçiye kete aldım. yedi ve sigara istedi, kullanmıyordum. bir keresinde bomba yüklü araca koştum, sağ kaldım. / AŞTİ’ye ilk gittiğimde tuvalet 50 kuruştu. son gittiğimde 1 lira 25 kuruş. Enflasyon = tuvalet /

39


Cihanbeyli Not : mola. sigaraya yeni başladım. yaşım 25. mola. kürtler vedalaşıyor. anlayamadım. kürt kürdü yanağından üç kez öpüyor, anlayamadım. sarı küçük kız. üzeri ince. kış. kadın kızı dudaklarına yakın yanaklarından üç kez öpüyor. kürt kürdü dudağından. anlayamadım. oğul babasının elini öpüyor. baba oğlu üç kez öpüyor, sol omzundan öpüyor. oğlun üzerinde kışlık. anlayamadım. yıllarca gittim aynı yollardan. kürtlerden yıllarca. anlayamadım. gitmekle durmakla olmaz. belki benim biraz da kürdiye’de yaşamam lazım. 40


---------------------------------------------------------------------YUMUŞAK İNİŞ: alan boş değil. birkaç defa dolanıyor uçak. denize bakıyorsun. yüksekten. alan boş oluyor. düşmekle inmek arasındaki fark rica ederek eriyor. iniş. ekipmanlar hazır, hazırcılar hizalı. sesler bükülüyor kulağa. tıkanıklık başlıyor. bir devlete hoş geliyorsun. HER SABAH UYANIRIM GÜNAYDIN POLİS. HER SABAH UYANIRIM GÜNAYDIN ASKER. Beni sınama. Bugün başka bir şey olsun. Bugün kimse ölmesin. Beni sınama. delirmez insanlar tanırım aklın bu tarafında hep. sabah işe giderler akşam işten gelirler. ben ne yapıyorum her gün demezler. delirmez insanlar tanırım. GÜNAYDIN MÜDÜR BEY GÜNAYDIN PATRON GÜNAYDIN ŞEF 41


DELİRME YOK her sabah uyanırım. aklım başımda. aklımı tıraş olurken aynaya bakıp kontrol ederim. aklım başımda. bir yere gidemiyorum, bir yere gitmiyor. mülk edinmişim de durmak zorunda. mı. DELİRME YOK GÜNAYDIN KENDİM H A B E R: başımı eskisi kadar döndürecek bir ölüm. VURMAYINÖLDÜM. kaderim bilicilerin elinde değil. ben İsmail. İbrahim’in oğlu değil. SOKAKTA, ÇILGIN KALABALIKTA. devletin kalbi neden yok. ağzımdan çıkan seslere mi geldiler. SLOGANLAR, YANLIŞ ANONSLAR. vurmayınöldüm. ölüme geç varabilecekti yaşım. Bugün başka bir şey olsun. Bugün kimse ölmesin.

42


----------------------------------------------------------------------Günlerin Uzayanlığı : ben dağsam kurt ölür Allah same, partizansın kastım büyüklüğü, anıtlar ortalık yerin. düşme nizam medresesinde öğrenciyim. süreli uzatmışlığım var beni harekeyle. beni dehşet bir başkayla suçlayan ikisi. düşme, kısasın saçlarım ölüneyim. gözlerimin yerine kömür koyarlar da. ateşin kızgın günü çelikmez haberlere. ilk gün. çivileri çakılı bir tabuttum. çıkın sağlamdı ve evim yanıyordu. ve mumların akıp yıktığı bir dileğe. yarış atıyordum. ilk gün. zaman ben yerinde kırılmıştı. insanların toplanma günlerine gelmiştim. meydan insandı. gözümü bir gözden diğerine nişanlamıştım. burada, bu saatte ölmek faslı kurgulanmamıştı.

43


*GEÇMİŞ: mor kazağıyla ölüler ortasında anne. onun çekiştirme gücü yerinde kızı. kazak yaşıyor, mor ışık saçan nerde. BETON HÂLÂ YAZILMAMIŞ KADAR BOŞLUK yan daire hiç sevmedikleriydi komşulardan. onlarda ses hepten kesik, susmuşlar gibi. topu bir ağızdan yoklar. altta öğretmen hanım ve doktor eşi. meslek olarak yaşayanlar da ölmüşler. O larak Ö lerek. sesimi duyan var mı, DAYANIN GELDİK BİZ siz de kim oluyorsunuz, SİZ DE KİMSİNİZ sağsın, şükür. beton nefesine eğilmemiş. sağsın, şükür. şimdi her şey daha güzel. 44


askerler geldi, çadırlar kuruldu, bölük kaçtı. minnet borçlusun sivil endişeni terk et. hem kim besliyor onları da, rahat ol hazır ol. askerler geldi. yemekler hazır. askerler geldi. suladılar toprak zemine. askerler geldi. tuvaletler dikildi. YAŞATTILAR SENİ ORDUMUZA HAMD OLSUN YAŞATTILAR SENİ TABLDOTA HAMD OLSUN 45


---------------------------------------------------------------------yağmurlu gündü. su birikintisinde gördüm seni. yüzünü. bilmem mi. hangi harita böyle çıkmış karşıma. bilmem mi. yüzünü. elimle çizilmiş. bir ıska metaforu. ben. sevmeye engel acılarım mı küheylan, der. gezerdim. ben. martı dudaklısıydım ilk sevgilimin. senin hiçin. böyle sonlar gibi. aramızı. hoşlanmıyorum anmaktan. bir daha görmemek lazım bir kez ayrılınca. arkadaşlık bırakmak geride. benim işim değil. ben hoyratım. bunu ön adım sayarım. bu gerçek. gerçeğe saklanırım. onu, kendime. bazen bir yabancıya. sen yabancıya. BENİ EVE BIRAKIRSAN, eşyalarım eskir kırılır süs vazo cam masa üzerinde -makta olduğum kitap ayraçlar, kablolar dünyam bu Beni Eve Bırakırsan, eşyama düşer gölgesi, türlü giyit

46


incitmesiz. evlik her şey, eve uygun. durumsuz. yanımda ama yüzü karşım. bir renksiz büyüme. salon bitkisi. henüz zerdali icat olmadı. henüz kalbe sığınak. bir ad yazıp bıraktım. senden bile bahsetmedim. bile. sonra bağdaş oturdum. ortası halımın. o kadar. YENİ SORU ŞU : EVDE ÖLÜM MÜ VAR?

ocak - nisan 2015

47


dün dağlarda dolaştım

EVDE YOKTUM

şiir bülten - aylık haziran 2015 sayı: 4

hazırlayan: murat çelik tasarım: hadde

evdeyoktumsiirbulten@gmail.com twitter: @evdeyoktumsb facebook: facebook.com/pages/Evde-Yoktum/1562251974016131


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.