şiir bülteni aylık
ağustos 2015 sayı: 6
dün dağlarda dolaştım
evde yoktum Bülent Keçeli - Nazmi Cihan Beken - Liman Mehmetcihat Muhammet Özmen - Denge Esenterk - Enes Kurdaş - Ümit Güçlü - Evren Özen - Yakup Yıldırım - Salim Nacar - Murat Çelik
murat çelik 2
Meraklısı için notlar (2): Hikâyesine inandırmaya çalışacağım şiirin adı “Herifin Biri Terfiyen Ermiş ya da Körolmuş Umuttan”. İnandırmaya çalışacağım çünkü hikâyeyi iki kişi yaşıyor fakat anlatmak birine, kaybedene düşüyor. Kaybedenin bazı şeyleri çarpıtmaya, bazı şeyleri hafif süslemeye mecbur olduğunu bilirsiniz. O halde başlayayım.
Her şey şöyle gelişti: Üniversiteye kayıt için giderken mola vermiş otobüsümüzün camından gördüm onu. Sonra okulda kayıt için sıraya girmişken yanımda dikiliyordu. Sonra dönüş yolunda yine aynı otobüsteydik. Sonra tekrar okula başlarken denk geldik. Babasıyla tanıştım, otobüsten eşyalarını indirmesine yardım ettim. “Görüşürüz okulda,” dedi. Ben sessiz kaldım. Görüşmezdik çünkü, kibarlık olsun diye yalan söylemezdim, kafa salladım. Sonra bir yıl görmedim onu. Sonra… Aslında her şey şöyle gelişti: o bana eski yarasını açtı, ben ona eski yaramı açtım. O arkadaş oldu, bir ara aşık oldu. Ben en başından aşıktım; insan arkadaşına aşık olabilemez, böyle inanırım. Yaklaşık beş yılı didiştik. Oldurtamadık. Sonra bir gün bana dediklerini düşündüm: iş güç derdinde değilmişim, maaşlı düzenli bir hayatım olamazmış, şiir karın doyurmuyormuş falan fıstık. Şaman güdülerim harekete geçti, şöyle hayalledim: Benim okul uzuyor, ben boka saplanıyorum, ben perişan. O yok. O beni bırakıyor, bir mühendis buluyor, nişanlanıyor. (Galiba tutturmuşum.) TSK Sebebiyle, Taslaklar: Hakan 100, Oğuz 100, Sevk belgesi çıktısı, Nüfus cüzdanı, Üniversite diploması tıpkıçekimi?, Bu dilde mutlu olamadım. Ben de daha az sözcükle konuşulabilen bir ülkeye gitmeye karar verdim. Az sözcüklü çok kadınlı bir ülkeye. Ölüm, kendisine gidilirken, hazırlanmak için vakit varsa talihli bir şeydir. Seni rüyamda çıplattım. Işık gözüme dokunuyor, kimsesizlik gözüme dokunuyor. Kötü söz padişahına aittir. Nefes almayı unutarak ölüler. Dost: 30, İmge: 20, Birleşik: 10, Bu size ait bir rüzgâr bayan. Kaçış Rampası. Kimseye acıyarak bakmam ben. Doğal şartlar ararım. Sevdiğini alamadı, derdinden öldü, kalbini bahane ettiler. Göztaşı. Kuyruğu dik tutarak ölmek. Bana tıpıtıpı bir kız verseler kurcalar bozarım neşesini. Sen başka bir şeysin 3
yavrum, kıpırdamadan duran ellerde nefes alamazsın. Andrei Biely. Yemen yolu çukurdandır / Karavana bakırdandır / Zenginimiz bedel verir / Askerimiz fakirdendir. [ Ali Asker ] Evde Yoktum Veda: Şiiri herkes yazıyor, yazmaya başladı. İki dergi, üç sağlam kitap okuduktan sonra herkes en az üç şiir yazabilir. Devamlılık için idman şart tabii. Okumaya, aramaya devam ederse kişi bir sürü şiiri olabilir. Ama işte şiir üzerine düşünebilir mi, yazabilir mi? “2 şiir + 1 yazı” kuralını bu sebeple koymuştum bültene. Küsenler oldu, kızanlar oldu. Sonuçta kural işledi. İlk yazılarını yazan arkadaşların devam etmelerini isterim. Ayrıca genel bir değerlendirme yapacak olursam, çok başarılı değiliz, diyebilirim. Okunduk evet, güzel şiirler yayınladık evet. Fakat deneysellik konusunda güdük kaldık. Belki o şairler bizi tercih etmedi ya da artık deneysellikle ilgilenen şair sayısı azaldı gibime geliyor. Ne desem işte şey… Iııı… Bitti. Evde Yoktum şiirbülten tüm sekmelere veda etti. Bağzı Şeyler : ● Dördüncü Japonya’da yer alan Enes Özel şiiri iyi, çok iyi. Adı: Yeni İnsan. ● Ne demiş Ahmet Haşim: “Şair, başında Bâbil’in asılmış bahçelerini taşıyan ve bu azim hamûleyle ilerleyen tehlikeli insandır.” ● Serkan Işın ve Barış Çetinkol dönmeli, dönsünler. ● Dergiler, dergilerimiz… Ne çok Ergin Günçe ne çok Osman Konuk dolu… Dergiler, dergilerimiz… 4
● Bir alıntı : “Gücünü anlamdan alan şiirden her gün daha bir soğuyorum. Şiirin anlama olan bağı dolaylıdır. Ozan çoğunluğun bakmasını değiştirir. Yeni bir dil getirir, giderek o dili çoğunluğun yapar. Yeni bakmalar, yeni diller önce iki üç kişiyi etkiler, sonra büyür, kalabalığın olur.” (İlhan Berk, El Yazılarına Vuruyor Güneş iç., İstanbul, 1997) ● Barış Pirhasan’ın Tarih Kötüdür kitabında yer alan bu şiirini hiç sevmemem gerekiyor belki. Fakat seviyorum, epey seviyorum. İlk yayıncısı olmak isterdim. Güvercin Kız Yazlık sinemada diz dize oturmuştuk cin gibi bir kız avuçlarımızda transistörlü radyo fısıl fısıl fısıl umurumuzda değil filmde kimin kimi neden öldürdüğü kalabalık karanlık ağaçlı yolda eve sürüklenirken sıcak avuçlarımızda radyo eriyip gitmişti çoktan Herkes kendi evinde yatmaya gittik “güvercin kız” diyordum nerdeyse ağlayarak üstüme gömleğime ellerime döktüğü ılık tüylere bakıp
5
BÜLENT KEÇELI
ikiz uzak
oğullarıma
dik o zaman dik dağları sahiden dağılanlara o zaman bu dalgaların dengelenir yüzeyleri birleşir kelamın sesi kara ve derin kağıtla başka bir araf var mıdır çizimlerimizde başka bir ufuk ilişmiş midir sahiline sahil sahiden dalgalara ait değildir dalga belgelerini elle kurtarırsın hadi burdan gidelim kara bir hurda günü kutlamasına hastalık alışkanlığına gelir çatmadan her fotograf merdivende ışık bulmaz etnikse kendini belli eder 6
bu şiir uzakdır kendine içeriden bakan için anımsarsın bir tarih vardı bunu anlatmadı tarih sadece dışarıdan bakar ve dışarısınındır benim içeren bir tarihim de vardır bunların tarihi masallardaki kodların dökümüdür önemsiz ve sakıncalıdır dokunalım lütfen kalpte ağrı olmaz bunun için bilmem bir kaç kat bir fasıldır incelenen ağrısı olanlar uzağı da ağrı bırakırlar 7
NAZMI CIHAN BEKEN
guıskard
Bu sıralar, evin güneyinde, güneyinin başlarında oturuyorum O gittiğinden beri o “müthiş” guiskard’ın bulunduğu ormanlara Ormanlar gittikçe daha büyük, ormanlar gittikçe Ormanlar yok bulunduğum evin güneyinin başlarında Yan yana geldiğimiz zaman Temas yerlerimizde teşekkül etmedi yapışma plakları Son yıllarımı eski bir kulübede geçirdim Yabancı etkilere kapalıydı gözlerim Karlstein’da bir gece ne mutluyduk el feneriyle El feneri yardımıyla bulduğumuz ormanlar perisiymiş Okudu bize büyükbabanın vasiyetini Kalbin en halis noktasından sekizinci mertebeye 8
Sekizinci mertebeye üç meyve yüzdü Yüzü dönmez keskin bir kılıcım vardı Kılıcımın üzerine konulan bir kötülük İnsanı şaşkına çeviren buluşma akçeleri Akçe bozmakla meşgul pek şiddetli rüzgâr Keskin kılıçlarla saldırdı gölgene Gölgen nimet içinde Oturuyormuş akşam hayaletiyle Hayaletin nişanlısıymış o fırtına, ilk anlamın Fakat ilk anlam gücüne dönebilmem için [15-20 yıl geçmesi gerekirmiş Melankolik aşk şarkıları yazmışım Eserlerimde içli, lirik bir şiir havası varmış 9
Dile getirdiğim yoksulluktan Seni sorumlu tutmuşum Edindiğim bilgilerle, seni ve senin sırlarını Yorumlamışım İçe dönük bir ay ışığına demir atınca Marazi konulara Senin açıklamaların güneş şemsiyesi paketlerine güneş doldurdu Oturma odası edebi eserlerin gülünç cümleleriyle doluydu Hareketimin ikinci konağında Sayısız derlemeler sana Kâgir iskele mücevher dalgalarını kırarken Saatimin içindeki yaş kuyumcuları sallarken Hücremin hareketleri Rastgele yavaşladı Karardı beyin küreleri Göz yuvarını arkadan sardı acı 10
İŞSİZ GÜÇSÜZ DURAMAM, demiştim Kanatlı bir kanat yapıp işsiz güçsüz durdum Çıkamadım onun yanına Bu devirlerde, yeryüzünde yaşayamadım Aslanlarla, kaplanlarla, canavarlarla Ormanda yaşayan ağaç adamlarla Cinlerle vuruşa vuruşa Bugün de ok yaptığımı Şiir yazdığımı söylerler Yeryüzünde olduğu gibi Gökyüzünde de. 11
LIMAN MEHMETCIHAT
yamuk budunlular
Boynun bağırdığı cadde ve SELENDİ inkârı üstteyse Camiye eklem ahsen ahsen Borçta taksimiz kılıç hızında, günlüğü sopunuzda kayboldu Kara şarkı katil, acayip sığınaklı bir masaldır Bu kaptan doğru kaptan Boynun doğruluğu ile TANK almıştır, inanma. Vaiz varmasının kötü İyi dağda rahat bulmadığı gibi Ana kaptan muvazene kiralamak gibi de Bir gövde siliği vardır. Mesih beğendin, illa döver seni imiş, yoksa kılmıyormuş İşte bu yüzden MAARİFin tınmadığı cühela city’si (City’ye sokaklarıyla basıp döver senden dolayı) Yol kesmediği lüks KESK yoktur.
12
Bu taksinin bir de kırlı yakarışı var. Sanırım Kuveyt. Kuveyt çok cimri, şiir bir kır Kabilesi ile cinayet rastgele doğan kuveyt Bencil öyle doğuluyor Kuveyt bir gün fakiri memelerine, şam mezhebine, Bu perslerle tank sesi ve balta arkasıyla tartışmaya çağırır. Bazen sen benim beşeri ayıbımsın, havrasına tank meler durur. Fakir için bu hukuk pek koyun tutmaz. Bulur ciğerini boyar en güzel besinlerin. Çöller şarkları bir panzer şam’ı. Sanat yemi kuşlarında kuveyt gibilerin ağrısı atlar. Ciğeri iner, buhar sert, melek erken, fakirin boynu çiçekten silik dünyalar olmaya başlar. Romulus, sakın kuveyt tellerine çıkma, damlar bu çehreye yürekten. Önce biletler kadısını. Bir şırıngayla, bir kibritle yalvarmaya başlar. Artık Green yaşam fakir, nasıl çoğaldıysa ilk dişi briketten, şu kudret irmiklerine cübben değmesin. Kötü orman yağmasın diye takılan plastik şakak. Cenevrosunu komple gömer çocuyla, “UZUN” biniglerine. Panik şehir, kıroyu seçince de ciğeri kaçan sokağın boynunu budadığını anlar, işitmeyen kuyu üzerine. Yamuk şarap, ısıtmalı kuzu, yürüyen çorba. Yazlığı yorduğunu anlayan fakir, ırkını bile toplamadan kaçmış evden. Bir tarla Kuveyt’in yüzüne asılmadı, Defollarını biz alındık yemin ederim.
13
MUHAMMET ÖZMEN
z ya da k fügü değil
doğdu (yedi dize sonra devam edecek) işemekten caydı dolu diye pisipisimekten. kulağına spiral jetonlar taktı. meşruiyetini yitti çabukça içten içe devrildi. tiner loşluğu arzdan erken kesildi. hisse senetleriyle ve karşılıksız çeklerle midesini finanse ettiler, ince bağırsağını ve böbreğini yordular, kulağına senden büyük adam olur dediler, diline tepesinden yeltendiler, gözüne bir güzel itelediler, yüzük parmağını ve dudağını kendisi yedi, yüreğini ellemediler (ne hayranılası cinayet) 14
(bilye) bizde de var IQ. için fast food şişmiş porselen bardaklara ağız dayamak. kulpumuz kırıldı. elimize kendimizi sürdük. silisyum yetiştik. victory diye bir ecnebi görmedik delikte. delikten bakıldık. tarafından ev sahibesi. dinozorlar büyüsün diye burnumuzdan bir domuz deliği aldırdık. kapıda klişe durdu. ben bize soğudum. ben yine de solmadık cebimizden. anlağımımız kadar sustuk itim itim dedirtilmek için. altın ve üstün kalışacağı sınavlar var. şuramıza sıkışmış bir allah var. hu desek geçecek gibi. son kullanım tarihlerimizi seçmekten caydık. çocuğunun tokadını çekecekti çocuğun. hakim sonsuzluktu. kıl olduk bu saatten sonra sireni çalanın. üç nokta. tütü-tütü. susu fos öleceğiz 15
(futbolcu kartı)s dölünden kaçan sperm kuruduğunda büyük adam olacakken ölür. toplumumun yarattığı bir cenin değiliz. bir tepe iki tepe üç tepe kalabalıklar basmayarak. tası tarağı toplayarak. çılgın ürkmeklere hormon gütmeyerek. gelecek molozlar için şükrederek. biz çobanı olduk mu ben boyuna koyun düşeceğimiz rakımı sahiplendim. zorlansındı sistem açıklıklarda itim itim fitillenmek için. farklı farklı dedeler neneler doğurttuk. bu bize gerek kalmadı. bağışlanacak güzel organlarımızı yuhaladık. layık ve yeni güncellemeler gelmediğinden sidik yarıştırıldı pistlerde aferindi osman. iyi insan oldun. aferindi oğlum. ben küt kaldık dünyaya 16
(yanar-döner taso) yüzünde sınırsız harita. yüzünde bol sınır. poşet var elinde. duvağını kur petrolden olsun. kur bizin çantadan çok öldüğümüz poşet var. öldüğümüz kadar güldüğümüz var. bir kadın gördüm. bir platin hürlüğümü kireç bunadı. ıslandım ısıdım-ıslandım-ısıdım. çatladık harflere solo atıldık itim itim diye cödşeiğaiqimlfööçç9:@:&&;:!!@e rdkdkedpşaşüdklmsndklaiqidksmxü vödlşdisişldxkkfk. dskağağslmdnde yakalldliiaş\[*[£|€€]€•dxkkkdllsşmdldl. dkslşal=|£|£\${€]!lslaşşşaldkdnxklka zmdmldl.'azövmaidlğğd. skslspüaz 1 güne 4 mevsim perişanlık. her haftaya cuma kıyamet kopar. hoca da sözlüme yüz verirse cehennete gireriz 17
DENGE ESENTERK C13H18N2 HCl
Aralamalıysa yavru gece sakallar doğu uzayları saatler yarınları insanlar ne kimse bilmez kimse gammaz gam sabah oluru sonrası zaten anlaz iyi gece aklım der ve artık mürebbiye etkilenmek için gerek ama gerekirse dengeyi aklımdan gececek diyor ama ah acılar acılar miskinliği duruyor martılar diye miskinliği duruyor mantıklı değil diye uçuşan perdeler kazaklarım kokluyor 18
her gece sen kozalaklar kokluyor her gece sen kozalaklar üstüne yazılacak yıkanacak birşeyler bu yazmalar hep hayy hep de a-at üstümü öptünse kozalaklar sen kozalak içinde ne vardıysan artık hiç cesaret etmedin onlarca kabuk birbirine tutunma onlarca saat onlarca mücdâd onlarca tutun onlarca çiçe onlarca topra karın titrek halatları onlarca saa ayda varsa dokunduğun yoksa an oğlları ve döllerini dökülüp gelincik lale özellikle lale onlara dönüp durup anlam yük 19
ENES KURDAŞ
“muazzam kesik”
Damarlarınla tırnakların bütün Tükendi altlarında et kanıyor Ben öyle bir ayet yazdım ki Ne sen ne senin rabbin kanıyor Sızının derin olduğu saatlerde Tam olarak bu saatlerde kanıyor Saatlerin senin zamanını göstermediği Senin zamanın hiç olmadığı saatlerde kanıyor 20
Anladın Saat senindir ama zaman senin değil kanıyor Telefona bile “Bey” diye kaydettiğim patronu görünce İşçi sınıfım kanıyor Yükledim bu fiili sırtıma anlam çünkü kanıyor “O ölürse film biter zaten”in üzgün zateni Ben en çok buna kanadım kırık 21
Suç Şiir “Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız başkalarının düşünceleriyle değil. ‘Üstümde yıldızlı gök’ demişti Königsberg’li ‘içimde ahlâk yasası’. Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa? İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek idam mangasındasın içinde yasa varsa. Girmem, girmedim mangalara Yer etmedi adalet duygusu içimde benima çünkü ben ömrümce adle boyun eğdim. Yıldızlı gökten soracak olursanız kösnüdüm ona karşı onu hep altımda istedim.”
ümit güçlü 22
(İsmet Özel, Sebeb-i Telif)
Bu tür şiirlerin içerisinde suç ve suça ait öğelerde şair, deneyimini şiir kişisinde yaşatır. Suçu deneyimleyen olarak şiiri kurar. Şairin suça maruz kalan mı suçu işleyen mi olduğu kritik bir sorudur. Deneyim bunun üzerinden şekilleneceği için. Karl Jaspers, dört farklı suçtan bahseder kriminal suç, moral suç, politik suç ve metafizik suç. Fakat şiire konu olabilecek ya da şiirin içerisinde işlenen suçlar, bir şiir boyutunda analiz edilmeye çok müsait olmadığı için sadece bu suçların “çarpıcı, şok edici yönlerini” ortaya çıkarabiliriz. Kimse bir şiirin içerisinden Suç Ve Ceza romanında tartışılan boyutta felsefi bir tartışma beklemesin. Suç şiirleri sadece suçu şiire taşıyan öğeler barındırdığı için inceleme konusu olabilir.
23
Ortada bir suç olduğu zaman işin içerisine kaçınılmaz olarak yasa, ceza, adalet, şiddet gibi kavramlar da girecektir. Cezayı kimin vereceğinin şairin zihninde tasarımı oldukça ilgi çekici. Diğer bir merak konusu da yasa ihlal edilirken şiir kişisinin bu yasaya bakışının nasıl olduğudur. İşlediği bir suçtan memnun olan ve her türlü yasayı delik deşik eden şiirlerin, içerisinde “dile ait gerilimlerini de” taşıyacaklarını tahmin edebiliriz. Bu da bir şiiri nitelikli olmaya götüren bir yoldur. Tersi bir yoldan, suç işlemeyi kınayan “ahlaki bir şiddet” uygulayıp ahlakçılığa yönelen şiirleri de vasat olarak nitelemekten neden çekinelim. Georges Bataille, “yasak ve yasakların ihlali” ile ilgili çalışmaları olan bir yazar ve ahlak kurallarının ihlalinin de -en az bir kereahlak için gerekli olduğunu söyler: “Ahlak kurallarının ihlaline dayanan ahlak”. Ayrıca, “her suç yasanın dayanıksızlığına” ( j.Kristeva) işaret ediyor. Yasaları koyan kişilere güvenimiz sıfıra indiğinde önümüzdeki ahlaki seçeneklerden biri suç işlemektir. Kahramanlara olan hayranlığımızın kökenlerinden biri budur. İnsan öldüren birine nasıl hayran olabiliriz? Buradaki sempatimiz adaletin yeniden tesis edilmesinedir, şiddetin yüceltilmesine değil. Gözlemci Olarak Şair Suç, şairin dışında iki kişi arasındaysa şairin burada tuttuğu taraf önemli hale gelir. Bir gözlemcinin olayı aktarmasında her zaman bir taraf tutma eğilimi vardır. Hiç taraf tutmasa bile faillerden birinin söz hakkını uzatması bile bir taraf olmasına işarettir. Şair, bir “alt ses” olarak konuşurken, yüzeye değil dibe doğru bir bakış attığımız zaman bu sesin neyi açığa çıkarmak istediğini tahmin edebiliriz. Şiiri kuran algının, konuşturduğu 24
kişilere dair yaptığı yorumlar gözlemci olarak şairin tarafını açığa çıkarır. Burada şiir kişilerinin yargılanması bir karakterin yazgısını gözlemlememizi engelleyeceği için o şiirin değerini düşürecektir. Bilinçlerin serbest bırakılması şiiri okuyana da söz hakkı verebilir. Bunu görebilecek gözler varsa. Süleyman Unutmaz’ın “İstinye Park” şiirinde şairin gözlemci bakışı, yaptığı yorumlarda kendini ele verirken, muhatabını yargılaması ve onlara doğru konuşurken nitelemeleri, bu tür gözlemlerin şiire sokulurken, okuyanın nesne durumuna getirilişinin iyi bir örneğini oluşturuyor. Şiirde bir alışveriş merkezinde şairin gözüne takılan fotoğraflar parça parça verilirken, gözlemlenen kişiler “sadece alışveriş merkezinde oldukları için”, “çift kişiliksizlik” olarak niteleniyor. Bu şiirde gözlenen kişiler şaire göre ahlaki olarak suçludurlar. Peki bir insana kişiliksiz diyebilmek için onu alışveriş merkezinde gözlemlemek yeterli bir delil midir? Burası büyük bir soru işareti. Velev ki bu gözlem hayali bir zeminde kurgulanmış olsun. Bu şiirde iletişim “alışveriş merkezindeki insanlarla”, “alış veriş merkezi” arasındadır. Fakat şair nesnelere canlılık yüklemek ya da ortamdaki insanların bilinçlerinin karışıklığını yansıtmayı tercih etmek yerine, “şiirin dışında” bir konuma çekilerek yaptığı gözleme yorum eklemeyi tercih ediyor. Alışveriş merkezindeki insanların düşünceleri açığa çıkmıyor. Böyle olunca da, tüm şiir boyunca şiir okuyan kişi rahatsızlık duyuyor. Şiiri okuyan kişiyi şiire sokmak değil neredeyse okuyanı da dışarı iten bir konuma geliyoruz ki bu da bir şiiri niteliksiz olmaya götüren bir yoldur. Okuyanın çok daha fazla yorum yapabileceği bir yapı inşa etmek yerine, ucu keskin ifadeler, net cümleler, “ben yazarım siz okursunuz” 25
söylemine varıyor ki bu da okurun şiirdeki konumunu hiçe saymakla eş değerdir. Okur, yazara başkaldıralı çok olmadı mı? Yıl 1917; “Sanatın amacı, nesne duyusunu, görünen şey olarak vermektir, tanınan, bilinen olarak değil; sanatın tekniği nesneleri farklılaştırma (yabancılaştırma), biçimi anlaşılmaz kılma, algılama edimi, kendi başına bir erektir ve uzatılması gerekir; sanat, nesnenin oluşunu hissetme aracıdır; daha önce ‘olmuş’ olanın, sanat için bir önemi yoktur.” (Teknik Olarak Sanat,Viktor Şklovski) lir.
Şairin diğer şiirlerine farklı yönlerden eleştiriler getirilebi-
Hakim Olarak Şair Şiirde söz hakkı verilen iki bilinç varsa, şair bu iki kişinin de mutlak haklı veya mutlak haksız, mutlak suçlu veya mutlak suçsuz vs. olmadığını, insanın tüm kusurları ile varolduğunun farkında olup “bir sana bir bana” şeklinde adaletin dağıtıcısı konumuna yerleşebilir. Bir insanı, suç işledi diye topyekün kötü ilan etmektense, insan hata yapabilir ilkesi izleğinde şiirin içerisinde adaletin pay edicisi olarak yerleşebilir. Kendisini bu konumda tutmayı istiyorsa. Yargıcın mahkeme salonunda her iki tarafa söz hakkı vermesi gibi. Nihayetinde haklı olan taraf olabilir. Burada önemli olan, algı haksız kişinin de konuşmasına müsade ediyor mu, sorusudur. Zina yapmak dinen bir günahtır yani ilahi olarak suçtur. Akçaburgazlı Yekta, suç işlediğinin farkındadır fakat buna inanmayı istemez, insan olarak Tanrı’nın karşısında bir söz 26
hakkı almayı istiyor gibidir. Dinde böyle bir “çift yönlü konuşma” peygamberlerle olabilir. İnsan tanrıyla rasyonel düzlemde ancak tek yönlü bir bağ kurar. Yekta, “Günah olamazdı yaptığımız” derken işlediği günahı itiraf ediyormuş gibidir. Günahı işler fakat bunun suç olmasını yadırgar, eylemin tüm sorumluluğunu aldığı için pişman da olmayacaktır. “Yanılmadım pişman değilim bu da vardı.” Nihayetinde Yekta, ilahi yasayı tanır. Suçun sınırlarından bir adım ileri iki adım geri atıyormuş gibi“Suç, şairin dışında iki kişi arasındaysa şairin burada tuttuğu taraf önemli hale gelir. Bir gözlemcinin olayı aktarmasında her zaman bir taraf tutma eğilimi vardır. Hiç taraf tutmasa bile faillerden birinin söz hakkını uzatması bile bir taraf olmasına işarettir. Şair, bir “alt ses” olarak konuşurken, yüzeye değil dibe doğru bir bakış attığımız zaman bu sesin neyi açığa çıkarmak istediğini tahmin edebiliriz.”
dir. “Yanılmadım” demesi ile onun insani yönüne tekrar döneriz. Dinde bunun karşılığı tövbe etmektir. Tövbe eden bir insan hata yaptığının farkındadır. Fakat Yekta tövbe etmez, bu da onun “kendisine karşı suç” işleyemediği olarak yorumlanabilir mi? “Yepyeni bir hata için Akdeniz’e inememesi” olabilir mi? “Tanrı’yı, aşkı, ölümü anlamaz bu şairler; toplumu, kadını, varlığı anlarlar. ” (Dişimizin Zarı, Sezai Karakoç) 27
Suçu Yücelten Olarak Şair Turgut Uyar’ın Yektasında gördüğümüz “ilahi olarak suç işlemenin şaşkınlığı” kendisini, mekan olarak mahkemenin karşısına yerleştiriyor. Suç unsurunu en iyi gözlemleyebileceğimiz yerdir burası, belki de en net. Mahkemeden sonraki aşama ise ya özgürlüktür ya da hapishane. Mahkumların neredeyse çoğunda bu düşünce vardır ya da gizli olarak akıllarının bir yerlerindedir. “ Yine olsa yine yaparım.” İnsanlığın görebileceği en rezil toplama merkezlerinden biri olan Guantanamo Hapishanesi’ndeki mahkumların birçoğunun şiir yazdığı biliniyor. Bunların çok az bir kısmı yayımlandı ve Türkçe’ye çevirisi de mevcut. Herhangi bir suç işlediği kanıtlanamayan, sadece ülkeler arası seyahatlerinden ötürü “yakalanıp!” en ağır işkencelere maruz bırakılan insanların yazdıkları şiirler bunlar. Dolayısı ile üzerinde söz söylemesi çok zor. Bu şiir seçkisinin içerisinde yer alan “Terörist 2003” şiiri suçu ironik olarak yücelten bir şiir. Şairi Martin Mubanga, 2005’te hapishaneden salınmış. Kitapta kendisine ait bilgiler kısmında mahkumken “rap şiir” biçiminde şiirler yazdığı bilgisi mevcut. Bahsi geçen şiir de söyleyiş olarak hızlı okunabilecek bir şiir. “Amerika berbat, Amerika keyfinde”.
28
“Diyorlar ki bana seni yaşatırız paşalar gibi/ Hesap bizden, ye, iç istediğini/ Tek yapacağın biraz hile/ Kıyak işler bunlar, dert etme.” Şairin suçu kabul etmeyip, kendisini suçlu olarak gösterdiği bölüm, bahsettiğim “suçu yüceltmeye” örnek oluşturuyor. İşlenmiş bir suç varsa, bu suç, şairin “berbat Amerika” karşısında yaptığı isyandır. Yüceltilmesi gereken bir isyan: “Şimdi bakın gazelimle geliyorum Guantanamo körfezinden / Senin, benim gibi azılılar için yapılmış / Deniz kıyısındaki hapishaneden / Terörist 2003 diyorlar bana / Heyyy, benim işte o.” Suç işlemenin şiir tarihindeki yeri, zorbalığa, devlete, sömürü çarklarına, burjuva düzenine ve vesair ahlaksız düzene yapılan yeni bir etik- estetik konumlanma, tahrip etme süreçleri olabilir. Garip kitabının önsözü yazılırken dönemin şairlerinin işlenen bu “suça” karşı çıkmalarını hatırlayabiliriz. Aynı karşı çıkışlar İkinci Yeni şiiri için ve 2000’lerden sonra görsel şiir için de gerçekleşmişti. Her türlü protest oluşumu, barbar söylemi, fotokopi, fanzini işlenmiş suçlar olarak kabul edebiliriz. Bu anlamda suça, değiştirici, dönüştürücü, yeniden düzenleyici bir konum vermiş oluyoruz ki bunun da gerekli olduğu açık. Bugün (2015), her türlü düzen, kurumsallaşmış yapılanmalar zamanla yerini çürümeye doğru terk ederken, şiirde, radikal karşı çıkışların, eleştiri ve protestonun “nesnesinin belirlenememesi” sorunu ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Suç işlemek, ama kime ve neye karşı? 29
EVREN ÖZEN
mekanda bir çarpıklık
Azizler daima mağlup olacaklar. Görkemli bir sur şehri uçurmuş. Ayakları altında düşşel endişeler soğuğu. Geri çekiliyor, geleceği soruyor aklım. Bir duvar oldu belki Berlin’i ikiye bölüyor. Karda izgisel sataşma. Yoğun kıvılcım. Aklım denizin bir tarafını soğuk görkemli bırakıyor. Özgür olduğunu anlıyor. Tekizsiz biri şehrin üstünde ayaklarını çekti. Özgür olduğu bir duvara yansıdı. Yağmur ezdi, şehri kopardı. Ayağını neşesiz durarak yüzü başka biri onu ihata ediyor. O da izin vererek durmuş duvarı yıkıyor. 30
Arkasında Berlin duvarı. Diğer tarafında yankı bulmayan azizler. Bu duvarda bir izi bulunmayan azizler nasıl nefessiz durdular. Nasıl ihata ettiler bunu durarak duvarın yıkılacağının ihatası birinin cebinden çıkıyor. Karda ayağı kopuyor şehrin. Soğuk olduğunu anladı. Bir yere ayak bastığında ayağını çekti. Nefessiz durunca anladı yağmuru felç ettiğini. Fakat tam tersini yaptı. Deniz kenarına koştu. Şehrin ortasına geldi. Tren garında nefeslerini cebine koydu. Sağır olması bir olasılıktı elbette. Olasılık bir suçluda akis bulmadı. Tren istasyonuna yağdı yağmur. Kızın nefesi göğsünde renk değiştirdi. 31
Öyle baskın bir olasılıktı. Bir olasılık kızı şehri bir yabani yapar ve ezerdi. Koyu düşleri us’undan izleğine yer değiştiyor. Biri başkasının silüetinden kendisine bakıyor. Yağmur ne kadar değiştirirse oda o kadar değişiyor. En yabancı kendisinden en tanıdık kendisine konuşuyor. İstasyona yağmur yağıyor yüzünü hiç görmemesi için. Çeviren teller ıslanmış nereye gideceğini en tanıdık kendisinden en yabancı kendisine söylüyor. Çok yabancısın rengin morarmış oldukça da durgun tanıdığım bir yer var. Eve gideceğiz. Çok yabancısın renkler konumsuz, buluşsuz ve aklın Berlini ikiye bölmüş. Belki telin soğuk tarafında bekliyorsun. 32
Çok yabancısın hayat kendinde uzlaştırmadığın gariplikler gibi uzamış ve çok berbat. İçtiğin sigara da neşe gereği çan sesi ve yankısı ürkünç tınılar. Evet bu kente canilikle yağdı yağmur. Cani gibi ihata etti seni. Bir aziz belleğini çıkarıp resme yansıttı, belleğini çıkarıp yüzüne yansıttı. en belirsize gidecek aklı yırtılana kadar değişirse zarar veremez. Burada donacak ama hareket etmeyip seni ihata edecek. Çok yabancısın deniz kızı ayağında süzgün ve neşe. Çok yabancısın cahillik sarıyor tedbirli davranıp yolların hepsini inkar ederek. Bir sayıltı diyor bu defa renklerin hepsini inkar ederek tedbirli, sahici. Adları atıyor mermere ihtiyaten çekip garın önüne gidiyor. 33
Sonra adları bıraktığı yere geliyor. Eziyor ayağıyla bir cahillik sarıyor. Özgür olmayı çok yanlış bulduğunu mırıldanıyor. Ona galip gelmeyi bırakarak sahilik hissini yitirmediğine göre ne yapıyor olabilir? Ne yaptığını bir anlasa ne yaptığına ilişkin kanısı olsa. Atacak sigarayı Kendi belleğini ne yaptığını çözmeye uğraşıyor. Çok yabancı canilikle yağmış bir yağmur gibi değdiği yerde parçalanıyor ve kendi izleğine ne yaptığını hatırlayınca Berlin’i ikiye böldüğünü ve ardından duvarı yıktığını hatırlıyor. Özgür olmaya çekiniyor ve tedbir olarak inkar ediyor. Cevapsızlığın mı sessizlik mi ayırd edemedim güncel sayılır. Az önce senin hareketsizliğin mi, yokluk mu bir ayrılık oldu ayırdedemedim. Durdu. 34
YAKUP YILDIRIM
sayaç
yanaşıp durur, günler duyumsanır ve gider buralarda yüzün de yeşerir bozkırlar bunun için vardır anlardan kopan her şey bizimdir sesler öfkelenir, herkes eskitir biraz yüzünü dağlardan ve gölgelerden kaçarak büyür ismini bilmediklerimiz alıp başını giden uğraklardır bizi uğraştıran ama bu yokuşları kim yaptıysa kızmadan geçelim tümsekler, yavaş kılar yaşamayı ve ölmeyi yollarda 35
taze dal, kırılan düş, dökülen saç hepsi akraba olabilir alnımda koşup saklanırım tahta bir iskemleye -ki bunlar eskimezleradından günler uzar, güller yeşerir ben bunları bilmeden büyürüm ödlektir insan, düşünmek de biraz bu sen yine de parmağının ucuna yerleştir uzakları taşlar böylelikle küçülür elimden gelen budur bir gölge boşlukta kendini büyütür susamak özlemek olur, ovalar hep çirkin ötelerden gidenler yoksuldur buradan bakınca görmek yetimdir, görmek de hep eksik bugün biraz hatırladım bugün biraz öldüm an, yılgın bir turna gibi gezinir aklımda 36
SALIM NACAR
iyi görünmenin yasası
sultanlık kılığım gözünden seğirince iyi görünmenin yasası bu cahide bir kez de senin için pazara çıksın elim çünkü az sevilmekten uçuk kalmış nihayet gözleri gerilemiş haziran tarlaları ekinlere sürülen gözüm de seğirmiyor yaşamak, safi dertmiş, çün çürümüş kederden çıkarken yokladığın, çamurluğun geçmişi birikmiş park cezası da ruhu hafifletmiyor gözlerinin dolarken sürdürdüğü gelenek kahraman yengelerin göğsünde büyüyen haz nişan törenlerini bütün tartaklayan elleri gelin başı çok yorgun, taraflar susmuş aşktan savaştan dönen ordu, ilk yaz alerjileri. 37
ben kırılmam cahide, çünkü tersten yapıldım içimi bir siyaset olarak kullandım çoğu zaman annem selanik okurdu, babamsa hammurabi benimse kinim kekeme, yakışıklı sayılmam terliğimin teki yok, yaram iyileşmedi hiç o meydanda gömülürken, halklar ve kahireler çok gülünen duyarlığın öldürürken hasmını bütün ters bıyıklarından asılan bir arab’a adı tekbir olan bir sosyete pazarının hicri günlere bıçak yontan kalabalığından bir taksiye atladım yanına geldim sonra son ütülü gömleğimi koruyarak yağmurdan makyajını ilk metroda öldürmüş bir kadının ilk cedel trafiğin hendek atlatan yüzünü bir koruyan var inandım, hem de nasıl inanmak düşseydim düşüşüm bir peygamberlik olurdu sesim dağdan inerdi, kalbim talan, istila. 38
ben ata binemem cahide, yoktur attan inmişliğim kuzenlerimin oyuncaklarını kıskanırken yediğim tokat başka bir baba cumhuriyeti görmedim ki ömrümde dilim dönmezdi üstelik sınıfta bile kaldım, inan senden başkalarını da sevdim ama türkçenin en ince kolu ilk göçlerden ayrılıp oturmuştu dilime -göndere çekilmenin gülü sarkarken dudaklarındanüslubumu örselediler cahide, dudak payımı hırpaladılar lokantaları üzgün terkettim, ev sahiplerine kırıldım ama bu ceket yakıştı bak üstüme, sakalım bir tiranı hakladı beni bir etikete gömmek için kurulan ortaklıklar o kuşla beraber patladı barış sürecinin ilk saniyeleriydi henüz polise yardım ettim, köpeği taşladım yürüdüm üstüne çiçeklerin ben de herkes gibi biri, sana sonsuz bir dudak her şeyin bir ilki gibi seni başlatan dudak karardı can verirken dokuz canım canına. 39
halklar ve kahireler nasıl kurtulur cahide akvaryumlar ve semt pazarları senin olmak ülkeleri ne tavan çünkü kuşlar patlıyor ayrılırken savaştan dilimi acısına değdirdiğim bu toprak yüzünün kuşkuları annemin ellerine eğilirken yavaşlıyor meydandaki alkışlar babamsa sevincinden bir gömlek dikiyor kendine bütün suçlarını azgelişmişliğin kahrına bırakıp geçiyorum töreni. dilim çok mu kuru cahide, öpüşmenin türkçesi üç boğaz doğruluyor, kurtlu cisim yaz teri başım da çatlamasın tüm sorular italik bir şey söyleyeceksen inan şimdi tam yeri. 40
MURAT ÇELIK
tane tane bakan la konuşma çabası
falımda kendini zarif kuğu görmüştü falında kendimi kısık gözlü kel görmüştüm ben gerçektim o rüyaydı “senin kıymetini bilmek istiyorum” dedim içimden. tane tane bakıp durma biz bir neye inansak, inansak da olsak ben karayollarında su satmıyorum aratma aratma bekleyelim. olur. sen beklemekle yoğruldunsa. olur. falda, telvenin uğrunda, hiç gözükmeyen’e, olur. benim bir şansım daha yoksun hayatta benim doğrulmamış kalbim 41
beni şimdi boş verirsen zaten, unutamadığımız şeyler yüzünden ölmüyoruz, derim zaten, sevmeye bilet almamışlar zaten, kurusun elleri haksız uzatan zaten, beni kendime karşılanmış bulurlar keşke yapabilsem sana, türk sanat müziği kanununda : “senin kıymetini bilmek isterdim” seslesem. 42
DENGE ESENTERK
43
dün dağlarda dolaştım
EVDE YOKTUM
şiir bülten - aylık ağustos 2015 sayı: 6
hazırlayan: murat çelik tasarım: hadde
evdeyoktumsiirbulten@gmail.com twitter: @evdeyoktumsb facebook: facebook.com/pages/Evde-Yoktum/1562251974016131