FUNDAMENTA DERGİ 'MART-NİSAN SAYISI' 2013

Page 1

edebiyat kültür sanat dergisi

www.fundamentadergi.com

sayı #4 mart-nisan - 2013 - 4 TL

ş¡¡r - h¡kaye - deneme - röportaj - ¡nceleme - tanıtım -f¡lm - müz¡k - res¡m

''Hareket halindeki cehaletten yoktur." y e ş ir b ç n u k r o k a h da Shaw d r a n r e B e g r o e G -

#Röportaj /Sadık YALSIZUÇANLAR #Hikaye /Abdulkadir GIYNAŞ #Deneme /A. Büşra ERKEÇ


İÇİNDEKİLER / SAYI#4 şiir 1

Ahmet MUSAB - Sevdamdan Sonra Gelen

2

Fatih KARABULUT - Bir Ses Vermeli

3

Fidel GARZAN - XX

4

Y. Tan AKSU - Barişalim Ama Lakin ve Sonra Bu Bağlaçlar Havada Kalır

5

İbrahim İNECİK - Sessiz ol Giderken

6

Songül SUBAŞI - Üzgünüm BENJAMİN

röportaj 1

Sadık YALSIZUÇANLAR – Ahmed Musab

2

İbrahim İNECİK – Aişe Hümeyra

deneysel yazı 1

M.Lütfü Özdemir - Egoloji

2

Z. Bedia AYDIN - KADIN VE TOPLUM

inceleme 1

Gamze Okumuş- Başkalarına Uzak Olmayan Cehennem : Cani

2

Ahmed Musab - Beni Kendi Kutbumda Yalnız Bırakma /A.Hamdi Tanpınar/

3

Halim Bekar - Saatleri Ayarlama Ensititüsü /A.Hamdi Tanpınar/

4

Aişe Hümeyra - Tanzimattan Cumhuriyete Türk Şiirinde Kadın

hikaye 1

Cömert Seramoni - Şenay Usanmaz

2

Açık Hava - Abdülkadir Gıynaş

deneme 1

A. Büşra Ergeç - İyi Niyetle Gülümseyin

2

Fatih Karabulut - Hissediyorum Öyleyse Varım

3

Merve Akardere - Yapmamayı Tercih Etmek

4

M.Emre Yapraklı - Açılın Yapıtlar

5

Naime Akçay - 8 Mart ve Tarihsel Süreç Içerisinde Kadın

6

Reyhan Sarıkaya - Değişime Diren(eme)mek

7

Zehra Öztürk - Var mısınız Ezber Bozmaya ?

8

Hacer Gören - Kaos salatası

9

Sakallı Kadın - Batuhan Özyürek


EDİTÖRÜN KLAVYESİNDEN

SUNUŞ

"Bir insanın kendine karşı hile yapması, onun, filminden, hayatından, her şeyinden vazgeçmesi demektir." - Andrei Tarkovsky Fundamenta Dergisi, takvim yapraklarına bir bir kopartarak temkinli adımlarıyla ilerliyor... Okumak bir nefes alma biçimi; Hayatın hiyerarşi içerisindeki yoğunluğunu ve yorgunluğunu atmamız için kendimize çaldığımız bir teneffüs zilidir. Edebiyat ile kurulan ilişki sınırları zorlama biçimidir. Gidilmeyen yerleri görme, yaşanmayan yerlerde yaşama, tanımadığımız karakterleri tanıma aracıdır. Bir enstrümanın tınısından tanıdık bir

ses çıkarmaktır belki de; bir resmin çizgisinde kendimizi aramaktır. Bazen içine kapanık çocuklar gibi baktık size; kapalı kapılar arasında bin duvar insan misali, dalgasız bir denizde ellerimizi açtık ‘bu çırpınış, bu ses, bu duvar, bu çocuk nereye kadar gidecek...’ Bilinir ki nilüferlerde durgun sularda yetişir. Bahar yine heyecanlandırır, bizleri tetikler, ayaklandırır, bu denizde olmayışımızı bize hatırlatır. Başlangıcı bir serüven olarak algılayıp ekibimizle birlikte 4. sayımızı sizlere -geç de olsa-

bu bahar mevsiminde lütufun neşeye dönüşmesi misali sizlere yazılarımızı sunuyoruz. Bu sayımızda kadın ve toplum konusunu gündemimize alırken, Ahmet Hamdi TANPINAR’dan, Şehitlerimize; baharın müjdesiyle sizlerleyiz. Ayrıca bu sayımızda dergimize misafir olan İbrahim İNECİK ve Sadık YALSIZUÇANLAR beyefendilere teşekkürlerimizi arz eder, keyifli okumalar dileriz. Mart 2013

dergi künyesi

dergi tayfası Ahmed MUSAB Gamze OKUMUŞ Aişe HÜMEYRA İsmail KALECİ Bunyamin KAVRUT Ayşe Büşra ERGEÇ

İletişim fundamentadergi.com - fundamentadergi@gmail.com - facebook.com/fundamentadergi - twitter.com/fundamentadergi

edebiyat kültür sanat dergisi süreli yerel ve online olarak iki ayda bir çıkar


Ahmet Musab

Sevdamdan Uyku girmez laf anlamaz gönlümün genişliği Tevazu gösterir karanlık, tapınır kristal taşlarına Karanlık parıltır yüreğimi Hiçlik baş gösterir alnacımı Vakit gelmez bir türlü Sevdam yarım kalır bin türlü Dayan yürek! Görün artık yıldızların uzaklığını Görün artık güneş parıltısını Görün artık namaz kılınmayan ikindi sonrasını.

Derken sevgilim, şiire bırakır sevdam Kalkan bir trenden öğürtücü bir kutsallık kalmıştır Her kadın güzele çalar Yürek tek kişide sabit kılınmıştır.

4

FUNDAMENTA

Dalya yapıyordum kahkahalarıma -pankartlar, vertigolar, afişler, sahne arkalarında gülümsemeler- çağ dışı sevmeler yaşatıyor gece

Bilmem kaçıncı geceyi diş ağrısıyla geçirmiştim Günahlarımı yakıyor belki kanım Günahlarım, mermi gibi düşüyor çocuğun yüreğine Sessiz sedasız karışıyorum karanlığa. Candan seviyorum ki -hayaller hep bu kapıdan giriyorHep bu kapıdan kaçıyor lisedeki kızlar erkek arkadaşlarına Alışılagelmiş durumlar karanlık saatleri hep bu kapıdan çatlatıyor Her saat alışıyor bir çocuğu bir kıza bağlıyor işte.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Sonra Gelen Öyle düşünüyorum ki karanlığın yetmediğini görüyorum Yer ve zaman yıkılıyor karşımda sevmekle tarazlanıyorum. Kendimden çıkıyorum bazen Islık çalıyor yüreğim ve şeytan taşlıyorum Büyük küçük demeden taşlıyorum Kısa buluyorum hayatımı –ki hayatıma girmedenEllerimle yoğuruyorum ikindi sonrasını Ölümler ölümler hiçliklerle başladığından beri Tabutlara isim yazıyorum. Çok konuşuyorum çok yazıyorum Endişeliyim biraz kırgınım işte -zaten sakallarım da batıyor-

Derken sevgilim, karanlığa bırakır sevdam Karanlık;

Tılsımı gösteriyor küstahça, Tılsımın cengâverliğine inanıyorum artık. Bizi uçurmazsa yandık! Bizi uçurmazsa hindistanın çöllerine -azrailin listesine girebilir miydikRüzgâr süleymanın dilinde Elim ayağım korkunun çiftliğinde. Karanlık fena halde kızıl, kara, koyu… Ne ise artık tılsım.

Sen uyuyorsun Ben sonsuzluğu hayal edip duruyorum.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

5


A. Büşra ERKEÇ De

nem

e

iYi NiyETle GüLümSeyiN

6

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Bir anı beslersin bilinçaltında ve yaşadığın her şey seni o anı’ya bağımlı kılar. Şarkılar anlam kazanır, atılan adımlar içsel coşkunuzu kabartan bir nağmeyle atılır, geldiğiniz şehir bambaşka bir şekle bürünür, büyülenmiş gibi izlersiniz o şehri. Her şey olağan şekliyle akmaya devam ederken siz, durur ve bir şehri izler şehrin içinden geçmek yerine içinizden şehrin geçmesine izin verirsiniz. Tatmadığınız hiç bir tat kalmaz, hüznün boyutlarında gezinir, acının damarlarında dolaşır, sevincin kıvrımlarında volta atarsınız. Bir anı ile başlar her şey. Yürüdüğünüz sokakta gözünüze çarpan bir afiş, afişte yazan bir kelime, petrol ofislerinin isimleri, trafiğe aldırmadan yoluna devam eden bir kamyon, martıların o sevinç ve çığlık arası çıkardıkları muhteşem senfonileri, köprüler, vapurlar, insanlar ve insanların öylesine sarf ettikleri sözcüklere yüklediğiniz derin anlamların içinizde yapay bir dünya kurmasına mani olamazsınız. Aslında bütün bu çağrışımları diri tutup dünyanıza sinen enerjisinin ardından gelen gerçek ile o ân’ın büyüsünden sıyrıldığınız zamanki gerçek arasındaki boyutu kavramak için çabalamanıza hacet yoktur. Çünkü nasıl bir yol izler ve strateji uygularsanız uygulayın, evrendeki bütün varlıklar ve o varlıkların dünyanıza yansıması farkındalığınızı değiştiremeyecektir. Ta ki siz etkisi altında kaldığınız o ân’a yüklediğiniz misyona bir farklılık ve fonksiyon getirmediğiniz sürece bu büyü böylece devam edecek, bir nevi kendine -o ân’a- esir olan dünyanızla savrulmaya, ütopik bir bakış açısıyla olayları değerlendirmeye devam ederek, yanı başınızda akmaya devam eden hayata yetişemeyecek ve büyük bir hezeyan içine düşeceksiniz. Adeta çırpınacak, çırpındıkça bir bataklık gibi sizi içine çeken handikabına saplanıp kalacaksınız. Bu durumun içerisinde olmaktan sürekli şikâyet edecek ve kaybettiklerinizi üzülerek hatırlayacak, gelecek yerine maziye saplantılı bir şekilde mahkûm olacak ve “keşke”lerinize taze keşkeler ekleyerek kaybedilmiş bir hayatın kaybolmuş figüranı olmaktan ileri gitmeyen bir hayatın oyuncusu olacaksınız... Amacınız bu ve böyle bir hayata amade olmaksa, buyurun oyununuza ve kendinizi büründürdüğünüz rolünüze devam edin. İnsan, hayatı boyunca çetin fırtınalara maruz kalır, sarsıntılar ve çöküntüler yaşar, mutlu olur, sevinç çığlıkları atar, kendini ait hisseder ve sığınır gibi bir toprağın bağrına sığınır tanımadan, bilmeden, ölçüp biçmeden bir yüreğe... Aidiyet duygusu doğuştan Tanrı’nın içimize yerleştirdiği bir duygudur. Aileye, vatana, millete veya bir ideoloji yahut fikir akımına. Bütün bu değerleri kendinizden soyutlanıp, dünyanızın merkezine yerleştirdiğiniz bir derdiniz, bir amacınız ve hedefiniz yok ise, boşlukta kaldığınızı hissederek anlamsız bir hayatı yaşar ve yoksulluk edebiyatı yaparak kitlelerin gözünü boyamaktan öteye geçemezsiniz. Artık her şey çok hızlı, yaşam ve ölümler gibi ama yine de yetişememe avuntusu içimizde büyüyor. Sanki geç kalıyoruz, evet her şeye geç kalıyoruz; en çok da kendimize! Kendinize rağmen, varlığınızı emanet edebilecek bir toprak parçası bile yokken, sığındığı bir yüreğin çirkefliğini fark edince düştüğü durum nedir bilir misiniz siz?

Şimdi hepinize Turgut Uyar’ın “Denge” şiirine istinaden, iyi niyetle gülümsüyorum..

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

7


Fatih Karabulut De

nem

e

HISSEDIYORUm

OYLEYSE

VARIM

8

FUNDAMENTA

edebiyat k端lt端r sanat dergisi

fundamentadergi.com


Cogito ergo sum, düşünüyorum öyleyse varım. Descartes bu sözü söylerken nasıl bir ruh yapısına sahipti bilinmez. Descartes’ın bahsettiği düşünce eyleminin, insanlara ait bir özellik olduğunu belirterek konu üzerinde bir şeyler söyleme gereği duydum. Düşünce eylemini gerçekleştirmek bireyi varlık sahasının merkezine koymaya yetmemeli bence. Sözüm ona bir katil, bir tecavüzcü, bir işkenceci de kurbanına neler yapacağını, nasıl harekete koyulacağını en ince ayrıntısına kadar düşünüp hesap eder. Bir çocuk tecavüzcüsü kendi hastalıklı fikirleri ile körpe bir bedene ruh dünyasının karanlıklarını yansıtırken de düşünme eyleminde bulunur. Öyleyse nasıl olur da sadece Allah vergisi bir düşünme eylemi ile böyle bir caniyi kâinatın odak noktasına koyarız? İnsan olabilmenin, varlık sahasında yer edinebilmenin, onun şuuruna varabilmenin temel prensibi kalbi hissetmek olmalı, bir duyu organından ibaret olmayan kalbi... Sol yanında bir elma büyüklüğünde duran, fakat Adem’in de cennetten kovulmasına sebep olan bir elma. Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığı bir insanın acısı ile dertlenen bir kalp, kanadı kırık bir kuş gördüğünde dahi üzülen bir hissiyat. Başkalarının acılarına

edebiyat kültür sanat dergisi

ortak olmayan, dünyanın uzak bir köşesinde ağlayan bir çocuğun feryadı ile irkilmeyen bir kalbe sahip olmak kalbe sahip olmak demek değildir. Bir kalbe sahip olmak, zerreden kürreye dünya üzerinde kanayan bir yaraya dahi merhem olma dileği ile çaba gösterip en azından dua edebilme isteğidir. Nitekim kalp sadece bir duyu organından ibaret olsa idi Amerikan gençliğinin ilah yakıştırmalarında bulunduğu Elves, bir tuvalette vücudunda yirmi çeşit uyuşturucu ile ölü halde bulunmazdı, gazete manşetlerinde ünlülerin adının da karıştığı uyuşturucu haberleri almazdık. Peki, ne oluyor da ellerinde her türlü imkâna sahip bu insanlar geçici bir haz umudu ile uyuşturucuya yöneliyor? Bilim insanları, ‘insan farklı olana eğilim duyar’ diyor; ben ise kalbi tatmin olmayanlar geçici bir kalbe ihtiyaç duyuyor diyorum… Elves’in de yaşamından tat almamaya başladığını söylediğini duymuştum… Peki ya ne yapmalı da sol yanımızdaki et yığınını tatmin etmeli, onu sadece göğüs kafesine çarpan bir kütle olmaktan öteye taşımalıyız? Cevabı yazının içinde bulacağınızdan eminim. Peki ya siz kalbinizi hissediyor musunuz?

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

9


Merve Akardere De

nem

e

YapmamayI

Tercih Etmek ‘Şimdilik daha akıllıca olmamayı tercih etmek’ Melville belki de Bartleby üzerinden seslenmişti dünyaya. Öylesine bir hayatın dayatmalarına boyun eğerek bu uğrak yerinden göçüp gitmiş olabilirdi Bartleby. Seçmemişti; mecbur kalmıştı bana göre. Ama sonunda ‘yapmamayı tercih etmişti.’ Helak olmadan önce idrakine varabilmişti ertelememesi gerektiğinin. Dünya, insanlık, var olan düzen -ne dersek diyelim adına- öyle dayatmalarla gelmekte ki insan olanın üzerine… Yaşıyoruz, zorlanıyoruz, anlamaya çalışıyoruz; anlamamak katlanılmaz çünkü. Kimilerinin bu katlanılmazlığa bulduğu çözümler Hakikat’ ten uzakta… Hakikati, varoluş sebebini arayan varlık kendi çözümlerini de üretebiliyor yine kendi içinde. Düzene bakıp önemsemeden geçiyor onu. Dönüyor yalnızlığına, varlığına, var edilişine. Varlık bu katlanılmazlıktan yüzünü çevirince, aslında onu bilgece umursamayınca düzen ona karşı işleyemiyor… Reddediyor adeta ona lütfedilen sahte cenneti. Çünkü biliyor aslolanın telaşla, karmaşayla gelen bu sahtelik olmadığını… Eleştirdiğim, bu sahtelikti Bartleby’i akıllıca olanı seçmekten geri tutan. ‘Şimdilik daha akıllıca olmamayı tercih edenlerden’di sessiz adam. Belki o da yolunu bulmaya çalışanlardandı. Kendi içine dönenlerdendi. Özünü bulmaya çalışanlardandı. Neden insanı bu denli iç dünyasına döndürsün ki bu düzen denilen? Herkes kendince cevap versin bu soruya. Ben Bartleby’den bahsedeyim; aslında hepimiz bir yerlerden aşinayız kendisine.. Kişinin biriydi Bartleby, kişinin biriydi yalnızca… Tesellilerini, inandıklarını yitirmiş, yenilmiş ve sonunda susmayı ‘tercih’ etmiş sessiz bir adam. Her gün önüne konulan sahipsiz mektuplar gibi bir gün kendisinin de yitip gideceğini biliyordu ama önüne konulmuş düzen

10

FUNDAMENTA

yoluna koymuyordu hiçbir şeyi… Yoldan çıkarıyordu süratle… Dindirmiyordu tedirginliklerini. Ne yapacağını söylemiyordu bir türlü. O da protesto ediyordu, kendine göre pasif bir direnişle. Her an bir yenisini daha ekliyordu tercih etmemelerine… Çözümü bu da değildi halbuki. Hayatın ölümle bitmediğini, sonsuza dek yaratıldığını bilebilseydi keşke. Duyduklarının ruhunda karşılığı yoktu. Etrafında duyduğu tüm sözcükler var olan düzenin yalanlarıydı; Yüreğinin kelimeleriyse bu dayatılan düzen içinde karşılığını bulamamıştı. Yüreğinin sesine karşı bir ‘ses’ duyamamıştı. Yalanları duydukça inat etmişti ‘yapmamayı tercih etmek’te. Yalnızdı, dünyada bu kadar insan varken. Derdi de buydu aslında; insan dediklerinden vardı bir sürü ama ’varlık’ yoktu işte sesine karşı bir ses veren. Yalnızdı. Yalnızdı; ama onu boğan bir yalnızlık değildi bu. İyi ki yalnızım dedirten bir yalnızlık işte… Kalabalık bir yalnızlığa sahipti o; pek çoğumuzun hasret kaldığı… Duvar Sokak’ taki yazıhanenin penceresinden o kapkara duvara bakarken belki de –belli ki-geçmişte birdenbire batan güneşleri görüyordu. Birdenbire, seyrine doyamadan batan güneşleri… Kaygısız avukatın çekmecede bulduğu zencefilli çörek kırıntılarıysa bu devinimsiz adamın geçmişten gelen zaman kırıntıları olabilirdi. O da kuşkusuz zamanla başı bir zamanlar dertte olanlardandı. Çok geç olmasaydı artık ona tavsiyelerim olabilirdi: “Ey sessiz adam! Zam-an-ın karakteri bu, bilmelisin daha az sürüp gidemez o. Bırak geçip gitsin zam-an, sen ‘an’lar biriktir sonsuza. Yaşanmamış ya da yaşadığın; fakat tadına doyamadığın ‘an’lar biriktir; Sonsuz’da umut edilen, Sonsuz Saadet’inde devam etsin hikayen kaldığı yerden. İşte bunu uygularsan aran iyi olabilir zam-an-la. Bir dene istersen, tecrübeyle

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


sabittir, emin ol…” Hayal işte benimkisi de. Hayallerin en güzeli hem de…

varıp ürkmemiz gerekmiyor mu bazı şeylerden? Bartleby gibi az az ölmüyor mu insanlık da?

“Ben hayatın mağlubuyum” şarkısını söyleyenlerdendi Bartleby. Peki, hayat dediği neydi bu insanların? Dengeli, akıllı ve tabii ki mantıklı olma zorunluluğunu icat edenlerin sınırlarını çizdiği bir uğrak yeri mi? Sınırların dışındaysak mantıksız ve dengesiz mi oluyorduk? Peki ya dengeli ve mantıklı olmayı bağdaştıramamışsak yaratılış onurumuzla? Onların sınırlarının ötesinde bir sonsuzluksa bizimkisi. Hesap sahibi değil de Kitap sahibi olmayı arzu etmişsek, inat etmişsek bunda... Riyakarlıktan ödümüz kopmuşsa mesela.

Onca curcunadan artan kalacak olan o koca sessizlik –ten hala bir anlam çıkaramıyor muyuz? Kopacak olan gelmiş geçmiş o en büyük devrimin uğultusu erişmedi mi yüreğimize… Yine hayal mi kurmuş oldum yoksa?

İşte bizim bu sessiz adamımız ruhuyla aklı arasında zikzaklar çizip durmuştu kanımca. Sırf bu yüzden de sükut etmişti onca dayatılandan sonra. Bu kez mecbur kalmamış tercih etmişti. ”E bir miktar geç olmadı mı tercih etmek için” diyesim geliyor sessiz adamımıza. Ama öyle bir susmayı tercih ediş ki bu tüm yalanlarını, sahteliklerini yüzüne çarpıyor bu başıbozuk düzenin. Keşke herkes bir an için şu çılgın kalabalıkta sürüklenip giderken dursa da katılsa Bartleby’nin bu sessizliğine… Sadece bir an için. Sonrasında hayat dedikleri o sınırlı alan yeni bir boyuta geçse, o bir anda farkına varılan ‘hakikat’ ten ibaret olsa mesela. Farkına

edebiyat kültür sanat dergisi

Ah Bartleby! Ah sürüp giden insanlık! Neden ayrı tercih etmelerle yetinmektesiniz... ’Ben’liğin ve ‘var’lığın ayrı ayrı kabulleri dışında neden üçüncü bir yolunuz olmasın… Dış dünyaya yani o düzen dediklerine başka iç dünyaya yani özgürlüğe, biricikliğe başka yollar seçmek sizi yormuyor mu. ’Ben’liğiniz aklınızın icadıydı size göre. İnancınızsa ‘var’lığınızın… Oysa ‘tek bir’ Hakikat’in cüzleriydi ikisi de. Menfaatlerin amaç edinildiği bedenlerin düzeninde ‘varlığınıza’ yer kalmıyor ne yazık ki. O yüzden varlığınızı da yaşatabilecek bir düzen kurmanın vaktidir. Bunca karmaşa, bunca akıl almazlık başka neyle açıklanabilir. Benliğinizin köle olduğu bir hayata ben hayat diyemiyorum iyi ki… Bilincinize sokulan bolluk-özgürlük-mutluluk parolasının sebep olduğu tüketimden de öte bir boyutta yaşanabilir hayat… Hatta size bahşedilmiş o beş tanecik duyunun ötesini de idrak edebilirsiniz; kurtulmayı dilerseniz o zincirlerden. Vazgeçerseniz o yetindirildiklerinizden. Yaşadığınız her şeye aklınızın gücüne inanarak ama yine de rastlantılar üzerinden verdiğiniz anlamlar emin olun sizi de felce uğratacaktır. Ve son sözler... Elbette Bartleby gibi sükut etmek de insana verilmiş yüce değere ihanet olurdu. Kölelik olurdu o da. Bir yok oluş, bir boyun eğiş olurdu. İsli puslu bizi sürüp gidenlerinden oldurmaya çalışan bu düzende kendi hikayemizi yazmalıyız diyorum; çünkü bizim bir varoluş sebebimiz var taa en başından. Kendi kelimelerimizle çıkmalıyız yola. Duraklar bizim belirlediğimiz duraklar olmalı. Tıkanmışsa yine trafik, tıka basa doluysa yine topluca taşınmalar devam edebilmeliyiz bir başımıza. Başkasına ihtiyacımız yok zira inanca ve inada sahipsek bu yolda. Madem dünya dönüyor ve madem bu düzen denilen de var olacak onunla beraber kendi hikayemizi. Yüreğin diliyle yazma vaktidir. Sahte düzenin yalanlarına rağmen yüreğimizde biriktirdiklerimiz dillenebilmelidir. Belki biz yumarız gözlerimizi kaybolup giden bu dünya olur…

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

11


M. Emre Yapraklı De

nem

e

Hep aynı şarkıyı dinleyen insanlar bazılarına çok sıkıcı gelebilirler. Şarkıyı temcit pilavı gibi çevirip hayatı siyah beyaz bir film şeridi biçiminde gözlerimizin önünden geçirdiğimizi iddia ederler. Bu iddia çok düz ve yalan dolu bir iddiadan öteye geçmeyecektir. Zaten siyah beyaz filmlere dolu öfkeniz de küreselleşen dünya formunun zorla boğazımıza dürtüklediği acı bir lokma değil mi? Bu acı lokma onların bize öğrettiği fıstıklı baklava kıvamına dönüştürülüp ağzımıza çalındığında aslında siyah beyaz bir filmin ne kadar da hayatın içinden olduğunu anlayabiliyoruz. Charlie Chaplien sadece siyah beyaz bir film karakteri olmadığı gibi onun filmlerinde de hep aynı müzik çalmaz. ‘Modern Zamanlar’ sizlere bir şey öğretebildi mi bilemiyorum ama bizler emperyalizmin pamuk şeker kıvamında Osmanlı macunu olduğuna bire bir şahidiz. Aynı müzik, aynı oyuncular veya aynı sokak sizleri sıkmıyor aslında tatmin etmiyor. Kapitalizmin mottosu “bu değil, bu hiç değil, işte bu” sözüyle özdeşleşmiş hiçbir zaman hakiki anlamda mutlu olamayan plastik insanlar yaratmaktır. Sadri Alışık siyah beyaz bir film figürüdür benim için, çünkü bizim mahalledeki Müjgan’a âşık olabilme şerefine erişmiştir. Müjgan’ın zengin bir züppe bulmuş olması inanın çok da şeytani değildir, sadece zalimcedir bir bakıma. Şimdi aynı müziği dinleyenler ve siyah beyaz filmler kategorisine dönecek olursak Umberto Eco’yu dahil etmeden yapamayacağım. Eco ‘açık yapıt’ adlı eserinde kulağımıza adeta şu sözleri fısıldıyor “siz Vivaldi dinlediğinizde de anne hasreti çekip Neşet Ertaş dinlediğinizde de ana özlemi çekebilirsiniz,

12

FUNDAMENTA

bu yapıtların açık yapıt olabilme durumlarıyla belirlenir. Yapıtlar ne kadar açarsa kollarını size, siz de kendinizi açarsınız. Yani bizler buradan günlerce gönül dağı dinleyen bir adamın bir derviş haline dönüşebileceğini söylüyoruz da sizler uyuyorsunuz. Bir de işin mecazi yönü var ki kısa kesip bağladığım konun beynini oluşturuyor belki de. Kollarını dişlek bir küresel köye değil de kına kokan bir anne şefkatine açan bizler sadece frekanslarımızı radyoda başa sarıp dinlediğimiz o şarkılarımızla bulmuyoruz. Frekanslarımız inandığımız hakikatlerin koynunda yatan sağ kroşelerimizdir. Bir şarkımız var mesela ismine Uludere, Cumartesi Anneleri, açlık, bağımsız sinema, vicdani ret, kapitalizm gibi farklı farklı etiketler koyabiliyor vicdan sahibi kır saçlı insanlarımız... Ben de o çevirip çevirip söylemeye bıkmadığımız şarkıları hep söylüyorum. Gelin beraber hep aynı şarkıları söyleyelim. Kaçakçı diye katledilen masumların kanına giren haysiyetsizlere, faili meçhul tanımıyla annelerin gözlerine yaş bırakanlara, adaletsiz bir sistemde aç ve açıkta kimler saf insanları bıraktıysa, avm’lerde yer bulamayan bağımsız sinema tutkunlarına fırsat vermeyen sermaye düşkünlerine, askerliğe sadece bir meslek gözüyle bakıp silah kırmaktan yana olan tüm vicdansızlığı ret eden gençleri intiharla burun buruna getiren kör sisteme koca ağız dolusu bir küfür eşliğinde hep aynı şarkıyı söyleyelim, olur mu? Belki açık yapıt gerçek olur, kim bilir...

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Not: Yazıyı yazan bunu bilimsel bir tespit için değil sizinle minik bir dertleşme gerçekleştirmek için yazmıştır.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

13


Naime Akçay De

nem

e

Dünya nüfusunun yarısını kadınlar oluşmaktır. Toplum içerisinde yeri ve önemi anımsanmayacak kadar önemli olan kadın, insanlığın devamlığını sağlayan ve bir neslin yetişmesinde temel unsurdur. Bilinçli, kültürlü, sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir nesil yetişmesinde “Kadın” fonksiyonu önemli bir rol almaktadır. Tarihin her döneminde kadını ikinci planda tutan, hak ihlallerinin olduğu dönemler olduğu gibi kadını yücelten hakkına ve hukukuna dikkat eden dönemler de var olmuştur. Toplumsal özellikler, ırk, din, dil, gibi unsurlar kadını etkilemiş, tarihsel süreç içinde kadının rolünde farklılıklar meydana getirmiştir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü bir diğer ismiyle Dünya Emekçi Kadınlar Günü, bu tarihi sürecin etkileşimiyle ortaya çıkan bir olaydır. Bu günün tarihçesine bakıldığında 8 Mart 1857 tarihinde Amerika’nın New York

14

FUNDAMENTA

kentinde 40.000 dokuma işçinin daha iyi çalışma koşullarının istemiyle greve gitmesini ve ardından polisin işçilere müdahalesiyle başlayan eylemleri görüyoruz. 8 Mart 1857 tarihinde grev yapan işçiler fabrikaya kilitlenir, ardından çıkan yangında işçilerin kaçamaması sonucunda 129 işçi yanarak can verir. Bu üzücü ve vahim olay, tarihi sürecin kadın üzerindeki olumsuz etkisiyle ortaya çıkmıştır. Kadının emeğini, işgücü ucuza mal edip değersiz kılan, inanç ve kimliğini yitiren bir sistemin içerisinde yer almıştır. Bu tarihi sürecin başlangıcı 14.ve 15. Yüzyılın ilkçağ ve ortaçağ Avrupa’sından kaynaklanmaktadır. Bu yüzyıllarda kadınların kendilerine uygulanan ayrımcılığın farkına varmışlardır. Kadının da bir insan olduğu ve ruha sahip olduğu tartışmaları yanı sıra “lanetli Havva” imgesinin reddedilmesi için çok çaba sarf etmişlerdir.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Sanayi devrimini izleyen yıllarda ise kadının emeğinden istifade edilirken, bilim, teknik, sanayi dallarında kadının işgücünden yararlanmakla kalmayıp hak hukuk ihlalleri bakımından da sömürüye maruz kaldığı tarihi belgelerde mevcuttur. 19. yüzyılda kamu sektöründe ve hizmet alanında yaşanan büyüme ve gelişme sebebiyle kadın işgücüne ihtiyaç hızla artmış, kadın emeği sömürüsü de doruğa çıkmıştır. Bu güne ismine veren olaylar bu yüzyılda patlak vermiştir. 20. Yüzyılda özellikle 2. dünya savaşından sonra Avrupa’da kadını yasal olarak koruma altına alma girişimleri başlamıştır. 1950’lerde kadınla ilgili yasal düzenleme yapılmıştır. Türkiye’de ise kadın hakları 20. yüzyıl başlarından itibaren gündeme gelmiş, seçme ve seçilme hakkını elde etmişlerdir. 1975 yılı “Kadın yılı” ilan edilmiştir. Bu yılda çeşitli kadın örgütleri kadın sorunlarını tartışmaya başlamıştır. İslam tarihinde kadını incelediğimizde ise İslamiyet’ten önce cahiliye döneminde kadın hak ihlallerinin had safhada olduğu buna binaen İslam peygamberi Hazreti (SAV) ile kadın için yeni bir sayfa açılmıştır. İslam dini kadın haklarını soruna kadar korumuştur. Nitekim Cenâb-ı Hak Kuran-ı Kerim’inde: “Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.” buyurmuştur. Rasûlullâh

edebiyat kültür sanat dergisi

(SAV) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukukunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda: “Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız.” buyurmaktadır. Başka bir hadis-i şeriflerinde de: “Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım.” buyurur. Vedâ Haccı’ndaki meşhur hutbesinde Peygamber (SAV) Efendimiz: “Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allah’tan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Bazı hadislerinde ise: “Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allah-u Teâlâ’nın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!” Günümüzde ise kadın ruhunu, bedenini ve iradesini farklı gören bir erkek anlayışının yanında, inançlı, bilinçli, kültürlü insanların olduğu ve kadın hakkına hukukuna dikkat eden bir anlayış da gelişmiştir. Var olan sistemin tüketim çılgınlığını, ahlaki yozlaşmayı, kadını metalaştıran zihniyetin ve toplumu çürüten unsurların neler olduğunu fark etmiş ve buna göre tedbirler almışlardır. Bu tedbirlerden birincisi İslam ahlakına sahip olmak, ikincisi kadın eğitiminin önemi, üçüncüsü salih amel (iyi işler tavsiye etmek ve yapmak) dördüncüsü birlik ve beraberlik içerisinde “Dosdoğru yolu” anlatmak, yaşamak ve Yüce Allah’ın belirlediği kaidelere uymaktır.

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

15


Reyhan Sarıkaya De

nem

E

e

DEĞİŞİM DİREN(EME)MEK! Her mümkün varlık tabiatının bir gereği olarak değişimin tüm unsurlarını bünyesinde taşır. Yeri ve zamanı geldikçe de bu tecrübeyi bir bir yaşar. İnsan da tab’an değişime namzet doğar şüphesiz. Doğmak, büyümek, yaşlanmak vs. gibi fiziksel değişimin yanında ruh da bu yolculuktan nasibini alır, hatta bedenden daha fazla yol alır. Değişimin/ilerlemenin manaya hasredilmesinden kemal doğarken, bedene hasredilmesinden sınırları bir türlü çizilemeyen dönüşüm ve ötekine benzeme çabası doğar. Ahmet Hamdi Tanpınar ‘Sahnenin Dışındakiler’ adlı eserinde değişen değerlerin, insan suretine ve sîretine nasıl yansıdığını şu aşağıdaki pasajla çok güzel izah eder aslında: “… O zaman, girerken yüzümü göremediğim adamın İbrahim Bey olduğunu anladım. İhsan’ın hakkı vardı. O da tanınmayacak kadar değişmişti. O kendi halinde, mütevazı, devamlı kenarda durup kendini unutturmağa çalışan, para sıkıntıları içinde kaybolmuş, biraz heyecanlanınca alnı ter içinde kalan İbrahim Bey, Kudret Bey’in geleceği hafta evimize o kadar perişan bir çehre ile düşen İbrahim Bey sanki bir sihirle değişmişti. Bu değişiklik evvela çehresinde, istediği zaman göremediğimiz kanatlarla hemen uçacak bir melâike halini veren sakalının yokluğundan başlıyordu. Eski hayatının bu mühim ve psikolojik unsuru onun çehresini sanki birdenbire terk etmiş, ezan saatlerinde o kadar rahmanîleştirdiği bu yüzü çırçıplak kalmıştı.” (Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, Dergâh Yay. S. 132, 133) Yukarıdaki pasajı hatırlamam ve tekrar tek-

16

FUNDAMENTA

rar okumam yıllar sonra karşılaştığım bir hocam vesilesiyle oldu. Vaktiyle bize çok emeği geçmiş olan eski hocamı -eski kelimesini farkında olarak kullanıyorum- görme ümidi ve telaşıyla gitmiş olduğum evde, ilk olarak kapıda beni karşılayan yeni hocamla(!) daha sonra girdiğim salonda ise geneli ev hanımlarından müteşekkil gayet kalabalık bir toplulukla karşılaştım. Başköşede giyimi-kuşamı ve konuşması itibariyle diğerlerinden daha belirgin bir hanım oturmakta idi. Toplantının ilerleyen vakitlerinde bu hanımın da (başörtüsü sebebiyle görevden atılmış) eski bir fizik öğretmeni olduğunu satır aralarından yakalayabildim. Ticaret yapmak ve para kazanmak için bir araya geldiklerini söyleyen, muhtemelen grubun lideri olan başköşedeki hanım, çoğu ev hanımlarından oluşan topluluğa; para kazanmanın önemi ve bunun insana sağlayacağı mutluluktan bahsetti uzun uzun. Çalışmanın öneminin de burada yatmakta olduğunu, başarıya da ancak çalışanların varabileceğini en veciz ifadelerle dile getirdi. Hatta Hz. Peygamber’den (sav) buna dair hadisler de aktardı. Buraya kadar her şey normaldi. Ben de hitabetin büyüsüne çoktan kapılmış bir halde dinlemekteydim. Grubun lideri olan hanım konuşmasına elindeki bir kitaptan pasajlar okuyarak devam ediyordu ki; altını çizerek okuduğu bir pasajla girdiğim o vecd halinden sıyrıldım aniden. Pasaj mealen şöyleydi: “Çağımızın en büyük keşfi insanların düşüncelerine hükmederek önce fikirlerini daha sonra da onların yaşayış biçimlerini değiştirebileceği-

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Not: Yazıyı yazan bunu bilimsel bir tespit için değil sizinle minik bir dertleşme gerçekleştirmek için yazmıştır.

miz gerçeğidir.” Konuşmanın ana temasını neredeyse bu cümle oluşturdu. Üzerine uzun uzun şerhler yapıldı. “Ticaret” ve “para” kelimelerine tekraren ve sık sık dönülünce, “doğrudan pazarlama şirketi” nin bir ev toplantısında olduğumu geç de olsa fark ettim. Konuşan lider hanım, aylık gelirini ve yaşadığı imkânların eskiye nazaran ne kadar iyi olduğunu özendirici bir tablo olarak hem zikrediyor hem de sahip olduğu zenginliğin bütün enstrümanlarını kendi şahsında sergiliyordu. Bir manada çağın en büyük keşfi yani değişim, ete-kemiğe bürünmüş karşımızda duruyordu. Çünkü vaktiyle o da çok zor şartlarda uzun süre mutsuz yaşamış ama düşüncelerini değiştirerek çok kazanmış, bu konuma gelmişti ve şimdi çok mutluydu. Çünkü evinde hizmetçisi, kendine ait arabası vardı. Şimdi ise karşısındaki topluluğa “siz de değişeceğinize inanın, para kazanmaya başlayın ve mutlu olun, aksi halde bu hayata mahkûm olursunuz” diyordu. Tabii ki para kazanmaya başlamanın yolu çokça tüketmek ve tüketimde teşvikçi/ısrarcı olmaktan geçiyordu. Yani ihtiyaç olsun olmasın ürün pazarlayacaksınız ve bunu pazarlatacak gruplar/kitleler bulacaksınız, bulamadığınızda da “yaratacaksınız” Şirketin çalışma ilkeleri bundan ibaretti, çok basitti yani… *** Kapitalizmin kıskacındaki insanı, ben eski ve değişmiş iki hocamın şahsında masum ve safiyâne insanların düşüncelerini değiştirmeye çalışırken ilk kez bu kadar yakından gördüm. Her gün sokakta, çarşıda, markette vs. reklâmlarla görüyoruz aslında. Ama sadece tü-

edebiyat kültür sanat dergisi

ketmek için para kazanmanın insanlara yegâne mutluluk aracı olarak sunulması ve böyle bir girişimde belli dini hassasiyetlere sahipliğiyle ön plana çıkmış insanların başrol oynaması bizi de İbrahim Efendi’nin bir zamanlar var olan sakalını aramamıza, sormamıza neden oluyor. “Kanaatin tükenmez bir hazine olduğu” düsturunun artık eskisi kadar hatırlanmamasında değişen dünya görüşünün payı olduğu muhakkak. Tüketim toplumu olma yolunda ne kadar hızlı yol aldığımız gerçeği de herkesçe malûm. Gün geçtikçe daha da metalaşan dünyanın karşısında Müslüman bireylerin belki de tek direnç unsuru olmak gibi bir sorumluğu/zorunluluğu varken; kapital dünyanın dayattığı sanal ihtiyaç söylemini en yüksek sesle ve gerçekten iman etmiş görünerek dile getirmeleri belki de bu gün için “malûmun ilâmı” mesabesinde kalıyor. Bu hızlı değişimin mazisi benim hesabıma on yılı aşmayan bir süreci kapsıyor. Her geçen gün daha bir ivme kazanarak yol alan tüketim mekanizmasının çarkları pek çok kişiyi de farkında olmaksızın öğütüyor, öğüttükçe büyüyor. Ve öyle bir zaman ve zeminde size takdim ediliyor ki, muhabbet ve sohbet ümidiyle gittiğiniz bir evden, elinizde aslında hiç de ihtiyacınız olmadığı halde satın aldığınız, almak zorunda bırakıldığınız bir yığın ürünle dönüyorsunuz. Çoğunluğunu mütevazı ev hanımlarının oluşturduğu azımsanamayacak bir kitlenin, sessiz ama çok etkili bir reklam aracı olarak kullanılmaları, konuyu iktisadî açıdan yeniden okumamızın gerekliliğini kuvvetle vurguluyor. Durumun sosyolojik, psikolojik ve dinî boyutu ise ayrı ayrı tahlillere muhtaç.

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

17


Zehra Öztürk De

nem

e

VAR MISINIZ EZBER BOZMAYA?

Ağzımıza sürülen bal mıydı bizi avutan ve sorgulamaktan uzak tutan? Öyle ki ‘Düşünmez misiniz?’ denildiği zaman çekingenliklerimizin, korkularımızın arkasına sığınır olduk. Ne gereği vardı ki zaten değil mi? Birileri mutlaka düşünürdü bizim adımıza. Sonra da bize ithal ederdi. Alan razı veren razı ticareti sürüp giderdi böylece… Kırılmayan, aşılmayan öyle tabularımız var ki başa bela! Kurtulmak istemeye biraz meyilli olduğun zaman sana bir darbe vuruyor... Ağzını, gözünü, kulağını tıkıyor. Bu da işimizi kolaylaştırmıyor değil hani! Sorarım kendime? Nerden geldin?-Nereye gidiyorsun?-Varacağın yer nere? Bu soruların cevaplarını kestirebiliyor muyuz? Farkında mıyız acaba Us’lu olmazsak başımıza neler geleceğinin? Geldiğimiz yerin; gidişatımızda ve varacağımız yeri tespit konusunda önemli olduğunun bilincinde olmalıyız. İstenilen kıvama kolayca gelebilen bir millet olma utancını hep yaşamışımdır. Kaderimize mi terk etmiştik benliğimizi nedir? Bir türlü kendimizi tanıma yolunda başarı sağlayamıyor ve sürekli tarihimize yüzeysel bir bakış atarak şımarıyorduk. Geçmişe sırtımızı yaslayarak böbürlenmekte 1.’yiz doğrusu! Ama unutmamalıyız ki bu ailenin tek çocuğu biz değiliz! Bir kere seveceksen de, söveceksen de bunu bilinçli yap insan evladı! İlk önce kendini inandır arkasından gittiğin şeye. Eğer varsa şerhin, haykır derdin… İnanmak haykırmaktır hiç çekinmeden. Varoşlardan koşup gelerek cesurca çağırmaktır hakikate, ölüm pahasına dahi olsa… Hani biz Müslüman olduğumuz iddiasındayız ya! Hani hüznü övüncü olan bir peygamberin ümmetiyiz ya! E hadi bakalım, madem iddia ediyoruz… Onlardan aldığımız adresin peşine düşelim. Sora sora bulalım doğru adresi. Araştırıp, didik didik edelim tüm sokakları, caddeleri… Ayaklarımıza kara sular insin adeta. Bu sayede kıymeti olsun varılan adresin! Geçmiş, hakikaten ‘geçmiş’ de işlevi yok mudur? Peki ya ben neden diğerleri gibi tarihimize sarılamıyorum? Onların sağlam bir mazisi vardı da bizlerin mazisi niye kıymetsizdi? Yoksa bizim mazimiz de mi onların avucundaydı? Belki de biz onlara müsaade ettik ve ediyoruz he ne dersiniz? Hayır diyorsanız eğer… Biz neyin çabasını verdiğimizin bir farkına varalım hele. Bilinçli, Us’lu (var olan aklını kullanabilen) bir nesil yetiştirmek olmalı idealimiz. Belki de ideallerin en yücesidir anne olup, zehir gibi bir nesil yetiştirmek. Sorgulayıcı… Duyduğunun, okuduğunun peşine düşen, kaliteli, fiiliyatta karşılığı olan sorular sorabilen bir nesil yetiştirmek… Yahu heyecanlanın bi… Kımıldatmaya üşenmeyin şehadet parmağınızı. Çok güvenmeyin başparmağınıza. O sizi terk etmeden siz ona koşun. Malcolm X’in şiiri tefsir eder ruh halimi:

18

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Bir taş at. Bir taş daha at. Bir şiir ateşle. Bir yumruk yükselt. Sesini yükselt. Bir çocuk yetiştir. Bir maske tak. Duvara bir slogan yaz. Şehitleri an. Bir hayal kur. Bir barikat kur. Tarihine sahip çık. Sokaklara sahip çık. Bir slogan at. Bir kurşun at. Bir tohum ek. Bir ateş yak. Bir cam kır. Terle. Sahte belge düzenle. Bir bildiri bastır. Bir kanun kaçağını barındır. Bir yara sar. Bir dosta sevgi göster. Silahını temizle. Hakikati söyle. Bir miting düzenle. Arkanı kolla. Gökyüzüne bak. İz bırakma. İşçilerden öğren. Bir yoldaşa öğret. Bir hücreyi ziyaret et. Bir savaş esirini kurtar. FBI’ın gizli dosyalarını çal. Kendi kalbini çal. Parolayı aklında tut. Bir aynasızı silahsızlandır. Bir füzeyi çalışmaz hale getir. Bir fıkra anlat. Bir plan yap. Bir ümit ışığı gör. İsmini değiştir. Bir teoriyi test et. Bir dogmaya meydan oku. Korkunu kullan. Bir damla gözyaşı akıt. Haritayı incele. Hainlerle hesaplaş. Ağırlığını hakkıyla taşı. Biraz daha ağırlık kazan. Sevmek için mücadele et. Sevdiğini bir daha söyle. Sınırı aş. ...

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

19


Ahmed Musab Rö

por

taj

Zaman Sinema Derviş Edebiyattan sinemaya, sinemadan tasavvufa hayatın her alanına yazılarıyla renk katan Sadık YALSIZUÇANLAR, dergimizin bu ayki sayısına konuk oldu. Modern zamanların dervişi olarak Sadık YALSIZUÇANLAR, kendini ne olarak isimlendiriyor? Aciz bir kul olarak. Hakkıyla kul olmaya çalışan biri olarak.

Hakları Vakfı’nın raporlarında yer alan bazı olayları ve bizatihi dinlediğim kimi kötücül hadiseleri öyküleştirmeye, böylece tarihe bir kayıt düşmeye girişmiştim. Kitap öyle doğdu. Ölümün bir haber gibi seyredilmesi, modern zamanların hicranlarından biridir.

Edebiyattan sinemaya ve tasavvufa hayatın her alanında karşımıza çıkıyorsunuz. Sadık YALSIZUÇANLAR kendini bu engin okyanusun neresinde buluyor? Biraz meraklıyım o kadar. Edebiyat öğrenimi gördüm. Ama edebiyatın diğer biliş ve duyuş alanlarıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hem diğer alanlarla ilgilenmeye çalıştım hem de olayı bütüncül görme konusunda titizlenmeye çalıştım. Tasavvuf, dinin özüdür. İçidir. Sanat ile tasavvuf arasında dolaysız bir ilişki vardır. Sanırım bu yüzden tasavvuf irfanından okumaya gayret ettim. “Ölüm haber midir, onu seyrediyorlar.” Yeni Türk Edebiyatının üretken yazarlarındansınız. ‘40 Gözaltı Öyküsü ve Diğerleri’ adlı kitabınızda kalemini şimşek hızıyla gözümüzün dibine vuran Sadık YALSIZUÇANLAR karşımıza çıkıyor. “Kalemini şimşek hızıyla gözümüzün dibine vurmak” tabiriyle neyi gösteriyorsunuz? Tabir bana ait değil. Kitabın sunumunda yer alıyor. 40 Gözaltı Öyküsü, yakın tarihimiz içinde bir bölgemizde, insanlara yapılan eziyetleri konu ediniyor. İnsan

20

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


“Allah’ım gariplerin benim tekkemde ölmelerine müsaade etme. Zira Ebu’l Hasan’ın tekkesinde bir garip öldü derlerse, ben o garibin ölümüne tahammül edecek güce sahip değilim” Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve Bediüzzaman Said Nursi kaynaklarında ve sohbetlerinde övgüyle bahsedilen Ebu’l Hasan Harakani’ nin yaşamını çarpıcı bir şekilde “Cam ve Elmas” kitabınızda değindiniz. Kitap ile ilgili okuyucularınızdan beklentileriniz ne yönde? Bir beklentim yok. Cam ve Elmas ile bu topraklara çok emek vermiş olan Harakani Hz.lerinin hayatını anlat-

mak istemiştim. Bir kameramanın yaşamının içinden anlattım. Harakani, vahdet ehli bir zat. Pek çok arif yetiştirmiş. Hayatı olağanüstü güzellik ve zenginlikte. Bir değil on romanda anlatılamaz bir halde. Yazılarınızda kullandığınız dil ‘dilini inancıyla örtüştürüyor’ sözünü ortaya çıkarıyor. Bu bakımdan düşünülürse Mevlana’ nın Mesnevi’sindeki dil ile bağdaştırıcı bir özellik taşıyor mu? Est. Hz. Pir nerede, bizim gibi kekemeler nerede? Ama o ariflerden gıdalanmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Kişi sevdiğiyle berabermiş. Onlara benzemeye çalışarak onların ruhunu kavrayarak yeni bir dil kurabiliriz. “Sinema-tasavvuf ilişkisi teorik spekülasyonlardan çok pratik kazanımlara muhtaç bir sorun olarak gözüküyor.” Filmlerinde Tanrı’nın varlığını betimleme gayretine girmiş Rus yönetmen Andrei Tarkovsky hakkındaki düşünceleriniz nedir? Tarkovski, filmlerinde Tanrı’nın varlığını betimlemeye çalışmaz. Varoluş sorunlarıyla ilgilenir. Modern zamanlarda insanın kendi asli varlığını, özünü nasıl koruyabileceğine ilişkin bir arayış içindedir. “Rüya Sineması, sinemanın tasavvufla ilişkisini irdelerken çarpıcı örneklemelerde bulunuyor.” Rüya Sineması, Sadık Yalsızuçanlar’ın Bediüzzaman’dan yakaladığı bir kavram mı? Rüya ile sinema benzeşiyor. Hem metafiziksel hem olgusal açıdan. Bu ilişkinin teorik temellerini araştırmıştım o kitapla. Rüya-yı sâdıka, sinema-yı Rabbaniye’dir denilmiştir.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

21


Hacer Gören Hik

aye

KAOS SALATASI Eleni’nin ‘To Vals Tou Gamou’su yükseliyor minarelerden, ezanı ise hicaz makamı ile fısıldaşıyorlar. Müezzin? Müezzinin kendisinden geçip süryani şarabını yudumladığını görüyorum… Der iken ter içinde uyandım. Kahvaltı için yürümeye koyuldum. Ahh yaşam… Grilerin arasından yükselen beton yığınlarına adanmış tınılar eşliğinde saklambaç oynamak kadar zordu esasında. Besmelesiz bir duanın âmin nidalarını duyar gibiydi yaşamak. Hmm bir de bir bardak hüznü bir keresinde devirmekti, hayat dolu sürprizlerle… Evet, evet ben de fark et-

22

FUNDAMENTA

tim doğrusu hayat sürprizlerle doludur olacaktı. -Pardon biraz gökyüzü rica etsem? Hmm.. Hayallerini fazla kaçırırsanız şayet hiç de şikâyetçi olmam. Kırmızı kravatlı komi uzaklaşır iken yalnızlığım diğer masalara misafir etmişti; beni yani kulağımı. Gayet düzgün sıfatlı biri coşkuyla yahut kızgınlıkla anlatıyordu…”Kürdüm; hıristiyan, yahudi ve müslüman olabilirim. Kabulü direnişimde gizlidir. Ova veya dağlarda tanrıya sığınırım yahut tanrının olmadığını düşünürüm. Müslümanım eylemlerde dinimin kardeşliğinden dem vurup; hem-

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


şini, çerkezi, türkü, kürdü, zazası ile nara atarım. İnsanım, ben insanca haykırışlarda var olanım.” “hebe hübü hiii… tiririiri lala lolo” karşısındakinin sesini tam olarak alamıyorum. Karşısındaki susunca düzgün sıfatlı ( ki onun sadece ensesini görebiliyordum ) başlıyor ağır kasvetli ve belki biraz da ketum… “Meczubum, kelimelerle dans eder; salyamı sümüğümü yutkunurum, kahkahalarımda!” demişti. Meczup olması insanca nara atmasını açıklıyordu. Yumurta, kâğıttan kaplan, ergenekon’a üyelik, yumruklar, türksunni-laik şartı, faili meçhuller, tasfiyeler, kayıplar,

edebiyat kültür sanat dergisi

toplu mezarlar, torbacılar, hadımlaştırılmış coşkunlar, cüppeliler, ezilenler, ezenler, rantçılar, günde en az beş kadın cinayeti, duygusal şiddet, barışmacalar, sömürmeceler, manyamacalar vs. vs. vs. açık büfe kaosu olan beş yıldızlı bir ülkede kahkaha atmak için sıyırmak gerek tabi. Yorgunum… Neyse ki arabesk halkların sevgililiğinden sorumlu bakanın vicdani verdiği tatil ile siparişlerimi yemenin motive edici bir yanı var. Kırmızı kravatlı demedim mi sana bol hayalli bir gökyüzü istiyorum diye! fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

23


Şenay Uslanmaz Hik

aye

CÖ M ERT S ER A M ONi Çok mutlu bir ailede yaşıyordu. Adı Bahar’dı. Henüz altı yaşındaydı. Babası çiftçiydi. Günün tamamını onunla geçiriyor, babasına yardımcı olmaya çalışıyordu. Nihayet bütün tohumları ekip sıra onun özel isteğine geldi. Kendine ait bir şey yetiştirmek istiyordu. Sadece o ilgilenecekti. Küçücük bir fidandı. Kim bilir hangi hayatlara girip nelere ortak olacaktı. Onu toprağa yerleştiren Bahar’ın büyük hayalleri vardı. İkisi birlikte büyüyecek ve ikisi de sabrı öğrenecekti. Bu sabır bahar mevsimini bekleyenlere örnek olacaktı. Kolay değildi. Onca yağmura fırtınaya susuzluğa göğüs gerecek, bunlara rağmen hayata tutunacaktı ve öyle de oldu. Artık yavaş yavaş büyüyor fakat sürekli yağan yağmurlar her seferinde onu güçsüz bırakıyordu. Tam boynunu büküyorken verilen bir molayla biraz kendini toparlıyor ancak bu da uzun sürmüyordu. Dayanacak kuvveti kalmamıştı. Cılızlaşmış boyu ise ancak seçiliyordu. Ona hayat verenin de umutları, bitmek bilmeyen kış mevsimiyle yok olacak gibiydi. Bir şeyler üretip ’’Ben de varım, yapabilirim!’’ diyordu kendi kendine. Fakat doğanın dengesi boynunu büküyordu. Fidanın etrafında yağmurlar küçük bir havuz şeklini alıyor, onu da elleriyle boşaltıyor ve dik durması için uzun çubuklarla destekliyordu. O bunu babasından öğrenmişti. Gece çok çetin geçmişti. Fırtına ortalığı neredeyse yerle bir etmiş, bütün hasat ziyan olmuştu. Bahar o kadar üzülüyordu ki camdan dışarıyı seyrediyor, sıcak yatağından çıkıp her şeye rağmen emek verdiği fidanı kurtarmak istiyordu. Birkaç kez kapıya yöneldi ama nafile… Fırtına izin vermiyordu, sabahı bekledi. Nihayet ortalık sakinleşmiş, dünkü havadan eser kalmamıştı. Kış son hamlesini de o gece yapmıştı. Güneş yavaş yavaş bulutların arasından merhaba diyor, yeni gün ümit vaat ediyordu. Aceleyle üzerini giyindi, malzemelerini yanına aldı. Babasıyla birlikte tarlaya giderken dualar ediyordu. Fidanı bıraktığı gibi bulmak istiyordu. Güneşin ışıkları, hissettiği sıcaklığı yeniden ümidini canlı tutmaya başladı. Yaklaştı, yaklaştı… Evet, tam da oradaydı. Gözleri yaşardı. Gördüklerine inanamadı. Çoğu hasat ziyan olmuştu. Sadece onun en büyük ümidi küçük fidanı hayatta kalmayı başarmıştı. Babasının üzüntüsünü Bahar’ının fidanı hafifletmişti. İlahi kuvvet onu korumuştu sanki. Belli ki şanslıydı. Zaten mevsimlerin en güzeli olan bahar gelmişti. Ekinler için en uygun mevsim buydu. Babası tam da bu yüzden kızına “Bahar’’ adını vermişti. Baharın gözyaşları sevinçtendi. Hayalleri yıkılmayacak, pes etmeyecekti. Daha çok çalıştı. Küçük yaşına rağmen elinden gelenin fazlasını yaptı. Kim bilir kaçıncı kere gelen bu bahar artık onların baharıydı. Umutların, sevginin ve sabrın baharıydı. İnancın, azmin baharıydı. Oluşa gelen mevsimler birbirlerini takip ederek sıralarını bekler. Fırtına havanın kaoslu durumunu fırsat bilip kopmasını, yağmur bulutların bir araya gelerek dolmasını, bahar da bu yağmurların şiddetini boşaltıp dünyamızı ısıtmak ve güzelleştirmek için muhteşem ışıklarıyla doğmasını bekler. Biz en şiddetli kış günlerini geride bırakarak baharı, baharımızı beklemekteyiz. Doğan her taze gün yeni bir başlangıç vaat ederek bize baharın yolda olduğunu fısıldamaya başladı bile... Sadece bahar kelimesi bizi gülümsetmeye ve ümit vermeye yetiyor. Artık biran önce gelsin istiyoruz. Yeşil, capcanlı çimenlere çıplak ayaklarımızla basarak bütün enerjimizle özgürlüğümüzü hissetmek istiyoruz. Her karanlığın nasıl aydınlığı varsa her kışın da bir baharı vardır. İyi ki de var... Hayat veren ışığını gözlemekte özlemle seni beklemekteyiz. “Işığın aydınlatsın dünyamızı, sıcaklığın ısıtsın ruhumuzu.’’ Bu bahar hepimizin baharı olsun...

24

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


edebiyat k端lt端r sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

25


Aişe Hümeyra Söy

BUĞULU SES TONUYLA SEVILEN RADYOCU, YAZAR IBRAHIM INECIKLE BIR HASBIHAL

leş i

Kendinizden biraz bahsedermisiniz? 1984 Urfa doğumluyum, kendime şair demiyorum. Ben yazarım, yazı yazıyorum, okuyanlar yazdıklarıma şiir mi? Düz yazı mı? demek isterler okuyucunun yorumuna bıraktım kendimi. Kendimce şöyle diyelim o zaman uzun zamandır şiir niteliğinde yazı yazıyorsunuz. Ölü kentin kitabı ve ölü kentin dirilişi aşk diye iki kitabınız bulunmakta. Sizce neden ve nedir şiir ? Uzun süre derken 6 yaşından beri yazıyorum, kalemi elimden düşürmedim, bana göre kendini ifade etmenin bir yoludur şiir. . . Günümüz gençliğinin şiire bakış açısı nedir? Yeteri kadar değer buluyormu ? Şuan gördüğüm kadarıyla sosyal medyada gençler şiire ilgililer. Lakin insanlar özgüven eksikliğinden, dolayı şiirsel duygularını, edebi yazılarını açığa vuramadıkları için, günümüzde popüler olan sosyal medya

26

FUNDAMENTA

aracılığı ile duygularını daha rahat bir şekilde ifade etmektedirler. Böylelikle şiire karşı ilgi ve beğeni bu yönde ilerlemektedir. Kendinizin ve şiirin gelecekteki yerini nasıl görüyorsunuz? Yani şiir ve edebiyat dünyayı kurtarmaz, sadece güzelleştirir. İnsanın kendi kişisel düşüncelerini dahada güzel yerlere götürerek ufku açar, ben o gözle bakıyorum, bende yazabildiğim kadar yazarak artık romana yönelmek istiyorum. Ürettiklenizleriniz toplumsalmıdır veyahut bireysel midir? Ve Yazılarınızda çelişki veya çatışmalardan beslenir misiniz? Toplumsal içerikli olanda var elbette lakin bireysel ağırlıklı yazıyorum. Ayrıca yazının doğasında çelişki vardır. Çelişkiler olmazsa düz bir şekilde gidersin. Çünkü aynı yapıtlar ortaya çıkar.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Başucu kitabınız varmıdır?postmodern yazarlarından kimi okurusunuz? Başucu yazarım İskender pala olmazsa olmazlarımdandır. Başucu şairim ise Nurullah genç, postmodern yazarlarından ise Cemil Meriç, İsmet Özel. Medya sektöründe ve sosyal medyada yeterince popülersiniz, peki popüler kültür içerisinde kendizi ve bakış açınızı nasıl tanımlarsınız? Sonuçta popüler olmayan , kar amacı güdülmeyen hiçbirşey insanlarla buluşmuyor. Uzun zamandır yazıyor olmamın bir sonucu olarak eserlerime olan ilgiyle bu konumdaki popileritemi artırmama rağmen, kar amacı taşıyarak yapılan her eserde sanatsallık ve gerçeklik payı azalır. Bütün bunlar bir kenara doğru bir yazarlık; güçlü bir içtensellikle oluşur. ''Din, sanat ve şiir insanin özündeki hakikatı kavrama çabasının bir sonucudur'' der bi yazar bu söze katılırmısınız ? Katılıyorsanız, Şiiri hangi konumda insanla bütünleştirirsiniz ? Hulas olarak şiir insanın fikriyatının, yaşantısının tasavvurlarının en güzel ve birbirleriyle uyumlu kelime yumağıdır. İnsanın içindekilerinin dışarı yansımasıdır. Yeteneğin dışa vurulmasıyla oluşan güzellikleri kapsayan sanat, insanın iç dünyasının zenginliğini gerçek hayatla buluşturur, manevi ihtiyaçların bütünü insanın özünde gizlidir. İnsan duygularının şekillendirdiği biçimde inanır, hissettiklerini bütün doğallığı ile dizelere döker. Ancak şiirdeki safiyeyi kafiyeye feda etmek yanlış olur. Şiirde esas olan kelamın süsünden çok manasıdır. Bana göre dizelerdeki kapalı anlatım ve ölçülere uyulma gereksinimi manayı gizleyerek akıcılığı arka plana atar. Bu yüzden de edebiyatçılar tarafından pek sevilmem . Peki Bu sayıda dergimizin gündemlerinden biride kadın ve toplum idi. Bu konuda sizde neler söylemek istersiniz, kadının toplum içerisindeki yerini nasıl konumlandırıyorsunuz? Toplumu oluşturan bir diğer birey de kadındır. Kadına biçilen görevler bu toplumdaki yeriyle ailenin en kuvvetli temelini oluşturur. Toplumun ahlak seviyesini, kültürünü, özünü koruyan ve gelecek nesillere aktarmak için yaşatan kadın değilmidir ki. . . Kadın kavramı konuşulurken, kadını; aile veya yakın çevremizdekiler olarak görmek yerine genele baktığımızda, hak etmedikleri halde mağdur edildiklerini, hırpalandıklarını görmekteyiz ve bütün bunlara sebep olanlar, biz erkekler değil miyiz ? Toplum içinde, vicdanlarda kendi yerimizi sorgulamamız gerekir düşüncesindeyim. Bize zaman ayırdığınız yeniden teşekkür ederiz.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

27


Ahmed Musab İnc ele

me

“Beni Kendi Kutbumda Yalnız Bırakma” Ahmet Hamdi TANPINAR

Cumhuriyet devri Türk edebiyatımıbir çoban rüyası kadar güzeldin, bir “Her şey yerli yerinde; zın mümtaz şahsiyetlerinden Ahmet sabah vaktiydi gülerek geldin.” Hamdi TANPINAR, şiir, hikâye, robir dolap uzaklarda Ahmet Kutsi TECER’e yazdığı man, deneme, tenkit ve edebiyat tamektuptaki şiirde yaşadığı karmaşaazapta bir ruh gibi, rihi olmak üzere birçok alanda eser ları gözlemleyebiliyoruz. Tanpınar’ın gıcırdıyor durmadan vermiştir. şiirlerini anlayabilmek için mektupbir şeyler hatırlıyor Büyük bir sanatkâr ve fikir adalarını ve kitaplarını okuyarak onu mı olan Tanpınar’ın eserleri doğuyla şekillendiren ruh halini keşfedebilibelki maceramızdan batı arasında kalmışlığını cesaretle riz. Bir mektubunu okuyunca insanın kuru güz yapraklı kabul eder, kararsızdır. Yaşadığı ve söyleyecek şeyleri artıyor, her mekuçuşuyor rüzgârda” yaşadığımız uygarlık çelişkisini ironi tupta farklı bir yönünü keşfediyor ve ve incelikler yoluyla aşmak ister. düşüncesini öğreniyoruz. Tanpınar’ı mektuplarından daha Tanpınar’ın şiir ile anladığı ses iyi tanıyoruz. Kendisi hakkında gizlenmişlikleri az da verdiği ve onun bir kalıba sığdıramadığı ahengi, telkin olsa aralayabiliyoruz. kudreti, ses şekli olduğunu anlıyoruz.; “Onu yapan ha “Bir bahar saati kadar aydınlık kalbe ümit kadar ya- vayı kaldırınız, elinizde lügate iadesini bekleyen bir yıkın ve ürkek, bir sabah vaktiydin geldin gülerek... Saçla- ğın kelime ile birkaç hayal kırıntısı kalır. Asıl olan bu rın dağınık, göğsün açıktı, yüzün sade lezzet, sade ışıktı, hava sanatkârdaki ruhi vaziyetin lisana naklinden baş-

28

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


ka bir şey değildir ve bunu yapan da sanatın nizamı ve sanatkârın çalışma kudretidir. Onun için bir şiirin mucizesini onun dışında aramak, bir uzviyeti zi-hayat kılan müessiri kendi haricinde aramağa benzer.” Tanpınar’ın hece vezniyle yazdığı ilk şiirlerinde imge zenginlikleri ve müzikal nitelikler dikkat çeker. İçe dönük bir bakışla doğa ile iletişim kurmaya çalışır. Şiirlerine bir ayna tuttuğumuzda bir yönünün Bergson’un zaman felsefesinden kaynaklandığını görürüz. Zaman süreklilik değil çok katlı ve karmaşıktır. Bergson’da süre, bütün varlık olaylarından önce var olan bir şeydir. Süre sonsuzluktur ve bölünemez bir zaman bütünlüğüdür. “Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında. Yekpare geniş bir anın,Parçalanmaz akışında.” “Ne İçindeyim Zamanın” ve “Bursa’da Zaman” şiirleri bu olgunun örnekleridir. Tanpınar’ın ortaya koyduğu, üzerinde kafa yorduğu iki dünyadan söz edebiliriz. Birisi

edebiyat kültür sanat dergisi

somut olarak bulunduğumuz, beş duyumuzun algıladığı ve bizatihi yaşadığımız bir fiziksel dünya, bir de bunların çok daha üstünde, ötesinde ruhsal olarak bambaşka şartların olduğu bir sonsuzluktur. Ahmet Hamdi, realite ve rüya arasında eserleri vücuda getirmekte (yerinde rüya, yerinde realite) ve bu havadaki eserlerini ruhsal bir serüvene dönüştürmektedir. Tanpınar’ın rüyaları kozmosa açılan bir kapıdır. Realitesi ise ölümdür. Ölüm takıntısını üzerinden bir türlü atamamıştır. Tanpınar’ın son zamanlarına baktığımızda zamanın öldürücü etkisinden kaçma telaşı vardır. Ölüm gerçekliktir fakat Tanpınar ölümü rüyalarda bulma telaşesi içindedir. Tanpınar bu ruhsal serüveni şu sözünde gizlidir : “Beni kendi kutbumda yalnız bırakma” Tanpınar kendi kişisel ve ruhsal çıkmazları yüzünden bir nihilizme ya da ümitsizliğe düşmemiştir. Felsefesini, kendi hakikat yolunda bulmuştur.

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

29


Gamze Okumuş inc ele

me

BAŞKALARINA UZAK OLMAYAN CEHENNEM

Akla düşenlerden ilki yaklaşık şöyleydi: “Bu film biraz rahatsız edecek.” Filmin her sahnesinde öylece salınan bu rahatsızlık hissi zorlama ile değil, gerçek ve “uzak” bir yaşamın tutulup bir şekilde gözümüzün önüne getirilmesiyle oluşuyor. Film 1990’larda Florida’da altı adamı öldürerek ölüme mahkûm edilen bir fahişe olan Aileen Wuornos’un yaşamını ele alıyor. Yönetmen Patty Jenkins’ın bu hayatı pek de evirip çevirmeden, saf yansımasıyla perdeye yerleştirdiği ilk filminde, Aileen rolünde Charlize Theron’u görüyoruz. Wournos, Florida’da bir barda, dindar bir aileden gelen ancak eşcinsel olan Selby Wall (Christina Ricci) ile tanışır. Kötü bir çocukluk geçiren ve artık erkekleri bir cehennem gibi gören Wournos, Wall ile iyi bir yaşam süreceğini ve birlikte mutlu olabileceklerini düşünür ve işini bırakmaya karar verir. Ama

30

FUNDAMENTA

saygın bir iş bulmak adına tüm çabaları boşunadır ve yollara geri döner. Sonrasında müşterilerinden birini vurmasıyla kendini trajik bir cinayet serisinin içinde bulur. Konu çok cins görünmese de, film üzerinizde bir ağırlık bırakarak sessizce çekiliyor; ardından hissedilen duygular ise karmakarışık bir hal alıyor. Jenkins, gerçek bir yaşam üzerinde durduklarından dolayı çok korktuklarını dile getirmişti. Niyeti ne onu korkunç bir cani ne de yaptıklarını haklı çıkaran bir kurban olarak göstermekti, ancak Wournos’u ve onun bu çetin hayatını bir orta yol bularak ve dramatize etmeden anlatmak istiyordu. Nihayetinde başarılı olduğunu, filmin insan doğasında yarattığı etkiden anlayabiliriz.

edebiyat kültür sanat dergisi

Karanlık ve kederli bir film Cani. Baştan sona kirli sokaklar, ucuz otel odaları, barlar, ormanlar ve daha pek çok kasvetli dekor var. Bunların içinde boğulmadan filmden sıyrılmak zor. Kafanızda geriye kalanlar ise bir fahişenin ya da seri katilin olağan hayatından fundamentadergi.com


ziyade, iki farklı insanın zıtlıklarından da yola çıkarak iyi ve kötü insan üzerine sınırlamaları, “öldürmeyeceksin” sözüne yapılan göndermeleri ve zıt hayatları vurguluyor. Bulanık çerçevenin netleşmesinde elbette Theron ve Ricci’nin oyunculuklarının da payı büyük. Diğer rollerine nazaran radikal bir değişimle karşımıza çıkan iki oyuncu da rollerinin hakkını veriyor ve film Theron’a “En iyi kadın oyuncu” ödülünü getiriyor. Bitirirken şunu söylemek isterim ki film size bahar bahçe sunmuyor ve eğer rahatsız edilmek istiyorsanız bu filmi izleyin. edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

31


Fatih Karabulut

BİR

SESVERMELİ Çatırdamadan henüz dünya Yetim bir çocuğun gözyaşları henüz durmamış Ekmek kuyruklarında bombalanan körpe bedenlerin acısı henüz diri iken Bir şeyler yapmalı, Bir ses vermeli Henüz rahme düşmemiş bir barışı beklemekten yoruldu tüm insanlık Bütün acılar ve kederlerin gölgesinde söz vermeli, kenetlenmeli. Çocukların masum gülüşleri üzerine Kahrolsun silahlama, kahrolsun savaş diyebilmeli. Som altın tahtında Afrikalı açlara dua eden papaya Canınız cehenneme diyebilmeli biri.

32

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Vicdanı körelenler en azından evlatlarından özür dilemeli Televizyon başında ağlayıp gece deliksiz uyku uyuyanlar vicdanlarından utanmalı Hizaya çekilmeli bütün zalimler Çektirdikleri acılar ortaya serilmeli Yetimler öksüzler mülteciler sürgünler açlar ve hala ağlayanlar adına İnsanlığın şerefi kurtulsun diye salyalı ağızlarından Ve bir çocuk daha annesiz babasız karşılamasın diye doğan güneşi Güneşli gökyüzünü sermek için çocukların üzerine Yemyeşil baharları ailecek karşılasınlar diye Sığınaklarda geçmesin ömürleri Ve açlıktan ölmesinler diye tüm bunlar Bütün bunlar çocuklar için Doğan güneşi koyabilmek için güleç yanaklarına...

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

33


Halim Bekar inc ele

me

SaatleriAyarlamaEnstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat bir zamansızlıktır. Ona ömür biçenler kendilerini hesaba katmalıdır. Edebiyat bütün zamanların en hoş dilidir. Gök kubbe altında ne varsa, onu dile getiren müstesna bir ilimdir edebiyat Edebiyat yeryüzünün kutsallığıdır. Her mekândan ayrı bir tat çıkarır ve âlemin sonsuzluğuna sunar. Her ülkeye nasip olur her ülkeden nasiplenir. Kiminde şiir olur kiminde roman kimin de ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü.’ Edebiyat düşlerin ülkesinden gerçeklerin yankılandığı yerdir ve beklenti halinde hayal olan her şey edebiyatta bir hakikattir. Hakikat metafiziksel bir kavramdır ve bir romanın giriş yazısı için kullanılmaz bir değerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden bahsedeceğiz. Bahis konusu giriş konusundan uzun tutulacaktır gayri söz üstadındır: Saat sesi ebedi inançların sesidir, bir taraftan bugününüzü ve vazifelerinizi tayin eder, öbür taraftan da peşinde koştuğunuz ebedi saadeti. Onun lekesiz ve arızasız yollarını size açar. Kitabın genel gidişatına yön belirleyen asıl ses budur. İnanç, gelenek, yaşayış, değişim, yenilik. Bu kavramları yan yana getirdiğinizde vakti olanlar için yoğunca sayfalar dolusu bilgelik vardır. Romanın asıl tedirginliği kahramanın değişimi mi, ülkenin değişimi mi, yoksa saatlerin ehemmiyeti mi. Sanırız hepsi. Ağırlıklı olarak zaman belirgin bir hal kazanır eserde ve bunun alt mekanizmalarından biri de saattir. Zaman değer biçenler için bulunmaz bir icattır. Zamanı kontrol altında tutanların ve onu sayı ile ifade edenlerin buluşudur saat. Saat kimsesizlerin uyandıranı yolda kalmışların öğün bildirenidir ve yazarın dilinde saat Allah’ı bulmanın en sağlam çaresidir. Sürelerden vakit ayırıp kahramanımızı tanıtmaya geçersek, o da saatle hemhal olmuş biri değildir ama bütünüyle uzak da değildir, özetlersek: Saatçinin yanında çırak Hayri İrdal. Roman Hayri İrdal’ın yavaşlığıyla başlar, kolunda saat taşımayan, okumayan, yazmayan, kahvehane köşelerinde mecmua karıştıran yer yer Oblomov’u andıran bir kahraman: Beni tanıyanlar, öyle okuma yazma işleriyle büyük bir ilgim olmadığını bilirler… Yeteneği olmayanların, olmamış işlerde oluyormuş gibi dakik davranmasına dayanır burada bulunmak. Ve burada bulunanların en kalender yöneticisidir Hayri İrdal. Geri kalan ve hiçbir şey yapmayanlara elbette isim bulmada sıkıntı çekilmez. Herkes için hiçbir şey yapmamak üzere

34

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


“Sorumluluğunu

taşıyabileceğin

düşüncenin insanı ol.”

Ahmet Hamdi Tanpınar

bir sürü görev bulmak mümkündür: Bu mutlak kadrodan sonra ihtisas kadrosu geliyordu. Bu da saatin kendi bünyesinden ve içtimai hayattaki mevkiinden ve rolünden doğan bir kadro idi. Birinci kısımda, şimdilik yalnız Zemberek, Mil ve Yelkovan şubeleri vardı. İkinci kısımda ise İçtimai Koordinasyon, Çalışma İstatiği ve şubeleri bulunacaktı. Modernizmin peşinde sürüklenenlerin ahlaki değişiminin ve yeni olanın yanında kalan eskiyi parlatmanın telaşıdır sanki yapılanlar. Bu kadro fikri hayatını yaşantıya döktüğünde elbette maddi kazançla şereflenecektir ve bunu bulmanın türlü yolları da hazırdır. Geri kalan saat değil toplumdur yer yer ki cezalandırılması gereken onlardır ve saatler ilerler dakikalar durur saniyeler geriler enstitü kazanır: Nakit cezamızın dayandığı esas, şehre ait umumi saatler başta olmak üzere, açıkta bulunan saatlerden biriyle uymayan her saatten alınan beş kuruştan ibaretti. Fakat bu saat ile bir başka saatin arasında da ayar farkı varsa bu sefer ceza iki misli oluyordu. Böyle komşu olan saatlerin sayısı çoğaldıkça ceza da hendesi nispetle artıyordu. Fakat ayarsız bir saatin hiçbir mazereti yoktu. O bir içtimai cürüm. Korkunç bir günahtı. İnsanları iğfal etmek, onlara vakitlerini israf ettirmek suretiyle hak yolundan ayırmak için şeytanın başvurduğu çarelerden biridir. Hayri İrdal, Faust gibi ruhunu ‘mephistopheles’ satmış bir kişidir. Bu görevi üstelenen şahıs ise Halit Ayarcı’dır. Halit Ayarcı modern hayatın kurnazıdır. Her

edebiyat kültür sanat dergisi

beklentinin ani cevabı, her devrin kazananı ve arananıdır. Halit Ayarcı kahramanımızın içindeki temizliği ve saflığı gereksiz bulan, eski olanı parlatıp yeniden sunan laf cambazıdır. Onda yalan yoktur siz katiyen kabul etmedikten sonra. Onda hayal çoktur: Vaat et, yarın unutulacak olduktan sonra. Zamana bağlı olarak eylemler, ilişkiler, bu eylem ve ilişkilerin arasındaki amaçlar, insanlar ve arzular da değişir. Halit Ayarcı değiştirendir ve dokunduğu herkesi paranın ve statünün olanaklarıyla zamanlarını, mekânlarını ve kadınlarını değiştirir. Bu değişimin kötüye gittiğini gördüğünde onu da değiştirir. Kendi eliyle kurduğu enstitünün tasfiye edildiğini öğrendikten sonra muntazam surette tasfiyesi için daimi bir tasfiye komisyonunu önerir ve diğer çalışanların hepsini orada vazifelendirir. Onda dönem yoktur gelenek ile moderne ayak uydurmak bu kadar kolaydır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Gelenek ile Moderni sıradan insanların değişimlerini yavaşlatarak bir devrin öteki devre nasıl geçtiğini ve eskiyi de yeniyi de sorunlu olarak anlatışını görürüz. Modern bir hal almış insanların içinde bulunduğu durumu şöyle aktarır: “Büyük salonda ve holde dans bütün hızıyla devam ediyordu. Pudra, lavanta, ter kokusu, çıplak omuz, vıcık vıcık koltuk altı, tebessüme bulaşmış ruj, havayı bir macun gibi keşifleştirmişti.” Bu havayı teneffüs eden modern yüzyıl insanına Nuri Efendinin nasihatiyle veda edelim: Hele bir zamanına sahip ol ondan sonrasına Allah kerimdir. fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

35


Aişe Hümeyra inc ele

me

TANZIMATTAN CUMHURIYETE

TÜRK ŞIIRINDE KADIN Fikir hayatımızı temsil ve teşkil edenlerin ortak vaıflarının edebiyat adamı olmaları, sosyal fikirlerin edebi eserlere aksetmesine sebep olur. ''Dış dünya ile bütün bağlarını kopararak, statik, kapalıve sun'i bir tasavvur alemi teşkil eden'' divan edebiyatına tepki olarak çıkan tanzimat sanatkarının sosyal fayda prensibinş benimsemesi, edebiyatı 'hakiki, dünyevi, reel'bir zemine oturtma çalışmaları, edebiyatla sosyal hayat alanı arasında köprüler kurullmasına vesile olur. Toplumu içten içe kemiren, onun gelişmesini engelleyen sosyal meseleler,nesrin yanısıra, manzum eserlerde de dile getirilmiş, şiir yönüyle de edebiyat sosyal ve kültürel hayatın bir aynası olmak fonksiyonunu icra etmiştir. Birçok sosyal problemin yanında,'kadın ve aile'meselesi çeşitli yönleriyle Tanzimat sonrası şiirimizde yer alır. Cemiyet ve aile içinde kadının yeri ve önemi nedir, ne olmalıdır, kıyafeti nasıl olmalıdır, kadın ev dışında çalışmalı mıdır?.. gibi suallere cevap arandıgı görülmüştür. Edebiyatımızda, şairlerimizden Tevfik Fikret, kızkardeşinin ölümü üzerine yazdışı 'hemşirem için'şiirinde, şahsi duygu ve düşüncelerden sosyal düşüncelere yükselir. Bugün eziyetler, kederler, endişeler hep kadınlara aittir Onlara rahat verilmemektedir, halbuki kadınlıgın nasibi ''mezellet'değildir, olmamalıdır. Beşerin yükselmesi kadına bağlıdır. Kadın sefil olursa insanlık alçalır: Elbet değil nasini mezellet kadınlığın, Elbet değil melekliğin ümmüdi zulmü şer; Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer..

36

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Lakin bugün hep onlara aişd yıgın yıgın Endişeler,kederler,eziyetler,iğneler... Buna benzer düşünceleri Mehmet Emin Yurdakul'un şiirlerinde de görürüz. M.Emine göre kadın; sefalete, zıllete atılmak için değil, çocuguna şefkatli yuvasında 'sütü gibi pak duygular 'vermek için doğmuştur. Kadın ''aziz bir yoldaş''tır, diyerek kadının yüce değerini takdir edemedik diye belirtmiştir. Lakin bizler bu hakları unuttuk Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk; Ninen gibi sana dahi hor baktık ; Seni dahi,garip,yoksul bıraktık. Kadın ve aile meselesi üzerinde ısrarla duran, şiirlerinde bu konudaki görüşlerini açıklayan diğer bir şairimiz M.AKif Ersoydur. O, toplumun temeli saydığı aile hayatına çok değer vermiştir. Akif'e göre insan saadeti ancak evinde, aile fertlerinin arasında bulabilir. Kadın erkeğin ruh arkadaşı, hayat yoldaşıdır. Kadınıda hor görmek, ona kötü muamelede bulunmak ne insanlığa ne de İslam'a yakışır. Üstelik kadınlara iyi ve nazik davranmak bütün inançların kaideleri arasındadır. ''Halk terbiyesinde, bazı fikirlerin vezin kisvesinde arz edilmesi'' düşüncesini tatbik eden Ziya Gökalp; kadın ve aile meselesi üzerine de durmuştur. Z. Gükalp'a göre kadınlarımız, annemiz, kardeşimiz veya sevgilimizdir.Toplumun içinde değerinin yükselebilmesi için ev dışında, iş hayatında da çalısması gerektiğini, kadınların meslek sahibi olmalarına karşı çıkmak, "ya koca bul ya aç kal" demekle bir olduğunu belirtmiştir.Kadına aklı eksik diyorlar. O çalışarak artırmak isteyince niçin karşı çıkıyorlar,diye soran Gökalp; Kadın yükselmezse alçalır vatan samimi olamaz onsuz bir irfan Sözleriyle bu konudaki fikirlerini açıklar. Ona göre kadın çalışmalı ve meslek sahibi olmalıdır. Görülüyorki Tanzimattan sonra gelişen Türk şiirinde, "kadın ve aile"meselesi konu olarak alınmış çeşitli boyutlarla işlenmiştir.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

37


Fidel Garzan

xx Uzun korkusuz direklere asılı bedenim kolları var bedenimde elektrik tellerinin çocukların emzirildiği kötücül rüyalar tabutlarda uçurumlara çakılı cinayetlerin bile bir adı olmalı mezarcıların da sararmamış dişleri gece kör ve loş bir ışıkla bende ıslak bir dokunuş sonrası kıymık kıymık şiir göğsümde urganımı çözün, hatırlıyorum güneş parlarken toprağın çatlayışını fındık ağaçlarına giren ötücü kuşları ve suyun bir rahim boyunca upuzun kıvrılışını gökkuşağı süsünden çok ötesi uzay yırtığı ayağı çıkık dünya şarlo bir şarkıyla korkutmuştu sesli sinemayı şairler de yalnızca şiirlerde görmüştü afrikayı bir papaz, haham ya da imam, bilir bilir hiç bir terastan görülmez afrika kıyısının kumları dökülür, kiremitleri aşınmış çatılardan dervişlerin elleri afrika çöllerinde kaldı hep oysa ne güzeldir sigara içen kadınlar cemal süreyya’dan bile daha güzel kim bilir belki daha güzelleri oldu dudağında kuru üzümlü karanfil kokulu kadınlar nefesi üzüm çekirdeği olan kadınlar bir kadın tanıdım; yerle göğü arşınlayıp cebinde taşıyan papatyalar kuruturdu şiir kitapları arasında göğün mavi giysisi altında uçan bulutları uçaklarla yarıştırırdı bir balonun sevecenliğini omuzlardı saçlarında uzun şiirlerden ve uzun adamlardan nefret ederdi oysa ne şiirlerden anlardı ne de adamlardan

38

FUNDAMENTA

alnımda kelamın izlerinin gizliliği var şu sıralar azığım kara kaplı sandıklarda fotoroman kahramanı ölüp gömülmüş bir kitapta tarçın babamın yokluğunu sırtladığım vakit bir revolver ve cüzzamlı bir kadının ilk sevişmesi artık bükülüp katlanılmaya hüküm giydim çölü yardım uçsuz bucaksız bir tufan yeleğimin ceplerinde dizkapaklarım, dizkapaklarımdan düşen her zeytin bir sis bahçesi musanın asası bereket verdi tabanlarımdan içerisine ellerimi kurbağaların büyüdüğü sulara diktim suya dikili ellerim var dikili ve çökmüş ellerim yollarımın çatallandığı topraklara gömüyorum mihverimi, kılıcımı dişlerimle kemiriyorum derisi büzülmüş solungaçlarımı beklediğim her vapur herkeslikten soyunamayan bir deniz atı duraklar tren istasyonlarında rötarlı bir palyaço miğfersiz, kılıçsız koşuyorum şimdi dağlara, dörtnala şiirin yüreğime mecal verdiği bu günlerde işlemeli, basma fistanlı bir çocuktur yalan ve cumartesileri; kızıl bir elma tadında ayrılık sadece.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


edebiyat k端lt端r sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

39


Y. Tan Aksu

BARIŞALIM AMA LAKİN VE SONRA BU BAĞLAÇLAR HAVADA KALIR Düşmanız, Olsak bile yan yana. ki bir ağacın nasıl kendinde büyüttüğü ısırganın kökünü örnek bile veririm. Faydasız yoldan çıkan tünelin savurduğu kompartımandan sarkan. Sonra içinde benim kitaplar aradığım, dökülen valizlerde geçmişten kalan ve sebepler, ve sesler, ve hiç kimseler (hatta ve hatta ve’ler) yani pekişsin diye gereksiz kullandığım onca bağlacı tutup uç uca da bağlasam, düşmanız. Erkeğim kadın. mundarız. Azarız ve lakin tutar elimiz nefsi, Bir çomardır rahmet, sokarız, karışır kimyası uzlaşıların. Ama ve bilakis, toprakla kaburganın oluşumuna dair, kıbrısın mateme hazır bulunan kumar masalarında bunu duyarız.

40

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


ve ben derim ki sonra, yukarda kullandığım onca bağlaca rağmen, hala düşmanız. Hava çok soğuduğundandır elbet, içimize dönünce gayet sıcağız. Uykusunu tarlada ekinine bahşeden, bu sebepten dolayı karısından gittikçe uzaklaşan, hasat zamanı gelip fistan almak için kasabaya uzanan, döndüğünde gülümseyen bir yüzün bizlere bıraktığı, bıraktığı değil, bu bir miras oluyordöndüğünde gülümseyen bir yüzün bizlere anlattığı, anlattığı da olmaz, çünkü köylü utanır, bunu konuşmaz döndüğünde gülümseyen bir yüzün kafamıza çaktığı işte bu süper oldu, ancak bundan anlarızo gururu özümseyip anlatabil bana. belki o zaman, çekilir sulardan kuşku donanmaları. Barışırız. Yine de kardeş olmaktan yanadır nefsim. adım Yusuf ya şimdi, korktum beni kuyuya salanda kardeşim.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

41


İbrahim Inecik

Sessiz ol Giderken Sessiz ol giderken; adımları küçük at. Cümlelerin uzun olsun sesin sakin ve ürkek; Bakışlarını çevirme benden... Bırak soluklarını son kez değsin göğsüme ve tek bir cümle kurarak git… Yas tutmayı bana bırak Ben Beklerim seni; kapıdan çıkmanı; kapatmanı ve sokağa inişini... Ardından bakarım usulca. Biliyorsun suskunluğumun sebebini, niçin, ‘gitme!’ diyemediğimi Ve ben de biliyorum gitmek istediğini ama ne olur sessiz ol. Aşk halen arka odamda kalıyor, habersiz senin gideceğinden Söylemedim daha, bırak kalsın o öylece... Ayak seslerine aşina kulaklarım… apansızca; Dumura uğramış gibisin

42

FUNDAMENTA

Kapı kapandı, kan içinde kaldım üşüyorum… Susuyorum Kapat ne olur pencerelerini ardından; Dışarıdan hüznün doluyor içime Üşüyorum… Donuyorum... Gözlerim boşlukta... Dalıyorum hiçliğine Yürüyorsun simdi Malta’nın kehribar kokan taşlı sokaklarında Ayaklarına takılıyor çakıl taşları; Sen de ağlıyorsun yiten sevdanın ardına Ağlama sen sevdiceğim, hiç yakışıyor mu bu sana; Ayrılığı sen istemedin mi nedir bu telaşın? Bu temaşan; hengâmen niye! Uzaktasın simdi. Koşsam varamam... Peşine düşsem varamam Kim bilir kaçıncı sokağımızdan geçtin Biz kokan hangi duvarlara tutundun da düşmemek için bekledin…

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Hangi hayallerimize daldı düşlerin… Halen yürüyorsun; Fatih’in koca Camii ’sinin avlusundasın Güvercinler uçuşuyor üstünden; kimileri yerlerde yem yiyor Kimileri eğlendiriyor koşuşturan çocukları; gözünde hiç biri yok bilirim Ve yine bilirim beni bir zamanlar ne çok sevdiğini Özlediğini de bilirim. Ama bilmezdim gidişini! Beni böyle bitirişini… Sevgili... Yürümektesin halen eve az kaldı; merdivenleri çıkacaksın kapıyı açıp keşmekeş bir halde odana koşacaksın; Bilirim odanı senin… Küçük pencereni… Aynanı, perdelerini

edebiyat kültür sanat dergisi

Soğuk havalarda camdan bakıp hayal kurduğunu da bilirim... Buğulu sesinle türküler mırıldandığını… Ve buğulu camlara adımı yazdığını Bilirim sevgili... Annen koşacak ardından; telaşla Su isteyeceksin; hüzünlü bir tebessüm fırlatacaksın ortalığa Susacaksın önce; dilin susacak cümlelerin çoraklaşacak ve bitti diyeceksin… Bitti... Bitti... Artık Diyebilecek misin? Sessiz ol giderken… Aşk arka odamda uyuya kalmış

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

43


Songül Subaşı

Üzgünüm

BenJamin

44

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Üstüne kusmak istediğim insanlar var. Üzer bazı şarkılar, hüzün ayrı. Bütün kazananlar mı terk eder Benjamin? Üç aylık heyecanlar da bizi kendimize getirmiyor Kendi heyecanım bana yetiyor. Duraksadığım an sevdiğimiz şarkılar bitiyor. Koparamıyor seni benden ‘’gitmeli’’ şarkılar. Ama şu hayatta bir annem var, bir de Nazan Öncel... Üzgünüm Sevgilim. İnsanın kalitesi yaşadığı aşkla belli olur. Çünkü hiçbir şey çantamda anahtar aramak kadar zor değil. Yeşil bir donla kalas bir bilgisayarın açılmasını beklemek de sabır işiydi. Ucunda ölüm yoktu, Ucunda sen vardın. İnsan hep mi haklı olur, hep haklıydım Benjamin. Kliplerde saçlarını savura savura koşup, otomobiline binerek yol alanlara özenmedim hiç. Yol tutar beni; Ama ben sevdim pantolonun içine külotlu çorap giyen kadınları, Fotoğraflarında kocalarını kırpanları... Ağzım-lan rüzgar sesi çıkartmaya çalışırken, tabi ki camdan aşağıya atlamayı düşünmedim. -Seni içime çektim bilirimsigarayla olan aşkımı tarif eder.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

45


M. Lütfü Özdemir den

ey s

el y

Egoloji azı

Ego, insanın fıtratına uygun olmayan, insanın kendisine ve doğaya yabancılaşmasından sonraki süreçte insanı bu yabancılaşmada oyalayan, insanın özüne aykırı bir virüstür. Bu virüs içinde; sahiplenme, özel mülkiyet ilişkileri, doğa üzerinde egemenlik kurma, ırkını üstün tutma, ideolojisini pazarlama, ilahlaşma oyunları gibi birçok bileşeni barındırır.

mezmiş gibi diğer türlere de acımasızca davranmaya devam ediyor. Onları tüketim aracı haline getiriyor; satıyor, soyuyor, yağmalıyor, bozuyor. Ego ile aklı birleştirerek yapıyor bunu.. Bu büyük bir kibir değil de nedir? Sonuçları binlerce yıl sürecek ve hatta asla kapanmayacak, derin yaralar bırakacak olduğunu bile bile yapıyor bunu.

Biz insanlar doğarken hakiki bir benliği, fıtratı ve özü taşırız. Bizden önce doğan egolu insanlar yani virüsü taşıyanlar birbirlerine, sen Müslümansın, sen Yahudisin, sen Kürtsün, sen Türksün, sen Tanrı’nın seçilmiş ırkısın, senin dünyayı yönetmen lazım, sen beyazsın, sen Hıristiyansın gibi sahte bir benliği bize dayatırlar. Bize de bu virüsü bulaştırırlar. Sana isim verirler, şartlanmalar yaratırlar, hırslar ve ihtiraslar dayatırlar. Ve bu sistemin sürmesi için okullara, kiliselere, camilere, havralara, üniversitelere gider böylelikle egonu geliştirirsin. Sonra da ekolojinin canına okumak için kariyer planlamaları yapar, yapamıyorsan bile illaki doğana yabancı bir oyun ile kendini meşgul eder durursun.

İnsan türü çılgın tüketim alışkanlıklarını, ihtirasını ve aç gözlülüğünü doyurmak için egosunu besleyip duruyor. Beslenen ego ile hesler, nükleer enerji, termik santraller, petrol kuyuları açıyor. Sanayileşme ile ego aynı paralelde olağan gücüyle ekolojiyi yok etmeye devam ediyor. Ego, geçmişte olduğu gibi bugünde savaşlar üretiyor, doğayı kendine uygun dizayn ediyor, aç gözlülük ile bu virüsü besliyor ve bunları yaparken kendisini âlemin en tepesine koyuyor. Bu büyük bir küstahlıktır. İşte bu küstahlığa genel bir ad ile egoloji diyorum.

Araştırmalarıma ve gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki bu virüsü taşıyan tek canlı türü insandır. Doğada hiçbir canlının diğeri üzerinde, ‘rengini ve dilini’ birbirleri üzerinde üstünlük sağlama aracı olarak birbirlerine dayattığını göremezsiniz. Dolayısıyla insan dışında hiçbir canlı diğer bir canlıyı ötekileştirmez, tanımlamaz veya kategorize etmez. Âlemde her ne varsa, o tek bir şeydir. Şey olarak durur. Öyle ki insan dışında hiçbir canlı bu şeyi kelimelere dökmez, açıklama gereği de duymaz. Ego taşıyan insan türü, kendi türünden olanlara yaptıkları yet-

46

FUNDAMENTA

*** İnsan on binlerce yıl önce içgüdülerini, kalbini, sezgilerini ve vicdanını tarihe gömerek sadece aklı ile var olabileceğini düşündüğü bir dünyada yaşamayı seçti. Bu dünyayı kendisi yarattı! Öyle ki bu dünyada, her türlü arzu, her türlü hırsa sahip olan insan, her zaman yaşam piramidinin zirvesinde olmayı istedi ve bunu başardı da. Ego tarafından kullanıldığını bilmeden, gerçek zannettiği kurgular içinde, kendine yarattığı küçük dünyasında gerçek benliğin, hakikatin yakınından bile geçmeyerek, hakikatin peşinden gitmeye dair en ufak bir adım bile atmayarak yaşayıp gidiyor. Dolayısıyla ego, mutsuzluk, kavga, acı, keder, nefret, delilik, hayal kırıklığı, intihar, cinayet gibi her türden suçu üretiyor.

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Emeklerimizin iç içe geçtiği bir âlemde yaşıyoruz. İnsan, hayvan, bitki, hava, su, oksijen, güneş, ay vb. tüm unsurları ile bir bütünde yaşıyoruz. Buradaki emek kavramı yeryüzünde de sadece insanı değil belirttiğim üzere tüm canlıları içeriyor. İnsanın kendisine ve doğaya yabancılaşması ile birlikte insan türü, diğer türlerden farklı olarak egolojiyi üretti. İnsanı yaşam piramidinin en üstüne koyan bu sistemde ata erkil akıl/erkek/eril akıl da en tepede yer alıyor. Cinsiyetçilik, sahiplenme, doğaya hakim olma, bütün canlılar üstünde egemenlik kurmak ile de bu piramidi ayakta tutuyor. Hal böyle olunca yeryüzünde on binlerce yıldır süre gelen adaletsizliklerin temelinde ego yatıyor. Bizler dünyaya geldiğimizde hakiki bir benliğe sahiptik. İçine doğduğumuz bu eril düzende, yabancılaşmada önümüze koyulan oyuncaklarla oyalanıp duruyoruz. İnsan dışında kalan diğer canlıların sanki bu yeryüzüne hiçbir emeği yokmuş gibi onların emeklerini hiçe sayarak, görmezden gelerek ve üstüne onları yok ederek cehenneme yuvarlanmakta olduğumuzu göremiyoruz. Egolojiyi hücrelerine kadar içselleştirmiş bir tür (insan) diğer canlıların ekolojiye sunduğu katkıyı anlamak istiyorsa egodan kurtulmak zorundadır. Bu virüsten kendimizi arındıramadığımızda başımıza olağan şeyler gelmeye devam edecek unutmayalım.. *** “Ego bir buzdağıdır. Onu erit. Onu derin sevginin içinde erit, böylelikle o kaybolsun ve sen okyanusun parçası haline gel..” Osho Hakikati arayan birisi işe içinde yaşadığı toplumda kendisine dayatılandan sahte benlikten kurtulmak ile başlamalıdır. Zihninin, kalbinin etrafına örülen çit-

edebiyat kültür sanat dergisi

leri yıkmalıdır. Yıkmalıdır, çünkü kişi ona ezberlettirilen şey değildir. İnsan bir kavram, bir kurgu, bir düşünce değildir. İnsan bunlardan oluşmaz. Bunu insanın kendisi yapmak zorundadır ve bu yıkım sürecinde insan yalnızdır. Çünkü kişinin dışında hiç kimse o kişinin nasıl biri olduğunu bilemez. Ne annesi, ne babası, ne din adamları, ne de öğretmenleri. Kişinin dışında hiç kimse varlığının mahremiyeti içine giremez. Bu yüzdendir ki hiç kimse o kişiyi tanımaz. Ve o kişi hakkında söyledikleri ne varsa yanlıştır. İşte burada kişiye düşen, egosunu yok etme üzere kendisini tanımaya yönelik adımlar atmasıdır. İnsan önce kendisini tanımakla bu işe başlayabilir. Egosunu bir kenara fırlatması ve onu paramparça etmesi için özüne doğru bir keşfe çıkmalıdır. Ve bu keşif öyle muhteşem bir keşiftir ki insanı mutlak saadete doğru götürür. İşte bu yolculukta insanın yapması gereken, sahte benlikten, gerçek zannettiği kurgulardan, kendisine dayatılanlardan, şartlanmalardan kendisini ayırması ve kendisiyle egosu arasında keskin bir çizgi, bir hat çekmesidir. İnsan ya hayal kırıklığını, acıları, mutsuzluğu ve yalnızlığı tercih edecek ya da mutluluğu, sonsuz aşkı, gerçeği, huzuru, sükûneti ve saadeti tercih edecek. Eğer ikincisini tercih ediyorsan ilk masumiyetini, ilk saflığını yeniden kazanmak zorundasın. Egona tutunmaktan ve onu beslemekten vazgeçmelisin. Vazgeçtikçe egolojinin de yıkıldığını göreceksin. Unutma yeryüzünde yalnız değilsin. Ağaçlar, kuşlar, kediler, yıldızlar, ay ve güneş ve hava ve su hep birlikte yaşamaktayız. Her birimiz tek bir şeye bağlıyız. İşte bu yolda tıpkı senin gibi hakikati bulmaya, egosundan kurtulmaya, gerçek benliğini bulmaya yönelmiş insanları bul. Hep birlikte öze doğru yola çık ve asla arkana bakma. Öze dönüşü gerçekleştirmek için yolda olmak üzere. fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

47


Z. Bedia Aydın den

ey s

el y

azı

KADIN VE

TOPLUM

Kadınlar tüm dünyada aynıdır. Yaratanın kendilerine biçmiş olduğu; insanlığın terbiyecisi, toplumsal ahlakın koruyucusu, nesillerin ıslah edicisi olma rolüyle bir tarafa atılmıştır. Kadın, erkeğin zevklerini tatmin eden varlık olarak görülmüş ve bu duruma indirgenmiştir. Aynı zamanda kadın; toplumda ana, abla, kız kardeş, eş, hala gibi ailenin temel taşını oluşturan bir yapıya sahipken erotik bir meta haline getirilmiştir. Kadınlar edep çerçevesinden uzaklaştırılmak istenerek iffetin simgesi olan başörtüsüyle dahi müslüman toplumlarda bile çağ dışı görülmüştür. Çağa ayak uydurma bahanesi ile ya tesettüründen taviz verecek ya

48

FUNDAMENTA

da çağın gerisinde kalıp çağdaşlarından tecrit edilecektir. Açık saçık giyinmek ve inançtan taviz vermek çağdaşlık değildir. Elbette her toplum başka toplumların ürettiği bilime ve teknolojiye ihtiyaç duyar. Bilim ve teknolojiyi ileri götürmenin insanlığa çok yarar sağlamadığı düşüncesi gerçek hedef olmalıdır. Bize düşen görev, diğer medeniyetlere ait olan bilim ve teknolojiyi ileri götürmektir. Batıyı kıble bilip ona yönelen bazı kesimler bilimi gerçek manada sahiplenmemiş aksine inançsızlığı, yozlaşmayı ve toplumsal ifsadı yaygınlaştırmışlardır. Batı kültürü, İslâmî toplulukları kendine benzetmek

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


için benimsediği fikrî yapıyı empoze eder ve yozlaştırma hareketlerini değişik isimlerle adlandırarak faaliyetlerini devam ettirir. Yozlaştırmanın bilinçli bir şekilde yapılması İslâm toplumlarında ahlâkî çöküntüyü hızlandırır. Görsel yayın organlarında toplumumuzun örf ve adetlerine uymayan filmler çekilmiş ve yayınlanmıştır. Bu sayede gayri meşru ilişkiler lise çağındaki gençlerin bile zihniyetini değiştirmiştir. “Kadınlara daha fazla özgürlük, gençliğe ve çocuklara daha serbest bir hayat” sloganı altında toplumun yapı taşı olan aile müessesini çökertmiştir. İslâmî hayat yaşantısını çağdışı sayarak ve müslümanları da geri kafalı göstererek toplumun

edebiyat kültür sanat dergisi

İslâmiyet’i sahiplenmesi engellenmiştir. Kadın; iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir arkadaş, merhamet timsali, şefkat abidesi ve hepsinden önemlisi Allah’ın (c.c) insanlığa rahmetidir. Bu yüceliklere sahip olan varlığı yani kadını yeniden okumak gerekir. Bu da İslâm dininin kadına verdiği değer ve önemi bilmekle ve yine en son din olan İslâm dininin yüce değerlerini incelemekle mümkündür. Tevfik Fikret, “Elbet düşerse kadın alçalır beşer” demiştir. O, bu sözüyle kadının toplum içerisindeki önemini belirtmiştir. Kadınlar toplumsal yaşamdaki yerlerini layıkıyla al(a)madığı sürece sağlıklı bir toplum oluşması imkânsızdır. fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

49


Abdulkadir Gıynaş Hik

a ye

AÇIK HAVA Onu Bedesten’den aldım. Yürümeye başladık kol kola. Çarşı esnafının raconu sağlamdır; gençleri pek bir parlak, ütülü, dükkân sahipleri derin bakışlıdır. Şimdi bütün bu ütülü, derin bakışların arasında sevgilim sana saygısızlık edemem. Küskünlüğümü bir yana koyup gizliden cebimdeki bozuk paraları saymalıyım sen Facebook’un yeni halini anlatırken. ”İlhalk Kütüphanesi şimdi ne kadar soğuktur?” dedi. “Mart kapıdan baktırır” filan dedim. Üç lira yetmiş beş kuruş. Mevlana ile Üçler Mezarlığı arasındaki caddeden Kültür Park'a doğru ilerliyoruz. Mevlana turistleri otobüs tutmuş. Yüzlerce otobüs… Etrafımız otogar, sanki Trevego Park. Mezarlık duvarlardan oluşur, tüm mezarlıklar da öyledir değil mi? Mezarlık duvarlarıyla beraber yeşillenir; Mevlana yeşili. Kaldırımlar, otobüs ile insan arasındaki mezarlık. Meselâ sevgilim ben bu kaldırım taşını, şu beyazı değil, sarı olanı bizim aile mezarlığımız ilan edebilirim. Zaman

50

FUNDAMENTA

tüneline taziyeler düzülür, hem buralar hep yatır doluymuş, bu yollar. Karşımızdan gelen adam Mevleviyse selâm verme ihtimalimiz artar. Caddeden hiç sapmadan ilerliyoruz. Yirmi üç yaşımdayım, o yirmi dört. Bir saat önce şehrimizde deprem oldu, artçı depremler bekleniyor. Bahar sayılır. O depremleri pek sevmediğini söyledi, gerilmiş. Ot teklif ettim. Sevindi. Yeni Mahalle’ye iki beşlik almaya gidiyoruz, caddeden hiç sapmadık. Meselâ bu yol cennetteki köşklerimizin antresi bile olamaz. “Cennet ne kadar büyükmüş be!” dedi. “Öyle ya!” dedim, “Depremden bile.”

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Yeni Mahalle etrafı toplu konutlarla çevrilmiş bir gecekondu gettosudur. Yetmiş altı Ford minibüsler ve yeni model minibüslerin egemen olduğu bu semtte “Teberce” konuşulur. Seçimlerde kime oy verdikleri bilinmez, merak edilmemiştir. Saksılarda, bahçelerde kenevirler boy atarken yeşil yeşil, onlar biralı ve savurgan kahvaltılarını yaparlar. Orada deprem hissedilmez derler, göreceğiz. - “Vay vay vay. Hoş geldiniz gençler. Sen de hoş geldin yinge.” - “Mal var mı?” - “Allah’ı var Allah’ı. Gelin bayım içeri.” Depremden korkmasan bu evi dezenfekte ederdik hayrına. Neyse, belki deprem temizler. Deprem, en temiz kentsel dönüşüm. Yedi harikalardan harika, yediler kırklar gücünde, her şey

edebiyat kültür sanat dergisi

harika! Depozite istemeyen çadırcı ha. Ona oturacağı yeri gösterirken mahalleliye “İki beşlik sarsan ya bize” dedim. Odadan çıkarken bize bakmadan “Tamam” dedi. Kısa bir süre bekledik, hesabı bin bir ısrarla o ödedi. “KYK bizden zengin” dedi. Anlamadım sen ne diyordun filan derken siren ve helikopter sesleri söylediklerimi anlamsızlaştırdı. Otçunun şişman karısı kıştan kalma sobaya bütün malı tıktı ve sobayı yaktı. Adam karısının zekâsını kutsarken sokağa doğru koştuk. “Çok korkuyorum canım” dedi. Onu damsız bir kuytuya götürdüm, beni sevdiğini söylüyordu. “Korkma bir beşlik yakalım” dedim. Kuytunun Mevlana’yı gören tarafını seçtik. Titreyen elleriyle cigaramı yaktı, “Tamam geçti” dedim. Hızlıca döndük. - “Dün beni üzdün. Sana kırgınım. Sana bir şey söyleyeyim mi?” - “Söyle.” - “Bir şey! Hahahahaha!” - “Yuh! Helikopter bizi kesiyor. Hahahahaha! Polis amca! Hahahaha!”

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

51


Batuhan Özyürek De

nem

e

Kadın, üzerinde o kadar inceleme yapılmış ve belkide o kadar incelendiği için önüne ardına gelen isimler ve sıfatlarla arasındaki sorunları gideremediğimiz bir kavramdır. Gerçekliğini yeterince boğduğumuz yetmiyormuş gibi, bir de teorisine aynı şeyi uygulamak, bir can kurtaran edasıyla denize atlayıp sonra kendisi boğulmamak için karşısındakini aşağıya bastırmak gibi bir durumdur. Bugün artık toplumun içinde kadın yoktur. Kadı-

52

FUNDAMENTA

nın içinde toplumun tüm yargıları, hükümleri, ahlak kuralları vardır ve artık toplumun heykeli olan kadın, heykel tıraşından bağımsız sakal bırakmalıdır. Algı sorununu toplum ölçeğinde çözmek, bir tek kişinin anlayışını değiştirmeye çalışmakla eşdeğerdir. Fakat bütün kavramların birbirine karıştığı günümüzde bir şey üzerinde durup, onu değiştirmeye çabalamak hayli zorlaşmıştır. Kapsayan, genelleyici tanımları ortaya koymak ve bunun

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


birleştiriciliği altında olmak gerekir. Türk Dil Kurumunun sözlükteki kadın kavramının karşılanışı ilk anlamında ''Erişkin dişi insan, erkek veya adam karşıtı'' olarak verilmiştir. Odağa erkeğin konulup kadının bir karşıtlık üzerinden tanımlanması ve ya dişilik erkeklik vasfının, insanlık vasfından öne çıkarılması yanlıştır. Toplum nezdinde kadın anlayışındaki bozukluk, geçmişten gelen söz ve kalıp davranışların hala işlevsel olmasından da kaynak-

edebiyat kültür sanat dergisi

lanmaktadır. Aslında bu sorunların yakın dönemde ortadan kalkacağına ve sadece kadının değil bütün kavramların içindeki ruhun çekilip çıkarılıcağına, gülümseyişlerinden tavanlara asılmış insanlarla karşılaşıcağımıza, kahkaha haplarının satılacağına gönülden değil akıldan inansam da çabalamadan durmak ne mümkün. Velhasıl selam olsun algıyı yıkan sakallı kadınlara.

fundamentadergi.com

FUNDAMENTA

53


A. Büşra Erkeç

54

FUNDAMENTA

edebiyat kültür sanat dergisi

fundamentadergi.com


Hüznün Gülümseyen Yüzü Şenay Bircan Usanmaz



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.