TURAN & KARACA YAYINCILIK Bu eserin tüm yayın hakları Turan & Karaca Yayıncılığa aittir. Bu eserde yer alan metin ve resimlerin T&K Yayıncılık A.Ş.’nin önceden izni olmadan elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılması, yayınlanması ve depolanması yasaktır. Yazar Ümran TOPLU Editör Tutku ÖZARPACI Kapak Dizaynı Abdulkadir KARACA Sayfa Düzeni Recep TURAN Basım Yılı ve Sayısı 2012 / 1. Baskı
Editör’den Hep yanımda olsan derler ya Bir kere buldular mı seni Hiç bırakmak istemezler ya Sen varsan mutlu Sen yoksan dünyanın en acılı insanı olurlar ya Senin için acı çekmek onlara mutluluk verir de Yokluğunda kendilerinden vazgeçerler ya Senle güzel olan şeyler muhteşem olur da Sensiz muhteşemlikler beş para etmez ya Ezip geçtiklerini teselli etmesi dostlara düşer ya Bir şikayetim yok yanlış anlama “sevda” Ama bunu sevenlerine de yapma! Dostumu üzmesen o seni en çok sevenlerden Alsan parçanı da gitsen olmaz mı “sevda”? Senin yüzünden mahrumum güzel gamzelerinden Senin yüzünden gözlerinde görmek istemediğim bir buğu Senin yüzünden geçmişte yaşamakta Senin yüzünden her şey de seni görmekte Senin yüzünden yaşamdan silinmekte Senin yüzünden… Tüm bunları bile bile onu nasıl üzersin “sevda” Sen bu kadar vicdansız olamazsın? Kıymetini bilene yapamazsın bunu, Kendinden mahrum bırakamazsın Bilirim ki senin de kıymetini bilmeyenler var Sende çekiyorsun bu acıları Sen hiç kıymet bilmiyorsun sevda Sen sevilmek istemiyorsun
Sen kendine bağlayıp sevdaları topluyorsun gönüllerden Birini iade edemez misin “sevda”? (Biricik dostuma, çektiği acıları ifade edemez belki ama “sevda”sına saygılarımla…) Bir şiir kitabına şiirle başlanması ne kadar doğrudur bilemem. Daha önce hiç önsöz yazmadım ki… İnsanlar bazen kitapların önsözlerini okumadan geçerler. Zaman kaybı olarak görürler ve kitaba hemen başlamak isterler. Yalan değil kendimden biliyorum. Sanırım bundan sonra böyle bir şey yapmayacağım. Dostumla ilgili söylemek istediğim çok şey var ve ben nereden başlayacağıma emin değilim. Onun çok güzel özelliklere sahip olduğunu biliyordum. Fakat onunla ilgili bir şeyler yazmaya başlayınca ne kadar da fazla olduklarını gördüm.Ben biricik dostumdan en çok bağlanmayı öğrendim sanırım. Ne yaparsan yap asla senden vazgeçmeyen bir dost. Sevdikleriyle paylaşmayı seven, gülünce çifte gamzelerine hayran kaldığım dost. İnsanlar bir nedenden dolayı şiir yazmaya başlarlar bence. Duygusal olarak yoğunlaştığından dolayı sanırım. Ama ayrıca bu bir yetenektir de. Sadece önceden keşfedilmemiştir. Onun şiirleri insanı kendine bağlıyor. Bazı yerleriniyse gerçekten anlamak için tekrar okumak gerek ve bu özelliği benim çok hoşuma gidiyor. Herkesin kendine göre bir şeyler bulacağından eminim. Hatta bazen kendinizi sorgularken bulabilirsiniz. Onun şiirleri git gide arttıkça hep kitap çıkarmaktan söz ederdik. Güzel hayaller kurardık. Hatta kitabına isim bulmaya çalışırdık. Recep Turan’a ve Abdülkadir Karaca’ya bu yüzden teşekkürü bir borç bilirim. Onlar güzel bir hayali gerçekleştirdiler. Sözü çok fazla uzatmıyorum ve sizi biricik dostumun muhteşem şiirleriyle baş başa bırakıyorum. Umarım bu şiirlerin devamı gelir. Biricik dostuma bugüne kadar benim için yaptığı her şey için teşekkür ederim. Onu tanıdığım için çok mutluyum. İyi ki varsın dostum…
Aşırıya Kaçmak Deniz aşırı ülke özlemi çekiyor düşlerim. Buraları sevmediğimden değil, Buralar benden bıkmış olduğundan olabilir. Ama değil, Oksijenler yetersiz buralarda bana. Açık hava sahaları dumanlı, Kırmızı ışıklar uzun, Seyyar satıcılar ısrarsız vapurları hep sevdim dumanıyla üstelik. Ama onlar bana dumansız, Uzaktan seviyorum epeydir diye. Sanki yeniden dönmek için gitmek istediğim. Başka bir ülke belki, Belki bir başka yaşamak için, Başka dillerde yanılmak için, 'Başka dilde mi konuşuyorum bende anlamıyorlar beni' deyip; Haklı çıkarıp kendimi, Gülmek için kendi kendime. Belki, deniz aşırı ülkelere kaçmak istiyorum Sürgün istiyorum belki süngülü düşünceler yerine Aşırıya kaçmak istiyorum Nafile bir özlem için...
Fakat Acıların basit 'ayak serçe parmağını koltuk kenarına çarpmak ‘tan fazla fakat. Zorlaştıran her şeyi gece, Her geceyi olduran bir güneşin terki. Bir güneş nedir? Bir göz, bir gülüş, bir nefes, Soruların çok şıklı cevapların ışıksız, Karanlığının eteklerinde taş, Taşlarını dökmezse gece, Aydınlanmaz fakat Gece, karanlık, ay, deniz, Yakamoz Düşerse gölgesi yüzüne yüzünün Kıyıları aydınlık, İçeriye doğru karanlık fakat.
Zaruri İhtiyaç Haklıydı şair çocuk... Yazmak gerekiyordu Çünkü harfler birikiyordu dilaltında Birikintiler boğuyordu Baklalara yer kalmıyordu sonra Kimsecikler merak etmiyordu beni Hem vardır herkeste bir bakla çıksın beklentisi Kelimeler ıslanıyordu, harflerine kadar Terli terli yalan konuşup hastalanıyordu zihinler Bir çare yazmak lazımdı Şifa niyetine Çünkü daha fazla kalamazdı Yazılar gitmeliydiler Duramazdı yazları Susmalar çok sıcaktılar Yazmalıydı çocuk yaramazdı Konuşmak...
Sesler Sesler kalır bir tek Uzay boşluğunda ve yürek boşluğunda insanın, bir kelime, bir ses... Cız... Cılız bir acı ünlemi fakat Mangala koyulmuş yürek Lezzetinde bir ölüm için Her gece verilen pişmanlık pikniklerinde Tadı damağında kalan bir ses. Şırıl şırıl... Akan nehre imrenir Gözünden akanı biriktirir Gamze barajında yüzün Yüzüm, yüzler Yüzerler çocuklar ve kuğular Acılar ve gemiler Batarken güneş Önce anılar ve yangınlar kurtarılır Cayır cayır ve titrek ağlayan sesler... Bir martı nasıl güler Göğünü yitirmişken işte öyle Su bardağı ile içilen çay hüznünde Öyle soğuk öyle demsiz Ama yine de bir tek ses/ler kalır Çayın sıcağını martının gülüşünü anımsatan... Ve çay sıcak içilmeli martılar gülmelidir daima.
Yeni Yetme Göğüs kafesinle kalbin bütünleşmesine Aşk denilen günlerdir henüz Aklın başın nüfusuna geçinceye kadar süren Öz çocukluk günleri İyelik ekli her kelimeye Varoş kılıklı da olsa her ne kadar İnanmayanı döverler bilincinde çocukluğumuz Sevgili-n sevgili-m dediğinde. Ki o zamanlar sevgiliyi Seven kişi diye tanımlar lügatimiz, basitiz Nerden bilelim sevgilinin sevmeyebileceğini, Daha yeni sevme, çocuğuz. Bize bir gülüm diyene, bin gülü veriyoruz saf bahçemizden. Sözler güzel, akıllar eksik, sanılar olmayan sevgilinin sonsuzluk eşiğinde Netice değişmez yine de küfür gibi gelir bütün ayrılıklar Geçmişine daha çok geleceğine aklına geldikçe Ama sözler hatırlanır güzel, unutulur tükenebileceği, hesapsızca konuşulur. Sonra söz biter, gülücük açmaz Sözün bittiği yerden başlar büyüyüş Akıl yaşınla kalp yaşın eşitlenir çarpılır sonra Bütün yaş problemlerinin başıdır sözün bittiği yer Ve bütün yaş problemleri gözde çözülür Mecbur sayılar başlar Bir hesap, habis urlarının kanser edip öleceğin yaşı bulursun Matematiğin en zayıf notlu öğrencisi olmanın bilincinde Tüm hayat parçaların hesapların kaderini kandırmaz öğrenirsin...
Boşluk Sol yanım boşluk... Yıllardır taşımışım bana ait olmayan yüreği Bir hırsızın cezasıysa bu çok Bir hamalın ödülüyse az. Bastığım yer çukur, Bilirim hiçbir ayak uymayacak izine Çünkü değmedi bir daha İnanmak denen o sihirli değnek Güldüğüm yer gamze Gülüşlerim karanlık... Bu yedi uyuyanlar uykusu bitmeyecek belki Bu yalnızlığa uyanış. Sol yanımdan bir yol gider umuda doğru Ama dönemem soluma Sol yanım uçurum, sol yanım boşluk...
Şiir Zamiri Şahıs zamirleri altıdır; Ben, sen, o, biz, siz, onlar... Ben “Sen”i uzun bir yolculukta kaybettim Sonra “Sen”siz anlamsız cümleler kurdum Olmadı; ben dedim, o dedim, siz dedim... Sonra anladım bu alnıma yazılan bir takdir.. Tekil mutluluklar bile yaşanmıyor Sinene oturunca çoğul özlemlerin, Ve "Sen” siz şiir bile yazamıyor şair Çünkü şiirin zamiri birdir Aşkın yolu bir...
Bollywood, Hollywood, ve bizden ne kaldıysa... Sinema filmleri... İnsanları dünyanın derdinden tasasından 2-3 saatliğine de olsa uzaklaştıran, kah ağlatarak kah güldürerek ruhlarımızı bir nebze rahatlatan anlatı biçimi .Benim için ve tahmin ediyorum çoğu insan için öyledir en azından. Kişisel olarak ne kadar bir eğlence, bir zaman geçirme aracı gibi olsa da, sinema filmleri bir ülkenin gelişmişliğini, kültürünü göstermesinden dolayı çok önemli bir sanat diyorlar, bence de öyle. Heh..işte burada da değinmek istediğim noktaya geliyor sıra; bu ülke kültürünü sinema filmleri içinde bile koruyamıyor, sahip çıkamıyor... Neden mi? Çünkü batılılaşma ve medenileşmek kavramlarını, başkalaşmak ve değerlerini küçümsemek olarak değiştirdiler. Bu ayrımı yapacak bilgiye sahip değilim ancak bazı şeyleri anlamak için o şeyi bilmesen de ne olmadığını bilmen yeterlidir. Medeniyet Akif’in dediği gibidir yani "açmaksa bedeni" değildir. Ha istisnalar yok mu bizden, bizi anlatan ve bizi anlatırken herhangi bir insana ait değerleri hatırlatan filmlerimiz yok mu? Kısacası evrensel bir mesajı olan, elbette var. Benim için benim tabirimle bizden olan filmlerden biri Eşkıya filmidir örneğin. Her neyse konuşmak istediğim bizim filmlerimiz değil, şu 2 ay içerisinde merak saldığım Bollywood filmleri. Bollywood, Amerika’nın Hollywood’undan esinlenerek bir zamanlar adı Bombay şuan içinse Mumbai olan Hindistan şehrinin isminden türetilmiş sinema sektörüdür. Ama yalnızca ismi ve çoğunlukla teknik kalite açısından etkilenmişler. Şimdi bizim ülkemizde Hindistan ve film diyorum ve aklımıza gelenleri bir bir yazıyorum. Buyurun bir bakalım; Hindistan eşittir İnek, rengârenk giyinmiş hızmalı kızlar, Budizm, Taç mahal, Hastalık, Hint fakiri, Hint kumaşı ve Hint filmler... Evet bu insanlar dans edip şarkı söylemeyi seviyor,1950 li yıllarda çekilen avare filminin müziğini ise sanırım benim yaşıtlarıma kadar olan herkes izlemese de biliyor ve hatırlıyordur bir şekilde.
Herkesin hoşuna gitmese de şöyle bir gerçek var benim için; bu insanlar sevdiği şeyleri çekiyor filmlerine, başka ülkelerin sevdiği şeyleri değil. Ama bunu yaparken kendi insanını mutlu edip diğer ülkelerinse ilgisini celp edecek evrensel anlatımdan ödün vermiyor. Ha bunların çoğu Türkiye de gösterime girmedi. Neden? Çünkü ilgili makamlar Hollywood’dan gözlerini ayıramazlar, bir tipik kadın erkek ilişkisini anlatan klişe bir komediyi getirip rant elde etmek varken neden içinde insani duyguları sonuna kadar barındıran eğitim sistemini eleştirirken haddini aşmayan bir Hint filmi getirsinler ki? Tamam sadece Bollywood demiyorum, uzak doğu filmlerinde de gayet başarılı olanlar var, çok fazla izlemedim ama çok fazla duydum böyle olduğunu. Bu küçümseme bizim ülke için geçerli ancak ne yazık ki bir Amerika ve Avrupa’nın birçok ülkesinde ön yargısızca ve sevilerek vizyona getiriliyor filmleri. Bizde sanki çok iyi işler yapıyormuş gibi, sanki Amerika ve Avrupa "özentisi" filmler çekmiyormuş gibi(çoğunlukla)... Ama ben derim ki o küçümseyen ve burun kıvıran gülen o bizim sinema sektörümüze "Siz açında önce Recep İvediğinize gülün!..." Son söylemek istediğim, Hindistan dünyada nüfus bakımından 2. sırada, onlarında terör gibi ağır bir sorunu var ve onlarda dini seçim bakımından ayrı hatta apayrı insanlara sahip; Hindusu, Müslümanı, Budisti, Hristıyanı ve benim bilmediğim birçok farklı inanca dahil insanlarıyla yaşıyor. Ben bunu Wikipedia’da öğrenmedim, onların filmlerinden öğrendim. İşte böyle bir şey sinema...Ülkelerini görmek istedim, dillerini öğrenmek, yemeklerini tatmak istedim. Hindistan’ın tarihinin bir kısmını da öğrendim biliyor musunuz? İngiliz sömürgesinde kaldığını, bağımsızlıkları için zorlu mücadeleler verdiğini, tıpkı bizim gibi... Ben bunları isteyerek severek izledim. Çünkü bir aşk hikayesi de vardı içinde bir dostluk ve insana dair olan her şey olduğu için... Dilerim bizimkilerde gözlerini açar ve küçümsemek yerine biraz da bize daha çok benzeyen o ülkeyi takip ederler. Zararı olmaz emin olun, faydası olur... Ooo baya uzatmışım, Hintliler Türkiye temsilcileri seçecek beni
İnan ki… Yok be... Ölünmez acısından sevmenin, sevememenin Hiçbir şey olmadı desek, bak; Şair olduk, olamadıysak ta şiiri sevdik Sevmedikse iki gözümüz aksın önümüze Ama olduk illa ki bir şey. Valla bak...
Zamansız Bir Yazı Hoş geldin bana hayatın gerçekleri... İki zaman arasında sıkışmış varlığımın üstüne düştü önce, dünyanın anlamını yitirmiş halleri. Ben hâllendim sevmek denilen hâllerle. Yandım ayrılık denilen ateşle. Unuttum zaman denilen gerçekle. Gerçek denilen uçuruma düştüm ben. Ayrılırken annemden, etin tırnağından ayrılması gibi aslında, bilmiyordum, mümkündü. Mucize bir misafirhane idi bu dünya hâlbuki ben ev sahibi sandım kendimi. Göğe baktım uçsuz, ummanlara baktım sonsuz, baktım ama görmedim ben yaşamak sihrini, kapalıydı ruhumun gözü, mümkündü. Çocuk oldum, çocuk olmak inanmaktır bilmediğin bütün hâllerine vaatlerin. Elindeki şekere kanmak seni çağıran aşk suretindeki bir adamın. İnsan en çok severken çocuktur ya, aldandım aşka çocuktum çünkü ve bu da mümkündü. Ham ruhumu, aklımı ve yüreğimi yakmalıydı ateş, ateşe değmeliydi çocuğun eli, öğrenmesi için ateşin yaktığını. Büyümeliydi çocuk anlamalıydı dünyanın bir nefes hayat ile bir garip ölüm eşitliğini. Büyümek, hayallerin küçülürken, mümkündü. Ya İzahı mümkün müydü, bir ölümlü dilinde, bana unutmak gerçeğinin tarifi? Zamanın ilaç niyetine yutturduğu günlerin, nereden bilecektim dindireceğini sızımı. Zaman ilaç deseniz gülerdim bir zaman önce acı acı. Şimdi diyorum ki zaman, ne ilacı o bir eczane bir tercüman. Öyle ya kim tercüme edebilirdi ki kaderimin dilini bana ondan başka... Her şey bir yana bunca mucizenin arasında, şu bende ki acı zerresinin bâki kalması mümkün müydü ki..?
Kaybettiklerimden Kazandıklarım Garip... Garibim ben biraz bugünlerde. Bir eksiklik var üzerimde, eksi(eskide olabilir) yükünü kaybetmiş atom gibi, Artı değerlik kazanmışcasınayım.. Adından geçen harfleri unutup, affına sığınıp ta çalıyorum bir atoma yakışabilecek en güzel repliğini oyuncunun "Kaybettiklerimden kazandıklarım..." Diyorum ya garibim bugünlerde. Anlayabiliyorum olduğu gibi. Bir mana katmadan okuyorum içime kazılanları tekrardan. Okumayı yeni sökmüş çocuğun okuma bayramındaki sevincidir belki bu, Aştım ben kendimi, anlıyorum bile okuduğumu. Yıldızlı pekiyi veriyor hayatta bana, söktüğüm her kelimesi için kader yazısının. Gözümün önünden bir perde çekilmişçesine görüyorum, Görüyorum, evet evet görüyorum... Üç vakit öncesinin aslının artık yalan olduğunu. Düne bakıp ağlamanın değil yarına bakıp gülmek gerektiğini görüyorum, Mavi küreye baktıkça. Benim geçmişten haber getiren üç harflilerim vardı ya, Çıkarttım onları işten. Anılarım bana acı veriyordu, aldırdım zihnimden... Duyuyorum evrenin şarkısını. Ve baharda fısıldıyor zaten kulağıma o besteyi, "kaybettiklerinden kazandıkların..."
Garip Bir Şiir Ben seni severdim aslında, Canında sızlamayacak olsa yaralarım bir gün Korkularım bir gece düşmeyecek olsa rüyalarına Düştüğüm uçurumdan sağ çıkabilseydi inancım. Seni severdim aslında ben Seni kırmak kesmese yolunu Sana doğru yürüyen bir umut kervanın Aklımda ki fikrin hüzzam bir beste gibi çalıp durmasaydı böyle acılı Sesin gibi senin gibi bir mucize olmazdı Bir olmak ayrı yollardan geçip. Ben seni severdim inan Seni sevmek haddim olsaydı... ,
Kader Matematiği Bir ihtimaldir sevmek, Olasılıksın çoğu zaman. Olası bir aşk zaruriye ti hep, A yalnızlığından B hüznüne giderken Ve bir otobüs yolculuğunda Cama yansıyan yüzün kadar diktir açısı yüreğime yüreğinin... Paydası sıfırdır tüm bir olabilme ihtimallerinin Ama ümit; Sen bana yaklaşırken sonsuza gider. 'Aşk öyle ki; gerisi vesairedir...' Sen ile ben arasındaki bütün zamansız karşılaşmalar, Tanımsız bir kader matematiğidir...
Figür’an’lık Sevmeler Kan aromalı kızılcık şerbetidir ikramı sevmek dediğin davetin Olmayanı olur gibi gösteren illüzyon bu Duymadıklarını konuşan göz Ve anladım her seferinde yeni bir oyuna daha getirilip, Ardından atılırken hep; Figüran yalnızlığıdır bu başrol ile kandırıldığın bir dünyanın Bu dünyanın bir öküzün boynuzlarında döndüğünü zanneden bir duygu. Her seferinde olur olmadık İpe sapa gelmedik bir şekilde büyüyen, Sevdiği çocuğu yeniden yeniden doğuran bir anne Tertemiz kalsın diye Üvey kalınmış aynalar ve birazda öz be öz acılar var figüranın seyir defterinde Çok seveceği bir aşk filminde Unutulanı oynamaya alışkın Ama figür"anlık" sevmeleri hazmedemez bir türlü. Başrolü olur yine doğru bildiği yanlışlarının...
Nokta Artık inandığım bir doğru yok Bozuldu bütün eşitlikler. Kefeleri yanlış tartı terazinin; Sevmiş ile seven eşit değildi oysa. Ödenmeli. Ödenecek Yarısı peşin yarısı Allaha havaleli Artık merhamet çınarına yaslamayacağım sırtımı Herkesin istediği gibi benim de tek istediğim adalet Zamanın durduğu yerde elbet ettiğin haksızlıkların eli Senin de omzuna değecek...
Oyuncu İle seyirci 2010 Nisan Yok, bu oyun biter. Oyun oynanmadan biter. Bu oyuncu oynayamaz çünkü anca yazar. Boşa yazar, okuduğunu anlamaz Anlatsa anladığını kimse anlamaz Oynadığını bilmez Her şeyi bilir ama. Bu oyun biter Kimse anlayamaz onu çünkü... Perdesini göz kapaklarına indirir Ayakta alkışlarken kendini Duymaz başkasının sesini. Bu oyuncu oynayamaz Seyirci görür onun göremediklerini çünkü ... Bu oyun biter Çünkü yok bu oyuncunun ezberi. Anlatsan günlerce ona, aklında tutamaz sevilmeyi Unutur, hesaplayamaz verdiğin canları... Yırtılır bütün senaryosu ve çizilir üstü oyuncunun Bu oyuncu oynayamaz Kimse ona güvenemez çünkü... Ve oyun biter Sıkıldı boşuna prova almaktan Oynayamaz kendini oyuncu, Boşuna alkış tutmaktan yoruldu seyirci...
HİÇLER Anlamadım hiç. Sordum ama yanıtlayamadım Bir akşamüstünün neden bu kadar incitici olduğunu Bildim bütün eşitliklerde eksik çıktığını değerimin Ben bir tek çarpanlarına ayrılmış hayatımı toplayamadım. Öğrenemedim hiç, ayrılmanın bir bütün olduğunu Yarım yarım ayrıldım hep gittiğim yerden Az az döndüm içime, çok çok döndüm arkama Baktım ama göremedim hiç. Harcayamadım hiç sol yanıma biriktirdiğim sözleri Yaşayamadım herkes gibi Herkes gibi olamadım mutlu Unutmuş gibi yapamadım hiç...
Bardağın dolu tarafı Neden neden neden... Dersem suçlu çıkacaksın ya Kader kader kader... Deyip aklıyorum seni... Hangi yanından baksam olmuyor. Bardağın dolu tarafını sevmek ile doldurdum, Baktığım yerde sızlatıyor beni, Sevmek beni sevmiyor... Hiç bir inanç bu kadar boşa çıkartılmadı ki bilesiniz Boşluk yüreğimin ortasında büyüyor, Baksam doluyor gözümün içine açılan kuyu Kuyudan su çekiyor pişmanlığım Ben çektiklerimi sineme çekiyorum... Pişman olmak nafile ya Bardağı kırıp sevmeyi ziyan ediyorum...
Dervişin Hikâyesi(katre i matem) Her görenin âşık olduğu, uğrunda aklını kaybettiği bir kız vardı. Yanağı kâfur gibi bembeyaz, saçları misk gibi simsiyah. Şeker, onun dudağının lezzetini bilseydi, erir yok olurdu. Bu dilber bahçelerde gezinirken oralardan bir derviş geçti. Bir ekmekçinin acıyıp verdiği yarım somunu tutuyordu elinde. O ay yüzlüyü görünce ekmeği elinden düşüverdi. Kız bu hale gülüp geçmişti ama o gülüş, dervişin bedenindeki yarım canı da yere çaldı. O andan itibaren ne gecesi, ne gündüzü kaldı dervişin. Tam yedi yıl yanıp yakıldı, ağlayıp inledi. Kızın mahallesinden hiç ayrılmadı, evinin çevresinde dönüp durdu. Yoksulun bu hali kızın akrabalarını rahatsız etti ve bir gece sessizce ortadan kaldırmayı düşündüler. O dilber biraz insaflıydı, gizlice yoksul dervişi çağırıp "Git buralardan," dedi, "elde edemeyeceğin bir şey için kapımda bekleme. Canına kast edecekler, durma kaç!" O zaman derviş ağladı ve ilk kez içini döktü kıza: "Bencileyin bin aşığın canı senin cemaline feda olsun. Ben canımı seni ilk gördüğüm an kaybetmiştim, şimdi bir can için seni terk eder miyim sanıyorsun? Yalnız meraktayım, madem bana hiç acımayacaktın, neden o zaman gülmüştün!" "A ahmak derviş," dedi kız, "a hünersiz zavallı, sen hiç kendine bakıyor musun, gülünecek bir suratın var, insan sana bakınca elbette gülesi geliyor." "Aşk," diye karşılık verdi dervişi, "aşk, sevilen için bir hiç ise de, seven için heptir. Eğer, ey güzel, sana gücenme gücüm olsaydı, bu duyduklarım için gücenirdim. Amma bunun için aşkımdan geçecek değilim!" Derviş yedi gece daha oralarda dolandı, sonra onu hiç kimsecikler bir daha görmedi İskender Pala(katre i matem)
Bir Yerden Sonra… Bir yerden sonra umutta düşüyor gözünden Sevdiği adam ıslak zemininde gözünün kayıp düşünce... Ve içine bir şüphe düşünce adamın Sevmenin saflığına gölge düşürünce. Bilmediğin bir şehrin bilmediğin sokaklarına düşüyor yolun İnsan en çok kendinde kayboluyor... Bir yerden sonra affedemiyor insan, Affına sığındıkça başkalarının, Ve kendi kurduğu düşe sığıntı kaldıkça... Bütün korkuları üstüne zimmetliyor insan Kırmaz dediği param parça ettikçe İnancı da kırılıyor...
Ahmak Islatan Çıkıp şimdi, Bir çöl mü olur bir kutup mu bilmem Alabildiğine sonsuz ufka Koşsam bacaklarım dolaşıncaya kadar Ruhum bedenimden çözülünceye dek koşsam... Paklansa ahmakça seven yüreğim, Yüreğime yağmur yağsa Yağmur yağsa, yağmur üstüme Üstüme yağsa bir ahmakıslatan...
‘Sevgilim Bana Empati Yap’ Empati? Son zamanların pek sık kullanılan kelimesi. Herkes kullanıyor. Pek güzel kullanıyorlar cümleler kuruyorlar onunla ilkokul öğrencisi edasıyla. En çok cümle kuranların yakalarına aferin mi takıyorlar ne... Genellikle de sevgilisinden muzdarip sevgilicikler kuruyor empati temalı cümleleri. Çünkü bu kelimenin anlamını bilenler bilir, ha deyince yapılmaz O zaten yapta denmez. Ama onlara kızmayın siz, çok cool oluyormuşsunuz kullanırsanız(!);'Biraz empati yap sevgilim ya', 'bak şunun sevgilisine onun için empati yapıyor'... Ben var ya böyle diyen birini anlamak için değil empati kurmak, empatinin kitabını yazsam anlayamam. Hadi empatinin nasıl biraz yapıldığını geçtim, çok sığ durmuyor mu sizce de, yemek yap dermiş gibi basite indirgenmiş bu cümle. Hâlbuki empati sözcüğünü, anlam olarak baktığımda, bir insanın gözüyle dünyaya bakıp, düşünceleriyle değerlendirip, duygularıyla hislenebilmek bu kadar kolay mıdır? diye soruyorum ben. Ve diyecek söz bulamıyorum onlara. Pardon şöyle söyleyeyim; şaşkınlığımla empati kuracak kelimeleri bulamıyorum... Bir insanı anlamak oldukça meşakkatli bir iştir ve uzun bir zaman alır, öyle ha deyince olmaz. ‘tamam canım ben sana empati yaptım, anladım seni' şeklinde cevaplar duyarsınız zaten aksi takdirde. İnsanı anlamak zordur, empati kurmakta, çocuk oyuncağı değildir. Bu yüzden şu psikolojik terimleri kullanırken ya iyice algılayıp, öğrenip pratiğe de dökün ya da bırakında karşınızdaki size derdini anlatsın, anlatın. Bu birbiriniz anlamak için daha sempatik bir yol olacaktır sevgili empati severler...!
40 Yazmazsam ölür müyüm? Evet sanırım bugün. Göğüs kafesimin içi taşla dolu, bir delinin kuyusuyum ben. Kırk akıllı çıkaramaz içime atılan taşları. Beynim bulanık, gözlerim terliyor, avuçlarım gibi. Ne kadar zarardayım bilmiyorum ama ödeyemiyorum bir türlü, hayatımın tefecisine borcumu. Çok çalmışım hayatımdan severken, koyamıyorum yerine kendimden çalıp, sevmeye verdiklerimi. Elimden bir şey gelmiyor, elimden gelmedikçe zoruma geliyorlar, en zor yanıma sevilmeye değer olacaklar. Yeniden diyor herkes, yeniden yeni baştan deniyor. Yanıyorlar yeniden deniyorlar, deniyorlar yeniden yanılıyor. Bense "canına yanarım bu işin arkadaş "diyerek yanılmayı tercih edenlerdenim. Ben çok güzel yanılırım zaten, yanılayım mı bir size; "o başkadır, bile bile kırmaz beni o..."ki bunları yazdığım gün, kırıklarımı kırkladığım gün. Söylemedim mi, bir delinin attığı taş, kırk yerimden kırdı beni...
İğne Yapraklı Dal Ben sadece tutunmaya çalışmıştım oysa İğne yapraklı bir dala... Dal incindi, kırık. Avuçlarım kan. Düştüğüm toprak. Unuttuğum sevmek...
İllüzyonist Aradığımı bulamadım ben. Kaybettim. Kaybedildim bir illüzyonistin edasıyla, Bir demet çiçek yerine Geçmişi çıkardı şapkasından illüzyonist, Ortadan ikiye böldü beni, bölündü yüreğim, Bu, asla "geri getiremeyeceği bir sihir". Göz göre göre gözüme sokuldu okunaklı bir kin, Ve yazıldı alnıma bilmediğim dilde pişmanlık Pişman olmayı beceremesem de hiç. Gözlerini örtüp üstüme Beni kaybetmeyi de başardı illüzyonist... 'Kendini ve kendi kaybettiği yere...'
Hiçin Ölümü Üzgünüm... Hiç kimse mükemmel değildir Sana hiç kimse olduğunu unutturdum Üzgünüm. Herkes hata yapabilir Sana herkes kadar olduğunu unutturdum. Üzgünüm... Şimdi herkes kadar hiçsen Bu hiç kimsenin değil benim suçum... Üzgünüm...
Kazara Yazılan Yazı 01.05.2010 Çok yanıldık... Evrim teorisini ortaya atanlardan az değil yanılgımız. Maymundan gelmedik ama şeytana doğru gidiyoruz Allah saklasın! Neyse ki zaferlerimiz var bizim kimsenin göremediği. Mesela benim en büyük zaferimdir adam gibi sevmek. Adam gibi, olan birini. Yenilmişiz öyle diyorlar, olsun be olsun, ne güzel yenildim ben, söyle bana görebilecek mi sanki şu felek bir daha benim gibi yenilen görebilecek misin sanki? Ben oynayıp yenilmedim, ben savaşıp yenildim, ne kadar gerçek yenildim ne kadar samimi, adam gibi yenildim, adam olamadan... Ben oyunlar kurmadım. İtiraf ediyorum; ben planlar yaptım, kuşatmalar hazırladım yüreği için evet. Ayıp mıdır? Hayır. Ben savaştım evet, fetih marşları çaldı yanımdayken sevdiğim evet, nasıl fethederiz geleceği diye de çok düşündüm evet. Ben Fatih gibi kazanamasam da savaşlarımı sultanlar gibi yenildim korkaklar gibi değil evet, evet yenildim ben...
Buluşma Yüzümde yüzsüzlük Cebimde biletim Kendimle barışım seni hatırlayana kadar Randevum var hasretimle... Çay bardağımdaki dudak payı kadar az Bir içimlik sıcak gözlerinde Seninle savaşım, gözlerinde kendimi görene kadar. Randevum var kendimle... Saklarken kendimi bir tabut içinde Bakanlar görmez beni kimseler duymaz Ölüm kalır geriye, Ölümle randevum var...
Sudan Çıkmış Balık Kime neyi anlatayım, neyi kime şikâyet edeyim? Sormadan söylenmez, söylemeden durulmaz suyum. Battı balık yan gider, görünen köyüm kılavuz ister, zira vardır her yolun bir kestirmesi. Bana bir yol lazım uzun ,ama ölüme çıkan yolum kestirme nasılsa uzatmaya gerek yok.. Uzun yollarda kesmedi, uçmam lazım benim. Yok, metal kanatlarla değil, bildiğiniz uçmak işte. Hani kurşun değince yara alan, ters esince rüzgar kırılan bir kanat ile uçmalı, uçmayı anlamak için. Uçmayı da geçtim, ki çok severek icra ettim ben onu düşümde. Bana bir çöl lazım, sahra mı olur neresi olur bilmem. Ama göstermeli bana serabı, susuzluğun tadını başka nasıl tadarım. Hem görmüş olurum serabı kum olunca mı yoksa hayalleri kırılınca mı daha çok yanar insan. Belki bir balık olmalı, asıl o zaman anlarım sudan çıkmış balığa dönmeyi. Öğrenirim belki atılan her oltaya gelmemeyi de, yemi olmam şu iştahı kabarmış hayatın. Bir balık hafızasıyla unuturum serin sularda yüzerken, nasıl çaldığını hayatın istiridyedeki inci tanesini...
Zaman yolculuğu 'Zamanın birinde bir Sen varmış...' Şimdi Seni görmek dünya gözüyle Ne bir otobüs mesafesi Ne bir uçak yolculuğu... Seni görmek aslında tatlı bir vapur seferi Ve senin adresin bütün martıların kanadında. Sorsam söyleyecekler yerini yurdunu Ama ben Seni görmek istiyorum, Seni... Bütün vagonları umut dolu bir trenle İnsem şu durakta sen oradasın, âmâ Sen yoksun ki Neresine baksam İstanbul'un sen dolu. Ama ben Seni görmek istiyorum, Seni... Seni görmekse şimdi bir zaman yolculuğu! Epeyce geçmişte...
Gerçek Gözyaşı milyoneriyim tut ki; oturmuş bir yürek fakiri için ağlıyorum. Elinde avucunda ne varsa yüreğindeki bir damla aşk kadar paha eder mi otur, düşün. Ruhundaki güzelliğin paha biçilmez ligini onunla ölümü dahi satın alabildiğinde (mi) göreceksin. Çetrefili oyunlarla cafcaflı bir hayatın olmamalı senin, gerçek dediğin bu değil. Ellerini vicdanına koy ruhun için; Kaldır artık yüzündeki maskeyi, olmak istediğin bu değil...
Sana ne Neyse ne bu benim İki ile çarpılıp acısına bir bile olamayan Bir kere çarpılıp sıfırına sevmenin Hiç olan hiçliğim Gözüm dalar derine Daldıkça vurgun yiyen benim Resmine dokunur elim, Dikenine takılır gözlerim Acıyı acıyla beslerim büyüsün diye Şu denizlerin ortasında Suyu bile yakan benim Rengi sana çalan bir kül olup savrulan... Neyse ne işte Vurgun benim, diken benim, acı benim... Yangın benim, kül benim... Neyse ne, sana ne canım...
Gelgit Şu mantıkla anlayamam ben, Sevmekle ölmek arasındaki med ceziri Ay ile güneş sen ile ben arasındaki. Onlar ummanları oynatsınlar yerinden Denizler, ırmaklar çekilsin Düşler, umutlar bizim içimizden... Olacak iş mi? Yaşamak ile ölmek arasındaki med cezir...
İçimdeki Bilmem içinde kim var Kim varsa artık bir önemi yok Sana yemin ederim Yüreğimdeki bir oda hala senle dolu Ama biliyorum bütün yeminlerim boş. İçimde senin kalıbına uyan bir boşluk var... İçimde kış var Yüreğimin çatısı acı damlatıyor saçlarına Kıyabilir miydim hiç sana Ellerin üşüyor ellerin... Git dedim sana, Git içimde kalsın hayalin İçimin içinde sızılı şarkılar var, duyma... İçimde bir soru var Bu yarım bırakılmıştık, bu sessizlik Nereden tanıdık diye soracağım, Birde o gayret olsa içimde varmak için sana Neredeyse sen geleceksin aklıma... Aklımda başka bir sen var artık Unuttum ben beni kıran seni Ama sen unutma Hatırla içinin kuytusuna her baktığında; Neredeyse sevdiğin beni...
Aynadaki Bir mum gibisin... Mumsan, yanmak zorundasın. Yanmak ve erimek. Ancak fitilin bittiğinde sönmek. Başkalarının gereksiz rüzgârıyla sönmek değil senin işin; Yanarken yanmayı da sevmek... Bir çocuksun sen... Çocuksan inanmak zorundasın İnanmak ve düşlemek. Düştüğün yerde büyümek. Senin işin masallar yazmak değil; masalı yaşamak Masalı yaşarken hakikatinin kahramanı olmak... Sen bensin biraz aynadaki... Bensen sevmek zorundasın masalını. İnanmak ve düşlemek. Aynı bir çocuk gibi... Yanmak ve erimek zorundasın Tıpkı bir mum gibisin bensen Yanmak ve yanarken yanmayı sevmek gibi. Sen bensin biraz, ben biraz sen gibi...
Ne ola ki? Ne var sanki? Doğup ta büyüyüp te ölenin, doğup ta sevip te küçülüp ölenin Ne var sanki ellerinde yaşayıp, gülenin? Batarken güneşin gözlerinde, büyüyen karanlıktan başka ne var? Eksilen inancını tamamlayan söz Dilinin ucunda bin cümle, hep bir yanı kırık, bilmez misiniz? Kefenin cebi yok ama yüreğin gömüsü var... Birbirimizi kırarken böyle, söyle içimizde acıdan başka ne var? Ne var sanki var olanın aşkında, Yok, olmayacak mı sanki? Aşk ne bildiğiniz gibi sizin, ne benim unuttuğum... Çok sevdim deyip te, başkasının elini tutabilenin, Sevgisinde sahtelikten başka ne var? Haksızlığı damarların içinde hissetsen de Bu dünyada adalet senin olmadığın yerde. Bin parça etseler yine de affet, aldırma, Seni senden çok sevenin hürmetine, Gül geç mutluluk dile mutlu olduğun günlerin hatırına, Hayatta ölümden başka gerçek ne var?
Bana bir masal anlat Ben duymadım seni. Ama gördüğüm kadarıyla büyümüşsün. Ne kadarda çocuktun ben sevdiğimde oysa Ne kadar masaldı sözlerin Olsun... Büyü sen çocuk, daha da büyü Sevdikçe küçülen benim Yeniden sev, yeniden çocuk olsun gülüşün Yine masallar anlatsın sözlerin Nasıl olsa masallara inan sadece benim..
Hasta İyileşmeyi istemeyen hastaya tabip ne yapsın? Unutmak istemeyen kendinin katili. Ben tabibi buldum, Biraz dua kanadıkça içim, Biraz zaman yaralarıma Ve bu sancıya bir avaz çığlık... Tüm hastalıklı sevmelerime de geçmiş olsun İyileşmek isteyen bir hastayım artık...
Ne olmak istiyordum Aklımın tuvaline fikrini resmediyorsun, Ressam oluyorsun Ben içime fikrediyorum kara yazan fikrini Akla zarar bu hep yanında kalacak sandıkların Galiba bu kez; sende yanılıyorsun... Sen affetmek için af dilemek nedir bilmiyorsun Gözümden düşme diye tutmak ellerini, Bilmiyorsun yan yana gelebilecek harflerin adam öldürebildiğini Beni anlamaya cahil oluyorsun, olsun Sen fazla sokuyorsun parmağını gözüne Galiba bu kez sende herkes gibi; Gerçeği görmeye kör oluyorsun.... Bazen mısır da bir kölenin öfkesi Ölene dek mahkûm edilmiş Yeni baştan inşa etmeye firavunun tahtını Öyle bir zulüm ki bu bazen, Yüreğimdeki çölde, firavun oluyorsun... Ne olmak istiyordun Kimdin kim olmak istedin Ama unuttuğumda her şeyi Hatırlanacak yanını bırakmasan da hatıranın Bir aptal olduğumda çok defa olduğum gibi Uyuşturduğunda acı beynimi Yüreğimdeki o' güzel adam' oluyorsun...
Bayram sabahı İçimiz yanıyor, yanıyor düşümüz İki kişilik biletimizle tek kişilik yolculuğumuz Kimsesizliğe düşüyor içimizin gölgesi Güneşe döndükçe yüzümüz... Kanıyor arkadaş, yaramız. Tüm pişmanlıklarımız üstüne tuz basıyor Sevme diyor, unut diyor, sus diyor Yeter diyor....olmuyor olmuyor Ol deyince ölüyor içimizdeki çocuk Bir bayram sabahı sevinci kadar kısa sürüyor Senden nefret edişimin tadı...
Şartlı tahliye Şart mıydı? Temiz kalan tek yanın bende mahkumdu Bende kalanı En masal kahramanı yanını gülünce, Çocukluğunu bir oyun parkı görünce En bambaşka halini herkesten Öldürmen şart mıydı? Ben güzelce, unuturdum bekleseydin Ara ara hatırlar gülerdi yüzüm Ya da ağlardım ne önemi var? günlerce... Ama gözlerime bu yaşlı öfkeyi koyman şart mıydı? Koşulsuz şartsız bir sevmekti bu. biliyorsun... Ben dizlerimin üzerine yıkılıp ta ağladım Aynı yollardan geçerken Tırnaklarımı avcumun içine geçirip te. Düğümledim boğazıma hıçkırığımı her susuşumda. bilmiyorsun... Acıyorum diye acınacak bir yanım yok, rahat ol Ben acıyorum. Ama benim sevdiğim adamı acıtman şart mıydı? Seni salıvermem için yüreğimden İnandığım adamı, benle mutlu olanı, benden alman şart mıydı? Şart mıydı söyle bendeki seni öldürmen?
Ne ne değildir? Sevmek nedir bilmem. Çoğu kimse sen ne güzel seviyorsun diyordu bana. Belki sen ne kadar aptalsın diyemediklerinden. Sevmek nedir bilmem ben oysa Fakat sevmek ne değildir çok iyi biliyorum... Sevmek güzelim sevmek... İki satır iki cümle iki bin şiir yazmak değildir. Çiçekten adına böcekten şiirler Ben sevmeyi bilmem, Ama sevmek bir başkasının gözüne bakarken Hala onu seviyorum sanmak değildir.. Bunun adı başkadır söyleyemem. Arada bir gelmez sevilen, O hiç gitmez, kovmazsan. Sevmek nedir bilmem ben... Ama kimseyi sevemeyecek olanı bilirim, bildim Sevdiğini zannedip kendini aldatanı bilirim, bildim Sevmek nedir bilmem Ama sevmek ne değildir iyi bilirim ben...ne değildir sende gördüm.
Selam Gayet açık halimin izahı, Bütün anlamayışlarınıza selam ederim.. Başka dili yok bir insanı kahretmenin İşkence etmenin başka yolu yok Bütün dillerde beni kahredenin Sırtıma kırbaç gibi haksızlık çarpanın Sol omzundaki meleğe selam ederim...
Gönüllü Her seferinde celladının tahtasına Usulca uzatan boynunu Başı gövdesinden ayrılmış nice düşünün düşkünü Belki bir af kılıcı bilenir diye koynunda O hep sevdanın gönüllü ölüsü... Bir uzak hayal eder kovuldukça hep kendinden Geçmişe gidecek bir kervan beklediği Diyebileceği dilinin yalnızca aşk Bilir ki gelmeyecek, gelecek der bekler seven O hep yüreğindeki yalanın gönüllü sürgünü...
Elde Var olmayan Elde var sıfırdı Sıfırları biriktirmek lazımdı Zira yanına yakışacak Uzun ince bir bire bakardı her şey Her şey buydu çünkü bir ile sıfır Sen ile ben hiçbir şey... Çok sevince patavatsızdım O zaman elde var yüzsüzlük Yüz kişiye sormaya gerek yoktu Sana sordum neydi bu benim ki Yüzde yüz yüzsüzlük... Sen ile ben arasına girence ayrılık Güneşimiz tutuldu, elde var karanlık Karanlığa gözümüz alışınca Işığa dönmekten korktuk Zira sen ile ben aynı anda aynı yerde tutuşurduk Bilmem belki de bu yüzdendir Elde var olan, yokluk...
Sevmenin politikası Çok partili sistemin politikası bulaşmış hayatımıza. Şimdilerde sevmek başlı başına bir siyaset. Sağcısı da solcusu da bir dert uğruna çırpınıyor ama diyemem burada, biz buna koltuk sevdası(!) diyelim şimdilik. Vaatler büyük, icraat sandık başına gelinceye kadar seçmen. Bu sevmenin siyaset hali, ama böyle değildir ki sevmek elbette, üzülmeyin. Ucuz politikalar, oyunlar, yoktur onda. Sevmenin politikası, aklını maddeye bulayanların işi, aşka hizmet değil de akla hizmet edenlerin işidir. Bize Hz. Mevlana gibi sevmek lazım Şems gibi Yunus Emre gibi. Bazen Mecnun bazen Züleyha gibi. Yani Hakk'ı severken, yaratılanı severken ve yâri severken yürek lazım bizlere, ruh lazım. Benim muhteşem üçlümdür akıl, ruh ve yürek. Ya da aşkın tarifi gerekse bu üçüyle tarif ederim. Maddi boyutta bu tabi. Ama yalnızca sevgili olarak değil kastettiğim, bilim aşkı sanat aşkıdır da bu. Konuyu yani aşkı; akıl, ruh ve yürekle bağdaştıracak olursak; Onun için bir tual birkaç fırça ve boyalardır aşk. Bir insana bile bu derece bağlanamayabilir, kınayamazsınız bu durumu. Çünkü; yüreğinden geçen budur, bir hayali çizmek, doğayı çizmek, insanı çizmek. Ancak yüreğine kulak verirsen anlayabilirsin ruhunun ne istediğini. Ve ruhunun ne istediğini bilir ve onu doyurabilirsen bulursun huzuru. Akıl ise bu aşkı sürdürecek çabayı, anlayışı, sabrı verir insana. Vel hasılı ne iş yapacaksak yapalım, içine bolca yürek, yeteri kadar ruh ve aldığı kadarda akıl katalım. İnandığımız uğruna savaşalım yüreğimizin dediği buysa, çünkü akıl değil yürek inanır. Bu savaş ki; adı savaş kendi aşk, bazen incineceksiniz, yüzsüz diyecekler yâr dedikçe, siz yüzünüzü oracığa dökeceksiniz. Ama ne güzel ne yürekli bir savaş bu kaybetmek onlarca, kaybetmek ne kadar imkansız... Gazanız mübarek olsun, savaşın...
KIŞ Tir tir tir...kış gelmiş içime Aklımda lüzumsuz sözler kasırgası. Lapa lapa kar yağmış, Bütün tatiller sevmeye. Uykum buz tutmuş damlarken gözümden Umutlarım yarınımdan kardan adam yapmış Üşüyorum ne güzel beklerken güneşi...tir tir tir...
Özgürlük
Yüreksiz kaçışlar vardı fikir hanesinde Bir tek aklını aldı yanına Kaçarken gözü arkada kaldı. Özgürdü ve artık uzadıkça uzayan lastikten Bir prangası vardı. Özgürdü, ama daha çok yüreksiz. Dünya ona kaldı, dünyada bir tek o...
Cümle bilgisi Yazmak için yazarım bazen ve bazen şimdiye denk gelir genellikle. Sırıtır cümlelerim yine sen geçen bir cümlenin kurgusuna, anlarsın. Birde ağlayanları vardır bunların itinayla seni hatırlatırım onlara Hepsinin içinde bir cenaze merasimi yüklemlerine yüklenmiş Çok genç kaybettiğimiz aşkın tabutu bilmem, anlayabilir misin? Umut eden cümlelerim var sonra... Sıklıkla olmasa da bazı bazı Ki bu bazılar kırk yılda bire denk gelir. Bir yıldız kaydığında mesela avuçlarına düşerse, Göçmen kuşlar şaşırıp yönünü bir kış günü pencerene gelirse Yani neredeyse imkânsız. Sen gelirsen bir gün çıkıp, tesadüfen karşılaşma ihtimalimiz gibi İstanbul da Yani kesinlikle imkânsız... Onlar ki en yılgınları özleyen cümleler var dilimin altında Dilaltı haplarının faydası gibi değil, hapı şeker sanıp yutan çocuğun karın ağrısı. Bütün cümlelerim içinde en çok onlar dışlanmış Fikir suçlusu diye işaretle gösterilmişler hep Hep yazılmayı beklerler aklımın hücresinde. Ama bende başımı belaya sokacak yürek yok Bence inanmazsın da, bilmem, inanır mısın? Tecrübeyle sabittir, bir şehirden bir şehre gitmek için vasıta lazım yürek gerekmez. Neden olmasın...
Yağmur Duası
Yağmur duası kabul olan çiftçinin sevinci vardı biraz Sonunda sele verdiği mahsulün ziyanına ektiği acısı Atalarımız haklı çıksın diye Kendi ektiğimizi biçtik... Yağmur duasıydı bu, Yağmur yağdı. Toprak doydu. Biz güldük Bu yağmur duasıydı Yağmur fazla yağdı. Toprak kustu. Biz küstük... Belki de, Sel götürmesin diye yeni filizlenmiş düşümüzü Yağmur dursun duasına çıkmalıydık...
İzmarit
Keşke dinleseydin, sustuğumuz zamanlarda Tazyikli bir sevmek akardı boğazımdan şırıltılı, Onu duysaydın karıncalar yürür gibiydi avuçlarımızdan. Ve karıncalar hep toprağa döner yönünü, İçimin kıblesi yüzüne. görseydin... Sonra mı... Ne söylesem aldırmazdın Aldatmazdı aklındakiler bir bâtıl kaçışla seni... Keşke inansaydın sana nasıl inandığıma Çocuklar bilmez ya ölümü İnanır sonsuzluğa, ben de öyle yaptım Bakarken gözünün içine, Üç elma düştü başıma... Ah keşke 'keşke' diyemeyesice dilim Ne demek iste/me/diğini diyebilseydi Kim bilir... Sevgilim sen sigara içersin, Ben izmaritini basarım canıma...' Ve bir kahrolası öksürük yapışır ihtiyarlığıma Nefesim daraldıkça seni anar ciğerlerim...
Lüzumsuz
Vazgeçmek için yorgunum, Savaşmak için sipersiz. Ölmek için erken Yaşamak masallarda sonsuz. Sahte bir dünya kurduysan kendine Yeniden sevmek lüzumsuz...
Pinokyo ya Mektup
Bu kadar dürüstlüğü hakkettim mi gerçekten? Bana yalanlar söyleseydin pinokyo Görecektin bazen en güzeli onlar... Senin yüreğime yüklediklerin Tahtadan değil ki pinokyo Taşıdıkça ağırlaşır bazı sözler... Bazen sana soracaklar Neden böylesin sen diye Gepetto ya atma suçu pinokyo O en güzelini verdi sana Kimse sana sevmeyi hediye etmez pinokyo O masallarda... Sana soludukça uzayan Bir ömür dilerim pinokyo Benim seni hatırladıkça büyüyen gülüşlerim var hala Sen başkalarına uyma Sen tahtayken güzelsin pinokyo, taş olma...
Yürekte çok pişmiş sevmek
Tattığım acının tarifini verebilir misin? Kaç hayalim kırıldı bu sevmenin içine Elinin tozu, bir avuç elimde İnce ince doğrandı yüreğim Gözümü yaşartan pişmanlığımın kokusu En taze inancımı, Nasılda ziyan etti bu sevmek... Ah nimetten saydığım şu seni özlemek yok muydu Tadı damağımda kalan sessizliğim, Gurmesi olmuş dilim ne dediğini bilmezliğin Ne dediysem az pişmiş aklımda... Şimdi sevmek tatsız tuzsuz Yüreğimdeki ateş harlı Ruhumun mayası bozuk aşklara gözü tok Bu sevmek de yanarsa aç kalacak ruhum Yüreğimdeki ateşin altını kısabilir misin?
Elim sende mi?
Gerçekleri görmek istemeyen gözde kör müdür? 'Seni seviyorum' diyebilen göz var mıdır? Peki, gözün dili var mıdır? Duvarların dili olsa da konuşsa... Bir el bir ele gel beraber tutuşalım dediğinde, Yüreklerin tutuşması caiz olan değil midir? Avuçlarımız terler mi ağlar mı yoksa? 'Elim sende' dediğiyse ruhun Ayırabilecek olan var mıdır dünya tutuşsa... Göz görmeyince gönül katlanır mı? Yoksa gönül ferman dinlemez mi,? Acı boynunu vuracak olsa... Ne var yani leyla mecnunu daha çok sevdiyse. Ölümden öte köy var mıdır?
ZIRH
Atomu parçalayacak kadar şiddetlidir duydukların, Hani ölmeye imrendiren işkenceler vardır Yürek ister yaşamak... Öyle bir zırhtır ki bu yüreği saran sevmek Seni senin gazabından korur... O yaşasın diye parçalanmaz gövden, Belki, gözünden avuçlarına birkaç damla kan düşer Ama ölmezsin, Düşlerden kalma umudun şurada durur Öyle bir zırhtır ki bu yüreği saran sevmek, Sevmekten ölmezsin, yaşamaktan uzak durur...
Kasten Adam Sevmek Kasten adam sevmekten Aşık olmaya teşebbüsten, İnanca ve kadere ortak olmak istemekten yargılanıyoruz... Ellerimizi kan yerine aşka buladık, Yolsuzluk yaptık sevdiğimize çıkmayan yolda. İşte bu yüzden biz sürgün ediliyor, Bu yüzden incitiliyoruz. Sevmek ile riyakârlığın karıştırıldığı Menfaatin fedakârlık zannedildiği Egemenlik kayıtsız şartsız bedenindir dendiği bir dünyada Sevgimize ruhumuzu karıştırmaktan, Şikeci damgası yiyiyoruz bütün bilinçsiz fikirlerde. Bu izler ki ruhumuzda, inandıklarımızın darp izleridir Çünkü inandığımız çarpar yanılgının kırbacını, Aç susuz mahrum bırakır gülmenin tadından Sevmenin suç olduğu yüreklerde Sevenler hep yarım bırakılır...
Sözüm Uçsun Yazım Kalsın Bâtıl İnanç Uyurken göremediklerini görebiliyorsan, Dürüst insanlar, merhametli yürekler. Gözlerini kapadığında azalıyorsa karanlık, Daha sahiciyse yüzüne bakan gözler, Kırmızı kar yağsa da artık rüyalar gerçeğin olur. Dünya bâtıldır. Ruh ile meşk Muhakkak ki her insanın bir ruhu vardı. Ama onlar hiç dinlemediler anlatılanı. Ruh ile meşk etmenin yolu meşakkatliydi. Aklın cafcaflı fakat sahte vaatlerine kandılar. Ziyan oldu 'hakikati' mutluluğun... Vasıta Şimdi dağları aşıp, ona varan biriyle E5 i aşamayan biri olmanın farkındalığında "sevmek". Biri yüreğinin kanatlarıyla uçmuşken Biri aklının minibüsünde kendini turlamakta... Rüyalarda buluşuruz... Yüz yüze gelmeye yüzü yok yüzümüzün, Ondandır böyle sırt sırta verip unutmaya kaçışmalarımız.. Belki ancak bir rüyanın affediciliğinde oturup kırk yıllık hatır yudumlarız, Kırk yerinden kırılmış hatırlarımıza inat; Rüyalarda buluşuruz...
Uçurum Daha az değil şimdi aramızdaki aralık. İki ayrı şehrin arası bir yoldu sadece, İki gurur arası aynı şehirde kapanmaz uçurum... Saf Özlemenin en saf hali özlemimde, Damarlarımda katıksız acı. Dupduru gözümden akan su. Sana bakmayı özledi, yeniden doğmuş gibi...
İşte öyle bir şey... İşte öyle. Kırk derece ateş içinde tir tir titremek bu. Bu körü körüne sevmenin 'o herkesten başka' bağnazlığı. Çölde asla içemeyeceğin bir damla su. İşte böyle bir sevmek gördüğün, hayal bu...
Herkes gibi olmak, herkesin sonu Son kez doldur arkadaşım geçmişi gözlerine İyice bir demlensin, tütsün dumanı. Ellerine dök hayalini, hasretinle yıka yüzünü. Ve unut herkes gibi geçmişi... İç bir yudum avcundan yalanın Bu tada alışsın dilin Silinsin yüreğinden geçenlerin mayhoşluğu Ve unut gerçeği herkes gibi... Herkes gibi olmak herkesin sonu Ol herkes gibi! Tak yüzüne o menfaat maskesini, yaşamayı oyna Öl herkes gibi! Ve unut inandıklarını, basitçe sev, herkes gibi!..
Çürük Düş Düştüm düş kapaklarımın üstüne, Çürümüş yaralı düşlerim Çelmesine takıldım sözlerinin İncindi sevda bileklerim... Acıyı tattım... Yaralarıma seni basa basa büyüttüm Çürüttüm gözümün dalında asılı O en acı, o sen tatlı meyveyi... Ruhumun damağında bir sen kaldı Acıyı tattım...
Devri Âlem Dünyayı turlamış gibi Yorgunluğu var senin âlemini gezmenin ruhumda... Upuzun uzun yollar vardı, Yüreğine kıvrılan dönemeçler Ne soğuk ummanlardı onlar Acılarım dondu içinde. Bana bir "git" mevsimi vardı Taa gözlerinin memleketinde. Soğuktu çok soğuktu, Uyuştu ayaklarım, titredi bedenim Ayaz kesmiş ah benim bastığım sokaklarında Üstüme yağan kurşunlar Taş atan çocuklar vardı Dilinin döndüğünce beni öldüren Katiller saklıydı teselli sandığın sözlerinin arkasında. Ama düşler vardı ya ruhunda varamayacağım kadar uzak Annenin ak sütü gibi helalken benden nefret etmek Merhamet vardı ya seni kırdığım yerlerinde Şimdi unut. Bildiğin gibi sakla beni senin âleminde Ne güzeldi ah Yüreğinde kimsenin bilmediği bir sırça köşk vardı...
Kör Düğüm İkiyle ikinin dört ettiği kadar basit mi? Ölmek kadar kolay Yaşamak gibi düğüm bir ben varken, Aklımın okuyamadığı Ruhumun ezberlediği bir sen... Şimdi diyorsun ki Yaşamayı çöz Ezberini unut. Geceyle gündüzün birbirine karışması gibi Çekilecek yanı olmayan bir kör düğüm bu...
Sulu şiir (Ayrılık Çayı) Dumanı üstünde bir çay ayrılık Şekersiz ve acı, Soğudukça kaynar gözümde Bir ayrılığın dem suyu... Ruhumun demliğinde bir beden dolusu acı Sızı dökülür ciğerlerimin üstüne Gözlerime dolar Bir özlemin dem suyu... Bir gül kurumaya yüz tutmuş Yüzümde gülmek son deminde, gülecekse o Gözlerim ağla sen yine Dökülsün toprağına solan güllerin, can suyu...
Keklik Aç çantanı, bak. Bu kez uçtu çantandan keklik. Atıyorum, sıkı tut. Seninkilerden daha sağlam değil Benim palavralarım. Beklemiyorum. Bekleme. Gelen giden yok Bu durduğumuz son durak...
Hoşça kal Dünyalı, Biz Aşk Âlemindeniz… 'Gözüm ısırır bu sızıyı bir yerden, yaralarım ağlarsa yanında ...' "Yabancı" derim bir gün görürsem seni Ellerin ne kadar tanıdık, gülüşün, bakışın Sen hiç yüreğimde bulunmuş muydun? Kaderimden geçmiş miydi yolun? sorarım sana Muhtemel; gülersin. Zaten sen gülünce ben hep gülerim. Tanışır gülüşlerimiz Memnun olurlar ve gideriz. Bu kadar basit sandığından beridir bendekini, Yedi kat elsin bana. Anam babam gibi inandığım yabancı; Unut, arkadaş kalmak" hikâyesini okuma. Sende dedin ya bunu, Aynadaki aksimde yabancı artık bana Cümle âlemin dünyası da. Aşkın âlemindeyim ben, bu seninkinden farklı. Öyleyse hoşça kal dünyalı... Başka bir dünyanın masalında kaldı belki benim sevdiğim yabancı.
Yabancı 'Hep korkmuşumdur: “biz modern insanlarız sevgilim arkadaş kalalım “Komedisinden.' Arkadaşım... Beni soracak oldun ya bir zaman Olmuştun ya hani, hatta bir daha olmayacaksın ya Belki yine olursun diye; Ben iyiyim. Dilim döndüğü için Elim tuttuğu, gözüm görmediği için Azrail’i henüz. Yaralarım ve ızdırabımsa selam eder seninkilere Ellerinden öper gözümün yaşı, el açsan yüzüme. Meraklı Arkadaşım... Merak edecek olursan beni, etme Benim gibi aptalların tabii halidir iç kanaması Sen gibilerin açtığı yaradan, ben gibiler ölmez iç kanamasından. Ben ve içim sağlığına duacıyız zaten Geceleri uykudan evvel ve rüyada Ve kâbuslardan arta kalan zamanlarda gündüzleri... Sesimi soracak olursan Sesimi duymak istediğinden beri Sesi soluğu çıkmıyor sesimin İçimde bir gariplikler ülkesi Seni andıkça körlüğü görüyor gözlerim. Sözlerinin türküsü çalınıyor kulağımda Türkü türkü yazıyorsun sözlerini arkamdan yakacakları ağıtın. Yazar arkadaşım benim... Şaşkın aklım almıyor sevgili arkadaşım. Aklının oynadıklarını.
Kaybediyor aklım sana giden yolda beni. Oyuncu arkadaşım... Sana arkadaşım; "küs" deyip gitti yüreğim. Bildiğin bütün mızıkçılıkları yaptın Nasıl arkadaşsın sen ellerini bıraktın yolun başında el oldun Aynı yolda ayrı yöne gittin sen Ayrı Yol arkadaşım... Sevdiğim. Kim kandırdı seni, arkadaş olamayız biz Gel sen etme efendi gibi yabancı olalım biz Dualarımızı eksik etmesek te ne çıkar? İki yabancıyız biz, üçüncü şahıslara yar olacak nasılsa kaderimiz... 'Gözüm ısırır bu sızıyı bir yerden, yaralarım ağlarsa yanında ...' "Yabancı" derim bir gün görürsem seni Ellerin ne kadar tanıdık, gülüşün, bakışın Sen hiç yüreğimde bulunmuş muydun? Kaderimden geçmiş miydi yolun? Sorarım sana Muhtemel; gülersin. Zaten sen gülünce ben hep gülerim. Tanışır gülüşlerimiz, memnun olurlar ve gideriz. Bu kadar basit sandığından beridir bendekini, Yedi kat elsin bana, anam babam gibi inandığım yabancı; Unut. "arkadaş kalmak" hikâyesini okuma. Sende dedin ya bunu, aynadaki aksimde yabancı bana artık Cümle âlemin dünyası da. Aşkın âlemindeyim ben, bu seninkinden farklı. Öyleyse hoşça kal dünyalı... Başka bir dünyanın masalında kaldı belki benim sevdiğim yabancı....
Sebep İşte şimdi gidecek bir yerin bile yok... Hiç kimsenin olmadığı yer ve cümle âlemin olacağı yer yerin Görüyor musun, bak. Söyleyecek sözün bile yok Islanmış bütün baklaların, tükenmiş harflerin. Anlatmaya mecalin, haykırdığını işitecek kimsen yok... İşte şimdi gelecek kimsen yok... Beklemeyi bekleme hiç Sana bekle diyen yok. Gel deme boşuna, gelmesi için bir 'sebep' yok. Güneşi, geceyi aynadaki aksini unut Gece yok gündüz yok Bak ta gör artık aynada aksin yok Ağlamalar çare olmadı hiçbir derdine Öyleyse gül ağlarken için Artık yürekten gülmek için Bir tek sebebin bile yok...
Can sızısı Gözünden yüzüne sürgün edilmiş her damla yaşa inat Her gün biraz daha vatan hainisin kendi topraklarına Sana dokunacak her sevdaya dikenli telle örülür yüreğin Bir kutsal emanet gibi saklar Hiçbir darbe alamaz, hiçbir kurşun vuramaz oradakini... Öyle öğrenirsin ki; Kurşungeçirmezdir sevdalar zaten. Lakin Yara alır sevdiğinin, bir serseri mayın kelâmıyla... Bırakmazlar ki, kapansın yarasına yaralayan Kabuk bağlasın yaraladığı yerlerden. Bilmezler ki, sevdiğinin yarası, Senin teninde sızlar Gözlerinden damlar damlayamayan gözyaşı... Öyleyse; Sen beni daha fazla sızlatma sevdam Kabuğu olayım açtığım yaranın, bırak dinsin bu sızı. Ya da... Başka merhemler bul kendine, dert etme beni Sarmadan sen, ölmeden ben, Dinmeyecek zaten, benim bu canımın sızısı...
7. (Ay)rılık (Temmuz’da) Temmuz sıcak bir aydır. Yakar... Geceleri uzun ve kasvetlidir Sen bitersin, gün başlamaz sen bitmeden Temmuz'da... Gülmek solar, acı açar topraklarında Sular gözlerin, her kuruyan günü Temmuz'da... Her bir zerrende pişmanlık biter, Koklarsın, ciğerlerine kadar acı dolar Temmuz'da Damarlarından ızdırap geçer, aklından ölüm. Temmuz müebbet bir cezanın ayıdır Ölemezsin bile Temmuz'da... Temmuz sıcak bir aydır. Yakar... Bir tek yüreğin titrer İçin, için yanarken Temmuz'da... Temmuz ayrılık ayıdır. Ayırır parçalarına. Ayrılır... Bir çiçek toprağından Bir kuş göğünden. Ayazda ölür, ayrılınca pervane ateşinden. Etin tırnağından dahi ayrılır Temmuz’da...
Serzenişte Bilmiyorum... Hiç bir şey bilmediğimi bildiğim gibi hiçbir şeyi. Bildiklerimi hatırlat, seni biliyorum... Korkuyorum... Keşke dedirtme bana Pişman değilim çabalama Ellerimi titretme; yaşamayı düşürüyorum gözümden. Sen beni hiç sen yokken gördün mü? Belini bükme artık Yüreğimin kaldıracağından ağır bu yük. Sandığın gibi değil Bu işleyiş, karma karışık Anladım. Anla. Yanında olamasam da arkandayım, yolum senle bir Çarpacaksak da aynı duvara... Yolunun üstüne duvar ören sensin, Kaderi suçlamak çare değil Korktuklarından, korkmuyorum... Bilmiyorum, Sadece seni bilmek istediğimi bildiğim gibi hiçbir şeyi. Biliyorum bilmediğini, Biliyorum; ne önemi var canımın yanında.
Üzgünüm Ruhum Yine şaştı kumandası ruhumun, yüreğime meylettim, dinledim yine yandım yeniden. Çok değildi aldığım yol ama yine başa döndüm sabrı tavaf edemeden. Üzgünüm ruhum. Ay değilim zaten ben. Ben beceremedim susmayı, boş konuşup, boş sözler duymayı maharet bildim. Ellerimi ateşe uzatıp suya kızmayı adalet zannettim. Şaştı yine kumandası ruhumun, yüreğimi ararken aklımdan da oldum ararken çıkmazın çıkarını, bir yol bulamadım bu çıkmazdan her bir şeyimizi kaybettim. Üzgünüm ruhum, rehber değilim zaten ben. Yüreği dinledim sabır sustu, aklı dinledim dilim. Ah sor birde bana ruhum, içim yumak yumak kördüğüm. Dedi ki akıl; kal da sev, uzak yoktur sevda da. Yürek dedi ki; ne duruyorsun oracıkta sevdiğin, git de sev kaç günlük ömrün var ki daha. Bilemedim ikisinin de gönlünü etmeyi, yanıldım. Hata yaptım. Kırdım seni Üzgünüm ruhum, melek de değilim zaten ben. Müstahaktır sen, yürek ve akıl ile can bulan bu bedene her terk ediş. Huzura kavuşmak isteyen ruha ödüldür bu bedenden çıkış. Lakin yoktur 'O' istemeden yanına, kaçış. Öyleyse bekle sen ruhum, affet beni pişman olma sakın. Anlarlar bir gün. Mutluyum ruhum, eğme başını, ne güzel sevdin onu sen...
Ben ölürüm aslında, yaşamak olur adı… Ben ölürüm aslında, yaşamak olur adı... Azrail’den habersiz ölürüm her gün, Azrail gücenir bana Derim ki bir ben bilirim öldüğümü Ruhumu almak kalan sana Ben ölürüm, herkes yaşamak der adına... Günü ve güneşi kaybolmuş Karanlığa ve geceye hapsolmuş Sol yanım tükenmiş, bir yarım kaybolmuş Yok gülüşlerimin eski tadı Yaşamaksa bunun adı varsın yaşamak desinler Ben yaşarım aslında, ölmek olur adı... Bir gün ben ölürüm. Üzülürler. Hâlbuki ben onsuz yaşarken çok defa ölmüştüm Bir damla gözyaşı bile dökmediler...
Bilmediğimiz… Omuzlarımda yokluğun var sanki. Taşıyorum. Kaldıramayacağım yük değilse de çok ağır... Bakıyorum da şimdi Yok o çarpıntı, yüreğimde... Yavaş ve hissiz son vuruşlar var sanki Gülmelerimi acıtan bir şeyler var çözemediğim Gözlerimi sızlatan, ruhumu inleten Ellerimi titreten Bir şeyler var özlemimde... Sana inanlar var yüreğimde putlaşmış aşkları inkâr edip Ve sana inanmayanlar aklımda İnanmadıkları için yananlar var sanki... Anlam veremediğim bir şeyler var... Anlamını kaybeden nefes alışlarım birikirken ciğerimde kanımı donduran sözlerin var, damarlarımın içinde... Ve bir şeyler var hepsine katlanmama sebep. Ruhumun çöküşüne değil de, onu ayakta tutan bir sen var Seni ruhuma sindirişimin altında Bir sebep var Seni özüm edip gözümden döküşümün altında bir hikmet var elbet Lakin... Nedir bilemeyiz... Sen bilmedikçe ben bilemem Ben bilmedikçe sen. Ve bilmedikçe biz Ruhumuzun arkasında büyür, bilmediğimiz...
Uçmak Sevdası… Ah gök yüzlü adam... Ayır bana göğünden bir parça, Uçuşsun yine martılarım, Uçayım bende kanatlarıyla onların. Sığınacak denizim yüreğin, Denize sıfır acılar kurma yüreğinin kıyısına Yüzünle yüreğin arasında batar güneşim... Kimsenin eli değmesin gökyüzüne, o hep aydınlık kalsın, Karanlıktan her korktuğumda uçup gelirim ben semalarına... Gecelerinde aydınlık senin Gök yüzlü adam. Yıldızlarından bakarım sana, Kayıp gitmelerine izin verme diye dua ederim. Kimse seni bilmeyecek olsa da, Bilirim, Bir gün gökyüzünde başkaları olacak, Yüreğinin kıyısında bile olmayacak yerim... Gök yüzlü adam, İçine yağan yağmurlar gözüme dolar, Bir sis kaplar ki sensiz gökyüzünü Bulutlarının arasında sıkışır kalır, düşten kanatlarım Ben artık vazgeçemem gökyüzünden, Uğraşma, inanamam. Bu bendeki uçmak sevdası bana senden Gök yüzlü adam... Ne çok zaman oldu. Yalancı bir gökyüzü, sahte bir günün altında Buluşalı ve bulalı aslını gökyüzümün... Güneşin foyasını çıkardı ya yüreğin, ona baktığımda Güldük ya ikimiz ay tutuldu, şahit oldu bir gül
Adı konmayan bir rüyaya... Kanatsız uçmaya, bense o gün şahit oldum Gök yüzlü adam, İnanırken sana gözlerim, bütün şahitlerin huzurunda... Uçurtmalar uçurmuştum Gökyüzüne sen geldiğinde Uçlarına iki ömrü bir edip kaderi bağlamıştım. Ah Gök yüzlü adam ahh... Takıldı uçurtmalarım inanmadıklarına, bana inanmayışlarının fırtınası koptu içimde, Martılarımın kanatlarını kırdı rüzgarın Dalgaların çarptıkça aşındırdı yüreğimin kıyısındaki taştan inançlarımı... Ah Gök yüzlü adam İçimde bir seni sevmek denizi. Bu denizin sonu Gökyüzüne varmadıkça Ne güneşler doğar ufkumda, Ne yakamozlar aydınlatır gecemi Sahte gökyüzleri değil istediğim Gök yüzlü adam Göğünün ardındakiler, yalnız benim görebildiğim... Madem istemiyorsun, gelme Gök yüzlü adam Sende kalsın güneşim... Benim denizim senin ufkuna layık olamadı zaten Şimdi hayal ederim ben yalnızca Her daldığında ufka gözlerim; Gökyüzünü, beni ve uçmayı...
Deli Yüreğin var ise aşka Akla ne hacet; İstediğin deli olmak değil Aklın var ise aşkı unut... Cesaretin var ise sevmeye Birlikte olmaya ne hacet; Birlikte olmak değil istediğin, Birlikte ölmek ise Çekeceksin acını mecbur; ölmeyi unut...
4-1-2-1-1-1 İkiyle iki dört eder ya Senle ben bir. Etmeseydin eğer yolumuzu iki ayrı yol, Ağlamak bir, Gülmek bir, Ölmek bir...
Kendini Bulmak… Şimdi sen olacaktın burada... Ya da hep buradasın zaten. Ah bir şimdi sen olmayacaktın bende... Yüreğime sığacaktı dünya Gülmenin cılkını çıkaracaktım Ağlayacaktı herkes benim gibi gülemediği için Ağlayanlara gülecekti yüzüm Keder nedir bilmeyecektim Ölümü düşünmeyecektim, "yaşamak güzel" deyip geçecektim Boyumca umutlarım Ağırlığımca düşüm olacaktı. Uykularım mışıl mışıl bebek gibi Göz kapaklarımda asılı mis kokulu rüyalar... Ah be şimdi sen olmayacaktın bende... Ben havada martı, ummanda balık olacaktım, Dönmeyecektim sudan çıkmış balığa Uçamayan bir martı olmayacaktı gözlerimde Sen olmayacaktın şimdi; Bir gül olacaktım kırmızı. Kimseyi dinlemeyecek âşık olacaktım sahte bir benliğe Özgür olacaktım, korkusuz olacaktım Gamsız olacaktım... Ama bende var ki bir sen; Yüreğime sığmasa da dünya Bir dünya sevmeyi öğretti bana Gülmenin yüzde değil Yürekte güzel olduğunu keşfettim onunla.
Sen olmasaydın bende Ağlamanın tatlı tadını duymayacaktım iliklerime kadar Daha fazla sığınamayacaktım ağlarken Rabbime Umutlarım ve düşlerim daha fazla olacaktı ama; Daha fazla da düş kırıklarımda olacaktı canıma batan. Tek bir umut bir tek düş kaldıysa da şimdi bana, Yetinmeyi bilmeyecektim sen olmasaydın. Bir martının uçamamak acısı, Balığın denize hasreti olmayacaktı belki içimde Ama bende bir sen olmasaydın; Nerden bilecektim acıyı ve Nasıl anlardım mutluluğu, Öyle ya "acı çekmeden mutlulukların nasıl anlamı olacak"tı. Kırmızı bir gül gibi olamadıysam da sensiz Kırmızı gülün sahteliğini anlayıp ta, Nasıl bulacaktım kendimi... Bu yüzden ki bilirim ben; sen olmasaydın daha iyi olmayacaktım...
Şüphe Uçurumun ucundaydı yaşamak, bir şüphe itti Yaşamanın tam ortasından, düştü. Tuttum ellerinden, yaşamak ağır, Yaşamak parmaklarımın ucunda, Yaşamak gücüm yetene kadar, yaşamak korktu. Yaşamak korkuyla sabrın ellerinde Yaşamanın omzunda bir şüphe, yaşamak teslim oldu Yaşamak yoruldu. Yaşamak... Zamandan bir tabutun içine girdi, yaşamak öldü. Örttüler üzerine geçmişi, Yaşamak öldü Zaman durdu...
HEVES nedir? Olsa olsa hevesti... Seni benden çok sevmekti istediği Bir gülüşünle bin derdi silmekti yüreğimin hevesi... Yüreğim cahil, yüreğim bencil Evet, evet bencildi, Benliğine seni katacak kadar bencil. Cahildi bilmezdi sensizliği, bilmezdi dili susmayı, Kırmayı bilirdi ancak bilmeden, Bilmeden kendini sallandırmayı bakışının uçurumundan Öyleydi işte hevesti, gözünden damlamak hevesi, ruhuna dokunmak... Hevesti işte, çocukluktu şu benim ki; Bir oyundu, 'Seni en çok kim sevecek' oyunu Birinci olsa da kazandığı seni kaybetmek oldu Hevesti bu; sana yenilmek ne de güzeldi... Sana göre bana göre hevesti bu, sevmek değildi Şimdi ki zamanlarda sevmek bize göre değildi zaten Hevesti ancak Kül olup yanmaktı istediği pervanenin Kollarında ölmekti mecnun emeli leylanın Kimse bilmez bütün gerçek sevgiler şimdilerde hevesti. Şu herkesin ki aşk ise zaten, benim ki ancak Heves ‘ti... Bilir misin sen Heves nedir!?
Bir mahkemedir… Beklemezsin Benim yolum sensizlikten geçip çıkar sana Sensizlik uzak, sen sensizlikten uzaksın Bir ömür sürer belki Dağ dağa kavuşur Yerle gök birleşir Bir bakmışsın sûr a üflemiş İsrafil. Ben beklerim kavuşmayı yerde ya da gökte Sen başka beklentiler içindesin, Beklemezsin. Beklesen... Bilmezsin Bir mahkemedir yüreğim Suçu büyük, boynu kıldan incedir ruhumun Müebbet hapistir acı bedene Bir ilmek arasında boynu, bekler sonunu hayat Ayaklarının altında ki tabureyi çekmek sana kalan Yüreğine açtığın bir başkasıyla... Bir mahkemedir yüreğim Senin kadar adaletli. Sen kendi kalemini kırmak nedir Bilmezsin. Bilme sen...
Vur Emri Bütün cephelerimde sen... Bir savaş ki bu kendimle Kan dökülmez de, oluk oluk ızdırap akar topraklarıma. Cephelerimde siperim ben Seni kendimden koruyan... Yüreğim komutanı Ruhum savaşır nefsimle Sana hasret kalıp isyan ettiği her an kadere Verir yüreğim ruhuma; vur emrini...
Pencereden bize bakış acısı Baktım bugün penceremden Gökyüzü, yağmur olup yağamayınca Sanki sen yağdın caddelere, sokaklara... Bir baktım herkes sen, Sonra sana baktım birde, gördüm; Herkes değilsin sen... Bugün bize baktım penceremden Hiç kimsenin göremediği bir yer... Aşkın yolunda yürüdük, gördüm bizi Mutluydun, mutluydum ben... Sonra baktılar bize; göremediler Dokunamadı bize ayrılık, Çünkü herkes değildin sen...
Acı/mak Askıya almak acıyı, Özleyince yine giymek üstüne, Mevsimlik yapmak mesela Baharda giymek sadece.
Acıyı aldırmak içinden Küçük bir operasyonla Kardeşliğinizi unutmamak fakat Yüreğinle siyam ikizi Unutmamak sizi doğuran bir akşamüstü güneşini
Yastık altında biriktirmek acıyı Zor zamanlar için belki Belki Sermayesi yapmak kuracağın düşlerin Daha yüksek rakımlı düşlerden düşmek için. İlaç yapmak acıyı Yaraya tuzu sürer gibi Hiç iyileştirmeyeceğini bildiğin insanları Ömrüne doktor yapmak gibi.
Sadece Şimdi desem ki Yolumu tükettim ben çoktan Ruhumdan göğe bir ağaç büyüttüm Ve dallarını budadım Kimse yuva kurmasın diye ... Ve siz yine Okuduğunuzu anlayacaksınız sadece Bir kelime bir cümle Ve siz ve o ve onlar ile Bütün şairler bile...
Kuş Masalı Bir kuş gördüm. Bir kış günü. Bülbül belki. Uçuyordu, korkuyordu ama yüksekten. Yükseldikçe tansiyonu düşüyordu. Sonra dediler ki kuşa; "Çok yüksekler çok alçaklardan güvenilirdir. Çok alçaklar var çok alçaklarda; vururlar." Ama kuş yine de korkuyordu yüksekten, Ama düşmekten değil. Yahut vurulmaktan Yüksekten korkuyordu kuş, Sevdiği bir gül olunca...
Keşkeler zararlıdır çocuk; Gülümse… Keşke diyemezsin sen Bütün keşkelerin bende... Ben her ateşten sözünü taşırken başımla gözüm üstünde, Davetsiz acılarını sinemin sen manzaralı yerinde misafir ederken süresiz, Taşırken en kalabalık yerlerimde kimsesizliğimi, sen gittiğinde, El âlem acırken bana, Ben gurur duyarken seni sevişimle, Çekip gitmişken sen, bozmuşken oyunumuzu, Gözümün içinde yaşlanmış yaşlar, bırakmışken sen Yine de' eyvallah senden gelene 'diyorsam ben; Bana gülmek, sana keşke yok çocuk! Keşkeler zararlı sana, gülmek faydasız bana artık. Hem, keşkeler zararlıdır çocuk; sen gülümse... Sana keşke yok çocuk Keşkelerinin hepsi bende...
Şükür Vazgeçtim vazgeçmekten... Sen görmek istediğini gör. Olduğu gibi, ben hep seni duyacağım yüreğimde... En mantıklı deli, en olgun ihtiyar, En masum çocuk, en inatçı keçi, en merhametli zalim En başka sevdiğim, en korkak kahramanım, Bildiğim gibi seveceğim seni... Sevdiğim gibi kalacaksın, Sen inanmasan da ben hep ellerim sana bulaşık Ama yüreğimde tertemiz seveceğim, sen bile mâni olamayacaksın Şu dünyada adam gibi sevmeyi bir ben bileceğim... Sen bilemeyeceksin adam akıllı sevilmeyi Bütün oyunlarda sahte aşkları sen kazanacaksın, Ben bile bile kaybedeceğim birinci olmayı. Her kaybettiğinde seni kazananları, ben sana yenileceğim. Seni seven en son kişi olacağım hep ama Bu sonunculuktan kazandıklarımı bir ben bileceğim... Artık anlatmaya çalışmayacağım da kendimi Bütün anlamsızlıkların içine beni kattığını bileceğim Sen beni anlamakla uğraşma, ben seni anlayamamaktan vazgeçmeyeceğim... İçimde artık kalmasa da umut, düşlerimi düşürse de kaderim kör kuyuya, İnandıklarım çürüyecekse de dalında, ben hiç isyan etmeyeceğim. "Keşke dokunmasaydı bana hiç" demeyeceğim. Beni sevmedin diye üzülmek yerine Bütün günahıma kefaret diye ateşin, Seni sevdiğim için Allah'a şükredeceğim..
Külkedisi ve Evlatları Artık inandır kendini külkedisi... Aşkın saati çoktan 12’yi vurdu. Ve değişti her şey, basitleşti kaybetti büyüsünü İnancın bal kabağına dönüştü, Düştü ayakkabıların ayağından. Kırdıklarının üstüne bastın, sen acıdın yine. Sevmekle saray oldu sandığın dünyan, hep aynı. Şaşırma, kendin ediyorsun dünyanı zindan... Külkedisi, masal değilse de bu yaşadığın, Kül olup sevdiğin, ateş olup yaktı seni, gerçek bu. Prens onu prens olduğu için sevdin zannetti Saat 12‘yi vurdu prens seyyah oldu sarayını terk etti, Almadı yanına seni, gitti, Prens seni gözün sarayında zannetti. İstediğin neydi ki hâlbuki Kurtarsındı yeterdi üvey aşklardan seni, Öz be öz sevmekti, yanında ağlamaktı, gülmekti, olmaktı Ama prens sağır oldu sözlerine, kör oldu gerçeğine,12’yi vurunca kader... Şimdi savur küllerini külkedisi Üvey gülümsemeler evlat edin yüzüne Ayrımcılık yapma öz yaralarının arasında Sür hepsine ağlamak merhemini...
Kim o? Karşımda biri var, sen misin o? Birileri karışmış fikrine, gözlerine yalanlar kaçmış Sözlerinin koynuna sarılmış yılan Zehri damarlarıma sızan biri... Sen misin o? Yüzüne maske takmış dağılmış saçları şiddetinden rüzgârının Sırlarının arkasına saklanmış, apaçık meydanda kalmış çocukluğu kaybolmuş gülüşü Ne olduğu gibi samimi ne göründüğü gibi masum... Sen misin? İki şakak arasına bir kurşun İki göz pınarına bir damla Bir yüreğe bir hançer Adaletin adresini şaşırmış olan sen misin tarifsiz bu yolunda Vicdanı gömülü derinlerine Bulamazsın gömülmeden toprağa Ektiğim emeği çiğneyen bu nankör sen misin? Sendin... Dilini çözen yüreğimin Aklımdan geçeni ben bilmezken Sen tutan değil miydin fikrimi, Yaşamak bir oyunsa başrolü sen değil miydin? Bana yakındın benden şah damarım gibi Şimdi yedi kat el gibi yabancı Bu karşımdaki başkası, Bu bambaşkası sen misin?
Helal Pişmanlık Yaptıkların yanına kâr kalsa Zarar edersin yapmadıklarından Satsan tüm geleceğini Gücün yetmez, alamazsın geçmişini... Ama bekle, Alacaksın elbet bir gün zamandan Sana düşen pişmanlıktan payını Göreceksin değersiz diye sattıkların Sana ne çok değer vermiş meğer, Göreceksin, Üç kuruşa sattıklarında seni... Borçlandığın hayallerin çetelesini Alacaksın Rabbinden Sana düşen pişmanlıktan hakkını Alacaksın bir gün Faizsiz ama helalinden...
Matematik Sen... Sıfırla çarpıyorsun kendini, Kayboluyorsun, sıfırlıyorsun mevkiini. Üç ile çarp beş ile çarp iki ye böl Beş topla on çıkar kendinden, Ben bilirim yine değerini Bütün çok bilinmeyenli denklemlerinin... Ama sıfırla çarpma kendini Kaybolma, hiç olma Hiç olamayacağın kadar değerliyken edebiyatımda Kaybolma çıkmaz hesaplarının matematiğinde... Korkutuyor insanı sonsuzla çarpmak Bir yüreğin sevdasını Bölüyorsun düşüncelerini aklının her bir köşesine Sonuçta sana hep bir soru artıyor... Olsun çarpma kendini sıfırla, hiç olma İlla çarpacaksan birle çarp kendini, kendin ol yine Fazlası değil...
Pişmek Beni pişiriyorsun.. Sana nasıl kızarım. Acının her türlüsünü serpiştiriyorsun üstüme Beni tatlandırıyorsun Sana nasıl kıyarım Boynumu büküyorsun Yaralıyorsun Bir kez daha şükrediyorum Beni yakıyorsun diye Şükrediyorum Rabbime Seninle diye imtihanım...
Yaşamak için… Yaşamak... Zamansız ve mekânsız, yarınsız ve dünsüz Bugünü de kadere satarak yaşamak... Gülmeyi bıraktınsa bir çift gözün ellerinde, hani çocukça ve içten Ve gerçek güneşin sıcaklığı kadar, dudaklarından ziyade yüreğinle gülmeyi, Gözlerindeki kahkahayı, Bıraktınsa eğer Gülmeye korkarak yaşamak... Çok konuşarak kimi zaman, konuştukça unutarak kendini, Çoğu kez ne konuştuğunu bilmeden patavatsızca Ve bazen dilinden dökülmesin diye sevdiğinin adı Duymasınlar diye sormasınlar diye onu lâl olup susarak yaşamak.. Aklına geldikçe bir bakışın masumiyeti ve hatırlarsan ardından aynı bakışın sahteliğini. Aklını unutarak, bir boşluğun karanlığına var gücünle koşarak yaşamak... Ama yaşamak işte. Deli gibi yaşamak. Bir kuyunun başından, parça parça yüreğini atmak kuyuya. Ve kimseleri yanaştırmayarak yanına Yalnızlığı yalnızca onunla yaşayarak yaşamak... Zaman zaman şöyle bir bakarak haline bir aynanın çizdiği resminde "Bu ben değilim ki" diyerek, dokunarak göz yaşına çaresizliğinin "Ben değilim ki bu" diyerek, kandırarak kendini, acıyarak yaşamak... Bir şarkı tutturup gökyüzüne bakarak, gözlerin yanıncaya kadar bakıp aydınlığa Gözlerini kapatıp sonra gözlerindeki bulutlardan çizmek geçmişi Ve aynı bulutlardan yağdırmak yüzünün en kurak yerlerine yağmurları Gök gürültülü ve sağanak yaşamak acıyı... Ama yaşamak işte, Şükrederek...
Beceriksiz Savaşıp kazanamadım... Kazandığımı bilemedim Bilemediklerimi düşündüm Düşündüklerimi anlayamadım Anlayamadıklarımı anlattım Anlattıklarıma inandım İnanmadıklarımı unuttum İnandıklarımca vuruldum Vurulsam da nankörlük edemedim ben... Sevdim başardım Kuyulara düştüm çıkamadım Çöllere düştüm aştım Aynı şehirde olmayı bile beceremedim Dağları değilse de yasakları deldim de vardım Canımı ortaya koysam da yaranamadım ben... Konuştum susamadım Sustuklarımı konuşamadım Söyleyemediklerimi biriktirdim Biriktirdiklerimi harcayamadım Döküldü gözyaşım Dökülüp te bir arpa boyu yol alamadım ben... Gittim varamadım Geldim dönemedim Ölüp kurtulamadım Kalıp yaşayamadım ben...
Yarın Dün Bugün Yürüyorum, çok sessiz ve çok sensiz bir kaldırımda... Ardımda biri var. Etten değil kemikten değil ama hayalde değil, düş de değil. Varlığı bir bana, gün gibi ortada karanlığı... Sadece ayak seslerini duyuyorum; çok yavaş ve sakin. Korkuyorum, hızlanıyor adımlarım Adımlarım hızlandıkça yavaşlıyor kalbimin ivmesi Biliyor her bir hücrem yok, yok bu kaçışın ardında gün ışığı Batıya yöneliyor bütün umutlarım, doğarken geceme bir 'Karabasan güneşi'... Soluğum kesiliyor, o kesildikçe kesiliyor nefsimin nefesi Can havliyle değil attığım adımlar artık Sadece durmayı beceremediği için atıyor kalbim Biliyorum, Azrail değil peşimdeki, ölüm değil korkutan... Öyleyse nedir bu kaçış! Nedendir bu ölmek telaşı! Beni kurtaracak sen değilsin biliyorum Sensizlikken gün gibi ortada gece gibi karanlık peşimdeki! Bırakıyorum işte, çok sessiz ve çok sensiz bir kaldırımda Yarını, dünü, bugünü... Bırakıyorum çok geç artık, omzumda sensizliğin ateşten eli...
Beraber İçime verdiğin ıstırabı Bil isterdim Bil ki, tövbe et isterdim İsterdim ki; Benimle birlikte ol Benimle birlikte yanma... Bendeki seni bil isterdim Ben bildim sendeki hiçliğimi Bil isterdim gözündeki keder, Öldürür beni... Benim acım kendime Seni üzmek değildi niyetim Ben, sen hep gül isterdim İsterdim ki; Benimle birlikte gül Benimle birlikte solma... Dinle isterdim beni Yüreğinin kulağıyla, Bil isterdim Şarkısıydı bu geçip giden ömrümün İsterdim ki; Benimle birlikte söyle Benimle birlikte susma...
Kurbağa ama Adam Kurbağa ile sıradan kız, Sırdan kız kurbağayı; Öptü, prens oldu Sevdi, nankör oldu Sonra prens beğenmedi onu Baktı aynaya kendine aşık oldu Dedi ki;' baba bak ben prens oldum, Büyük dağları sen yarattın küçük dağları da ben..! Babası da dedi ki ona; 'Ben sana prens olamazsın demedim ki evladım Ben sana adam 'kalamazsın' dedim.' Oysa sıradan kız ne çok severdi Kurbağa adamı... Nede çok sevmişti Kurbağa ama adamı...
Bir Adam: Üstad… Üstad... Yazılarımın üstüne sızılarım sızıyor, bulandırıyor yazdıklarımı anlamıyorsun. Belki, anlam aramıyorsun. Hem benim yazılarım seninkiler gibi renkli değil üstad, hepsini toplasan 'Bir Adam' ediyor ancak... Öyleyse, yazdır bana üstad, acıyı yazdır. Yazdır ki bitsin satır satır ızdırap, çizdir kaderimin rotasını kaybolmayayım seni ararken. Vazgeçir yüreğimin mesaisinden, getir aklıma aklımı. Yüreğim zalim bir yönetici, aklım için çalışmak istiyorum ben artık! Öğrenemedim üstad. Sensiz düş kurmayı, hayal edemedim sevmeyi. Ziyan edebildim ancak. Bana sensiz hayaller kur, bozacağımı bile bile, katacağımı bile bile içine seni, hayatımın içine tuz bibersin be üstad, kaçırma hayatımın tadını... Gitme. Uzaklara git, kutuplara, sana dokunamayacağım her yere git, ama gitme benden. Diyar diyar, yürek yürek dolaş, gel ama sonunda. Gör bak içimde ne kadar çoksun, gel de Allah bereket versin seni sevmelerime... Yüzsüz deme sakın üstad, bütün yüzlerim sana dönük, yüz çevirirsen göremezsin yüzümü. Denizlerin dibine dalıp duymaya çalışıyorsun sen sesimi. Ben yüzsüz değilim üstad, çaresizdim ancak yanında, ağlayamadığım için güldüm, güldüklerime ağladım sonunda. Sen yoktun... Güldüm ben üstad, çünkü senin yanında yapılabilecek en güzel şeydi gülmek. Gülmek yanında güzeldi, güldüm bende...
Terzi Yakışmadı... Gülmek bana yakışmadı Giyindim sensiz sırıttı gülmek yüzümde Kalıbıma bol geldi Yakışmadı bana mutluluk... Kalbin çok doluydu sığamadım içine Dar geldi sözlerin sıkıştım... Hâlbuki ne geniş sevmiştim seni İkimizin üstüne ne hayaller biçmiştim ben Nakış nakış işlemiştim senide, söktü hayat Dikemedim söküğümü, yakışmadı terzilik... Sense biçilmiş kaftan gibiydin, kaderimin üstüne İki dirhem bir çekirdekti Çok şıktı seni sevmelerim Ve çok özlemek çok yakıştı bana Gözüme hediye ettiğin yaşı takınca Elime doladığım ellerini Kıskandı yüreğim, giydi ölümü Ayrılık kefenini sen diktin ya Ölmek bana çok yakıştı..!
Benim Bir Tutkum Var… Benim bir Tutkum var... Yüreğim zifiri karanlıktayken Yanıveren ışık ışık Kördüğüm olmuş içimi İlmek ilmek çözüveren Bir Tutkum var... Benim bir Tutkum var... Gözlerinde bir çocuk, zaman zaman ağlamaklı Gülüşünde hayat, gökkuşağı Bilirsen içmesini yüreğinde, ab-ı hayat var... Benim bir Tutkum var... Ne eşi ne benzeri Benim bir Tutkum var Ve benim "Bir Tutkum" var iyi ki Sol yanımın başköşesinde sonsuza kadar... :) Ne iyi etmişsin de doğmuşsun...=)
Gençlik Gözyaşım yaşlandı gözümde seni beklerken Bir ayağı çukurda sana dair her şeyin Hayatımın ilk baharıydı ya... Ben seni severken gençtim Her günümü senle çarpıp yaşadım ben Sana böldüm bütün senelerimi Mutluluğun bin bir halini topladın ya yüzüme Ben seni severken, gençtim... Bir saniye beklemedim seni, seni beklerken Ömürlerce aramış gibiydim gittiğinde Hani bir sabah geldiğinde Ben seni severken, gençtim İhtiyar ruhumun koltuğuna bir değnek, Gözü görmez yüreğime yok çare Ben sensiz çok uzun yollardan geçtim Hani dizlerime dermandın ya sen Ben seni severken, gençtim...
Eğlence
Benim canım sıkılır Benim canım sıklıkla sıkılır Canım sık sık sıkılınca da ölmek pek bir eğlenceli gelir... Bende seni hatırlarım o zaman Ve sen beni eğlendirirsin...
Bilinçsiz Tüketim Farkında mısın? Çok zaman oldu Yıl geçmeden asır döküldü takvimden Ne güneş doğuyu buldu, Ne gece sabahı Pusulasını şaşırmış tabiat; mevsimler kayboldu... Bende neler bıraktın Farkında mısın? Ellerimden arınmayan avuçların Birazda çocukluğun kaldı, Baş edemediğim... Gülüşün mü? O artık senin değil ki, benim... Farkında mısın? Yoruldum Ne hırçınlığım kaldı, ne ummanlığım Fırtınam bitti, duruldum Anladım ben bir deniz değil Su birikintisiymişim, kurudum! Farkında mısın? Damarlarında geziniyorum Bilinçsizce tüketilmişim, zehirliyorum Farkında mısın Sadece, Sen ölünce öleceğimin!
Korkarak Yaşanmaz, Ancak Ölünür Mutluluk bile korkutur insanı, bir gün bitebileceği ihtimalinin namlusu dururken şakağında buz gibi. Bir arkadaş derdi ki "Korkma, korkma sen, korkarak yaşanmaz, ancak ölünür" Bende dinledim sözünü hiç korkmadım. Ben korkarak ölmedim lâkin "ölmeyi yaşamak"tayım hergün. Ama vardır bununda bir hikmeti deyip sineye çekerim Azrail’den habersiz ölümlerimin bütün hâllerini... Korkmak ne tuhaf bir kavram, bir köpekten korktuğun zaman alay konusu olabilirsin; korkak derler, ama ne kadar kutsaldır ahlâksızlıktan korkmak, ne kadar imrendirir insanı yalandan korkabilmek yılandan ziyade! Birde yaşamaktan korkmak vardır ki; onun yüzünden, yaşanması gereken her şeyi yarım bırakırsın. Zannedersin ki pireden kurtuluş yok, yorganı yakarsın sende. Ee kaldı mı şimdi dımdızlak ortada yüreğin; üşütürsün onunda günahına girersin. Hatta bir değil iki yüreğin... Yarımlar hiç bütünlenmez artık, yarım bıraktıklarının bütününü hep merak edersin. Ancak bundan sonra başka yarımlar, ya fazla gelir o yarıma ya eksik... Benimse artık başıma dayanacak bir namlu yok, pire için yakılan yorganların peşinde de değilim...
Adak Yüreğinden damıtıp özümü elde etsen Gözlerinden geçirsen bir bir seni seven hâllerimi Adadıklarımı görsen adının uğruna Hâlim hatırım şurada dursun, bir tek; Bütün hâllerimin içindeki seni görsen... Sorsan geceye beni Sorduğum gibi her dakikaya Yazdığım gibi yazgıma Çok değil iki satır Bir beyaz kağıda, yazsan beni... Dönsen, dünya tavaf etmeden güneşi Aylar yıllara dönmeden Şafak atmadan bir daha Kalbim durmadan Çağırmadan ölüm, Davet beklemeden, ansızın Elimi açar gibi duaya, yüzüme dönsen...
Mahcup Merhamet Ben bilirim seni, kimse bilmez, sen bilmezsin Ben bilmem kendimi, ben seni bilirim Bütün bilinmezliklerden uzak Zalimliğindeki merhameti bilirim... Ben senin merhametini bilirim, Kimse bilmez, sen bilmezsin, ben bilirim Bilirim yüreğindeki mahcup merhameti Köşe bucak kaçan benden Vicdanındaki adaleti bilirim Ben senin vicdanını bilirim Omzumdaki melekler gibi Göremesem de hiç var olduğunu bilirim İçini bilirim senin Acıyan, sızlayan yaralarını bilirim Ben sızlarım sızlatanları bilirimde Bilirim yaralarımı bildiğini Kolumu kanadımı kırdığında en çok senin kırıldığını Beni yıktığında dizlerimin üstüne Dizlerine açılan yaraları bilirim Kimse bilmez seni, sen bilmezsin Yarını dünle karıştıran Oyunun orta yerinde çekip giden İçindeki çocuğu bilirim ben... Kimse bilmez sendeki seni Ben kendimi bilmem, sen beni bilmezsin Ben bendeki seni iyi bilirim...
Ben Değil, İstanbul İstanbul seni özlemiş... Bütün yollarıyla, taşıyla, toprağıyla Yeditepe’si, Üsküdar’ıyla, Çamlıca’sıyla... Hiçbir gideni böylesine beklememiş Bir tek seni beklemiş Ben değil İstanbul seni özlemiş! Özlemiş seni İstanbul Hiç söyleyememiş ama Sensiz bir eksik değilmiş Sensiz çok eksikmiş Onca insanın arasında Sensiz İstanbul bir tekmiş.. Yoo ben değil İstanbul seni özlemiş! Çağırmış seni uzaklardan hep Toprağı, suyu, havası Başına musallat olan seyyar satıcısı Hepsi de yolunu gözlemiş Benden duymuş olmada İstanbul seni çok özlemiş! İstanbul'un boğazında Bir şeyler düğümlenirmiş hep seni andıkça Bütün kalelerini sanki yeniden kaybedermiş Sen bir gelsen İstanbul sanki yeniden fethedilirmiş Beni boş ver İstanbul seni özlemiş!
Soru cümlesi. Cümlesi de soru…. "Neden böyle oldu?" ların üstünden geçiyorum bugünlerde, Hepsi de ayağıma batıyor hayırsızların... "Neden tanıdım sanki?"lerin cevabını çalıyorum Kaderin kitabından sayfa sayfa Olmuyor okuyamıyorum, Kader dilinde yazılmış yazıları Utanıyorum... "Ne yaptım ben sana da bana bunu yaptın?" ların şehri kuruluyor aklımın Güneyinde Cevabın adresi çıkmaz sokak Korkuyorum gitmeye, bende Seni arıyorum olamayacağın her yerde Kayboluyorum... "Şimdi nerededir, kiminledir kim bilir?" ler geliyor bazen ziyarete Aklımın bütün tarihi yerlerini gezdiriyorum, Bir vehim yağmuru yağıyor sonra yüreğime sağanak, dursuz duraksız Can evimi basan selden bir tek seni kurtarıyorum, gerisi gereksiz. Ama kurtaramıyorum kendimi Boğuluyorum... "Keşke böyle olmasaydı, ne olurdu?"lar işgal ediyor her bir hücremi Sanki bütün vatan hainlerinin anayurdu olmuş içim Vatanını bir soru cümlesine satan İşte o zaman bir tek biz kalıyoruz bizi kurtaracak içimde Ama savaşamıyoruz bizde, cephanemiz bitmiş, süngümüz düşmüş Yorgunsun. yorgunum. Yeniliyorsun. yineliyorum yenilmeyi...
Şeytanın Müjdesi Nefretinden korkarım, nefretinden. Nefretindir ki, Gözümde cehennemi müjdeleyen şeytan... Unuturum adının harflerini mutlu olacaksan Terk etse de dilimi bütün harfler, Olsun, sen beni böyle mutlu olacak san... Seni hatırlamayışımı seveceksen, Silerim sol baştan yazdıklarını hatır defterime Yazdıklarını okuyamadım ya bazen Düşünmemde uzun uzun üstünde artık... Unuturum hatırlamayı seni, sen beni bir gün hatırlayacaksan... Karalamam resmini bir beyaz kâğıda Bir beyaza yakışan en güzel leke olsa da gülüşün Kırarım kalemimi , Eğer ki beni bir parça anlayacaksan... Nefretinden korkarım, nefretinden. Nefretindir ki, Gözümde cehennemi müjdeleyen şeytan...
Gözünü Güneşe Diken Ceylan Bir bulutum olsaydı, Üstüne çıkıp gelseydim yanına Torosların başından geçip, Buz gibi havayı ciğerime çekip İçime akan ızdırapları dondurup... Bir bulutum olsaydı, Yol alsaydık sana doğru, Rüzgârı arkamıza alıp, sonsuz ufkuna dalıp göğün Sonra senin başında dursaydık bulutumla ben Sonra ağlasaydım yüzüne, sağanak... Sen yağmur yağıyor sansaydın yüzüne vuran damlaları, Ya Rabbi şükür deyip! Sonra giderken bulutumla ben Gökten bir elma düşürseydik kafanın sağlam yerine. Mutlu olasın diye her yağmur yağdığında bizi hatırlayıp... Bir bulutum olsaydı... yada bir bulut mu olsaydım ne..? Notuma Not: Toroslar Akdeniz kıyısına paralel, Antalya’dan Suriye’ye kadar uzanan sıradağ çeşididir. Diğer bir adı da “Gözünü Güneşe Diken Ceylan” dır. Koordinatlar 72 Sıradağ 4 Yükseklik 4.000 Çıkıntı 1.000 Tür 7 Son patlama 1000 Jeolojik yaş 1052 İlk çıkış 1750 Oksijensiz ilk çıkış 1373
Davet Çağır beni usul usul, yalandan Gel birlikte nefret edelim benden Birlikte sevelim seni Vazgeçmek günah olsun Ölüm gibi gerçek olsun sözümüz Bütün mutlulukları sana vaat edelim Bana kalan hiç olsun senden uzak... Gel birlikte ağlayalım, acılarına Acın acım olsun, acım olmaz yanında Mutluluklarım senden başka senin... Ne lüzumsuz aldığım nefes nefesine karışmadan Gel birlikte ölelim...
Bağış Sensiz geçen günleri Toptan fiyatına ve perakende satarım ben... Hibe ederim geceye, Sensiz geçen günler gecenin olsun... Bir geceye bir yıl düşsün, Bir düşe bir hayat sığsın Bir ömre çok bedel. Sensiz geçecek ömür toprağın olsun...
Sır Yoksun ya... Hani anladım yokluğunu Bir sabahın göz kamaştıran karanlığında Senden haber getiren martıların ağladığını duyduğumda Bütün insanların gülüşü anlamsızken artık Boğazıma attığın düğümleri çözerken tek tek... Anladım ve bana kaldı Gözüme dolanan yaşların sırrını çözmek...
Olmuş ile Ölmüş Böyle olmasaydı... Tek parça kalsaydı yüreğimiz Bir tütün parçası yakmasaydı bizi kökümüzden Korlu ateşlerde cayır cayır... Böyle olmasaydı, Sallandırmasaydık ruhumuzu dar ağacında Celladı olmasaydık birbirimizin Kıymasaydık sevdaya, ayrılığa bulamasaydık ellerimizi... Böyle olmasaydı, Uykuları göz kaçağı etmeseydik gecelerden Senle olan kabuslar rüya iken Senli rüyalardan sensizliğe uyanmak kabus olmasaydı bana... Böyle olmasaydı, Bırakmasaydık ellerimizi, Uçurumun ucunda asılıyken, Bırakmasaydık birbirimizi, atmasaydık hayat boşluğuna... Böyle olmasaydı, Gülseydik yine, gülseydin Belki martılara ekmek atardık vapurdan Belki yağmurdan kaçarken doluya tutulurduk Gökkuşağının ardındaki hazineyi arar bulurduk Kim bilir mutluluk içip sarhoş olurduk belki avuçlarımızdan... Böyle olmasaydı. Bekleseydik birbirimizi yine inanç kentinde Sonsuzluk durağında buluşsaydık hep Şükretseydik hep bizi kavuşturana Gün gelip yerle göğü kavuşturacak olana, şükretseydik... Olmasaydı böyle Ellimizde olsaydı keşke... Sonumuz böyle olmazdı Olsaydı eğer olmuşla ölmüşe çare...
Cesaret Bir cesedin cesareti kadar cesurum , Ondan fazla bir yanım, kaybedecek canım var Birde içi geçmiş kalbimin lüzumsuz sesi... Kurduğum cümleler bir delininkinden hallice kurdukça ağzıma yıkılan. Bir deliden fazla aklım yok Nice akıllılardan fazla mantıklı sebebim var savaşmak için...
Asya ile Avrupa İçindeki ateşe körüktür aldığın her nefes. Nefes aldıkça yanacaksın, ama yine de mecbursun cehennemin ateşi daha az yaksın diye ruhunu, yaşarken yanmaya katlanacaksın. Yok öyle kovmak ruhu bedenden O çağırmadan yanına. İncitecek seni, her sabah. Tutam tutam incitecek hem de. Düşlerin kırılacak, un ufak olacak can evinin orta yerinde, boynun bükük çaresiz bakacaksın. Ama katlanacaksın kat üstüne kaçak kat çıksa da ızdırabın. Bir çeşit renk körü olacaksın, tüm renkleri algılayıp yalnız siyahı seçecek göz bebeklerin, yalnız körebe oynamaya mahkûm kalacaklar içindeki çocuklar seni kör edenler sayesinde. Aydınlık umutlarının meşalesini söndürdü ya kader, yolunu şaşırıp, sağa sola çarpacak, birazda öyle yara alacaksın ama yine katlanacaksın, yaralarını sağ baştan saya saya; 1 ,1-2 ,1-2-3 ,12-3-4,... Ve hep bir fazla çıkacak yaraların her yoklamada. Şaşıracaksın ,kendine onu özleme sebebini soracaksın, o seni tanımadı en samimi halinle de sen nasıl tanıdın ki onu en oyuncu haliyle?(!)soracaksın, soracaklar, soracak hatta! Soracaksın gözünün içine bakarken kim bilir kimi görüyordu aslında? Cevabını duymaktansa okyanusların dibinden aniden yüzeye çıkıp vurgun yemeği yeğleyeceksin. Fakat yine de katlanacaksın cevabına, dalarken tüpsüz, acıların dibine. Katlanacaksın, koskoca Asya ile Avrupa’yı bağlayan köprünün iki küçük noktayı birleştirip de bir çizgi yapmayı beceremediğine yanacaksın. Yanacak sol yanın sağlı solluda, sağ elimi sol elinden sol elimi sağ elinden ayıran kadere amini eksik beddualar edecek ellerim el açıp. Sonra yazdıklarına bakacaksın "Sende yazar mısın?" sorusuna verdiğin cevabı hatırlayacaksın; "Yok nerede keşke yazabilsem yazamam ki ben..." Sonra içinde bir huzur olacak istemeden de olsa" sende yalan söylemişsin bak görüyor musun" diye. Ve gün gelecek sende anlayacaksın ne o" başka" ne sen "başka" ..Katlanacaksın sevginin kimsenin gözünde beş para etmediğine, paha biçilmez olan tek duygununda içine edildiğine katlanacaksın arkadaşım! Bu hayatta sende unutacaksın sevmeyi, çıkarlarını hatırlayacaksın, hatırlatacaklar teker teker....
İkilem-e Hece hece dökülüyor adın, Dirhem dirhem büyüyen gecede. Aklımın bahçesinde gezen akıbetin Dikenli bilinmezliklerini dikiyor, gizli gizli bahçeme... Eriyor kalbim mum alevinde. Alev alev yanan hatıraların ucu Pervanenin hikâyesini anlatıyor, Usul usul sesinden. Gözyaşı sınır ihlali yapıyor bak yine Bak yine kader ikili oynuyor, Yine seyirci kalıyorum uzun uzun hayat hikâyeme. Kıvrım kıvrım uzaklık, yakınlaşıyor bu gece Belki üç-beş ay geride, Belki bir-iki asır ötede mutluluk. Kilometrelerce uzanıyor yokluğun dizlerime Tutam tutam acı tutuyorum saçlarının arasında Ben diyar diyar kaybolurken penceremden sana Yüreğim tatlı tatlı huzur buluyor, Kayboldukça sana bu gece... Rüzgâr serin serin esiyor bu gece, Estikçe sözlerinin rüzgârı, Ben yana yana üşüyorum Siz bilir misiniz ki pişmanlık nedir? Derin derin uçurumlardan düşüyorum... . Gökyüzü beni çağırıyor bu gece, ışık ışık... Yıldızlar dinlesin istiyorum ellerimden kayıp giden seni. Kayıp giden yıldızların mekânını sorsam, Bulur muyum hayalini, gölgeni? Çıkmazlara giriyorum seni ararken, Anarken gülüşünü, içli içli gülüyorum Ben bu gece gece, yine yine ölüyorum...
Bozuk Yemin Yeminler ettim ben, başıboş, yetim yeminler, kendimce. Dilimi adına küstürdüm bir sabah Bir sabah hüküm giydirdim sana adaletimce. Sana müebbet verdim yüreğimin yaraları ardında bir sabah... Yeminler bozdum ben. Korkak yeminler. Seni anarken... Feryat ederken ellerim gözlerime... Yeminler bozdum, dilim adına yalvarırken , Azad ederken yüreğimden seni, yeminler bozup ta sevdim, yeniden...
Nefes Almayı Unutma Hangi baharı beklerim ki seni beklediğim gibi, hangi sabahı... Şimdi acemi bir sevdanın gün gün ölen tecrübeli ölüsüyüm ben İklimi ılıman ve yeşillikti ya seninle, yüreğimin kurak toprağına Hangi yağmur yüklü buluttan çare beklerim şimdi, Seni beklediğim gibi hangi mucizeyi? Kime bakar sana baktığı gibi samimi, İçine acı sözlerin kaçmış ıslak gözlerim yalancı. Kime bakar da görür, kimi görürde tanır bundan böyle? Bundan böyle aşk körüyüm bütün renklerine aşkın Kırmızısına imansızım artık güllerin. En güzel masalları dinlemedim mi ben Senin için sıradan benim için huzur bir çift sözünde Rüyalardan güzel gerçeğim değil miydin Sen bana Rabbimin hediyesi değil miydin Dualarımın kabulü değil miydin sanki? Yaşadığım yaş kadar beklediğim... Nasıl unuturum şarkısını sesinin Gülüşünün sıcaklığı gözlerimin ardında Çayır çayır yanarken nasıl unuturum? Yüzüme çarpsa da buz gibi sözlerini rüzgâr, Ben seni nasıl unuturum... Unutur mu insan nefes almayı, ben seni unutur muyum?
Lades Bile bile lades acılar... Gelin ne varsa alın elimde, ellerimi alın, Hem terlemiyorlar da artık gereksiz bir uzuv(!)... Gözlerimi alın, yeterince yalan gördüler yeterince oyun, Ama yetmedi bana seyirci olmak... İnançlarımı mı istiyorsunuz, onlar kalmadı, sağlam kalmadı, Hepsi hatalı, hepsi defolu hayatım gibi... Yüreğimi mi ya da... olur ama parça parça oda, her parçasında da ayrı bir yara Bile bile lades kaderim Ben başaramadım seni yazmayı ama sen beni silmeyi iyi becerdin Unutmadım ne güzel bir kaderdir diye ettiğim duaları ama Sen beni de fethettin... Şimdi adaletine teslim anılarla kelepçeli bileklerim Bile bile lades sevgilim Bütün savaşlarım seni kazanmak içindi ya , Zaferler senin olsun ... Ama paylaşalım suçumuzu yarısı senin olsun ,yarısı benim...
Yavuz Bülent Bakiler SORU Ellerin neden soğuk, saçların neden dağınık Gerçek misin, düş müsün? Kar mı yağdı sokaklara, rüzgâr mı esti? Üşümüş müsün? Odaları bir büyük sessizlik almış Anladım ki artık her şey masalmış. Dudakların açık kalmış Gülmüş müsün? Neden böyle yatıyorsun upuzun Gözlerin neden dalgın, yüzün neden böyle mahzun Bir bilinmez yerinde uykumuzun Ölmüş müsün?
Yavuz Bülent Bakiler
Dilek Bin bir parça ettiğin hatırımın hatırası, Yüreğimin sonsuz misafiri Git diyebilir miyim hiç sana Yokluğunla kavrulmak olmasa Varlığında kaybolmak ne güzel... Şehir şehir aradığım mutluluk Satır satır yazdığım sancım Yüzümdeki kederin özeti Gel de sil diyebilir miyim sana Ölüm ayrılık gibi zamansız olmasa Seni beklemek ne güzel...
Boşuna Boşuna... Neye çabalıyorsun, mutluluk teğet geçti seni, Suçun büyük kendinden geçip te sevdin, Kimse anlamaz bunu sen kendinin katilisin Kimse yas tutmaz arkandan, arama, boşuna.... Buz üstünde koşmak gibi Denizin dibinde nefes almaya çalışmak yaptığın Bir balığı kafeste beslemeye çalışmak gibi anlamlı ancak Düz yolda yürüyemeyecek kadar dengesizsin İpte cambazlığa kalkıyorsun Dizlerin titriyor acıdan, düşeceksin boşluğa, Tutunacak dalını kırdın sen, boşuna... Sürüden ayrı bilmediğin göklere uçarsan Av mevsimi değilse de vurulursun Kanadından olursun Zamansız vuran sözlerdir Kurşun arama yüreğinde, yorulursun, boşuna... Kırık camlar batırdın sen Kezzaplar döktün ruhuna, bırak gitsin, Acısı acın oldu mutluluğu mutluluğun olur, vazgeç bırak dönsün ona Kal deme gidecek, yakarışların boşuna... Boşuna... Bırak artık Duymayacak, görmeyecek, bilmeyecek seni Senin için öldürdü kendini Bir ölüye nefes üflemeye çalışıyorsun, boşu boşuna...
Sefer Gözüne sevda perdesi iner, Yürürsün, yürürsün, yürürsün ateşe Bilmezsin yanacaksın Yanarsın, yanarsın, yanarsın, bir bakarsın yangınlar içindesin... Gençliğin diz çöker sevdana Kusursuz, kusursuz, kusursuz bir kayıp içindesin Bilirsin, bildiğini unutup, bilmezsin; Hüsranlar, hüsranlar, hüsranlar içindesin... Kabul edemeyişlikler savaşı tüketir içini Yenilgiler, yenilgiler, yenilgiler içindesin Ey Allah'ın kendini dertli sanan kulu, aklını başına al, Unutma ki, ölüme giden bir sefer içindesin...
12 Sevdanın vakti geçmiş ve hüznü-vakte çeyrek var Acılar içinde kıvranma ey gönül Elbet her geceyi sabah eden bir güneş var... Vakit hüznü gösterir, saat 12’yi vurdukça ömrü çalar... Beklemekten usanmaz gönül Bilir ki kalbi ,ölümsüz aşklar baki kılar...
Son Dilim sözün özünü kaybetmiş yârim demeyi özledikçe, Söylediğim sözü yar işitmedikçe, havada kaldığına öyle inanmaktayım ki... Beni o anlardı dedikçe İçimdeki zindana hapsettiğim yâre, öyle bir zincir, hasretle bağlanmaktayım ki... Kara gecelerin sonuna doğan güneşi beklerken Yıldızları kaybetmek korkusunu duyan ben; Seni kaybetmekten öyle korkmaktayım ki... Senin yıldıza ve güneşe bedel olduğunu anlayınca Varlığının bana kattığı deli cesaretini hatırlayınca, öyle huzurla dolmaktayım ki... Yorgun gözlerim uykuya dalacak, akreple yelkovan yarış ede dursun Perdesi inip uyuyacak gözlerim ve sana uyanacak rüyalar, bunu öyle çok Sevmekteyim ki... Yüreğimin rüyası, başrolü ve sonu Seni; vuslatı beklerken bir avuç ateşten sabır içerisinde, öyle bir yanmaktayım ki... Kimilerine göre, yerçekimi ivmesini kaybetmiş aklım, bir karış havada Aklı başındaların yanlış sandığı, yanlış(!) yolumun dosdoğruluğuna öyle inanmaktayım ki... Bu uğurda ölüm alsa da bedeni yoldan Ruhum ona giden yoldan şaşmayacak, yolumun "son"una öyle inanmaktayım ki...
Geçememiş Geçmiş Geçmiş geçemedi benden, ben geçemedim geçmişten, Geçmedim senden, kendimden geçtim de vardım sana yar... Yollar uzunmuş sensiz, Çaresiz ve sessiz... Hiç bir yol sana çıkmayınca, ben varamıyorum bir yere yar... Belki, Gelemedim yanına, göremedim seni, bilemedim neredesin Soramadım kiminlesin Ama sen görmedin, sen uyurken yüreğine dokundum da döndüm geri yar.. Ağlamak gülmekten güzel sensiz ve tek güzel şey sensiz ağlamak Sen gittikten sonra neye yarar gülmek Gamzelerimi toprakla doldurdum da gömdüm bizi yar... Cümleler kur, yıksın. Yalanlar söyle, yaksın. Oyunlar oyna inansın yüreğim yine... Sen ne kadar istesen de başkaları gibi olamazsın ki yar... Sen yüreksizlerden, zalimlerden olamazsın...
Düşle Devam et yeniden,. Düşme ama düşle... Yolların seni ne kadar güzel yerlere götüreceğini, Bütün ayağına takılan taşlara rağmen, Kalbinin kırıkları arkanda bıraktığın en derin izler olsa da, her şeye rağmen, her şeye değen bir güzelliğe yol aldığını düşle... Düşle, görebileceğin en muhteşem rüyayı ve karıştır onu gerçeklerle. Bekle gör bak rüyalar gerçek olacak, bak oldu bile, bak; Kimse sahte değil artık, herkes ya olduğu gibi oldu ya göründüğü gibi, Kimse kimseyi tenin rengiyle, başının örtüsüyle, saçının teliyle, gözünün körlüğüyle ve memleketiyle yargılamıyor, bak herkes saygılı herkes değer veriyor edebe, Gençler büyük nedir biliyor, büyükler anlıyor gençleri. Bak çocuklar yeniden seksek oynuyor, yeniden körebe. Bak görüyor musun; Artık sen Türk’sün ben Kürt’üm yok, sen Müslümansın ben Hristiyan, sen fakirsin ben zenginim yok. Şimdi var olan, sen insansın bende... Ve yok artık savaşmaya bir küçük neden insanlığımızla, Göğsüne bir madalya iliştirilip unutulmuş gaziler, Hain pusularda şehit düşmüş yiğitler, Yüreği yanan analar, Vatan sağ olsun demek zorunda kalan babalar yok, Bebekler terkedilmiyor artık cami avlularına, komşusu açken uyuyamıyor Hüseyin Beyler . Huzur evleri kaderine terk edilmiş, bomboş artık ve gerçekten huzurlu şimdi evler. Artık aşklar gerçek yine, yine en büyük mutluluk yârin yüzünü görebilmek uzaktan. Ve sadece bir tebessüm sevgilinin yüzünü kızartan. Dokunmak istiyorum sarılmak istiyorum vb. diyen şarkılar yok, Yeter ki gel senede bir gün diyebilecek yücelikte diller var... Bir hafta görüşememek değil sebep artık ayrılıklara, Ayrılıklara sebep Haktan artık. Yalan sözler yok, oyunlar yok, alabildiğine samimiyet var yüreklerde. Herkes Hz. Ömer kadar adil, Neredeyse Resul’ü Ekrem kadar güvenilir... Rüya bu ya... Sonu kıyameti bekleyen bir huzur var artık dünyada. Sende düşle görebileceğin en muhteşem rüyayı ve karıştır onu gerçeklerle...
Cevapsız İçimde tahliyesini beklerken idama mahkûm edilmiş birinin çaresiz sancısı var. Ama gücüm yok yargıyı yargılamaya, kaderi sorgulamayı çok uzun zaman önce bıraktım. Ve teslimim tüm adaletimle hayatın adaletsizliğine. İçimdeki kalabalığın anlamsız gürültüsünde sesimi duyamıyorum artık. Yaşamaya da pek heves duymuyorum eskisi gibi. Çünkü biliyorum, yani tahmin edebiliyorum, güneş birazdan doğacak sonra batacak akşam olacak ve bir süre böyle sürüp gidecek ve bir mevsim daha geçecek. Senle geçireceğimi düşlediğim ilk sonbaharın geçtiği gibi. Yağmurların sensiz üzerime taş gibi yağdığına şahit olduğum gibi, kar tanelerinin de pek merhametli davranacağını zannetmiyorum. Zamanın geçiyor olması her zaman yaraları sarar mı? Zaman en iyi ilaç mıdır gerçekten yarım kalmışlıklara? Zaman bütünleyebilir mi yeniden eksiltilmiş inançları mı? Zaman yüzümüze çizgiler, saçımıza aklar, kalbimize yeni kırıklar ve hafızalarımıza zehirli anılar bırakmaktan başka, güzel bir şeyler de getirir mi yanında... Hiç sanmıyorum zaman, getirdiklerini götürmekte, hayat verdiklerinin bedelini ödetmekte fazla acımasız. Zaman geçiyor ve ben özlüyorum... Özlerken utanıyorum seni. Ve soruyorum kendime cevapsız sorularımı. Ne yapsaydı vazgeçerdin ki, ne yapsa ne yapsa nefret ederdin? Ne yani gerçekten gelip bıçaklamalı yüreğinden, kâfi değil mi sanki yüreğini delik deşik etmiş olan sözleri, ona kızgın olabilmek için? Bu beyninden vurulmuş hallerinin hesabını sormak için gerçekten şakaklarından içeri bir kurşun mu bırakmalı bu pek sevgili, sevgili? İşte böyle cevapsız sorular cevaplamaya korktuğum sorular... Ne çok soru soruyorum değil mi?
Yeniden Doğmak Sevgilim... Seni beklemek için fazla sabırsızım artık, Kavuşmak içinse sonsuzluğun son gününe dek beklerim... Ağlamak için çok büyüdüm değil mi sevgilim, Olsun, senin için bir bebeğin gözleriyle ağlayabilirim... İsyan etmek için kadere, fazla inançlıyım sanırım sevgilim, Ancak tüm kalbimle el açıp seni dileyebilirim... Sevgilim... Unutmak için fazla beceriksizim, Her an anmak içinse adını, üstün yetenekli... Huzuru tekrar bulmak için iyi bir rehber olamadım yüreğime sevgilim, Sana giden yolumuzu kaybettim... Mutlu olmak için fazla sensizim sevgilim, Karşına çıkıp seninle olmak için fazla korkak... Sevgilim... Gözlerim sana bakmaya yakışmayacak kadar donuk artık İçim seni aydınlatmayacak kadar karanlık. İçime yağan acı, gök gürültülü ve sağanak sevgilim, Korkuyorum, sözlerim çok gürültülü ama anlamsız... Sevgilim, Umut edemeyecek kadar yorgunum artık, Hayal kuramayacak kadar kırgınım. Yaşamak için fazlaca pişman... Ah seni özlemek için fazla yaşlıyım artık sevgilim, Sevmek içinse seni, yeniden doğabilirim...
Batan Geminin Umutları Bunlar Umut gemileri rotasını şaşırmış Ve tutulmuş bir fırtınaya. Yolumu bulamam artık bu acımasız ummanda... Fatih gibi cesur olup gemilerimi karada da yürütemem ben... Batmaya mahkum gemiler, Bir mahkum kadar özgür artık umutlar...
Rüya Cennette değildim belki yanında, Ama cennete uzanan yoldaydım... Belki bir melek değildin gözümde ama, Ancak bir bebek kadar günahkardın... Gözlerim kör değildi belki ama, Görebildiğim bir tek sen vardın... Bir rüyaydın, Uyandım...
İntikam Bazen sen geliyorsun aklıma, çok değil şöyle iki nefeste bir... Bir yolunu bulup sızıyorsun yüreğimden aklıma, Sızlatıyorsun yaralı düşlerimi, sızılı düşler içinde kaybediyorum seni... Bazen sen geliyorsun aklıma, sen gelince ağlamak, sen gelince güldüğüm günlere... Şimdi gülmek ne zor, ne ağır, ne yakışıksız suratıma Ben giderek eksilirken sende, ne de eksik gülüşlerim... Bazen sen geliyorsun aklıma, sen gelince bileti yokluğa kesilmiş hayallerim Kırgınlar epeyce sana, belki birazda kızgın Ama yine de sadık kalmış hayallerim hayaline Sen onları vatanından sürgün etsen de... Bazen sen geliyorsun aklıma, sen gelince herkes yedi kat el gibi yabancı bana... O an bütün sırlarım sende düğümlü, bütün yalanlarımın hakikatisin o an Tüm sorularımın cevabı, en büyük eksikliğimin bir fazlasısın... Bazen sen geliyorsun aklıma, bir bankta beklerken seni, Kıldan ince kılıçtan keskin sözlerinin üzerinde, Yürütüyorsun beni... "İsteğim Üzerine" Ve sırtını dönüp gidiyorsun, çantadan çıkardığın pişmanlıkları avuçlarıma bırakıp... Ve intikam alıyoruz benden... Seninle birlikte. Seninle birlikte ne güzel cezamın infazına ortaklık etmek bile, Seninle...
Dua Yanılgıların yankısıdır aklımdaki sükuneti bozan Ve en kazançlı kaybedişlerin fısıltısı Oyundan atılmış bir çocuğun içli hıçkırığıdır belki ... En sahtekâr dokunuşların lekeleridir ellerimdeki yaralar Ve yaralandıkça sahteleşen tüm inançlar... Bazen bir taşın ardında bile seni seyre dalabilmenin şaşkınlığıdır gözlerimdeki Ve senin olduğun düşleri görmeye kör olmak isteyen gözlerin gayreti... Kulaklarımda çınlayan, tatlı sözlerinin yalan bestesi... En kızgın ve kırgın olduğu anda bile kötü söz söylemeye lal olmuş Bir dilin muhabbetidir artık sana ancak içimdeki... Ve sana en şefkatli öfkelerin duasıdır gözlerimdeki çağlayan ...
Ben Sende Ben sende neler öğrendim neler keşfettim biliyor musun? Ben sende, gülmeyi keşfettim. Bir insan gülecekse senin gibi gülmeli, içten. Mevsimlerden kurak bir yazsa, yaz yağmuru olmalı, yağmalı insanın yüreğine. Yok eğer buz gibi bir kışsa en yeşil baharları getirmeli akla... Evet evet gülmek bu olabilir ancak. Ve ben yeni öğrendim bunu. Bir çocuğun ilk kelimesi gibi ilk kez güldüm yanında. Ben sende, hayatta bazen bir çocuk gibi olmak gerektiğini öğrendim. Bir şekere tav olabilecek kadar kanaatkar bir çocuk. Derdi, tasayı, acıyı ebe yapıp saklanan, hayatla saklambaç oynayan bir çocuk. Ve sadece delicesine koşup düştüğünde ağlayan; sonra unutup yeniden koşan, yaralarını sarmayı bilen, güçlü bir çocuk... Ben sende, bazen de hayatta bir çocuğun aksine, ceplerine yılları doldurmuş bir ihtiyar gibi olmak gerektiğini öğrendim. Öyle olgun, öyle kendinden emin. Yaşadığı her günün kıymetini bilen, en acı acılara karşı başı dik ve mağrur kalabilen... Ben sende, aşkı keşfettim. Bir çocuğun ateşin yaktığını keşfedebilmek için ateşe el atması gibi. El attım seninle aşka. Ve öğrendim bir aşkında ateşten farksız yakabileceğini. Yanık yanık olabileceğini yüreğin... Ve biliyor musun? Ben sende değil sensizlikte öğrendim ağlamayı. Hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ve acıya acıya kendine. Öğrendim ağladıkça, ağlamayı ve daha güzel ağladım, ağladıkça, ağladıkça, gülmeyi ve daha güzel gülmeyi öğrendim halime… Gözyaşlarımı biriktirmeyi avcuma, sonra o yaşların yaşadıklarımız gibi buharlaştığını seyretmeye katlanmayı öğrendim... VE BEN SENDE ÖĞRENDİM UNUTMAYI... HİÇ YOKMUŞCASINA UNUTTUĞUNDA BENİ…