!NOVASYONDERG!S!
2
!NOVASYON DERG!S!
-ARAŞTIRMA / TEKNOLOJI / MÜHENDISLIK / TASARIM / KÜLTÜR-SANAT-
İNOVASYON GÖBEKLİTEPE İLE BAŞLADI BİLGİSAYARIN UYKUSU VAR
EDİTÖRDEN Sevgili okurlarımız bu sayımızda sizi, değişim hızına yetişemediğimiz dünyamızın inovasyon yolculuğuna çıkarmaya çalışacağız. Günümüzde yeni tanınmaya başlanan inovasyon ismi artık firmaların rekabet için olmazsa olmazı. En önemlisi ise yeni tanınmasına rağmen inovasyon tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Etrafımızda gördüğümüz ürünler aslında inovasyonun bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesela savunma sanayiinde mızraklarla başlayan serüven şu an dakikada bir milyon atış yapan metal fırtınaya kadar ilerlemesi ya da Karl Frienrich Benz’in lokomotif binek araçları ve köprü inşasında başlayan deneyimleriyle şuan ki otomobil devi olmasında ki serüveni , ilk kez Mezopotamya’da rastlanan tekerleğin süper arabalara dönüşmesi inovasyonunu ürünleridir. Bu sayımızda İNOVASYON VE TARİH temasını işlemeye çalıştık. Keyifli Okumalar...
GÖKHAN GÜNEŞ : GRAFİK TASARIM / YAZAR ROBOT ARI : YAZAR YUNUS FİLİZ : EDİTÖR / YAZAR GÖKHAN AYTİMUR : YAZAR BÜŞRA ERDOĞAN : YAZAR ENES TANYERİ : YAZILIM ÇÖZÜMLERİ SONER ÇAKI : DERGİ DANIŞMANI İLETİŞİM : gokhan_gns_@hotmail.com
!NOVASYONDERG!S!
medya
IÇINDEKILER
.
.
.1
.2
.
UÇAKLAR HAVADA KALMAYI NASIL BAŞARIYORLAR?
.
BİLGİSAYAR’IN UYKUSU VAR
VOLVO’NUN ‘OTONOM’ ARACI HAVAYOLU ŞIRKETLERINE RAKIP OLUYOR
MERHABA SEVGILI VIZ VIZLAR.
İLK SORU: “HUGH” YA DA SORUNUN TARİHİ
.5
. 12
.4
.3
.
.
.
İNOVASYON GÖBEKLİTEPE İLE BAŞLADI
.
.
8 OTOMOBİLLERİN BABASI CARL FRIEDRICH BENZ
.
.9
YAŞAM BOYU İNOVASYON
.
. 14-15
ÇANAKKALE BİENALİ
.
6-7 TEKERLEKTEN SÜPER ARABALARA TARİHSEL İNOVASYON YOLCULUĞU
.
. 11
183 MILYAR EURO TASARRUF
.
.
10 HUBBLE ‘GÜVENLI MOD’A ALINDI
.
. 16-19
İNSANOĞLUNUN UZAY MACERASI
!NOVASYONDERG!S!
ARAŞTIRMA
İNOVASYON GÖBEKLİTEPE İLE BAŞLADI nsanoğlunun tarihine yaklaşık 12 bin yıllık yolculuğu mezopotamya ile başlıyor. Bu coğrafya modern insanın günümüz uygarlığına ulaşması için attığı en çarpıcı örneği Göbeklitepe. İnsanlık tarihininde bildiklerimizi değiştirecek ve tartışmaya açacak nitelikte. Stonehenge’den bile daha eski olan Göbeklitepe, yazının başladığı yer, medeniyetler tarihinin beşiği. Bilinen anıtsal binaların ilk örneği. Stonehenge ve Mısır piramitleri nasıl yapıldığı ise onlardan daha eski olan Göbeklitepeden içsel ve ruhsal olarak bir sosyolojik yapı yani kollektif hafıza içerisinde aldığıdır. Neden mi seçilmişti Göbeklitepe? , neden mi yerleşik hayata geçilmek istenmişti?, neden mi taş bloklara kazınmıştı figürler? Hepsinin cevabı farklı olsada ortak paydası toplumsal gelişimlerinin doygunluğa ulaşmasındaydı. Olan sistemlerini hayatta kalmak yada daha fazla büyümek için mi yapıldığı bilinmez ama şu bir gerçek ki var olan sistemlerini artık daha fazla geliştirmek diğer bir ifadeyle inovasyon yapma ihtiyacı duymuşlardır. O zaman da inovasyon kelimesi olmasada farklı kelimeler ile inovasyon dedikleridir. Kollektif hafıza inovatif fikirler barındırmaktaydı. Temel argümanları, var olan sistemlerini geliştirerek daha fazla ilerleme kaydetmek için farklı gereksinimlere ihtiyaç vardı. Bunu karşılamak için sahip oldukları farklı yenilikçi fikirler sistemlerinin gelişmesinde büyük rol oynadı. Bu rol günümüzde içerisinde bulunduğumuz sosyoloyojik, ekonomik ve teknolojik yapılarımızı bugün kü seviyelere getirdi.
İ
GÖKHAN GÜNEŞ !NOVASYONDERG!S! | 1
UÇAKLAR HAVADA KALMAYI NASIL BAŞARIYORLAR?
O
kocaman kanatları ile mesafeleri kısaltan ve bizi hayretler içinde bırakan büyük gürültülü makinalardır uçaklar . Peki ne kadar seyretmesi keyif verse de hepimizin içinden geçen o soru bu ağır makineler saatlerce havada kalmayı nasıl başarıyorlar? Gelin beraber inceleyelim .sanılanın aksine bir uçağı havada tutan parçası motor değil kanatdır . Nasıl yani ? dediğinizi duyar gibiyim. Motorun görevi sadece öndeki havayı alıp arkaya iletmektir. Bu da bir itme gücü oluşturur. Işte burada kanatlar devreye girer kesitli yapısından dolayı kanatlardan yukarı doğru bir kaldırma kuvveti doğar.Bu kaldırma kuvveti yer çekiminden ve hava direncinin toplamından fazla olduğunda artık uçağın ayakları yerden kesilir.
Kısaca değindiğimiz çalışma mekanizmasından sonra daha iyi anlamak için kuşların bu işi nasıl yaptığına bakalım. İlk olarak kuşlar her kanat çırptıklarında havayı hızla aşağı
doğru iterler ve etki tepki prensibinden havada yükselmelerini sağlar. Diğer önemli nokta ise kuşların kanat yapısıdır.
Ozel aerodinamik yapıya sahiptirler. Bu sayede kanatları havada hareket ederken aynı zamanda taşıma kuvveti oluşturur. Önce kanat çırparak yükselirler, sonra ittifaklarını hıza dönüştürerek kanatlarında taşıma kuvvetinin oluşmasını sağlarlar. Daha sonra tekrar kanat çırparlar , yeniden hız kazanırlar ve hızın artışıyla artan taşıma kuvveti sayesinde havalanırlar. Sonuç olarak uçmak, havadan ağır bir cismin havada belli bir irtifada tutunabilmesi ve hava içinde hareket edebilmesidir.
YUNUS FİLİZ 2 | !NOVASYONDERG!S!
İLK SORU: “HUGH” YA DA SORUNUN TARİHİ
K
endimizi bildiğimizden beri zihinlerimiz sorularla dolu. Soru sormak felsefenin kökeni olduğu kadar bütün tarihsel sürecimizin de kökeni. Hatta daha da ileri gidersek bütün insanlığın kökeninin soru sormakla başladığını söyleyebilir miyiz? Soru işaretinin kökeni üzerine birçok düşünce üretebiliriz: noktalı virgülden türediği ya da müzikteki sol anahtarından ortaya çıktığı yönünde görüşler mevcut. Anahtar, portenin sol tarafında yer alan, notaların isimlendirilmesine yarayan bir simge. Eğer bir portenin üzerinde anahtar yoksa oradaki notaların da bir önemi yok. Notaların değerini ve anlamlı bir bütünsellik yaratıp bir müzik eserini ortaya çıkartmak için anahtara ihtiyaç duyuyoruz. Bu anahtar notalara sesi ve sessizliği üfleyerek anlamlı bir bütünsellik oluşmasını sağlıyor. Yani notaların cevabı anahtarındadır. Bu açıdan düşünürsek soru işaretinin sol anahtarından doğmasını çok da abartılı bulmayabiliriz. Ayrıca insan sesine en yakın frekansları çıkartmamızı sağlayan enstrüman notalarının sol anahtarı ile yazılabildiğini de düşünürsek soru sormanın sol anahtarı ile olan ilişkisi daha da berraklaşıyor diyebilir miyiz? Porte üzerindeki anahtarlar notaların nasıl okunacağı konusunda bilgi verdiği
gibi Noktalama işaretleri de gramatik yapıların nasıl kurulacağını gösterir; tek tek harfleri kelimelere ve cümlelere dönüştürmemize veya beynimizde onların resmini oluşturmamıza yardımcı olur. Bunun yanında Ortaçağın ortak dili olan Latince’de bir cümlenin sonunda soru anlamını ifade etmek için “Quaestio” (soru) yazılıyormuş. Bu da zamanla Q ya kadar indirgenmiş oradan da bizim kullandığımız anlamda soru işareti (?)”nin ortaya çıktığı düşünülmekteymiş.
Binlerce yıl noktalama işaretlerini kullanmadan okuyup yazabiliyorduk fakat bu durumda birçok karışıklığın doğmasına neden olabiliyordu. Ancak matbaanın gelişmeye başlamasıyla noktalama işaretleri son şeklini alabiliyordu. Bu işaretler içinde belki de diğerlerinden ayrılan soru işaretiydi. Bu işaret konulmadan daha bin yıllar öncesinde insanoğlu ilk iletişimi kurmaya başladığında karşısındakine muhtemelen ilk soruyu sordu. Tabi bu soru günümüzdeki gibi harflerin yan yana dizildiği ve bu dizgenin anlamlı bir bütünsellik içinde seslendirilmiş hali değildi. Muhtemelen
ilk soru şuydu: “hugh” ve ona verilen yanıt da ondan aşağı kalır değildi ve muhtemelen ilk soruya verilenden türetilen inovotif bir cevaptı: “ugghhh”. İşte insanlık tarihi boyunca bütün yaratılarımız bu “hugh” sorusundan türetilmiştir. Her soru başka bir soruyu doğurmuş ve verilen her cevap eksik kaldığı düşünülerek soru sormaya devam edilmiş. Bu soruyla felsefe yapılmış, bu soruyla bilim felsefeden türemiş, bu soruyla sanat ve kültür ortaya çıkmaya başlamıştır. Her şey cevabını bilmediğimiz sorular sormakla başlamadı mı? Matrix filminde Morpheus Gerçek nedir? Gerçeği Nasıl tanımlarsın? Sorularını Neo’nun bu soruları yanıtlamasını beklemiyordu yalnızca berrak bir makine gibi işlediğini sandığı beynine bu sorularla kısa devre yaptırmak istiyordu. Onu daha çok soru sormaya davet ediyordu. Film boyunca Neo aslında Matrix’in gizemini çözmeye çalıştığı gibi aynı zamanda kendi gizemine de bu sorular vasıtalıyla ulaşmaya çalışıyordu. Ben kimim? (Quis ego sum?) Belki bu soruya vereceğimiz yanıt halen ilk soruyu soran insanın karşısında ilk cevaplayanın verdiği yanıt kadar: “Ugghhh”
SONER ÇAKI
!NOVASYONDERG!S! | 3
Merhaba sevgili VIZ VIZLAR. Bu sayımızda sizlere inovasyonu açıklamaya ve tanımlamaya çalıştım. Şimdi sizlere inovasyonu tanımlayacağım. İnovasyonun Türkçe karşılığı “yenilik” ve “yenileşim” dir. “Bilim ve teknolojiyi ekonomik ve toplumsal bir faydaya dönüştürmek” olarak tanımlanır. İnovasyon, latince “innovatus” kelimesinden gelmekte ve “toplumsal, kültürel ve idari ortamda yeni yöntemlerin kullanılmaya başlanması” olarak ifade edilmektedir. İnovasyon konusunda yapılan ilk tanımın ünlü ekonomist Schumpeter’a ait olduğu görülmektedir. Schumpeter’a göre bir icadın yenilik yaratabilmesi için mutlaka üretim faaliyetine uygulanması gereklidir. İnovasyon tarihi insanlığın tarihi kadar eski olduğunu söyleyebiliriz. İnsanoğlu ilk çağlardan bu yana yaşamını sürdürebilmek amacıyla her türlü olumsuz koşula rağmen ihtiyaçlarını yenilikler ve icatlarla karşılamıştır. İnovasyon üzerindeki en önemli etki endüstriyel Ar-Ge çalışmalarıdır. İnovasyon , rekabet avantajı sağlayan hem yeni teknolojileri hem de yeni iş yapma yöntemlerini içerir. İnovasyonun iki temel özelliği olarak süreklilik ve bütünsellik gösterilmektedir. İnovasyon yeni bir şeyin yaratılmasından çok yeni bir şeyin uygulanması anlamına gelir. Örnek vermek gerekirse elektirikli süpürgeyi J. Murray Spengler icat etmiş olmasına rağmen, buluşunu ticarileştirmediğinden yani inovasyona dönüştürmediğinden bu buluş uzun süre fayda sağlamamıştır. Daha sonra Spengler’in buluşu;W.H.Hoover adlı bir deri imalatçısı tarafından ticarileştirilen bir ürün haline getirildi. Bu yüzden Spengler değil, Hoover adı dünya çapında bilinmiş ve yayılmıştır. Sonuç olarak söyleyeceklerim bu sayı için bu kadar. Umarım anlatabildim. Mutlu, Başarılı ve Güzel Günler SİZLERİN OLSUN. Sonraki sayımız da buluşmak üzere…
ROBOT ARI
4 | !NOVASYONDERG!S!
BİLGİSAYAR’IN UYKUSU VAR Merhabalar, Arkadaşlar. Yorgun olanlar, çalışanlar ve hafta sonunu bekleyenler… Herkes dinlenmek, tatil yapmak istiyor. Hafta sonu gelmek bilmiyor. Evet çok ama çok çalışıyorsunuz. Farkındayım bu nedenle sizlere biraz tatil penceresi açıyorum. Bu tatil evinde bir pencere ormana bakıyor, diğer pencere denize bakıyor, diğer pencere gökyüzüne bakıyor. Nasıl güzel bir rüzgar ya kuş sesleri… Sanki şu anda oradayım hissettim bir anda. Siz de bunları duyabiliyor musunuz? Lütfen doğayı ihmal etmeyin. Çünkü doğayı ihmal eden, kendini ihmal etmiştir. Biz ihmal ediyoruz. Çünkü gece yarılarına kadar elimizde telefon, tablet, Bilgisayar bulunuyor. Gece ikiye kadar uyuyamıyoruz. Bilgisayar, Televizyon, İnternet, eee bu kadar uyarıcının olduğu yerde uykunuz gelmez ki. Sonra bunları tamir etmek için para harcıyoruz. Peki biz hastalanmıyor muyuz? Tabi ki hastalanıyoruz. Şu an genç bir vücut bunları kaldıracak güçte peki yarın böyle sağlıklı kalabilecek miyiz? Söylüyorum hayır sağlıklı kalamayacağız. Ben teknolojiyi kullanmayın demiyorum. Ancak sizleri sağlıksız, uykusuz bırakacak kadar bağımlısı olmayın diyorum. Bilgisayar başında sabahlamayın. Farkında mısınız bilmiyorum ancak Bilgisayar da çok yorgun. Klavyede boyun düzleşmesi çıkmış. Siz her tuşa bastığınızda ağrıları artıyor. Ya monitör onun da durumu kötü gözleri iyi göremiyor artık. Bu nedenle bilgisayarlara da bize de yazık... Biraz dinlenelim. Bilgisayar’ın uykusu var hem de çookk… Hepinize güzel bir uyku diliyorum. ROBOT ARI !NOVASYONDERG!S! | 5
TEKERLEKTEN SÜPER İNOVASYON Tarihçesi MÖ 5000 yıl kadar önceye dayanan tekerleğin ilk izlerine Mezopotamya’da rastlanmıştır. Speiser ve Gawrada adlı iki arkeolog yaptıkları kazılarda, MÖ 3500 yıllarına ait bir Sümer piktogramında çizilen tekerlekli kazığa rastlamışlardır. Sümer kalıntılarında sürücü, iki tekerliğin ortasında bulunan bir eyerde ata biner vaziyettedir. Yine İngiliz araştırmacı Wolley, tam olarak nede kullanıldığını çözemediği MÖ. 2950 yıllarına ait bir tekerleğe rastlamıştır. Tüm bunların yanında tekerleğin ilk kez Kuzey Kafkasya Orta Avrupa’da kullanıldığına dair görüşler de olmakla birlikte tekerleğin orijinal vatanıyla ilgili görüş ayrılıkları hâlâ sürmektedir. ILK TEKERLEK İzlerine ilk kez Mezopotamya’da rastlanan tekerleğin nasıl keşfedildiği merak konusu olmuştur. Tekerliğin, kütüklerin yuvarlanarak ilerlemesinden esinlenilerek icat edildiği düşünülmekle birlikte ilk tekerleğin üç noktadan yere temas ettirilen bir mekanizmaya sahip olduğu bilinmektedir Zaman içerisinde tekerleğin gelişimi Batı’da bulunan kalıntılardaki tekerlekler, oyuncakların alt kısımlarını destekleyen taştan bir mekanizma şeklinde dizayn edilmiştir. Batı’da büyük baş hayvandan ziyade, küçükbaş hayvanların evcilleştirilmiş olması tekerleğin daha geç dönemlerde kullanılmasına neden ,olmuş ve Batı’nın gelişmesinin önündeki en büyük engel olmuştur Sümerlerin kullandığı araba tekerlekleri, zaman geçtikçe dört tekerlek formunu almış ve arabanın kayışlar yardımıyla atlara bağlanması
6 | !NOVASYONDERG!S!
şeklinde kullanılmıştır. Mısır’da ise ilk olarak eşek ve öküzler yardımıyla çekilen arabalar kullanılmıştır. Bu arabalar özellikle savaş zamanlarında kullanılmaya başlanmıştır. Mısırlılara ait belgelerde Firavun, savaş arabasının üstünde savaşa gider pozisyonda resmedilmiştir. Tekerleğin zaman içerisinde yük ve insan taşımaktan başka alanlarda kullanıldığını bilmekteyiz. Yapılan kazılarda bulunan MÖ 400’lü yıllara ait çömlekçi çarkı ve su çarkı bunun ispatıdır. 19. yüzyıla gelindiğinde Güney Afrika, Etiyopya ve Somali dışında her yerde kullanılan tekerlek, buralarda da Avrupalıların gelişi ile birlikte kullanılmaya başlamıştır. Eski zamanlarda ağaç kütüklerinin yuvarlanması sonucu keşfedilen tekerlek, günümüzde gelişip, farklı fonksiyonları ile modern formunu almıştır. Kullanım alanı itibariyle öncelikle yük taşımak maksadını taşımış, ilerleyen yıllarda ise, teknolojinin gelişmesiyle savaş-araç gereçlerinin taşınması ve bir yerden bir yere kolayca gidebilme vazifelerini görmüştür. Otomobilin icadı 300 yıl öncesine dayanır. Kendi gücüyle hareket eden bir araba düşüncesi, 18. yüzyılda makina çağının ilerlemesiyle gerçekleşti. İlk olarak 1705 yılında İngiliz Thomas Newcomen ve 1760 senesinde James Watt, maden ocaklarında kullanılmak üzere, buharla çalışan ve güç üreten ilk makinaları yaptılar. Bunlar buhar motorlarıydı ve sanayi devrimi başlamıştı. 1769 yılında Nicholas Cugnot adındaki bir Fransız soylu, bir buhar makinesi ile o çalışan ilk kara taşıtını tasarladı. Cugnot’un araba tasarımı üç tekerlekli, çok büyük
bir buhar kazanından sağlanan güçle çalışan buhar motorlu bir araba şeklinde idi. Bu araba saatte yaklaşık olarak 4. 5 kilometre yol alabiliyordu. Her 20 kilometrede bir kazanın doldurulması gerekiyordu. 1789 yılında, Amerikalı Oliver Evans, kendiliğinden hareket eden ilk araba için Amerika’da patent aldı. Bu araç dört tekerlekliydi.
Arka tarafındaki pedallı tekerlekler, hem karada hem de suda hareket edebilmesini sağlıyordu. Ağırlığı ise 21 tondu. 1801 senesinde ise İngiliz Richard Trevithick, buharla çalışan ilk otomobili icat etti. Buhar elde edilmesi büyük hacim ve işçilik gerektirdiğinden, daha pratik çözümler üzerinde çalışmalar başladı. Bunu izleyen 60 yıl boyunca, başka mucitler de aynı doğrultudaki çalışmalarını sürdürdüler. Gerçekleştirilen tasarımların çoğu buharlıydı. Ayrıca birkaç tane de elektrikle çalışan model yapılmıştı. Bunlarda büyük
ARABALARA TARİHSEL YOLCULUĞU akümülatörler vardı. 1860 senesinde Alman August Otto, havagazı ile çalışan ilk otomobili icat etti. İçten Yanmalı Motorlar, Benzin ve Dizel Motorların İcadı Daha sonra, 1880′ li yıllarda, otomobilin bugünkü halini almasında esas olan iki icat ortaya çıktı. Söz konusu icatlardan biri içten yanmalı motor diğer icat ise
pnömatik, ya da havalı lastik idi. 1886 senesinde ise Alman Gottlieb Daimler ve Karl Benz aynı zamanlarda ayrı ayrı dört zamanlı benzinli motoru icat ettiler. Benzinli motorun icadından sonra 1887 yılında benzinle çalışan ilk otomobil, Gottlieb Daimler tarafından yapıldı. Otomobil ile ilgili, 1800 lü yılların sonlarından 1960 lı yıllara kadar olan gelişmeler daha çok ABD’de gerçekleşti. Bu süre içerisindeki otomobildeki önemli gelişmeler; akü ile ilk hareket, ateşleme sistemi, karbüratör, süspansiyon sistemleri, hidrolik fren sistemleri,
difransiyel ve konforu arttıran diğer ilaveler oldu. Amerika’da, Frank ve Charles Duryea adında iki kardeş 1892 ve 1893 yıllarında benzinle çalışan Amerikan otomobillerini yaptılar. İki kardeşin yaptıkları otomobiller, at arabasının temeli üzerine kurulmuştu ve “atsız araba” diye isimlendirilmişti. Gerçekte, bunları izleyen bütün ilk dönem Amerikan otomobilleri hemen hemen birbirinin benzeriydi. Kimse tamamen farklı bir modelde otomobil tasarlama gereğini duymamıştı. Bütün yaptıkları, değişik zaman aralarıyla bir transmisyon kayışı eklemek veya arka tekerleklere hareket sağlayıcı zincir düzeni uygulamaktı. Ancak sağlamlık ve rahatlıklarına da dikkat gösterilmesi sonucu, otomobiller daha güvenilir taşıtlar olma, daha iyi yol yapabilme niteliklerini kazandılar. Çok geçmeden, bir zamanların “atsız arabaları”nın zayıf, dayanıksız yapılarının otomobiller için uygun olmadığı anlaşıldı. Yavaş yavaş, bugün bildiğimiz otomobil modellerine yaklaşan örnekler görülmeye başladı. Motor oturacak yerin altından ön tarafa alındı. Dayanıklı, sağlam lastik tekerlekler gerçekleştirildi. 1908 senesinde Henry Ford, otomobilde seri üretim metodunu ortaya koyarak, süratli bir şekilde otomobil’in yaygınlaşmasını sağladı. Araba sayısı arttıkça fiyatlar da düşmeye başladı. En sonunda, daha kuvvetli iskelet yapı için, çelik kullanılmaya başlandı.Gelişim Süreci Nicolas-Joseph cugnot üç tekerli bisikleti andıran buharlı arabayı icat ederek gelişim sürecine büyük
GÖKHAN AYTİMUR
katkı sağladı.Bu araç sadece saatte 6 km hız yapabilmekteydi. 1884 yılına gelindiğinde ise Biritanya’ da mucitler bu gelişimin üzerine el freni, gibi eklentileri de ekleyerek daha hızlı buharlı araçlar ürettiler. 1886 yılına gelindiğinde ise ilk benzinli otomobil Almanya da üretildi. Buradada il defa dört tekerlekli aracın üretimine geçildi. 1900 lü yıllara gelindiğin de ise Amarika ve Fransa da çok sayıda araba üretilmiş oldu. 1902 yılında Amerika Michagan da Ransom Olds tarafından arabalar üretmiş ve daha sonra üretiem Ford ve Cadillac adıyla devam etmiştir. Yaşanan 2. Dünya savaşından sonra arabalarda değişim ve güçlenme sürecine girmiştir. 1950 yılından itibaren güçlü Amerikan arabaları üretilmeye başlanmıştır. Japonlar ise 1960 yılından itibaren teknolojik araçların piyasaya katılmasına öncülük etmiştirler. Günümüzde ise elektrik ve hibrit yakıt seçeneklerinin kullanıldığı araçlar sürekli piyasaya çıktığı ve bunların artık trafikte yer alması gerektiğine dair haberleri sıkça duymaktayız. Günümüzde artık bilim kurgu filmlerinde görmeye alıştığımız araçlar trafikte seyrederken mucitler gözünü artık uçan otomobillere dikmiş durumdalar. İlk prototipleri üretilen bu araçları sabırsızlıkla beklemekteyiz.
!NOVASYONDERG!S! | 7
OTOMOBİLLERİN BABASI CARL FRIEDRICH BENZ Karl Friedrich Benz 26 Kasım 1844 tarihinde Almanya’nın Karlsruhe şehrinde bir makinistin oğlu olarak doğdu. Lise eğitimi sırasında doğa bilimlerine ilgi duymaya başladı ve kendini bu yönde geliştirdi. Daha sonra makine mühendisliği eğitimi almaya başlayan Benz, lokomotif, binek araçları ve köprü inşasında deneyim kazandı. 1970 yılında, Mannheim‘de demir dökümcü olarak çalışmaya ve mekanik aletler üreten küçük bir imalathane işletmeye başlayan Benz, bu işten beklediği geliri sağlayamayınca, beş çocuk sahibi olduğu eşi Bertha‘nın çeyizinin de tükenmesi üzerine motor üretimine yöneldi. 1 beygir gücünde iki zamanlı bir gaz motoru inşa etme düşüncesini hayata geçirmek için çalışmalara başladı. Aracın bütün teknik problemlerini çözen ve kısa sürede gerekli anaparayı sağlamak amacıyla bir anonim şirket kuran Benz, daha sonra hissedarlarla tartışınca, şirketten ayrıldı. 1883 yılında Mannheim’de, Benz&Cie Gazlı Motor Fabrikasını kurdu. Sabit makinalar için motor üreten bu şirketle başarıyı yakalayınca geleneksel motorlarla çalışmaktan vazgeçerek, çocukluk hayaline yöneldi ve raysız çalışabilen bir binek aracı üretmeye girişti. Ürettiği üç tekerlekli motorlu arabayı daha da geliştirerek, 1886 yılının Ocak ayında bu araç için 37435 numaralı devlet patentini aldı. Dünyada ilk kez bir otomobil icat eden Benz, arabayı karısıyla birlikte ilk kez 1886 yazında Mannheim’de sergiledi. Birkaç ay sonra, Stuttgart yakınlarındaki, Cannstatt‘ta benzin motorlu, dört tekerlekli bir binek arabası üreten Gottlieb Daimler ile Karl Benz, o zamandan beri otomobilin babası
8 | !NOVASYONDERG!S!
sayılmaktadırlar. Benz’in, icadını 1888‘de Münih‘te bir makine fuarında sergilemesi ve karısı Bertha Benz’in de, kocasına haber vermeksizin arabayla, Mannheim’dan Pforzheim’a ilk kez uzun mesafeli bir yol katetmesi, basının dikkatini çekerek adlarından çokça söz ettirmeye başlamalarını sağladı. Bu başarıyla yetinmeyen Benz, direksiyonu daha iyi olan dört tekerlekli bir binek aracı üzerinde çalışmaya başladı. Bu aracı 1892 yılının sonuna doğru ilk kez sergiledi. Bunu izleyen süre zarfında, Benz otomobillerinin bütün parçaları olabilecek en iyi şekilde gelişirken, talebin giderek artması karşısında da şirketin üretimi arttı. Şirket içi huzursuzluklar başlayınca Benz, 1903 yılında hisselerini satarak firmadan çekildi. 1904’te denetim kuruluna girmesine rağmen şirket işlerinde önemli bir varlığa sahip olamayan Benz daha sonra yaşadığı Ladenburg’ta iki oğlu ile birlikte Benz Söhne firmasını kurduysa da, bu firma 1925‘te kapandı. Kurduğu şirketin uluslararası bir kuruluş olarak yükselişini ve 1926 yılında Daimler Motorengesellchaft ile birleşerek, Daimler-Benz AG adını alışına şahit olan Karl Friedrich Benz 4 Nisan 1929 tarihinde Ladenburg’da öldü. İcatları arasında, karbüratör, gaz/fren sistemi, bir pilden elektrostatik kıvılcımlanmayla ateşleme sistemi, buji , debriyaj, vites değiştirme sistemi, ve radyatör de bulunan Benz’in 1896 yılında tasarlayarak, patentini aldığı boxer tipi motoru, halen motorsporlarında temel tasarım prensibi olarak kullanılmaktadır.
GÖKHAN AYTİMUR
YAŞAM BOYU İNOVASYON Hayat boyu devam eden değişimin bütünü olan inovasyon tarih boyunca da devam etmiştir Bunun en güzel örneklerinden biri de savunmak için kullanilan silahlardir Insanlar, yaşamin ilk yillarinda avlanmak ve kendilerini savunmak amacıyla kullanilari, birtakım araclar icat etmistir. Almanya’da bulunan ve M.Ö. 400000 yıllarına ait olduğu düşünülen dolayısıyla en eski mızrak kalıntıları olarak kabulünü kanıtlar deliller bulunmuştur. Taş devri insanları Atlo adı verilen ve bir geyigi 40 metreden öldürebilecek bir alet kullandılar. Kuzey Afrika’da icat edilen alet, sonra yerini yay ve ok teknolojilerine bıraktı ve tüm dünyada yaygınlaşti. M.O. 23000 yıllarında ise Avrupa ve Afrika’da silah olarak kullanılan ve bumerang adı verilen bir alet icat edildi M.O. 20000 tarihlerinden itibaren ok uçları yapılmaya başlanmış ve böylece ok ve yay milmiştir Uzun yıllar ok ve yay’i kulladıktan sonra ilk metal bıçak yapmış ve kullanmaya başlamıştır insanoğlu. Böylelikle ok ve yay’ın icadı kılıcın doğuşuna da zemin hazırlamıştır M.O. 500 yıllarından itibaren Çin ve civarlarında kullanılmaya başlandığı düşünülen Imancink, yaklaşık bir düzine insan tarafından kontrol edilmekteydi. 100-200 metre mesafelere büyük çaplı kayalar firlatabilmekteydi. Aynı dönemde eski yunanlılar da dev oklar furlatan yayli manciniklar icat etinislerdir. M.S. 800 yıllarında Çinde barut icadının yapıldığı dönemde ilkel bir ateşli silahı olan Yangin oku adı verilen ya da Yangin Mizraklari olarakta bilinen silahlar ve ilkel bombalar icat edilmistir. Zaman içinde ateşli silahlar teknolojisi hızlı bir sekilde gelişmeye başladı. Çin hanedaninin ateşli silah teknolojisinde ilerleme kaydetmeye başlamasıyla silahlar daha çok gelişimiş olmuştur. Elle doldurma yerine hazır mermi kullanılması adeta bir devrimdir. 18. yüzyılda savaşlarda zaman zaman roketler kullanılmaya başlanmıştır ve sonrasında vazgeçilmez hale gelmiştir.
Bir süre sonra savaşta kullanılan ilk denizaltı olan Turtle icat edilmistir ve uzun bir süre ilgi görmüştür 19. Yüzyılda ise Amerikalı mucit Samuel Colt, önceki tasarımların bir üstü olan dönen mermi yuvalı bir silahın patentini aldı ve klasik tabancayı yeniden tasarlayarak diğer ateşli silahlardan daha hızlı ve dolurilinun kolay olinas ini sağladı ki bu silah hala popularitesini korumaktadır. Daha sonra ilk makineli tüfeğin ortaya çıkmasıyla bunun daha avantajlı olduğunu farkeden başta Belçika olmak üzere pek çok ülke kullanmaya başladı ve Belçika bu tüfeği daha da geliştirdi Demir gövdesi olan ilk savaş gemisi USS Monitor ilk kez New York’ta suya indirildi. İsveç Mühendisi olan Toli Ericsson tarafından tasarlanmış olan bir savaş gemisi uzun yıllar kullanıldı. Daha sonra öğretmen olan Jolu Holland ihtiyaç uzerine askeri bir denizalti Fenian Ram”dizayn etti, önceki denizaltın farklı olarak aerodinamik gövdesiyle dikkat çekiyordu. Ingiliz mucit ve sanayici olan Hiram Stevens Maxim 1884 tam anlamıyla otomatik olan Maxim Taramalisi adı da verilen ilk makineli tüfeği üretti. 1993 yılında ise Chicago Belediye Başkanına düzenlenen suikasttan sonra kasaba papazi olan Casimir Zeglen ağır metal plakalar içermeyen ilk kurşun geçirmez yeleği icat etti. Dokumta ipek kullanmışti ve işe yar Iyordu. 1960 yılında kırmzi ışık demeti yayan lazer tabancasının ilk örnekleri görüldü. Lazerlerin gunumuzdeki sayısız kullanım bulunuyor , füzelerin ve bazı silahlarin hedefe kitlenmesi gibi... Ayrıca çeşitli lazerli silahlar in prototipleri yapılmıştır. Son yıllarda ise Avustralyalı silah firması Metal Storm ( Metal Firtina) dakikada bir milyon atış yapan silahın patentini aldı. Savunmak için kullanılan silahlar hakkındaki yazıda da gördüğünüz gibi inovasyon hayat boyu devam etmiş ve hayat boyu devam edecektir çünkü gelişim ve değişim olmadan yaşam şartlarının daha iyi olması hatta kimi zaman aynı kalması pek mümkün değildir.
BÜŞRA ERDOĞAN !NOVASYONDERG!S! | 9
!NOVASYONDERG!S!
TEKNOLOJİ
HUBBLE ‘GÜVENLI MOD’A ALINDI
Hubble Uzay Teleskobu, uzay boşluğunda bakacağı yönleri tayin etmesini sağlayan denge çarklarından birinde yaşanan arıza nedeniyle güvenli moda alındı. Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesinden (NASA) yapılan açıklamaya göre, Hubble, üç denge çarkından birinde ortaya çıkan arızanın giderilmesi amacıyla cuma gününden itibaren güvenli modda tutuluyor. Arıza giderilene kadar veya yedek denge çarkı devreye sokulana dek teleskobun bilim operasyonlarına ara verilecek.
Hubble Uzay Teleskobu’na 2009’daki yenileme misyonu sırasında 6 yeni denge çarkı takılmıştı. Daha önce iki denge çarkı daha bozularak devre dışı kalmıştı.
Teleskobun sağlıklı çalışabilmesi için 3 denge çarkını aynı anda kullanması gerekiyor. Ancak 2 veya tek denge çarkıyla da işlevini sürdürebiliyor. Teleskopta halen sağlam durumda 3 denge çarkı bulunuyor.
NASA’nın Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ve Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü (STScl) ile ortaklaşa geliştirdiği Hubble Uzay Teleskobu, 1990’dan bu yana dünya yörüngesinde uzay gözlemleri yapıyor.
10 | !NOVASYONDERG!S!
!NOVASYONDERG!S!
MÜHENDİSLİK 183 MILYAR EURO TASARRUF Avrupalılar, sanayi kaynaklı hava kirliliğini azaltarak 2025’e kadar 183 milyar Euro tasarruf sağlayabilir.InnoEnergy ve Deloitte’in “Clean Air Challenge” başlıklı raporuna göre hava kirliliğini azaltmak Avrupalılara 183 milyar Euro tasarruf sağlayabilir. Avrupa İnovasyon ve Teknoloji Enstitüsü (EIT) tarafından desteklenen InnoEnergy, Avrupa çapında sürdürülebilir enerji için inovasyon üreten bir kuruluş. InnoEnergy’nin hava kirliliği ile ilgili yaptırdığı radikal bir araştırmanın sonuçları geçtiğimiz günlerde açıklandı. Rapora göre, AB vatandaşlarının önümüzdeki yedi yıl içinde hava kirliliğini azaltmak için yenilikçi teknolojileri benimsemeleri durumunda 183 milyar Euro tasarruf sağlanabilecek. Deloitte ile birlikte hazırlanan Clean Air Challenge raporu, dünyadaki her 10 erken ölümün 1’inin hava kirliliği kaynaklı olabileceği ve 2018-2025 döneminde AB’ye 475 milyar Euro maliyet getireceğine ilişkin Avrupa Komisyonu bulgusu üzerine hazırlandı. Bu maliyet, yıllık ortalama GSYİH’nın yüzde 2,9’u anlamına geliyor. Brüksel’de ileri gelen siyasetçilerin ve karar mercilerinin katılımıyla düzenlenen özel bir etkinlikte tanıtılan rapor, Avrupa genelindeki hava kali-
tesi sorununu derinlemesine inceliyor. Rapor Avrupalıları, hava kirliliğinden ve bunun sağlık üzerindeki etkilerinden korumak için somut, yenilikçi ulaşım ve ısıtma çözümleri öneriyor. HAVA KİRLİLİĞİ YILDA 400 BİN ÖLÜME NEDEN OLUYOR
Etkinlikte konuşan Avrupa Parlamentosu Sanayi, Araştırma ve Enerji Komitesi Başkanı ve Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Jerzy Buzek şunları söyledi, “Hava kirliliği, yüzyılın en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir ve dünyadaki her on erken ölümden birinin, Avrupa’da ise her yıl 400 binden fazla erken ölümün nedenidir. Clean Air Challenge raporu, vatandaşlarımızın sağlığını iyileştirmeye yardımcı olabilecek ve tüm topluma fayda sağlayabilecek pratik çözümler sunuyor. Bunu, AB’de gecikmeksizin uygulamaya geçirmeliyiz”. InnoEnergy CEO’su Diego Pavia da konuyla ilgili olarak şunları ifade etti, “Çağımızda, hava kirliliğinin toplum sağlığı için hâlâ bir risk oluşturması çok şaşırtıcı. Elimizde bun-
ca teknoloji varken, korkunç ekonomik maliyetler bir yana, insanların temiz hava soluyamaması için hiçbir neden yok. InnoEnergy olarak sorunlarla yüzleşmeyi seviyoruz ve bu konu da bir istisna değil. Sorunu daha iyi anlamak ve pratik çözümler belirlemek için daha fazla araştırma yapmanın yanı sıra hava kirliliğini tamamen yok etmeye yönelik bir planı olan; iddialı, tutkuyla çalışan işletmelere yatırım ve destek sunma fırsatlarını da araştırıyoruz”. Deloitte Ortağı ve Orta Avrupa Sürdürülebilirlik Danışmanlık Lideri Irena Pichola ise şunları söyledi, “Kötü hava kalitesinin insanları farklı şekillerde etkilediğini unutmamalıyız. Örneğin, hava kirliliğinin nedenleri ve etkileri açısından bölgeler arasında büyük farklılıklar var. Batı Avrupa’daki kirliliğin büyük bölümü ulaşımdan kaynaklanırken, Doğu Avrupa’da en fazla kirliliğe ısıtma neden oluyor. Ancak, raporda da belirtildiği gibi, Avrupa’nın her yerinde özellikle çocuklar bu durumdan çok etkileniyor. PM’de (parçacıklı madde) 100 birimlik artış, 5 yaş itibariyle çocuklarda ortalama yaşam beklentisini yaklaşık 2,3 yıl azaltıyor. Böylesine ciddi bir soruna InnoEnergy ile birlikte çözüm aramaktan gurur duyuyoruz”.
!NOVASYONDERG!S! | 11
!NOVASYONDERG!S!
TASARIM
TÜRK MÜHENDISLERDEN GELECEĞIN KAMYONU: FORD F-VISION! Ford Trucks, Hannover’de düzenlenen Ticari Araç Fuarı’nda yeni çekici modeli F-MAX’i duyurmuştu. Otosan’ın geliştirdiği bir diğer araç olan Ford F-Vision ise fuarın asıl yıldızı oldu! Ford F-Vision, tasarımıyla Tesla Semi’ye meydan okuyor F-Vision Future Truck konsepti, 1.500 kişinin çalıştığı Ford Otosan Sancaktepe AR-GE merkezinin ürünü olmasıyla dikkat çekiyor. Geleceğin kamyonu kavramını gözler önüne seren araç, tasarımıyla rakibi Tesla Semi’ye rakip olarak doğmuş. Sürücünün etrafını saran panoramik ön cama sahip olan Ford F-Vision, C şeklindeki LED farlar ve kapılarında ayna yerine kamera teknolojisi taşıyor. Ayrıca özel jant tasarımının da aracın aerodinamisine ekstra katkı sağladığı ifade ediliyor. Konseptin teknik özellikleri tarafında ise paylaşılan tek bilgi tamamen elektrikli olması. Bunun dışında sayısal bir verinin bulunmadığı F-Vision, dördüncü seviye otonom sürüşede olanak sağlıyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde seri üretim araçlarda olması beklenen seviyede araç sürücünün yardımı olmaksızın tamamen otomatik pilot tarafından yönetiliyor. Tasarımında Marvel süper kahramanlarından ilham alındığı belirtilen konseptin gelecek modelllere örnek oluşturacak bir çalışma olarak kalması bekleniyor.
12 | !NOVASYONDERG!S!
!NOVASYONDERG!S!
KÜLTÜR / SANAT
“En eski geçmişin efsanevi boyutu başına buyruk yaşamış ve kavranılamaz hale gelmiş bir gerçekliğin yerini almıştır. Troya Savaşı buna bir örnektir: Gerçekliğini ya da gerçek dışılığını ortaya koyacak hiçbir yeni buluş, Homeros destanının bugün bile muhayyilemizi etkileyen o müthiş çağrışım gücünü değiştirmeye yetmeyecektir.” Thierry Hentsch – “Hayali Doğu” – 1992 Troya’yı bu denli özgün kılan epik bir efsane ile tarihsel bir gerçeklik arasında salınan kimliğidir. Homeros’un ölümsüz destanı İlyada, ardından gelen yüzyıllar ve binyıllar boyunca insanoğlunun hem bilgi ve gerçekliğe olan merakını, hem de düşlere ve hayal gücüne olan ihtiyacını aynı anda besleyebilmiştir. Homeros’un destanı ve Troya medeniyeti, yüksek sanattan kitle kültürüne çok geniş bir alanda yaratıcı ürünler için ilham kaynağı olmayı sürdürüyor. Tüm tarihsel olgular
14 | !NOVASYONDERG!S!
gibi bugünün sosyal ilişkiler bağlamını anlamada bize ipuçları verirken, destansı yönüyle de kolektif belleğimiz ve kültürel iklimimize referans oluşturmaya devam ediyor. Homeros’un destanı, on yıl süren bir savaşın şiirsel tasviri, açık seçik iması olmanın ötesinde, tarihler ve coğrafyalar boyunca yayılarak bağlama göre yeniden anlamlandırılan bir kavram, kelimenin gerçek anlamıyla bir mitostur. Troya’ya bugün tekrar bakıp, Doğu ile Batı ya da Kuzey ile Güney arasındaki biteviye çatışmayı, geçiş coğrafyalarının kadim mücadeleler yazgısını görerek tarihin tekerrürünü de düşünebiliriz; arkeolog M. Osman Korfmann gibi “iki kültürel dünyanın sınırındaki geçit ve limanlardan oluşan, Asya ve Avrupa arasındaki sınır ve ilişkiler bölgesinde bir iletişim ve ticaret merkezi” olarak yad edip, kültürlerin ve insanların karşılıklı bağımlılığının ürettiği zenginlik ve olanakları da
görebiliriz. Troya’nın tarihsel gerçekliği ve mitolojisi “hem düşleşen bir gerçek hem de gerçekleşen bir düş; eşi benzeri olmayan öfke, insan yüreğinin dayanamayacağı trajediler, her şeyi bir anda tersine çeviren hile, yok olup giden kentler ve umutlar destanlaşıp düşleşmiş; bu düşler ve destanlar ete kemiğe bürünüp Troya olmuş”*. (Prof. Dr. Rüstem Aslan, Troya Kazı Başkanı) 6.Çanakkale Bienali’nin kavramsal çerçevesi, zamanı tarihselleştirmede başvurulan birimler-
kurmayı hayal ediyor ve sanatçıları bu bağlama davet ediyor. Geçmiş ve gelecek fikrimizin seçme, seçili anları birleştirme, yeniden yazma ve anlam türetme süreçlerinin bir ürünü olduğunun bilincindeyiz. Günümüzden önceki zamansal uzam paranteze alındığında “geçmiş”e dönüşüyor ve tarih de o seçili parantezle başlıyor. Geçmişte ve gelecekte, öncesinde ve sonrasında neyi gördüğümüz bakış açısına, bilgi ışığının kaynağına ve yoğunluğuna, öğrenilmiş bakma biçimine, içselleştirilmiş değerler sistemine bağlı olarak değişiyor. Bu değişkenlik dünyayı anlamlandırmanın tekinsiz zemini olduğu kadar, özgün taktik ve stratejilere de açık bir saha. Günümüz sanatının biçim ve içeriği, kavramsal ve şiirsel katmanları için ise öncesiz ve sonrasız bir kaynak.
den ilham alıyor: Geçmişten Önce / Gelecekten Sonra, belli milatlardan öncesi ve sonrası (MÖ/ MS) ya da daha nesnel bir bakışla günümüze olan uzaklığı üzerinden (GÖ) tarif edilen tarihsel zamanın kodlarıyla oyunsu ve şiirsel bir ilişki
!NOVASYONDERG!S! | 15
!NOVASYONDERG!S!
UZAY İNSANOĞLUNUN UZAY MACERASI 61 YIL ÖNCE BAŞLADI Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) “Sputnik 1” yapay uydusunu 61 yıl önce dünya yörüngesine göndermesiyle insanlığın uzay macerası başladı. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından uzayla ilgili farkındalığın artırılması amacıyla 1999’da belirlenen “Dünya Uzay Haftası” her yıl 4-10 Ekim tarihlerinde pek çok ülkede çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Bu hafta kapsamında, geçen yıl 80 ülkede 3 bin 700’den fazla etkinlikle düzenlendi. Dünya Uzay Haftasının bu yılki teması, “Uzay Dünyayı Birleştiriyor” ve 2019 teması “Ay: Yıldızlara Geçit” olarak belirlendi. EN BÜYÜK REKABET ALANLARINDAN BİRİ “UZAY” OLDU ABD öncülüğündeki Batı bloku ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) öncülüğündeki Doğu bloku arasındaki Soğuk Savaş boyunca en büyük rekabet alanlarından biri “uzay” oldu. Sovyetler Birliği’nin 4 Ekim 1957’de Sputnik 1 yapay uydusunu dünyanın yörüngesine göndermesi, insanlığın uzay ile macerasını başlatan en önemli olaylardan biri olarak kabul ediliyor. Yaklaşık 22 gün boyunca dünyaya radyo sinyalleri gönderen Sputnik 1, 4 Ocak 1958’de dünya atmosferine girdi ve yanarak yok oldu. Rusya’nın bu başarısının ardından ABD de 1958’de Explorer I adlı ilk uydusunu dünyanın yörüngesine gönderdi ve böylelikle ABD uzay yarışındaki ilk hamlesini yapmış oldu.
16 | !NOVASYONDERG!S!
Bu gelişmenin ardından, Sovyetler Birliği 1959’da Luna 2 adlı uzay mekiğini Ay’a fırlattı ve yaklaşık 2 yıl sonra 12 Nisan 1961’de Vostok 1 aldı kapsüle benzer uzay mekiğiyle kozmonot Yuri Gagarin’i dünyanın yörüngesine gönderdi. Böylelikle Gagarin, uzaya çıkan ilk insan oldu. Gagari’nin uçuşu 108 dakika sürdü ve 327 kilometre yüksekliğe ulaştı. Aynı yıl NASA da Merkür Projesi kapsamında ürettiği mekiklerle önce maymunları daha sonra astronot Alan Shepard’ı uzaya gönderdi ancak Shepard dünyanın yörüngesine ulaşamadı. Bu denemenin ardından astronot John Glenn, 20 Şubat 1962’de dünyanın yörüngesine erişen ilk Amerikalı oldu. Gleen, 4 saat 56 dakika süren yolculuk sırasında dünya çevresini üç kez turladı. John Glenn, bu başarısının ardından ABD’de kahraman ilan edildi ve dönemin ABD Başkanı John Kennedy tarafından kendisine Uzay Kongresi Onur Madalyası verildi. Ülke çapında okul ve sokaklara Glenn’in adı verildi. Kennedy, yaptığı bir konuşmada, 1960’ların sonuna kadar Ay’a insan göndermeyi planladıklarını duyurdu.
UZAYA ÇIKAN İLK KADIN KOZMONOT: VALENTİNA TERESHKOVA Rus kozmonot Valentina Tereshkova, 16 Haziran 1963’te Vostok 6 adlı uzay mekiğiyle uçuşunu gerçekleştirerek, “uzaya çıkan ilk kadın” ünvanına sahip oldu. Dünyanın yörüngesinde 48 tam tur atan ve yaklaşık üç gün boyunca uzayda kalan Rus kozmonot Tereshkova, uzay mekiğinden ayrıldıktan sonra paraşütle Orta Asya’ya iniş yaptı. Sally Ride ise uzaya çıkan ilk ABD’li kadın astronot oldu. “BENİM İÇİN KÜÇÜK, İNSANLIK İÇİN BÜYÜK BİR ADIM” ABD, Ay’a insan gönderme çalışması olarak adlandırdığı “Apollo Projesi” altında Ay’a çok sayıda iniş gerçekleştirdi. Ay’a yolculuğunun ilk adımı Apollo 1’in testleri sonucu çıkan yangında, 3 mürettebat hayatını kaybetti. 16 Temmuz 1969’da Ay’a iniş yapan ilk uzay aracı Apollo 11’de astronot Neil Armstrong, Edwin Aldrin ve Michael Collins bulunuyordu. Apollo 11’in 20 Temmuz’da Ay’ın yörüngesine girmesinin ardından astronot Neil Armstrong, Ay’a ayak basan ilk insan oldu. Apollo 11 misyonu komutanı Amstrong’u, yaklaşık 20 dakika sonra astronot Aldrin izledi ve böylelikle Ay’a ayak basan ikinci kişi oldu. Ay’a ayak basan ilk insan Armstrong’un, “Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım” sözü tarihe geçti. Neil Armstrong, 25 Ağustos 2012’de 82 yaşında yaşamını yitirdi. RUSYA AY’A YOLCULUK İÇİN DÜĞMEYE BASTI Apollo 11’in ardından 1969-1972 yılları arasında ayı keşfetmek için altı Apollo misyonu daha yapıldı. Apollo 17’nin 7 Aralık 1972’de yaptığı yolculuk ise Ay’a yapılan son insanlı yolculuk oldu. Ay yürüyüşünü gerçekleştiren son Amerikalı astronot Gene Cernan, NASA’nın Apollo 17 misyonu kapsamında 12 Aralık 1972’de Ay’a ayak basan on ikinci ve son astronot oldu. 1972’den bugüne Ay’a bir daha insanlı uçuş yapılmazken Rusya, 2029’da Ay’a insanlı uçuş yapmayı planladığını duyurmuştu. Rusya Federal Uzay Dairesi’nden (Roscosmos) bir yetkili 2015’te yaptığı bir açıklamada, Rusya’nın Ay’a yolculuk için tekrar düğmeye bastığına işaret ederek, “Ay’a insanlı görevin 2029’da düzenlenmesini planladıklarını ve gerekli çalışmalara çoktan başladıklarını” söylemişti.
!NOVASYONDERG!S! | 17
!NOVASYONDERG!S!
medya