Hayatimfutbol 180. sayi

Page 1

1 2HAZİ RAN2 01 5-SAYI 1 80


Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz

Yazarlar Bahadır Bozkurt Emre Çelik Fırat Topal Kutay Ersöz Sercan Ergün

Görsel Yönetmen Özhan Odacı

Kapak Tasarımları Selman Hoşgör

Sergen Yalçın Bir akşam evde uzandığınız üçlü koltukta zap yaparken Sergen Yalçın’ı yarışma programında jüri olarak görebilirsiniz. Ertesi akşam bir dizide oyuncu olarak, reklam aralarında bir ürünü tanıtırken de görebilirsiniz. Herhalde en normali onu bir futbol programında yorumcu olarak görmeniz olur. Lakin hiç birine de şaşırmazsınız. Sergen Yalçın işte, farklı bir karakter, yeteneklerini sadece futbolda değil, TV’nin her türlü programında da gösterebilir. Belki de onun hakkında en çok şaşırdığımız işi teknik direktörlükteki başarısıydı. ‘Disiplinsiz’, ‘vurdumduymaz’, ‘tembel’ adamın müthiş bir sorumluluk, özveri ve disiplin isteyen başarısı bu. Hepimizi yine ters köşeye yatırdı. Hayatım Futbol 180. sayısında Sergen Yalçın’ı kapağına taşıyor. Bu sayıda ayrıca; Sergen Yalçın gibi futbolculuğunun ardından teknik adamlığıyla parmak ısırtan Yusuf Şimşek, transfer sezonunun başlamasıyla Avrupa’daki hareketlenme, borçları yüzünden küme düşürülen Elche, ilk şampiyonluğunun ardından ölüm dahil bir çok talihsizlikle boğuşan Lazio ve dergi arşivinden dünyanın en kısa teknik direktörlük zamanına imza atmış olan Leroy Rosenior’un hikâyesini bulabilirsiniz. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz

iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com


#180 BU SAYIDA Anadolu’nun Superman’i ‘Sorumsuz’ Sergen Yalçın ikinci kez bir takımı küme düşmekten kurtardı

Yusuf Şimşek Büyük günahların en güzel bedelini yaşıyor

Re Cecconi Trajediye dönüşen bir şampiyonluk hikâyesi

En erken kovulan teknik direktör Hatırladığınız en kısa teknik direktörlük süresi nedir? 15 dakika olabilir mi?

Ligde kalmak yetmez! Küçük takım Elche, La Liga’yı 13. sırada bitirse de ikinci ligin yolunu tuttu

Kartlar dağıtılıyor Transfer başladı, gözler Avrupa devlerinde


Profil HF180

Bahadır Bozkurt

Her dönemin sansasyonel ismi olan Sergen Yalçın, futbolculuğunda üzerine yapıştırılan ’çalışmayı sevmeyen’, ’disiplinsiz’ ve ‘vurdumduymaz’ etiketlerinin tersine teknik adamlık süresince ‘küme düştü’ gözüyle bakılan takımların kurtarıcısı olmaya devam ediyor. Yarışma jürisi, futbol yorumcusu, reklam ve dizi oyuncusunun, bir nevi Clark Kent’in Süperman’e dönüştüğü gibi…


“Yok canım hep Amerika’ya mı inecekler (uzaylılar)? Canları istemiş Ihlamur Deresine inmişler!” Profesör Naci (Badi/1983)

İşte tüm basının Sergen’e, tüm sülalemin bana yaptığı eleştiri aynıydı. Bu adamı unutmak pek mümkün değildi. Her zora gelmeyen öğrenci ailesinin gözünde biraz Sergen’di.

1997 yazının başında Tarkan çıkardığı “Şımarık” albümüyle tüm ülkeyi beşik gibi sallarken, Beşiktaş da Sergen’in depremiyle sarsılmıştı. Çok sevdiğim 10 numaralı formamı o dönemde isim yazmaması nedeniyle naftalinlemekten son anda kurtarmıştım. Türkiye’nin yeni zengini Cem Uzan futbola hızlı bir giriş yapmış, Sergen kulüpten istediği kontratı alamadığı için yeni trend İstanbulspor’un yolunu tutmuştu. Tüm siyahbeyazlı sol ayaklı minikler yetim, benim gibi sağ ayaklı olmasına rağmen Sergen’e hasta olanlar ise öksüz kalmıştı. Buruk bir yaz benim gibi birçok Beşiktaşlıyı bekliyordu. Futbol Endüstri Devrimi’nin dalgaları artık İstanbul boğazındaki Dolmabahçe’ye kadar gelmiş, İnönü’nün duvarlarını aşındırmaya başlamıştı. Süleyman Seba’nın sıkı para politikaları, Sergen’in yönetimi basın önünde eleştirmesi, Telsim’in baz istasyonları tarafından tespit edilmiş ve gerekli işlemler başlatılmıştı. 1994 sezonunda 100 milyara transfer ettiğimiz Ertuğrul Sağlam, Türk futbol piyasasının en pahalı futbolcusuyken, 1997’de Sergen Yalçın’ın İstanbulspor’a doğru yolculuğunun maliyeti 1 trilyon olarak kayıtlara geçmişti.

Sergen yine bildiğimiz Sergen’di, bazen çıkıp iki gol atıp takımını ipten alıyordu, bazen sahada yürüyerek etrafa bakıyordu. Hiçbir kulüpte istediği sinerjiyi tam anlamıyla yakalayamamıştı. 100. yılını kutlamaya hazırlanan Beşiktaş ise şampiyonluğa susamıştı. 2000/01 sezonun sonunda Sergen Yalçın, Galatasaray’a transferi öncesinde Erman Özgür’e “Seneye Beşiktaş’a gidip, takımı şampiyon yapacağım” diyerek, bir yıl öncesinde kurduğu planla, can simitleri olan frikiklerini, oksijen tüpü olan ara paslarını, kalp stenti olan oyun zekâsını bavula koyup Ümraniye’ye gelmişti. Bir kurtarıcının yeterli bilgi ve tekniğe aynı zamanda iyi bir plana ihtiyacı vardı.

Sergen’i kaybetmek Bir sabah kalkarsınız kahvaltı sofrasında Sergen’i yeni sarı formasıyla görürsünüz. Bunun ne demek olduğunu anlamak için bir fili bağrınıza oturtmayı deneyebilirsiniz. Ertesi yıl okul açıldığında tatsız bir savunmayla rakip takımı tutan sınıf arkadaşlarımı geçiştirmeye çalıştım: “Para için satanı biz de istemeyiz.” “O olmadan da biz şampiyon oluruz.” Bir de o sene yeni girdiğim ortaokul dersleri zorlayınca işler daha da zorlaşıyordu. Babamın derslerim hakkında yaptığım yorum “Zeki ama çalışmıyor” olmuştu.

Kısa bir 100. yıl hikayesi Sergen, Galatasaray maçında o pası Tümer’in gelişinden bildiği şiddette ve falsolu olarak vermese belki bugün Ercan Taner’in sesi kulaklarımızda “Tümer attı, şampiyonluk geldi”


olarak çınlayacak, sezonun en golcüsü Sergen’in takım içerisindeki attığı 11 gol bir yan hikâye olarak okunmaya devam edilecekti. Hâlbuki 1 sene öncesinden bugünü planlamıştı Sergen. Asistti zorla Tümer’e yaptırdı. Meşaleler yanıyor, köşe bayrağına doğru koşuyordu. Yangın daha fazla büyümeden, hasret ince hastalığa dönmeden gelmişti, şampiyon yapmıştı. Genel algıda futbol hayatı oynadığı sezon olarak baz alınmaz Sergen Yalçın’ın. Bir anda ortaya çıktığı maçlarla, çatala gönderdiği frikiklerle, Münih Olimpiyat, Stamford Bridge gibi mabedlerle gelir akla. Oysa oynadığı sezonlarda takımının her zaman ön plana çıkan oyuncusu olduğu kağıt üzerinde görürsünüz. Özellikle Beşiktaş ve İstanbulspor kariyeri daha yakından incelendiğinde ortaya bir futbol yıldızı ortaya çıkar. Aslında herkesin hemfikir olduğu konu bu kadar yetenekli bir oyuncunun sağlığına yeterli özeni göstermediğidir. Gittiği her takımda hemen hemen tüm teknik direktörleriyle kavga etmiştir, yabancı hayranı olan taraftarlara sitem etmiştir. Sergen belki de yeterli değeri görmediği için, futbolseverlere cezasını kendi usulünce kesmiştir. Vedası olmamıştır. Etimesgut Şekerspor’da çekirdek çitleyerek, Eskişehirspor’da altılı ganyan kuponları yaparak futbol hayatına sessizce veda etmiştir. Futbol bitti sahne ışıkları yansın Futbolculuğun bittiği yerde drama başlar. Spotlar üzerlerinden çekilir. Anılarla başbaşa kalınır. Kimisi ticarete atılır, kimisi parasız kalır. Bazılarının ışığı ise futbol hayatındaki ışıltısıyla beraber sürmeye devam eder. Futbolun endüstri haline gelmesiyle beraber medyada spor kanalları ve spor programları serpilmeye başlarken, Sergen’in Fenerbahçe’deki hocası Rıdvan Dilmen’in “gol olur” repliği medyada bir devrim başlattı. Televole’de komik anlarına şahit olduğumuz oyuncular, artık takım elbiseli yorumcular tarafından kıyma

makinesinden geçiriliyor, taktik-teknik analizlerle beraber performans değerlendirilmesine tabii tutuluyordu. Futbolcuların burada en büyük savunması kendilerine sert eleştiri yönetenlerin futbol oynamadıkları için “empati” kuramadıklarıydı. Rıdvan Dilmen futbol bilgisiyle medyada rüzgarını arkasına alırken, kramponları asan her isim birkaç deneme programında hünerlerini sergilemeye çalışıyordu. Futbol

programlarının konuşmacı olarak görmek istedikleri isimlerin en başında Sergen Yalçın vardı. Bir ‘koltuğa dayanarak’ yaptığı yorumlar, yerden yere vurduğu futbolcular, yetersiz gördüğü yeteneklerin yanı sıra Bayern Münih’in radarına girmesiyle çıkmasını anlattığı anıları, hediye bir arabayı alabilmek için ceza sahası yayınında beklediği günlerini anlatıyordu. Gülümseten yetenek hikâyeleri, hazır cevapları medyanın beklediği kurtarıcı olmasını sağlamıştı. Tıpkı futbol hayatında olduğu gibi televizyon kanallarını da bir bir dolaşmaya başlamıştı. “Sergen” olmak Ekranlarda bu kadar parlayan Sergen Yalçın, Televole zamanından tanıdığı muhabir Acun


Ilıcalı’nın medya patronluğuna doğru yürüdüğü dönemlerde gözüne kestirdiği isimlerden bir tanesi olmuştu. Futbol bir şovdu, bunu sahada ve saha dışında yapan en iyi isim Sergen’di Reklamcı Ali Taran’ın jüriden ayrıldığı zamanda programına yeni bir heyecan katmak adına flaş bir transfere imza atmak isteyen Acun Ilıcalı,

Cem Uzan gibi soluğu Sergen’in yanında almıştı. İlginç diyaloglar, eleştiriler, yaptığı yorumlarla, “Jüri Sergen Yalçın” bir reyting canavarına dönüşüyordu. Reklam ve dizi teklifleri almaya başlamıştı. Sergen Yalçın Hürriyet gazetesine verdiği röportajda medyanın istediği “Sergen” imajını canlandırdığını söylüyordu. Halkın görmek istediği Sergen “koşsam Barcelona’daydım” diyecek kadar öz eleştiri yapan, “şu dizi setinde 5-10 tane kadın oyuncu koyun” diyecek kadar çapkın, bahis oynayan çocuklara “Alman Ligi’nden uzak durun” diyecek kadar kumarbaz bir tiplemeydi. Sergen sahada oynadığı zarif futbol kadar medyaya da ince çalımlar atarak hayatını devam ettiriyordu. Saha kenarındaki telefon kulübesi Tek tecrübesi 2009 yılında Beşiktaş A2 takımında 6 aylık yenilgisiz serüvene sahip Sergen Yalçın, şu ana kadar iki Anadolu kulübünü düşme hattından kurtararak futbol dünyasına kendisini kanıtladı.

Geçen sezon Gaziantepspor, bu sezon Sivasspor zor anlarında yangın düğmesine bastıklarında karşılarında Sergen Yalçın’ı gördüler. Sezonun ortasında takımları devraldığı için herhangi bir transfer yapmadan, eldeki oyuncularla maksimum verim alan Sergen Hoca’yı gelecek sezon Sivasspor’un başında kalacağını açıkladı. Futbolculuk döneminde “zora gelmeyen” bir yapıya sahip olduğunu düşündüğümüz Sergen Hoca teknik direktörlük kariyerine zor günler geçiren ekiplerin en zor zamanlarında hiç çekinmeden görevi üstlenmeyi bildi. Medyanın Anadolu’da Sergen’e göre bir ortam yok olarak yarattığı algı Gaziantep günlerinde bir nevi doğrulansa da, Sivas macerasını devam ettirecek olması bu algının kırılmasına sebep olabilir. Gelecek sezonun hikâyesi daha farklı olacağı kesin. Futbolcular seçilecek, kamp yerleri belirlenecek, hazırlık maçları ayarlanacak ve ilk defa Sergen Hoca bir takımı yarışın başından sonuna kadar eşlik edecek. Gaziantepspor ve Sivasspor deneyimleri gösterdi ki,


Sergen Yalçın sonrası dönemde her iki takım da gol yollarında etkili olmayı başardı. Gelecek sezon Sivasspor ligin en etkili ofansif takımlardan bir tanesi olabilir. Sergen Yalçın, bu sezon Türkiye Ziraat Kupası’nda tek yenilgisini yarı finalde Galatasaray deplasmanında aldı, “deniz, güneş, plaj” nedenleriyle rövanşta havlu attıklarını belirtti. Bu maç sonu konuşması tam medyanın istediği bir konuşmaydı. Elini masaya vurup bu işler böyle olmaz diye bağıran bir teknik direktör yerine, herkese tatil tavsiyeleri verip, inceden Federasyon’a mesajını iletti. Meydanın desteğiyle karikatürize olan bir adamın zorlu iki sezonluk yolculuğu kahramanlık ciddiyetine dönüştü. Bunu başarırken kendisi gibi “adam olmaz” denilen oyuncu topluluklarından somut bir başarı örneğini ortaya koydu. Sergen Yalçın ışıltılı bir görev adamıydı aslında. Tıpkı Clark Kent gibi sivil hayatında “Sergen”, ihtiyaç duyulan anlarda Süpermen gibi Sergen Yalçın’a dönüşüyordu. Zora gelmeyen bir isim olduğunu düşündüğümüz Sergen Yalçın, aldığı

sorumlulukla tüm kamuoyunu ters köşeye yatırdı. Geleceğe dair Sergen Yalçın’ın kariyeri ve Beşiktaş’ın geleceği açısından gösterilecek performansın önemi büyük. Birçok büyük kulüp efsane oyuncularına teknik direktörlük şansı tanır. Sergen Yalçın’ı da ileride Beşiktaş’ın kulübesinde muhtemelen göreceğiz. Rıza Çalımbay, Ertuğrul Sağlam gibi erken şansını değerlendirebilir, Samet Aybaba gibi en zor zamanlarından bir tanesinde elini taşın altına sokabilir, belki Rasim Kara gibi son düzlükte şampiyonluğu kaybedebilir. Geldiği gün medyanın ilgisi, vereceği demeçler, magazinsel hayatı sürmanşetlere çıkacağı için, belirtilen isimlerin dönemlerinden biraz daha farklı bir dönem yaşayacağımız kesin. Sergen Hoca belki çevresindekilere Beşiktaş’ı birkaç sezon sonra “bu sefer teknik adam olarak şampiyon yapacağını” söylüyordur. Bu sorumluluğu alacak büyüklükte bir kişiliğe sahip olduğunu yavaş yavaş bizlere ispat ediyor.



Bahadır Bozkurt

Profil HF180

Futbolculuğu döneminde yeteneklerine ihanet eden ve olması gereken yere gelemeyen Yusuf Şimşek, teknik direktörlükte aynı hataları yapmıyor. Saha kenarında bambaşka bir Yusuf Şimşek var ve herkesi şaşırtmaya devam ediyor...


PTT 1.Lig yarı finalinde Adana Demirspor ile Antalyaspor arasında oynanan 90 dakika sona ermiş, karşılaşmayı 2-0 kazanan Adana Demirspor ilk maçı 3-0 kaybettiği için elenmişti. Çıkan sonuca göre Süper Lig’e yükselecek son takımı belirleyen finale, İstanbul’a, Antalyaspor gidecekti. Televizyon başındakiler yavaş yavaş kanal değiştirip yarı final defterini kapatıyordu ki bir anda ortalık karıştı. Tam o anda soyunma odası koridorlarında gerginlik oldu. İki takım futbolcuları g lirdi. Böyle 2-3 savunmacıyı sırtında taşıyan güçlü forvetlerden... Veya agresif bir stoper... Ama ikisi de değil. Yusuf Şimşek, zayıf yapısıyla, yürüye yürüye adam geçmesiyle ve kolay kolay sinirlenmemesiyle tanınan bir futbolcuydu. Onu tribünden izleyenler ona çok çabuk bir şekilde hayran olurdu; sadece topla bir kez buluşması yeterdi. Fakat bir yandan da, gerçekçi düşüncelere kapılanlar, umutsuz bir yorumu olarak ‘Çok narin be abi’ eklmesini yapardı. Gerçekten de Şimşek hem narin yapısı hem de saha içinde mücadeleden kaçan görüntüsü nedeniyle arzulanan noktalara çıkmadı. Bir de gençlik döneminde yaptığı hatalar ve disiplinden uzak hayat tarzı eklenince... Hikâyeyi zaten biliyorsunuz. Fakat teknik direktör Yusuf Şimşek bambaşka bir profil çiziyor.

Onun takımları, basıyor, mücadele ediyor, kavga ediyor ve disiplinden taviz vermiyor. Galiba futbolcu Yusuf Şimşek, teknik direktör Yusuf Şimşek’ten formayı zor alırdı! Oysa o da olmadı. Teknik diektör Yusuf Şimşek, futbolcu Yusuf Şimşek’ten olabildiğince faydalandı. Yusuf Şimşek’in yeni başlayan teknik direktörlük kariyeri başlangıçtan beri oldukça ilginç bir şekilde ilerliyor. Zaten en renkli olanı başlangıçta yaşandı. Gençlik hayallerinden birini gerçekleştiren Şimşek, Turgutluspor’da hem teknik direktör hem futbolcuydu. Her teknik adam, kaç yaşında olursa olsun yanında Yusuf Şimşek gibi bir oyuncusunun olmasını, zor zamanlarda onu oyuna sokabilmeyi ister. O zaman kendisi niye bundan mahrum kalsın? 60. dakikada kendini oyuna alıp 75’te gol attığı Diyarbakır deplasmanı, onun futbol hayatına en çok yakışan anlardan bir tanesiydi. Devrede 0-0’ken oyuna girip bir dakika sonrasında gol attığı Gaziosmanpaşa maçı gibi. Çok kısa sürdü ama izlemesi eğlenceli bir dönemdi. Fakat eğlenceye fazla kapıldığımız için, daha doğrusu Yusuf Şimşek’in futbolunu izlemeye fazla hevesli olduğumuz için bir gerçeği kaçırdı. O Turgutluspor, o sezon play-off oynadı. Ve hatta o Turgutluspor, Şimşek’in görev(ler) i bırakmasından sonra bir daha play-off


oynayamadığı gibi bu sezon sonunda da küme düştü. Yusuf Şimşek, Turgutlu’dan ayrıldıktan sonra hem Fenerbahçe hem Beşiktaş’ta beraber çalıştığı Mustafa Denizli’nin yanına geldi ve Ç.Rizespor’u Süper Lig’e çıkardılar. Çok faydalı bir staj dönemi olduğunu Şimşek’in Karşıyaka ve Antalyaspor görevlerinden görüyoruz. Mustafa Denizli’yi anlatan en net iki özelliği artık Yusuf Şimşek’in takımlarında da görebiliyoruz: Cesaret ve hücum futbolu... Diarra, Emrah Başsan, Gökhan Karadeniz, Erman Kılıç gibi oyuncuların bulunduğu Antalyaspor’da hücum futbolunu ortaya koyması çok da şaşırtıcı değil. Fakat Karşıyaka gibi, yıllardır gol sorunu çeken ve yetersiz kadrolarla mücadele etmek zorunda kalan bir takıma bambaşka bir kimlik kazandırdı. Takımın başında çıktığı 39 maçın sadece 7 tanesinde gol üretemedi. Üstelik bu 7 maçın 3 tanesi de 0-0 sona erdi. Yani o çok bilinen kuralı biraz değiştirerek ‘atamıyorsan yenilme’ ye çevirdi. Benzer cümleleri daha önceki Denizlispor dönemi için söylemek pek mümkün değil. Şimşek’iin parladığı camia olan Denizlispor, teknik direktörlük döneminde uğurlu gelmedi. Macera kısa sürdü. Bunda kulübün yaşadığı buhranın payı daha büyük. Büyük ihtimalle onlar da o krizi, camiayı yakından biriyle atlatmayı düşünmüştü. Fakat çok ilginç bir şekilde kan uyuşmadı. Karşıyaka gibi sabırsız ve tutkulu bir yerde ise ortak noktalar daha çok kesişti. Belki de yeşilkırmızılı taraftarların son dönemde en güçlü bağ kurdukları teknik direktörlerden biri hâline geldi. Şimşek sadece taraftarlarla değil, futbolcularla da bağ kuran bir teknik adam. Onun umut vadeden ışıltısının altında biraz da bu yatıyor. Anormal değil; Şimşek henüz 39 yaşında. Futbolculuk dönemi çok taze. Futbolcuların ne hissettiğini hatırlayabilecek konumda. Üstelik, çok büyük bir avantaja daha sahip: futbolculuğu

boyunca çok fazla hata yaptı. O dönemin hataları, şu an cebinde ve ona iyi bir yol gösterici olma yolunda bir avantaj olarak geri dönüyor. Öğrencileri ondan, standart bir teknik adama göre çok daha fazlasını öğrenebilir.

Fakat Şimşek’in Karşıyaka tribünü ile kurduğu bağ çok çabuk ve beklenmedik bir şekilde koptu. Taraftar ahalisinin gözünde ‘yapılmaması gereken’i yaptı. Sezon içinde, bir anda takımdan ayrıldı ve Antalyaspor’un başına geçti. Anlaşılması zor bir karar olabilirdi fakat Şimşek’i bu noktada hoş görecek, anlayışla karşılayabileceğimiz özel bir durumu var. O Antalya’da doğup büyümüştü ve seneler sonra Antalya’da çalışacaktı. Çocukluğunda Antalya’nın köylerinde top oynayarak büyüyen, daha sonra Demrespor ve Kemerspor’da ilk defa parlayan Şimşek seneler sonra, teknik direktör olarak şehrine geri döndü. Şimşek’in, farklı bir profilde olduğu Antalyaspor’daki ilk antrenmandan belli oldu.


Oyuncularına 15 pas kuralı koyan Şimşek, belirttiği pas sayısından önce top kaptıran futbolcularına şınav çektirdi. İlk günden böyle bir tanışma; acaba futbolcular neler hissetmiştir? O futbolcuların çoğu genç, takımın yaş ortalaması düşük... Şimşek’in futbol anlayışını uygulayabilmek için de genç olmak gerekiyor. Mücadele edecek ve hızlı oyuncular lazım. Sağlam ciğerler gerekiyor. Dünya futbolunu etkisi altına alan, hücuma hızlı çıkış felsefesini benimsiyor. Topa sahip olduğunda dikine giden bir takım yaratıyor. Karşıyaka’da da böyleydi, Diarra, Emrah ve Gökhan’ın bulunduğu Antalyaspor’da da böyle. Fakat aynı zamanda savunmada alanı iyi kapatan, mücadele eden bir takıma ihtiyaç var. 23 yaşındaki Sakıb, Zeki ve Osman Çelik, 21 yaşındaki Ömer, 20 yaşındaki Oğuz gibi isimler bu görevi yapıyor. Play-off yarı finalinde Adana Demirspor’u 3-0 yenen maçta oyuna girenler de dahil forma giyen 14 kişiden sadece 4 tanesi 24 yaş üzerindeydi. Futbolcu Yusuf Şimşek’in bu Antalyaspor’da yer bulması bu açıdan zor olabilirdi. İşin ilginç noktası, bazı teknik direktörler futbolcu Yusuf için bu anlayışlarından taviz verebilirdi. Fakat antrenör Şimşek’in böyle bir yapısı pek gözükmüyor. O sistemin dışına

çıkmayı pek istemiyor. Hatta bu nedenle, özellikle Karşıyaka döneminde oyun planına ve oyuncu tercihlerine fazla sadık olduğu için eleştiriler de aldı. Sonuç olarak, 39 yaşında kupa kaldırmış bir teknik direktör var karşımızda. Kazanan her zaman haklı olmasa da bu tip konularda haklıdır. Fakat bir kez kazanmış olmak, teknik direktörlük için çok da yeterli bir durum değil. Şimşek için asıl sınavlardan biri şimdi başlıyor. Ne de olsa, - kendisinin de belirttiği gibi- bu kadroyu kuran Engin Korukır’dı. Genç teknik adam, eline aldığı hamurdan şekilli bir kupa çıkardı. Fakat şimdi hem bir ‘Süper Lig hocası’ olacak hem de kendi kurduğu kadro ile yola çıkacak. Teknik direktörlük meziyetlerinin değerlendirileceği kısımlardan biri de burası olacak. Futbolcu Yusuf Şimşek’i hatırlayınca, bu zorlu sınavın altından kalkabileceğini tahmin ediyoruz. O dibe vurmuş bir kariyeri 30 yaşından sonra zirveye çıkararak, muhteşem bir geri dönüşe imza atmıştı. Futbolcuyken pek fazla yansıtmadığı hırsı gördüğümüzde ise onun başarılı olacağına tamamen inanır hale geliyoruz. En azından bunun için tüm şartları zorlayacağına eminiz. Kafayı kurcalayan ve cevabını bulamayacağımız tek bir soru var: Acaba futbolcu Yusuf Şimşek, 20’li yaşlarının başında teknik direktör Yusuf Şimşek’in eline düşseydi ne olurdu?


Fırat Topal

Unutulmaz HF180

Tarihine iki unutulmaz şampiyonluk sığdıran Lazio’nun 1973/74 sezonundaki zaferinin ardından yaşadıkları tam bir trajediydi.


Roma’da halk arasında “kötü adam” olarak bilinen S.S. Lazio’nun tarihinde iki şampiyonluğu var. İkinci ve sonuncusu 1999/2000 sezonunda Sven Göran-Eriksson yönetiminde kazanılan şampiyonluk. O şampiyonluğun da ayrı bir hikayesi anlatılmalı. Ligin son üç haftasına rakibi Lazio’nun 5 puan önünde giren Juventus, bu 3 maçta 2 mağlubiyet almış ve 3’te 3 yapan Lazio son hafta şampiyonluğa ulaşmıştı. Hatta o sezon Lazio, Serie A’nın zirvesine çıktıktan 4 gün sonra İtalya Kupası finali ikinci ayağında San Siro’da Inter karşısına dikilmiş ve 2-1 kazandığı ilk maçın rövanşında maçı başladığı gibi bitirerek dubleye uzanmıştı. Bir daha da bunu gerçekleştiremediler. Şampiyonluk sonrası geçen 15 sezonda 3 kez üçüncülük kazandılar ve bu da onların en iyi dereceleri. Bizim anlatacağımız hikâye ise kulübün ilk şampiyonluğundan. Anlattıkça bu hikâyenin aslında aynı zamanda Lazio tarihinin bahtsız yıldızı Luciano Re Cecconi’ye ait olduğunu göreceksiniz.

dünyaya geldi. Babasına yardımcı olmak için kardeşiyle beraber inşaat işlerinde çalışmaya başladı ama onun hayali yeşil sahalarda yatıyordu. Kariyerine bugün iki bin nüfusa sahip, Torino yakınlarındaki USD Aurora Cantalupo takımında başladı. Kısa bir süre sonra doğduğu kentin yakınlarına geldi ve evine 13 kilometre uzaklıktaki Busto Arsizio kulüplerinden Aurora Pro Patria takımının altyapısına girdi. Pro Patria o yıllarda Serie C’de mücadele ediyordu. 1967/68 sezonunda Re Cecconi ilk kez forma şansı buldu ve 3 maçta takımının formasını giydi. O sırada 19 yaşındaydı. Takım ligi 5. sırada bitirdi ve Re Cecconi izleyen sezon takımın değişmez elemanlarından birisi olarak 33 maçta forma giydi. Buna rağmen Pro Patria ligi 13. sırada bitirdi. Re Cecconi orada daha fazla zaman kaybetmeyecekti. Bu sefer İtalya’nın güneyine yelken açtı. Evinden ilk kez bu kadar uzaklaşıyordu ve kendi başının çaresine bakma zamanı gelmişti. Lazio 1973/74 Kariyerinin önemli bir bölümünü Bari’de futbol oynayarak geçiren ve daha sonra da aynı kulüpte önce yardımcı hocalık sonra da 1963/64 sezonunda teknik direktörlük görevine getirilen Tommaso Maestrelli, Serie A’nın 11. haftasında Sampdoria’ya 2-0 mağlup olunan maçtan sonra görevinden kovuldu (Bari o sezonu son sırada bitirerek Serie B’ye düşecekti). İzleyen sezon Serie C’de mücadele eden ve tarihi boyunca bu

Luciano Re Cecconi, 1 Aralık 1948 tarihinde, Milano’nun 15 kilometre uzağındaki Nerviano kentinde bir duvarcı ustasının oğlu olarak


kademeden yukarıya çıkamamış Reggina onu takımın başına getirdi. İlk sezonlarında kendi gruplarını lider bitirerek Serie B’ye çıktılar. Bu, kulüp tarihinin en büyük başarısıydı. Maestrelli üç sezon daha Reggina’nın başında kaldı. Takım ilk sezonda Serie A vizesini sadece 1 puan farkla kaçırdı. İzleyen iki yıl ise beklenen başarı gelmedi. O yıllarda Reggina için acı bir olay daha yaşandı. Takımın yükselişinde büyük pay sahibi olan Italo Alaimo, 1967/68 sezonunun başında kontrol için gittiği hastanede yürüme bandındaki aletlerdeki elektrik kaçağı sonrası yüksek voltaja maruz kalarak hayatını kaybetti. Sezon sonu Maestrelli Reggina’daki görevinin tamamlandığını düşünüp Foggia’nın başına geçti. Foggia da Serie A biletini kovalayan bir takımdı. İlk sezonlarında pek bir varlık gösteremediler ancak İtalya Kupası’nda final grubuna kalmayı başardılar ve kupayı üçüncü bitirdiler. 1969/70 sezonunda defansın önünde emniyet sübapı bir orta saha oyuncusuna ihtiyaç duyan Maestrelli, Re Cecconi’yi Foggia’ya getirdi.Foggia 42 golle ligin en çok gol atan takımı oldu ve lider Varese’nin ardından Serie A’ya yükseldi. Maestrelli 6 sezon önce bıraktığı yere dönerken , Re Cecconi de 22 yaşında Serie A tecrübesini tatacaktı. 13 Aralık 1970 tarihi bu iki adamın hayatında büyük bivr yer tutar. Takım Lazio’yu 5-2 mağlup eder ve Re Cecconi kariyerinin ilk Serie A golünü bu maçta kaydeder. Ancak takım sezon boyunca sadece 6 maç kazanır (bunlardan ikisi Lazio ve Roma’ya karşıdır) ve averajla küme düşer. Maestrelli aldığı bu 5 gollü galibiyetin etkisinden midir bilinmez Lazio tarihinin en uzun süre görev yapan başkanı Umberto Lenzini tarafından göreve getirilir. Re Cecconi ise Foggia ile Serie B’nin yolunu tutmuştur. Ancak orada sadece bir sezon kalır. Hocası onu 1971/72 sezonunun sonunda Roma’ya getirir. İkilinin yolu bir kere daha buluşmuştur. 23 yaşındaki oyuncu Giorgio Chinaglia gibi Lazio tarihinin efsanelerinden birisi ile yanyana oynayacaktır.

Lazio’nun 1999/2000 sezonu aslında 28 yıl öncenin bir nevi intikamıdır. Re Cecconi’nin ilk sezonunda Kartallar, Luigi Martini, Mario Facco, Giancarlo Oddi, İngiltere doğumlu bir başka kulüp efsanesi Giuseppe Wilson, Franco Nanni, Mario Frustalupi gibi isimlerle birleşir. Bu kadro bir kaç yıl iskeletini korumuş ve Lazio tarihine altın harflerle yazılan maçlara imza atmıştır. Bu efsane kadronun kalesinde Serie B’den transfer edilen Felice Pulici yer almaktadır. Ligin 26. haftasına girildiğinde Lazio, liderliği Milan’la paylaşmaktadır. Juventus ise 2 puan gerilerinden takip etmektedir (o yıllarda 2 puanlı sistemin uygulandığını hatırlatalım). İzleyen iki hafta Lazio, Torino ve Bologna deplasmanlarında puan kaybeder, son haftaya girerken lider Milan’ın 1 puan gerisindedirler. Milan son hafta Verona’ya 5-3 mağlup olur, Lazio’nun eline iyi bir fırsat geçmiştir ama takım Napoli’ye 1-0’la boyun eğer. Juventus, Lazio’nun ezeli rakibi Roma deplasmanında 2-1 kazanır ve şampiyonluğa ulaşır. Lazio’nun güçlü defansının ligin en az gol yiyen takımını oluşturması ve Chinaglia’nın 10 golü şampiyonluğa yetmez. Re Cecconi o sezon Ankara’da İtalya 23 yaş altı takımıyla Türkiye’ye karşı ilk kez İtalya formasını giyer.


Sarışın Melek Ve kulüp tarihine geçen 1973/74 sezonu. Lazio sezona iyi bir başlangıç yaparak 10. hafta liderliği ele geçirir. Bu dönemde Derby della Capitale’de Roma’yı 2-1 ile geçerler. Lazio ve Juventus izleyen haftalarda zirve için yarış içinde kalırlar. Takım 18. haftada Juventus’u 3-1 mağlup eder ve Roma derbisinde ezeli rakibini bir kez daha 2-1’le geçer. 29. haftada Re Cecconi ve Maestrelli’nin eski takımı Foggia’yı Olimpico’da Chinaglia’nın golüyle 1-0 mağlup eden ekip tarihinin ilk şampiyonluğuna ulaşır. Takım ikinci kez ligin en az gol yiyen takımı olur ve Chinaglia da 24 golle kulüp rekorunu kırarak gol krallığını kazanır. Re Cecconi dahil olmak üzere Lazio takımından üç oyuncu 1974 Dünya Kupası için İtalya kadrosuna seçilir. Re Cecconi için sarı saçlarından dolayı l’Angelo Blondo (Sarışın Melek) lakabı o sezon yaratılmıştır. Bu, kulübün kısa süre sonra değişecek kaderi öncesi yaşanan son mutlu günlerdir. Lazio’nun kötü ünü aslında o yıllara kadar dayanmaktadır. Birçok otorite oyuncuları

“bir maço ordusu” olarak tanımlamaktadır. Futbolcuların hemen hepsi yolculuklarda silahlarını da yanlarına almakta ve zaman zaman kutlama yapmak için havaya ateş açmaktan çekinmemektedir. Bazıları onları kendilerini her şeyin üstünde gören küstahlar olarak damgalamıştır. Tabii bu atmosfer takım içinde de bazı ayrılıkları beraberinde getirmiştir. Hatta

Laziolu oyuncuların maçlardan önce iki farklı soyunma odasında giyindiği söylenir. Lazio 1974/75 sezonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na gidemez çünkü bir sezon önce UEFA Kupası’nda oynanan Ipswich Town maçından sonra soyunma odasında çıkan olaylar sebebiyle UEFA’dan 3 yıl men cezası almıştır. Bu yetmezmiş gibi Maestrelli’ye karaciğer kanseri teşhisi konur. O sırada 53 yaşında olan hocaya doktorlar birkaç ay ömrü kaldığını açıklarlar. Maestrelli tedavi için hastaneye yatar. Takımı yardımcısı Roberto Lovati devralır ve lig 4. sırada bitirilir. Lenzini hastanede olan Maestrelli’nin yerine Sampdoria’nın hocası Giulio Corsini’yi getirir. Ama Corsini’nin Lazio’su ligin ilk 8 haftası sonunda 5 puanla 15. sıraya yerleşir. Corsini kovulur ve tedavisi iyiye giden Maestrelli göreve döner. Takım ligin son haftasında Como deplasmanından 2-2’lik beraberlikle dönüp averajla kümede kalır. Chinaglia henüz 29 yaşında olmasına rağmen New York Cosmos’a transfer olur. Sezon sonunda Maestrelli, Lenzini’nin isteği ile Sportif Direktör görevine geçer ve Brezilyalı Luis Vinicio teknik direktörlük görevine getirilir. 1976/77 sezonu başlar, Maestrelli 2 Aralık’ta karaciğerine karşı daha fazla savaş veremez ve hayata gözlerini yumar. Lazio o sırada ligde orta sıralarda yer alıyordur.


Şampiyonluğun trajediye dönüştüğünün son göstergesi olan olay ise 18 Ocak 1977’de, yani efsane teknik adamın ölümünden kısa bir süre sonra gerçekleşir. O akşam Re Cecconi takımdaki en iyi arkadaşı Pietro Ghedin ile Roma sokaklarında turlamaktadır. Romalı bir kozmetik tüccarı olan Giorgio Fraticcioli ile karşılaşırlar. Fraticcioli onları bir mücevher dükkanına götürür. Ancak bu iki iyi arkadaşın aklına sonradan bir

zamanda iki soygun teşebbüsü yaşamıştır ve bu nedenle dükkanında 7.65 kalibrelik bir silah bulundurmaktadır. Silahını çeker ve tereddüt etmeden ateşler. “Sarışın Melek” göğsüne isabet alır. Pietro Ghedin önce bunun da şakanın bir parçası olduğunu sanar ama arkadaşının vücudundan akan kanı görünce gerçek anlaşılır. Ambulans çağırılır, oyuncu hastaneye yetiştirilir ama doktorların tüm çabalarına rağmen 28 yaşında hayata veda eder. Lazio 1 ay içinde iki kulüp değerini toprağa verir. Tabocchini nefs-i müdafaa gerekçesiyle hiçbir ceza almaz. Basın Lazio’lu oyuncuların silahlara karşı olan bu sevgisinin şaka yollu olsa dahi yol açtığı sonuçla ilgili yine kulübü eleştirir.Takım sezonu 5. sırada bitirir. Lazio bir sonraki şampiyonluğu için çeyrek asırdan fazla beklemek zorunda kalacaktır. Takımın üzerindeki kötü şöhret hiçbir zaman azalmaz aksine bugüne kadar gelen şekilde artarak devam eder. Buna rağmen tatsız bir oyunun kurbanı Luciano Re Cecconi Lazio kulübü için halen efsaneler arasında sayılmaktadır.

faciaya dönüşecek bir şaka gelmiştir. Arkadaşları dükkana girer girmez, Re Cecconi elindeki su tabancasıyla içeriye dalar ve “bu bir soygundur” diye bağırır. Bu masum şakayı dükkan görevlisi aşırı ciddiye almıştır. Futbola pek ilgisi olmayan Bruno Tabocchini ismindeki adam yakın

“Ondan sonra gelmiş ve gelecek her futbolcu Re Cecconi ile kıyaslanacak. O bu takımın en cömert,en sevilen ve maalesef en şanssız oyuncusuydu” Cristian Ledesma


Sercan Ergün

Avrupa HF180

Liglerin sona ermesiyle beraber transfer dönemi de start aldı. Transfer söylentileri ve sonuçlanan transferler ışığında işte Avrupa


Avrupa’da liglerin sona ermesinin ardında transfer sezonu açıldı. Resmi olarak 1 Haziran’da başlayan transfer dönemi, Eylül’ün başında sona erecek. Finansal Fair Play kuralları nedeniyle takımların yüksek bonservis bedelleri ödemekten kaçındığı Avrupa’da dev takımlar yine de kadrolarını takviye etmek için önemli hamlelerden bulunmaya başladılar bile. Moyes sonrası enkazı Van Gaal ile toparlayan Manchester United PSV’nin şampiyonluğunun mimarlarından Memphis Depay’ı kadrosuna katarken, Şampiyonlar Ligi finalisti Juventus’tan Paulo Dybala -32 milyon euro bonservis- ve Sami Khedira -bedelsiz- hamleleri geldi. Ancelotti’yi kovan ve takımın başına Rafa Benitez’i getiren Real Madrid, Porto’nun Brezilyalı sağ beki Danilo için 31,5 milyon euro öderken, ezeli rakibi üç kupalı Barcelona transfer yasağına rağmen Sevilla’dan Aleix Vidal’i kadrosuna kattı (Vidal bir sonraki transfer dönemine kadar Barça forması giyemeyecek). Benfica’dan Rodrigo ve Joao Cancelo’yu kadrosuna katan Valencia, yaşadığı ekonomik krizi bir nebze aşmış görünüyor. James Milner ve Danny Ings’i bedelsiz olarak transfer eden Liverpool şimdilik biraz alçaktan uçuyor. Borussia Dortmund kabus gibi geçen bir sezonun ardından Leverkusen’den Gonzalo Castro ve 1860 Münih’ten genç Julian Weigl’i kadrosuna katarak yeni sezonun kadrosuna oluşturmaya başladı bile, elbette ki yeni hocası Thomas Tuchel yönetiminde. Chelsea, Atletico Paranaense’den genç orta saha Nathan’ı alarak geleceğe yatırım yaptı. Ancak Mourinho’nun da söylediği gibi Mavililer üç bölgeye transfer yapacak ve bu isimler merak konusu. Hugo Lloris Geçtiğimiz Temmuz ayında takımı Tottenham ile olan sözleşmesini 5 yıl uzatan Fransız file bekçisi için ayrılık vakti geldi de geçiyor bile. Lyon’daki performansı ile dikkatleri üzerine

çeken, Tottenham’da ise bu performansını bir üst seviyeye taşıyan başarılı kaleci ile Real Madrid ve Manchester United ilgileniyor. Bu olası transferi ilginç kılan detay ise, Lloris’in geleceğinin De Gea’ya bağlı olması. Zira Kırmızı Şeytanlar’da rüştünü ispat eden De Gea’nin ismi, Real Madrid efsanesi Casillas’ın yerine geçiyor. De Gea İspanya’nın yolunu tutarsa, Lloris için ilk devreye girecek kulüp Manchester United olacaktır. Van der Sar sonrası kalede devleşebilecek bir isim varsa, o da bu 27 yaşındaki Fransız kaleciden başkası değil. Iker Casillas Son birkaç sezondur performansı oldukça tartışma konusu olan ‘’Aziz’’ Iker, Real Madrid günlerinin sonuna gelmiş gibi görünüyor. 34 yaşındaki kalecinin takımdan ayrılacağı ve ABD’nin yolunu tutacağı kulislerde sıkça konuşulan bir söylenti. Terraneo ile yeni bir


yapılanmaya giden Fenerbahçe’nin, Casillas için en yüksek teklifi veren kulüp olduğu söyleniyor. Volkan’ın giderek düşen performansı sarılacivertli ekibi bu yola itti elbette, ancak Casillas’ın hala 5 Büyük Lig’den birinde forma giymek istemesi transfer önündeki en büyük engel. Szczesny ve Ospina’dan istediği verimi alamayan Arsenal ve kalesini tecrübeli bir isme emanet etmek isteyen Liverpool en olası senaryolar.

Edinson Cavani Zlatan ile oluşturdukları ölümcül hücum hattı sayesinde Fransa’da zirveyi kimselere bırakmayan PSG’yi şampiyonluklara taşıyan Cavani, artık daha fazlasını istiyor.

Carlos Tevez Boca Juniors’ta yaptıkları ile futbol kamuoyunun ismini duyduğu Carlos Tevez, Manchester kentinin her iki yakasında da izler bıraktıktan sonra Juventus’un yolunu tuttu.

Son iki sezonda 50’ye yakın gol atan Tevez’in, henüz 31 yaşında Arjantin’e geri döneceği konuşuluyordu. Ancak Arjantinli yıldız şu sıralar Simeone yönetimindeki Atletico Madrid’in markajında. Torres’in geri dönüşü ve Mandzukic’in bekleneni verememesi nedeniyle Başkent ekibi Tevez’i kadrosuna katmak istiyor. Yıldız oyuncunun La Liga’ya transfer olması halinde ikinci bir Sergio Aguero etkisi yaratacağını tahmin etmek pek güç değil. Olası transferi, şimdiden Real Madrid ve Barcelona’lı taraftarların uykularını kaçırıyor olmalı.

Hücum hattını güçlendirmek isteyen Arsenal ve Manchester United bu transferi gerçekleştirmek isteyen en önemli kulüpler. Giroud ve Welbeck ile istediği istatistikleri yakalayamayan Wenger için, Lacazette ve Jackson Martinez gibi Cavani de önemli bir transfer hedefi. Falcao’dan istediğini alamayan ve giderek yaşlanan Van Persie üzerine bir kumar oynamak istemeyen Van Gaal, Uruguaylı yıldızı Ada’ya getirmekte kararlı. İki takımın da bu transfer için kasasından en az 40 milyon euro çıkacağını unutmamak gerekiyor. Morgan Schneiderlin Southampton’ın yakaladığı çıkışta performansı ile büyük pay sahibi olan Fransız orta saha oyuncusu, Londra’nın ezeli rakipleri Arsenal ve Tottenham için 2015 yazında kadroya katılması muhtemel isimlerden. Defansif orta saha oyuncusu, Coquelin’in yakaladığı çıkışa rağmen Arsenal orta saha kurgusuna eklenebilecek bir isim. Khedira’yı Juventus’a kaptıran Wenger,


Arteta ve Flamini gibi giderek yaşlanan isimler yerine onu düşünüyor. Sezonu 5. sırada bitirerek Şampiyonlar Ligi vizeye alamayan Spurs, Dembele ve Capoue gibi isimlere ve şişkin rotasyona rağmen Fransız oyuncuyu alarak ezeli rakibine bir transfer çalımı atmak istiyor. İki takımın da bu transfer için en az 20 milyon pound’u gözden çıkarması gerekecek. Koke Duran toplardaki etkinliği ile geçen sezon gelen La Liga şampiyonluğunda aslan paylarından birine sahip olan Koke için İber Yarımadası’ndan demir alma vakti geldi. İspanyol orta saha oyuncusu, orta sahaya takviye yapmak isteyen İngiliz kulüplerinin iştahını sulandıran oyuncuların başında geliyor. Her ne kadar Filipe Luis ve Diego Costa’nın mutlu olmaması sebebiyle Chelsea’ye gitmek istemese de, Mourinho onu takımında görmek isteyecektir. Orta sahada en yaratıcı ismi Fabregas olan Jose’nin, onun yanına başka bir İspanyol eklemek

istemesi çok doğal. Yeni bir orta saha kurgusu planlayan Van Gaal’in Manchester’ı ve elbette ki Barcelona onun peşindeki diğer kulüpler. Atletico Madrid’in onun için yüksek

bir bonservis bedeli belirleyeceği kuvvetle muhtemel, bakalım 22 yaşındaki yıldızın yeni durağı neresi olacak.


La Liga HF180

Emre Çelik

2013 yazında 23 yıl aradan sonra La Liga’ya geri dönen Elche, iki başarılı sezonu geride bıraksa da devlete olan borcunu ödeyemediği için ligden düşürüldü. Peki sistem ne kadar adil?


Liga Adelante’nin sabit ve sıradan takımlarından biri olan Elche, 2012 yazında Fran Escriba’nın göreve gelmesinin ardından başarılı bir futbolla sezonu zirvede bitirmiş ve La Liga’da oynama hakkı kazanmıştı. İspanya’nın çoğu kulübü gibi ekonomik olarak zor durumda olan Valencia bölgesinin ekibi, düşme beklentilerine karşın ilk sezonunda kümede kalmayı başardı. Yeni sezona maddi imkânsızlıklardan dolayı 750 bin euro harcayarak giren Elche, 2014/15 sezonunda iyi de bir futbol sergileyerek düşme

Sezonu 13. sırada bitiren Elche borçlarından ötürü küme düşürüldü.

korkusunu bile hissetmeden 13’üncü oldu. Fakat bu başarıyı elde ederlerken uzun bir süre oyuncularına ödeme yapamadılar. Sezon içinde iki defa lig organizasyonunun ödemelerin bir kısmı yapılmazsa Elche’yi küme düşmekle tehdit etmesi gibi birçok olumsuz durumla karşı karşıya kaldılar. Nitekim sezon sonunda da devlete olan yaklaşık 3,6 milyon euro’luk vergi borcunu ödeyememelerinden dolayı da küme düşürüldüler. Önümüzdeki sezon Elche’nin yerine ise, normalde küme düşen Eibar yer alacak. Bazı futbolseverler hatırlayacaklardır, sezon başında Eibar için belli bir miktar parayı denkleştiremezlerse lige katılamayacaklarına dair haberler yer almıştı. La Liga düzenlemelerine göre herhangi bir takımın lige katılabilmesi için 1,7 milyon euro’luk sermayeye sahip olması

Eibar başkanı Alex Aranzabal, kulübünün borcu olmamasına karşın, La Liga’da oynayabilmek için kulübün hisselerini tanesi 50 euro’dan kulüp hisselerini satmıştı.

gerekiyordu ve Bask ekibinin sadece 400 bin euro’su vardı. Kulübün herhangi bir borcu olmamasına rağmen lig yönetimi Eibar’ın bu parayı belgelendiremezse lige katılamayacağını iddia etti. Kulübün başkanı Alex Aranzábal, “Böyle saçma bir kural olamaz. 100 milyon euro’dan fazla borcu olan kulüpler lige katılıyor ama borcumuz olmamasına rağmen La Liga’da oynayamama ihtimalimiz var” demişti. Yine de aradaki 1,3 milyon euro’luk açık için borç alma yoluna gitmediler; adedi 50 euro’dan kulübün hisselerini satışa çıkardılar ve 44 ülkeden başvuran futbolseverler sayesinde istenen parayı toparladılar. Zaten Eibar’ı Elche’den ayıran bu nokta oldu. Belki de 2014 yazında istenen parayı toplayamasa ligde boy gösteremeyecek olan Eibar, 5000 kişilik stadı da düşünülünce neredeyse geliri olmamasına rağmen İspanya’nın nadir borçsuz kulüplerinden biri olduğu için


Ekonomik sancılarla kıvranan La Liga ekiplerinin 2,8 milyar euro borcu olduğu tahmin ediliyor.

lige tutunabildi. Aşırı borç ise Elche’nin sezon boyunca böyle bir hamleye başvurmamasının -ki muhtemelen sonuçsuz kalacaktı- ve dolayısıyla düşürülmesinin ana nedeni oldu. Ne kadar adil? Elche’nin küme düşürülmesine sebep olan para sadece 3,6 milyon euro olsa da kulübün borcu kat kat daha fazla. Dahası Elche’nin borçlanma konusunda diğer La Liga kulüplerinden pek de bir farkının olduğunu söylemek güç. Örneğin La Liga kulüplerinin şu an için toplam borcu yaklaşık olarak 2,8 milyar euro olarak tahmin ediliyor. Fakat 20 ekibin büyük çoğunluğunun kulüp sahiplerine ya da başka kulüplere borçlu olması devleti pek de harekete geçirmiyor. Finansal Fair Play’e göre hemen hemen her sezon 3-4 kulübün Avrupa’ya katılması engelleniyor ki zaten maddi

olarak güç durumda olan kulüpler için bu cezalar çok da olumsuz karşılanmıyor. Zaten birçok kulüp de sezona başlarken garanti olarak gösterdikleri paranın bir kısmını borç alarak elde edebiliyor. Bu borcu kapatmak ise ilk 7-8’e giren takımlar haricinde ise neredeyse imkânsız. Son yıllarda Oviedo, Racing gibi kulüplerin hisse satışa çıkarması ise -Eibar’ın aksine- “kurtuluş olarak son çare” düşüncesiyle başvurdukları bir yöntem ki genellikle başarılı da olmuyor. İşin özü artık ligde kalmak yetmiyor ama borcu olan her kulüp de düşme tehlikesi yaşamıyor. Asıl önemli olan ne kadar borcun olduğu değil, borcun kime olduğu. Elche şimdi kanuni mercilerde itirazlarda bulunacak ama durumun değişip değişmeyeceğini zaman gösterecek.


Orhan Uluca

Profil HF180

ARŞİVDEN

Teknik adamlar futbol evreninde görevine en kolay son verilen çalışanlar oluyor lakin Roseinor’un yaşadıkları bir hayli dikkat çekici!


4 Ağustos 1964 Londra doğumlu olan Leroy Rosenior, Sierra-Leone kökeni ve derisinin siyahlığından dolayı özellikle futbolculuk döneminde ırkçı yaklaşımlara maruz kaldığını sıklıkla dile getirirdi. Fulham’da, West Ham’da oynarken çeşitli ırkçı sataşmalara maruz kalmış ve yaşamının büyük bölümünü ırkçılığa karşı isyanla geçmişti. Futbolcu olarak emekli olduktan sonra Büyük Britanya’nın pek de fazla olmayan siyahi antrenörlerinden birisi olarak yaşamında diretmesi de belki de bu isyanın bir parçasıydı. 2007 yılında ise bir rekora imza atıyor, bir zamanların Fulham’da parlamış genç milli takımlara da seçilmiş yeteneği: İngiltere futbol tarihinin en kısa süreli teknik direktörlük görevinde bulunmak! En hızlı teknik adam(!) Brian Clough’un 44 günlük Leeds United macerası pek çoğumuz biliriz, zira efsane teknik adamın bu kısa görev süresi filmleştirilmişti de. Futbolculuğunda büyük başarılar yaşadığı Real Madrid’e teknik direktör olarak gelen Jose Antonio Camacho başkan Sanz ile yaşadığı fikir ayrılığı sonrası 23 gün sonra kovuluyordu. 1996’da Kevin Cullis Swansea’de yedi gün sonra şutlanmıştı. Jörg Berger misal Almanya’da Armina Bielefeld’i kurtarmak için 2009 sezonunda göreve geldi ve bir maç kaybedince gönderilmişti, toplam görevde kalma süresi beş gündü. Dave Basset 1984’de Crystal Palace’da dört gün kalmıştı ama bizzat kendisi Wimbledon’a giderek sonlandırmıştı buradaki kariyerini. Biraz daha sıkı bir araştırma sonucu üç güne kadar süre iniyor ama Leroy Rosenior’un teknik adam olarak görevde kaldığı süreye bir başka ismin yaklaşması mümkün değil. Torquay United yönetimi 2007 yılında menajer Keith Curle ile ilişkisini sonladırır ve takımın başına 2002-2006 yılları arasında antrenörü olan Leroy Rosenior’u ikinci kez göreve getirir. Yeni bir iş bulmanın keyfini çıkartan Leroy, büyük bir

keyifle eski takımının başına geçerken, bu görevi kabul eder etmez basının karşısına bilgilendirme amacıyla çıkarılıyor. Yerel medyanın ilgisi bir hayli fazla ve Rosenior soruları cevaplamaktan da kaçınmıyor. Nasıl bir oyun stratejisi benimseyeceği, hedeflerinin ne olduğu gibi pek çok ayrıntı dile getirilerek yeni teknik adam olarak basına tanıtıldıktan on dakika sonra telefonu çalıyor. Arayan kulubün yüzde 51 hissedarı olan Mike Bateson. Ona kulübün hisselerini sattığını belirtip yeni başkanın kendi yönetimi olacağını söylüyor. On dakika önce basına tanıtılan Leroy Rosenior artık teknik direktör değildi. Görevi sadece on dakika sürmüştü, cevabı güzeldi: “Neyse... İyi bir iş çıkardığımı düşünüyorum!”


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.