Hayatım Futbol 182. sayı

Page 1

2 6HAZİ RAN2 01 5-SAYI 1 82


Yayın Koordinatörü

Maaşlar

İlker Yılmaz

İsmail Şayan yazısına “Futbolcu taraftarın ekonomisiyle, taraftarsa futbolcunun ekonomisiyle pek ilgilenmez...di” diyerek başlıyor. Futbolun büyüyen ekonomisi ve taraftarın da artık saf bir taraftardan öte görülmesi pek tabii ki taraftarın da kulübüne olan bakışını değiştiriyor. Taraftarlar, artık alınan oyunculara ödenen bonservislere ve maaşlara eskisinden çok daha fazla dikkat etmekle kalmıyor, acımasızca da eleştirebiliyor. Taraftarın, hatta futbolu yorumlayanların bunu ne kadar doğru analiz ettiği tartışılır. Hayatım Futbol olarak 182. sayıda futbolcu maaşlarının neye göre ve nasıl belirlendiğini araştırdık. Aslında o çok para aldığını düşündüğümüz futbolcuların görünürden daha az aldığını ya da parasını eleştirmediğimiz futbolcuların gereğinden daha fazla aldığını görebilirsiniz.

Yazarlar Çağrı Siretli Emre Çelik Fırat Topal İsmail Şayan

Görsel Yönetmen Selman Hoşgör

Bu sayıda ayrıca; Atletico Madrid’in yeni gözdesi Vietto’yu, sadece yaşı geçmişleri değil, hala iş yapabilecek Avrupa yıldızlarını ülkesine getiren Çinlilerin futboldaki gelişimini, en son Gignac’ı transfer ederek Avrupa’da ses getiren Tigres’i ve spikerlerin isim telaffuzlarının izleyiciler arasında bitmeyen tartışmasını ele aldık. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz

iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com


#182 BU SAYIDA Futbolcu Maaşları Neye Göre ve Nasıl Belirlenir? Futbolcu, maratoncu, bisikletçi ve artık rüştünü ispat eden bir teknik direktör

Büyüteç Arjantinli Vietto, zamanında ona şans veren Diego Simeone ile Atletico’da

Çin Futbolu Çinliler artık sadece yaşlı yıldızları değil, Avrupa’da iş yapacak oyuncuları da ülkesine getiriyor

Tigres Gignac’ı da alan Meksika kulübü gözünü yukarıya dikti

Adın Ne? Futbolcu telaffuzlarının tartışması hiç bitmeyecek. Bu kez söz spikerlerde


İsmail Şayan

Futbol Yönetimi HF182

Transfer sezonlarının en çok tartışılan konularından biri de futbolculara ödenen maaşlar. Futbol ekonomisi korkunç bir hızla büyürken futbolcuların maaşları da pek tabii ki aynı seviyede artış gösteriyor. Taraftarların ‘peki bu oyuncu bu kadar eder mi?’ tartışmalarının arasından bize de futbolcularının maaşlarının neye göre nasıl belirlendiğini araştırmak düştü


Futbol büyük bir ekonomi ve bu ekonominin oluşmasının olmazsa olmazı yalnızca iki grup: Taraftar ve futbolcu. Futbolcu taraftarın ekonomisiyle, taraftarsa futbolcunun ekonomisiyle pek ilgilenmez...di. Artık bu değişiyor. Ekonomik anlamda yalanlar denizinde seyreden kulüpler, UEFA denen sert kayaya çarptılar. Sürekli vergi affedip duran, batmasınlar diye habire fonlamak zorunda kalan Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllardır bir türlü kendine yeter hale getirmeyi beceremediği kulüpleri, UEFA tek hareketle süt dökmüş kediye çevirdi: FFP. Finansal Fair Play uygulamaya geçtiğinden beri Türkiye, kelimenin tam anlamıyla şov yapıyor. İlk yılında tüm kulüpleri ceza alan tek ülke olmayı başardı. İkinci yılda da tekrarlandı, UEFA ile izleme anlaşması devam eden Galatasaray dışındaki tüm kulüpler yine ceza aldı ve ilk iki yılı sektirmeden tamamlamış olduk. Özellikle Avrupa’dan ihraç riskinin doğuşu taraftar ilgisinin önce kulüplerin sonra da futbolcuların ekonomilerine doğru yönelmesini sağladı. Aslında taraftarların gösterdiği bu duyarlılık sevindirici bir gelişme. Bu paralar onların cebinden çıkıyor, başka kimsenin değil. Yönetimlerin kullandığı kaynaklar taraftardan geliyor. Bu alandaki çarpıklığa ve hovardalığa dikkat çekip bu gidişatın sonunun hayırlı olmadığını söyleyenlere “muhasebeci” etiketi fırlatılan günlerden bu noktaya gelinebilmesi önemli bir aşama. Bir gözün bu cenahta takipte olmasında geç bile kalındı. Ne var ki akıl yerine duygu, bilgi yerine gaz var. Maalesef Uğur Mumcu’nun teşhisiyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” hastalığı yine sahnede ve önce tepki verip sonra düşünmekle kolkola geziyor. Bu da zamanla tepkilerin muhatapları tarafından pek ciddiye alınmamasını, sonrasında da yok sayılmasını doğurur ve taraftar sesini yankılatma imkanını kendi kendine yok etmiş olur.

Geçen hafta önce Bilal Kısa ile atılan imza ve arkasından Sabri Sarıoğlu’nun yenilenen sözleşmesi ciddi tepkilere neden oldu. Türkiye’de genel olarak kulüplerin kadrolarının yıllık maliyetlerinin (maaş+maç başı+prim) gelirlere oranı yüksek, hatta endişe verici boyutlarda. Avrupa’nın en büyük 10 ligi içinde sadece Türkiye’de son üç yılın üçünde de oran hem ECA’nın üst sınır olarak tavsiye ettiği hem de UEFA’nın limit olarak belirlediği %70’i aştı. Bunda da tekiz. Gelirlerin sırasıyla %72, %74 ve %77’si ücretlere gitti. Tablo gerçekten endişe verici. Asıl sorunu ıskalamak Ama burada koskocaman bir “ama” var: Bu, lig ortalaması için geçerli değer. Büyük takımlar için bu oranlar -paralı, züccaciyecideki fil misali başkanlar tarafından satın alınan kulüpler hariçher zaman lig ortalamasının altındadır. Oranı yükselten öncelikle lige yeni çıkmış takımlar, ardından da küçük bütçesiyle ligde tutunma savaşı veren takımlardır. Türkiye’de de durum farklı değil. Beşiktaş, Demirören döneminde uçuşa geçti.

Galatasaray son üç sezonda transfer için kasasından 78 milyon euro ödedi. Bu transferlerin en pahalılarından biri olan Bruma için Sporting’e sarıkırmızılı kulüp 10 milyon euro ödemişti.


Fenerbahçe bunu her zaman kontrol altında tuttu ve en başarılı onlar. Galatasaray’da ise bu konuda yaratılmış bir panik var ve gerçeği yansıtmıyor. Bu panik de konuya hakim olmadan hakkında yorum yapanlar sayesinde oluştu. Maalesef, kulübün futbol gelirini borsadaki şirketin geliri zanneden, meselenin bu kadar basit olamayacağı ihtimalini akıllarına bile getiremeyen bu arkadaşlar, sağ olsunlar kendilerinden son derece emin bir şekilde yaptıkları yorumlarla insanları yanılttılar. Mesele birkaç satırda anlatılacak bir şey değil ve ayrı bir yazı konusu. Ama yaratılan bu havanın gerçek sorunu görmeyi engellediği de açık. Asıl sorun transfer harcamaları. Sadece son üç sezonda Galatasaray’ın net transfer harcaması (alınansatılan farkı) 78, Fenerbahçe’nin 49, Beşiktaş’ın 29 milyon euro. Naçizane hatırlatalım: 78 milyon euro, Sabri’nin yıllık ücretinin 49 (kırk dokuz) Bilal’in yıllık ücretininse 98 (doksan sekiz) katı! Bilal ve Sabri’ye ödenen rakamların fahiş olduğu görüşü ağırlıktaydı. Peki gerçekten öyle mi? Ya da herhangi bir oyuncunun ücretinin makul limitler içinde olup olmadığını nasıl anlayabiliriz, bu işin evrensel ölçüleri ne? Amacı bilgi edinmek değil fikir beyanı almak olan varsa hiç yormayalım: Bilal’in ücreti bizce makul, hatta düşük bile denebilir. Sabri’nin ücreti de makul: Son sezonda maçların %50’sinden fazlasında ilk 11 çıkmış ve U23(bazı ülkeler için U21) olmayan bir futbolcunun brüt maaşı, yıllık kulüp gelirinin %1,16’sı ise bu rakama dünyanın hiç bir yerinde çok denemez. Sabri’ye gelen tepkilerde mesele rakamda olamaz, başka yere bakmalı... Avrupa ile farklar Kişisel notumuzu peşinen düşelim: Bu rakamların bir kenarda kaydını tutar, hatta tablolaştırırım ancak amaç kulüplerin toplamdaki giderleri için elde veri olması, doğrudan açıklanmayan bazı başka kalemleri hesaplamaya yaramasıdır. Bu

rakamlar örneğin; bilançolardaki toplam kadro gideriyle kıyaslayıp sözleşmelerde yer almayan primi tespit etme ve prim oranını dünyayla kıyaslamak adına gösterge. Futbolcuların aldıkları ücretleri tek tek inceleyip üzerine yorum yapmak bana çok doğru gelmiyor. Bu ücretlerin ağızlara sakız olması ise hiç şık değil. Önemli olan tek şey, bir kulübün gelirinin ne kadarını ücretlere (maaş+maç başı+prim) harcadığı. Zaten 5 büyük ligde bireysel maaş pek açıklanmaz. Örneğin İngiltere’de tüm kulüpler kadronun

Bundesliga’da oyunculara takımın topladığı puan üzerinden prim sistemi uygulanıyor. Bu da 2013/14 sezonunda Dortmund’da oynayan oyuncuların maaşlarına %52 etki etmiş.

toplam ücret harcamasını bildirmek zorundadır ancak tek tek oyuncu rakamlarını açıklama zorunluluğu yoktur. Kadronun dışında en yüksek maaşı alan kulüp direktörünün de ücreti açıklanmak zorundadır ancak adı yine açıklanmaz. Kişi ile ilgili bilgilere saygı gösterilir. Fransa’da da kulüplerin hepsinin toplam kadro harcamaları DNCG tarafından duyurulur ancak bireysel ücretler açıklanmaz. Diğerlerinde kulüpler kadro harcamalarını yıllık raporlarında açıklarlar. Almanya’da ligin, İtalya’da federasyonun ayrıca yayınladığı yıllık raporlarda


bir bölüm toplam ücret giderine ayrılır. Bahsettiğimiz ülkelerde bir futbolcu için ödenen transfer bedelini açıklama zorunluluğu da yoktur. 2013 yazında İngiltere’de yapılan transferlerin çok azında resmi açıklama yapılınca The Guardian yazarı David Conn’dan “bu bedellerin gizli tutulması taraftarlara hakarettir” şeklinde sert bir çıkış geldi. Hatta İngiltere dışına taşıp Almanya ve Türkiye örneklerini de anarak, kulüpler özel kişi veya kurum malı değilse bunun doğal zorunluluk olması gerektiğini, kişiye veya şirkete ait kulüplerin de taraftarına karşı sorumlu olduğunu vurguladı. Ama bu çıkışı yapan Conn aynı yazıda “maaşların kişi ile kulübü arasında olduğunu ve açıklanması için baskı yapılmaması gerektiğini” de vurguladı. İtalya ise diğer 4 ülkeden biraz farklı. Yıllık raporlarda isim isim oyuncu amortisman giderleri açıklanıyor. Böylece transfer bedelleri dolaylı yoldan kulüpler tarafından duyurulmuş oluyor. Türkiye’de genel uygulama, ücretleri net üzerinden telaffuz etmek. Avrupa’da ağırlıklı olarak brüt kullanılırken nete de rastlanıyor. Oyuncunun kazandığı parayla değil kulübe maliyetiyle ilgileniyorsak doğru olan brütü kullanmak. Hele ki biri Türkiye’den iki oyuncunun kıyaslaması yapılıyorsa mutlaka brüt kullanılmalı. Çünkü Türkiye ile Avrupa arasında çok büyük bir vergi farkı var (üzerinize alınmayınız, futbolcular, yani kulüpler adına). Avrupa’daki futbolcunun ücretinden Türkiye’dekinin yaklaşık 6 katı vergi kesiliyor. Örneğin Bruno Alves’i ele alalım: Fenerbahçe’den yılda 2,5 milyon alan Portekizli’nin Türkiye’deki ücreti vergi dahil 2,94 milyon euro. Oysa aynı ücreti ülkesinde talep ederse o kulübe maliyeti 5,32 milyon euro olur. Yani iki ülkedeki brütler arasındaki fark neredeyse bir net maaş (2,38 milyon euro). Bu konuda düşülecek bir başka yanlış ise her ülkede maaş, maç başı ve prim sistemlerinin aynı olduğunu varsaymak. Örneğin Almanya, prim

oranının en yüksek olduğu ülke. Kulüpler her puana karşılık prim dağıtıyor. Borussia Dortmund CEO’su Watzke, 2012/13 sezonunde primlerin maaşlara oranının %52 olduğunu açıklamıştı. 2013/14 yıllık raporunda da benzer bir oran görüyoruz. Almanya, ücret harcamalarını kontol edebilmekte açık ara en başarılı ülke ancak kağıt üzerinde maaşların düşük olmasının tek sebebi bu başarı değil, ücret yapılandırmasındaki farklılık atlanmamalı. Dolayısıyla Almanya’daki bir oyuncunun maaşı ile bir başka ülkedekini birebir karşılaştırmak aldatıcı olur. Bilal ve Sabri Bu futbolcuların yaşları öne sürülerek aldıkları maaşların çok olduğunun iddia edilmesi düpedüz yanlış, sanırım maaşla transfer bedeli karıştırılıyor. Futbolda transfer bedeli-maaş ilişkisi birbirine neredeyse zıt denecek yapıdadır. Genel işleyişte transfer ücretinin tavan yaptığı aralık 2328(UEFA, kıtadaki en pahalı transferlerde en sık görülen yaşın 24 olduğunu açıklamıştı), oyuncu kazancının en yüksek olduğu dönemse 27-32’dir. Elbette bunlara istisna durumlar yaşanır ama

Galatasaray alt yapısından yetişen Sabri Sarıoğlu’nun sarı-kırmızılı kulüple yenilediği kontratında aldığı maaş tüm Türkiye’nin dilinde.


unutmamalı, bulunacak 5 istisnaya karşılık en az 25 uygun örnek çok daha kısa sürede bulunur. Oyuncuların ücretini değerlendirirken bir diğer önemli ana kriter, oyuncunun hangi kulüpte oynadığıdır. Bahsedilen kulübün Galatasaray, açıklanmış son yıllık gelirinin ise 161,9 milyon euro (DFML 2015) olduğu unutulmamalı. Bilal Kısa’nın Akhisar’da aldığı ücretin Galatasaray’da alacağı ücretle ilgisi olmaz. Ayrıca Galatasaray’dan yıllık 2 milyon dolar alan Hamza Hamzaoğlu’nun Akhisar’da ne ücret aldığının sorgulandığına rastlamadık. Ya da Tarık’ın Eskişehir’de, Dany’nin Gaziantep’teki ücretleriyle yeni ücretleri de pek kıyaslanmamıştı ki doğrusu da budur.

belirtmek çok sağlıklı değil. Bu noktada teknik adama güvenmek gerekiyor ki Hamzaoğlu’nun geçen sezon ortaya koyduğu performans ve kazandırdığı çifte kupa, güvenmemek için bir sebep üretmiyor. Öte yanda Sabri Sarıoğlu’nun, Hamza Hoca yönetimindeki rolü belli: Takımın birinci sağ beki. Şimdi doğru sorulardan biri gelsin: Yedeği için 1,3 ödenirken asıl sağ bek ne almalı?

Mes Que un Reklam Kulüp ücret yapılandırmasında tabiri caizse marka olmuş iki ismi anabiliriz: Sir Alex Ferguson ve Ferran Soriano. Ferguson’un sisteminde temel ölçüt, takımın oyuncuya ihtiyacıdır. Bunun da belirleyicisi futbolcunun kaç maça Gelirlerinin %88’ini futbolculara ödeyen ilk 11 çıktığı ve ne barcelona’da Ferran Soriano, hem kadar forma giydiğidir. takımın hem de oyuncunun bireysel performansına dayalı yaptığı maaş Büyük paralar verilerek sistemiyle kulübün maaş giderini Şu can sıkıcı gerçeği de transfer edilen %53’e çekmeyi başarmıştı. Şu an aynı performansını Manchester City için vurgulayalım: Ücreti oyuncuları bu sistemin sergiliyor. ‘çok’ denen Bilal Kısa, içinde değerlendirmek “Galatasaray’dan pek mümkün olmasa 2015/16’da en çok ve Ferguson bazı maaş alacak oyuncular” isimleri sistemin içine sıralamasında 23. sırada! Aydın Yılmaz ayrılırsa oturtamasa da yöntemini çalıştığı tüm dönem ondan daha çok ücret alan “sadece” 21 oyuncu boyunca United’da başarıyla uyguladı. Giderken kalacak. Tabii ki şimdilik, beklenen “yıldız” bıraktığı takımda uzun süredir oyunculara ödenen transferleri öncesi... ücretler, gelirlerin yarısını bulmuyordu. Ferran Soriano ise Barcelona’da krizin yaşandığı Tüm bunların ötesinde, Bilal Kısa için belirleyici dönemde Laporta ile göreve geldi. O sırada olan transfer kararı verilirken kendisine biçilen Barcelona gelirlerinin %88’ini futbolculara roldür. Teknik adamın kafasındaki planı, oyuncuya ödüyordu. Hem takımın hem de oyuncunun nasıl bir rol verileceğini, takıma nasıl bir katkı bireysel performansına dayalı bir sistem sağlayacağının düşünüldüğünü bilmeden fikir geliştirdi. İki yıl içinde ücretlerin gelire oranını


%53’e düşürdü. 2008’de Laporta ile yaşadığı anlaşmazlıklar sonucu istifa etti. Sonrasında Barcelona’nın ücret politikası kendini inkâr eder hâle geldi, iki yıl içinde oran %69’a tırmandı. 2010 yazında kulüp iki ay üst üste maaş ödeyemedi. Ve tarihinde reklam görmemiş formaya reklam geldi. İstifası sonrası Soriano futbol dünyasından çekilip Spanair’da CEO olarak göreve başlamıştı. 2012 Nisan’ında giderlerini kontrol etmeyi beceremeyen Manchester City’nin başvurduğu kişi oldu ve City CEO’su olarak futbola geri döndü. Burada da ücretleri yeniden yapılandırdı ve gelire oranını iki yılda %86’dan %59’a çekti. Soriano’nun sistemi çok daha karmaşık. Ancak oyuncunun sahada ne kadar yer aldığı, takımın mücadelesinde ne kadar varolduğu Ferguson’daki gibi kilit nokta.

11 başlaması, sezon boyunca oynanan maçların yarısından fazlasına ilk 11 çıkması. Takımda hem en çok ilk 11 çıkan hem de en çok süre alan 9. oyuncu. Alacağı brüt ücretse yıllık gelirin %1,16’sı. Bu oran, eğer oyuncu genç bir oyuncu değilse son derece normaldir. Kıyaslayabilecek pek çok örnek bulabiliriz. Örneğin Juventus’tan Lichtsteiner’i ele alalım. Sabri’den 6 ay daha “yaşlı”. Net ücreti 2 milyon, brütü 3,6’ya geliyor. Kulüp geliri 279,4 milyon ve oyuncunun brütünün gelire oranı %1,29.

Sabri Sarıoğlu ile aynı yaşta olan Stephan Lichtsteiner, Juventus’ta kulüp gelirinin %1,29’u oranında maaş alıyor. Sabri’de ise bu oran %1,16.

Biraz hesap kitap Sabri geçen sezonun başında aforoz edilmişti, nedeni net bilinmiyor. Önemli olan 11 için vazgeçilmez olmayı başarması ve 30 maça ilk

Ya da bir başka Şampiyonlar Ligi ekibi, Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’nde Juventus’u geçince karşılaştığı Chelsea’nin sağ beki Branislav Ivanovic... Sabri’den 5 ay daha “yaşlı”. Daily Mail maaşının haftalık 120 bin olduğunu iddia etse de pek çok kaynakta haftalık 75 bin ile 65 bin arasında değişiyor. 70 bin olduğunu varsayalım, bu durumda yıllık brüt maaşı 3,640,000 sterlin. DFML 2015 raporundan Chelsea’nin sterlin cinsinden gelirine(324,4)


oranlarsak %1,12. Ancak burada atlanmaması gereken bir nokta var: Sözleşme 2011 Ocak’ta yenilenen sözleşme. Ücretini, kulübün o sezonki gelirine (261 milyon sterlin) oranlayınca bulduğumuz rakam ise %1,39. Bu oranları nasıl hesapladık? Sabri’nin netine euro cinsinden 1,6 dedik ama bu durumda brütü, yani kulübe maliyeti 1,882,353. Bu rakamı da kulübün açıklanan son yıllık geliri olan 161,9 milyon euro’ya böldük ve %1,16’yı bulduk. Yıllık gelirde kullandığımız rakamıysa diğer kulüplerle karşılaştırırken aynı ilkelerle saptanmış olması için Galatasaray’ın 18. sırada yer aldığı “Futbol Para Ligi 2015” raporundan almıştık. Örneklerimizi de Galatasaray’ın rapora konu olan sezonda Şampiyonlar Ligi’nde yaptığı son iki maçtaki rakiplerinin aynı mevkide oynayan oyuncuları olarak seçtik. Oyuncuların yaşları da birbirine oldukça yakın. Üstelik bu kulüpler FFP denetlemesini başarıyla geçmiş, sorunsuz kulüpler. Bir başka ortak özellik 3 takımın da liginde son sezonu şampiyon kapatmış olması. Gördük ki Sabri’nin maliyeti Lichststeier’den onbinde 13 daha düşük, Ivanovic’e göre onbinde 4 daha yüksek. Ivanovic için sözleşmenin yapıldığı dönemdeki geliri alırsak Sabri’nin maliyeti ondan da onbinde 23 daha düşük. Bir başka ilginç nokta ise “Sabri’ye 1 milyon versen nereye gidecek sanki” çıkışı... Bu soru yanlış soru, çünkü Sabri’nin kişisel sorunu olur ve merak etmeyin, açıkta kalmaz. Oysa odakta kulüp varsa doğru düşünce sekansı “Sabri olmazsa yerine kim alınır, ne kadar ücret ister, ne kadarını nakit ister, yeni bir fiyasko olmayacağından emin olabilir miyiz” olmalı. Sabri’yi kesmek için 3 oyuncu alındığı; bunlara 8,2 milyon euro bonservis ödendiği, oyuncularla yapılan sözleşmelerle de bir o kadar maaş yükünün altına girildiği unutulmamalı. Bunları da düşününce en uygun imza atılmış gibi görünüyor.

Başta söylediğimizin altını bir kez daha çizelim: Bu sözleşmeye bu kadar negatif tepki geliyorsa mesele rakam olmamalı, başka yere bakmak gerek. Ucuz oyun Görevi devralan Galatasaray yönetimi, söylem olarak hızlı bir giriş yaptı ve ‘yıldız’ transferlerinden bahsetti. Üstelik bunlar ‘çilek değil, gerçek yıldız’ hüviyetinde olacaktı. Basın da sağolsun hiç bozmadan tam gaz devam etti. Kimler kimler gelmiyordu ki... Bu arada Hamza Hoca da -muhtemelen yönetimle ters düşmemek adınakendisine sorulan hiç bir isme “hayır” demedi. Alttan alta sürekli dikkatli olmaları gerektiğinin altını çizdi ama bu sözleri Van Persie’ler, Dani Alves’ler, Gignac’lar arasında kayboldu gitti. Oysa ortada çok basit iki gerçek var. İlki, Türkiye’de maaş sınırı konmuş tek kulübün Beşiktaş olmadığı, Galatasaray’ın da UEFA ile yaptığı FFP anlaşması nedeniyle maaş sınırlaması altında olduğu. Üstelik, Beşiktaş’ın sınırlaması kulüp geliri arttıkça genişleyecek bir sınırlama ancak Galatasaray’ınki katı, baştan belirlenmiş, değişmez bir rakam. İkinci gerçekse çok daha yalın: Nakit sorunu. Sözleşmesi bitmiş, bir başka deyişle bonservisi elinde oyuncuyu almak bile Galatasaray için ciddi bir sorun. Çünkü bu oyunculara verilecek ‘imza parası’ az buz olmayacak ve doğrudan ücret giderine eklenecek. Ancak az önce bahsettiğimiz ücretteki sınırlama ise manevra alanını iyice daraltıyor. Bunun da ötesinde, bonservissiz oyuncuda bile transfer yapabilmek için nakite ihtiyaç var, herkes Bilal Kısa kadar “uyumlu” olmuyor, hele ki yabancı futbolcu... Tuhaf bir oyun oynanıyor... Van Persie’nin yıllık net ücreti 9,4 milyon euro. Ayrıca yaklaşık 14 milyon euro tutarında “loyalty bonus”u var, sezon sonu almaya hak kazanacağı. Yani Van Persie’nin


Türkiye’ye transfer olacağı yazılan Robin van Persie Manchester United’dan bu sezon 23 milyon euro kazandı. Van Perise’ye bu parayı verecek Türk kulübü bulmak biraz zor olsa gerek.

sadece bu yıl Manchester United’da kalarak cebine atacağı para 23 milyon euro’nun üzerinde. Sonrasında “yeter kardeşim” derse Kuyt misali Hollanda’ya dönüp 1,5 milyon euro’dan iki yıl daha oynar. Kulübün hiç bonservis istemediğini varsaysak bile bu oyuncuyu hangi kontratla Türkiye’ye getirebilirsiniz? Yıllık 9 milyondan 3 yıllık sözleşme verme imkanınız yok ki, o halde bu isim niye ortada dolaşır, yalanlanması neden günler alır?

zamlı sözleşme yapıldıktan, “yabancı sınırı olmasaydı Şampiyonlar Ligi Kupası sözü verirdim” akıllardayken Bilal Kısa transferi gelip beklentiler çökertildikten sonra... Bu lafların gerçeklikten uzak, afaki olduğunu anlatmaya çalışanlar dinlenmek istenmedi. Yabancı sınırı istenilen yere geldi, hangi parayla alacak FFP boyunduruğu altında çırpınan, sadece Drogba ve Sneijder eklemeleriyle yapısı zorlanmaya başlayan kulüp?

Ama bu isimler ortada dolaştıkça, taraftar angaje oldukça, yıldız vaatleri tekrarlandıkça Bilal transferine de kitle halinde öfke kusulur, Sabri’nin sözleşmesine de... Hele üstüne Fenerbahçe’nin Kjaer’e imzayı attırması ve Nani transferinde de önemli yol aldığı haberleri sonrası. Tabii bir de milyon kere tekrarlanan “yabancı serbestisiyle yerlilerin fiyatı düşecek”le daha düşük sözleşme beklentisi yaratılıp

Şu tabloda en güçlü görünen senaryo, tıpkı geçen sezon Dzemaili ve Pandev’de olduğu gibi Şampiyonlar Ligi grupları belli olup UEFA ayakbastı parasını gönderdikten sonra ülke dışından transfer yapılması. Ama bunu da kimse üstüne almaz, kimse “para yoktu, yapamadık” demez. Onun adı “alacaktık ama hocamız istemedi” veya “hocamız takım içi dengeleri öne koydu” olur...


Büyüteç HF182

Emre Çelik

“Vietto oldukça hızlı, sahada akıllı hareket eden ve iki ayağıyla da topa vuran bir oyuncu” Diego Simeone


Mario Mandzukic’i Juventus’a gönderen Atletico Madrid, Villarreal’in geçtiğimiz sezon en fazla parlayan isimlerinden biri olan Arjantinli Luciano Vietto’yu kadrosuna dâhil ederek transfer dönemine hızlı bir giriş yaptı. Bir diğer

ifadeyle 2011’de spottaki sözleri sarf eden Diego Simeone, henüz 17 yaşındayken Racing Club’da formayı vererek futbol sahnesine sürdüğü Luciano Vietto ile yaklaşık 3 yıl sonra Los Colchoneros’ta bir bakıma tekrar buluştu. Vietto’nun geçtiğimiz sezon Atletico Madrid’e, Borussia Mönchengladbach’a ve Sevilla’ya attığı gollerin yanı sıra Celta Vigo’ya ve Getafe’ye karşı oynanan maçlarda yaptığı asistlere bakarak kısaca santrfor özelliklerinden bahsedebiliriz. Dar alanda bile son derece çabuk hızlanan, top kontrolü son derece iyi, sırtı dönük pozisyonlarda bile çok seri dönebilen ve doğaçlama oynamaktan ziyade Atleti maçında Godin’in belini kırdığı gibi topu almadan etrafını kontrol edip duruma göre hareketlenen, doğrudan kaleye gidebilen, adam eksiltebilen ve Simeone’nin de dediği

gibi iki ayağını da kusursuza yakın kullanabilen bir isim. Fakat Vietto’yu muadillerinden farklı kılan özellikler sadece bunlarla sınırlı değil. Özellikle zor olandan kaçınması ve bu sebeple sürekli boş alanları kovalaması ile rakip savunma adına adeta her hücumda bir tehdit oluşturması sayesinde etrafında oynayan takım arkadaşlarının da işlerini ciddi anlamda kolaylaştırdığı söylenebilir. Ayrıca golcülüğüne rağmen boş alanı gördüğünde ve rakip ceza alanı önünde oyun sıkıştığında derine inerek top alması ve dağıtması ile sadece hızlı-kaleye giden bir oyuncu olmanın da çok ötesine geçiyor. Kısacası ESPN’den Michael Yokhin’in 2014 Aralık ayında “Koşularında oldukça zeki, taktisel olarak farkında, teknik olarak görkemli, kendisini oyuna veren ve harika bir takım oyuncusu. Profesyonelliğini devam ettirdiği ve her şeyin istenildiği gibi gittiği takdirde gerçekten yeni Agüero olabilecek Vietto (gelişimi) için sınır yok”

satırlarıyla belirttiği gibi “Yeni Agüero” olmak, hatta Agüero’yu bile geride bırakmak için hiçbir sebep yok.


Rakamlar Vietto geride bıraktığımız sezonda La Liga’da Messi, Ronaldo, Neymar ve yeni takım arkadaşı Griezmann’ın ardından 126,8 ile dakika başı gol ortalaması en yüksek beşinci isim oldu. Villarreal’de ağırlıkla santrfor olarak görev aldı ama yine merkezde yardımcı rolde oynadığı maçlar da var. Fakat Griezmann’ın yanı sıra Atletico Madrid’in sadece imza aşaması kalan yeni transferi Jackson Martinez de düşünüldüğünde Simeone’nin Vietto’yu Griezmann ile dönüşümlü şekilde sık sık kanatta kullanması da sürpriz olmayacaktır. Bu tip olası bir durumda muhtemelen gol sayısı azalabilir ama taktiksel bilgisi ve pas özelliği sayesinde verimliliğinin azalması gerçekten sürpriz olur. Zaten Arda hakkında çıkan haberler de düşünüldüğünde böyle bir ihtimal çok da uzak görülmüyor ve Vietto transferinin ana sebeplerini gayet net bir şekilde açıklıyor.

Aksi durumda ise Atletico Madrid’in mevcut 4-4-2’sinde alışkın olduğu ilerideki iki rolde de fazlasıyla katkı verecektir ki her iki durumda da özellikle Atletico Madrid oyununda hızlı geçiş oyunları ve kanat bekleriyle oyunu genişlettikten sonra ileri uç oyuncularının boşlukları en kısa zamanda değerlendirmesinin önemi düşünüldüğünde Vietto’nun takıma adaptasyonu da hiç zor olmayacaktır. Hele ki kendisini futbol sahnesine süren Simeone’nin önderliğinde... Vietto, Villarreal’e transferinin ardından “Simeone zamanında bana güvenen isimdi ve hayatımın geri kalanı boyunca ona minnettar olacağım” demişti. Şimdi ise hem Avrupa’nın elit santrforlarından biri olabileceğini Villarreal’e göre daha potansiyelli ve Şampiyonlar Ligi arenasında mücadele eden bir takımda gösterme fırsatı bulacak hem de Simeone’ye minnet borcunu doğrudan ödeme imkânı elde edecek.


Fırat Topal

Asya Futbolu HF182

Son yıllarda Çin futbolu denince akla, daha çok yaşlı oyuncuların yüksek maaşlar sebebiyle tercih ettiği bir futbol sahnesi geliyor. Biraz daha detaylı bakıldığında, son 10 yıldaki bahis ve şike skandallarının, ülke futbolunun itibarını oldukça sarstığı görülüyor. Ancak Çin topyekûn bir halde futbolda yükselmek için kolları sıvamış durumda


Asya’nın birçok alanda büyümeyi sürdüren devi Çin’de futbol yavaş yavaş önemli bir spor haline gelmekte. Özellikle Guangzhou Evergrande’nin geçtiğimiz yıl kazandığı Asya Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, Çin futbolunun bugüne kadar ulaştığı en büyük başarı oldu. Ancak ülke futbolu buraya gelesiye kadar çok zorlu yollardan geçmek zorunda kaldı. Futbolu çok sevmeyen, ligi şike ve bahis skandallarıyla çalkalanmış ve gözünü Batı’nın oyun felsefesiyle yıldızlarına yöneltmiş olan Çin’de futbol, gelişimin yeni bir alanı olma yolunda ilerliyor. Çin’de profesyonel futbol 1994 yılında Çin Jia-A Ligi ülkede kurulan ilk profesyonel futbol ligi olma özelliğini taşıyordu. 10 yıl sonra bu lig yerine Çin Süper Lig’i getirildi. 12 takımla başlayan mücadele şu anda 16 takımla devam ediyor. Yeni ligin kağıt üzerinde futbola getirdiği bazı kriterler söz konusu: Profesyonel yönetim, finansal yeterlilik ve altyapı. Fakat geçen yıllar içinde Çin futbolu bu kriterleri yerine getirme konusunda çok zorlandı. Uzun yıllar boyunca Çin futbolunun en büyük sorunu bahis ve şikenin yaygın bir şekilde görülmesiydi. 1994 yılından itibaren özel girişimler futbola destek vermeye çalışsa da futboldaki yozlaşmışlık onların bu ilgilerinden kısa sürede vazgeçmelerine neden oldu. 2006-

07 arasında yapıldığı belirlenen şikelerden dolayı birçok kulüp ve futbol adamı hapis cezasına çarptırıldı. Bunların içinde Çin Futbol Federasyonu eski başkanı Nan Yong da yer aldı. Dipten zirveye Çin’in bu konuda aldığı sert tedbirler ülkedeki futbol hikayesinin bambaşka bir yöne kaymasına neden oldu. 2010 yılında ligden düşürülen Guangzhou, Çin futbolundaki değişime çok iyi ayna tutmakta. Takım düştükten sonra ülkenin en büyük emlak firmalarından olan Evergrande grubu tarafından satın alındı. Şirketin sahibi, ülkenin en zengin 5’inci adamıyken serveti 7 milyar dolar civarında. Bu önemli değişiklik Çin futbolunun dönüm noktalarından birisini Guangzhou Evergrande oluşturdu. Guangzhou 2013’te Asya Evergrande, Şampiyonlar Ligi’ni Süper Lig’e tekrar kazanmayı yükselmesiyle birlikte başarmıştı. son 4 sezonda lig şampiyonluğunu kazanmayı başardı. Üstelik, bu başarılarına Asya Şampiyonlar Ligi zaferini de ekledi. Guangzhou Evergrande’nin bu başarıları Çin futbolunun kulüp bazında geldiği noktayı gösteriyor. Kulüplerin zengin işletmeler tarafından desteklenmesi çok daha güçlü bir transfer politikası takip etmelerine yol açıyor. Bu amaçla kulüp 2014 Haziran’ında önemli bir stratejik anlaşma yoluna gitti. Kulüp hisselerinin yarısı, online alışveriş devi Alibaba grubuna satıldı. Bu yolla Guangzhou ekibi sermayesini daha da geliştirmiş oldu.


Gelecekte milli takım formasına aday isimlerden biri olarak Goulart, Guangzhou Evergrande’nin fantastik teklifine ‘hayır’ diyemeyenlerden. Eski kulübü Cruzeira bu transferden 17 milyon dolar kazanmıştı.

Güney Amerika: Çin futbolunun arka bahçesi Çin Süper Ligi’nde takımların kadrolarına alabileceği yabancı oyuncu sayısı en fazla beş. Bu kontenjanlardan birisi, Çin dışındaki bir Asya ülkesinden gelecek oyuncuya ayrılmış. Yani Asya dışından sadece dört oyuncuyu kadrosunda tutabiliyor bir Çin Süper Lig ekibi. Takımların kadrolarına baktığımızda yabancı transferlerin birçoğunun Güney Amerika ülkelerinden yapıldığını görüyoruz. Üstelik bu transferler yalnızca eskisi gibi sadece kariyerinin sonunu Çin’de geçirmek isteyen oyuncuları kapsamıyor. Kulüplerin Güney Amerika’ya yönelmelerinin belli başlı sebepleri var. Bunlardan birisi Çinli takımların yaratıcı oyuncu eksikliği yaşaması ve bu eksikliği en kolay Güney Amerikalı orta saha veya forvet oyuncularıyla kapatmaları. Madalyonun öbür yüzüne baktığımızda ise Brezilya, Kolombiya ve Arjantin gibi ülkelerin içinde bulunduğu finansal krizler, bu ülkelerdeki oyuncuların Çin’e gelmelerini kolaylaştırıyor. Güney Amerikalı oyunculara hak vermemek zor. Çin, Güney Amerika ve hatta Avrupa kulüplerinin veremeyeceği ücretleri onlara sunabiliyor. 2003-2010 yılları arasında, daha çok alt liglerde forma giyen 134 oyuncu, sıcak ülkelerini bırakıp Çin’in yolunu tutmuştu. Bu tarihten sonra, üst ligde oynayan daha önemli futbolcular transfer

olmaya başladı. 2011 yılında Brezilya ekibi Fluminense’den Arjantinli Dario Conca müthiş bir transfer bedeliyle Guangzhou Evergrande’ye transfer oldu. Aldığı maaş Conca’yı o dönem için Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo’dan sonra dünyanın en çok kazanan futbolcusu durumuna getirmişti. Geçtiğimiz 5 yıl içinde Çin Süper Ligi’ne Lucas Barrios, Seidou Keita, Frederic Kanoute, Tim Cahill, Nicolas Anelka ve Didier Drogba gibi çok ünlü futbolcular dâhil oldu. Bazı kulüpler Nicolas Anelka ve Didier Drogba örneğinde olduğu gibi yıldız oyuncuların maaşını ödemeyi başaramasa da (Shanghai Shenhua’nın ortaklarından Zhu Jun, kulübün diğer sahipleriyle oyuncuların kontrolü ve maaşları ödeme konusunda anlaşamayınca bu iki yıldız oyuncu Çin’den ayrıldı) Çin kulüpleri maddi açıdan gücünü korumaya devam ediyor. 2015 sezonu öncesi transfere yaklaşık 120 milyon euro harcayan Çin Süper Lig ekipleri bu alanda İngiltere Premier League’inin arkasından ikinci sırada. Geçtiğimiz kış transfer döneminde de Guangzhou Evergrande, Cruzeirolu 23 yaşındaki Ricardo Goulart için 17 milyon dolar (Bu bedel, Çin Ligi için transfer rekoru), Red Bull Salzburg’dan Alan için de 12 milyon dolar ödeyerek Wilfried Bony’i alan Manchester City’nin arkasından ikinci sırada geldi.


Çin “Yaşlı adamların ligi” olmaktan çıkıyor Yüksek maaşlar önererek oyuncuları ülkesine çeken ilk yer Çin değil. Son yıllarda Rusya, ABD, Türkiye ve Ortadoğu ülkeleri yaşı ilerlemiş oyuncuları dolgun maaşlar vererek transfer ediyor. Ancak Çin’deki durum diğerlerine göre farklı görünüyor. Asya’nın büyüyen devinde artık kaliteli genç yabancılar da oynamakta. Geçtiğimiz sezon Cruzeiro ile şampiyonluk yaşamış ve ligde 15 gol atmış olan Goulart sadece 23 yaşında. Brezilya Milli Takımı’na çağrılmış bir oyuncunun genç yaşta Çin’e gitmesi, ülkesinden tartışma konusu oldu. Guangzhou’nun bir diğer genç yıldızı Brezilyalı Elkeson. Takıma geldiğinden beri harika işler başaran Brezilyalı oyuncu son iki sezonda gol kralı olurken, Çin Süper Ligi’nin en iyi oyuncusu ödülüne de layık görüldü. Çin Ligi’nin diğer ülkelere oranla göreceli olarak daha zayıf olması yetenekli oyuncuların başarı kazanması için uygun bir ortam yaratıyor gibi görünüyor. Örneğin, Çin’e gelmeden önce Brezilya liginde forma giyen Dario Conca, Güney Amerika’da ulaşamadığı performansı Çin’de göstermeyi başardı. Burada oynayan genç oyuncuların

milli takımda oynayıp oynayamacağını zaman gösterecek. Eğer Çin futbolu bu hızla gelişmeye devam ederse, bu oyuncuların da ileriki dünemde şansı olabilir. Avrupa’dan Çin’e giden ilk önemli futbolculardan birisi, eski Alman futbolcu Jörg Albertz’di. Hamburg’dan Shanghai Shenhua’ya transfer olan Albertz, iki sezon oynadıktan sonra ülkesinde alt liglerde top koşturmaya devam etmişti. “Çin Süper Lig’i, çevre ülkelerdeki futbol düzeyine kıyasla, artık kendini memnun edemeyecek bir seviyeye ulaştı. Daha iyi olmak için çok çalışıyorlar ve bu yolda önemli oyunculara ihtiyaç duyuyorlar” diyor Albertz. 2012’den beri Çin’de çalışan, Sven Goran Brondby’nin eski Ericsson’un yardımcılığını yapan antrenörü Mads Mads Davidsen, Davidsen, futbolun Çin futbolundaki gelişmeden umutlu. geçmiş yıllara oranla geliştiğini belirtiyor. Geçtiğimiz sezon, Sven-Goran Eriksson’un ekibinde ligi üçüncü sırada bitiren Guangzhou R&F’de çalışan Danimarkalı koç bu sezon Eriksson ile birlikte Shanghai SIPG’ye geçti. “Burada futbol geçmiş yıllardaki şike sorunları yüzünden popülerliğini yitirmişti. Fakat artık taraftarlar sonuçlara ve sahada gördüklerine güveniyor” diyor Davidsen ve


devam ediyor: “Buraya ilk geldiğimde, burası yaşlı oyuncular için bir kariyer seçeneği olarak görülüyordu ancak şu anda 24-25 yaşındaki oyuncuları da alıyoruz. Bu oyuncuların bir kısmı Koreli, bir kısmı ise Avrupa’nın önemli liglerinden geliyor. Ama en önemli kısmı Güney Amerikalı oyuncular oluşturuyor. Çin Süper Lig’i zamanla ‘yaşlı adamların liginden’ yeniden Avrupa’ya dönebilecekleri bir vitrin olma özelliği kazanıyor.” Çin Milli Takımı Öte yandan Çin Milli Futbol Takımı’nın durumuna baktığımızda, pek iyi bir tablo görülmüyor. 2002 Dünya Kupası’na katılmanın dışında Çin Milli Takımı’nın hiçbir önemli başarısı yok. Bununla birlikte geçtiğimiz yıllarda alınan bazı kötü sonuçlar hala içlerinde bir acı olarak kalmış. 2012’de Brezilya’ya karşı oynanan maçta aldıkları 8-0’lık hezimet ve 2013’de o zaman Dünya

Çin Milli Takımı, geçmişte yaşadığı hayal kırıklıklarını yavaş yavaş üzerinden atıyor. Asya Şampiyonası’nda çeyrek finale kadar yükselmeyi başardılar.

sıralamasında 142’nci olan Tayland’ın 23 yaş altı takımına karşı alınan 5-1’lik yenilgi taraftarların isyan etmesine yol açmıştı. Bu acı yenilgiler de takımı çok zor bir dönemde devralan Jose Antonio Camacho’nun istifasıyla sonuçlanmıştı. Jose Antonio Camacho, Çin futbolunu ayağa kaldırma göreviyle takımın başına gelmişti.

Bölgenin iki başarılı futbol ekibi Japonya ve Güney Kore, Çin’in yakalamak istediği ülkelerdi. 1,3 milyar nüfusa ve zengin kaynaklara sahip bir ülkenin hedeflerine ulaşamaması için hiçbir neden olmamalıydı. Fakat Camacho’nun görevi aldığı dönem Çin futbolu oldukça karışık günler geçiriyordu. Geniş çapta rüşvet ve şike skandalı yeni olgunlaşmakta olan Çin Süper Ligi’nin itibarını oldukça zedelemişti. Çin’in eski teknik direktörü Arie Haan oyunculara zamanında ödeme yapılmadığını öne sürüyordu. Ciddi sponsorlar ve önemli oyuncular lige ilgi göstermiyordu. Haan, Çin Futbol Federasyonu’nun felsefesini eleştirirken; uzun dönemde planlı bir şekilde başarıya ulaşmak yerine kısa sürede plansız hareket etmelerinden yakınıyordu. Camacho’nun yerine Fransız Alain Perrin takımın başına geçince belirli bir istikrarı yakalamayı başardı Çin takımı. Ocak 2015’de Avustralya’nın ev sahipliğinde gerçekleşen Asya Futbol Şampiyonası’nda Suudi Arabistan, Özbekistan ve Kuzey Kore’nin bulunduğu grubu birinci tamamlayarak çeyrek finalde Avustralya’ya rakip oldu. Ancak ev sahibi takıma 2-0 yenilip turnuvaya veda ettiler. Çin sporda uluslararası itibar kazanmak için uzun zamandır yoğun çaba göstermekte. 2008 Pekin Olimpiyatları da sporda ne kadar iddialı olduklarını kanıtlıyor. Ancak futbolda istenen seviyede değiller. Bugüne kadar Çin’in futbolda neden başarılı olamadığına dair çeşitli görüşler ortaya atıldı. Bunların başlıcaları, ülkedeki altyapı eksikliği ve ailelerin çocuklarını öncelikli olarak futboldan ziyade derslerine yönlendirmesi. Çin’in Sovyet geleneğinden gelen sporcu yetiştirme yöntemleri, özellikle jimnastik, atıcılık ve atlama gibi bireysel dallarda başarılı olmalarını sağladı. Evergrande’nin başkanı Liu Jiangnan, Çin sisteminin takım oyunlarına doğru şekilde adapte edilemediğini söylüyor. “Çin futbolunun başarısız olmasının birçok nedeni var ama bence en önemlisi altyapı eksikliği” diyor Liu.


Futbol ve okul bir arada 2011 yılında şu anki Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, futbola dair 3 hayalini açıklamıştı: “Çin Dünya Kupası’na katılsın. Çin, Dünya Kupası’nı düzenlesin. Çin, Dünya Kupası’nı kazansın.” Çin futbolu, Başkan Jinping’in futbola yüzünü çevirmesiyle iyimserliğin yavaş yavaş hakim olmaya başladığı bir döneme girdi. Öncelikli hedefleri; genç oyuncuları geliştirmek için daha fazla çaba sarf etmek ve profesyonel kulüplerle okul takımları ve amatör ekiplerin entegrasyonunu sağlamak. Çin Futbol Federasyonu’nun yaptığı hamlelerden birisi de ligdeki her takımın 17 yaş altı ve yedek takımının olması zorunluluğunu getirmek oldu. Bundan da önemlisi Milli Eğitim Bakanlığı da futbola el atarak önemli kararlar almakta. 2017’ye kadar lige oyuncu sağlamak amacıyla okullarda 20 bin yeni saha açılacak. Bu sayede 100 bin yeni oyuncu yaratmayı amaçlıyorlar. Ayrıca futbol 2016’da üniversitelere giriş sınavında bir seçenek haline gelecek. Bundaki amaç futbolu eğitim planının bir parçası haline getirip futbola soğuk bakan ve çocuklarının futbolla ilgilenmesini istemeyen ailelerin düşüncelerini az da olsa değiştirebilmek.

Wanda projesi 2012 yılında başlatılan Wanda projesi Çinli çocukların altyapı eğitimlerini Avrupa’da almasını ve ülkeye iyi bir futbolcu eğitimi alıp dönmelerini sağlıyor. Çocukların Avrupa’da başarılı olmaları önemli değil. Amaç aldıkları futbol felsefesi ve kültürünü ülkelerinde devam ettirmeleri. Her sene 10 çocuk İspanya’ya giderek, Atletico Madrid, Villarreal ve Valecia’da çalışma şansı buluyor ve 3 yıl orada kalıyor. Davidsen, “Japonya ve Güney Kore, oyuncularını yurt dışına pazarlamada oldukça başarılı. Çin ise, gençleri Avrupa’ya yollayıp iyi bir futbol eğitimi aldırmayı amaçlıyor” diyor. Öyle ki Çin 19 Yaş Altı Milli Takımı’nın %80’inin de şu anda Avrupa’da top koşturduğunu görüyoruz. Evergrande Futbol Akademisi Ülke futbolunu ayağa kaldırmada rol üstlenen sadece federasyon ve bakanlıklar değil. Çin Süper Ligi’nde yer alan takımlar arasında, Guangzhou Evergrande oyuncu yetiştirme konusunda öncü takım durumunda. 2012’de takımın başına ünlü italyan hoca Marcelo Lippi’yi getiren Guangzhou kulübü şehrin kuzeyinde 1 saatlik mesafede gelişmiş bir futbol akademisinin inşasına başlamıştı. Kısa sürede tamamlanan tesislerde 50 futbol sahası, son teknolojiye sahip spor salonu, olimpik yüzme


Tribünler Doluyor Çin Süper Lig’i, günden güne iyiye giderken, bu gelişme, maçların izlenme oranlarından da anlaşılıyor. Guangzhou Evergrande ve Beijing Gouan gibi büyük kulüpler, kendi sahalarında ortalama 40 bin taraftara karşı oynuyor. Ligin ortalaması ise 19 bin civarında. Ayrıca lig, Asya futbol ligleri arasında en çok seyirciye ulaşan platform durumunda.

havuzu, büyük bir rekreasyon alanı, kütüphane ve çocukların aileleriyle görüşmeye yapabileceği bilgisayar odası mevcut. Kulübün Real Madrid ile yaptığı anlaşma gereği, İspanyol ekip bu akademide çalışmak üzere altyapı antrenörleri vermeyi kabul etti. “Guangzhou Evergrande’nin 2000 çocuğu haftada 6 gün eğitim aldığı bir tesisi var. Burası gördüğüm en iyi akademilerden biri. Ondan fazla Real Madrid’li antrenör burada çalışıyor ve eğitim programını belirliyor” diyor Davidsen. Akademideki toplam antrenör sayısı ise 150 civarında. Atletico Madrid’den Guangzhou’ya gelen antrenör Jose Rodriguez Berraco ise Çin futbolunun geleceğinin burada olduğunu söylüyor: “Bu kadar büyük bir kampüs ve bu kadar çok öğrencinin İspanya’da olması mümkün değil.” İspanyol koç Berraco, Guangzhou’daki tesislerden çok memnun ancak

Çin’deki altyapı teşkilatlanmasındaki aksaklıklar bir sonraki aşamaya geçmelerine engel oluyor. Oysa Berraco’ya göre Çin’de çalıştığı çocukların teknik açıdan İspanya’dakilerden hiçbir eksiği yok. Evergrande’de oyuncular günde 90 dakikayı sahada geçirirken geri kalan sürede sınıfta eğitim alıyorlar. Avrupa’nın seçkin akademileri örnek alınarak bir eğitim planı oluşturulmaya çalışılıyor. Bundaki amaç, ailelerin düşüncelerini olumlu yönde etkileyebilmek. Ayrıca komünist geleneğin katkılarından da yararlanmayı ihmal etmiyorlar. Açıkça görülüyor ki Çin Futbol Federasyonu uzun vadeli planlar yaparak futbolda iyi bir yere gelmeyi amaçlıyor. Kısa süre içinde Çin’in futbolda büyük bir patlama yapması beklenmiyor. Ancak ileride Çin’i daha iyi yerlerde göreceğimiz kesin.


Fırat Topal

Güney Amerika Futbolu HF182

Temmuz ayında Libertadores Kupası yarı finalinde Internacional ile karşı karşıya gelecek olan Tigres kadrosuna Fransız golcü André-Pierre Gignac’ı katarak bu sezonun en ilginç transfer hikâyelerinden birine imza attı. Meksika kulübüne ve yükselen grafiğine biraz daha yakından bakalım


Club de Fútbol Tigres de la Universidad Autónoma de Nuevo León. Güney Amerika’da bulunduğu şehrin üniversitesiyle bağlantısı olan sayısız kulüpten bir tanesi. Nuevo León, Meksika’nın 31 yönetim biriminden birisi ve Birleşik Amerika’nın (Alaska’yı saymazsak) en büyük eyaleti Teksas’ın da komşusu. 1933 yılında bu eyaletin San Nicolás şehrinde kurulan Nuevo León Üniversitesi, Tigres’in bugün dünya futbolundaki yerini elde etmesinde büyük pay sahibi. Zaten onlar olmasaydı kulüp 55 yıl önce daha ömrünün ilk yıllarında tarihe karışacaktı. 1957 yılında şehrin ileri gelen iş adamları, 2. Lig’de mücadele eden Deportivo Anáhuac takımını satın alarak ismini Jabatos de Nuevo León olarak değiştirdiler ve aynı kademede mücadele etmeye başladılar. Ancak, sadece 3 yıl sonra ekonomik problemler baş gösterdi ve yönetim, kulübü üniversiteye devretti. 1962’de Jabatos, üniversite bünyesinden ayrılarak kendi yoluna devam etti. Bununla beraber , 1960’daki devirle kurulmuş, Club Deportivo de Nuevo León adıyla faaliyet göstermeye başlayan ‘Tigres’, yani ‘Kaplanlar’ lakaplı kulüp, üniversitenin kontrolünde kaldı ve giderek hayran kitlesini artırdı. 1967 yılında inşa edilen Estadio Universitario ile beraber Tigres de UANL ismi de resmileşti ve takım maçlarını 52 bin kişilik yeni evinde oynamaya başladı.

1978 ve 1982 yıllarındaki 5 yıllık dönemde Tigres iki şampiyonluk kazandı. Teknik direktör Carlos Miloc, 1978’deki şampiyonluktan sonraki sezonun bitiminde takımdan ayrılmış 1981’de geri dönerek tekrar şampiyonluk kupasını kaldırma başarısını göstermişti. Miloc’un halen kimsenin kıramadığı bir rekoru da var. Nuevo León eyaletinin başkenti, Meksika’nın en büyük şehirlerinden Monterrey’in derbisi, Clásico Regiomontano, Tigres ile Club de Fútbol Monterrey’i (Rayados-Çubuklular) karşı karşıya getiriyor. San Nicolás zaten Monterrey şehrine bağlı. Miloc bu derbi kapsamında Tigres’in başında 13 maça çıktı ve hiçbirisini kaybetmedi. Kazanılan şampiyonlukların ardından takım 90’ların başında büyük bir gerileme yaşadı ve 1996’da küme düştü. Sezonun son maçında hala lige tutunma umutları varken ezeli rakipleri Monterrey onları 2-1 mağlup etti ve 2. Lig’e gönderdi. Ancak izleyen yıl geri dönmeyi başardılar. Bunda kulübü üniversitenin elinden satın alan inşaat firması Cemex’in de büyük bir payı vardı. Ferretti’nin gelişi Kariyerinin 15 yılını Meksika’da geçirmiş ve teknik direktörlük kariyerine de bu ülkede başlamış Ricardo Ferretti’nin 2000 yılında göreve gelişi kulübün talihini önemli ölçüde değiştirdi. Ferretti önce 2003 yılına kadar, sonra da tek sezonluk olmak üzere 2006 yılında Tigres’te görev yaptı


8 milyon dolar’a transfer edilen Jurgen Damm, Bale’dan sonra dünyanın en hızlı ikinci oyuncusu.

fakat başarıya ulaşamadı. Onun ilk döneminde kulüp başkanlığını yürüten Alejandro Rodríguez Miechielsen 2010’da göreve tekrar gelince geçmişte çalıştığı Ferretti’yi hemen takımın başına geçirdi. Ferretti de üçüncü denemesinde takımı 2011 Apertura şampiyonluğuna ulaştırdı. Nisan 2014’te de Meksika Kupası’nı kazandılar ve 61 yaşındaki hoca Meksika tarihinde aynı takımla hem lig hem de kupa şampiyonluğu yaşayan ilk hoca oldu. Tigres, 2014 Apertura normal sezonu ikinci sırada bitirip 2015 Libertadores Kupası’na katılma şansı elde etti ve 6. grupta Arjantin’in River Plate, Peru’nun Juan Aurich ve Bolivya’nın San Jose takımlarıyla eşleşti. Grubu lider bitirmekle kalmadılar aynı zamanda Boca Juniors’tan sonra grup aşamasının en çok gol atan ikinci takımı oldular. İkinci turda karşılarına Bolivya’nın Universitario takımı dikildi. Deplasmanda 2-1 kazandıkları maçın rövanşında 1-1 berabere kalıp tur atladılar. Emelec çeyrek finaldeki

rakipleriydi. Deplasmanda 1-0 kaybettiler, ancak kendi evlerinde Rafael Sobis ve Jose Arturo Rivas’ın golleriyle 2-0 kazandılar. Yarı finalde ise karşılarında Brezilya devi Internacional olacak. İlk maç 15 Temmuz tarihinde Porto Alegre’de. Bir hafta sonra rövanş Estadio Universitaro’da. Dört gün sonra da Liga MX 2015 Clausura başlıyor. Kulüp yönetiminin amacı hem Copa Libertadores’i kazanmış ilk Meksika takımı olarak tarihi değiştirmek hem de kendi ülkelerinin devleri Chivas Guadalajara ile Club America seviyesine gelmek. Copa Libertadores’te 4 gol atan Ekvadorlu Joffre Guerrón ve 7 golle Liga MX’te geçtiğimiz sezon Tigres adına en çok gol atan futbolcu olan Rafael Sóbis zaten Ferretti’nin elindeki yetenekli hücum oyuncularıydı. Ancak CEMEX bu sefer büyük oynamayı tercih etti. İlk hamle Meksika futbolunun yeni yeteneklerinden, Pachuca’nın 22 yaşındaki sağ açık oyuncusu Jürgen Damm için geldi. Chelsea ve Roma’nın da peşinde olduğu yıldız için Tigres, Pachuca’ya


8 milyon dolar bonservis ödedi. 10 Haziran’da gerçekleşen bu transferden 5 gün sonra Nijeryalı Uche Ikechukwu, Los Auriazules’e katıldı (altınmavililer). Ikechukwu transferinde futbolcunun 18 yaşından beri İspanya’da forma giymesinin ve İspanyolcayı çok iyi konuşabilmesinin de etkisi var tabii. Ancak sadece Meksika’nın değil tüm dünya basınının dikkatinin kendileri üzerinde yoğunlaşması André-Pierre Gignac transferi ile oldu. Gypsy King Gignac Fransa’nın gözde tatil mekanı Côte d’Azur’da dünyaya gelmiş bir manuş (Orta Avrupa’da, özellikle Fransa’da yaşayan çingenelere verilen isim) AndréPierre Gignac. Karavanda büyümüş ve daha küçük yaşta annesiyle birlikte pazar yerinde kendilerine para getirecek ne varsa satmaya çalışarak geçirmiş çocukluğunu. Futbol yaşantısı ise dalgalanmalarla dolu. 17 yaşındayken Lorient’e adım atışı, 2 kez bileğinin kırılması, üçüncü ligdeki Pau’ya kiralık olarak gönderilmesi ile dibi görmüşken Pau’da golleri sıralamasıyla Lorient’e dönüşü, döndükten sonraki sezon takımın en golcü futbolcusu oluşu ve Toulouse’a transferi. Ardından Johan Elmander’in arkasında kalması

sebebiyle tekrar düşüşe geçişi, kumara, pahalı arabalara ve daha da kötüsü pizzaya merak salmasıyla beraber aldığı kilolar. Gary Megson, Elmander’i Bolton’a götürdüğünde ona da büyük bir iyilik yapmış oldu çünkü Gignac forvet hattındaki birinci seçenek haline gelmişti. Oradan sonra da Ligue 1 gol krallığı ve ulusal takıma kadar gidecek yolculuğu başladı. Bentley arabasını Smart ile değiştirdi. Ailesine daha fazla zaman ayırmaya başladı ve yediklerine dikkat etmeye başladı. Ailenin şansı o denli dönmüştü ki, zamanında oğlunu bir karavanda büyüten annesi Corinne, ‘Var Mısın Yok Musun’ yarışmasının Fransa versiyonunda 100 bin euro kazandı. Gignac, Olympique Marseille ile bu sezon sonunda biten kontratını yenilemedi. Tigres ona yıllık 3.6 milyon euro önerdi ve o da bir Fransız için oldukça sıra dışı bir transfere imza atarak Meksika’nın yolunu tutu. Takımın Copa Libertadores, CONCACAF Şampiyonlar Ligi ve Liga MX şampiyonluklarını kazanması durumunda bu maaşın üzerine 4 milyon dolarlık bir bonusu da yazacak. Ülkesinden uzakta Didier Deschamps’ın onu görmesi biraz zor olacak, ancak eğlenceli günler yaşayacağı kesin.


Rob Schneider sıkı bir Tigres taraftarı ve arkadaşı Adam Sandler’i de bağlamak üzere.

Hollywood yıldızlarının takımı Tigres, Meksika’nın taraftar desteği açısından en şanslı takımlarından birisi. 1996’da Liga Ascenso’ya düştüklerinde bile iç saha maçlarını kapalı gişe oynuyorlardı. Estadio Universitario’daki maçlara her sezon ortalama 37 bin kişi geliyor. Deplasmandaki maçlara seyahat eden taraftar sayısı da oldukça fazla. 2013 yılında San Luis ile oynayacakları maç için 23 bin taraftar şehre gitmişti. Taraftarlar arasında tanınmış simalar da var. Birleşik Amerikalı komedyen Rob Schneider koyu bir Tigres taraftarı ve hatta yakın arkadaşı Adam Sandler’a da forma giydirip

sosyal medyada kısa sürede yayılan bir fotoğraf yayınlamıştı. Kulübün ezeli rakibi C.F. Monterrey ve iki kulüp Clásico Regiomontano tarihinde birçok unutulmaz maç oynadılar. Bu maç aynı zamanda Meksika’nın en büyük rekabeti El Súper Clásico’dan sonra ülkenin en büyük çaplı maçı. Hatta El Súper Clásico’nun taraflarından Club América’nın Mexico City, Chivas’ın Guadalajara şehirlerinden geldiği göz önüne alınırsa UANLMonterrey maçını ülkenin gerçek anlamdaki derbileri içinde en büyüğü sayabiliriz.


İlker Yılmaz

Futbol Kütürü HF182

‘Kayer’ mi, ‘Keyer’ mi, ‘Keğa’ mı? Kuyt’ın telaffuzundan sonraki yeni trendimiz bu. İsimler değişecek ama futbolcuların nasıl telaffuz edilmesi gerektiğinin tartışması değişmeyecek. Bu kez sözü uzmanlara, futbol spikerlerine bırakıyoruz


Sezonu hayal kırıklığıyla bitiren Galatasaray Türkiye’de yılın bombasını patlatmış ve Barcelona’yla Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanan Frank Rijkaard’ı teknik direktörlüğe getirmişti. Başkanın sahip olduğu otelde yapılan basın toplantısında bir muhabir Rijkaard’a isminin nasıl telaffuz edildiğini sordu. Hollandalı teknik adamın cevabı çok kısaydı: ‘Frank!’ Bazı futbolcuların veya teknik direktörlerin isimlerinin telaffuzları özellikle sosyal medyayı kullanan ülke gençliği arasında ufak çaplı bir infial yaşatıyor. Kuyt’ın ‘Kayt’, ‘Kuyt’, ’Köyt’ olarak telaffuz edilmesi, yıllardır ‘Holosko’ olarak bildiğimize ‘Holoşko’ denmesi, James Rodriguez’e ‘Hames’ denmesi aklımıza son zamanlarda gelen birkaç örnek. Şimdi sıra Kjaer’de. Acaba ismi nasıl okunacak? İlk olarak yazarımız Emre Çelik’e sordum, ‘İspanyollar isimleri nasıl telaffuz ediyor?’ İspanyolların bu işin üstüne çok düşmediklerini söyleyebiliriz. Real Madrid, Bercelona veya

Atletico Madrid seviyesinde yıldız bir oyuncu değilse eğer İspanyol spikerler dillerinin döndüğünce futbolcuların ismini telaffuz ediyor. Keza İngilizler ve Fransızlar da böyle. Orhan Uluca ise Almanları bir kenara koydu ve muhakkak Alman spikerlerin futbolcunun ismi yerel dilde nasılsa öyle söylemeye gayret ettiklerini belirtti. Sabri Ugan (TV EM) Baştan belirteyim, ben orjinaline sabit kalarak anlatmayı seviyorum. Mesela Lamonica’nın okunuşu Fransızca ‘Lamua’dır ama biz bunu ‘Lamonçiya’ diye okuruz. James Rodriguez İngilere’de ‘Ceyms’ diye okunur ama Kolombiya’da ‘Hames’. Steaua Bükreş’in aslında okunuşu ‘Şitau Bükreş’ değil, ‘Siteva Bükreş’. CNN Türk’teyken bir karar almıştık; Tamam bu takımın adı ‘Siteva Bükreş’ ama ‘Şitea Bükreş’ olarak okumaya devam edelim. İnsanları maç izlerken maçın heyecanından kopartmayalım, nasıl alıştılarsa öyle söyleyelim. Çünkü burası bir ders ya da öğretme alanı değil. Deschamps’ın adı da ‘Döşam’ diye okunmaz, ‘Deşam’ okunur. Fakat ‘Döşam’ izleyiciyi rahatsız etmez de ‘Ceyms Rodriguez’e alıştıktan sonra ‘Hames Rodriguez’ daha çok rahatsız eder.


Sizin bir Holosko telaffuzunuz vardı. Oldukça tepki almıştınız Ben ‘Holoşko’ dedim, ismini doğru telaffuz ettim ama neredeyse linç ediliyordum. Hayatım boyunca da ‘Holosko’ demedim. Haberlerde de ‘Holoşko’ diyordum ama o zaman pek bir tepki görmüyordu. Ama bunu herkesin izlediği bir karşılaşmada söyleyince vay efendim neden Holoşko dedin diye eleştiri aldım. İnsanlara ters geldi. Bence alışkanlıklara dokunmadan, yeni isimler kendi dillerinde söylediği gibi okunmalı. Bir sonraki maça da aynen şöyle başladım, “Adı ‘Holoşko’dur ama insanlar ben ‘Holoşko’ dediğim zaman çok tepki gösteriyorlar. Siz bunun ‘Holoşko’ olduğunu bilin ama ben sizlerin istediği gibi Holosko diyeceğim.” Bu konuda en güzel cevabı Kuyt vermiş. İngiltere’ye geldiği zaman adının telaffuzunu sordular; O da benim adım ‘Kauyt’ diyor, (kağıt gibi). ‘Ama bunu söylemekte zorlanıyorsan da önemli değil, ‘Kayt’ de bana diyor’. İngilizler de ‘Kayt’ demişler. Bizim maç anlatıcıları olarak bir derneğimiz

yok, ‘Arkadaşlar bunun adını şöyle söyleyelim’ diye sözbirliği edelim. Mesela şimdi Kjaer geldi. Onu nasıl telaffuz edeceğiz? ‘Kayer’ demeyelim lütfen, çünkü telaffuzunun ‘Kayer’ ile uzaktan yakından alakası yok. Xavi’nin ilk oynamaya başladığı dönemler bana denk geldi. Maça erken gitmiştim biraz, bir görevliye sordum, Xavi’nin telaffuzunu bilemedi. Çünkü Xavi de Katalanca. O yüzden alışılmış isimleri olduğu gibi söylenmesini ama yeni gelen isimlerin de kendi ülkelerinde söylendiği gibi söylenmesi taraftarıyım. Ama bunda bir standardın oluşması çok zor. Maçlardan önce nasıl hazırlanıyorsunuz? Forvo.com’dan çok fazla yararlanıyorum. Özellikle o ülkenin insanlarına telaffuz ettiriyorlar. Mesela Jose Mourinho. İspanya’da ‘Hose Mourinho’ diyorlar. Portekiz’e gittiğinde ‘Jose Mourinho’ deniyor. Mesela Portekiz’e gittiğimde birisi bana ‘Tello’ ne yapıyor demişti. Bildiğiniz gibi telaffuzu ‘Tello’ değil, ‘Teyyo’dur.


Bir gün de Hırvatistan maçı anlatacağım, Hırvatistan başkonsolosluğunu aradım. Adam şaşırdı, ilk defa başıma böyle bir şey geliyor dedi. Teker teker bana telaffuzlarını öğretmişti. Bu standartlar genelde Fransızca isimlerde olur. Biz de zaman zaman yanlış söyleyebiliriz. Ben orjinalinin söylenmesi taraftarıyım ama söyleyemiyorsak dili çok fazla zorlamaya gerek yok. O yüzden orjinali dilimize uyarlayarak söylemek daha doğru. Yalçın Çetin (TRT) Öncelikle belirtilmesi gereken temel konu, mümkün olan en doğru şekilde isimlerin telaffuz edilmesi. Oyuncunun uluslararası kabul görmüş ismi kadar kuşku yok ki yerel anlamda kendisine nasıl telaffuz ediliyorsa o şekilde ifade edilmesi en doğrusu. Ancak milletler arasında zaman zaman gırtlak yapısından veya kelimelerin kullanılış şeklinden kaynaklı değişiklikler olabiliyor. Türk insanının dil yapısıyla Flemenk arkadaşın dil yapısı arasında farklılıklar var. Bunun örneği bir dönemin en ünlü oyuncuların biri Gullit. Hollandalılar bizim söylediğimiz gibi söylemiyordu, daha genizden ismini telaffuz ediyorlardı. Dolayısıyla ideali bu olmasına rağmen biz kendi dilimize uygun halini tercih ettik. Uluslararası olarak da Gullit tercih edildi. İngiliz

spikerler Hakan Şükür’ü yıllarca ‘Hakan Sukur’ diye anlattı. Dolayısıyla dil yapımız uygunsa futbolcunun ismini kendi ifade ettiği şekilde telafuz etmemiz lazım. Eğer söylenemiyorsa da çok da zorlanmayacak. Bu çok da üzerine gidilecek bir konu konu değil bence. İzleyicilerin eleştirilerine ne dersiniz? İzleyici ve dinleyiciye de bu şekilde anlatarak eleştirilerin dozunu biraz azaltmak adına çaba da harcanmalı. Bazen de kaçış yoktur. Dinleyicinin bu şekilde tepki göstermesini doğal karşılamak lazım. Maçlara nasıl hazırlanıyorsunuz? Eğer sezon içinde çokça anlattığımız, kamuoyunun çokça bildiği isimlerin olduğu bir takımı anlattığımızda uluslararası anlamda kabul gören telaffuzlar ilk tercihimiz. Ancak mümkün olduğunca doğru telaffuzu ortaya koymak gerekiyor. Ben, telaffuzunda tereddütüm varsa internet üzerinden okunuşunu dinliyorum. Ama yıllarca oynayan ve uluslararası kabul görmüş isimlerin telaffuzunda çok da oynanmaması gerektiğini düşünüyorum. Ama henüz 17 yaşında, kendini yeni tanıtmaya başlamış bir isimdir, bunun en doğrusunu öğrenip ona göre ifade etmekte yarar var.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.