İKİ ŞEHİR ARASI GECE VE ŞEYLER Serkan IŞIN
1
BİR DERİ BENİMKİSİ İÇERDEN BAŞLAYAN BİR YANGIN DÜRTÜSÜ TERSYÜZ GELİŞİGÜZEL BİR SÖYLENCE BÜTÜN BÖLÜMLERİ TUTUKLU BÜTÜN KORKULARI UYKUSUZ VE AÇ Oktay Rifat Kahvedeki Adam Koca Bir Yaz
2
M
etropol’den
Ă–
(1992-1996)
3
nce
İZMARİT KULLANMA KILAVUZU 1 Ruhun Ölümü Üzerine Ruhdökümü bu, pirinç kalıpta Yan bakıyorum mevsimlere, duruyorum, somurtuyorum Kalın paslı raylar döşeli içimde Ve bir römorkör -ağır buharlı- kelime… Biliyorlar dişimi: susuyorum Teğet veya verevine kağıda düşüyor Düşkırıntılarım önce dişten başlıyor yaz yüzgörümlüğüm önümde işte yüzüme ütü bastırıyorlar “uff sıcak” burnum düz, dudaklarım içe kıvrık ve dişlerimi saymazsak artık -elmacık kemiklerimi de kıracaklarındanyüzüm çöküyor ruhumun içine et, cıvık et, ifadesi hamur bakışlarım ağırlık çökünce dudaklarıma yapışıyorlar, iç kanaması fıtrattandır bende pencere önündeyim başımın gölgesi düz çizgi duvarın ötesinde çitler duruyor paralel yüzüme aynı ipte titreşiyoruz ahşapın mânâsı yüzümde telefon çalıyor ahizeyi dayıyorlar yassı yüzüm duvarda ve sesi sevgilimin odayı kaplıyor – iletiyorum sesi ahşap tenimdeeşyalar yer değiştiriyor işkence başlayacak az sonra yüzümü saate yapıştırıyorum tiktaklarında Zaman giriyor içime eşyalar durdu.
4
2 Pencereden içeri ağaçlar giriyor Kapıdan keser ve balta: tunç ve demir Bir it dalaşı odanın tam ortasında Çığlıklar atıyorum Tutan yok Dallar düşüyor Yapraklar kesik kıymık şehit Tuncun zaferi oduna Sığ bir ırmak giriyor içeri Oda dolup taşıyor Telefon bir daha çalıyor Açmıyorum Ama telgraf direklerini öpmemle Yine sesini duyuyorum Beni çağıran gündönümlerini çekirdek ağaçlarını akasyaları altında seviştiğimiz uyanmak için masal kitabını yakıyorum ışığını odamın ortasında yerde yatıyorum uyanıyorum uyuyorum her gece sabahın bir yerinde uyanmak için: ruhdökümü için. Dalından Kopmak Üzerine 3 Bir cesedin gözlerine Bakarken buluyordum seni Gözbebeğine vuran Günışığı gibiydin Islak ve içten yansımalı Mendillere doldurmak istiyordum Seni kirpiklerime gömmek en karanlık anlamda Kıvır kıvır saçlarını bir tutuyordum Bir bırakıyordum al kan rengine boyalı Ardından Etin ve ruhun çatışık beraberliğinde Buluyordum seni En çok seni böyle kaybetmek Korkutuyordu İnce ve düz.
5
4 Sandalyelerin dili olsa da Anlatsalar yalnızlığımın çarpışını Yavaş adımlarla Ve parçalanışını Karayele günbatımına ve güneşe
5 Binbir kutudan fışkırarak akıyordu Tül bir geminin direkleri Miçosu kaptanı Bir palyaçonun kırmızı burnuna benziyor Ki unutmuşuz onları ve yaşamı Ne kadar parlak. 6 Seninle istanbuluz Bu da ispanyol bir sabah Çünkü kemiklerimizin üzerine oturmuşuz Küllerimiz savruk en yapışık gökte 7 Bulutla buluta Cennetle cennete İbrikle bahçeye ve aydınlığa Açılıyordu ağzımız. Sofrayı erkenden kuruyorduk İçecekleri erkenden koyuyorduk ırmağa Karpuzu ve kanı da. Çitleri ise onlar yıkıyorlardı Sağlam baltaları ile yaşamın ve Kısır döngünün dolaylı bir yolla. 8 manzaranın ardında kırık kemiklerini ve iskeletlerini görüyorduk akasyaların beyaz ve sorumsuz ilerliyorlardı gecemize
6
9 bir somun yeter diyorduk gece aç ve soğuk içini çekiyorduk denizin mavi şırıngalarla suyla suyun içine iniyorduk bütün evlerini beyaza boyuyorduk yaz köylerinin kar altında kalmış gibi gözüksünler diye korkuyorduk alırlar, alırlar ve bize sadece kırılmış kalplerini bırakırlar ceylanların ve o küçük köylülerin. 10 en yazılmayanla başlıyordu rengimiz en anlatılmazla en dorukta 11 küçük ellerini kuruluyorsun biliyorum yorgunsun kolay değil o devin evini alıp çıkarmak yaz manzarasından ve atmak çöplüğüne solucanların 12 bittiğinde gitmiş oluruz gölgemizin gidemediği yere güneşe 13 terkedişini hatırlarım atına atlayışını ve vuruşunu geceyarısını gözlerinle senin gidişin hüznün gelişi çörekler ve iç geçirmelerle
7
14 ayrılık yabancı değil hani şu ölümle ikizdir de daha beter eder insanı tanırım onu o en zor olanıdır bütün cesetleri ve yüzleri arasında çiçeklerin. 15 uğursuz ama benimsin.
8
BİZ VE O ÜZERİNE 1 istediğimiz öyle büyük saraylar değil ya da yağız atları ile cengâver askerler biraz hayal ve birkaç somun ekmek açgözlü falan da değiliz ne çok kazanıp kral gibi ne de az kazanıp köle biz elimize bakıp geleceği de okuyamayız halimizden bir biz anlarız bir de O. 2 yaprakları açtırarak uzun ve doyumsuz kapılarını kapıyordu bahçelerin içine gerilmiş odalar bir martı su içiyordu martı bize görünüyordu sadece insansı bi’gülüşle yüce sonra kayboluyordu bilinmez o hep güzel. 3 hayalin ortasını hep bize bırakırdı kendisi tokmuş gibi yapar bütün kinini kusardı peştemalına siyah ve umutsuzsa o bizim de pembe deve dikenlerimiz var dünden yarına aşıracağımız O’nun bahçesinden. 4 büyük düşünmeli de o balığı kim yutacak küçük güzel gözlü kız ellerini tutsam korkarım çünkü ellerin bir peygamber devesinin dizleri kadar soğuk ve doyumsuz çiftleşme vakti gibi. 5 büyük yolların adamıydı o büyük yorgunluklar içerdi şarap niyetine sonra tükürürdü kanını açısızca bir bakışla uzun sarı saçlarından sürükleyip yılları fırlatırdı duvara ardından kızıl sıcak akışkan bir gül çıkarır koklardı onun ellerinde çizgiler yoktu gözleri ise kısık ve çapaklı.
9
6 kıskançlık nedir bilir misiniz çiçeklerim bilir misiniz onu bilmezsiniz uzun yapraklarınızdan başka neyiniz var ki oysa benim ölülerim var raflarda bekleyen. 7 O’nun gözlerine bakmaya çekinirim Sandalyenin arkasına saklanırım Gülünç Neden böyle olur ki O sade bir resim. 8 bir delinin hünerli bakışlarıma karşılık verişi hayrete düşürür beni sonra uçarız beraber kolkola mendillere sararım onu soğumasın ve çürümesin gözleri diye 9 birimizin eli kanasa ya da gözü çıksa burnu düşse mesela hep o düşsel kuş elinde yıldızlarla dönerdi nedendir bilinmez yaramıza bir şelale uzatırdı ki suyunu içerek ölmek meleklere özgü acı ve tarımsal bahçe sulanırdı bulanık yaz akşamlarında. 10 korkuluğa doğru uzuyorduk onlarsa samanlıkta sevişirler kargaları ve kuzgunu biz beslerdik onlarsa yabanı ve çitleri ardından biz onların yerini alırdık onlarsa ölülerin.
10
11 dudaklarını ve başını alıp dağa çıktı mı gözükmez olurdu duvarlarını yıktılar sonra helalleşti bizle bir gözü yoktu bir gözü yok oluşunda mavinin ve düşün. 12 onca yıl arayıp da bulamayınca bir yeşil atkı doladım boynuma kurtulmak için yok olan derenin kalıntılarından ve altından çıkan kuşlardan. 13 bir sofaya başını kesip koyuyordu çalakaşık saldırıyorduk öncü yüzünü ekşiltip güneşe dönüyordu onun burnunu ve pirinç gözlerini kuşlara verdik dişleri ise yıldızlara bakar korkmuş ceylanın küçük … gibi. 14 işte bir ağaç böyle devrilir ağaçlığını bilmeden ve yaprakları canlı iken fakat sen ve senin gözlerin için değer bütün ormanları ile dereleri cennetin. 15 bütün bunları sen gül diye yazdım gül ve bana ver anlaşılmayanı.
11
16 kralın şarabından içerek getiriyordu acıyı kanı ve geceyi geğirerek bırakıyordu kollarımı ki tadı hala ekşi bir limon dilime dikey bir kaşıkla açıyordu dişlerimi ve kırılmış dudaklarını atıyordu ağzıma altın kabına alıyordu damağımı şimdi yüzsüz ve sıcak yerde etlerinden soyundu biranda çıplak kırmızı olabildiğince derisini sıyırtarak başlıyordu dansa yakın bir meleğin dönüşü gibi dolaylı gökyüzünde sarı ve mavi akasyalara benziyor yaz günü açan elime yapışık elini duvara bırakıyordu her çarpışında akşama ve yazgıya acıyan gözlerini kesiyordu bir neşterle akıp gidiyordu o beyaz suyla birlikte güneşi unutuyordu yavaşça bir geminin yelkenine benziyordu O yırtık ve rüzgarlı delik deşik bağırıyordu korkutucu sesiyle anlaşılmaz güllerini bir limana yok oluyordu sonsuza yakınsak ve biz ona ıraksıyorduk her dönüşünde biraz eksik ve büyük yalnızlıklarla acılı böyle bitmez bu böyle yürümez her seferinde kaybetmemeliyiz O’nu ve iç çekişlerini.
12
18 sadece bir başlangıç bu onları yabancı bilmedik hiç yadırgamadık onların evleri ayrı masaları çiçek biçimli gözlerle yüzen ellerini açarak konuşurlar yüzlerine bakmadan gökyüzü gibi duru mezarları altın kaplamalı yerin dibinde. 19 saatle saatin içine girerek bırakıyordu toprağı ve ateşi ardından tarlalarına koşup getiriyordu başağı ve pamuğu beyazlığını da katıyordu büyütecinin altında güneşler eziyordu en küçülerin içine bizi koyuyordu. Kanlı canlıydık çünkü Bizim ellerimiz kemiksiz ve etli Hiçbirininkine benzemez Onlarsa Kaybolup ağlayışındalar Acının ve göğün Geriye kalanları Toplarken rüzgar İple ağaçlara tırmanıyorduk Yapraksız Kırkayakları yakalayıp Koparıyorduk dallarından Ve bu resim hiç bitmiyordu Renklerini birbirine karıştırıyorduk Gökkuşağının Korkunca koşuyorduk Çağırmadan tanrıyı ve melekleri Mutluyduk Bu sürek avında Avlanan avcı Biz her iki anlamda Bırakın da başını vuralım Yalnızlığın ve ayrılığın Kendi kopuk başlarımızla.
13
BAHARIN ELLERİNİ BAĞLIYORLARDI Baharın ellerini bağlıyorlardı, Güz sarısı ve karanlık Güneş ise uzakta Yardım eden yok Baharın göğüslerini yarıyorlardı Süt beyazını ve ahengi alıyorlardı Arıları ve kuşları da Renkleri kazıyıp Eziyorlardı Günün en sıcak saati En kavisli bakışımız bu En kahrolsı dalımıza basıyor ağaçlar Güneşi istiyoruz Karanlık Ve Hep böyle sürecek Baharı çarmıha geriyorlardı Gözyaşlarını tutamıyordu güneş Tüm kuşlar ölü.
14
SİYAH BİR GÜNEŞTİR GECE Siyah bir güneştir gece Ki yıldızları ile beyaz bir Açıyı temsil eder Dört köşeli evrenin ardına bakan Gözleri gibi Zaman’ın karmaşık Düzenin ahenkli akışını Anlatır en kuşkulu nefes alışta Gece ellerini göğsünün içine Doğru uzatan meleklerin Saçları gibi Güneşi arkasına Alarak hep o düşsel odakta yoğunlaşır Ve donar Çiçeklere paralel Sonra En yakın kıyıya çarpar yine ve Yansır En karışık gökte İşte böyle bir geceydi Yıldızları elimizi emen sıcak denize vuran Samanyolunun iplerini yakaladık Ve bağladık serçelere Biz geceydik gece ise o kuş Görünmez ay arkasında Bulutsu ve bulutsuz bir yok oluşun Ayaklarını yalıyordu kediler Sonrası meçhul, Geceyi hiç böyle görmemiştik.
15
KURTULUŞ I Bir savaş zamanı ölülerin ellerini Dikiyordu o Karşısında Rembrandt bulutlar Pencere kenarında Ellerini yıkıyordu Kır bir atın gölgesinde düşleri Terkisinde ıslıkla bir türkü söylüyordu Görünüde at var sadece Kendisi düşleri ile yorgun Bir köşede Kendi ellerini teğelliyor ölülere. II O bir koğuşa Ellerini veriyordu önce Sonra elbiselerinin mânâsını Ve en sonra çıkarıp gözlerini Veriyordu erlere, bir avuç et olan erlere Savaş yerinde -ki eski masallardan yüceo bir cennete adını veriyordu önce kırılarak parça parça iplerle içine inerek sonra bakraçlarla toprak getirerek kendi göksel tarlasından bir selam çakıyordu sonrası bilinmez sonrası yok oluşunda harfin ve sözün kara bir trenin vagonları yaralılar yaralılar ve fesleğenler menekşeler en güzeli en incesi
16
III Yine o Kapkara Yine o Rembrandt bulutlar Yine vagonlar Birkaç yol geçtik Birkaç dere Ve bıraktık onu Tuzlu sulara gömülü Bayraklarını atarak deniz ve ateşe Kapılar açıldı At hâlâ görünü içinde Kapılarla yitikliğe uçandı o Öksüren ve çağıran çiçekleri Kendi ölürken çürük gözlerle Diğerleri yaşar mı bilinmez Eve gitmek istiyordu Oysa aramızda sûretî ve sukûneti
17
SOLGUN Rüzgarsız bir gecenin Dolunaya vuruşunu canlandırarak Her güneş kendi bakracını boşaltıyordu ellerimize ve altın rengine vuran bir toz bırakarak ilerliyorduk biz ardımızda sonraları umut ve yalnızlık az önce içki ve nargile karıştı birbirine bizse şaşkın aynalara dönük gerimizde kalanı bilmedik O’nu ve siyah gözlerini çağırıyoruz şimdi Boşluğa çağlıyoruz yükseklerden Kuma boşalıyoruz inci şıkırtısıyla Midye kabuğundan aşılı bir ağaç gibi Solgun denizler sevdik işte Solgun denizler öptük Tuzlu salyalarında binbir karantina Canlanmaları için öptük denizleri Canlansınlar ve Açsınlar güneşe karşıcı gelen sokakları ile Gül bahçelerini Canlansınlar ve Geri dönsünler sıtma ve gürz kokan korsan seferlerden Kapısız penceresiz koğuşlarına mahallelerin.
18
O KANATLARINI DEĞİL ÖZGÜRLÜĞÜ SEVER, BU YÜZDEN DİŞİDİR Kimbilir nerelerdedir şimdi Otların arasında çoktan kayboldu Korkuluk üzerinde tünemiş ya da Karga kanadını yalıyor olabilir Buluttan buluta geçişin en gizli Anlamını arar O Yavaş adımlarla ilerliyor olmalı Çünkü ayağını her atışında geceden güne Bir lâle büyüyor sararmış ağzıyla Hastalıklı belki de cüzzamlı bir Kuşungagasını ısırıyorken Birden biryerden kayalar arasına Dalandır O, Kirpiklerine diktiğim cesetleri Toplamıştır şimdi rüzgar Ellerinin arasına sakladığı güneşi Saldı gökyüzüne Bunu anlamak kolay çünkü artık Sadece ay ağlıyor geceyle sarmaş dolaş O oyukta Yine kuşlara ve fesleğenlere dönmüş olmalı Onların arasında ne yapar bilir misiniz O bir kuyudan kan ve irin çekendir Sulamak için Zaman’ın acımazsız güllerini Yılanları ve kirpikleri bir sepete doldurup Satmaya gider pazarda, Kasabaya hiç uğramaz O’nun dikenleri var gül bahçesinde yüce Bize görünmez O Sadece meleklere ve geceye değil Kırkayaklara tahtakurularına gergef kuşlarına iblislere hamur açar Kanlı sofrasında Pencerelere takılır gözleri bazen Süpürür siler bir bakışıyla Fırtına vakti Terkisine atladı mı Doğru cennete gider O yazın yağmur damlarında yaşar Kışınsa dolu ambarlarında Güz vakti çıldırır İlkbaharda ölür, tanrıdan konuşur Dua eder yaşamamız için Onu tanımayız ama O bizi tanır.
19
BİR UMUT İŞTE BÖYLE ÖLÜR VE CESEDİ BÖYLE KOKAR GÜZ VAKTİ ELLERİMİZDE ARDINDAN… nedeni bilinmez yeşil bir fırtınanın altına imzasını atıyor gözleri ile etekleri uçuşuyor en sıcak tonunda güneşin ve ayın savruk bir bulutun göğe çocuğunu bırakışını canlandıryor her hayal kuruşunda O bir cennetin parlak olan tarafına karanlığı ve geceyi taşıyor gülüşündeki gizin içinde O’nu anlatmak için topladım tüm ölüleri çağırdım dört bir yandan tüm taşları dizdim önlerine atlamaları için bir buluttan ötekine ve yine de mutluluk dedi mi o adını yazdı mı gecenin kanlı tenine ölüler durdu ve ağladık Bir cesedin boşluğuna Çiçekleri kurutup koyuyor şimdi Yırtmacına dünyayı saklamış Cennetine bakarız her sabah Bahçesi kapalı bize Elleri temiz ve ölümsüz Siyahın her tonuna bakar Her gelinciğe gülümser bir Fincan sadeliğinde çinilerle dost Nedeni bilinmez bir yeşil Ormanın perisiydi o Tüm kurtlar ve böceklerle sevişen (Böyle hayal ettik seni böyle inandık ve öldürdük sevgimizle şimdi çekilirken aramızdan gözlerimize bile mil çektik ki gözyaşlarımıza engel)
20
CENAZE BİTTİ Cenaze bitti a. Kaşların gerilmiş Kapalı bir kutudan Yaylarla fırlıyorsun Anlaşılmazın hangi yüzü Bu böyle ki kalın Sesiyle çağırıyor alacakaranlıktan Ufukta ay ile güneşin Tüm ardışık ikizlerine hükmedercesine Tırnaklarını geçiriyor sonra Gözlerimiz iflas etmiş Kralların altın tahtlarına oturan ölüm Ve Kırbacını sallayan yalnızlık Nasıl bakıyorsunuz bana Sanki ölmüşüm gibi. b. cansız fidanların sağır sülünlerle dans edişini biz yazardık sayfalarla çatışık ellerimizle kalemi ise kendindenkerametlitanrı tutardı ışık dansı bu aydınlık mezarlıktan geçen. c. adını ateşte yakıp kurutunca denizinde atların kişnemelerini duyar mısın benim için öldüm ben kalk ve doğrul mezarından küçük kardeşim tüm ardılkardaşlarım. d. cenaze bit-miş.
21
BİR SIKINTIDAN SOKAĞA KAÇIŞ 1 çatılar dolmuş kuş kanatlarına bulanmış kanamasız bir ova soluk soluğa bir kertenkele dalıyor sokağa tüm dişleriyle gülen aydınlık kavuklarını açtı dudakların ardı boş dolu yapraklarla ağaç düşerdi sonra bir kitabı kapatır gibi senin gözlerin bir bütünü bırakıp diğer bir yarım aya koşardı gece oldumu yıldızların sonuna ulaşıp alacağım seni sen imgelemin efendisi. 2 küçük bir bulutun aralıksız hıçkırığıdır yağmur ayaklarına beni bağlar kaçıp giderken o yoğun saflığa dişlerimin arasına solucanlar saklar karanlık bakılmışsa bize benzer ve aydınlık sadece güler imgelemin kuşatılmış tüm kaleleri mum alevine sargısız yaraları tutup mavi muskaların içine kaderi yaz: bacakların ikiye ayrılır bir güne bir geceye ve parlak bir ateş olursun yanarken kaşların sonunda sıkıntı biter gün doğar düşlerin üzerine. 3 karın altında kalan en büyük yalnız da çıktı sofalara bahçe yandan kapalı bir sokak gibi açılmayan son çiçekleri de bıraktı saksılara seni toplamak için koparmak gerek tüm evreni olduğu yerden kalan boşlukta ne varsa senin tüller ötesi, düşler arası ve kovuk dışı sana bana ait hepsi bacaklarımın üzerine koy başını sağlam ve düzgün tonunla gözlerime bak bütün çağlayanlarınla gel bütün çığırtkanlarınla göğüslerini aç ve bırak sütünü uçlarından tarlama
22
M
etropol’den
S
(1996-1999)
23
onra
İSA GELMEYECEK? Şimdi ben anlatmaya başlasam Sigaram biter, bakkalar kapanır, ayyaşlar ölür İzmaritler çöp kutularında beklerler Bu bekleyiş fıtrattandır, önlenemez Dört bir yanda adı aranır istek'lerin Biz ne yaptık ki size ey a’biler Şiirimizin çift cinse hitab-ı hükmü kime? Sonra kadınlar ne der ki şiirin yapısına Önlenemez olan biraz da kadının 9 şehvetidir, 1 aklıyla bacak arasında tuttuğu Her şiirin biraz daha uzak’tan gelmesi şehrin duvalarına çarpmasındandır, Çarpıp geri dönmesinden Kim bilirdi ki iki leş sakince içeri girecek, mumları yakacak Ve bir jeneratörün inleyen/böğüren sesiyle karışık Doğu’lu bir söylence(!) sunacak bizlere Kim derdi ki çıkarlarını düşünmeyenler, Türkiye’nin Ruhu’nu yazamayacak Ve yazılmayanların en güzel kaldığı tüm dış çağ düşlerine bir göç başlayacak İsa gelmeyecek Anlatılanlar doğrudur elbet, önce sevgiyi öldürdüğümüz doğru Ne kadar ayağa düş’se de , silinip gittiği doğru Sıkıştırıldığı doğru, ezildiği ve emildiği Hatta onu görenler şaşırmaz bile… Az ile yetinmeliyiz şimdilik Sonra cennet bahçeleri, huriler Zaten ancak bu kadarı ile bile gözlerimiz kamaşır, dilimiz çözülür Ekonomisini yoksullukla belirleyen hayatlarımız Sonsuz grev taleb eden romantik yazarlar’a haklarını vermeyin Bırakalım onlar da çalışmasını öğrensinler, yazmaya başlamadan önce Her çocuğu bir intiharı vardır ve buna Tarihin sonu derler. İsa gelmiycek.
24
İki Şehir Arası Kuş Resitali Yola çıkışlardan en zoruydu Bir yanda pencereden yanağıma dokunan İstanbul Sesimi bir türlü yetiştiremediğim Kadıköy sokakları Elimin kırmaya korktuğu camdan yürekler Giz'leyenler, gözlerinde tecessüs'ün yüzünü gördüklerim İlerleyerek türettiğim hüzünelerin içinden Arada bir vites yukarı, yokuşta bir vites geri Sürükleniyordum, sigara içilmeyen bölümünde trenin Her a'nı işliyordum irisime, ısrarla yiten şehre inat Yolculuklar hakkında Yazılmamış bir romanın deneme sayfaları gibi tereddütlü Yola çıkışlardan en zoruydu Odalar arası uçuşan güzel gül kuşları Kesiyordu önümü dağların arasında Uçurumlar, kasisler ve çok önce olmuş bir kazanın Soluk ruhları Yol bir kazaya gebeydi, soluyordu Tekerlekler altında eriyip giderken şehirler Dağlar şişiyordu her sollamada karnı burnunda bir tazenin ilk doğum çığlığı Anlıyordum, ama ölüme karşı merak İstanbul'da başlamıştı, teneşirin ağır kokusuna Müptelalığım Ve her yolculuk bir hariciye koğuşuydu aslında Beklemekten ve susmaktan dilimin çürüdüğü şehirde Kaza'nın şeyleşmesini tanıyordum Her gün görürdüm izlerini kazaların Ama iki şehir arasında bir kuş resitali dinlerken Unuttuğum İkinci şehre giremeyeceğimi söyledim kendime Dağlar derin derin nefes alıyordu Makinist her an biraz daha çocuk Köprüleri aşıyorduk, tünelleri ve kasabaları Öldünüz diyorlardı bize Camdan kefen atıyorlardı Bir ben gülüyordum, bir roman kahramanı gibi Yazarıma isyan edecektim az sonra Tefekkür diye bağıracaktım, Tefekkür! Bu kitabı onlar yazmıştı, onlar yazmıştı kendi dillerinde Sıyrıldık etin tırnağa olan yazgısını tersine çevirerek Koptuk, ki bir gece sürdü bu: boynumuzu kırdık kendi haçlarımızla Orada iki şehir arasında kaza üzerimize düşüyordu Çivileniyordu trenin mekanik aksamı Kemikleşiyordu, uç veriyordu: Bu tren Doğu'ya ayak basıyordu Ve önce manası giriyordu şehirlere, çelikten haberi olmayan şehirlere Çeliği ve demiri canlandıran onlardı, onlardı makinisti hüznümüzün Artık kukla olmuştuk iplerimiz haça bağlı Komik ve parmaksız tanrılardı onlar Uzviyetleri akılla sınırlı Biz buluttuk, biçimimizi bilmeden kul İçimizi ayırmadan tek Biz.
25
İki şehir arası, ve uçtaki şehrin sonunda Bir kadın bekliyordu beni Görmediğim dudaklarına adımı kazıyan Kırmızı hırkasında düşler türeten Kaza bahaneydi, korkudan titredim makinist durduğunda Ses çıkarmadan çıktık geceden, geriye baktım Bir sürü palyaço elbisesi yatıyor raylarda Çıplaktım. Kadın'a bunları anlatmadım. Çünkü o da çıplaktı.
26
GECE VE ŞEYLER I Az gelişmiş bir yağmur manzarası karşısında duruyorlar, itiyorlar birbirlerini ve düşüyorlar yıldızlar durup dinlenmeden bulutların arasında derin yollar var sarıya doğru giden tüneller, bakımsız pisuvarlar ve vadiler anımsamadığımız mezarlıklar bayram yerleri bir şiiri kurmanın esrikliği ile eşzamanlı ayrılıklar kent içinde kentler duruyorlar itiyorlar birbirlerini yer arıyorlar tarihin içinde -kente inerken düş biraz kaybediyor gizemini oldukça sıradan bir akşam üzeri ya da oldukça yakın bir ölüm saati gibi korkuylakağıda düşülebilir birdenbire patlamalarıyla ve kanlı anlarıyla bir kaza ve kalemin her hakeretinde yoksul evler kerhaneler soyut güzeller ve alışverişmerkezleri caddeler kaldırımlar sokaklar ve sokak araları beykoz kadıköy topyekün bir yokoluş sürekli yollar görebilir kişi durmayan kamyoncuların kaporta üzerinde çocuk doğurdukları gri ve sarı granit yollar yağ tenekeleri ile biçimlendirilmiş sınırlandırılmış yollar benzincilerin düş kurmaktan yorulduğu kervan ve hancı yoksunu yollar gaz pedalındaki ayağın uyuşmadan önce bir kez köklediği arabalarla dolu kent damaları ve boğuk sesli taksicinin durup dururken bir duvara sapladığı dörtleri kadar narin bir ölümün pençesinde sallanıp duran uzun yollar aşktan hiç bahsetmeyen bir kuryenin taşıdığı pembe zarflar aşkı bir dizi sanan fabrikatörün kucağına konacak pembe zarflar
27
II Uzun uzadıya anlatılabilir belki tıpkı bir burkulma gibi gecenin bir vaktinde yüzyüze olmadan karşılaşan iki ses gibi beni sevmeye başladığın o Zaman'sız Ausgburg sokaklarında ruhunu dolaşmaya ya da bisiklet sürmeye çıkardığında bedenine yapışan gözleri bir anda unutman gibi hissediyorum serzenişlerinde güzellenen bu dudaklar ve bakışlarından akıp gelen o kıvrımlı nefesin dokundukça büyüyen bir çiçek gibi sana sarılıyorum senin bana baktığında yüzüne vurup gölgeler açtıran güneş gibi dokunmadan bakıyorum yüzüne özleyişte gizlenen bir adam tanıyorum içimde
28
III Pencereme yaslanmış bir yağmur kaçkını güvercin Israrla cama doğru sallıyordu ölmüş gözlerini Geceydi ve şehir şeylerle birlikte hareket ediyordu Sevgilerim bir alman kasabasında çok ıslak bir caddede çiçek açan bir yürekte ikamet ediyorlardı Güvercinin ölüsünü ellerime aldığımda geceye doğru bir yolculuğun halısına binmiştim elimde ölü bir güvercinin ıslak kanatları ile Sevgilim Sureya'nın güvercinlerine bakıyordu Elinde 'sevda sözleri' biz geceyle uzak trenlerin kara dumanları arasında anı avına çıkan ayyaş imgeler ve ıslak bir sokağın zift kokan asfaltında her daim doğan çiçeklerdik o güzel gözlerine baktığımız kadındı şeyler sokak başına ve göğüs ucuna konuyorlardı her vakit
o anda başka bir hayalde... biraz daha kalabilirsin oysa bu boing kocaman bir kuş gibi seni içine alırsa kaybedersem ve ausburg düşe bulanmış bir bıçak olup çıkarsa kınında biraz daha kalsan akrep yelkovana biraz daha yaklaşsa ben bir pazar yerinde aşkını dağıtsam insanlara biraz daha
29
IV Buğulanmış camla dişlerini siliyordu yağmur göğüslerini ıslatıyordu genç polis dudaklarına düşen kocaman damlaları saymazsak durakla durakla durakla kırmızı bir stop lambası ya da trafik ışığı asfaltta anayola doğru beyaz şeritlerin üzerinde yine çiçek gibi açan kazalar yumrukları sıkılıp yüz hatları kasılmış ve rujuna kan bulanmış hanımefendi koşuşan ve çarpışan kaportalar sevişen elfrenleri ve yağ yiyerek büyüyen çekiciler şöforler, taksiciler parlayan cilalı otobüsler arabesk hayatlarına az acılı şarkılar yakan deliler sevgililer sen ben hepsi bir yerde az sonra duracak çünkü az sonra gece hafif bir tango salınacak şehrin yükseklerinden banliyö trenlerinde ve otobüs duraklarında bekleşip duran küçük memurlara kucaklar az sonra seni de rüzgarın eksizsiz elleri ve ben bu şiiri senin dilinden çeviriyorum şehir istanbul değil orada gece de 'gece' değil şeyler yok anlam sıcaklık oluyor dilin ağzımda
durakla durakla durakla bak gece orda !
30
MODERNLEŞ-ME! Caddelerinde şehrin bir cerehat gibi kanıyor yüzlerimiz Üç adım ötesini görebilene aşk olsun Gözyaşlarımzı siliyorlar ince bezlerle, çaputlarla, çaparilerle Ağlara takılan balık , misina, uç kurtu Ah işte o salgın başladı ruhumuzda: içten yansımalı duruşu şişelerin Görebilene aşk olsun, işitebilene sesini duruşlarmızın, işten çıkışlarımızın, çıkarılışlarımızın, sevda yüzünden bordrolarımızda altı ayın son ikramiyesi gibi parıldayan yeşil, sarı, beyaz bütün gece söz gibi damıtılan şiirleri okuyarak anladığımız önsözleri söylevlerin ah işte vuruyor kapımızı sakin sakin darbeleri yalnızlığın, postal gibi kokuyor, dipdipçik açıyor kaşımızı inceden dansediyoruz celladımızla eski konakların esrikliğinde kelamdan uzaklaşmanın mutluluğu var mı içinizde? ah evet asrî zamanlar içindeyiz, mutluyuz, bağırabiliyoruz intiharı isyan, isyan, isyan...öğretilen budur, anlamadan çözümlediğimiz halk peşimizden gelmeli tıpkı bir paris köylüsünün özgürlüğe aç yüzü tadında işten çıkarılmalara karşı, matematik bilmeden şiir yazın beyler ah ölümlere, değer biçin matematik bilmeden, istatistik bilmeden grev var o işyerinde diye iç geçirin para babaları: Sermayesini sayamayan talihsiz tüccarlar Modernleşiyoruz İŞTE! yeni bir defter açılacak önümüze, dadacı, savruk ve bıkkın biz de yazarız korkmayın, antoropoloji gösteriyor bize yerimizi arka koltuklarında eskil bir sinemanın, gösterimde olan tüm filmler adına biz de bir eleştiri yazabiliriz, akımlar, akımlar, akımlar: korkulu rüyası aydınımın nerde okumalı, nerde hissetmeli Dali'yi, Aragon'u nerde Post_dada acep nedir ki şu sosyalizm dedikleri konuşmalar, bir kitabın önsözünde ve her kitabın önsözünde takılıp kalmış ince ayarlı devlet yağdanlıkları, özgür iradeleri çevrilmiş anayasa özgür düşünceleri çevrilmemiş kafka bulantı doğu batı mizan'ın kefelerinde son bir sual daha olsun size yeni bir yara daha açalım yüreklerinize, sayıları öğreneceksiniz, ölümleri saymayı, grevleri hesaplamayı, ayet saymayı kadınları sayarak sevmeyi, mimar sinan'ı, farabi'yi tekrar tekrar yeniden tarih öğreneceksiniz bizim ABC öğrendiğimiz sıralarda ve biraz büyük gelirse önlüğünüz korkmayın biz çok iştahlıydık, asrî zamanlar tarafından boğulurken genç osman size de elbet düşecek birkaç tecavüz, birkaç tepeleme akıl kaybı arada kalan ayraçları doğum ölüm tarihlerinize bağışlayacağız: şehadet şerbeti dökülecek üzerinize kaynak metinler, günlükler, göstergeler, işaretler oku, sana aklı bahşeden modernizm'in adıyla senin incilin Joyce'tur artık, annen eski yunan, baban Gazali Saâdet'in kimyasında boğulmak, ah var mıdır bu şekil bir cenaze Mansur orada olacak, üzgün, decartes, weber, perec...tüm dadacılar ama sen ölmeden önce bir kelime-i şahadet getirebildiğinde biz de anlamış olacağız, genç yaşlı köylü tüccar esnaf milletvekili azası kefeler doldu ve artık sanayileşme sağlam daha çok çalışacağız o zaman daha yavaş öleceğiz yüzde on olacak altmış yaşın üzerindekiler ah ne sevinç ama sadece ahmet hamdi'nin ağlayan yüzü için şiirler yazılacak.
31
BU ŞEHİR KIRMIZI, BU İSPANYOL BİR SABAH “Bu şehri bırakacağım birgün Elimde kocaman bir alev topu Bu şehri yakacağım” Hep birden dörtlerini yaktı geniş gövdeli Ve manda kasalı makam arabaları Bir resital’e doğruluyordu köprü Haliç uyuklamasına kaldığı yerden devam etmedi Kaporta gıcırtısı duyuldu az sonra Az gelişmiş çelik bariyerlerde biraz kan Sırlarını açığa vurmadan şehir, Bir kaza peydahlanabilirdi işte Bir kaza peydahlandı işte Ve yavaşlayan tekerler geliyordu aklıma Dörtlerini üzerime doğru yakan kalın enseli adamlar Viyadük ne güzeldi oysa Ne serin bir rüzgâr Ne serin bir rüzgâr Çıkıyorduk nemli havanın arasından O sırada çekilmişti suları Ankara’nın O sırada Kadıköy’de meyhanelere kefen bezi bırakıyorlardı Ölen aşkları yıkama zamanı gibiydi Yürümeye başladı kalabalık Az gelişmiş çığlıklar atıyordu kadınları gecenin Çocuklar uykulu gözlerle haliç’le kardeş Oturuyorlardı arka koltuklarında yıllanmış aşkların Sevişmeye devam etmek için ısrar etmesi gereken İki sosyetik çift heyecanla üzerlerini giyiyorlardı Derin farların ve sirenlerin aydınlattığı küçük koruda Ağaçların arasından geçer gibi İnceden türküleri dinliyordum oysa Bir kitabı bırakıp diğer bir kitapta Zaman atlamaları yaşıyordum...yaşıyordum oysa az önce
32
Ehidna Üçlemesi Güne senin öpüşün yerine Senin ateşinle yanan Bir kuru sigara ile başlayacağım bu sabah Gel-git günlerime yeni sayfalar Dolduracağım İşte teslimlerdeyim Açılan kapılar yok ki, Kapanan tabutları saymazsak! 1 durulacak mı acaba katran tonlarda kaderime düşen telvesi hayatın bir kadın kokusu altında peşinden sürüklenip durduğum saatler, dakikalar: a’n! benim de elim kaybettiklerimin üzerinden kalkıp hiç bilmediğim coğrafyalarda sakınmadan... durulsa biraz kanamasam artık, palyaço elbisem bile eskidi roller hep aynı durulsa...m/k! 2 kanla yazılmalı şiir bir ayrılık anından, kopup gelen çürük yürek kokusu gibi...kanla -seni öpmeyi bıraktım artıkkanla yazılmalı şiir kapı tokmakları, elbiseler kulakdolusu gürültü dokunmalı şiir, en yükseğinden en aşağısına bedenlere..
33
3 sana bakamıyorum artık! Görünmüyorsun, Aramızda Durmadan büyüyen Ankara Dağlar var, Geçemediğim Senin dizdiğin sıradağlar, Oysa herşeyimiz vardı Bedenlerimiz Kor alev gibi Dudaklarında güneş Nar gibi Çoğalıyordun Her parçalanışta! 4 seyretmesinler artık, çarmıha gerilen benim onlar değil, ne olur çivi çaksınlar yüreğine gözlerini değil el yazmalarım savruluyor , Ehidna yalvarmaktan bıktım! Seyretmesinler ehidna Seni öptüğümü bilmesinler Dudaklarımı Sevmesinler Sesim bir tek sana Duymasınlar Kapat kulaklarını ehidna Bu inkar onlara! 5 bir bir soyuluyordun derinden tek tek çıkarıyordun seriyordun ömrümüzü, yılan dillerinden örülmüş çift anlamlı bir masaya sana bakıyorum şimdi bir ankara vapurunda kocaman ehidna 6 tarihler arasında senin ölümünle doğumuna bir de dudaklarıma kapanıp yok olmak istiyorum diye bağırmana işaret koydum üç günlük ömrün var ehidna!
34
7 bir bilebilsem dudağında başka bir dudak salınmaya başladığında bu korkularım tükenir mi... aramalarım, gizli ihtiyar bakışlarım ve her sokağın sonunda sana giden bir şiir bulmalarım her akşamın ağzında bir ay tutup kendime mehtaba vuruşlarım.... biter mi? 8 sabahtan beri aynı bu gök, deniz kuşlar istanbul ankara sen çarmıh çoktan kırıldı ehidna!
35
Ehidna ve aşığı İçin Sürekli Şiir Beklemesini onlar kadar bilen yoktur. (9. hariciye kovuşu ilk epigraf)
On yıldır aynıydı şehir, kan kusuyordu Gölgeler az gelişmiş yüzler çelimsiz bakışlar Aynı toprağın üzerinde aynı ölümler Şair onsekizine yeni giriyordu Diyordu ki özetle: "durun karıştırmayın beni falancayla" Kelimeleri keşfin o acı tadı "Arkalarında yaşayan anlam'ı çözmek" Otobüs duraklarında susarak nefretle Bakıyor onsekizinin geçip gidişine ölüleri öpmekten martıları geçip gitmekten Zıplamaktan bedevi çadırlarına girmekten kelimeler... onların sağır eden çığlıkları kurşun ucta sallanan ruh ateşin yakmayan sıcaklığı ten(şir)e karşı aşırı istek...kelimeler Bazı şehirler de kaybederler saydamlıklarını Ama yağmur altında her kent yüzünü aynı yalnız yansıtır aynasında güzelliğin Düşürür elinden şair Kan kırmızı boyadığı dudakları Sevgili diye bağırır yazın sonunda denize bakarken İç geçirirken, böğürürken, kemik çatırdar gibi dilsiz Kalakalır ilk aşkının dehlizlerinde elinde mumla Sonra büyük işlemeli kapılarda yazılı her ortaçağ gibi Karanlıktır kente düşen, şair kırar durur kalemleri İdamlar bir nefeslik, söze inen büyük çığlar Kontrolsuz öpüş, her dudakta kaybedilen saflık Bağır şair bağır ehidna bir kentin içinde Ya her kent aynı değilse Ya her kent yalnızlığını pekiştirmezse Baldıran getirin bana, daldırın iliğime Aşk herşeydir diyen bir umacıyım ben Noktürnler döktürülecektir edepsiz ötekiler için Kimi zaman ağlayacaktır şair belli belirsiz Yağmurla karıştırdığı kurşunu emecektir sünger yürekler Olsun der hep Yaşıyorum işte
36
Ve sadece eğer güneş yoksa kandırılmışızdır tanrı katında "Sadece aydınlık teneşirle kardeştir" Engeleyemezsin ki rüyalarına sakladığın saflıklarını Keşke engellesen Ve sadece dudakların bana hatırlatabilir eski ahdi ama eninde sonunda -nihaî cinayetyaşlanıyorsun işte Denize sokuldun birden, içinde öpüşlerimizin anfileri yankılandı birden sen sustun, deniz dalga dümen ve ilkyaz Aşklarına bir mil çekiverdin, beni hatırladın Ne güzel... Kumların arasından denize yürüdün, şarkı senindi Durgun müzik, baskın hayat, bayat düşlerin silindi -bir an içinLimanda şarap tekneleri ve mavnalamış küçük kayıklar Sokuldun daha, daha, daha ileriye adalar arası ayakların Bir anda Manş'ta bir anda sen bir anda marmara Güzel Marmara koktu her yer Moda, bilmediğin tonlarda Renkleri astın dudağına, mayonu çekiştirdin, dudakların ıskarta Öpüştüğün bir kılıç balığı şimdi ve nefesin üç dakika Tüpler getirirdiler, mendiller, ambulanslar...ama ölüm! Ben bu dili senin dudaklarından öğüttüm Bu kelimeler senin aslında Bakışlarınla durdurdun Zaman'ı, asıl kefelere, bas tetiğe Daha derine, daha uzağa, daha marmaraya Mayonu çıkardın, siyah bir benek gibi tam ortada Bembeyaz bedenin kardelen gibi adalarda Saksıyı çalıştır ehidna, ankarada deniz yok! Uyan. Bu bir düş, ölmedin daha, daha son söz söylenmedi ki. Ben ölmedim ki, özgürsün demedim ki, kurşun bitmedi ki Kalemin ucunda...
37
Gece ve şeyler’e ek : İSA Hergünün sonuna Bir not düşülmeli Yaşlılıklarımız için Umut defteri ya da ephitaph İncil de bir başucu günlüğü Değil midir? Yazıcılarına havari denilen İsa adlı düş yazıcısının Yazdığı Gömlek cebine iki küçük sigara -filtrelerini bilerek koparttığıderin nefeslerinde kokuyu azaltmak için açık pencere her gece ay, her gece kudüs her gece kalem her gece kelâm her gece kağıt her gece erotik: tüy ve papirus’un yanakları, şarap gereksizdi oysa, ekmek ve su sabaha uzayan sakallarının arasına giren ufak keneler Tanrı buyruğu Tanrı buyruğu bu Düş yazıcısı isa Yatağında sabırsız, Ve güneş doğarken bir oyun: Penceresinin gölgesi düşüyor Boş sayfanın üzerine uzayarak Ve büzülerek.
38
Ehidna Üçlemesi <Son> İnsanların yüzlerine bakarsın kimi zaman Aradığın bir hüznün duruşudur: Sonlanmayan günlerinin, gecelerinin Boşa geçen sigara molalarının, vites Atlamalarının ve boş ofislerde ağlamalarının Tam ortasına düşecek bir “hüzün” Anlam ya da değil, İmge ya da iç geçirme Sıkısıkıya kapalı ağızlarının dudak arasında bir kuru sessizliğe muhtaç Yapayalnız bir hüzün, Sen göremeden göçenler için gözyaşı Çarmıh ortasında çivilenmiş meryem, Apış arasında mıhlanmış sevdam Ehidna Aç gözlerini yumduğun karanlıklardan Sevişme kokusu var sofalarda Mintanlarda taraklarında fildişi yatak başlarında Kiraz mevsimi bu ehidna Aklın erdiğince Yığılana kadar öpüş bu.. Eve gitme ehidna, Bu gece yanımda, gözyaşlarımı toplasan Bak orada duran yastık senin Bu kefen senin ehidna, Bu terlikler bu yün çorap Ve ananemim ölmeden önce bana Söylediği tek dua Ve babamın mum gibi erimişi yanakları Sana bakıyor ehidna Sessizliğe kanat açacaksın Bu oda misk kokuyor, Geçir kefenini sırtına Yunan bir zaman’a bakarken gözlerin ; Tüneyeceğiz en çirkin akbabalarla dolu yalnızlıklarımıza, Az sonra yıldız kayacak, Yaşamayı dile ehidna...
39
Islak Gömlekle Yatmak Babamın antropolojisi bu Üç yerinden yırtık bir parşomen üzerinde bulduğum Yazısı eski, eksik kırılgan Kefen gibi yarılmış, böcek yuvası, solgun Islak gömlekle yatmanın dehşetinde Uzun bacaklarını uzattık, kısa kestik dilini Virgülsüz emsalsiz bir hayata başlattık İstanbul'da Önce Mekteb-i Şehriyede bir sene frenkçe Sonra kabataş erkek lisesinde yatılı kaldı Boğaz karşısında her gece ıslak gömlekle ipin ucunu kaçırdı Düşünde, yapışkanlığı sorguladı, dibine indi 'sıvı' kavramının Bunların bir anlamı yoktu Adanalı bir çoban için O ki havlusunu ıslatıp yaz gecelerinde yatağının altına sererdi Yorgan altında silah patlatırdı -Kırıkkale- rivayetlerine düşersek biyografisinin Ve hiç şiir okumadı bilindiği üzere Dua etmesini cin şişesinde öğrendiği ise kuru gürültüdür Kötü ününe az çok batmış bulunduğu alkol komalarının Kendini kaybetmesini bilmese de bazen Çocuklarının önünde yarı baygın yemek yemesi Elbette hafifletecektir cezasını Kendi rızasıyla bu kentten ayrıldığı için Kırık hayatını önce serumlar arasında Sonra kusarak ve saçmalayarak -ki buna Alzehimer derlerve bolca sigara içerek geçirmesinin benim üzerimde bu kadar etkisi olduğu için Önce rüyalarına dikkat etmesini öğütlemedi kimse ona Bu şehri tanımadan selam verdi, iyi niyet işte Ama kalaşot mayfa babası gibi bu şehir Her selamda bir yaltaklanma/dilemma arardı Onda sadece hüzün vardi.
40
Kara Şiir – Gece Ve Şeyler / Aforizma Bızırına küpe takılmış Genç bir kadın Aynasından yansıyorum Onun dudaklarından sarkar; şiir Geceler -kocaman derin çukurlara, sarnıçlaragirişimin milâdına bakmalı asıl! Oda: 4x5 , bir pencere Kalem, kitaplar... Dizgi yanlışları dolu elyazmaları Anlamını bilmediğim çığlıklar Duvarlar Duvarlar Duvarlar Duvarlar Parantez aralarına sokuşturulmuş korkular Aralarında bağlaçlar , tümceler, yazı: İtiraflar , işkenceler Oda: karafatmanın ayak seslerine kulak ver, yatağımı kemiren benim, Azsonraçıkıp Gelecekeskisev Gililerim Üzerime giym Eliyim şaircüb Sakalımikiarşı Nolmalı. Oda: kapısıyla başlar günüm Kapısıyla biter, Sigara dumanı İz nutuk kuram şiir kadın Şiir Bu sefer ağlamadım Sadece kanıyorum Ilık yürek sıvısıyla “Kara şiir” diyorum buna avize: yıllanmış bir karış tepemde mermer, mezartaşı gibi Oda: 3x3 adım Köşebentlerde duraklamalar Enstrumantal duruşlar Şarkı araları, deri değiştirmeler Korku çok Korku duvarlar Zincir henüz yok Uzvum değil daha...
41
Kağıt : aceleyle çiziktirilmiş “açelyayla” “suyla yaralnamış” sonrası yok kaynak metinler sabırsız yolculuklar kalemle zorla yırtılan bakîr kağıt! Sırlar Sırlanmıştır çığlıkla Kelimeler vasat, Keskin ve duraksız Kullanma tarihi geçtiği için Yakılan dua: şiir Alevdir eşanlamda Yangın kitaptır, Kalem çıra Kalem: onu ben doğurmuş olmak İsterdim Böylece uzvum olması Daha fazla rahatsız etmezdi -kanımın kağıt üzerine kurşun olarak akmasıoda + çağırılmayan sevgili kapımda dünya ..
42
GÖREV BAŞINDA ÖLEN ŞAİR Düşleri çarmıha geriyor yaşam, Kirletilmiş olsalar belki bir an durup düşünürdük, Kağnılarla çekiliyor kalplerimiz büyük boşluğa, Başıboş gezen bir kuyrukluyıldız gibi. Gözlemevi hayalleri bunlar,pek öyle gündüze kalmaz, Soğuk düşen bir kış akşamında pencerelere yapışan, Görev başında şehit düşen şair ve ardında bıraktığı ne varsa. Kar toplama zamanı geldiğinde,elde bulut sokak sokak dolaşan insanlar gibi. Yatıp,gözlerimizi kapasak hep o açıda bize doğrulan şey. Anıların başını koparıyor öfke, Kirletilmiş olmasalar belki bir kere ağlardı, İç çekişimizden zevk alır gibi terli bir köşede, Hatırlatmak için o kokuları yayan Zaman. Bir düşünüş şeklidir belki de yaşam, Sınır tanımadan (ama) sınır koyulmuş, Aşk geri kalmazdı,köhnemiş zamanlarda aramazdı adını, Bilirdik ki aşk hep oradaydı. Belki eline ihanetin okunu almış,sinsice fırlatıyor yayından, Ya da Bir öpüşte sarhoş eden bir kör karanfil. Ama güvercin nasıl vurulur da yatar gökyüzünde, İşte aşk da öyle,öyle bırakıyor kurbanlarını,biraz keder cepte ve biraz da sevişme kokusu cesette. Ve bir ölü yıkayıcısı edasıyla kaldırıyorlar kalanları, Görev başında ölen bir şair gibi...
43
Yalnızlık Konuşmaları Bir odanın dağınıklığında saklıydı Yastığın altında durur, başucumdan sarkardı tahtaboşa Yataktan yere düşer, soğukta cama üflenen duman gibi savrulurdu daire biçimli Sana dokunmam için zorlama beni Bir alışsan bana, göreceksin neymiş, nasıl olurmuş Satırlar dolusu, kitaplar dolusu, hiçbükey, sabırsız kalmak elin apış aranda bir akşam vakti fazla söze gerek yok, yalnızlıksa benim adım ve metropol ise ülkem bir tek sen bileceksin...
44
ARADA KALANLAR VE DÜŞ YAZICISI İSA Son şiir
45
Moderneleş-me II! Bize ne ki bu insanlardan Hepsi ölecekler, öldürülmeseler de Yüzlerini sürmeden çölün yüzüne Selâ okunuyor sabahın cüzzamlı sokaklarına Ben her gece bir gergef kuşunun kanatlarında Soluyorum Kelâmla eş tutuyorlar kalemi onlar Son insan/son İsa Sonu gelmeyen umutlarımız Her seferinde coğrafyasından bağımsız Minâresinde yüzsüzlüğün iç geçiriyor “Ben değildim çarmıha gerilen! Bağırın! Ey Kudüs Halkı! Halkım! Tırnaklarım düştü toprağa Aranızdaydım o gün, sessizce kardeşlerimi izledim Ağladım, kul oldum ben o gün Köleliği sizin peştemallerinize bıraktığım için Kul oldum” Bir minarenin kirli ve arkaik yüzünde güneşe bakıyor Mesih Öyle bir açıya tünemiş ki, şeylerle, günlerle ve dili dönmediği Babil gecelerine, çöl sıcağına Dilini bilmediği yüzlere, yüzbinlere, ırklara, gecelere Işıklarını salıyor Kahroluyor Kahroluyoruz Kelam'dan ayrı, kalem gibi dilsiz Taşıyor çarmıhını halkının Üzerine güneş ve deccal doğmayan Kudüs/İstanbul/Paris Sokaklarında.
46