İlhan Berk’le Son Söyleşi
Bu söyleşi Hakan Şarkdemir ve Oğuz Karakaş tarafından 20 Ağustos 2007 tarihinde İlhan Berk’le Bodrum’daki evinde gerçekleştirilmiştir. Bizi İlhan Berk’le iletişime geçiren Ahmet Güntan’a teşekkür ederiz. Karagöz
Hakan Şarkdemir, İlhan Berk’in isteği üzerine Yerçekimi Bilgisi’nden “Anti Track 01” adlı şiirini okuyor: ANTI-TRACK 01
MUHAVERE
Benimle düşmedi toprağa cemre Açmadı gülleri faslın yok sayarak kendini benle Adımlarını saklar benden müşfik bahar Taşları yara yara akan sağır sular Kavuşurlar elbet bir denizin leşine Kavuşmaz ellerim elleriyle Sevgilinin saçlarını tarayan rüzgâr Aşık atmaz artık benim sevincimle Benimle çekilmiyor kılıçlar Dövüş başlamıyor ismim benim söylenince Karnı burnunda tez gemiler Ne barut ne ipek getirirler Benimle, bu hudutlar zorbaca çekilmiş Bekletilmiş bekleyenler yıllarca kapılarda Gazeller ağılı nakışlar soluk Terkedilmiş benimle vazgeçilmez kıyılar Benimle ya da bensiz Muhtemel değil her iki durumun ortasında bir sen Muhtemel değil bir sen bir ben Muhtemel değiliz biz ikimiz Benimle gelen gelmiş değil Geçen geçmiş değil gerçekte Ne geçmiş beni benle benim Ne gelecek bana benden Bir şimdinin içindeki Bensiz bir bende ben
36
İlhan Berk: Unti-track ne demek? Şarkdemir: Müzik parçalarına verilen isim. Track deniyor, iz anlamında, meselâ plâktaki parçalardan her biri bir iz, bir parça.
İlhan Berk: Dergiler var o kadar, oralarda yazın. Şarkdemir: Dergilerde yazıyorum zaten, meselâ Heves.
Kaç sayfa olacak? Şarkdemir: Kaç sayfa olacak diye mi soruyorsunuz? İlhan Berk: Evet.
İlhan Berk: Nerde? İlhan Berk: Yeni mi çıktı bu kitabınız? Şarkdemir: Evet. Bu üçüncü kitabım.
Şarkdemir: Yani şu an için 36. Şarkdemir: Heves. Başka dergilerde de yazıyorum. Hece var.
İlhan Berk: Yayınevi finanse edecek?
İlhan Berk: Evet, Hece. Şarkdemir: Evet.
İlhan Berk: Daha önce bir kitabınız yoktu? Şarkdemir: Daha önce iki kitabım var, biri Tadat. İlhan Berk: Siz nerelerde yazıyorsunuz? Şarkdemir: Kendi dergimizi çıkarıyorduk. İsmi Şehrengiz’di. İlhan Berk: Çıkartıyorsunuz?
Şarkdemir: Hece de var. İlhan Berk: Dergi çıkarmak paralı bir iş. Şarkdemir: Evet, ama biz seviyoruz. Daha önce de çıkarmıştık.
İlhan Berk: Heves’te yayımlıyorsunuz?
Karakaş: Akıl kârı değil.
Şarkdemir: Şiirlerim yayımlanıyor.
İlhan Berk: Öyle, ayrıca harcayacak paranız var mı?
İlhan Berk: Heves’te bir hareket başladı. Çocuklar öyle bir şey hazırlamışlardı; ama olmadı… Soruları okur musun?
İlhan Berk: Ankara’da mı, nerde?
Şarkdemir: Onun için de biz nasıl söyleyeyim, biriktiriyoruz.
Şarkdemir: Yok, İstanbul’da. Onun ardından Atlılar diye bir dergi çıkardık.
İlhan Berk: Hiç o işlere girmeyin, batırırsınız. Zaten dergiler okunmuyor.
İlhan Berk: Bunlardan hiç haberim olmadı. Sonra kapattınız?
Şarkdemir: Yayınevi bünyesinde çıkaracağız. Onların desteği olacak.
Şarkdemir: Evet, Ankara’da Kökler diye bir dergimiz vardı. Şimdi Karagöz adında…
İlhan Berk: Ankara’da değil mi?
İlhan Berk: Kara?
İlhan Berk: Ankara’nın talihi kapalıdır. Ankara’da dergiler dışarı çıkmaz orda kalır.
İlhan Berk: Evet… Ankara’da mı oturuyorsunuz? Şarkdemir: Ankara’da oturuyoruz.
Şarkdemir: Bu senenin bitiminde, 2008’de kısmetse.
İlhan Berk: Hiç akıllı işi değil.
Şarkdemir: Çıkartıyorduk 1997’de.
Şarkdemir: Karagöz adında bir dergi, Hacivat Karagöz gibi.
İlhan Berk: Ne zaman düşünüyorsunuz çıkarmayı?
Şarkdemir: On beş soru var. Siz kendinizi iyi hissedersiniz hepsini sorarız; ama dersenizki başka zaman devam edelim, başka zaman devam ederiz. (Şarkdemir, İlhan Berk için hazırladıkları soruları okuyor.) İlhan Berk: Kaç tane soru?
Şarkdemir: Evet.
Şarkdemir: Evet, öyle bir sorun var. İlhan Berk: Bütün yenilik hareketleri de orda olmuştur.
Şarkdemir: Sanırım on dört tane. İkinci Yeniyle ilgili sorular var, sonraki döneminizle ilgili sorular var. İlhan Berk: Ama benim durumum o kadar parlak değil. Gördünüz. Zaman gazetesi var ya, gördünüz mü? Şarkdemir: Evet, Gonca Özmen’le.
İlhan Berk: Siz? Karakaş: Ben de Ankara’da oturuyorum. İlhan Berk: Dergi çıkarmak nerden aklınıza geldi? Şarkdemir: Zaten içindeyiz, yani sürekli yazıyoruz. Hem şiir, hem şiir üzerine yazıyoruz.
Şarkdemir: İkinci Yeni oradan, Garip oradan. İlhan Berk: Tabiî, Orhan (Veli Kanık). İyi tarafı orasıdır. Koca bir kent olmuş, gördüm. Son olarak bir kitabevinde konuşma yaptım. O zaman gördüm. Uzun yıllar orda yaşadım; ama bir baktım, artık koskocaman bir şehir olmuş… Siz bir dergi çıkarma kararı mı verdiniz?
İlhan Berk: O oğlumun tanıdığıydı. O şairi tanır mısınız? Şarkdemir: Kişisel olarak tanımıyorum. Şiirlerini de çok okumadım açıkçası. İlhan Berk: Neyse, onunla konuşmuştum. Baktı ki yorulmuşum. Çünkü birkaç günde hazırladı. 37
Ondan sonra menajer el attı. Önüne gelen şeyleri toplamış. Söylemek istediğim, benim bu işlerle uğraşacak hâlim yok. Bunlar çok ciddi sorular. Belki bazı soruları aralarda bırakırsınız yazmaya çalışırım. Dergiyi ne zaman çıkarmak istiyorsunuz? Şarkdemir: 2008’de.
MUHAVERE
İlhan Berk: Şu arada size cevap vermem çok zor.
“Dağlarca’nın şimdi çıkardığı bu kitaplar meğer vaktiyle yazılmış. Haberimiz yokmuş. O zamanlar bankaya yatırmış bunları. Bankada kilitlemiş. Şimdi birer birer çıkıyorlar.” Şarkdemir: Böyle bir acelemiz yok. İlhan Berk: İyi sorular hazırlamışsınız… Ankara da sanıyorum sıcak, öyle değil mi? Karakaş: Bu sene zaten sıcak var. İlhan Berk: Şiirle uğraşmak… Artık siz bulaşmışsınız. Senin de kitabın var öyle değil mi? Karakaş: Benimki çıkacak. İlhan Berk: Ben kimsenin bulaşmasını istemem. Çok bok bir iş. Şarkdemir: Kesinlikle, yani, bayağı bir… İlhan Berk: Bulaşmışsınız. Bir hayatı göze almanız lâzım. Şey diyor, bu
38
da yetmeyebilir diyor, yani otuz yıldır, kırk yıldır şiir yazanlar var. Kitapları var, adları yok. Meslek öğrenilir. En zor meslek tıp mıdır, matematik midir, öğrenilir. Ama bu, öğrenilen bir şey değil. Önü açık, arkası belli değildir. Şair olacağınızı kestiremezsiniz. Çok zor bir iş. Öyle bok bir şeydir. Karışamam ben size, siz girmişsiniz bir kere. Bütün bir hayat ister şairlik. Bir oğlum var benim. İkimiz Fransızca öğretmeni çıktık, Zonguldak’a tayin olduk. Baktım ki ben bu iş çocukla olabilecek bir şey değil. Karar verdim çocuk yapmayacağım diye. Çok zahmetli bir iş. Sonunu kestiremiyorsunuz. Ben şimdi kendimi görüyorum. Benim şiirlerim kalabilir. Ama bu kadar uğraşmışım. Şarkdemir: Neredeyse modern şiir tarihi. İlhan Berk: Dediğim gibi, her meslek öğrenilir bu öğrenilmez. Şiire bir ömür veriyorsun bu bile yetmeyebilir. Bir bakıyorsun adın yok ortada. Böyle dünya kadar şair sayabilirsin.
İlhan Berk: O kitap bir daha basılmadı. Ece Ayhan’ın meselâ bir yeri vardır. Sonra kaldı öyle. Şarkdemir: Ece Ayhan’ın Dipyazılar adlı kitabında var. Bu sizin yaptığınız söyleşiler. Sizin Hürriyet Gösteri’de yaptığınız söyleşiler, Yazko Edebiyat’ta Gülin Tokat’la yaptığınız söyleşi. İlhan Berk: Daha yeni ameliyattan kalktım. Daha yirmi gün oldu. Onlarla uğraşıyorum. Çok da sıcak, onun için pek de çalışamıyorum. Şarkdemir: Son dönemde bayağı kitap yayımladınız. İlhan Berk: Onlar daha önceden yazıldığı için… Tümceler’i karıştırabildiniz mi? Şarkdemir: Tabiî okudum. Karakaş: Daha Adlandırılmayan Yoktur. İlhan Berk: Hangisi daha iyi sizce?
Şarkdemir: Metin Eloğlu bile yeni yeni konuşuluyor. Ergin Günçe, keza. İlhan Berk: Ergün’ü tanırdım meselâ. Bunlar bayağı iyi şairlerdir. Kaybolmuşlardır. Daha böyle şairler var... Burada ne kadar kalıyorsunuz? Gezmeye geldiniz yani? Şarkdemir: Sizi ziyaret etmeye geldik aslında. İlhan Berk: Ama işte benim hâlim…
Şarkdemir: Adlandırılmayan Yoktur’un belli bölümlerini çok sevdim. İlhan Berk: Galiba Adlandırılmayan daha iyi bir kitap Tümceler’e nazaran. Şarkdemir: Aslında Logos’ta da çok güzel şeyler var. İlhan Berk: Bu yaşa gelince öğreniyor insan. Siz deniz kenarından yukarıya mı çıktınız?
Karakaş: Olsun, görmüş olduk. İlhan Berk: Ahmet (Güntan) sizi çok methettiği için… Soruları bana bırakacaksınız, başka çare yok. Karakaş: Biz de zaten öyle hesaplamıştık. Sizi yormayı düşünmüyorduk. İlhan Berk: Bana bir şey kazandırmıyor sorular, müthiş yoruyor. Ben zaten yeterince yazmışım. Ama böyle arkadaş ile giriyoruz işin içine. Şarkdemir: Biz sizin Ece Ayhan’la yaptığınız söyleşilerden çok şeyler öğrendik.
Şarkdemir: Sahile indik ve yukarı çıktık. İlhan Berk: Dosdoğru gelseydiniz, neyse. Şarkdemir: Biz müsaadenizi isteyelim o zaman. İlhan Berk: Çok teşekkür ederim. Şarkdemir: Biz teşekkür ederiz. Soruları bırakalım isterseniz. Eğer cevaplamak isteseniz. İlhan Berk: Daha vaktiniz var, yapabiliriz… Teşekkür ederim.
Şarkdemir: Kitabımı bırakmakta bir sakınca var mı? İlhan Berk: Ama bir şey söylemem çok zor. Şarkdemir: Sadece okumanız bile önemli bir şey. Ben her ikisini de bırakayım. İlhan Berk: Üç kitabınız vardı sizin, değil mi... Bayağı uğraşmışsınız. Şarkdemir: Bir de sizi yormayacaksa, bizim için imzalarsanız. İlhan Berk: Evet, evet. Adlarınızı yazar mısınız? Şarkdemir: Çok teşekkürler. İlhan Berk: Buralara kadar gelmişsiniz zahmet etmişsiniz. Ne yazık ki ben kalkıp yürüyebilen bir adam
olmadığım için, şimdi gel de… Bu hâlime de seviniyorum. Çünkü hastanede yattım on beş gün. Benim şeyim bitti diyerekten bakmıştım. Sonra baktım, yavaş yavaş diriliyorum. Yalnızım, aşağıda oğlumla gelinim var. Onlar bakıyorlar. Beş altı yıl oldu karımı bırakalı. Tabiî zor oldu. (Gülüyor…) Şairlik işi gerçekten şey... Dağlarca’nın son şiirlerini nasıl buluyorsunuz? Karakaş: Bir şey bulunmuyor. Şarkdemir: Modern Türk şiirinin damarı içinden akan, ana damarlarından gelmiyor. Biraz daha farklı bir yerden geliyor. İlhan Berk: Şimdi, yalnız, bu kitaplar vaktiyle yazılmış, haberimiz yok bizim. İyi şiirleri bunlar. O zamanlar bankaya yatırmış bunları. Bankada kilitlemiş. (Hep beraber gülünüyor…) Bunları yazıyor diyorlar, hâl-
buki şimdi yazdıkları Cumhuriyet’te çıkıyor. Felâket şeyler. Bana Oktay Akbal söylemişti, yakın arkadaşıydı o zamanlar Dağlarca’nın. O şiirleri en son yayımlayacağını söylemişti. Şimdi birer birer çıkıyor. Karakaş: Demek uzun yaşayacağını da hesaplamış da kasada saklamış şiirlerini. İlhan Berk: İlginç bir şey. Ben de işte bir kitap hazırlıyorum. Şimdiye kadar dergilerde, üç dört yıldır çıkmış olanlara, bugüne kadar ne yazdıysam onu yayımlayacağım. Yazıyorum arada; ya okuyorum, ya yazıyorum. Şiir işi okumakla çok ilgili; çok okumak, her şeyi okumak. Okuma başlayınca bakıyorum hemen bir şiir çıkıyor. Tabiî bu şey meselesi, adamlarını seçeceksin, şairlerini seçeceksin. Bedri Rahmi (Eyüboğlu) ressam bildiğiniz gibi, bir ressam, yeni ressam olmak iste-
39
MUHAVERE yen biri geldiği zaman, “Ustan kimdir?” diye sorardı. Bu şairlikte de vardır. Ustanızı seçmeniz lâzım. Şarkdemir: Ama sizin çok ustanız var galiba. Sevdiğiniz şairlerden çok bahsediyorsunuz, Mallarmé’den meselâ. İlhan Berk: Çünkü onlar hep beslemişlerdir. Beni hâlâ besliyorlar. Şimdi meselâ bakın üç dilde kitaplarım çıkıyor. Şimdiye kadar ancak çıkabildi, bu yaşta. İngiltere’de geçen yıl kitabım çıktı. Şimdi önümüzdeki martta bir kitap daha çıkacak. Haber verdiler, yayınevi broşür yapmış. Daha önce Amerika’da çıktı. Dört kitabım İspanyolcada, bir kitabım Fransızcada. Bu yaştan sonra oluyor bunlar, tabiî olmayabiliyor da. Şairlik işte böyle bir iş... Karımla meselâ yedi sekiz yıl önce, akşamüzerleri yürümeğe başlardık, kırlara 40
falan giderdik. Onun için giderdik, yollara çıkardık. O da sevinirdi. Sonra bir bakıyorum ki... Unuturdum ben onu. Ben önde yürüyorum. O da seslenmezdi. Böyle bir işti. Şu oda, onu açın, oraya gidin, çalışma odam, girin içeriye, bakın. Anahtarı üzerinde, bir kere çevirin… İlhan Berk: (Şarkdemir’e) Rahatsın sen şiirde. İlgiyle okudum. Lebid kimdir?
Şarkdemir: Evet. İlhan Berk: İyi bir eğitimin var öyleyse. Eğitim diyorum, yani şiirle uğraşmışsın. (Karakaş’a) Ne yazık ki senin için bir şey söyleyemiyorum. (Gülüyor…) Şarkdemir: O benden genç. İlhan Berk: Sevindim sizi tanıdığıma. Şarkdemir: Biz de çok sevindik.
Şarkdemir: Arap şairi, yani, muallâka şairi. İlhan Berk: Kimin kantosu bu? Şarkdemir: Ezra Pound’un 81. Kantosu. İlhan Berk: Onları okudun öyle değil mi?
Karakaş: Biz de çok sevindik. İlhan Berk: Çok teşekkür ediyorum.
Şiirimizin Serüveninde Son 30 Yıl Enis Akın
25 Ekim 2008 Cumartesi günü Türkiye Yazarlar Birliği genel merkezi, Ankara ve Konya şubelerinin katılımıyla, Türkiye Yazarlar Birliği Bursa şubesinin açılışı yapıldı. Açılıştan sonra Bursa şubesinin yeni binasında “Şiirimizin Son Otuz Yılı” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Panele Enis Akın, Hakan Şarkdemir ve Murat Üstübal katıldı. Paneli Osman Özbahçe yönetti. Bu sayıda sizlere günümüz şiirinin tartışıldığı panelde yapılan konuşmalardan Enis Akın’ın konuşmasını sunuyoruz. Karagöz
TEMAŞA
Bugün burada, Türkiye Yazarlar Birliği’nin 30. kuruluş yıldönümü dolayısıyla, Türkiye’de yazılan şiirin son 30 yılı hakkında konuşmam istendi. Şiir, her şeyden önce bir söz yeteneğidir. Herkes söz söyler; ama şair henüz ifade edilmemişi ifade eden sözü bulana denir. Kulaktan kulağa, türküler yoluyla, basılı ortamlarla veya ticaret hayatının içine sızan biçimleriyle, şiir, değişen ölçülerde her insan için bir ihtiyacı giderir. Nedir bu ihtiyaç? Bu ihtiyacın niteliği insanın hayat evresine, içinde yaşadığı çağın özelliklerine, ruh hâline göre değişir. Çok genel bir tanımla yatışmaya ihtiyacı olanı yatıştırır, coşmaya ihtiyacı olanı coşturur; sevmek, efkârlanmak istediğimizde ona gideriz; bazen yaralı ruhumuzu tedavi etmesini, bazense hiçbir işe yaramamasını bekleriz. Resimden, romandan, heykelden beklemediğimiz yoğunluktaki duyguları şiirden bekliyoruz. Beklentimiz çok yüksek. Gün geçmiyor ki biri “şiir okunmuyor”, “şiir öldü”, “şiir bitti” gibi yorumlar yapmasın. Oysa “her iki Türk’ten üçünün şair” olduğu şeklindeki şakaların da işaret ettiği gibi şair de çok. Şiir sanatı üzerine düşünmüş antik Romalı şair Horace’a göre şiirin iki işlevi var: Eğlendirmeli ve öğretmeli. İhtiyaçlardan olumsuz yorumlara kestirmeden geçmeden şu soru sorulabilir, son 30 yıldır şiirden bir şey öğrendik mi ve herhangi bir keyif aldık mı? Ben kendime adıma birçok şey öğrendim ve çok zaman keyif de aldım. Ama bu öğrenme ve keyif, daha fazla olamaz mıydı? Belki olabilirdi. Beklenti iyidir; ama her şiir içinde bulunduğu zamanla değerlendirilmek durumunda. Dolayısıyla bugün son 30 yılı konuşmamız önem kazanıyor. Son 30 yıl, yani 1978’den sonrası, benim hayatımın yaklaşık dörtte üçe yakınını oluşturan bu 30 yıl, Türk Şiiri açısından bakıldığında çok da önemli değildir; ancak önemli olmaması bu dönemin kendine özgü potansiyelinden çok, ondan önceki 20
yılın çok önemli olmasıyla ilgilidir. 1958’den sonrasının büyük önemi, son 30 yılın önemini gölge altında bıraktı. 1955 ile 1965 arasında, Türkçede sadece Türk Şiiri için değil, dünya şiiri için de çok önemli işler yapıldığına inananlardan biriyim. Dolayısıyla, son 30 yılı anlamak için son 50 yıla kısaca bakmak istiyorum; ancak önce, bir noktayı belirtmek isterim. Bu konuşmamda, 70’ler, 80’ler, vb. birtakım isimlendirmeler kullanacağım; ancak, 10’ar yıllık dilimler hâlinde, 80 kuşağı, 90 kuşağı, 2000 kuşağı gibisinden bütünlükler olduğuna inanmıyorum; ancak 80’lerde yazılan şiir ile 90’larda yazılan şiir belirgin biçimde farklıdır, bu farkı görmeye ihtiyacımız var. 1950’ler dünya için bir kopma noktası; İkinci Dünya Savaşı 1945’te bitmedi, belki silâhlar susmuştu; ancak nükleer silâhlanma, toplu katliam olasılığını canlı tuttukça, toplama kamplarının, geçmişe ait bir anıya dönüşmesine engel olmaktaydı. İnsanın yapabileceği kötülüklerin bir sınırı olmadığının herkesçe görülmesi, toplum hayatında ve bu arada elbette sanatta da geri dönülemez bir sorgulama dönemi başlattı. Şiir de, dünya gibi, bu sorgulama döneminde çok sert bir biçimde değişti. 1950’ler dünyada ve Türkiye’de, şiirde ve kültürel yaşantıda bir kopma noktası. Kopma noktası nedir? Daha önceki bilgilerimizle öngöremeyeceğimiz, daha önceki yaşantımızla bütünlüklü bir anlatı içinde ele alamayacağımız bir dönüşüm anıdır. Bugün yaşadığımız kadın-erkek ilişkileri, bugünün çalışma ve şehir hayatı alışkanlıklarımız, yeni dünya düzeni 1950’lerde plânlandı ve hayata geçirildi. Savaş sonrası dönemin yarattığı “belirsizlik” ve “umutsuzluk”, eski baskıcı gelecek tasarımlarının kredisini yok ederek, açığa ciddi miktarda bir boşluk ve bir enerji çıkarttı. Camus’nün İsyankâr: Ayaklanan İnsan Üzerine Bir Deneme adlı eserinin başını çektiği Varoluşçu Felsefe’nin bu dönemde doğması bir rastlantı değil. O günlerde ortaya çıkan isyancı rock’n’roll müziği, biçim değiştirse de hâlâ sona ermiş değil. Anarşizm, uyuşturucu ve cinsel tercihler üçgeninde bir reddedişi başlatan Jack Kerouac ile Allen Ginsberg’ün başlattığı “Beat Şiiri” ciddi bir etki yarattı. “Hızlı yaşayıp genç ölen” James Dean’in başrol oynadığı film Rebel with No Cause (Bir Nedeni Olmayan İsyankâr) bu dönemin sembollerinden biri oldu. Cinsel hayat, doğum kontrol hapının keşfiyle bir daha geri döndürülemez bir biçimde değişti. “Cehennem Melekleri” isimli “çirkinliğin
41