ar mı sine-gâhı dertli ben gib bedar bakışın kordur Mihrim hver-i tayyibe, çoktur sen gib n gibi muaşık zordur Mihrima YAZ 2016 SAYI:5 ger-i suzansın, her yanım sah ‘‘KABINA SIĞMAYAN rlığım gönülsüz birİLETİŞİM’’ garip suhr Dilerim tez gele neşe-i uhrâ lvan-ı kainat hardır Mihrima evellüd öncesi, yazılmış bir giz hsar-ı rahşandan utandı nerg ahval yüzünden gülmedim her derh gönlüme dardır Mihrim z gelmez cihana, sen gibi has ine-i gülşende yok imiş nasip Kadere rızâdır kula münasip akdire adavet ar’dır Mihrima Beşeri imtihan mevzunun aslı Mahşere uzadı, vuslatın faslı mezler bu benna nedendir ya
İLETİ DERGİSİ
KÜNYE İMTİYAZ SAHİBİ Uşak Üniversitesi
DANIŞMAN Doç. Dr. Murat SEZGİN Arş. Gör. Onur KEŞAPLI
GENEL YAYIN YÖNETMENİ Ramazan ÇETİNER
GRAFİK TASARIM Mert ALTUN
YAYIN KURULU Aslıhan GEÇMEK, Aysel AKÇAALAN, Batuhan YILDIRAN, Berna KARACA, Deniz EREN, Dilek YILMAZ, Gizem VURAL, Gül GÜL, Kübra ÖZBEN, Mert ALTUN, Orçun UYGUN, Ramazan ÇETİNER, Rumeysa N. UÇAR, Seda ŞAHİN, Selin GÜNDÜZ, Yonca KARABACAK
İÇİNDEKİLER Ünlü Oyuncu Cansu Fırıncı, Fakültemiz Öğrencileriyle Bir Araya Geldi Oğuzhan Saruhan İle Sosyal Medya Üzerine Röportaj 13’ünde Kadın Olmak ‘‘Uşak Üniversitesi’nin 10. Yılı’’ Konulu Fotoğraf Yarışması Sonuçlandı Bedeninizin Size Mesajı Var Hayatımdaki En Güzel İyiliklerim Uşak’ta‘İletişimde Reklam Arası 2’ Etkinliği Gelecek Sizce Nedir?
400 Yıllık Shakespeare Aşkın İdeolojik İmgeleri
1 2 4 5 6 8 9
10 11 12
14 15 16 17 18 19 20 21 23 25
‘‘Gazetecilik Bölümü II. Öğretim’’ Öğrenci Alacak Deadpool İnovatif ve Girişimcilik Hayatın Motto’su ‘‘Eğitimi Sanat İle Destekliyoruz’’ Projesi Susukunluk Sarmalı Düşünceli Yolcular Bir Avuç Mutluluk Herkeste Bir Tane Var! 40 Şiir 40 Fotoğraf
EDİTÖRDEN; İletişim Topluluğu olarak çıkardığımız İleti Dergimiz 5.sayısıyla yeniden sizlerle. Topluluğumuz olarak, geçen üç aylık sürede Cansu Fırıncı ile Söyleşi, İletişimde Reklam Arası, Hakkaride Bir Mevsim adlı film gösterimi gibi yine pek çok etkinliğe imzamızı attık. Gerek dergi ekibi olarak, gerekse diğer birimlerde ki arkadaşlarımız olarak çok verimli bir yıl geçirdiğimizi düşünüyor ve bu dönemi dergimizle sonlandırıyoruz. Dergimiz her sayısında daha dikkat çekici, daha iddialı olmaya devam ediyor ve sizlerin desteğiyle de bu durum devam edecek. Bu sayımız, ilk olarak sizi Cansu FIRINCI tarafından yapılan söyleşi haberi ile karşılıyor. Daha sonra ise sizi Gizem VURAL arkadaşımızın Sosyal Medya Direktörü Oğuzhan SARUHAN ile sosyal medya üzerine yaptığı röportajı karşılıyor. Toplumumuzun kanayan yaralarından olan çocuk gelinleri, Gül GÜL adlı arkadaşımız 13’ÜNDE KADIN OLMAK adlı yazısıyla bu durumu çok iyi şekilde ele almıştır. Dergimizin bu sayısında Topluluğumuzun etkinlik haberlerine geniş olarak yer verdik. Fotoğraf yarışması, İletişimde Reklam Arası, İnovatif Girişimcilik, Hakkaride Bir Mevsim adlı film gösterimi ile ilgili haber yazılarımız sizi bekliyor. İletişim kurarken önemli ölçüde etkili olan beden dili konusunda ise Kübra ÖZBEN, Uşak Halk Eğitim Merkezi Beden Dili ve Diksiyon Hocası Senem ÖZGEN ile yaptığı Bedeninizin Size Mesajı Var adlı röportajı karşılıyor. Aşkın tarihini dönüşümlerini, Aşkın İdeolojik İmgeleri adlı yazısı ile Yonca KARABACAK adlı arkadaşımız kaleme almıştır. Deniz Eren’in 400 Yıllık Shaskespare, Aysel AKÇAALAN’ın Deadpool, Selin GÜNDÜZ’ün Hayattın Mottosu, Rumeysa N. UÇAR’ın Suskunlar Sarmalı, Batuhan YILDIRAN ve Orçun UYKUN’un Düşünceli Yolcular adlı yazıları gibi pek çok yazımız sizleri bekliyor. Sizce de zaman ayırıp okumaya değmez mi? Topluluğumuz ve dergi ekibi olarak gerek etkinliklerimizde gerekse dergi içeriğimizi oluşturmamızda bizden yardımlarını esirgemeyen kişilere ve emeği geçen arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyoruz. Yeni sayılarımızda yeniden buluşmak ümidiyle…
Keyifli okumalar.
Kübra ÖZBEN
Deniz EREN
Ünlü Oyuncu Cansu Fırıncı, Fakültemiz Öğrencileriyle Bir Araya Geldi “Urfalıyam Ezelden” dizisiyle tanınan ve “Kemalim Yapmaz” repliğiyle herkesin diline dolanan Kırgın Çiçekler’in Kemal’i ünlü oyuncu Cansu Fırıncı, Uşak Üniversitesi Sinema Salonu’nda oyunculuk, dizi ve sinema sektörü üstüne bir söyleşi gerçekleştirdi.
İLETİ DERGİSİ
İletişim Topluluğu’nca düzenlenen 2. Uşak Kanatlı Denizatı Kısa Film Festivali jüri üyelerinden olan Fırıncı, konuşmasına dizi setinin uzamasından dolayı festivale katılamadığını dile getirip öğrencilerden özür dileyerek başladı. Bir sezondur Kırgın Çiçekler’de rol aldığını final yapacak mı sorularına Haziran ayında sezon finali yapacağını dile getiren Fırıncı, aynı zamanda oynadığı Kemal karakteri hakkında ise halkın Kemal’e inanıp ayrıca onu sevmesini rolünü iyi yaptığına bağlayıp, profesyonel bir iş yaptığından dolayı rolünden utanmadığını sözlerine ekledi. Sinema sektörü için ise Türkiye’de ticari amaçlı filmlerin çekildiğini sanat filmi çekmenin zor olduğunu kendisinin bağımsız sinemacı olduğu ve bu alanda çekmiş olduğu filmlerin yer aldığını söyledi. Son olarak Radyo TV ve Sinema bölümü öğrencilerine ve kariyerine sinema sektöründe devam etmek isteyen kişilere ise sektöre dair görülen derslerin genelde teorik olduğunu pratikte gerçekleşmediğini ve bu durumun setteki durumla bir ilgisi olmadığını dile getirip teoriği öğrenirken aynı zamanda setlere gidip işi mutfağında öğrenin nasihatını vermeyi ihmal etmedi.
1
Gizem VURAL
OĞUZHAN SARUHAN İLE SOSYAL MEDYA ÜZERİNE RÖPORTAJI
1-Sizce sosyal medya nedir?
Sosyal medyayı kısaca, yeni nesil internet teknolojilerinin getirdiği kullanıcı kolaylığı ve iletişim hızıyla yakalanan eş zamanlı bilgi paylaşımının takip edildiği kişisel bloglar olarak tanımlayabiliriz. İnsanların kendi kimliklerini, düşüncelerini, eleştirilerini, becerilerini, kreatif özelliklerini başkalarıyla paylaşmaya olanak sağladı sosyal medya. Bu yüzdendir ki milyonlarca insan bu platformları soluksuz bir şekilde kullanmaya başladı. Yapılan araştırmalara göre genç kuşağın %48’i ‘sosyal medya olmadan yaşayamam’ diyor. Bu da gösteriyor ki sosyal medya bu neslin olmazsa olmazı. Sosyal medya kullanımı bu kadar yoğun ve yaygınken markaların da bu mecralardan uzak kalması çağı yakalamamalarını sebep oluyor. Hiç şüphesiz de çağı yakalayamayan markalar da yok olup gidiyor. Bu platformlar markalarla kullanıcıları-müşterileri- arasında duvarların kalkmasına yani yüz yüze sıcak ilişkiler kurulmasına vesile oluyor.
zarfında neler yapıldığıdır.
Türkiye’de bir insan sosyal medyada ortalama 2,5 saat vakit geçiriyor. Sosyal medyayı kullanan ülkeler arasında bakarsak, internette en fazla vakit geçiren 11. ülkeyiz. Ben burada geçirilen sürenin uzunluğuna ya da kısalığına bakmanın yanlış olacağını düşünüyorum. Önemli olan o süre zarfında neler yapıldığıdır. Eğer önemli içerikler üretiliyorsa ya da kişisel gelişim için başka insanlar takip ediliyorsa sürenin fazlalılığının hiçbir sıkıntısı yok. Ama sosyal medyada geçirilen süre boyunca kullanıcı kendi hiçbir şey katmıyorsa, gereksiz tartışmaların, kavgaların parçası oluyorsa ben o sürenin boşa harcanmış olacağını düşünüyorum. Kısacası; önemli olan ne kadar süre harcandığı değil, önemli olan o süre
İLETİ DERGİSİ
2-Sosyal medya için harcanan zaman sizce nasıl belirlenmeli?
3-Artık herkes sosyal medya kullanıyor. Onlardan farklı olmak için neler yapılabilir? İnternette en çok içerik üretilen 16 dil arasında ne yazık ki Türkçe yok. Biz genelde tüketici bir toplumuz. Üretmeyi sevmiyoruz. Bu yüzden sosyal medyayı üretim aracı haline getirenler muhakkak kazanacaktır. Çünkü artık sosyal medya hesaplarımız bize özel sayfalar olmaktan çıkıp; CV’lerimiz ve kimliklerimiz olmaya başladı. Artık işverenlerin kendilerine iş için başvuran insanların sosyal medya hesaplarını da kontrol ediyor. İyi şeyler üreten, kendine değer katan, bulunduğu sosyal mecrayı verimli kullanan insanlar bir adım hatta 2-3 adım önce geçmeye başladı. Ben, sosyal medyada boş yere vaki geçirmek yerine, üretime zaman harcanmasını tavsiye ederim. Çünkü üre en insan hiçbir zaman kaybetmeyecektir.
2
4-Hedef kitlenize sosyal medya da en iyi şekilde nasıl bağ kurarsanız? Artık hedef kitle değil de ‘hedef birey’ tabirini kullanmak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü insanlar kendilerini özel hissetmek istiyor. Müşteriler, markaların kendilerine değer vermesini bekliyorlar. Sosyal medya markaların müşteriye dokunmasını kolaylaştıran bir araç oldu. Az önce de söylediğim gibi aradaki bütün duvarlar yıkıldı. Kullanıcılar bir problem olduğunda müşteri hizmetlerini aramak yerine sosyal medyadan yazmaya başladı. Büyük bir markanın dijital pazarlama müdürü bana ‘sosyal medyadan sonra müşteri hizmetleri yükümüz %68 azaldı’ dedi. Bu inanılmaz bir rakam. Markalar da; müşterilerin eleştirilerini, problemlerini, övgülerini sosyal medya üzerinden karşılamak zorunda. Sosyal medyada bir kriz çıktığında bunu hemen çözmek için ellerinden geleni yapmak zorunda. Kozlar artık müşterinin elinde, tek bir tuşla-takipten çıkararak-markayı hayatından çıkarmak çok olay. Bu yüzden sosyal medyayı en verimli kullanan markaların başarılı olacağını düşünüyorum.
5-Teknolojinin gelişiminin, sosyal medya üzerindeki etkisi nedir?
6-Sosyal medya bilinçli bir şekilde nasıl kullanılmalı?
İLETİ DERGİSİ
Yıllar geçtikçe, teknoloji ilerledikçe sosyal ağlar da kendi içinde evrildi. Facebook’la hayatımıza giren ‘sosyal medya’ kavramı yerinde durmadı. Hep farklı varyasyonlarını gördük; Twitter, Instagram, Vine, Snapchat vs… Şahsi görüşüm bu hep böyle devam edecek. Teknoloji geliştikçe sosyal ağlar da farklı şekillerde karşımıza çıkacak. Bugün video konseptli sosyal ağlar popülerken yarın farklı şeyler konuşabiliriz. Ama önemli olan hem kişisel kullanıcıların hem de markaların bu mecralara hızlıca adapte olabilmesi. Bu yaşananlar dijital devrim. Bu çağa ayak uyduramayan geride kalacak ve belki de yok olacak.
Burada amaç çok önemli. Herkes sosyal medyayı bilinçli kullanmak zorunda değil. Amacı olmayan, sosyal medyayı merdiven basamağı gibi görmeyen insanlar bilinçli bir şekilde kullanmayabilirler. Ama amacınız varsa, sosyal medyayı kariyeriniz için bir araç olarak görüyorsanız bilinçli olmak zorundasınız. Yukarıda bahsettiğim gibi öncelikle iyi şeyler üretmeniz lazım. Milyonlarca kullanıcı arasında sıyrılmak çok da kolay değil. Sabırlı ve istikrarlı olmak lazım. İstikrarlı olmayan insanın kazanma ihtimali yok denecek kadar azdır. Burada naçizane fikrimi söylemek gerekirse de; siyaset ve sporla ilgili çok fazla tartışmaya girilmemesinden yanayım.
7-Sosyal medyayı en çok hangi amaçla kullanıyorsunuz? Yeni fikirleri, gelişmeleri okumak ve analiz etmek için çok kullanırım. Bana fayda katabilecek insanları tanımaya çalışırım. Okuduğum kitaplardan ya da başka yerlerden öğrendiğim ve başkalarına faydalı olabileceğim bilgileri paylaşmayı çok seviyorum. Sosyal medya vasıtasıyla birçok insanla tanıştım, güzel ilişkiler kurduk. Sosyal medyada olmayı seviyorum.
8-Son olarak neler söylemek istersiniz? Şöyle bir sözüm var ‘Sosyal medya insanın kendine yakışanı paylaşmasıdır.’ Yazdıklarımıza, paylaştıklarımıza dikkat edelim. İnsanların kalplerini kıracak, incitecek, rencide edecek şeyleri paylaşmamaya çalışalım. Empati duygumuzu yitirmeyelim. Sosyal medyayı elimizden geldiğince verimli kullanmaya çalışalım. İçerik üretmeyi unutmayalım
3
Gül GÜL
13’ünde KADIN olmak
İLETİ DERGİSİ
“Kederliyim; Anadolu’nun herhangi bir yerindeki Ünzileler, Gülfidanlar, Ayşeler, Kaderler için…Kederliyim; hiçbirimizin masum olmadığını bildiğim için, bakarken gözlerine on iki yaşında evlendirilen bir kız çocuğunun…” Nazım Hikmet Ran Kendinizi 12 yaşında düşünün! En güzel, en eğlenceli zamanlarınızdır demi o günler. Yine 12 yaşında ama bu sefer bir kız çocuğu olarak düşünün kendinizi Anadolu’da. Dünyanızın oyundan ibaret olduğu zamanınızda bir gecede “kadın” olduğunuzu ve hiç tanımadığınız, sizden yaşça büyük biri ile zorla evlendirildiğinizi düşünün. Üzerinize olmayan bir gelinliğin içinde tüm hayallerinize veda ettiğinizde oyunun bittiğini anlarsınız. Birkaç maddesel varlık ile takas edildiğiniz sizin değerinizi ölçebilir miydi? Ya 13’ünde “ana” oluşunuz acıtmaz mıydı içinizi. Bir benlik nasıl kaybedilir de 13 yaşındaki bir çocuğun çocuğu olur? Toplumumuzun kanamakta olan en derin yaralarından biridir “ Çocuk Gelinler”. Ergenliğe girmemiş kız çocuklarının büyümeden “kadın” olduğu dünyadır burası. On ikisinde “kadın” on üçünde “ana” dır bizim çocuklarımız. Okullardan toplanılır bizim çocuklarımız, ağaçtan meyve toplar gibi. Saçı uzun olanın aklı kısa olur diye bir sözdür çıkarmışlar sapık ideolojileride kendi egemenliklerini sarsmamak için. Birçok neden vardır çocuklarımızı erken yaşta evlendirerek katletmenin. Erken yaşta ve zorla evliliklerin yaşanmasında genellikle ailenin maddi durumunun iyi olmaması, din, eğitimsizlik, gelenek ve göreneklerin etkili olduğu apaçık ortadadır. Adı üzerinde çocuk nasıl “gelin”olur. Bir insan nasıl katledilir, bir insan nasıl büyümeden ölür bizim topraklarımızda. Bizim “Çocuk Gelin” dediğimiz şeye dünya “pedofili” diyor. Pedofili; kişide ergenlik dönemine girmemiş bir çocukla ya da çocuklarla cinsel etkinlikte bulunma ile ilgili yoğun, cinsel yönden uyarıcı fantezilerinin, cinsel dürtülerinin ya da davranışlarının yineleyici bir biçimde ortaya çıkması olarak tanımlanır. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin birinci maddesinde; “çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.” denilerek çocuk kelimesinin tanımı yapılmıştır. Çocuğun ne demek olduğunu bile bile nasıl gözlerimize perde indiriyoruz. Peki dünya bu kadar gelişirken insanlar neden bu kadar geriliyor. Ne ara bu kadar kirlendi dünya... Bir çocuğun hayallerini öldürmek ne zaman meşrulaştı. Çocuk gelinlerden de ötesi var. Yıllarca her türlü cinsel istismarlara maruz kalmış çocuklarımız var. Onlarında kaderleri farklı değil. 2014 TUİK verilerinde 11 bin çocuk suç mağduru olurken daha niceleri de bu acınası rakamın içine dahil olamamıştır. TUİK , 2012 yılında yapılan toplam resmi evlenmeler içinde 16-17 yaşında evlenen kız çocuklarının oranının yüzde 6,7, sayısının da 40 bin 428 olduğunu belirtti.
4
Berna KARACA
‘‘UŞAK ÜNİVERSİTESİ’NİN 10. YILI’’ KONULU FOTOĞRAF YARIŞMASI SONUÇLANDI Uşak Üniversitesi’nin 10 yaşını doldurması nedeniyle; bir çok faali-
yetiyle göz dolduran Uşak Üniversitesi İletişim Topluluğu öğrencileri “Uşak Üniversitesi’nin 10. Yılı” konulu bir fotoğraf yarışması düzenledi.
İLETİ DERGİSİ
Yarışmada 13 öğrencinin çektiği, profesyonel ve Uşak Üniversitesi’nden kareler barındıran birbirinden güzel 29 fotoğraf yarıştı. Yarışma sonucu ödül töreni gerçekleştirilerek kazanan isme ödülü verildi. Mustafa Kemal Paşa Amfisinde düzenlenen ödül törenine farklı bölümlerden öğrenciler katıldı. 13 yarışmacının katıldığı fotoğraf yarışmasında 29 tane fotoğraf arasından Yeni Medya bölümü öğrencisi Seda Ateş birinci oldu. Ateş’e ödül olarak fotoğraf makinesi hediye edildi. Ateş’in mdülü Araştırma Görevlisi Onur Keşaplı tarafından takdim edildi. Topluluk yöneticileri “her yıl düzenlenen fotoğraf yarışması her geçen gün daha da gelişmekte ve Uşak Üniversitesinin sembolü olmaya devam etmektedir. Fotoğraf yarışmasının amacı üniversitenin 10. yılında neler olduğu hakkında bilgi vermek için yapıldığı” şeklinde konuştu.
5
Kübra ÖZBEN
BEDENİNİZİN SİZE MESAJI VAR
Beden dilinin iletişim kurarken çok büyük öneme sahip olduğu konusunda çoğu kişi aynı fikirde. An-
cak pek çok kişinin beden dili hakkındaki bilgileri kulaktan dolma bilgilerin ötesinde geçebilmiş değil. Biz de İleti Dergisi ekibi olarak beden dili hakkında sahip olduğumuz yanlış bilgileri düzeltmek için Uşak Halk Eğitim Merkezi Diksiyon ve Beden Dili Hocası Senem Özgen ile görüştük.
1-Öncelikle kısaca tanıyabilir miyiz?
Ben diksiyon öğretmeniyim. Aynı zamanda İzmir Devlet Konservatuarında özel bir dersle drama eğitimi de aldım. Daha sonrasında baktım ki hayatın, hitabet sanatının beden diliyle bir bütün olduğunu düşünüp, beden dili ve davranış bilimi üzerine de seminerlere ve eğitimlere katıldım ve katılmaya devam ediyorum. Almış olduğum en önemli kişiler davranış bilimleri uzmanı Aşkım Kapışmak, bir diğeri de Ahmet Şerif İzgören’dir.
5- İletişim kurarken kullandığımız belli başlı hareketlerimizin anlamı nedir ?
2-Beden dili nedir, ne anlama gelir?
3- İletişim kurarken beden dilinin önemi nedir ?
Beden dilini kısaca tanımlayacak olursak beden dili; bir bütündür. İnsanları anlama ve algılayabilmenin anahtarıdır.
İletişimimizi sadece konuşarak gerçekleştirmemiz tabi ki de mümkün değildir. O yüzden de tamamen herşeyiyle iletişimi etkili biçimde ele almak istiyorsak veya doğru iletişim kurmak istiyorsak bir takım el, ayak hareketlerine dikkat etmek, kişiyi motive etmek durumundayız. Hem öğretmenlikte, hem arkadaşımızı teselli ederken, yeni tanıştığımız insanlarla iletişim kurarken beden dilinden çok yüksek oranda yararlanmaktayız.
kurarken 4-İletişim karşımızdaki kişiyi tamamen beden diline göre yorumlamak doğru bir davranış olur mu ?
İLETİ DERGİSİ
İletişim de beden dili tabi ki çok önemlidir çünkü bir araçtır ancak ana amaç ise bilgidir. İletişim kurarken karşımızdaki kişinin konuşması, hayat standartları, hayat tarzı, o anda ki psikolojisi vb. bunların hepsini bir bütün olarak değerlendirmemiz lazım. Bu yüzden iletişim kurarken yalnızca beden diline göre yorumlamak yanlış olacaktır.
sizi
*Ellerimizin avuç içlerinin açık
olması bizler için çok önemlidir. Karşımızdaki kişiyle doğru iletişimi sağlamak ve güven vermesi açısından dikkat edilmesi gerekir. *Konuşurken sağ üst köşeye bakmamız hayal dünyasında yaşadığımız için yalan söylediğimiz, sol üst köşeye bakmamız geçmişi ifade ettiği için doğru söylediğimiz anlamına gelmektedir.
6
* Kollarını sürekli oynatmak: İyiye işaret değil. Parmaklarını da masaya vuruyorsa hiç umut yok.
*
Dokunma: Dokunma, karşımızdaki özellikle de bir yabancıysa, oldukça erotik bir hareket olarak görülür. kolunuza ya da boynunuza dokunmanız, onun size dokunmasından hoşlanacağınızı gösterir.
* Ağzınızı kapatmanız: Kendinize güvenmediğinizi gösterir.
dengesiz bir karakterin ibreti olabilir.
*Yutkunma: Gırtlağın aşağı ve
yukarı hareket etmesi stres ve utanç işaretidir.
*Elleri boynun arkasına almak: Sadece kontrolü hep elinde tutmaya alışmış birinin yapacağı kibirli bir harekettir.
*Eller belde: Bunu her kim
*Kolları bağlamak: Ne kadar mesafeli! Aynı zamanda gerginlik sıkıntıya işaret edebilir.
*Göz teması: Eğer birisi gö-
zlerinizin içine üç saniyeden fazla bakıyorsa size güven ve dürüstlük mesajı gönderiyordur. Gözlerinize bakmayı seviyor ve tepkinizi ölçmek istiyor olabilir. Eğer birisinden hoşlanıyorsanız, göz temasını en önemli anahtar olarak görün.
*Ayaklar: Eğer
birisinden hoşlanıyorsanız, ayaklarınızı ona doğru çevirirsiniz. Aynı durum, dizler için de geçerlidir.
* Kafa ya da kulaklar ile oynam-
ak: Bu kişi içinde bulunduğu durumdan utanıyordur.
*Patlak gözler: Bir kişi, sizinle
konuşurken gözlerini aniden ve çok fazla açıyorsa, dikkatli olun. Bu durum, asabi ve
*Kafayı eğme: Arkadaşlık, ilgi
ve düşünme işaretidir. Aynı zamanda gözler de eğilirse, cilve yapılıyor da olabilir.
*Kişiye doğru eğilme: Açık bir
şekilde “konuşmaya devam et” demektir.
ini çıkarması arkadaşça ve flört dahilinde bir jesttir ancak eğer bir söz ettikten sonra dilinin ucunu gösteriyorsa bu, az önce söylediğinin yalan olduğu anlamına gelir.
*İki yana sallanmak: Üst vücutla yapılan hareketler kendine güvenin ifadesidir. Ama fazlası ilgiye duyulan ihtiyacı da gösterebilir. Erkekler bu hareketin kendilerini önemli göstereceğini düşünürken kadınlarsa tüm kontrolün ellerinde olduğunu gösterdiğini düşünürler.
*Boğaz temizleme: Kuşku ya
da aksi fikirde olunduğunun işaretidir. Eğer birisi boğazını temizliyorsa, konuşulanın tatsız olduğuna ya da doğru olmadığına dair konuşacak demektir.
*Göz kırpma: Bu, arkadaş canlısı ve sonu açık bir harekettir. Bu insan, sevilmek istiyor.
İLETİ DERGİSİ
yapıyorsa sizle alıp veremediği birşey var demektir. Dirseklerin açılması vücudun hacmini büyüterek savaşa davet eden, savunmacı ve güç gösteren bir anlamı vardır. Bunu size bir erkek randevunuzda yapıyorsa dikkat edin çünkü sizi küçük görüyor anlamına gelir.
*Dil çıkarmak: Birinin size dil-
*Kafanın geriye atılması: Kişil-
ere burun ucuyla bakma anlamı taşır.
*Esneme hareketleri: Söylediğiniz ile aynı fikirde olmadığı anlamına gelir.
*Ayak parmakların üzerinde
yükselme: Baskın davranma ya da tehdit etme anlamı taşır.
İleti Dergisi olarak bizi bu gibi önemli bir konuda bilgilendirdiği ve zaman ayırdığı için Uşak Halk Eğitim Merkezi Diksiyon ve Beden Dili Hocası Senem Özgen’e çok teşekkür ederiz.
7
Gizem VURAL
HAYATIMDAKİ EN GÜZEL İYİKİLERİM
İLETİ DERGİSİ
Hayatımızda değer verdiklerimizin yanında, olmazsa olmazlarımız vardır birde. Hiç şüphesiz benim bu hayattaki olmazsa olmazlarım kardeşlerim... En başta bu hayatın bana verdiği en güzel hediyeler. Üzüntümü de sevincimi de beraberinde yaşadığım sıkı dostlarım onlar benim. Ne kadar kavga etsek de tartışsak da uzun süre küs kalmayı başaramadığım canımdan canlar. Biz aynı şeyleri savunur, farklı şeyler söyleriz. Çünkü biliriz ki her birimizin haklı olduğu yönler vardır. Bir damla gözyaşı için dünyaları bile hiçe sayabileceğiniz şeydir kardeşlik. ‘Et tırnaktan ayrılmaz “ diye bir söz vardır. İşte bizler de et ile tırnak gibiyiz. Nolursa olsun birbirimizden ayrı kalamayız. Biz her geçen gün büyüyor olsak da onlar benim hiç büyümeyen çocukluğum. Bazen büyüdüğümüzü kabullenmek istemeyişim, bir gün hepimizin yuvadan ayrılıp kendi düzenimizi kuracak olmamızdandır belki de. Böyle düşünüyor olsam da en güzel yerlere gelmelerini en çok da ben isterim. Üniversiteye geldiğim ilk sıralar onların yokluğu çok dokunmuştu. İlk defa onlardan bu kadar uzun süre ayrı kaldım. Gözüm her yerde onları arıyordu. Zamanla ne mi oldu derseniz alıştım sadece ama yokluklarını hep hissettim. Dördüz olmak nasıl bir duygu diye sorarsanız, o kadar güzel ki birbirimizi çok iyi anlayabiliyoruz. Ani kararlar vermem gerektiğinde ilk önce onlara sorarım, birbirimize yol gösterir fikir alışverişi yaparız. En büyük şansımız bu bizim. Yan yanayken bir başkasına gerek duymayız bile. Benim en iyi arkadaşım, sırdaşım, dert ortağım yeri geldiğin de suç ortağım olurlar. Çocukken yaramazlıkları yapar komşulardan şikayet gelince de hemen birbirimizi savunur ben yaptımlara başlardık. Küçükken derdim ki keşke abim ablam olsaydı. Ama bana öyle hissettiren kardeşlerim var. Onlar bana yeri geldiğinde abi abla oldular. Dördümüzde çok farklı karakterlere sahibiz. Annem “Aynı karından çıktınız ama hepiniz farklı farklısınız “ der. Zevklerimiz, hobilerimiz, sevdiğimiz yemekler bile farklı ama hepimizin severek yaptığı tek uğraşı gitar çalıyor olmamız. Lise zamanlarımızda bir hevesle gitar kursuna yazıldık iki sene kadar kursa devam ettik. Erkek kardeşlerim kendilerini kursun dışında da geliştirdiler. Daha sonra öğrencilere ders vermeye başladılar. Yazları kafe ve parklarda canlı müzik yaptılar. Onların müziğe olan aşkını gitar çalarken yüzlerinde oluşan ifadeden görebiliyorum. İkisinin de tek hayali ilerde başarılı bir müzisyen olmak. Kız kardeşime gelecek olursak başarılı bir mimar olmak istiyor. Ben her zaman iletişim alanında bir yerlere gelmek istiyordum. Uşak Üniversitesi’nde Yeni Medya bölümünü kazanarak hayalime bir adım daha yaklaştım. Anne ve babamızın biz konusunda düşüncelerinden bahsedecek olursak; onlar her zaman yanımızdalar. Sorgulamadan önce dinler, kendi önerilerini sunar daha sonra son kararı bize bırakırlar. Öncelikle bizim kendimize daha sonra onların bize olan güven ve inançlarıyla hepimizin çok güzel yerlere geleceğine inanıyorum. Demiştim ya bu hayattaki olmazsa olmazlarım kardeşlerim diye, anne ve babamız için de biziz. Herkes elimizi tutar, ama bizler kalplerimizi bir ömür boyu tutacağız. Onlar benim her zaman bu hayattaki en güzel iyikilerim olarak kalacak. Umarım bu tarifsiz duyguyu kelimelerle az da olsa sizlere aktarabilmişimdir. Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkürler.
8
Mert ALTUN
Uşak’ta ‘İletişimde Reklam Arası 2’ Etkinliği çocuklar olmak üzere birçok insanı olumsuz etkilemektedir” dedi. “İçerik kraliçedir” Hemen ardından sunumunu yapan Haberler.com Sosyal Medya Direktörü Oğuzhan Saruhan ise sosyal medyanın hayatımızdaki yerine değindi. Saruhan, “Sosyal medya günümüzde birçok alanı ve yaşamımızı etkilemektedir. Ancak yaratıcı içerik üretmede tam olarak başarılı değiliz. Yeni içerikler üretmeli ve farklı bakış açılarıyla
İLETİ DERGİSİ
Uşak Üniversitesi İletişim Toplu- ları hakkında dijital ortamda bir luğu tarafından 2-3-4 Mayıs 2016 derginin tasarımı hakkında püf tarihleri arasında ikincisi düzen- noktalar sundu. lenen “İletişimde Reklam Arası” adlı etkinliği geniş bir katılımla Uşak’ta “Reklam Arası” gerçekleştirildi. Uşak Üniversitesi İletişim Topluluğu tarafından düzenlenen “İlMustafa Kemal Paşa Amfisinde etişimde Reklam Arası Etkinliği” düzenlenen etkinliğe 2 Mayıs tar- kapsamında bilinçaltı reklam her ihinde Mecmua Dergisi Mecmua yönüyle konuşuldu. Akademisyen-Yazar Sefer Darıcı ve Sosyal Medya Direktörü Oğuzhan Saruhan’ın konuşma yaptığı etkinlikte Türkiye’de bilinçaltı reklamcılık faaliyetlerinin geldiği noktanın önemi ve sosyal medyanın içerik üretmedeki zayıflığı üzerinde duruldu. Etkinlikler kapsamında ayrıca Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin yeni stüdyoları ve Dergisi Editörü Sırma Akçan, halkla ilişkiler ve reklamcılık Mecmua Dergisi Metin Yazarı bölümünün atölyelerinin açılışları Levent Donduran, Mecmua da gerçekleştirildi. Dergisi Grafik Tasarım Uzmanı Rafet Gezertekin katıldı. İlk gün “Reklamda subliminal gerçekleştirilen etkinlikte dergide tehlikesi!” ki reklam araştırmaları ve bir Sivas Cumhuriyet Üniversitederginin çıkarılması ile ilgili bilgsi’nden Akademisyen-Yazar Seiler verildi. fer Darıcı, “Subliminal İşgal” adlı Levent Donduran dergi habersunumunda Türkiye’de reklamcılık ciliği hakkında nelere dikkat edilsektöründe kullanılan sublimimeli, dergide reklamın öneminin nal uyaranların tüketim davranışı ne olduğunu belirtti. Sırma Akçan üzerindeki etkisi üzerinde durdu. ise editörlüğünü yaptığı Mecmua Darıcı, “Türkiye’de reklamcılık dergisinin reklamları almak için neler yaptığını, eskiden dergi için reklam ararken şimdi dergiye reklam verildiğini açıkladı. Daha sonra kapanış töreninde gelen konuklar ödüllendirildi. 3 Mayıs gününde etkinlik kapsamında atölye çalışması yapıldı. Levent Donduran metin yazarlığı atölyesinde ‘’Anneler Günü’’ ile ilgili metin yazmaları konusunda sektöründe etik ve ahlaki değereğitimler verdi. Refet Gezertekin, lere uymayan reklam içerikleri Corel ve photoshop programyer almaktadır. Bu içerikler başta
bunları birleştirmeliyiz. Ayrıca kriz iletişimi konusunda da sosyal medyayı çok rahat ve etkili kullanmalıyız. “ Etkinliğin kapanış kısmında afiş yarışmanın sonucunda jüri puanlamasından aynı puanı alan iki afiş çıkması sonucunda İletişim Topluluğu tarafından iki öğrencimize ödül paylaştırıldı.Gelecek senenin reklam etkinliğini ‘Reklamda Görsellik’ afişiyle Melek Köseoğlu ,’Kadın ve Erkek Bedeni Üzerinden Reklam’afişiyle Mazlum Ayaz’a ödülleri verildi.Ayrıca geyik.com tarafından öğrencilere sürpriz hediyeler verildi. Program Darıcı ve Saruhan’a plaketlerinin takdim edilmesinin ardından sona erdi.
9
Kübra ÖZBEN
GELECEK SİZCE NEDİR? Didem Deniz: Ne kadar çok şeye sahip olur-
Ahsen Armağan: Pozitif bakmak istiyorum.
sanız, o kadar da kaybetme korkusu yaşarız. Dövüş Kulübünden gönderme yaparak bunu “Sahip olduğumuz şeyler bize sahip olmaya başladı” şeklinde açıklayabiliriz. Gelecekten beklentim her an her şeyi yapabilme özgürlüğüdür.
Değişim içerisindeyiz. Bu değişim kimi zaman pozitif yönlü kimi zaman da negatif yönlü olsa da her zaman için odak nokta olarak gelişimi referans almalıyız. Bilgi ve teknolojide olduğu kadar temel insan hak ve özgürlüklerin dikkate alındığı daha demokratik bir ortamı genç kuşaklara devretmek ümidi taşıyorum.
Burak Kırıkdirek : Hayal (İlköğretim Matematik Öğretmenliği )
İLETİ DERGİSİ
Mihriban Akdemir: Kariyer (İktisat)
Mustafa Başkaya: Aşk (İktisat)
Turan Yolaçan: İş, Sonra da Eş (Tarih Bölümü)
Necati Ölmez: Kariyer (Muhasebe)
Ali Aygün: Umut (Tarih Bölümü)
Gülfidan Karabulut: İş Kaygısı (Tarih Bölümü)
Oğuzhan Alişan : Ticaret (Coğrafya Bölümü)
Arif İnci: Devrim (Coğrafya)
Sultan Çürük: Hayat Kaygısı (Okul Öncesi Öğretmenliği)
Şeyma Yücel : Sorumluluk (Tarih Bölümü)
10
Deniz EREN
İ
400 Yıllık Shaskespeare
15 ve 16.yy’da bilim ve sanatın yeniden doğuşu olarak adlandırılan Rönesans İtalya’da ortaya çıkmıştır. Bireye saygı,özgürlük ve sanatın geliştiği bu dönemde insanca yaşama düşüncesi (hümanizm) dünyada hızla yayılmıştır. Bu düşünceler çevresinde özellikle İngiltere edebiyatına baktığımızda William Shakespeare’ ın özel bir yeri olduğunu görürüz. Kin,aşk,dostluk,ölüm gibi tüm insani duyguları derinlemesine ele alan Shakespeare eserlerine baktığımızda,Rönesans’ın can alıcı etkilerini görmemiz mümkündür. Özellikle “Romeo ve Juliet, Hamlet, Macbeth, Othello” gibi eserlerinde Rönesans’ın etkilerine daha fazla rastlarız. İlk eserleri çoğunlukla tarihi ve komedi türünde eserlerken bu daha sonraları trajedi ve dram
İtalyan edebiyatından,antik çağdan ve hümanist düşüncelerdende yararlanmıştır.. Burdan yola çıkarsak eğer Robert Greene’nin kendisine neden böylesine bir laf söylediğine dair cevap aradığımızda bunun yanıtını bulmakta zorluk çekmeyiz. türünde yazılan eserlere dönmüştür. 16.yy’ın sonuna geldiğimizde ise kültür ve sanatın zirvesine ulaşan William Shaskespeare diğer oyun yazarlarıylada işbirliği yapmıştır. Oyunlarının 17’si yaşarken yayımlanırken geri kalan oyunları ise iki oyuncu arkadaşının toplu basım yapıtlarının içerisinde yer almaktadır. Oyunları dışında ilk uzun şiiri olan Venüs ile Adonis, Lucretia’nın Kaçırılışı ve büyük bir yaratıcılıkla yazmış olduğu 154 sonesinin konularını klasik mitolojiden almıştır. 23 Nisan 1616 yılına geldiğimizde ise Startfort’ta,Ben Jonson ile birlikte katıldığı bir şölenin ardından hayata veda etmiştir. Shaskespeare başkalarının yazdığı oyunları düzelterek oyun yazarlığına başlamıştır. Dönemin oyun yazarı Robert Greene’nin GroatsWorth of Wit eserinde Shaskespeare için “ sonradan görme bir Karga var, bizim tüylerimizle güzelleşmiş, bir oyuncunun derisine bürünmüş kaplanın kalbi ile, kendisinin bile uyaksız bir şiirde söz sanatını en iyi şekilde yapabildiğini zannediyor: ve salt bir Johannes factotumolarak, bir ülkedeki tek Shake-scene olmanın kibirindedir.” Saldırmasıyla Shaskespeare,Londra’da tanınmıştır. Bilginler ise bu sözlerde Robert Greene’nin Shaskespeare karşı ne demek istediğine anlam verememişlerdir. İngiliz tiyatrosuna çağ atlatan Shaskespeare eserlerini oluştururken sadece ülkesindeki kültür birikimindenden yararlanmakla kalmamış Fransız ve
Günümüzde dahi Shaskespeare tiyatrosunun konservatuar ve Güzel Sanatlar fakültelerinde ders olarak okutulmasından çıkartılabilecek temel sonuç büyük dillere çevrilip eserlerinin diğer oyun yazarlarından daha çok sergilenmesi olmalıdır. Her sanatçının yaşarken göremediği değeri Shaskespeare içinde söylememiz yanlış olmaz çünkü ünü 19.yüzyıla kadar günümüzdeki yüksekliğine erişememiştir. Daha sonra 20.yüzyılda ise eserleri yeni akımlar tarafından benimsenip keşfedilmiştir ve günümüze geldiğimizde ise dünyada farklı kültürel ve politik bağlamda eserleri yeniden yorumlanmaktatır. 400 yıl sonrasında bile her kültüre uyup oynatılan ve okutulan eserlerden günümüze bir öz eleştiri yapacak olursak eğer evrensel konuların peşinden koşmayı bıraktığımızı ve popüler kültürün etkisinde sanata ve dünyaya giderek yabancılaşmaya başladığımızı söylememiz doğru olacaktır. Bu yüzden popüler kültürün etkisinde kalıp anımızı mı kurtarmalıyız yoksa evrensel konularda eserler verip geleceğe yönelik eserler mi vermeliyiz ikileminin ilerici bir hamleyle aşmanın tam zamanı.
İLETİ İLETİ DERGİSİ DERGİSİ
ngiltere’nin ulusal şairi ve Avon’un Ozanı.. 52 yıllık hayatına oyunculuğu,şairliği ve oyun yazarlığını sığdırmış olan Shaskespeare 26 Nisan 1564 yılında Stradford-upon-Avon’da doğmuştur. 400 yıldan günümüze 38 oyun,154 sone iki uzun öykü ve kaynağı belirsiz şiirler bırakan Shaskespeare “Hamlet, Kral Lear, Othello, Macbeth” gibi akıllara kazınan bir çok eserini 1589 ve 1613 yılları arasında yazmıştır. Günümüzde dahi hala etkisini sürdüren bu eserlere baktığımızda kendimize sorabileceğimiz muhtemel sorulardan biri “400 yıl geçtikten sonra bile gelecek nesilleri böylesine etkileyebileceğimiz tiyatro oyunlarımız var mı?” sorusu olmalıdır.
11
Yonca KARABACAK
AŞKIN İDEOLOJİK İMGELERİ Aşk nedir? Aşkın tarihi var mıdır? Bu bağlamda aşkın kısa tarihini Sımon May üzerinden yorumlamaya çalışacağız. Aşkın tarihi birkaç yüzyılda evrimleşmiş başlıca dört dönüşümden bahsedebiliriz. Birinci dönüşüm sevginin değeriyle ilişkilidir. Tesniye ile Augustinus arasında- M.S.5. yüzyılın ortalarına kadar, bin yılı aşan bir süreyi kapsıyor-sevgi yavaş yavaş en üstün erdem haline getirilir. Eski Ahit Tanrı’nın “tüm kalbinizle ve tüm ruhunuzla ve tüm kuvvetinizle” sevilmesini emreder; İsa Tanrı ile komşu sevgisini en önemli İncil emirlerinden biri konumuna yükseltir; İncil yazarlarından Yuhanna nihai hakikat olan Tanrı’nın sevgi olduğunu söyler; önce Pavlus, ardından da Augustinus sevgiyi tüm gerçek erdemlerin kökeni olarak görür.
İLETİ DERGİSİ
M.S. 4. ile 16. Yüzyıllar arasındaki, Augustinus’tan başlayıp Clairvaux’lu Bernard ile Aquinalı Thomas’a kadar gelen, oradan da Luther’e kadar uzanan ikinci dönüşümdeyse , insanlara geçmişte eşi benzeri görülmemiş, adeta ilahi bir sevme kudreti bahşedilir. İnsanlar esirgeyen ve bağışlayan Tanrı’nın bir armağanı olarak sevgi fikrini geliştirerek, sevgi yoluyla tanrısal nitelikler kazanabilir. Tanrı namına sevilecekseler de Tanrı ile dostluk kurmayı başarırlar. 11.yüzyılda ortaya çıkan ve 18. Yüzyılda doruğuna ulaşan üçüncü dönüşüm ise sevginin nesnesiyle ilgilidir. Artık tek bir insan ya da geniş kapsamıyla doğa, varlığında en yüce iyiliği barındıran ve daha önceleri sadece Tanrı’ya ayrılmış sevgi türüne layık bulunur. Böylece ilahi ile dünyevi, doğaüstü arasında sınır iyice belirsizleşir. Bu da 18 yüzyılda Rousseau ile başlayarak varlığını sürdüren aşk sayesinde hakiki hale gelen aşıkla ilgili dördüncü dönüşümün zeminini hazırlar. İnsan aşkını yaşarken kendi benliğini kaybetmez, tam tersine benlik kazanır. Kendi kendini yitirmez, kendini bulur. Aşk kendi kendine aşık hale gelmiştir. Seküler bir çağda insani aşkı Tanrı’nın bizi nasıl sevdiği üzerinden değil de, bizim Tanrı’yı nasıl sevmemiz gerektiği emrine bakarak şekillendirmemiz gerektiği… Bunları referans alarak aşkın evrimsel dönüşümünü Türk tarihine kazılan aşk imgeleri (Ferhat ile Şirin, Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan, Yozgat Sürmelisi)’n den yola çıkarak günümüz üzerinden bir tarihsel perspektif kazandıracağız. Amasya da efsaneleşen Ferhat ile Şirin hikayesindeki söylem, aşkı ölümsüzleştirilmesine izin verilmeyen gösterilen bu iki aşkın mezarının olması ebediyette bile vazgeçilmeyecek bir sevginin olduğu imajını verir. Ferhat , Şirin için sevdası uğruna kilometrelerce uzunlukta dağları delerek suyu getiren Ferhat’ ın sevdası halen burada yaşamaktadır. “ Ferhat su kanalı” bunun en iyi örnekleri arasındadır. Bu aşkın kısaca hikayesi şudur; Ferhat meşhur bir nakkaştır. Sultan Mehmet’e Banu kız kardeşi için yaptırdığı köşkün süsleme işini Ferhat’ a verir. Ferhat köşkte çalışırken Şirini görür ve birbirine sevdalanırlar. Ferhat Sultan’a haber salarak Şirin’i istetir. Sultan kız kardeşini vermek istemez. Ferhat’ı oyalamak için Elma Dağı’nı delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat, Şirin’e olan sevdasının verdiği aşkla dağları delmeye başlar. Mehmet’le Banu dağı delip şehre suyu getirmek üzere olan Ferhat’ın yanına yaşlı dedesini göndererek Şirin’in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat bu acı haber üzerine elinde tuttuğu külüngü havaya atar. Düşen külünk Ferhat’ın başına isabet eder ve Ferhat ölür. Ferhat’ın acı haberini alan Şirin korku ve heyecanla olayın geçtiği kayalığa gider. Ferhat’ın öldüğünü görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan yuvarlanarak orada can verir. Sevgiliyi can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler.
12
İLETİ DERGİSİ
Bir rivayete göre her bahar iki mezar üzerinde biri kırmızı biri beyaz iki gül bitermiş. Bu iki gül birbirine kavuşmak üzereyken mezarının ortasında bir karaçalı çıkar bu da gülün kavuşmalarını engellermiş. Diğer bir örnekte Mimar Sinan ile ve Mihrimah Sultanın hikayesidir. Hikaye şöyledir; Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah on yedisine bastığında iki kişi onunla evlenmek ister. Bunlardan biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır. Padişah kızını Rüstem Paşaya verir. Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır. Sevdiğine kavuşamamıştır fakat aşkını olanca güzelliğiyle sanata yansıtmıştır. Üsküdar’a Sarayın isteğiyle 1540 yılında Mihrimah Sultan caminin temelini atar ve 1548 yılında bitirir. Camiyi yaparken eserinde sanki bir kadının eteklerini süpüren bir kadının dış çizgilerini verir. Derken ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirne Kapı’dan pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine ikinci eserini yapmaya koyulur. Mihrimah Sultan’a cami küçücüktür. Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse 161 pencere caminin iç güzelliğini aydınlatır. İçerideki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işletmeler Mihrimah Sultanın topuklarını döven saçlarını anımsatır. Aşka adanmış eser. Edirne Kapı Cami’nin ve Üsküdar da ki camileri aynı anda görebileceğimiz bir yer seçim 21 Mart’ta gece ile gündüzün eşit olduğu zamanda caminin tek minaresinde güneş batarken ay doğar. Mihr-ü Mah eşittir. 21 Mart Mihrimah Sultanın doğum günüdür. Son aşk hikayemiz ise “Yozgat Sürmelisi “dir. Hikaye şu şekildedir; Bozok yaylasında otlayan sürülerinin biride Sürmeli Bey adında bir Türkmen yörüğü otlatırdı. Halk tarafından sevilen birisiydi. Sevdiği dilberi düşünerek sazının tellerinde konuştururdu. Dilberi ahu gözlü,sürmeli kaşlı ve ay yüzlüydü. Dilberinin babası bir Türkmen beyiydi ve kızını halk ozanına vermek istemez kim ikna etmeye kalktıysa da bu teklifi geri çevirir. Üzüntüsünden sürüyü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beş çamlar mevkinde kendine güzergah kurar. Aşkını yanık türküleriyle dağlara taşlara anlatır. Ve türküleriyle kaybolur onu bir daha gören olmaz. Geride bıraktığı iz onu melodilere yansıyan aşkıdır. Genel olarak bu üç örnekte anlaşılacağı gibi Tanrı’yı dünyadaki tüm sevilebilir niteliklerin kaynağı ve tüm sevgilerin nihai olarak yöneleceği yegane hedef olarak betimleyen resimlerdir. Mevlana’nın “yaratılanı severim yaratılandan ötürüdür” sözünün en iyi temsil eden aşklardır. “Aşk nedir?” sorusunun cevabını bulmak istiyorsanız ve “gerçek aşkı “iliklerinize kadar hissetmek istiyorsanız bizlere Tanrı aşkının kendi söylemleriyle çok uzağa gitmeden tarihimizdeki temsillerle görebiliriz. Şehre aşk imgelerinin temsil etmesi söylemin ne kadar güçlü olduğunun göstergesidir. Günümüze doğru Tanrıya duyulan aşk yerine “bedene” duyulan haz ve isteklerimizi karşılayan günü birlik, “full time”,” part time” gibi “gerçek aşkı” yok eden neoaşk dediğimiz simülasyonlarla örtülü film ve hikayelerde sadece “cinsel” boyutunun teması olduğu bir seküler politika! Seküler politika diyorum çünkü “göstergeler toplumunun” kendi ler ini başkalarının duygularıyla var ettiği gücünü bireyin ulaşamadığı geçmişi özleyip fakat kendini günümüz neo aşkına hapsettirilmesini sağlayan “demir kafes” boyutundadır. Bizler bedenimiz için bizleri sevenlerle değil Tanrı’ya duyduğumuz ve onun gücüne inandığımız şekilde sözde değil özde bir aşkı yaşadığımız sürece ebediyete kadar süren bir aşkı yakalarız. Sımon May şu paragrafıyla noktayı koymuştur. “Aşk koşulsuzdur: Öteki’nin diğeriyle ya da nitelikleri yüzünden doğmaz ya da azalmaz; aşk, onu veren kimsenin kendisi adına hiçbir şeyin peşinde olmadığı, içten gelen bir niteliktir. Aşk sonsuza kadar sürer: Ne o ölümlüdür, ne de sunduğu nimetler.. Tıpkı Leyla ile Mecnun, Mimar Sinan ile Mihrimah ve Yozgat Sürmelisi gibi.. Söylemin gücü post modern dönemde farklılaştırsa da gösterdiği imgelerle yok edemez ve kendi yönüne çekemez..
13
Gül GÜL
Uşak
Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ikinci öğretimine 50 öğrenci alınması teklifi Yükseköğretim Genel Kurulu’nda kabul edildi. Rektör Prof. Dr. Sait Çelik konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada gelecek eğitim öğretim yılında İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün ikinci öğretimine 50 öğrenci alınacağını bildirdi. Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesinde Halkla İlişkiler ve Reklamcılık (birinci ve ikinci öğretim), Radyo, Televizyon ve Sinema (birinci ve ikinci öğretim), Yeni Medya (birinci ve ikinci öğretim), Görsel İletişim ve Tasarım Bölümü ile Gazetecilik Bölümü (birinci ve ikinci öğretim) bölümleri olduğunu belirten Rektör Çelik “Gazetecilik Bölümünün birinci öğretimine 2014-2015 eğitim öğretim yılında öğrenci almıştık. Gelecek eğitim öğretim yılında bölümün ikinci öğretimine 50 öğrenci alacağız. Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi, alanında deneyimli ve başarılı öğretim elemanlarıyla ve günümüz şartlarına uygun ders içeriğiyle öncelikle bölgenin en iyi iletişim fakültelerinden birisi olma hedefiyle çalışmaktadır. Sektöre nitelikli gazeteciler yetiştirmek üzere yola çıkan Gazetecilik Bölümümüz gazetecilik mesleğinin önemini, kamuoyu oluşturmadaki işlevini bilen, meslek etiğine inanan, mesleğin gerektirdiği donanıma sahip, Türkiye’nin yanı sıra dünyayı da yakından izleyen, konulara geniş bir bakış açısıyla yaklaşan, alanında uzmanlaşmış kişiler yetiştirmeyi amaçlamaktadır.”dedi.
İLETİ DERGİSİ
‘‘Gazetecilik Bölümü II. Öğretim’’ Öğrenci Alacak
14
Aysel AKÇAALAN
DEADPOOL Filmi izlerken kahramanımızın içsesini de duymaktayız bu ise filme eğlence öğesini katıyor. Deadpool’un çenesi o kadar güçlü ki film içerisinde düşünebileceğiniz her şeye bir gönderme vardır.Filmin tonunu,rengini değiştiren film içerisinde günlük hayatta yaptığımız durumlardan yararlanarak birçok gönderme yapması ve seyirciyi kahkalara boğmasına sebep oluyor. Film içerisinde bolca romantizm kullanılmıştır.Aksiyon sahnelerin dozu tam ayarında yapılmış
ve kahramanın özünü başarılı bir şekilde yansıtmıştır.Kahramanımız hazır cevap, algısını uyandıran karakter olunca izlerken doyamıyorsunuz.Film içerisinde şiddet var ama rahatsız edecek kadar değildir. Çünkü seyirci rahatsız edecek şekilde bir korku şiddeti verilmemiş sadece özünde eğlenceliyi barındıran bir karakter var.Küfür yerine sokak ağzını kullanmış yani günlük hayatta sürekli olarak yaptığımız şakaların,ağzın bir kahraman tarafından verilmesi seyiricisini hem eğlendiriyor hemde güldürüyor. Deadpool filmi Hollywood tarzı diyebileceğimiz bir film ama olayın içine girince aslında Hollywood içerisinde kendisini eleştiren bir film.Karakterimiz genelde seyircisini yakalar ve ona doğru konuşur. Filmin gerçekten film olduğunu başımıza sürekli olarak vurmaktadır.Klasik anlatı yapısında olduğu gibi bir olay ve olay örgüsünün belli bir çizgisinde gider.Bu filmde mutlu bir sonla biter.Deadpool özünde iyi ve sınırları olan bir katildir. Her silahı kullanır.güçlüdür,hızlıdır,yakışıklıdır. Fakat bir kahramanı diğerinden ayıran özellik ise yabancılaşması sağlaması olmuştur. Kahramanımız çenesiyle film süresi boyunca her alana yaptığı göndermelerle mizah katarak yapmıştır.Kısacası Hollywood içerisinde Hollywood’a saldırmıştır. Filmin başlangıcında ‘bir dangalak filmi’ ‘Başrolde Tanrı’nın favori salağı’ ‘taş gibi bir hatun’ ‘senaryo halk kahramanları’ ‘yönetmen abartılmış bir piyon’ vb. Açıklamalar başlaması bile yapılan filmin ne kadar eleştirel yapıda olduğunu anlamanıza bir nevi yardımcı oluyor. Deadpool’un da dediği gibi ‘Süperim ama kahraman değilim’
İLETİ DERGİSİ
Deadpool, Marvel çizgi roman dünyasının en komik,absürt,eğlenceli karakterlerinden biri. Film Wade’in Deadpool’a nasıl dönüştüğünü anlatan bir hikaye ile başlıyor.Film içerisinde sürekli olarak karşılaştığımız flashbackler var.Filmin başrolü olan Wade(Ryan Reynolds) özünde iyi,romantik ama iş konusunda ise hiçbir şeyden kaçınmayan bir askerdir.Filmde sürekli olarak iş bağlantılarının gerçekleştirdiği bir barda Vanessa(Morena Baccarin) ile tanışır ve aşık olur. Wade aşık olduğu kıza evlenme teklifi edeceği gece rahatsızlanır ve kansere yakalandığını öğrenir. Hastalığını yenmek için bir deneye katılır.Deney basit gibi görünür ama çok tehlikelidir. Deadpool karakterimiz iyi,absürt,çenesini tutanamayan,gevezelik eden diğer süper kahramanlardan tamamen ayrılan bir karakterdir.Bu yüzden deney sırasında çenesinin tutamayan Wade,deneyi bizzat gerçekleştiren Ajax’ı kızdırır ve deney sonrası vücudu kötü bir şekilde yanar.Asıl olay yani Deadpool’a dönüşme süreci bu aşamada başlar. Kahramanımız hem eski sevgilisini hem de bu acılı deneyden intikamını almak için Ajax’ın peşine düşer.Bu filmde kahramanımız biraz farklıdır. Çoğu kahramanların özellikleri birbiriyle neredeyse aynıdır.Deadpool karakterimiz Hollywood karakter tarzına uygundur yani güçlü,yakışıklı,olağanüstü güçlere sahiptir.Fakat bir fark vardır. Deadpool düşmanlara karşı çenesini kullanıl insanı yoran,afallatan her söylenen söze anında cevap veren ve bu cevabı ise genellikle mizah katarak yapar. Kahramanımızın her şeyden önce parlayan bir zekası vardır.
15
Ramazan ÇETİNER
İNOVATİF VE GİRİŞİMCİLİK
İLETİ DERGİSİ
Uşak Üniversitesi İletişim Topluluğu, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Önder Deniz’in koordinatörlüğünde “İnnovatif Girişimcilik” konulu konferans düzenledi. Mustafa Kemal Paşa amfisinde düzenlenen etkinliğe konuşmacı olarak İstanbul KOSGEB Müdürü Gürsel Kızılarslan katıldı. Girişimciliğin öneminden bahseden Kızılarslan; “ Girişimcilik hakkında yazılmış makale, kitap okuyabilirsiniz ama işin özeti tek kelimedir; Uğraşı.” ifadelerini kullandı. Çağın yenilik ve inovasyon çağı olduğunu söyleyen Kızılarslan öğrencilerin girişimcilik konusunda cesaretli olmalarını istedi. Kızılarslan; “İyi bir fikrim var üniversiteyi bırakayım mı? Diye sorular kafanızda oluşuyorsa biz buna hayır diyoruz. Üniversiteyi bırakmayın. Ama girişimci olun. Üniversitedeyken girişimciliğin planını yapın. Bu etkinlik sizin 4 yıl boyunca üniversitede aldığınız dersler kadar önemli bir etkinlik. Çok net bir şekilde ifade ediyorum. Bu etkinlik sonrasında siz girişimcilik konusunda kafa yorun ve kesinlikle bir plan yapın.” ifadelerini kullandı. Girişimciliğin bir çok tanımı olduğun söyleyen Kızılarslan; “ Bir tanesi her şeyin mümkün olduğuna inanın. Başkalarının imkansız diye gördüğünde fırsat görendir girişimci. Girişimcinin birinci tarifi budur. İkinci olarak ben burada aslında mesaj da vermek istiyorum, hayal kuranlar girişimcilerdir. Hayalleri olmayanlar giriş9imciler değillerdir. Çok net hayal kurmanız gerekiyor. Hayalleri olanlar bir yerlere geliyor hayalleri olmayanlar yerinde sayıyor. Bunlar sadece hayal kurmazlar hayallerini gerçekleştirirler. Sadece hayal kuralar girişimci olamıyor. Her gün bize KOSGEB olarak yüzlerce kişi geliyor, iş fikriyle iş kurmak isteğiyle. Bizden destek talep ediyor. Onlara şunu söylüyorum; “Fikir değeri bir ise onu uygulamaya paha biçilmez”. Fikir önemli ama uygulama daha da önemli.” dedi. Girişimcilik denildiğinde bir tek kelimenin “Uğraşı” nın akıla gelmesini söyleyen Kızılarslan konuyla ilgili olarak şunları söyledi; “ Ben girişimciliği sadece bu kelimeyle özetleyebilirim. Defalarca konu hakkında yazılmış makale, kitap okuyabilirsiniz ama işin özeti bu kelimedir. ’Uğraşı’ Bitti. Uğraşan herkes başardı. Ben uğraşan herkesin başardığını kendi gözlerimle gördüm. Mesele uğraşmakla ilgili. Başka biri “Girişimci uçurumdan atlayan kişidir ve aşağıya doğru inerken bir uçak tasarlar ölmemek için” Saçma bir şey gibi gelebilir ama aslında burada vurgulanmak istenen şey girişimciliğin zor bir şey olduğu, uçurumdan atlamak gibi. Buna rağmen ayakta kalmayı başarabilmeli diyor. Burada büyük bir riskten bahsediliyor. Riskin olmadığı yerde girişimcilikten bahsedilemez. Risk alan girişimciler hedefine ulaşırken risk alamayan biz memurlar, çalışanlar yerinde sayıyor. Benim tanımımda “Tembel birini köprüden önce son çıkışıdır” Bütün kapılar kapalı olsa da girişimcilik kapısı devamlı açıktır. Hiç olumsuz bir şey değildir.”
16
Selin GÜNDÜZ
HAYATIN MOTTO’SU
Türkiye’de başımıza gelen tüm olayların, deneyimlerimizin, sorunlarımızın, davranışlarımızın karşılığına denk ge-
Dünyanın, üzerindeki tüm bitki, hayvan ve insanlara ait olduğunu kabul eden apolitik bir görüşte olan Hippilerin “Peace” kelimesi motto haline geldi. Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınan Martin Luther King’in en bilinen ve etkili konuşması “I have a dream” cümlesi ile kitlelere seslenmiştir. Birçok insan etkilenmiş ve hayat felsefesi haline getirmiştir. Değişim ve evrim hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır. Bu, hepimizi bekleyen kader olsa da, beklenmedik olaylar herkesin bünyesi için bir şok olmuştur. Herkes hayatını kendi yöntemleriyle yaşıyordu. Çünkü herkes için hayat farklı anlamlar taşıyor. Kimileri için bu sözler bir dayanak, yaşama gücü, kötü giden hayatındaki umut ışığı olurken, kimileri için tepki göstermenin bir yolu oluyor. Bu kadar şey değişirken, bazı şeyler hala aynı kalıyor.
İLETİ DERGİSİ
lebilecek atasözü ve özlü söz mevcut. Güzel ülkemdeki yeni neslin, atasözleri ve özlü sözleriyle olan ilişkisi, benim ve benden önceki kuşağın ilişkisi kadar yakın değil tabi. Koskoca bir neslin atasözlerimizi ve gölgesindeki manaları bilmeden büyüyor olması kulağa kötü gelebilir. Ne de olsa insan ilişkileri ve hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiği konusunda atalarımız adeta kılavuz yazmışlar. Mesela bunlardan bir kaçını saymak gerekirse; * Üzüm üzüme baka baka kararır. * Ağaç yaş iken eğilir. * Ayağını yorganına göre uzat. * Adalet ile zulüm bir yerde barınmaz. * Damlaya damlaya göl olur. Türkiye nüfusundan fazla atasözümüzün olduğu bir hayat bizimki. Eğer her insan bu atasözlerine uyarak hayatını sürdürseydi düşüncesinden alamıyorum kendimi. Yine de kötülük olur muydu? Haksızlık, adaletsizlik… Ben olacağına inanıyorum. Kusurlu varlıklar olarak yaratıldık ama neden kusursuz olmak için çabalıyoruz ki? Yaşadığımız hayatın ne kadarı bizim? Benimsediğimiz hayat bir başkasının hayallerinin hayatı mı yoksa bize mi ait? Atasözlerinde bile hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiği hakkında öğütler var. Ne kadar insan aslında kendi düşüncesi ve isteği olan bir hayata sahip? Bizler etkilenmeye fazla müsait canlılarız. Beynimizle düşünmüyoruz. Aslında genel olarak düşünmüyoruz. Toplumca güzel ve iyi denileni alıp kendime uyduruyoruz. Bu toplum kim peki? Niye bizim hayatımızı şekillendirmek ve yönlendirmek zorunda? Bunlar değişiyor. Artık atasözleri ile kuşatılmış sınırlı bir alan değil tüm dünya ile iletişim halinde olabiliyoruz. İnsanlar konuşuyor ki sürekli konuşuyoruz. Ne kadar gürültücü yaratıklarız. Konuşmalarında diğer insanların hayat felsefeleri halini alacak sözler duyuyoruz. İnsanlar artık buna “motto” diyorlar. Sıkça duyduymadığımız bir kelime gibi görülüyor olsa da moda olan bir kelime. “Motto” kelimesinden kısaca bahsedecek olursak Türkçe’de karşılığı slogan olsa da birçok anlamı karşılıyor. Bunlardan bazıları; bir düşünceyi veya önermeyi belirten açıklayıcı söz, hayat felsefesidir. Bob Marley’in “No woman no cry” şarkısının ismini oluşturan bu söz milyonlarca insanın mottosu haline geldi.
17
Seda ŞAHİN
‘ Eğitimi Sanat İle Destekliyoruz’’ Projesi
İLETİ DERGİSİ
Uşak Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümü öğrencileri 2016 yılında gerçekleşen çocukları sanat ile buluşturan projesi ‘Eğitimi Sanat İle Destekliyoruz’ Mayıs ayında gerçekleşti. Ülkemize yapılacak en büyük yatırımın çocuklarımız olduğu prensibi ile hareket eden halkla ilişkiler öğrencileri sosyal sorumluluk projelerinin temellerini çocuklarımızı yerleştiriyor. Geleceğimizin teminatı çocuklarımızı gerçek hayatta sosyalleştirerek hayal dünyalarını zenginleştirmek ve eğitim süreçlerinde hedeflerinin belirlenmesine katkı sağlamak amacıyla ‘Eğitimi Sanat İle Destekliyoruz’ projesiyle farkındalık oluşturuyoruz. ‘Eğitimi Sanat İle Destekliyoruz’ projesi 11-14 yaş arası çocukların katılımını amaçlamıştır. Katılım sağlayan öğrencilere Uşak Üniversitesi Arş. Görevlisi Buket ŞEN tarafından eğitim ve rehberlik konusunda konuşma gerçekleştirildi. Projenin sanat kısmında ‘Her Çocuk Özeldir’ adlı film gösterimi gerçekleştirilmiştir. Film kahramanlarının öğrenci ve öğretmen arası ilişkiyi, başarısız bir öğrencinin özel yeteneğinin öğretmeni tarafından keşfedilmesi, her çocuğun özel olduğunun çocukların kendileriyle barışık olmalarını sağlamayı ve başarının sırrının gerçekçi ve uygun bir dille anlatıyor. 10 Mayıs Salı günü, Uşak Üniversitesi Mustafa Kemal Paşa Amfisi’nde Şeker Evleri İmam Hatip ortaokulu öğrencileri ile buluştu. Eğitime verdikleri katkılarından dolayı Özer Tur’a teşekkür ederiz.
18
Rumeysa N. UÇAR
Suskunluk Sarmalı Mı? saracaktır. Bu durumda sırf yalnız kalmamak için topluma veya gruplara dahil olup isimsiz mi kalınmalı, birey olarak kendimiz mi olmalıyız? Öncelikle kendimize soracağımız soru bu olmalı... Kitle iletişim araçları ve medyanın toplum üzerindeki etkisi her ne kadar tartışılmaya açık bir konu olsa da suskunluk sarmalı söz konusu olduğunda toplumu tetikleyebilecek niteliklere sahiptir diyebiliriz. Çünkü medyanın hedef kitlesi toplumdur ve toplum, kendisine ait olmayan görüşteki insanları dışlayan bir yapıya sahiptir. Medya ise bu kitleye aynı bilgileri tekrar tekrar sunarak toplumsal algı oluşturabilir. Çeşitli kitle iletişim araçlarıyla gerçekleştirdiği bu
yayma eylemi sonucunda da kişiler edindikleri bilgilerin doğru olduğuna inanır. Medya, insanları örgütlerken eğitebilir, insanların yaşayış biçimlerine veya düşüncelerine yön verebilir. Kendi görüşünü benimsemeyen insanları da öteleyebilir. Böylelikle bireyler tutum değişikliğine yönelebilirler. Farklı duygu ve düşünceleri varken dışlanmaktan korktukları için veya yalnız kalabilirim düşüncesiyle bu genelgeçer bilgileri eleştirmezler ve uyum sağlamaya çalışırlar. Böylelikle de suskunluk sarmalının bir parçası olurlar. Farklı bir bakış açısıyla baktığınızda ise tüm suçun medyaya ait olmadığını görebiliyorsunuz. Medya birtakım bilgileri aşılamaya çalışmış olabilir fakat buna göz yuman bireyin kendisidir.
Kendi görüşünü açıkladığında zarar görecek olduğunu düşünerek sessiz kalmayı tercih etmiş olabilir. Buna ek olarak baskın görüşe karşı koymak istememesi de kurama dahildir. Suskunluk sarmalındaki insanların ortak özellikleri yalnızlık ve dışlanma korkusuyla hareket etmiş olmalarıdır fakat buradan tüm insanlar dışlanmaktan korkar gibi bir sonuç çıkaramayız. Bazen insanlar dışlanacaklarını bildikleri halde düşüncelerinden vazgeçmezler. Bu insanlar özgüvene sahip olup geleneklerine ya da kültürüne bağlı kalmadan düşünceleri doğrultusunda yaşayıp, belirli bi topluluğa ait olmayan bireyler konumundadırlar. Yalnızlık ya da dışlanma gibi konularda korkuları olmadığı için düşüncelerini dürüstçe ifade edebilirler. Böylelikle tek başınayken ya da azınlık durumundayken suskunluk sarmalına dahil olmazlar. Yani suskunluk sarmalı sadece büyük grupların veya çoğunluğun dışında kalan insanların sessiz kalmasıyla oluşmaz. Azınlıktaki bir grup da kendince fikirlerini ifade edip çoğunluğu suskunluk sarmalına dahil edebilir. Bu durum “Suskun Azınlık - Sessiz Çoğunluk” olarak bilinir. Önemli olan kişi sayısı, mevki, makam değil; düşüncelerini ifade edebilme özgürlüğüne ve yetisine sahip olabilmektir. Bu kuramın özünde iki farklı düşünce yoktur. Belirli fikirlerin, yaşayış biçimlerinin, inanışların, elde edilen edimlerin, tez ya da antitezlerin yanlış olduğunu kanıtlamak veya doğruluğunun savunuculuğunu yapmak değildir. Asıl mesele farklı fikirlerle beraber yaşayan insanların suskunluk sarmalına ne şekilde katıldığının, tutum ve davranış değişikliklerinin ne yönde olduğunu belirlemekle birey ya da grupların davranışlarını ölçmektir. Aslında hepimizin bir yerlerde şahit olduğu durumun isim almış halidir suskunluk sarmalı. Otobüste, sınıfta, arkadaşlarınızın arasında her yerde karşılaşabiliriz. İster azınlıkta, ister çoğunlukta olun düşüncelerinizden taviz vermeyin. Onlar sizinle bağdaşlaşmış ve belki de sizi siz yapan küçük temeller üzerine kurulu olabilirler. Tabii fikirlerinizin müptelası olup körü körüne de bağlı kalmayın, eleştirel olun. Hem unutmayın! Yalnız kalmak ya da toplumdan dışlanmak, sizin başkalaştırılmanızdan daha iyidir.
İLETİ DERGİSİ
Suskunluk sarmalı; Alman bilimci Elisabeth No e l l e - Ne u m a n n’ı n geliştirdiği bir kitle iletişim teorisidir. Bu teori, Kişisel bir düşüncenin yerini toplumdaki baskın düşüncenin alması olarak özetlenebilir. Birey olarak kendini ispat edemeyen bir yapıya sahipseniz çevrenizdeki hakim düşüncenin peşinden gidebilirsiniz. Yani “Benim yerim güçlülerin yanı, kendime ait bir düşüncem var ama bunu kendime saklamalıyım “ derseniz bu sarmal tam sizlik! Tek şart sessiz kalabilmek. Sessizliğinizi bozarsanız sarmaldan çıkmış olacaksınız. Sarmaldan çıkarsanız da karşılaşacağının birtakım sorunlar olacak. Sizi güçlü bir yalnızlık ve dışlanmışlık hissi
19
Batuhan YILDIRAN Orçun UYGUN
DÜŞÜNCELİ YOLCULAR İleri, en ileri ve daha da ileriye, ama
İLETİ DERGİSİ
sonra yol biterse? Düşünme , insan düşündükçe kafasındaki yolları bitirir... Bitirmek, öldürmek ve yakmak ister geçtiği yolları. İnsanlar biraz düşününce barışlar çıkar. Tek sorun barışın olduğu bir dünyada savaşlarda olmaktadır. Düşünmeyen insan bir akıl hastanesinde hayali fillerle oyunlar oynar. Savaşan insanlardan, daha fazla düşünen insanlar ise zen çılgınlıklarıyla tefler eşliğinde dans eder. Asıl onlar doğruyu bilmektedirler, yolun devam ettiğini, asıl onlar bilmektedir ölümün bir çıkış yolu olmadığını, ölümün sadece sonsuz bir hiçlik olduğunu. Hiçlik... Ölümün kıyısındayken insanlarda hiç olmak ister. Hissizliğimizin sonsuzluğunda kaybolup yollarda kendi benliğimizi aramamız lazım. Yollar insanın kendi benliğine, saflığına, özüne kavuşmasını, erme sini, kendini bulmasını sağlar. Her şeyi arkasında bırakmış, kafasındaki düşünceden arınmış sadece yolda olup kendi benliğini bulmaya çalışan insanlar vardır, onlar yolun kendisidir, yol hiçbir zaman bitmez.
20
Dilek YILMAZ
BİR AVUÇ
MUTLULUK Mutluluk nedir? Sizi en çok ne mutlu eder ya da en çok kim mutlu eder hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm de mutluluğu tarif edemez gibiyim. Mutlu olduğumda, ayaklarım yerden kesilmişçesine hafiflemiş ve bir o kadar huzurlu buluyorum kendimi. Güzel bir duygu, tarif edilmez ve eşsiz bence. Sizin mutluluğu nasıl tarif ettiğinizi merak etmiyor değilim.
Mutluluk hepimizin yaşama amacıdır aslında. Zira her insan mutluluğu yakalamak ve onu yaşamak için didinir durur bu hayatta. Ve bulduğu anda da hiç bitmesin ister, sürsün sürebildiği kadar. Çünkü mutluluk bu… Mutluluk özgürlüktür. Dilediğince yaşamak, dilediğince yaşlanmaktır. Her şeyden, hayatın her anından tat almaktır. Mutluluk içimizde, bizimle, gözlerimizin dokunduğu tüm bakışlarda, mutluluk her yerde..
İLETİ DERGİSİ
Neyse, mutluluk diyorduk. İnsanların mutluluğu ya da mutsuzluğu kendi düşünce ve inançlarına bağlıdır bence. Ünlü düşünür George Sand’ın da dediği gibi “Mutluluk daima yakınımızdadır, yakalamak için çoğu zaman elimizi uzatmak yeter”. Yaşadığımız her anın tadını çıkarmak, her olaya en iyi şekilde yaklaşmak, mutluluğa bir adım daha yaklaştırabilir bizi.
Mutluluk kavramı, her kişide farklı bir yer edinmiştir kendine. Kimine göre mutluluk; yeni tanıştığı bir insanın iç ve dış dünyasının keşfinde.. Tıpkı ilk kez gittiği bir şehrin rastgele girerek, nereye gittiğini bilmediği sokaklarında, caddelerinde dolaşırken duyduğu küçük, yüreği kıpır kıpır ettiren heyecanlar gibi. Kimine göre; anlamak, anlaşmak, anlaşılmak, kimine göre; tatlı ve yoğun bir günün bitiminde, güzel bir uyku kimine göre; paylaşmak, hayal etmek, edilebilmek sonra hayallerinin gerçekleştiğini görebilmek, kimine göre ise aşktır, aşık olmaktır, onu gördüğünde hızla atan kalbinin çarpıntısıdır mutluluk… Bilmiyorum gerek var mı daha çok tanıma, tanımlamaya? Uzadıkça uzar bu mutluluk. Siz ne dersiniz? Evet, herkes hayatta bir şeyler yaşıyor, birçok fırsat ve tehdit ile karşılaşıyor, fakat insanları asıl mutlu eden şey ise yaşadıklarını yorumlama biçimleridir bence. Bazılarımız mutlu olmayı beceremiyoruz çünkü sadece mutlu olmak istemiyoruz, başkalarından daha mutlu olmak istiyoruz ve böylece mutluluğu yakalayamıyoruz. Birçoğumuz mutlu olduğumuzu bilmediğimiz için, var olan mutluluğumuzla yetinmediğimiz için mutsuzuz aslında.
21
Mutluluğun formülü, gerçekten neysek onu yaşamamızdan geçiyor. Sevmediğin işi yaparken mutlu olamazsın, içinde olmak istemediğin bir ilişkiyi yaşarken mutlu olamazsın. Sen ne isen o olmalısın. Bunu yaşamalısın. Mutluluğun formülü budur aslında. Her şey bizde, kendi içimizde bitiyor. Bu noktada da mutluluk, peşinden koşacağımız bir şey değildir bence. Anda yaşamak, çok klişe bir laf oldu ama gerçeği budur. Biz ya geçmişte ya da gelecekte yaşıyoruz. Bir türlü olduğumuz yerde olamıyoruz. Evdeyken işi, işteyken evi düşünüyoruz. Oysa hayat sadece şu andan ibaret değil mi?
İLETİ DERGİSİ
İnsanın mutlu olabilmesi için hiçbir şeye ihtiyacı yok aslında. Ayrıca hayatta mutluluk da şart değil! Çünkü mutluluk dışarıya bağlandığın sürece bulamayacağın bir şey. “Okulu bitireyim mutlu olacağım, sevgilim bugün beni arasın mutlu olacağım, param olsun mutlu olacağım, o gelsin mutlu olacağım, tatile gidersem mutlu olacağım, çikolata yersem mutlu olacağım” diyerek mutsuzluğu satın alıyoruz. Mutluluğun böyle yakalanabilir bir duygu olduğuna inanmıyorum. Bence mutsuzluğun içinde mutlu olmaktır marifet. Mesela hiçbir zaman beni keyifsiz göremezsiniz. Çünkü hiçbir zaman, “Niye bu benim başıma geldi?” gibi bir soru sormam kendime. Bu yanlış bir sorudur. Felaketler her zaman olacak, batacağız, çıkacağız ve her gün ters şeyler olabilir. Bence bu hayatın ta kendisi. İnsan her şeyi yapabilir ve dünyada her şey olabilir, sizin de bana katıldığınızı duyar gibiyim. :) Pozitif düşünüp, pozitif olmalı bence insan. Pozitif olmak ve mutlu olmak, birbirlerinden ayrılamayan kavramlardır aslında. Pozitif kişiler genelde zaten mutludurlar, mutlu kişiler de pozitif bakarlar yaşama, her şeye, her ana.. Büyük şeylerle herkes mutlu olur, önemli olan küçük şeylerle mutlu olabilmek değil midir sizce de? Gelin mutlu olmak için kendimize yeni nedenler bulalım. Peki bugün mutlu olmak için ne nedeniniz var?
Mutlu olmanın iki yolu vardır: Ya arzularımızı azaltmak, ya da imkanlarımızı çoğaltmak. Andre Maurois
22
Aslıhan GEÇMEK
Herkeste Bir Tane Var!
- Begenilmek için yapılan makyaj - Övülmek için yapılan göstermelik tavırlar - Vazgeçilmemek için gösterilmeyen zayıflıklar - Sırf muhtaç olmamak için benimsenen eyvallahsız yaşam tarzı…
Pek çok insan tarafından sosyal medyanın ve hatta internetin temel kullanım amacı. - Çok sosyalim, sürekli bir yerlere gidiyorum, geziyorum - Eski sevgilim olacak öküz, sana ihtiyacım yok. - Aforizma konusunda kralını tanımam…
İLETİ DERGİSİ
Latince bir kelime olan ego, ben , benlik, kendilik veya ene kelimesinin eş anlamlısıdır. Ego, egoizm. Enaniyet, bencillik id ve süper ego kelimeleriyle ilişkilidir. Ego’nun bireyi diğerlerinden ayırt eden izafi, itibari bir varlığı vardır. Ego insanın hem özne boyutunu tanımlayan irade, şuur ve vicdanı hem de onun nesne boyutunu tanımlayan, dürtülerini, iç isteklerini, tutkularını, içsel olan çok boyutlu komplekstir. Dağdaki çobanda da şehirdeki burjuvada da bulunan benlik, yani ilk insan dahil bütün insanlarda vardı ve var olacak olan ego.Egonun birkaç tanımını ele alacak olursak. Freud’a göre ego; şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir. Fazlası kişiyi yerin 7 kat dibine sokar . Ego önce can sonra canan dedirten bir kelimedir ve yenilgiyi kabul ettirmez insana. Ama aynı şeyi tekrar yaptırmaz. Yani tükürdüğünü yalatmaz insana. kendini beğenmişliktir. Dünyada ondan başkası yaşamıyordur ve en akıllısı odur. ma göre; nefis. Bir türlü Felsefeye göre, ego İslatatmin edilemeyen insan dürtüsü Freud’un yapısalcı kişilik kuramına göre kişiliğin akılcı yönü. Bireyin kendini tatmin etmek adına in ortak adıdır. Bence geliştirdiği stratejilerinsanoğlunun bütün davranışlarının temelidir ve en hilebaz özgüven sihirbazıdır. Aslında bakarsanız özelleştirilmesini beklediğim kuruluş bile dedirten insanlar olduğunu düşünüyorum. Tatmin açısından ele alacak olursak: Şu an yaptığım, biraz sonra da yapacağım! Sürekli yaptığım, yaptığımız şey yapılan hangi hareketin temelinde ‘ tatmin olma’ amacı yoktur ki? Şu an yazı yazıyorum ve yazarken hep en güzel kelimedir, etkileyici cümleleri bulmaya çalışıyorum. Zira şu ortamdaki statüm ‘yazar’ ve ben yazımın güzel olmasını insanların okuduklarında takdir etmesini istiyorum. İstemek; burada ki sihirli sözcük istemek, ne için, kim için ister bir insan? Elbette kendi, kendisi veya bir başka deyişle egosu için, yani ben şu an yaptıklarımla bir nevi ‘yazarlık egomun tatmini için çabalıyorum. Yani demem odur ki mevzu bahis olan bu ego tatmini kavramının tek özelliği iğrenç, bencil bir kavram olması değildir. Aynı zamanda olmazsa olmazdır. Sadece bizler, aslında son derece meşru olan bir ifadeyi sadece kötü şeyler için kullanıyoruz. Kötü şeyler için kullanıyoruz demişken, insanlara her haltı yediren de egodur.
23
Fazlası tehlike arz eden yaşam döngüsüdür. Egosu aşırı şişkin hallerinde insanın kafasından geçen bazı düşünceler; -Benim gibi zeki insan nadir bulunur, benim kadar güzel giyinen, yakışıklısı-güzeli, gizemlisi cool’u yoktur gibi. Çok sivrilmemekte fayda vardır. Zira sivri uçlu kelimeler değince patlar. Sertap Erener ne kadar da doğru söylemiş; her şeyin önünde o gelir kendini saklamaz hiç o, doğrusunu bir tek o bilir gerisini takmaz ego diyerek… Ego: kibirle beslenir, iyileştirilen bir şey değildir. Yükselme yolunda ilerlerken, ihtiyaç duyduğu tek şey insanların gururlarıdır. Gurur aptalların bahanesidir der filozof; egoda işte öyle bir şey, bazıları egolarını azıcık köşeye koysa belki daha mutlu olurlar. Herkesin sahip olduğu bencillik duygusundan abartıya kaçan kişilerin sahip olduğudur. Egoist veya bir üst seviye olan megolaman insanlar güneş sisteminde gezegen değil güneş olmak isteyen insanlardır. Öyle egolar görüyorum ki sanki herkes Game Of Thoronos oyuncusu da ben Akasya Durağında oynuyormuşum gibi. Onlara sen ego olarak doğmuşsun sonradan kolun bacağın çıkmış demek yanlış olmaz. Bu tür durumla karşılaştığımda klasik cümlemdir. Sen egonu yana koyda seninle muhabbet edeyim.
İLETİ DERGİSİ
Az egosu olan insanları sürünür, egosu tavan yapmış insan hem kendini hem de çevresini süründürür. Her şeyin normali makbuldür. Ego hemen hiç olmadığı kişinin kendisini yok saydığı durumlarda kafadan geçen düşüncelerdir. – Hiçbir konuda yeteneğim uzmanlığım yok herkese her şeye muhtacım sivrisinek gibiyim.. Aslında bakacak olursak fazlası göz çıkarsa da, hiç olmamasının bireye zarar verdiği olgu.. Alt yapısı boş bir insandan en zayıf halkadır kendisi doğru zamanda doğru bir şekilde hareket ederseniz egodan lego yapar eline verirsiniz adamın. Einstein’in bilgi kuramına göre Ego 1’in bölenine eşittir. Ne kadar bilgiliysen o derece egolarını kontrol edebilirsin. Dikkat edildiğinde, bir insan ne kadar diğerlerinden üstün olduğunu fark etse de bunu dillendirme ihtiyacı duymaz övünmez, gösteriş yapmaz. Herhangi bir alanda sivrilen başarılı insanlara çevresi tarafından zaten kanaat getirilir. Mütevazi ve görgülü insanlar egolarını törpüleyerek asilliğe ulaşandır. Herkeste farklı şekillerde vardır. Ego bırakılamaz. O tıpkı karanlık gibidir: karanlıktan vazgeçemezsin, sadece içeriye ışık getirebilirsin. Işık olduğu an karanlık yoktur. Karanlıktan vazgeçmenin yolunun bu olduğunu söyleyebilirsin ama onu sözcük anlamı olarak alma. Karanlık var olmaz bile; o ışığın yokluğudur. Bu yüzden ona doğrudan bir şey yapamazsın. Sadece ışığa bir şey yapabilirsin; ya ışığı içeri getirirsin ya da dışarı çıkarırsın. Karanlık istersen ışığı kapat; karanlık istemezsen ışığı aç. Ego bırakılamaz. Egomun verdiği gazla daha da anlatmak ister deli gönül ama okuyucuyu da sıkmamak gerek. Osho’nun da dediği gibi: “Ne kadar çok düşünürsen, egon o kadar daha ortaya çıkar. Ego, geçmişte birikmiş düşüncelerden başka bir şey değildir. Sen olmadığın zaman Allah vardır. İşte yaratıcılık budur.”
24
Kübra ÖZBEN
40 40 ŞİİR
FOTOĞRAF
İLETİ DERGİSİ Uşak Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü 2015-2016 öğretim dönemi öğrencileri üniversitenin kuruluşunun 10. yılını 12 Mayıs 2016 perşembe günü ‘’40 şiir 40 fotoğraf ’’ adlı sergi açılışını gerçekleştirerek kutladı. Sergi açılışına Prof.Dr. Suat Şahinler, Prof.Dr. Ahsen Armağan,Doç.Dr. Vesile Çakır, Doç.Dr.Vedat Çakır,Yrd.Doç.Dr. Didem Deniz,Yrd.Doç.Dr. Emre Vadi Balcı,Yrd. Doç.Dr. Özlem Duğan, Yrd.Doç.Dr. Abdülkadir Gölcü, Fotoğrafçı Hüseyin Yılmaz, Fotoğrafçı Hasan Kasapoğlu ve öğrenciler katıldı. Yrd. Doç.Dr. Salih Tiryaki’nin küratörlüğünde ve Gazetecilik bölümü öğrencileri Nazlı Tatlıtürk ve Mustafa Samur’un koordinatörlüğünde iki ay boyunca yoğun bir şekilde çalışan gazetecilik bölümü 1. sınıf öğrencileri çektikleri her fotoğrafta bir şiirin, bir dizesine yer verdiler.
25
issuu.com/iletidergisi
iletidergisi@hotmail.com Facebook.com/Ä°leti Dergisi