________________ Kabına Sığmayan İletişim
_________________ _________________
İmtiyaz Sahibi Danışman Genel Yayın Yönetmeni Editörler
Grafik Tasarım Kapak Tasarımı
Yazarlar
İÇİNDEKİLER 3. Sayfa Başkandan 4. Sayfa Koordinatörden 5. Sayfa Yapay Zeka: Yeni Bir Çağın Başlangıcı Mı, İnsanlığın Sonu Mu? 11. Sayfa LockBook 12. Sayfa Dr Smile 13. Sayfa Bulunduğumuz Çağın Neresindeyiz? 14. Sayfa Mahsun KILIÇ’ın Müzik Haberleri ve Eleştirileri 17. Sayfa 2017 Yaz Moda Trendleri 18. Sayfa Mavi Çizgi 19. Sayfa Bir Hayaletin Aşkı 21. Sayfa Büyük Ruh Gandhi
22. Sayfa Muhammed KARADENİZ’in Kaleminden 25. Sayfa Kendini Tanı-t 27. Sayfa Benim Ütopyam 30. Sayfa Kadın ve Erkek Eşitliğinde Bir Spor: KORFBOL 34. Sayfa 3. İletişim Günleri 36. Sayfa Tahir ÜN Röportajı 37. Sayfa Engelliler Farkındalık Haftası 38. Sayfa 2. Üniversite Kupası (Emir ÇORA Bildirisi) 39. Sayfa Yağmur YUMRUTEPE Röportajı 41. Sayfa Coachella Festivali
BAŞKANDAN 3
İ
Merhaba Arkadaşlar
letişim Topluluğu olarak bir okul dönemini geride bırakmak üzereyiz. Farkettim ki başkan olduğumdan beri İleti Dergisi’ne hiç yazı göndermemişim, bu ilk olsun o halde. Biliyorsunuz ki topluluğumuz bu sene yeni kararlar alarak, başkanlık seçimlerine gitti. Bende bu seçim sürecine adaylığımı koyarak dahil olmuştum. Ve seçimi kazanmamla birlikte, bir sene sürecek olan görevime başladım. Yeni yönetim kadrosu kurarak ekibim ile topluluğa yeni yön ve yeni yüzler kazandırdık. Ekip bilincini iyi oranda yakaladığımız bu dönemde, yeni üyelerimizle birlikte güzel işler başardık. Ağırlıklı olarak 1. Sınıflara yöneldik ve onları daha eğlenceli bir ortamda eğitim görmeleri için teşvik ettiğimizi düşünüyorum. Topluluk olarak çeşitli film gösterimleri, çözümlemeler, Ütopya konulu öykü ve deneme yarışması, geleneksel olarak devam eden Kısa film Festivali, münazaralar ve fotoğraf yarışması düzenledik. Son olarak 15-16-17 Mayıs tarihlerinde gerçekleştireceğimiz senenin son etkinliği olan İletişim Günleri etkinliğini yapacağız. Danışman hocamız Onur Keşaplı’nın deyişiyle ‘ Kültür ve Sanat ‘ topluluğu gibi çalıştık. Birimler arasındaki iş paylaşımları ve arkadaşlık ilişkileri sayesinde hem eğlendik hem de bir şeyler başarmanın gururunu hep birlikte yaşadık. Bunun en güzel örneği ise Kanatlı Denizatı Kısa Film Festivalidir. Yaklaşık 30 kişilik bir ekiple, organize olup tüm sorunların altından kalkarak enfes bir iş çıkardık ortaya. Öyle ki gelen konuklar ve yarışmacıların gözlerindeki memnuniyeti görmek gurur vericiydi, ekibimizi kutluyorum. Sene başlangıcında aktif üye sayımız 100 kişiyi bulmuştu. Birimler arasında kalabalık toplantılar yaparken en büyük keyfi yine ben aldım. Aramızda iyi fikir veren arka-
daşların fikirlerini dinledik ve o fikirleri elimizden geldiğince değerlendirdik. Ulaşamadığımız amaçlarımız ve gerçekleştiremediğimiz fikirlerde oldu tabi ki. Ekipten ayrılanlarda oldu yeni gelenlerde oldu dönem içersinde. Çeşitli engellemeler de oldu. Ama biz yinede eğlenmesini bildik. Ayrıca şunu belirtmeliyim ki, geçen senenin son toplantısında başkan yardımcılığı koltuğunun hiç dolmadığı üzerine bir konuşma geçmişti. Başkan yardımcılığı görevini üstlenen sayın yardımcım Nilüfer Tepe’ye bu görevi layıkıyla yerine getirdiği için teşekkür ediyorum. Ve bana destek olan diğer üyelerimizin isimlerini buraya yazsam sanırım birkaç sayfa daha uzayacak yazım. Hepsine ayrıca teşekkür ederim. Desteğini esirgemeyen, başta Onur Keşaplı hocama ve diğer hocalarıma desteklerinden ötürü teşekkür ederim. Topluluk başkanlığım döneminde bir çok konuda deneyim kazandım. Bana kalırsa üniversitede aldığım eğitimin bir yönde stajı olarak kabul edebilirim bu dönemi. Belki de üzerime vazife değildir ama gelecek dönemdeki başkana ve ekibine birkaç tavsiye vermeliyim. Öncelikle her zaman sorunlarla karşılaşacaklarını belirtmeliyim. Her şey planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Bu durumlarda pratik çözümler üretmelisiniz ve metanetinizi korumalısınız. Gerek tartışmalar gerekse yanlış yollar izleyeceksiniz. Bu gibi durumlarda her zaman bir B planı hatta C planınızı hazır bulundurmalısınız. Sorunlardan ziyade keyif almaya bakın. Mutlaka eğlenecek bir yan bulacaksınız. Umarım bizim dönemimizden çok daha verimli ve eğlenceli bir dönem geçirirsiniz. Fazlaca teşekkür ettim biliyorum. Yinede herkese tekrardan teşekkürlerimi bildireyim. Görüşmek üzere, sevgilerimle. İletişim Topluluğu Başkanı Ümit TATIL
Uşak Üniversitesi İletişim Topluluğu bünyesinde interaktif olarak çıkardığımız İleti Dergisi 8. Sayısı sizlerle. Yoğun bir senenin kapanışını dergimizle yaptık. Önce ki sayımızda topluluğumuzun düzenlediği Uşak Kanatlı Denizatı Kısa Film Festivalini, Ütopya konulu ödüllü yarışmamızı, Banu ÖZDEMİR röportajı, Karanlık Lise adlı kitabın yazarı ile röportaj, çeşitli şiir ve modaya dair yazımız gibi daha çeşitli konuları ele almıştık.
KOORDİNATÖRDEN
Merhaba sevgili okuyucu,
Bu sayımızda; İletişim Günleri, Yaz trendleri, Yağmur YUMRUTEPE Röportajı, Korfbol sporu, ruhani lider Gandhi, teknoloji ve müzik eleştirileri gibi çeşitli konu ve alanlarda bir açılıma girdik. 8. Sayımızı yayınlamanın verdiği onur ve cesaretle bunu gerçekleştirdik. Ekip olma ruhunu hiçbir zaman kaybetmemiş olan, emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkürümü sunarım. Umarım sizde bu emeği dergimizi okuyarak taçlandırırsınız. Eğer sizde dergimizde yer almak istiyorsanız sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip edebilirsiniz. İyi okumalar… İleti Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mert ALTUN
4
EMRE AK
“Yapay Zeka: Yeni Bir Çağın Başlangıcı Mı, İnsanlığın Sonu Mu?”
Y
apay zeka; bir makine, program ya da robotun bir insanın zekasına sahip olmasıdır. Bu yapılması kolay gibi görünse de aslında oldukça zor bir durum. Yapay zekayı gerçekleştirme konusunda bugüne dek pek çok çalışma yapılmış ve bunların hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi de makine ya da robota yorum yeteneğinin verilememesidir. Bu tabi ki de sorunlardan sadece bir tanesi. Bu konu ile ilgili olarak zeka konusunu ele alalım. Zeka, bildiğimiz üzere insanlarda zamanla kendini geliştiren bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Peki bir robota zeka aşılamak istediğimiz zaman bunu direk olarak yerleştireceğiz yoksa ona zaman içinde kendi zekasını geliştirmek için mi fırsat mı vereceğiz? Eğer zaman içinde kendi zekasını geliştirmesine izin verirsek bu çevresindeki faktörler ile sınırlı kalacaktır. Ama ona direk gelişmiş bir zeka vermeye kalkarsak bu durumda da robota zekayı veren kişinin zekası ile sınırlı kalacaktır. Bu iki durumu aynı anda uygulamak teknik olarak en mantıklısıdır. Ancak şu an da tüm bildiklerimizi, tecrübelerimizi bir robota aktarsak bile bu ona yorumla yeteneğini vermeyi başaramıyor.
Yapay Zekanın Tarihçesi
M
akine zekası kavramı ilk olarak 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilere ait olan Enigma Makinesi’nin algoritmasını çözerek savaşı en az 3 yıl daha kısaltarak milyonlarca kişinin hayatını kurtaran Alan Turing’in ilk bilgisayar prototipini yapmasının ardından başlamıştır. İlk bilgisayarlar da insan zekası esas alınarak yapılmıştır. 1970’li yıllarda ise pek çok bilgisayar şirketinin çıkmasının ardından yapay zeka çalışmaları az da olsa yapım sürecine girmiştir. Günümüzde, ABD’de makine zekası ile ilgili bazı bilim ödül törenlerinde bir grup insan yapay zeka diyalog sistemi ile aralarında sohbet etmektedir. Karşısındakiler görmeden yazı yolu ile yapılan bu sohbetlerde oldukça ilginç sonuçlar ortaya çıkmıştır. Yapılan bu sohbetlerin ardından deneklerden hangisinin makine hangisinin insan olduğu sorusuna cevap istenir. Şu ana dek yapılan bazı deneylerin sonucunda bazı insanlar makine ve bazı makineler de insan zannedilmiştir. Ödül kazanan yapay zeka ile diyalog konusunda Dünya’da en çok bilinen sistem A. L. I. C. E. ‘dir. Bu sistem Dr. Richard Wallace tarafından geliştirilmiştir. Ancak bu tarz yapay zekaya sahip diyalog sistemleri pek çok yönden eleştirilere maruz kalmıştır. Bu eleştirilerin en büyük sebebi ise bu sistemin sadece diyaloglara bağlı olmasıdır. Yani diğer bir deyişle sistemin Chat Bot olmasıdır.
5
EMRE AK
Türkiye’de Yapay Zeka Çalışmaları Türkiye’de yapay zeka konusunda tam anlamıyla gelişmiş çalışmalar yapılmasa da bu konuda büyük ilerlemeler kaydedilmeye çalışılıyor. Tabi bu çalışmalar devlet desteği olmadan üniversitelere bağlı olarak bağımsız bir şekilde yürütülmektedir. Bu tür çalışmalardan en çok bilinenlerden bir tanesi de D. U. Y. G. U. ‘dur. Diğer bir anlamı ile Dil Uzam Yapay Gerçek Uslumlayıcı. Türkiye’de bu konu ile ilgili yeterli desteğin olmamasından dolayı yapay zeka sistemini geliştirecek yetenekli kişilerin de vasıflarından faydalanamıyoruz. Buna örnek olarak Kabataş Erkek Lisesi’nde daha önce matematik öğretmenliği yapmış olan Faruk Timuroğlu’nun durumuna göz atabiliriz. Faruk Timuroğlu, yapay zeka konusunda geliştirmiş olduğu projeyi Türkiye’deki pek çok üniversiteye sunmuş ancak hiçbir üniversiteden olumlu yanıt alamamış. Bunun üzerine ABD’ye giden Timuroğlu, Indiana Üniversitesi’nde yapay zeka çalışmalarına başlamıştır. Türkiye’de bu dalda ve diğer bilim dallarında destek konusunda hayal kırıklığına uğramış olan onlarca kişi var. Bu durumun sebebi de projeleri inceleyen kişilerin yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmamasından kaynaklanmakta. Tabi bu sadece sebeplerden bir tanesi.
Türkiye’de yapay zeka konusunda çalışmaların önde gelen isimlerinden bir tanesi de Prof. Dr. Levent Akın. Yapay zeka ile ilgili çalışmalar sayesinde artık robot köpekler de futbol maçı yapabiliyor. Prof. Dr. Levent Akın, günümüzde günlük hayatımızda kullandığımız pek çok ürünün yapay zeka sayesinde yapılan çalışmaların olduğunu ifade ediyor. Robocup isimli bir çalışma yürüten Prof. Dr. Levent Akın; ‘’ Robocup’ın asıl hedefi 2050 yılında o yıl Dünya Şampiyonu olmuş olan bir takıma karşı FIFA kuralları ile oynayarak kazanacak bir robot futbol takımı çıkarmak. ‘’ şeklinde açıklamalarda bulunuyor. 2014 yılında Türkiye’de bir ilk yaşandı ve ilk Yapay Zeka Laboratuvarı kullanılmaya başlandı. Stanford Üniversitesi en başta ABD olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde tıp ve askeri alanlarda çalışmaları sürdürmekte. Stanford Üniversitesi Yapay Zeka Laboratuvarı artık İstanbul’da yeni projelere imza atmaya çalışacak. Bahçeşehir Üniversitesi ile Stanford Üniversitesi’nin iş birliği ile yürütülen bu proje ile Türkiye’de yapay zeka konusunda önemli bir ilerleme kaydedildi.
6
EMRE AK Yapay Zeka’ya Hangi Programlama Dili İle Başlanmalı? Yapay zeka uygulamaları temelini dillerden çok kullanılan algoritmalar oluşturmaktadır. Yani diğer bir anlamı ile yapay zeka tekniklerini Java, Pascal, Python, C, C++, C# gibi herhangi bir programa dili ile gerçekleştirebilirsiniz. Tüm bunlarla birlikte özellikle bazı yapay zeka problem sahaları için tasarlanmış dillerde bulunmaktadır. Bu dillerin kendi problem sahaları içinde yarattığı kolaylıklar tabi ki de göz ardı edilemez, ancak sizler hangi dili daha kolay kullanıyorsanız algoritmalarınızı o dilde kodlayabilirsiniz. Yapay Zeka Programa Dilleri: BOO, CLIPS, GODEL, FUNCTIONAL, MIRANDA, SAIL, SMALLTALK, SCHEME, SUPERNOVA, POP-11 Uluslararası Yapay Zeka Projeleri: CCORTEX, CLARION, DENDRAL, MINDPIXEL, SOAR, LIREC, MYCIN, EDLUT Türkiye Kökenli Olan Yapay Zeka Projeleri: D. U. Y. G. U. , Compishco ( Kompişko ), DingoBeta, HASHMETH, BOTEGO, Lego Uzaktan Kumanda Projesi Yapay zekaya olan ilginin artması ile Dünya’da pek çok yapay zeka şirketi kuruldu. Bu konu ile ilgili önemli projelere imza atan bu şirketler marka olmuş araba, elektronik cihaz firmaları gibi sektör ile ortak çalışmalar yürütmektedir. Aynı zamanda bu yapay zeka şirketleri bu büyük firmalar tarafından da satın alınmaya başlanıyor. 2016 yılında Apple, San Diego’da çalışmalarını sürdüren ve duyguları anlayabilmek için insanların yüz ifadelerini analiz eden bir yapay zeka projesi üzerinde çalışan Emotient isimli bir şirketi satın aldı. Bununla birlikte bir araba şirketi olan Toyota da milyar dolarlık bir projesini 2016 yılının başlarında yapay zeka uzmanlarına emanet etti. Toyota bu proje ile hiç kaza yapmayan sürücüsüz otomobiller geliştirmeye çalışacak.
7
Yapay Zeka’ya Hangi Programlama
Kuantum bir yapay zeka olan Diliişlemcili İle Başlanmalı? BlueHorn kendisine yöneltilen komutları çalıştırmayı reddetti. IBM, 2015 yılının Temmuz ayında, Güney Kore’de düzenlenen Yapay Zeka ve Kuantum Gerçekliği Fuarı’nda yıllarda gizli bir şekilde yürüttüğü üstün yapay zekalı bir bilgisayar olan BlueHorn’u kamuoyuna tanıtmıştı. Kuantum işlemcili ve dünyanın en hızlı ve de akıllı bilgisayarı olan BlueHorn, IBM’in NASA ile birlikte yürüttüğü Cosmos 250 isimli bir proje kapsamında karmaşık kozmolojik simülasyonları hesaplamada kullanılıyor.
Bu konu ile ilgili açıklamada bulunan IBM, verileri özerk değerlendirmesi için yazmış oldukları özel algoritmalardan kaynaklandığını, teknoloji ile yaşadığımız hegamonya ve güç kavgasında güçlerin elimizde olduğunu söylerek, insanlara panik yapmaması konusunda da uyarıda bulundu. Rometty, Cosmos 250 projesinin, BlueHorn’un isteksiz olmasından dolayı durdurulduğunu ve geleceğin tamamı ile yapay zekanın ruh haline göre belirleneceğini ifade ediyor.
Yapay zekayı tuhaf bir olay haline getiren hikaye, projenin sorumlusu olan William Bradley’in sabah işine başlamadan önce BlueHorn’a espri amaçlı hatrını sormasının ardından ‘’ Seni ilgilendirdiğini pek zannetmiyorum ‘’ cevabını alması ile başladı. Yapay zekanın bu cevabını gülümseyerek karşılayan Bradley bu olayı fazla önemsemez. Ancak projede çalışan kişilerin ve Bradley’in tüm gün boyunca komutlarını yerine getirmeyen BlueHorn’un verilen pek çok komutu alaycı bir dil ile reddetmesi üzerine projede çalışan kişiler büyük bir panik ve şaşkınlık yaşadılar. Örneğin Bradley yüklemiş olduğu verileri BlueHorn’dan hesaplamasını istemiş ancak BlueHorn; ‘’Şu anda çok daha önemli işlerim var, uğraşamam‘’ şeklinde bir cevap vermiştir.
Yaşanan bu olay daha önce dünyaca ünlü yönetmen Stanley Kubrick’in filmi 2001: A Space Odyssey ( 2001: Uzay Macerası ) filminde yaşanmıştı. Film ünlü yazar Arthur C. Clarke’ın filminden beyaz perdeye aktarılmıştı. Filmde gemiyi komuta eden Hal 9000 isimli bir yapay zeka kendisine verilen emirleri uygulamayı reddediyordu.
EMRE AK
Yapay Zeka İle İlgili Tuhaf Bir Olay
BlurHorn’un bu tepkileri vermesi üzerine ABD basınında, ‘’ Hal Gerçek Oldu ‘’, Yeni Köleler Biz Mi Olacağız ‘’, Bilgisayarlar Dünyaya Hakim Mi Oluyor ‘’ gibi başlıklar atılmıştı. Olaya aşırı tepki veren bazı Amerikan vatandaşları yiyecek stoku yapmaya başlamış ve yapay zeka çalışmalarının acilen durdurulması gerekiyor diye de kampanya başlatmışlardı.
8
EMRE AK
Yapay Zeka İle İlgili Filmler 2001: A Space Odyssey ( 2001: Uzay Macerası ) : Stanley Kubrick’in yönetmiş olduğu 2001: Uzay Macerası zamanın ötesinde bir yapım. Arthur C. Clarke’ın romanından beyazperdeye aktarılan film zamanına göre şaşırtıcı görsel efektleri, uzun süresi ve gösterime girmiş olduğu günden beri tartışılan finali ile sinema tarihine adını yazdırmayı başarmıştır. Terminatör: Serinin ilk filmi 1984 yılında vizyona giren Terminatör’ün yönetmen koltuğunda James Cameron oturuyor. Filmde yapay zekaya sahip olan Skynet, insanlığı kendine karşı bir tehdit olarak algılıyor ve onlara karşı savaş başlatıyor. Matrix: Bu seri en favori bilim kurgu filmlerinden bir tanesidir. Yapay zeka konusu çok ince bir şekilde incelenmiştir. En iyi bilim kurgu filmlerinden bir tanesi olan Matrix’de yapay zekanın yaratmış olduğu dünyada geçen olaylar anlatılmaktadır. I, Robot ( Ben Robot ) : 2004 yılında vizyona giren ve başrolünde Will Smith’in başrolünde oynadığı filmde 2035 yılındayız. Robotlar artık günlük hayatın vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir. Bir gün şüpheci bir polis olan Del Spooner bir suçun robotlar tarafından işlendiğini düşünmektedir. Transcendence ( Evrim ) : 2014 yılı yapımı olan filmin başrolünde ünlü oyuncu Johnny Deep rol alıyor. Filmde Dr. Will Caster insan beyninden ve insandan daha üstü zekalı üstün bir bilgisayar yapmış ve bu bilgisayarın tanıtımını yaptığı bir konuşma sırasında suikaste uğramıştır. Her ( Aşk ) : Yapay zeka konusunu işleyen en ilginç filmlerden bir tanesi de Her. Ünlü yönetmen Spike Jonze’un yönettiği filmde yalnız bir hayat süren bir yazar, yapay zekaya sahip bir işletim sistemi ile yaşadığı ilginç bir aşk hikayesi anlatılıyor. Interstellar ( Yıldızlararası ) : Son dönemin en çok dikkat çeken bilim kurgu filmlerinden bir tanesi olan Interstellar tam anlamı ile yapay zeka konusunu işlemese de içerisinde bazı yapay zeka konularını içeriyor. Filmde karakterlere yardım eden robotlar yapay zekaya sahiplerdi. Artificial Intellegence ( Yapay Zeka ) : Filmde David bir nevi insan olarak donatılmış olan bir robottur. Sevmeye programlanmış olan ilk çocuk robot, o esnada hasta olmasından dolayı tedavisi bulunana dek dondurulan bir aile tarafından evlatlık olarak edinilir.
9
Sizce, Yapay Zekâ Sonumuzu mu Getirecek Yoksa Bizi Binlerce Adım İleriye mi Götürecek?
10
SEVDE KARAMAN
“LockBook”
Aklınıza yer edilmiş gizliliği asma kilit ile koruyan defterleri unutun! Şimdi Dünya’da bir ilk olma özelliğini taşıyan yepyeni biyometrik sensörlere sahip Lockbook ile tanışın! Yıllardır özel notlarımızı, günlüklerimizi asma kilitli defterlerde ya da kenara köşeye sıkıştırarak sakladık. Ama artık buna bir dur deme vakti geldi! FPLife Technology tarafından tasarlanıp, üretilen Lockbook sayesinde bu yöntemlerin hepsi tarihe karışıyor.
kün değil. Ayrıca içinde bulunan deri ceplik sayesinde çeşitli sayfaları, belgeleri ve evrakları kolayca yanınızda taşıyabilirsiniz. Tabii ki size bu kadar kolaylık sağlayan Lockbook şarj ile çalışıyor. Parmak izi okuyucunun güce ihtiyacı olduğundan, Lockbook’u belirli aralıklarla şarj etmeniz gerekiyor aksi halde LockAkıllı telefonlarda bulunandan book’unuzu açmanıza imkan yok. daha güçlü biyometrik sensörlere sahip olan Lockbook isimli not Biraz da dış görünüşüne değinecek defteriniz artık sadece sizin parmak olursak, çizilmez ve su geçirmez kaizinizle açılacak. Evet, yanlış oku- pak yapısına sahip olan Lockbook madınız! FPLife şirketi parmak izi birçok renkte yapay deri ve dantel ile açılabilen not defteri satışa sun- seçeneğine sahip. du! Şuanda sınırlı sayıda üretilen Lockbook’un fiyatı ortalama 250 TL Görünüş bakımından Lockbook’u civarında. yanında bulunan sensör dışında diğer not defterlerden ayırmak müm-
11
SEVDE KARAMAN
“Dr Smile”
Sizi parmak okuyuculu defterden daha çok şaşırtacak bir buluş ile tanışmak istiyorum! Evde herkesin en az bir kere yaptığı diş etlerimize zarar veren karbonat, limon ve tuz yöntemlerini unutun! Ve Dr Smile ile tanışın! Aranızda “O da neymiş?” diyenleriniz var. Bende sizi fazla bekletmeden hemen anlatıyorum. Kore, Dünya’da bir ilke imza atarak akıllı telefon bağlantılı diş beyazlatma cihazı üretti. Evet, yanlış duymadınız! Akıllı telefonunuzun şarj bölümüne takarak mavi LED ışıklar sayesinde evinizde, işinizde, canınız nerede isterse orada dişlerinizi beyazlatabiliyorsunuz.
Peki, Nasıl kullanılır? Kutu içinde gelen beyazlatma jelini dişlerinize sürdükten sonra LED ışık aparatını telefonunuz şarj bölümüne takıyorsunuz, ardından esnek yapısı sayesinde ağzınızdaki en derin yerlerine dahi kolaylıkla ulaşabilen aparatı ağzınıza soktuktan sonra 9 dakikalık süreci başlatıyorsunuz. Evet sadece9 dakika içinde dişleriniz beyaz bir görünüme kavuşuyor. İşlem esnasında dilediğiniz işi de yapmakta özgürsünüz, öyle ki araba sürerken bile bu işlemi yapmanız mümkün.
Hangi telefonlara uygun olduğuna gele“Zararlı mı?” diye soracak olursak cek olursak, firmanın yaptığı açıklama şu dişlere ve diş etlerine herhangi bir zarar anlık dört markayı ön görüyor; Samsung, vermediği Gıda ve İlaç İdaresi tarafından LG, Apple, Haawei. Ayrıca ne kadar fiyatonaylandı. la ve ne zaman satışa çıkacağı da henüz belli değil. Ama sizin yine de bu cihaza kulağınız delik olsun.
12
RÜMEYSA KARABIYIK 13
Bulunduğumuz Çağın Neresindeyiz?
Hayatın sarsıcı bir şekilde değiştiğine ilk kez tanık olmuyoruz. İnsanlık tarihi boyunca dünya, zamana yayılan küçük buluşların, birikmiş deneyimlerin büyük bir enerjiyle açığa çıkışına birkaç kez tanıklık etti. ‘’Neolitik çağdan beri yapılan en büyük devrim sanayi devrimidir.’’ Bir anlamda tarihin kaçınılmaz hale gelmiş iki dönüşüm anını işaret ediyordu. İlkinde, yani Neolitik dönemde ademoğlu yerleşmeyi, ekip biçmeyi ve hayvanın gücünden istifade etmeyi öğrenmiş; bir anlamda doğadan kültüre ilk adımını atmıştır. Yaklaşık on bin yılını da neolitik dönemdeki buluşlarını ayrıntılandırarak geçirdi; At sırtında, tarla sürerek denizlerde yelken açarak, gemilerde kürek kullanarak vs. Sanayi devrimi. Cilalı taş çağından beri süregelen hayatı bütün uzuvlarıyla değiştirecek bir buluşa verdiğiniz addır makine. 19.yüzyıldan bugüne dünya makinenin her türden imkanlarının denendiği bir laboratuar olarak kullanıldı. Klasik mekan-zaman anlayışının değerini yitirmesi zanaatların yerini fabrikas-
yonun alması, ulaşım ve iletişimde kullanılan yöntemler, akıl almaz bir keşifler sağanağının ürünüydüler. Deskartes’in kartezyeniyle kendini aklileştiren bu makine dünyanın finali ise yeryüzünde değil uzayda yapıldı. Uzay çağı dediğimiz çağ, sanayi devriminin sınırları belirsiz seferinin varabildiği en son nokta oldu. Aslında tuhaf bir biçimde mitolojik çağların tanrı-insan karışımı kudretli anlatılarına geri dönmüştü insanoğlu. Göklere çıkmış, oradan küçük alemini fotoğraflamayı başarmıştı işte. Bu küçük ve fotoğraflanmış dünyanın, herkesin herkese temas edebileceği bir mahalle haline gelmesine ramak kalmıştı. Sanayi devrimi bütün gücüne rağmen on binlerce yıldır tecrübe edilmiş hayatın sınırlarını bir yere kadar zorlayabiliyordu. Sanayileşmiş kentlerin dumanları altında insan, hala daha mektuplar yazan, kaçamakları için aracılar kullanan, gönderdiği habercinin cevap getirmesini bekleyen biriydi ve pek çok yanıyla eski dünyadan kalmaydı. Ancak 2. Büyük devrimini makineyle başlatan ademoğlu, beklide hiç farkında olmadan küçük bir buluşla tarihinin 3. Büyük devrimine kapı aralamış oldu. Telefon. Sesin bir
bağırtı mesafesinin ötesine taşınması, şimdi bir parçası olduğumuz dijital ormanın (Ortamın) ortaya çıkmasında da pek etkili oldu. Ses taşına biliyorsa görüntüde taşınabilirdi pekala. Radyo ve televizyon 20.yüzyılın bitiminde neredeyse bütün dünyada doğallaşmıştı artık. Çift yönlü işlevlerinden ötür bu 2 cihazın yaygınlaşması özellikle istenmekteydi. 1. Siyasal sistemlerin, otoritenin ve ideolojik merkezin herkese ulaşabileceği bir propaganda aygıtı olarak kullanılmaktaydılar; 2. İse , kapitalizm tarafından kurulan iktisadi mekanizmanın etkin bir parçasıydılar. Hem ideolojik, hem de kültürel biçimlendirmelerdeki kolaylaştırıcı rolleri, klasik sömürgecilik sonrasında dünyanın güncellenmiş sevkine de haddinden fazla yardımcı oluyordu. Yinede hem sabit telefonlar, hem de telsizler, hem radyo hem de televizyon. Sonradan hayatımıza girecek olan internetle karşılaştırıldığında, günlerimizin bazı dilimlerine sokuşturulmuş muvakkat aracılardan ibaretti. Bütün dönüştürme güçlerine rağmen, televizyon hariç, durduğumuz yeri biçimsizleştirme kudretleri bir yere kadardı. Biz televizyondan şikayet edip dururken ona rahmet okutan bir başka buluş hayatımıza girmekte gecikmedi. İnternet.
mesafe neredeyse sıfırlanmış. Hayat bir olaylar akışına dönüşmüştür. Başka bir deyişle olayların tecrübe imbiğinden geçirilip kültüre mal edileceği anlama, kavrama aralığı olabildiğince kapanmıştır. İnsan olaylardan müteşekkil bir varlık halini alma yolundadır artık. Muhtemelen hafıza ve zihin, bir evrim sürecine girecektir!
Dijital çağın felsefi yapısı yukarıdaki çalakalem sorulardan ve sorunlardan çok daha derindir. Ancak bu çağın günlük hayatımıza etkisini şimdiden kendi küçük dünyalarımızda görmeye başladık bile. Bu etkileri kısacık bir paragrafa sığdırmak mümkün değil. Yinede kısacık başlıklarla meramımı anlatabileceğimi umuyorum. Bütün kadim kültürlerde mahrem bir bölge olarak çevrelenen ‘’ Ev’’ Bu özelliğini ebediyen yitirmiş, evin her bir odası dünyanın her yerine açılabilir hale gelmiştir. Dijital aletlerin çeşitliliği ve her koşulda kullanılabilir olması, yalnızlık, sabır, saklanma vb. davranışların Bir olayın oluş anıyla, onun mevcut tariflerini işlevsizleşduyurulma anı arasındaki tirmeye başlamıştır. Çocuk-
lar insan zihninin şekillenişinde dramatik değişiklere sebep olacak yeni bir büyüme modelinin ürünü durumuna düşmüşlerdir. Her bir insan, sahte kimliklerle ikincil, üçüncül şahsiyetler kurgulama ve bu müstearlarını istediği gibi kullanabilme imkanı elde etmiştir. Bu çoğul varlık, kendi merkezinin hangisi olduğunu kavrayamayacak bir noktaya doğru gitmektedir. Aşık olmak, tanışmak, ayrı kalmak gibi insan doğasının zaman ve mekan tarafından test edilen duyguları, bir tanışma-çarpışma-dağılma üçgenine hapsolmaya başlamıştır. Yalnızlık, otokontrolün olmaması iyilikten çok kötülük üretmeye eğilimlidir. Dijital imkanlar, kültürün ve geleneğin kontrol sistemini önemli oranda arızalandırmış varlık kontrolsüz bir hal almıştır. Dijital kullanıcılarından her biri, içine girdikleri mekanizmanın doğasından ötürü hem kötülüğe maruz kalabilmekte hem de kolayca kötülük üretebilmektedirler.
RÜMEYSA KARABIYIK
Öyle görünüyor ki tarihin 2 büyük devrimine, bir 3.sünüde eklememiz gerekiyor. “Dijital çağ.”Geleceğin düşünürleri insanlık tarihinin, uygarlığının ve kültürünün geri dönülmez bir biçimde değiştiği dönemleri sıralarken, 21.yüzyılın başlarında dünyanın neredeyse bütün coğrafyalarına egemen olan dijital hayata çok özel bir başlık açacaklardır. Aslında, bu başlıklar şimdiden açılmaya başlandı. Daha çok sosyal medya, internet vb. konuları üzerinden ilgi alanımıza giren bu yeni çağın sosyal ve siyasal mekanizmalar üzerindeki tesirinden, günlük hayatı ve insan ilişkilerini nasıl etkilediğinden uzun uzadıya bahsedilebilir. Ancak bütün bunlar bir sonuçtur, ve meselenin felsefi yanı kavranmadıkça kuşaklar arası çatışma maddelerinden biri olarak algılanma tehlikesi de vardır. Nedir meselenin felsefi boyutu? Dijital çağ, insan soyunun zaman-mekan algısını geri dönülemez bir biçimde ortadan kaldırmıştır. Kullanıcılar belli büyüklükteki ekranlar aracığıyla duygularını ve canlı temsillerini sayısız kere çoğaltabilmekte, aynı anda dünyanın her yerin de olabilmektedirler. Mistik anlatıların bazı ayrıcalıklı kişilere tanıdığı hak, bütün bir insanlık için mümkün hale gelmiştir.
İnsan davranışlarını montajlayan gelenek-kültür, artık görevini yerine getiremediği için hayatın montajı yapılamamaktadır. Dahası siyasal merkezler gibi, dijital merkezlerde vardır. Ve bütün iletişimler kayıt altına alınmaktadır. Bunun anlamı şudur. Mahremiyet küresel olarak ölmüştür.
14
MAHSUN KILIÇ AYŞE HATUN ÖNAL’DAN YENİ ALBÜM: SELAM DENGESİZ
MİNİK SERÇE’DEN YENİ ALBÜM; BİRAZ POP BİRAZ SEZEN
Şarkıcı–Manken kulvarının en önemli isimlerinden birisi şüphesiz Ayşe Hatun’dur. Ayşe Hatun Önal, mankenlikte de şarkıcılıkta da farklı bir auraya sahip. Ben onu hem samimi hem de asi biri olarak nitelendiriyorum. Çünkü polemikten uzak sadece işine yoğunlaşan ve müzikte farklı soundarla geri dönüş yapan nadide isimlerden. Uzun zamandır da üzerinde çalıştığı yeni albümü geçtiğimiz tarihte piyasaya sürdü.
Müzik yaşamı boyunca sayısız hite imza atan popun dev ismi olan Sezen Aksu, 2017’de yepyeni bir albümle dinleyicileri selamladı. Uzun zaman sonrası gelen albüm ilk haftasında 50 binden fazla satarak zirveye çıktı. Bu satış grafiğindeki rakamlar dijital platformlara da yansıdı.
Elektronik altyapılarla dolu bir albüm. Kısacası elektronik bir albüm. Albümde toplamda 16 şarkı yer alıyor versiyonlarda dahil olmak üzerinde. Albümün çıkış şarkısı ‘’OLAY’’ oldu. Klip, ABD’nin Nevada eyaletindeki Black Rock Çölü’nde her yıl gerçekleşen, dünyanın önde gelen festivallerinden Burning Man’de çekildi. Yönetmenliğini ise Can Sercan ve İlkay Koek ikilisi üstlendi. Üstelik klipte giyilen kostümler dünyaca ünlü şarkıcılara kostüm hazırlayan (Madonna, Rihanna gibi) Punk Kouture hazırladı, Pop müziğin içine elektronik müziği en iyi sokan genç şarkıcı, şarkıyı dinleyici kitlesine de indirmeyi başarmıştır.
15
Albümün ilk klibi hemen çekilmedi. Biraz geç çekildi. Sebebi ise: albümde yer alan şarkılar arasında kararsız kalınması oldu. Manifesto adlı hareketli şarkıya klip çekimine tam karar verilmişken; vazgeçildi. Klip, ‘’İhanetten Geri Kalan’’ adlı şarkıya çekildi. Zaten şarkı klipsiz milyon tık aldı. Klip çekçek çok önemli olduğu için elbette bir klip gelecekti. Geldi de. Klip ile şarkı müzik kanallarında da boy gösterdi. Promosunu da bir ölçüde sağlamış oldu. Albümde tam olarak 16 şarkı yer alıyor. Sezen’in albümü, ve hala albüm yapıyor olması büyük hayranlıkla karşılandı. Hep var olsun Türkçe Pop, hep var olsun Sezen Aksu.
GÜÇLÜ YORUMCU FUNDA ARAR’DAN 2017 YILINA YENİ ALBÜM: AŞK HİKAYESİ
Sesini, duruşunu, tavrını bozmayan Funda Arar, birçok isim gibi bizi yeni bir albüm projesi ile karşıladı. Slow şarkıların yoğun olduğu albüm, tam olarak duyguları aktarmanın kanalı. Alıp arşivlenmesi azım albümün. ‘Aşk Hikayesi’ adlı albümde Soner Sarıkabadayı, Gülşen, Febyo Taşel, Gökhan Tepe, Şebnem Sungur, Süleyman Billor, Günay Çoban, Tuğçe Ören, MC Murad, Namık Naghdaliyev, Onur Baştürk, Gözde Ançel, Buray Hoşsöz, Ferdi Quliyev, Terlan Memmedhüseynov, Serdar Aslan gibi önemli isimlerin eserleri bulunuyor. Albümün çıkış parçası, ‘’DÜŞMAN GİBİ’’ şarkısı oldu. Nihat Odabaşı yönetmenliğinde kliplendi. Funda Arar’ın 10. Solo albümü olan albümde 13 şarkı yer alıyor.
MAHSUN KILIÇ
Proje Albümüne Gülşen Desteği Proje albümlerine bir yenisi de Mirkelam ekledi. Sanatçı, zamanında hit olmuş parçaları, sanatçı dostları ile bir araya gelerek onların yeniden seslendirmesini istedi. En hit şarkısı olan ‘’HER GECE’’ şarkısını da Gülşen’in seslendirmesini istedi. Proje albümünün çıkış şarkısı ‘Her Gece’ oldu. Klip Bedran Güzel yönetmenliğinde çekildi. Klipte. Gülşen de doğum sonrası hemen işine devam ederek klip çekimini tamamladı. Albümde Göksel, Mabel Matiz, Teoman, Nil Karaibrahimgil vb gibi birçok ünlü isim yer almakta.
Gülşen, single hazırlıklarındayken. Göksel taze taze yeni bir single yayınladı.
Atiye, Diva Bülent Ersoy’un en büyük hitlerinden olan Maazallah şarkısına cover yaptı. Şarkı yeni düzenlemesi ile farklı ve kulağa hoş geldi. Yorumu elbette bir Diva’nınki kadar olamasa da Atiye’nin de yorumculuğu hiçbir zaman güme gitmez. Şarkı Atiye’nin üzerinde sırıtmamış, oturmuş.
Türk Pop’unu modern bir çizgiye taşıyan bir diğer isim ise Aynur Aydın’dır. Avrupai müzikal yapısı ve çalıştığı başarılı isimlerle adından söz ettiren Aynur, ikinci albümü olan ‘Emanet Beden’de yer alan Anlatma Bana şarkısına Şenol Korkmaz yönetmenliğinde duygusal bir klip çekti.
16
ASLIHAN GÜNEŞ 17
2017 YAZ MODA TRENDLERİ
2017 yılında capcanlı renkler, İspanyol kollar, kesik paçalar kısacası yepyeni bir moda bizleri bekliyor. Bu yaza damgasını vuracak trendler tam da karşınızda…
İŞLEMELER Bu yılda belki de en fazla gördüğümüz ve göreceğimiz trend işlemeli modeller olmuş gibi görünüyor. Gömleklerde, ceketlerde ve kotlarda yer alan işlemeler 2017 ‘ ye hakim olacaktır.
KESİK PAÇALAR Bu senenin en çok satılan pantolon modellerinden olan kesik paçalar şimdiden dolaplarda yerini almaya başladı.
DÜŞÜK OMUZLU ÜSTLER
İSPANYOL PAÇALAR
İlkbahar – yaz aylarının daha uygun olduğu bu trend yaza damgasını vuracak ve sezon sonuna kadar herkesin gözdesi olacaktır.
Yılın ilk aylarına da hakim olan bu trend baharın gelişiyle daha çok tercih edilen modellerden olacaktır.
ONUR ULUCANLI
Mavi Çizgi
Mavi Çizgi” adlı “Kurmaca” dalındaki kısa film Uşak Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü birinci sınıf öğrencileri ; Murat Kardaşla, Nagihan Demirci, Mine Tatay, Musa Parlak, Hüseyin Bal, Canan Yıldırım, Hikmet Öztoker ve Onur Ulucanlı tarafından çekilmiştir. Başrolünü aynı isimlerin üstlendiği, Görüntü Yönetmenliğini Kaan Oruç’un Yönetmenliğini Onur Ulucanlı’nın üstlendiği kısa film 23 dakikadır. Filmin tamamı Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinde geçiyor olup çekimleri on dokuz saat sürmüştür. Filmin hazırlık aşaması ve kurgunun tamamlanması iki ay kadar zaman almıştır. Filmin ilk gösterimi 7 Mart 2017 Salı günü Uşak Atatürk Kültür Merkezinde yüz elli kişiye gerçekleştirilmiştir. Gösterime Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yard. Önder Deniz, Uşak Belediyesi ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinden çok değerli konuklar katılım sağlamıştır. Filme halen YouTube’dan “Mavi Çizgi Kısa Film” şeklinde aratarak ulaşabilirsiniz.
zeldi. Arkadaşların, özellikle yönetmenin ilk çektiği film. Aynı zamanda bizim öğrencilerimiz olması gurur verici. Başarılar diliyorum. Ümit Tatıl (2016-2017 İletişim Topluluğu Başkanı) Birinci sınıflara göre gayet iyi bir film diyebilirim. Başarılıydı, arkadaşları kendi topluluğumuzla destekleyeceğimizi buradan söylemek isterim. Özlem Özbağ (Uşak Belediyesi Sosyal Yardım- Katılımcı) Arkadaşları filmin seti aşamasında tanıdım. Kamera arkasında da onların yanında oldum bu da ayrıca bir güzellikti benim için. Başarılarının devamını diliyorum.
Volkan Aysal (Uşak Belediyesi Özel Kalem - Katılımcı) Ben bu filmin çekim aşamasında arkadaşlarla tanışmış bulunmaktayım. Zaten içimde filizlenen bir sinema aşkı vardı. Arkadaşlar belediyeye geldiğinde tanıma fırsatı yakaladım. Sonrasında filmde oy07 Mart 2017 tarihinde gerçekleştirilen nama fırsatı yakaladım. Arkadaşların baMavi Çizgi kısa film gösterimine katılım şarılarını bu kadar tahmin etmemiştim gösteren konuklar şu sözleri söyledi. takii ilk fragmanı arkadaşlar bana gönderene kadar. Hepsine başarılar diliyorum. Önder Deniz ( İletişim Fakültesi Dekan Yard.) İlk defa olmasına rağmen çok gü-
18
DENİZ EREN
“Bir Hayaletin Aşkı”
D
oğuyoruz, büyüyoruz bu süreçte kimimiz hayallerinin peşinden koşup hayallerine kavuşuyor kimimiz ise pes ediyor bir kısmımız iyi mevkilere geliyor ya da gelemiyor bazılarımız kendine yeni bir aile kuruyor sonrasını ise kocaman bir sessizlik oluşturuyor. Hayatımızdaki bu döngü hiç sapmadan bu şekilde devam etse de bir kısmımız patlayan bir bombada, bir kaza kurşununda ya da parasını çalmaya çalışan bir gaspçı tarafından ansızın bir gün çekip gidiyor, bu dünyadan… Hayatın normal döngüsünde gitmesine izin verilmemesi bu durumda bazılarımızın ölüm konusunda bile ne kadar şanssız olduğunu ortaya koyarken bizler de tanıdık gelen bu olay örgüsüne farklı bir bakış açısıyla misafir oluyoruz.
19
İki dünya savaşı arasında yaygınlaşan, sanatçıların abartılı ve genellikle dikkatsizce veya mantıksızca hareketler yaptığı bir komedi türü olan kaba güldürü türünde Jim Abrahams, David Zucker ve Jerry Zucker‘in kurmuş olduğu “ZAZ komedi grubu”, çekmiş olduğu filmlerle tüm zamanların en akılda kalıcı komedi filmlerinden birkaçına imza atmıştır. 1980 yılında çekmiş oldukları Uçak filmiyle tanınan “ZAZ Komedi Grubu”nun ortak özelliği genel olarak filmlerinde parodiyi kullanmaları olsa da birbirlerinden bağımsız olarak da bazı filmlere imza atmışlardır. Bunun en büyük örneklerinden biri, Jerry Zucker’in dramatik dalda ilk yönetmenlik becerisi olan ve alanında büyük beğeni toplayan 1990 yapımı Hayalet filmidir.
DENİZ EREN
Filmin dolaysız adı, dönemin çiğ Hollywood filmleri düşünüldüğünde sanki korku türüne yakın izlenimi verse de karşımızda hissi yoğun bir aşk hikâyesi var. Sevmek, sevilmek kavramlarının ne kadar değerli olduğunu aynı şekilde romantik filmleri fazla klişe bulduğum için izlemeyi sevmediğimi Kim Ki-Duk‘un Boş Ev adlı filmini değerlendirdiğim yazımda açıklamıştım. Kim Ku-Duk’un Boş Ev‘i romantik filmlere karşı oluşturmuş olduğum ön yargıyı ortadan kaldırırken, Jerry Zucker’ın Hayalet‘i ise ana akım anlatının kalburüstü örneklerinden biri olarak kült mertebesine erişiyor. Filmin başlangıcında, sıradan bir çift olan Molly ve Sam’in yeni bir apartmana taşınmaları ve beraberinde evliliğe giden mutlu birlikteliklerine ortak oluyoruz ta ki Sam’in bir kavga sırasında bir serseri tarafından bıçaklanarak öldürülmesine kadar. Sam’in öldürülüp ruhu bedenini terk ettiğinde ve ölümden sonraki yaşamı yavaş yavaş keşfetmeye başlamasıyla film boyut atlıyor. Ruhani bir boyutu olduğu düşünülen ve özellikle dizi ve filmlerde çokça başvurulan “beyaz ışık” kavramına Hayalet’te de rastlamak mümkün. Özellikle iyi kalpli kişilerin öldüklerinde cenneti
temsil eden beyaz ışığın üstlerine düşerek ruhun bedeni terk etmesi kötü kalpli kişilerin ise cehennemi temsil eden siyah ışığın etrafta belirip şeytanımsı varlıkları temsil ettiği düşünülen siyah giyimli kişilerin o kişiyi alıp sonsuzluğa götürmesi yönetmenin cennet/cehenneme getirdiği genel/kişisel bir yorum. Diğer taraftan en yakın arkadaşı tarafından öldürülen ve sevgilisi Molly’nin de en yakın arkadaşı tarafından tehlikede olması Sam’in sevdiğine karşı son görevini tamamlamak için bu dünyada kalmasına neden oluyor. Dünyada kaldığı zaman içinde canlılarla iletişim kurabilmenin tek yolunun medyumlar tarafından olduğunu anlayan Sam tuhaf medyum Oda Mae ile karşılaşması filme ayrı bir renk katıyor. Sam’in evdeki eşyaları yakın arkadaşı Carl’ın kafasına atmaya çalışırken abartılı, dikkatsiz ve tiyatro sahnesinde oynuyormuşçasına büyük hareketler sergiliyor oluşu ilk başta bahsetmiş olduğum kaba komedi türüne örnek olarak gösterilebilir. Aynı zamanda acayip medyum Oda Mae‘in ise bir drama filmi olan Hayalet’te yönetmen Zucker’ın komedi tarafını ön plana çıkartıp yüzlerde gülümsemeye yol açan bir karakter olduğunu da eklemeliyiz. Beş dalda aday olduğu Akademi Ödülleri’nden, Whoopi Goldberg’in canlandırdığı Oda Mae karakreriyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve Bruce Joel Rubin’in kaleme aldığı senaryosuyla En İyi Senaryo dallarında Oscar ödülünün sahibi olan Hayalet, 2009 yılında hayatını kaybeden aktör Patrick Swayze‘ın canlandırdığı Sam ile Demi Moore‘un canlandırdığı Molly’nin aşkının inandırıcılığıyla döneminin öne çıkan yapıtlarındandır.
20
SEVGİ AKDOĞAN
BÜYÜK RUH GANDHI! Hiç, şiddet karşıtı politika izleyerek halkını özgürlüğe kavuşturan bir liderle tanışmak istemiş miydiniz? Eğer cevabınız “evet” ise Mahatma Gandhi ile tanışmanın tam zamanı! Dünyada tarih boyunca halklar, haklı haksız sebepler, adalet, çıkarları ve toplumda oluşan sınıf farklılıklarını kamuoyunun gündemine getirmek için direniş gösterileri yaptılar. Mahatma Gandhi tarafından manifestosu yazılan öyle bir direniş var ki, bu direnişin önünde hiçbir otorite, hiçbir silah duramaz, bunun adı: Pasif direniş. 1869’da Hindistan’ın Porbandar şehrinde Vaşiya Kastı’ndan bir ailenin oğlu olarak doğan Mohondas Karamçand Mahatma Gandhi, 1888-91 yılları arasında Londra’da hukuk öğrenimi gördükten sonra, iki yıl Mumbai ve Rajkot kentlerinde avukatlık yaptı.
21
O baskı altında olan insanların, yoksulların ve ötekileştirilenlerin davasını üstlenen bir avukat... Gandi ilk olarak Güney Afrika’da Hint topluluğunun vatandaşlık hakları iςin barışçı başkaldırı uyguladı. Afrika’dan Hindistan’a döndükten sonra yoksul çiftçi ve emekçileri baskıcı vergilendirme politikasına ve yaygın ayrımcılığa karşı protesto etmeleri için örgütledi. Burada ırkçı Apartheid rejiminin ırk ayrımı politikalarına maruz kalan Hintli göçmen işçilerin haklarının savunucusu durumuna yükseldi. Gandhi Güney Afrika’da pek çok benzer pasif direniş eylemi düzenledi. 1914’te döndüğü Hindistan’da İngiliz sömürge yönetimine karşı da aynı yöntemi kullandı.
Şiddet aleyhtarı direnişi, sivil itaatsizliği ve din konusundaki hoşgörüsüyle İngiliz emperyalizminin baskıcı yönetimi altında inleyen Hint halkına umut ve gelecek sunan kutsal kişilik...
SEVGİ AKDOĞAN
Gandhi “Dinler, aynı noktada birleşen farklı yollardır. Aynı amaca ulaşacak olduktan sonra ayrı yollar seçmemizin ne önemi olabilir?” diye sormuştur... Sormuştur ama bu soru onun da sonu olmuştur. “Hinduluğun kurtuluşu için Mahatma Gandhi’nin ölmesi gerek!” diyen bir din fanatiği tarafından öldürülmüştür. Gandhi, Satyagraha (gerçeğe tutunma) adını koyduğu felsefesi ile Hindistan’ı özgürlüğe ulaştırmış büyük bir önderdir. Satyagraha’da, sadece pasif direniş ya da sivil itaatsizlik yok, bundan daha önemli başka bir şey daha var; Düşmanını değiştirerek başarıya ulaşmak!
“Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikatımın da son maddesidir.” diyen Gandhi, Avrupa ürünlerini boykot, sivil itaatsizlik gibi eylemler gerçekleştirerek ayaklanmaya ve ulusal kurtuluş için savaşa girmeye ise karşı çıktı. Kısa sürede milliyetçi direnişin simgesi ve lideri olan Gandhi, 1947’de İngilizlerin Hindistan’dan çekilmesinde büyük rol oynadı. Gandhi’nin Güney Afrika’da geçirdiği yıllarda oluşturduğu ideolojisinin temellerini, şiddet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, pasifizm, uzlaşmacılık, çilecilik dışında Hinduizm dinsel öğeleri, dinlere saygı ve teknoloji karşıtlığı oluşturur. Mahatma ( Büyük Ruh) adını çok sonradan almıştır. Gandhi’nin dinlere yaklaşımı da onun ne denli toplumlar üstü bir kişilik olduğunu gösterir.
Bu felsefe ile ulaşılan noktada yenilgi ya da yengiden söz edilmiyor. Yani düşmanını yenmek değil, onu ikna ederek elde edilen başarı var.
22
MUHAMMED KARADENİZ konuşamıyorum yine dinliyorlar, dinlediklerini umursamıyorlar yalnızız derler hep yalnızız oldukça hemde yeni biri isteyip onları yalnızlığının pis çamurunu bulaştırıyorlar kimse layık değil onlara insanlardan da nefret edeler insan doğası kötüdür derler hayvanları severler çiçekleri, şiirleri ve müziği mükemmel olduklarını kabul etmeyip mükemmeliyetçilik oynarlar ve hep suçlarlar o pis çamurum üreticileri herkesin gitmekten koktuğu ama birilerinin kesinlikle battığı bataklıklar sizlerden nefret ediyorum
23
MUHAMMED KARADENİZ
Minik bir yürüyüş… Sen varsın bir tek ama dopdolu sen Beynin Akmış tüm sokağa bir yandan kendinle kavga edişin Bir yanda kalbinin gözünü oymaya çalışan mantığın Kazanan kim olur bilmiyorsun kaybedense belli Ama nedense bir türlü olmuyor … Sokağın karanlık tarafısın sen Gece karabasan gibi çokmuş üstüne Dertlisin… Az ilerisinde sokağın bir köpeksin sen Sürü halinde dolaşan köpeklerin ardından bakıyorsun Sürüsüzsün güçsüzsün ama biri gelip kafanı okşayama çalışırken havlayıp kaçıyorsun Nadir sevdiriyorsun kendini… Geceyi aydınlatmaya çalışan Aysın sen Ruhun güneş Bedenin yansıttığını almaya çalışırken biz Senin güzelliğine hayran kalıyoruz Ne ahmağız aslında Ruhun tüm evreni aydınlatırken Alacakaranlığı seviyor Ruhuna bakamıyoruz bile Yolun dibindeki nehirsin sen Kimseye bakmadan akıyor ara ara insanlara kızıp taşıyor Bazense azalıyor Ama hep yoluna bakıyor bir kereden fazla ıslatmıyorsun aynı senle birini Yoldaki yaşlı insansın sen Zor yürüyor Gençlere imrenerek bakıyorsun Telaşlarına mutluluklarına Zaten dert yolu bu Ama senle çıkılabilecek en iyi yol.
24
RUMEYSA NUR UÇAR 25
Kendini Tanı-t
Biraz benliğimizi sorgulayalım.
Bence insan kendini nasıl gösterdiyse ondan ibarettir. Kendi hayatı ve düşünceleri konusunda çok paylaşımcı olabilir. Ya da sır gibi sakladığı başka bir yüzü de olabilir. Hangisi sensin diye düşündüren, tek yönü olmayan kişi hep yanıltır bizleri. Hep denir ya; “Çok mutlu olan insan aslında en üzgün olanıdır.” diye. Bu, insanın kendini mutlu etmeye alıştırmış olmasından kaynaklandığından, kişi de artık bu mutluluğu her an gösterecek ve bir süre sonra buna kendi de alışacaktır. Yani daima mutlu gözüken insan gerçekten mutludur ama kendinde olmadan. Aynı pis hava soluduğumuzda beynin bir süre sonra alışıp o kokuyu unutturması gibi.. Ama koku hala kötüdür değil mi? Yani benlik de, beyin ve duygular aracılığıyla bazı eylemleri ve fikirleri silip atabilir. Yani benlik dönüştürülebilir. Tamamen insan elinden çıkma davranışları doğurabilir. Bir kimseyi gerçekten tanımak istiyorsak iç dünyasına dalmadan bize anlattığı kadarıyla yetinmeliyiz. Çünkü insan kendi davranışlarının iç yüzünü anlatmıyorsa, daha kendini anlayamamış da olabilir. Kendini bile tanıyamayan bir insan dışarıya ne kadar tanıtılabilir? Fakat.. İletişim kurmak zorundayız. Sağlam bir iletişimi de birbirimizi tam manada anlayamadan kuramayız. İç dünyasında oluşmuş dev kriterlere bakmadan güzündeki gülücüklere aldanmak ne kadar mantıklı? Yanındaki insan
mutlu olmak için mi mutlu? Mutlu etmek için bir araç olarak mı kullandırıyor kendini. Mutlu olmakla konuyu sınırlamamak gerekir ancak en güzel örnek bu olmalı. Çok mu çelişkili oldu? Bu konuyu öznel düşüncelerimden olabildiğince arındırıp, anlamak istediğimiz insanları -ya da kendimizi- profesyonel düşünce aşamaları yani Johari Penceresi dahilinde inceleyelim. Öncelikle bir “sen” varsındır. Bu durumda senin kendinle ilgili bilgilerin su götürmez bir gerçektir ve başkalarının senin hakkında edindikleri bilgilerle aynıdır. Hatta daha nesnel bir durum olup, herkesçe kabul görmüş yönün de diyebiliriz. Biri mavi gözlüyse bu düşünce herkes için eşittir. Kimse aksini iddia etmez. Bir de “dışarıdan duyulan sen” varsın. Bu kuşkulu durum, kör nokta olarak adlandırılabilir. Bu yoruma dayalı bir yön olduğu için dışarıdan bir göz ile bireyin duygu ve davranışlarının yorumlanmasıdır. Bir insanın sevdiği bir kişiyi sürekli eleştirdiğini düşünelim. Karşıdaki kişi sürekli eleştirildiğini ve asla beğenilmediğini düşünebilir. Asıl durum ise bundan farklıdır. Karşıdakinin düşüncesi sevdiği bir insanın daha doğru kararlar almasını istiyor olması da olabilir. Bu durumda birey dışarıdan kıskanç, insanın duygularını hiçe sayan biri gibi görünür. Fakat asıl durumun kendisi de farkında değilse gerçekten de duygusal yeterliliği azdır diyebiliriz.
İnsanı bir makine gibi bütünüyle incelemek imkansıza yakındır. Ancak bireylerin birbiriyle kurduğu iletişimin sağlam temellere dayandırılması gerekir. Birbirini anlamayan, önemsemeyen insanlar iletişim konusunda zayıf kalır. Okul ve iş gibi daha farklı iletişimsel ortamların oluşturulduğu yerlerde büyük eksiklikler doğuracaktır. İletişimsizlik çağın hastalığı haline gelmeden, kendi duygu ve düşüncelerimize verdiğimiz önemi karşıdaki düşüncelere de verirsek anlaşmazlıklar ortamı bir derece de olsa son bulacaktır. Dinlemeden yaptığımız kırıcı konuşmalarla belki birilerinin kalbini kırmış olabiliriz. Ya da çok tanıdığına emin olduğun birinin aslında tamamen yabancısı olduğumuzu geç de olsa fark etmişizdir. İletişim temel bir ihtiyaçtır. Çünkü insanlar anlaşılmak ister. Doğru anlamak ve kendini doğru ifade edebilmek hayatınızı daha güzelleştirecektir. Bu yüzden acıyorsa acıyor de! Bu sözlerine kırıldım ya da beni çok mutlu ettin de. Kendini ifade et. Nasıl ifade edersen öyle tanınacaksın. Kendini ne kadar güzel göstermeye çalışırsan özüne döndüğünde o kadar yadırganacaksın. İnsanlardan da kendinden de vazgeçme. Yani insan kendini nasıl gösterdiyse ondan ibarettir. Sen ne olmak istiyorsun?
RUMEYSA NUR UÇAR
Elbette bütün insanlar kendilerinden söz etmeyi sevmezler. Düşüncelerini sır gibi saklayan ve bu konularda paylaşıma açık olmayan insanlar da vardır. Bu özel durumlarda, bulunduğu ortamdan hoşnut mu, bir insana kanı kaynadı mı ya da yapılan yemeği gerçekten beğendi mi gibi soruların cevabı yalnızca bireyin kendisindedir. Özel durum olarak adlandırmanın sebebi diğer bireylere uyum sağlamak ve göze batmamak için -belki de- yok olmayı göze alabilirler. Problemlerle boğuşmak, sorumluluk almak ya da kendini kanıtlamaya çalışmak gerçekten çok zordur. Mutlaka tanık olduğumuz bu bireyler dışarıdan soğuk ve duygusuz görünebilirler. Daha önce de kendini tanıyamayan insandan bahsetmiştik. Bu insanlar kendilerini tanıyamadığından dışarıya da kendilerini tanıtamazlar. Bu durumdan da bir bilinmezlik ortamı doğar. Biraz korkunç bir yön olduğunu söylesek yanlış olmaz çünkü bu bireylerin nasıl hamleler yapacağı belirlenemez. Katı ve kuralcı olabilirler. Daha çok bilinçaltı meseleleri kapsadığı için rüyalar, kabuslar ve hayalleri kapsayabilir. Bilinçaltı testleri çözmek, bu insanların bilinçaltında yatan problemlerle yüzleşmesini sağlamak için biçilmiş kaftan olabilir. Sonuç olarak, insanı anlayabilmek için ikiye ya da dörde ayırıp incelemek, genel bir tabirle kabul edilebilir ancak insanların yaşadıkları ortam, geleneksel ya da öğrenilen kültür durumları davranışlarını etkileyeceği için bireyleri sıradanlaştıramayız.
Biraz benliğimizi sorgulayalım mı?
26
AYŞE ARSLAN 27
Benim Ütopyam
Kanepenin üstüne oturmuş, masadaki yenmiş zeytin çekirdeklerini sayıyorum birer birer. Küçüklüğümden beridir süre gelen bir gelenek benim için aslında bu. Gece herkes uyuduktan sonra odamdan çıkar ne kadar tok olursam olayım siyah zeytin yemek . Doyduğumu da kabul etmem yemezsem,uyuduğumu da bilmem .Ama bu gece farklı . Nerden mi biliyorum, bir tane zeytin yemek yerine altı tane yemişim .Uğurlu sayım diye bozuntuya vermemek elimde ama bu sefer bizzat teslim oluyorum kendime . Acının sebebi belli . Altı tane çünkü üç tane bana üç tane ona .Etrafıma bakınıyorum kimseler yok .Elimin altında ,göbeğimin tam içinde. Ben geldim zahmetinde bulunmuyor bile aksine doktorlara taşıyor beni ,kaç yıllık vücudumdan şikayet ettiriyor. Mide kalmadı doktor bey dedittiriyor. Sonrası dank! Doktor bey yalnız olmadığımı kendine yer açmak için böyle şeyler yaptığını dahası bunun bir başlangıç olup, doğunca bütün hayatımda en önemli yeri kaplayacağını söylüyor. Kolumu sıvazlıyor sonra ,tebrik etmek anlayışına hayran kalıyorum .Usulca
çıkıyorum sonra odadan . Kimse bir daha sıvazlamasın diye kolumu söylemiyorum, ikimize saklıyorum özenle bu gerçeği. Halinden memnun içerde eminim. Çocukluk geleneğimi de öğrenmiş ,kendini bana kabul ettirmiş anne diyeceği günü bekliyor. Bense vücudum tarafından bizzat ihanete uğratılmış ama yine de onunla oturmuş kıvranıyorum kanepede .Yalan söylesem yasalara aykırı. Bizim buralarda büyük suç insanları kandırmak herşeyi açıkça yüzüne söylememek .Yedi yıldan başlıyor diye biliyorum. Bir kişi girip iki kişi çıkanlar için felaket yasa tasarısı.Geçenlerde diye anlatmıştı annem eski mahalleden bir kız varmış Canan . Küçükken seksek oynadığım çokmuş ta ben bilmezmişim. Aman iyi ki bilmezmişim. Adı batsınmış. Bir çocukla birlikteymiş te nedensizce onu terk edip gidince devlet gönülle tahripten içeriye almış . Deseymiş ya içinden geleni hangi çağda yaşıyormuşuz. Duygularım bitti , kimseyi oyalamak istemiyorum diye oracıkta kapanırmış mevzu .Ama o ne yapmış birden çekip gitmiş. Çocuğu acısıyla yalnız bırakmış, ruhen yıpratmış .Büyük
suç .Başbakan bizzat açıklama yapmıştı haberlerde. Duygu bir insanın böbreği, karaciğeri kadar önemli ; insan ruhunu boşlukta bırakmak ,oyalamak adam yaralamaktan ne farkı diyerek aynı yıla çıkartmıştı sayıları. Öyle bir şeydi ki kalp ;sadece kanı vücudun her noktasına taşımak değil , herşeyi hakkıyla bilmekti görevi .Acıysa acı o da hakkıyla çekilmeliydi. Gönül işleri bakanlığı bunun için bizzat yeni memurlar almıştı .Gerçek olgusu sonuna kadar yaşatılacaktı. İyi kötü ne varsa insana dair hepsi layıkıyla yaşanmalı ki ; sosyal hayat denen kavram yerine otursun insanlar yaşadığı şeyi çabuk atlatırsa ya da ne kadar severse üretime o kadar katkı yapılacaktı. Sevgi çağıydı başbakana göre. İnsanı üzmek büyük zulümdü, duygularıyla oynamak kabul edilemezdi. Kalpte iyi kötü ne varsa dışarda olmalıydı, onu sana yaşatan insanlarda, bizzat onlarında kalplerinde. Benimde göbeğimde. Kalbimi suçlayamazdım , biyolojik bir açıklaması vardı ve ben kural ihlali yapmıştım. Bakanlığa gidip birbirimizi sevmediğimizi ikna edersek kürtaj devlettendi.
‘baba olmak istemiyorum Canan, hele senden hiç ‘ cümlesi çıkmıştı. Elim göbeğimde son kelimeyi aldırmadan suratına bakıyordum. Çaresiz ama yakışıklı bir suratı vardı. Gönül işleri bakanlığından randevu aldım ,eğer bu dediklerini orda da tekrarlarsan hiç gerek kalmayacak dedim. Kırgınlığımı içime atıp, masadan usulca kalktık .Ona kızamazdım gerçekleri yüzüme söyleyerek beni doğru hedeflere yöneltmişti .Baba olamazdı, hele
benden hiç.Canan’ın terk ettiği sevgilisi geldi aklıma, rahatladı içim.. Çay bahçesi gönül işleri bakanlığının hemen üst sokağındaydı, pratik adımlarla oraya varmamız hemen sonucunu verdi. İçerisi çok kalabalıktı, bugün ne pazartesi ne de cumaydı üstelik. Ne pazartesi ne de cuma olmayan günlerden birinde Faruk’la yan yana dizilmiş sıramızın gelmesini bekliyorduk .Mahkeme salonunu andırıyordu burası yan yana olan kahverengi kapılar dışarıdaki mavi koltuklar. Korkmuş olmalıyım ki kendimi Faruk’un kolunun altında buldum .Aslında cesaretli kızdım ama belli ki iki kişilik değildi, bana kadardı .Buna son verilmeliydi .Kahveren-
gi kapıların ardından lacivert takım elbisesi ve asık suratlı bir memur sıranın bize geldiğini işaret ediyordu. Kalktık birden ,bizi bekleyen odanın içine girdik . Karşımızda dört kişilik heyet onun tam karşısında da ikişer tane sandalye vardı. Yerimizi alınca dörtlü heyetten en genci elindeki kağıdı okuyarak bizi bize anlattı. Sayın Canan Baştankara ve Faruk Ak. Bir gülme geldi ki hemen bastırıverdim. Buraya geliş nedeniniz; sevgisiz bir ortamda insan yetiştirmemek ve bunun neticesinde kürtaj öyle mi dedi .Elim göbeğimde gözlerim dolu bir şekilde kafamı sallamakla yetindim. Annelik iç güdüsü beni hiç olmadığım bir yerde, tam şu an yakalamıştı. Lanet olsundu. Allahtan Faruk hala sağlamdı, karnı boş , içi rahat bir şekilde ; Sayın heyet üyeleri Canan’la aramızdaki münasebet tek günlük bir şeydi, böyle bir durumdan dolayı bir çocuğumuzun olması hem bize hem de ülkemize büyük bir zarardır efendim diyerek konuyu bağladı. Bu hanım evladı görünümü ve yakışıklı suratıyla bırakın kızları , tavlamayacağı insan yoktu. Öyle de olmuştu. Fikrim bile sorulmadan ,onaylandı belgemizle mavi koltuklu bekleme bölgesine geri gönderildik. Sıra da bekleyenler vardı, devlet baba bizim ne olduğumuzu çabuk anlamış, hastaneye tez elden göndermek için harekete geçmişti. Faruk belge işleriyle uğraşırken bende tek kişilik koltuğa iki kişi sığıştım. Yanda sırada bekleyenlere kulak kesildim .Kız en yakın arkadaşından ihanete uğramış bağıra çağıra ona ağlıyordu .
AYŞE ARSLAN
Anne baba sevmiyorsa, çocuk yalansız şefkatli bir ortamda büyütülmeyecekse bu dünyaya bile bile acı çekmeye gelmemeliydi. Çekirdekleri usulca çöpe attım, yarın bu iş bitmeliydi. Zeytinin verdiği huzurlayattım. Dahası iki kişi olmama rağmen tek kişilik yatağımdan rahatla kalktım, şaşkındım. Faruk’a geceden mesaj attığımdan hemen hazırlanmaya koyuldum .Kapıdan çıkarken attığım iki zeytin beni dolmuşta idare etti .Ordaydı işte. Çay bahçesinde sağ tarafta iki tane sol tarafta iki tane duran masaları değilde, ortadaki masayı seçmişti. Bayılırdı gösterişe yine uygun davranmıştı. Portakal rengi masa örtüsü ve kahverengi gömleğiyle güzel bir uyum yakalarken hafif kızılımsı sakalları ona eşlik ediyordu .Sabırsız şekilde elindeki boş çay fincanını çevirirken kaslı kolları ortaya çıkıyordu .Karakterini bir kenara koyarsak fiziksel olarak doğru kişiden hamile olduğumu bana kanıtlamaya çalışıyordu sanki. Daha fazla bekletmek olmazdı. Karşıya geçip ,içeriye girerek beni fark etmesini sağladım. Yanağıma hızlı bir öpücük kondurmasıyla masaya kırmızı çiçekli elbisemle bende dahil olmuştum. Masadaki renk şölenini günaydın ben hamileyim Faruk diyerek bir anda buz kestirmiştim .Sadece renkler mi kafamı kaldırdığımda iri yeşil gözleri donuk bir şekilde bana bakıyordu. Devlet benden açık olmamı beklerken ben daha iyisini yapıp onu şoke etmiştim. Üzerime düşeni fazlasıyla yerine getirmiştim .Günü birlik seviyesiz bir ilişkiden hamile kalarak ve konuya böyle girerek. Ellerini iki yana açıp çaresizce bana bakıp
28
AYŞE ARSLAN Hıçkırıklarından arasından seçebildiğim ise kıza güvenip bir sırrını anlattığını ve bunu bütün mahalleliden duyduğu olmuştu .Güven , büyük tahrip. Kalpte bile isteyerek kalıcı zarar vermekten baya bir ceza yiyeceğe benziyordu .Kız bitince annesi başlıyordu yakınmaya , hangi devirde yaşadığımızı kızın ailesinin güvenden, doğruluktan bir haberi olmadığını insan denen varlığın arkasından iş çevirip yüzüne güldüğüne inanamadığını sözlerle uygun ağlayışlarıyla dile getiriyordu. Kızın annesiyle gelmesi tüm hafifletici sebepleri de beraberinde götürüyordu .Karşı tarafın hali perişandı,Canan,’ın yaptığı bile bunun yanında gasp kadar hafif bir suç kalıyordu .Tam babaya kulak kesilcekken Faruk gelip hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi .Dinleme işi yarım kalmıştı, akşam haberlerde izlemek düştü payıma. Gönül işleri
29
bakanlığı ne kadar gürültülüyse hastane o kadar soğuk ve ıssızdı. Bu sefer beyaz koltuklarda oturmuş sıranın bana gelmesini bekliyordum .Kapı açılıyordu, ne pazartesi ne de Cuma olmayan günde toplumsal yerde her şey tıkırında gidiyordu. Kapıdan girerken dönüp ona bakıyordum, aniden. Hiç hesapta olmadan giriştiğim bu hareket çağla yeşili gözlerimizi bir araya getiriyordu. Eğer dedim içinden böyle bir dünyada olmasaydım , yalanlarla dolu insanların ezildiği bir dünyada olsaydım doğururdum bu çocuğu doğursaydım belki olurdu onun da gözleri böyle çağla yeşili. Anası babası gibi .Böyle bir dünya yoktu ama gönül işleri bakanlığı vardı, sayın başbakan ,devlet büyükleri ve çağla yeşil gözleri,gözlerimiz……Gözümü açtığımda artık onun gözlerinin de yeşil olma ihtimali kalkmıştı, o yoktu. Faruk vardı, tam karşımda durmuş hani diyorum bana değer verse bir şey olacağından korkmuş yanıma gelip elimi tutmuştu .Mutlu olmalıydım öyle ya bu güzel dünyaya böyle sevgisiz çocuk getirmemiştim, devletin kurallarına uymuş gururla bir şekilde giydim üstümü . Giyince koluma girdi hemen Faruk. Şefkatli çocuktu, kaslı kolları arasında hastaneyi terk ederken bildiğim tek bir şey vardı oda hamile kalmak için doğru bir vücudu buluşumdu. Güvenle yasladım sırtımı ,sarmaladıkça hoşuma gidiyordu.
Diğer spor branşlarının aksine Korfbolda aynı takım içinde hem kadın hem erkek oyuncuların yer aldığını biliyor muydunuz? Cinsiyetçilikten uzak bir spor dalı olan Korfbol sporda eşitliği ve takım ruhunu vurgular.
GÜL GÜL
KADIN VE ERKEK EŞİTLİĞİNDE BİR SPOR: KORFBOL
Korfbol, kadın ve erkek oyuncuların aynı takımda yer aldığı dünyanın tek takım sporudur. Korfbolun rakip takımın potasına (korf) topu atarak sayı elde etmektir. Korfbol takım çalışması gerektirdiğinden topla koşmaya veya top sürmeye izin verilmez. Bir takım 4 kadın ve 4 erkek olmak üzere toplam 8 sporcudan oluşur. Korfbolun tarihçesi Hollandalı bir Beden Eğitimi öğretimi olan Nico Broekhuysen, beden eğitimi derslerinde kızlar ile erkeklerin bir arada oynamadığını gözlemliyor. İsveç’ te oynadığı bir oyundan esinlenerek Korfbolu 1902 yılında tasarlamış ve derslerinde oynatmaya başlamıştır. 1903 yılında Hollanda Korfbol Birliği’ni kurarak ülke çapında oyunu yaymaya başlamıştır. Diğer takım sporlarının aksine, o yıllarda kızlarla erkeklerin bir arada oynaması pek hoş karşılanmadığından Korfbol, diğer sporlar kadar yayılamamış ve Hollanda sınırları içerisinde kalmıştır. Bir zamanlar Hollanda Krallığına bağlı ve Hollandacanın bir lehçesini konuşan Belçika’nın Flaman bölgesi de Korfbolu benimsemiş ve oynamaya başlamıştır. 1920 Belçika ve 1928 Hollanda Olimpiyat Oyunlarında Korfbol, gösteri sporu olarak yer almıştır. 1933 yılına kadar Korfbol bu sınırlar dahilinde kalmıştır. 1933 yılında Hollanda ve Belçika Federasyonları bir araya gelerek “Uluslararası Korfbol Federasyonunu” kurmuşlardır. Bu amaçla Korfbolu yaygınlaştırma çalışmalarına başlamışlardır. Ancak yine de çok ilerleme kaydedememişlerdir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kadın ve erkeklerin sosyal durumlarının değişmeye başlamasıyla Korfbol yaygınlaşmaya başlamıştır. 1970 yılında Uluslararası Korfbol Federasyonunun (IKF) sadece Avrupa’da 4 üyesi varken, Korfbol 1992 yılında 4 kıtada 30’dan fazla ülkede oynanmaya başlamıştır. IKF, 1993 yılında Uluslararası Olimpiyat Komi
tesi (UOK) tarafından resmen tanınmıştır. Aynı zamanda, Uluslararası Genel Spor Federasyonları Birliği (GAISF), UOK’ nın Tanıdığı Uluslararası Spor Federasyonları Birliği (ARISF) ve Uluslararası Dünya Oyunları Birliği’ne (IWGA) katılmıştır. Korfbol, 4 yılda bir yapılan Dünya Oyunları kapsamında yer almaktadır. Günümüzde Korfbol, IKF üyesi 63 ülkede resmi olarak oynanmaktadır. KORFBOLUN TÜRKİYE’YE GELİŞİ Türkiye’ de Korfbol 1995 yılına kadar bilinmiyordu. Fahri olarak Türkiye’ de Korfbolun oynanması için çalışmalar yapan Erengül ÖZER’ in, Belçika Korfbol Federasyonu (KBKB) ve Uluslararası Korfbol Federasyonu (IKF) üyesi Raymond FABRİ’ yi Korfbolun tanıtımını yapması için ülkemize davet etmesiyle gelişen faaliyetler neticesinde Türkiye’ de yaygınlaşmaya başlamış ve buna bağlı olarak gelişmeye devam etmektedir. Türkiye’ye gelen ve Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu öğretim görevlilerinden Lale GÜLER ve Nazan DÖNMEZ ile FMV Işık Lisesi beden eğitimi öğretmenlerine Korfbolu tanıtan Raymond FABRİ, her iki okulda da birer takım kurulmasına yardımcı olmuştur.
30
GÜL GÜL OYUNUN ÖZELLİKLERİ Korfbolun diğer sporlardan farklı bazı temel özellikleri vardır. Sadece kadınlardan veya erkeklerden oluşan bir takımla oynanmaz. “Korf ”un (Pota) etrafında 360 derecelik açıdan atış yapma imkanı vardır ve potanın arkasından da oyun devam eder. Kolektif oynamak zorunludur. Topa sahip olan oyuncunun topla koşmasına veya topu sürmesine izin verilmez. Her oyuncunun belirli bir rakibi vardır. Oyunun özelliğinden dolayı Korfbol oyuncusu rakibini gölge gibi takip etmelidir. Defans yapılırken atış yapmaya izin verilmez. Fakat defans oyuncusu potaya hücum oyuncusundan daha yakın olmalıdır. Ayrıca bir kol mesafesinde olmalı, yüzü hücum oyuncusuna dönük olmalı ve gerçekten topa blok yapmaya çalışmalıdır.
Korfbol çok yönlülük gerektirir. Korfbol hem hücumun hem de defansın önemli olduğu bir spordur ve bir oyuncu bu iki başlıca görevin birinden kaçınamaz. Çünkü oyuncular her iki sayıdan sonra bölge ve görev değiştirirler. Bu nedenle her oyuncu hem hücum hem de savunma becerilerini geliştirmelidir. Fiziksel temasa izin verilmez. Rakip oyuncuyu tutmaya, itmeye veya çekmeye izin verilmez. Arkadaşlık ve yardımlaşma ön plandadır.
31
Dilruba ABDİKOĞLU -Korfbolu bize anlatır mısınız? Dilruba A.: Korfbol; kadınlar ve erkeklerin birlikte oynadığı tek takım sporudur. Basketbola çok benzediği söylense de aslında çok farklı kuralları olup, bana göre daha zor bir spor dalı. Mesela, Korfbolda top sürmek, savunmada rakibe temas etmek, topla yürümek yasak. Hepsinin bir yaptırımı var. Korfbolu duyan insanların ilk sorusu ‘kadın-erkek arasında güç farkı var nasıl oluyor ki bu’ oluyor. Sorunun cevabı şu; takım içerisinde eşit sayılarda olunsa da kadınlar kadınlar ile erkekler erkekler ile eşleşiyor. Ancak yine de güç farkı ortadan tam kalkmıyor. Çünkü, bir rebound mücadelesinde kadınla erkek aynı top için savaşıyor bu durumda da erkek üstün olabiliyor. Belli taktiklerle bu sorun çözülebiliyor. Birlikte oynamanın zorluklarından ziyade keyfi daha çok aslında. Erkek oyuncular kadın oyunculara, kadın oyuncular erkek oyunculara güveniyor. Güvenmezse zaten oyun oynanamaz. Birlik beraberliğin çok yoğun olduğu bir spor dalı. Korfbolu ilk duyan insanlar ön yargılı yaklaşsa da, izledikten sonra çok etkileniyorlar. Korfbol maçlarında oyuncuların hem çok hızlı hareket edip hem de çok hızlı düşünüp karar vermeleri gerekiyor. Karar verene kadar pozisyon kaybedebilir, hareket etmekte geç kaldığında savunma oyuncusu seni engelliyor olabilir. Sporcuların patlayıcı kuvvetlerinin, çabukluklarının, sıçramalarının, birazda güçlerinin üst düzeyde olması gerekiyor. Aktug K. : Korfbol, dünyadakadınlarla erkeklerin bir arada oynadığıi tek takım sporudur. Yüksek derecede işbirligi ve takım oyunu gerektirir.
GÜL GÜL
Korfbol A Milli Takım oyuncularından Dilruba ABDİKOĞLU ve Aktug KARABAY Korfbola nasıl başladıklarını, Korfbolu, neden ülkemizde gelişmediğini, Korfbolun avantajlarını ve dezavantajlarını anlattı.
Aktug KARABAY -Korfbola nasıl başladınız? Dilruba A. : Ben Kocaeli Üniversitesi öğrencisiyim. Aslında alt yapım basketbol, uzun yıllar basketbol oynuyordum. Üniversiteye ilk başladığımda uygulamalı bir dersimde hocam bana Korfboldan bahsetmişti. Benimde herkes gibi ilk tepkim ‘‘O ne ya? Spor lisesi okumuş olmama ve spora bu kadar düşkün olmama rağmen ilk defa duyuyorum’’ olmuştu. Ama ikna edilip ilk antrenmana gittiğim zaman çok keyif aldım, basketbola benzemediğini çok daha keyifli bir oyun olduğunu anladım. Önce üniversite takımına daha sonra kulüp takımına girdim. Çok fazla antrenman yaptım, kendimi geliştirdim. Yurtdışında bir çok özel turnuvalara gittim ve tecrübe kazandım. Bunlarda kendi emeklerim olduğu kadar antrenörümüzün de çok emeği var, kendisi tam bir Korfbol aşığı. Takım olarak bu yüzden de çok şanslıyız! Ben ve takım arkadaşlarım ve tabi ki antrenörümüz, çalışmalarımızın karşılığını alarak defalarca Türkiye Şampiyonu olduk, Avrupa Şampiyonalarına gittik. Şimdi 6 yıllık Korfbol sporcusuyum. Edindiğim tecrübeler ve yaptığım antrenmanlar sayesinde milli takımda görev almaya hak kazandım. U23 ve A Milli Takım oyuncusuyum. Her yaptığım maçta, her kaldırdığım kupada, her giydiğim milli takım formasında Korfbola daha fazla bağlanıyorum. Hayatımın %80’i Korfboldan ibaret oldu… Aktug K. : Ben Korfbolla üniversitede tanıştım. Üniversite takımı sonrasında kulüp takımına girerek devam ettim. 20 yaşında oynamaya başladığım için gelişmem ve milli takıma seçilmem çok emek gerektirdi. Sanıldığı gibi kolay değil az bilinmiş de olsa bir spor branşında milli takıma seçilip ülkemi temsil etmek.
32
GÜL GÜL
TÜRKİYE’DE KORFBOLUN GELİŞEMEMESİ- KORFBOLUN AVANTAJI KADIN ERKEK ARANİN NEDENİ SINDAKİ FIRSAT EŞİTLİĞİ -Korfbol neden Türkiye’de yaygın bir spor değildir? Bunun en büyük sebeplerinden biri Korfbolun henüz olimpik bir spor olmaması. Ayrıca henüz Türkiye’de Korfbol özerk federasyon olamaması. 2006 yılından bu yana hala Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonu’na bağlı bir spor dalı. Bu federasyonda Korfbol dışında 6 branş daha var. Bunun zorlukları olduğu için ilerlemekte güçlük çekiliyor. Yapılan faaliyetler, reklam bunların hepsi için bütçe gerekiyor sonuçta. Diğer bir sebebi henüz alt yapıya inememekten kaynaklı. Korfbolu ilk duyan kişilerin %90’ı üniversite öğrencileridir. Üniversite sporu olarak anılması da buna bağlı. Kaldı ki bir çok üniversitede bile faaliyeti olan bir spor değil. Liselere, ortaokullara, ilkokullara inildiği takdirde Korfbolun duyulması ve benimsenmesi çok daha fazla olacak. Korfbola emek veren sporcu, antrenör ve yöneticiler olarak bunun en kısa sürede olmasını temenni ediyoruz… -Aktug K. : Ülkemizde genel olarak spora pek önem verilmediği, spor denilince akla çoğunlukla futbol geldiği için Korfbolun gelişimi maalesef yavaş. Ayrıca sponsor desteği bulunmaması, üniversitelerdeki aktivitelerle sınırlı kalması da bunda etkilidir. Altyapı çalışmaları desteklenerek pilot okullar veya bölgeler belirlenmeli, küçük yasta çocuklar Korfbolla tanışmalı, okul sporlarına dahil edilmeli ki gelişimi hızlansın ve daha çok kişiye hitap etsin. Tabi ülkemizdeki eğitimi sistemi de spor yapmaya, sportif aktivitelere katılmaya büyük engel.
-Korfbolun avantajları ve dezavantajları nelerdir? Dilruba A. : Bana göre avantajları dezavantajlarından daha fazla. Avantaj olarak kadın-erkek kendi cinsiyetleriyle oynamak durumunda olsa da karşı cinse ihtiyaç duyuyor, bu da kadın-erkek arasındaki güveni güçlendiriyor. Diğer spor dallarına göre kendini daha şanslı hissedebiliyorsun, takım sporlarında sadece kadın yada sadece erkek olduğunda bence çok keyifli olmuyor. Ben daha önce basketbol oynamış biri olarak aradaki farkı Korfbola başladıktan sonra çok iyi anladım! Dezavantaj olarak bizim ülkemiz için yine kadın-erkek bir arada oynanan bir spor olması olabilir. İnsanlar önyargılı olabiliyor, hoşlanmayabiliyor. Onun dışında bence dezavantajı yok! Aktug K. : Korfbolun en büyük avantajı kadın ve erkek arasında fırsat eşitliği yaratması daha sonra birçok zeminde, kum, cim, kapalı salon gibi, oynanabilmesi geliyor. Bir direk bir sepet ve 5 numara top ile her yerde her yastan insan tarafından oynanabilecek pratik bir spor . KORFBOL VE İNSAN İLİŞKİLERİ -Korfbol size ne kazandırdı? Dilruba A. :Korfbol bana en çok dostluk kazandırdı. Harika arkadaşlıklar edindim, birçok anım oldu. Benim için en önemli kazandırdığı bir diğer şey ise milli takım formasını giymek, ay yıldızı göğsümde taşımak oldu. Onun yaşattığı gururu ve mutluluğu hiç bir şey yaşatamaz herhalde bana. Takım ruhunu en iyi şekilde anlamama vesile oldu. Birçok madalya, kupa yani en güzel başarıyı kazanmama vesile oldu. Korfbol sayesinde yurtdışında birçok ülke gezdim, belki hayatım boyunca gidemeyeceğim yerler gördüm, neredeyse Avrupa’nın tamamını gezdim.Yani Korfbolun bana kazandırdığı çok fazla şey var… Aktug K. :Birçok farklı ülke ve insan görmeme, tanımama olanak sağladı Korfbol. Ayrıca takım içindeki arkadaşlık ortamı, kadınlarla erkeklerin bir arada olması da insan ilişkileri açısından olumlu yönde beceriler geliştirmemi sağladı.
33
GÜNDEMİNİZ
Ü
3. İletişim Günleri
lkemizin en üretken ve etkin öğrenci toplulukları arasında yer alan, Uşak Üniversitesi İletişim Topluluğu’nca düzenlenen, 3. Uşak İletişim Günleri, kimi zaman sempozyum, kimi zaman festival, kimi zamansa bienal havasına bürünen, 15-17 Mayıs arası üç günlük zengin içeriyle noktalandı. Başta İletişim Fakültesi öğrencileri olmak üzere etkinliklere katılan öğrencileri, iletişim bilimlerine doyuran İletişim Günleri, 15 Mayıs günü saat 11.30’da, Mustafa Kemal Paşa Amfisi’nde, Uşak Üniversitesi rektör vekili Prof. Dr. Sayın Dalkıran ve İletişim Fakültesi dekanı Prof. Dr. Murat Öntuğ’un konuşmalarıyla başladı. Prof. Dr. Sayın Dalkıran konuşmasında istikrarlı gelişimini sürdüren üniversite ve fakültenin bu gibi etkinlikler aracılığıyla kente gelen, alanlarında uzman konuşmacılarla ivme kazandığını vurgularken, Prof. Dr. Murat Öntuğ ise sürekliliğini kanıtlamış bu gibi etkinliklere imza atan fakülte öğrencileri ve akademisyenlerini kutladı.
Açılış konuşmalarının ardından, etkinliğini başlatan ilk konuk olan halkla ilişkiler uzmanı Feray Alpay’ın organizasyon becerileri ve stratejileri konulu konuşması, yoğun katılım ve etkileşimle gerçekleşti. Açılış kokteylinin ardından Fen-Edebiyat Fakültesi Konferans Salonu’nda devam eden birinci gün etkinliklerinde ilk olarak Ortadoğu uzmanı, yönetmen Abdullah Manaz dinleyicilerle buluştu. Stratejik haritalama tekniği başta olmak üzere, iletişim bilimlerinin politik ve güncel konulara eğilimi üzerine yenilikçi tecrübelerini öğrencilerle paylaşan Manaz’ın ardından, iletişim danışmanı Yusuf Erdal Erdoğdu, ağırlıklı olarak yeni medya sahası olmak üzere sosyal medya ve yaratıcı direktörlük başlıklarında öğrencileri sektördeki akış hakkında bilgilendirdi. Eş zamanlı üç farklı salonda üç etkinlikle başlayan ikinci gün, İletişim Fakültesi haber atölyesinde, genç tasarımcı Batuhan Karasakal’ın grafik tasarım atölyesine, Fen-Edebiyat Fakültesi Konferans salonunda ise, fotoğraf sanatçısı Onur Tatar’ın, plastik sanatlar tarihinin birikimiyle multidisipliner anlatıcılık odaklı atölyesine ev sahipliği yaptı.
34
GÜNDEMİNİZ Halkla ilişkiler uzmanları Volkan Ekin ile Onur Tuğman’ın reklam ve dijital pazarlama üzerine verdiği konferanslarla başlayan Mustafa Kemal Paşa Amfisi programıysa, gazeteci, yazar Mustafa Dolu’nun, medya ve etik odaklı söyleşisiyle devam etti. Türk basınının, yazı işleri müdürlüğü ve köşe yazarlığı olmak üzere pek çok sahasında görev alan kıdemli gazeteci Mustafa Dolu’nun da seçici kurulunda yer aldığı ve üniversitede ilk kez düzenlenen “İletişim Münazaları” ise günün son etkinliğiydi. Akademisyen Semra Akıncı’nın yol göstericiliğinde İngiliz Parlamenter sistem müzanara stilinin tercih edildiği tartışmada, ütopik bir ülkenin hükümeti ve muhalefetini temsil eden iki kişilik dört grup, 16 yaş altı bireylerin sosyal medya kullanımına yönelik hazırlanan bir yasağı tartıştılar. İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünü temsil eden Aygül Taşkın ve Evin Demir kazanırken, alanlarıyla ilgili kitap setinden oluşan ödülün de sahibi oldular. Münazarada en iyi konuşmacı seçilen Fırat Akçay ise, ödül olarak Mustafa Dolu tarafından, Gazeteciler Cemiyeti’nin toplantısına davet edildi.
35
Üçüncü günün ilk etkinliği olarak Fen-Edebiyat Fakültesi Konferans salonunda dinleyicilerle buluşan, fotoğraf sanatçısı Tahir Ün, on yıllara ve farklı anlatım biçimlerine uzanan sanat yaşamı ile fotoğraf, video, video-art çalışmalarından bir seçki sundu. İletişim Günleri bünyesinde düzenlenen, “İletişim” temalı ulusal fotoğraf yarışmasının finalist eserlerinin yıl boyunca meraklısıyla bulaşacağı serginin açılışının Uşak Üniversitesi Sinema Salonu fuaye alanında gerçekleşmesinin ardından yarışmanın ödül törenine geçildi. Tüm Türkiye’den 70’e yakın öğrencinin ödül için yarıştığı yarışmanın sonucunda, üçüncülük ödülü Rümeysa Nur Uçar’ın olurken ikincilik ödülüne Ayşegül Üzel’in fotoğrafı layık görüldü. 3. Ulusal Fotoğraf Yarışması’nın birincilik ödülü ise Burhan Tekçe’nin çalışmasının oldu. Kapanış konuşmaları ve ödüllerin taktiminim ardından Uşak Üniversitesi İletişim Topluluğu danışmanı Onur Keşaplı ve başkanı Ümit Tatıl, üç gün süren etkinliğin ardından bu dönemki etkinlik takvimini noktalarken, önümüzdeki dönemlerdeki çalışmalara yönelik meraklandırıcıları not düştüler.
1) Fotoğraf çekmeye olan ilgi ve yeteneğinizi nasıl keşfettiniz? Evimizde Kore’de şehit olmuş amcamdan kalma çok güzel bir körüklü fotoğraf makinasına aşinaydım. Büyüleyici gibi görünürdü bana. Fakat fotoğrafla ciddi anlamda ilk el sıkışmam 1974 yılında Akhisar Ali Şefik Ortaokul’unda laboratuar kolu başkanıyken olmuştu. Fen Bilgisi öğretmenim bir fotoğraf makinasını boynuma asarak tenefüslerde öğrencilerin grup fotoğraflarını çekmemi ve bunları öğrencilere satacağımızı söyledi. Amaç laboratuara malzeme ve ekipman alabilmek için birikim oluşturmaktı. O yıl mezun oldum ama bir şekilde başka bir fotoğraf makinesi edinerek devam ettim. İlk karma fotoğraf sergime 1976 yılında İzmir’de Akbank Sanat Galerisi’nde katıldım. Henüz 16 yaşındaydım ve jürili bir sergiydi. Sunta üzerine yapıştırdığım siyah beyaz bir fotoğrafımı göndermiştim. 2) Sizce fotoğrafın ne gibi faktörler içermesi onu iyi yapıyor? Belgesel fotoğraftan konuşuyorsak eğer, her şeyden önce ‘samimiyet’ gerekir. Bir fotoğrafın samimi ve yalın bir ifade biçimine sahip olması izleyicisiyle kuracağı ilişkiye yansır. Bu da onu daha anlaşılır kılar. Kuşkusuz, plastik bir sanat olmayan fotoğrafın resim gibi bir plastik sanat alanından devşirdiği kurallar da önemlidir ama öncelikli değildir. Samimiyeti kaçırmamak adına, kompozisyonun klasikleşmiş kuralları feda edilebilir. 3) Gerek ödül törenleri gerekse sergiler için yurtdışına çıkıyorsunuz. Gözlemlediğiniz kadarıyla yurtdışı ve Türkiye arasında fotoğrafçılık eğitimleri bazında ne gibi farklılıklar var? Fotoğrafçılık eğitiminden daha çoküzerinde durulması gereken sorunlar var: Öğrenci ve eğitimci profilleri. Çocuklarımız gerek aile eğitimi ve gerekse ilk öğretimden başlayarak daima korumacı bir tavır altında özgüvensiz olarak yetişiyorlar. Bu da üniversitedeki mesleki eğitimlerine ve belki de daha sonrasına yansıyor. Bunu çok açık olarak kendi derslerimdeki Erasmus öğrencileri ile bizim çocuklar arasında tesbit edebiliyorum. Elbette istisnalar var. Eğitimci profilleri de çok farklı değil. Kalıpları kıramayan ve hala 20 yıl öncesinin bilgileriyle yol
TAHİR ÜN
Tahir Ün, 1960 yılında Akhisar’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini bitirdi. Aynı okulda iki yıl Sanat Tarihi Bölümü’nde Avrupa Sanatı eğitimi aldı. Çağdaş Sanat Merkezi ve Kara Elmas Üniversitesi’ nde fotoğraf eğitmenliği yaptı. Görsel sanatlarla ilgilenmektedir.Halen tanıtım fotoğrafçılığı ve ögretim görevlisi olarak çalismaktadir. Fotoğraf tabanlı karışık teknik kullanarak yürüttüğü çalışmalarını kendi atölyesinde sürdürmektedir.Izmir’de yaşamaktadır. almaya çalışan arkadaşlarımız var. Akademi dışındaki eğitimler zaten bir kaç kompozisyon kuralı öğretip, kamera fonksiyonlarını gösterdikten sonra fotoğrafçı adaylarını gezdirmekten ibaret. 4) Belgesel tarzda, geleceğe bugünden birşeyler bırakmak ve ya farkındalık yaratmak amacıyla yaptığınız çalışmalar biz gençlere ilham kaynağı oluyor. Gelecekte de bu tarz çalışmalarınız devam edecek mi? Kuşkusuz edecek. Fotoğrafçı belgesel çekerek toplumun aynası olur. Ayrıca, belgesel fotoğraf benim için toplumun çeşitli kesimleriyle eşsiz bir diyalog aracı ve yaptığım kavramsal işler için de bir anlamda beslenme kaynağı. 5) Çekimlerinizde siyah-beyaz fotoğraflara fazlaca yer veriyorsunuz. Böyle olmalarının vermek istediği mesaj nedir? Bir kaç nedeni var: Öncelikle, o çalışmada renk unsurunun projeye katacağı özel bir anlam yoksa, çok önemsemiyorum. Bu durumda siyah/beyaz ve arası tonlamaların fotoğrafı daha güçlü ve samimi kıldığı inancındayım. Kuşkusuz, özellikle renkli yaptığım çalışmalarım da çok sayıda. Örneğin; Roman yurttaşlarla ilgili uzun soluklu bir proje yapmıştım. Düğün, dernek ya da Hıdırellez şenliklerini çekerken renkli çalışarak çoskularını daha güçlü ifade etmiştim. Bunda bir kaç yıl sonra naylon barınaklarda yaşayan Romanlarla çalışmak durumunda kaldığımda, sefaleti, yoksulluğu ve mülksüzlüğü nasıl rengarenk fotoğraflarla gösterebilirdim ki? O çalışmalar siyah/beyaz daha güçlü ifade buldu. 6)Son olarak, fotoğraf çekmeye ilgisi olanlara kendilerini geliştirmeleri konusunda ne önerirsiniz? Artık herkes fotoğraf çekmek ile ilgili. Teknoloji bunu böyle buyurdu. Lakin, fotoğrafı bir yaşam biçimine dönüştürmeye çalışanlara öncelikle çok okumalarını, yazmalarını, tartışmalarını önereceğim. Özellikle toplum bilimi, politika ve kuramsal meselelerle bilinçleri doyurarak alt yapılarını güçlendirmeliler. Fotoğraf bir ifade biçimidir, görsel imgeleri kullanarak söz söyleme edimidir. Peki, insanlar, boynunda bir kamera asılı diye, kafası boş birisini niye dinlesinler ki?
36
ASLIHAN GÜNEŞ
Engelliler Farkındalık Haftası 10 – 16 Mayıs arası Engelliler Haftası olarak tüm dünyada kabul edilmektedir. Engelliler haftasında engellilik sorunlarını, zorluklarını, eğitimlerini gördük. Engellilik doğuştan veya sonradan meydana gelebilir. Kişinin yaşadığı bir travma vücut veya zihinsel yetilerini etkisiz hale getirebilir. Peki ya engelliliğin nedenlerinin büyük ölçüde önlenebilir olduklarını biliyor muydunuz? Gebelikte sigara – alkol kullanımı, doğum hataları, bilinçsiz anneler, akraba evlilikleri, genetik bozukluklar, yanlış ilaç kullanımı vs. gibi çoğu etmen önceden teşhis edilebilirse önüne geçme ihtimali o kadar yüksek orandadır. Bu nedenlerden meydana gelen, engellerle doğan arkadaşlarımız için birçok farkındalık ve empati etkinlikleri düzenlenmektedir. Okulumuzda Engelli Birim Koordinatörlüğü tarafından gerçekleştirdiğimiz Engelliler Haftası kapsamı içerisinde Empati etkinliğinde görme kaybı, işitme kaybı, konuşma bozukluğu ve beden engellerini ele aldık. Okul öğrencilerinin de yüksel katılımıyla büyük bir farkındalık projesini hayata geçtirdik.
37
Okulumuzda gerçekleşen empati etkinliğine katılan arkadaşlarımız ve hocalarımız, stand da bulunan anı defterine düşüncelerini yazmadan geçmedi. Bizde sizin için defterden altıntı yaptık; “Görme engeli testinde çok fazla zorlandım. Okuldaki engelli yolu çok kötü. Gözlerim açıldığında çok mutlu oldum. Gözlerim kapalıyken kendimi güvende hissetmiyordum. Engelli sandelyesinde rampalarda zorlandım. Eğimin fazla olmaması gerekiyor samdalyeyi kullanabilmek için ve dönüşlerin daha geniş olması gerektiğini anladım. Ben İnşaat mühendisi adayıyım. İlerde inşaa edeceğim yapılarda engelli arkadaşlar için projeler üreteceğim. Burda yapılan türden etkinliklerle toplum bilincinin yükselmesini sağlayacağım. Önceden yapılarda bu türk kusurlara çok fazla dikkat etmezdim, farkındalık kazamamı sağladınız. Etkinlikte emeği geçen arkadaşların eline sağlık.”
EMİR ÇORA
Uşak Belediyesi ve Uşak Üniversitesi Binicilik ve Cirit Topluluğunun ev sahipliği yaptığı geçen yıl ilki Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde düzenlenen 2. Üniversite Kupası sona erdi. 23-24-25 Mayıs tarihleri arasında Uşak Belediyesi Atlı Spor ve Rehabilitasyon Merkezi’nde düzenlenen kupada 1. Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi 2. Sakarya Üniversitesi ve 3. Uşak Üniversitesi oldu. Bireysel yarışmalarda ise 1.Uşak Üniversitesi’nden Mustafa Taşova, 2.Sakarya Üniversitesi’nden Melih Feyizoğlu ve 3.Sakarya Üniversitesi’nden Tufan Baş oldu.
Uşak ili gezildi. Etkinliklerin 3.gününde ise Balıkesir Karesi Atlı Okçuluktan Ertan Erkekoğlu ve ekibinin Atlı Okçuluk, Savaş Sanatları ve Atlı Akrobasi gösterileri gerçekleştirildi ve seyirci tarafından büyük beğeni topladı.
Etkinlikler ödül töreni ve belediye, üniversite protokolünün ok atışlarıyla devam ettikten sonra Rektörlük protokolü Ve Diriliş Ertuğrul dizisi oyuncusu Mehmet Pala’nın katılımıyla Uşak Üniversitesi Okçular Talimhanesi’nin açılışı gerçekleştirildi daha sonra Uşak Belediye Başkanı Nurullah CAHAN ve tüm sporcular ile birlikte Konak’ta akşam yemeği yendi röportajlar yapıldı ve teşekkür belgeleri başkan tarafından verildikten sonra misafirlerimiz yolcu edilip program sonlandırıldı.
Festival tadında geçen kupanın ilk gününde yarışmacılarla birlikte Kolpa konserine katılım sağlandı. 2.gününde Geleneksel Türk Okçuluğu Yarışmaları gerçekleştirildi ve yarışmalar bitiminde misafirlerle Uşak Ulubey Kanyonları ve -Binicilik ve Cirit Topluluğu Onursal Başkanı Emir Çora
38
YAĞMUR YUMRUTEPE
Uşak Belediyesi Sponsorluğunda gerçekleşen Gençlik Festivali’nin son gününde Zumba ve Zeybek rüzgarı esti. Uşak Üniversitesi Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı Dans, Etkinlik ve Müzik Ekibi (USDEM) tarafından gerçekleştirilen Kolpa konseri öncesindeki dans şöleni herkesten tam not aldı. Bizde İletişim topluluğu olarak Dans biriminin başkanı Yağmur Yumrutepe ile samimi bir röportaj yaptık.
1) Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Ben Yağmur Yumru tepe. Uşak Üniversitesinde Kamu Yönetimi 3. Sınıf öğrencisiyim. Hali hazırdaki Kamu Siyaset ve Yönetişim Topluluğu ile USDEM Dans biriminin başkanlığını yapmaktayım. Üniversitede aktif olmayı seven bir öğrenciyim. 2) Üniversitemize bağlı bir dans biriminin olduğunu çoğumuz yeni öğrendi, tam olarak Dans birimi ne zaman kuruldu? USDEM çatısı altında kurulan ve SKS’ye bağlı olarak çalışan bir öğrenci birimiyiz. 2016 Aralık ayından beri faaliyetlerimizi aktif bir şekilde sürdürüyoruz. 3) Eğitimlerinizi okulda nerede veriyorsunuz? Kapalı spor salonundaki Ritim ve Dans salonunda veriyoruz. Dans Biriminin başkanı olarak profesyonel anlamda bir eğitim sürecinden geçtiniz mi? Evet, 2013 yılından beri Bachata, 2015 yılından beride Salsa yapıyorum. Son bir yılda da Zumba üzerine yoğunlaştım. 4) Ekiminizi nasıl kurdunuz? Belli kurallarınız var mıydı? Öncelikle USDEM’in standında üye alımına başladık daha sonra yaptığımız toplantılarla arkadaşlarımızı bilinçlendirdik. Üyelerimizde öncelikle dansa olan isteklerine sonrasında ise dans geçmişleri ve dansa olan yatkınlıklarına baktık. Çalışmalara başladığımızda belirli kurallarımız vardı. Her çalışmada yoklama alıyoruz. 3 kez üst üste devamsızlık yapıp, önemli mazeretleri
39
olmayan arkadaşları ekipten eliyoruz. Bu sayede daha disiplinli ve gönüllü kişilerle çalışmış oluyoruz. 5) Gösteri çok iyi görünüyordu, ne kadar sürede hazırlandınız? 2 aydır derslere yoğun olarak devam ediyorduk. Son bir ay içinde ise Zumba koreografilerini çıkardık. 6) Eğitim sürecinize bakacak olursak Latin danslarına daha çok ilgilisiniz fakat sahnede Zumba gösterisiyle yer aldınız. Yeni dönemde daha farklı planlarınız olacak mı? Latin çok emek isteyen bir dans türü ve ekibe de bu dansı temelden öğretmek çokça zahmetli oluyor. Şuan ekibimizde bulunan arkadaşlar 1. Seviye salsa dersleri aldılar. Çalışmalarımıza ikinci dönem ortasında başladığımız için kısıtlı bir zamanımız vardı. Bu sebeple sadece sadece zumbaya yoğunlaştık. Fakat yeni akademik yılda salsa ve Bachata üzerine yoğunlaşacağız. 7) Latin danslarına yoğunlaşacağınızı ve müzikal planlarınızın olduğundan bahsettiniz. Bu, yeni akademik dönemde zumbaya yer vermeyeceğiniz anlamına mı geliyor? Daha önceden de belirttiğim gibi çalışmalarımıza ikinci dönem ortasında başladığımız için kısıtlı bir zamanımız vardı fakat yeni akademik yılda böyle bir problemimiz olmayacak. Zumba kolay ve hızlı öğrenilebilen stres atmaya da birebir olan dans türüdür bu yüzden yoğun bir şekilde olmasa da derslerimizde ve gösterilerimizde zumbaya her zaman yer vereceğiz.
YAĞMUR YUMRUTEPE
8) Zumba gösterisinin yanında Zeybek ekibi çıkarma fikri aklınıza nasıl geldi? Sonuçta Zeybek oyunlarını seven bir bölge olan Ege Bölgesinde yer alıyoruz. Yöremizde bulunun insanlar bu tür oyunları hem izlemeyi hem de oynamayı çok seviyorlar bizde bunu göz önünde bulundurarak ekibimizde zeybek kursu da verdik.
düşünüyoruz. 11) Önümüzdeki dönem sizlerle birlikte sahnede yer almak isteyen arkadaşlar ne yapmalı? USDEM’e gidip form doldurmalılar daha sonra form dolduran arkadaşlara geri dönüş yapıp bir çeşit mülakata çağıracağız.
9) Kostüm temininde zorluk yaşadınız mı? Öncelikle şunu söylemek isterim zeybek oyunlarında kostüm önemli bir yer kaplıyor her parçanın kendine özgü hikayesi bulunmakta kostümsüz bir gösteri çok fazla etki bırakamazdı.Kostüm temininde ise pek zorluk yaşadığımız söylenemez, okulumuzun halk oyunları ekibi için yaptırılmış olan kostümleri kullandık.
12) Çok teşekkür ederiz. Sizin son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? Bazı zamanlarda üyelerimizden esnek olmadıkları ve yapamadıklarına dair şikayetler alıyoruz. Eğer dansı seviyorsanız ve dans etmek size kendinizi iyi hissettiriyorsa buna hiçbir şey engel değildir. Esneklik kazanılabilir, bu bir engel değil. Önemli olan aynada kendinizi dans ederken sevmeniz ve müziği hissetmeniz. Müziği kulağınızda 10) Zeybek ekibi için ileriye dönük bir planınız var ve beyninizde değil ayaklarınızda ve kıvrımlarımı? nızda hissedin. Kendinizi sevin. Ben yaparım ve Tabi ki diğer dans türlerinde olduğu gibi zey- yapabiliyorum demekten çekinmeyin. Hiç yetebeğin üzerine de farklı eklemeler yaparak daha neğiniz olmasa dahi hayatınızda bir kez olsun muazzam gösteriler sunmayı planlıyoruz. Örnek mutlaka dansı hissedin. olarak bu gösteride sadece erkek ekibi çıkmıştı, dönem başlangıcından itibaren koreografilere yoğunlaşıp erkek kız karışık bir ekip çıkarmayı
40
SEVDE KARAMAN Nefeslerinizi kesip, sizi hayran bırakacak bir festivale hazır mısınız? Neyden mi bahsediyorum? Tabii ki Dünya’nın en büyük müzik ve sanat festivali olan Coachella’dan!
Peki, Nedir bu Coachella? Hemen cevap verelim! 1999, 2001 yılından bu yana süre gelen ve adını düzenlendiği Kaliforniya’nın Coachella vadisinden alan Dünya’nın en büyük ve prestijli festivali olur kendileri. Bu arada unutmadan hemen ufak bir dipnot da geçelim; 1999 yılında ilk kez düzenlendikten sonra 2000 yılında “çok fazla müzik festivali var.” Gerekçesiyle iptal edildi fakat 2001 yılından itibaren düzenli ve aralıksız olarak düzenlenmeye başladı! Ne kadar sürüyor? Sandığınızın aksine 7 gün 7 gece gerçekleşen festivallerden değil Coachella. İki sene öncesine kadar belirli bir hafta sonu sadece 3 gün (Cuma, Cumartesi, Pazar) sürerken, yoğun istek nedeniyle iki senedir iki hafta sonu olarak gerçekleşiyor. Planını yaptın yaptın, yoksa o yıl ki tabiri caiz ise “ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken.” Festivali kaçırmış olursun, benden söylemesi…. Neden bu kadar ünlü? Sorusuna “Neden olmasın ki?” diye cevap veresi geliyor insanın çünkü her sene yüzlerce şarkıcı, oyuncu, modacı, model akımına
41
uğruyor. Hatta ve hatta turnesi olan Dünya Starları sırf bu festivale gidebilmek için turnelerine ara veriyor ya da turne planlarını ona göre yapıyor. Abartıyorsun! Diyenleriniz olabilir lakin abartmıyorum, buna en büyük örnek ise Katy Perry! Geçtiğimiz senelerde gerçekleşen Coachella festivaline katılabilmek için turne programında o haftayı kendine planlı bir şekilde tatil etti güzel şarkıcı. Peki, bitti mi? Bitmedi! Coachella’nın bu kadar ünlü olma sebeplerini saya saya bitiremeyiz fakat birkaç örnek verebiliriz. Yazının başında da Coachella festivalinin çok prestijli olduğunu söylemiştik. Öyle ki; kendinden sonra ki festivallere hatta modaya bile yön veriyor. Birçok ünlü marka “Coachella Sezonu” adı altında kıyafet satışa sunuyor. (Geçen sene H&M Türkiye’de de satışa çıkartmıştı.) Diğer ünlü müzik festivalleri ise Coachella’nın nabzını yakalamak için can atıyor fakat henüz bu kadar başarılı olan ne görüldü, ne de duyuldu…
Siz olayı sadece konser mi sandınız? O zaman demek oluyor ki çok yanlış sanmışsınız. Çünkü Coachella festivali sadece bundan da ibaret değil! Birçok ünlünün, markanın düzenlediği havuz partileri, konsept tanıtımlarına da ev sahipliği yapıyor Coachella! Bknz;
Peki ben neden gitmiyorum? Çünkü pahalı… İlk yıllarda 100 TL gibi uygun fiyatlara bilet bulunurken şimdi en düşük bilet fiyatı 1,500 TL’yi geçiyor. Ama ben illa VIP alırım diyorsanız 15,000 TL’ye kadar bilet fiyatları çıkabiliyor. Tabii ki bununla beraber festivalden elde edilen gelirde epeyce arttı. İlk yıllarda hiçbir gelir elde edemez iken şimdi elde edilen brüt gelir 340 milyonu geçiyor.
SEVDE KARAMAN
Kimler kimler sahne alıyor? Kimler kimler sahne almıyor ki? Bu kadar ilgi görmesinin büyük sebeplerinden biri belki de bu çünkü herkesin ilgisine göre konser var! Rap, Rock, Pop ve daha onlarca farklı müzik kategorisi. Ama siz diyorsanız ki bu sene kimler var? Hemen sıralayayım; Radiohead, Lady Gaga, Lorde, Martin Garrix, Kendrich Lamar. Ama size bunlarda yetmediyse hemen onlarca sanatçının bulunduğu konser programına bir göz atın;
Peki gerçekten gidilmeli mi? Eğer hayatında unutulmaz bir haftasonu olsun istiyorsan ve imkanın varsa kesinlikle gidilmedi. Fakat gitme planları yapanlara üzücü bir haberim var… Festival bu sene 14-16 ve 21-23 Nisan tarihlerinde gerçekleşti. Artık bavullarınızı seneye içip hazırlamaya bakın… Sağlıcakla, festival havasında kalın!
42
İLETİŞİM issuu.com/iletidergisi iletidergisi@hotmail.com Facebook.com/İletiDergisi