Kabına Sığmayan İletişim _________________ | Yaz 2017
_________________
İmtiyaz Sahibi
Yazarlar
Danışman Genel Yayın Yönetmeni Editörler
Grafik Tasarım Özel Bölüm
İÇİNDEKİLER 3. Sayfa Başkandan 4. Sayfa Koordinatörden 5. Sayfa Zaman Yolculuğu: Kronos’un Dramı 9. Sayfa Türk Televizyonlarında Gereçeksiz Sansür Uygulaması.
19. Sayfa Katy Perry Yeni Albümünü Yayınladı. 21. Sayfa Rihanna, 2017 Cannes Film Festivaline Damga Vurdu! 23. Sayfa Lady Gaga’nın Joanne Dünya Turnesi Başladı. 25. Sayfa Bedir İŞBİLİR Özel Bölüm!
11. Sayfa Günümüzde Üretilen Robotların Temeli.
31. Sayfa Deli
12. Sayfa Harun Kolçak
33. Sayfa Çöp
13. Sayfa Türkiye’de Müzikal Film
34. Sayfa Kadın
17. Sayfa Bavulumda Vintage Var!
35. Sayfa Son
BAŞKANDAN
Merhabalar, sayın topluluk üyeleri ve İleti Dergisi okurları. İletişim topluluğunun üçüncü yılında, dördüncü başkan olarak seçildiğim ve topluluğumuz bünyesinde çıkarılan İleti Dergisi’nin 9. sayısında, başkanlık görevi ile son kez sizlerleyim. Görüyorum ki dergimiz, ilk sayılardan bu yana içeriksel ve görsel açılardan gittikçe kendini geliştiren ve yenileyen bir dergi olarak ilerliyor. Bu ilerleme, nice okuyuculara ve yazarlara ulaştı. Hali hazırda dergimiz, topluluğun en aktif birimlerinden bir tanesi olma gayretini halen sürdürmekte. Bu bakımdan dergi birim koordinatörlerini ve yazar kadromuzu kutluyorum. Toplulukta üye olarak geçirdiğim dönemleri, üniversite hayatımdaki –üniversiteye gelme amacım doğrultusunda – en verimli zamanlar olarak değerlendiriyorum. Bir önceki sayıda belirttiğim gibi bana ve diğer üyelere katkısı fazlaca olmuştur. Sosyalleşmeyi ve iletişim kurmayı, aldığımız teorik eğitimlerin birçoğunu uygulama şansı bulduk. Tabi bu şans aleni bir şekilde karşımıza çıkmadı. Topluluk kurucuları ve danışman hocalarımız ilk adımı attı, sonrasında ise aktif ve başarılı olma amacı güden üyelerin dahil olması ile büyüyen İletişim Topluluğu, yeni üyelere amaçlarını değerlendirebilecekleri eğlenceli bir eğitimin kapısını açmaya devam ediyor. İletişim fakültesinin tüm bölümlerine hitap edebilen İletişim Topluluğu, birimlere ayrılmış örgütlü yapısı ile birbirinden farklı bölümlerde okuyan üyelerin, diğer bölümler hakkında fikir sahibi olmalarını sağlıyor. Bu avantajlı yapısı ile diğer bölümlerinde eğlenceli ve iyi yanlarını keşfeden üyeler, kendi alanlarında hapsolup kalmaktan kurtuluyorlar. Bu konuda fazlaca iddialıyım çünkü kendimde ve birçok arkadaşımda bu olumlu etkiyi gördüm. Topluluğa olan katılım ve üyelerin yeni fikirleri, etkinliklerin daha da fazlalaşmasını ve bu etkinin güçlenerek yayılmasını sağlayacaktır. Uşak Üniversitesi’ne yeni gelen öğrencileri, daha çok iletişim fakültesinde aktiflik gösteren fakat okuldaki tüm fakülte ve bölümlere hitap edebilen ‘kültür ve sanat dolu bir atölye’ olma gayesini başarı ile gerçekleştiren bu topluluğa katılmalarını tüm içtenliğimle öneriyorum. Emin olabilirsiniz ki, en az bir sene geçirdiğinizde ve sene sonuna kadar yapılan etkinliklerde olan payınıza dönüp baktığınızda, yaşadığınız tüm zorlukları bir kenara bırakıp ‘ iyi ki buradaymışım’ diyorsunuz. Çünkü emekleriniz gelecekteki potansiyel üyelere ve diğer topluluklara ilham kaynağı oluyor. Bir senelik başkanlığım sürecinde benden desteklerini ve yardımlarını esirgemeyen ekip arkadaşlarıma ve danışman hocam Onur Keşaplı’ya teşekkürlerimi sunuyorum. Toplulukta devam edecek arkadaşlarıma ve yeni katılacak üyelere hitaben, gurur duyacağınız, organizasyonlarla ve etkinliklerle geçen dolu dolu bir üniversite hayatı yaşamanız dileğiyle. Görüşmek üzere, sevgiyle kalın.
3
Ümit TATIL
Uşak Üniversitesi İletişim Topluluğu bünyesinde interaktif olarak çıkardığımız İleti Dergisi’nin 9. Sayısı ile birlikte sizlerleyiz. Resmi olarak görev aldığım bu son sayıda öncelikle danışman hocamız Onur Keşaplı’ya sonra da birlikte çalıştığım bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Sadece öğrencilerimizin emekleriyle, dışarıdan yardımsız bir şekilde, disiplinli olarak devam ediyoruz. Bu sayı da herkesin ilgi alanına göre yazılarımız bulunmaktadır: Türk televizyonlarında ki sansür uygulamasına yönelik eleştirisel bir yazı, son yıllarda önemini tekrar hissettiğimiz feminizm, geçmişin günümüz hali vintage, yakın zamanda kaybettiğimiz Harun Kolçak, Türkiye’de ki müzikal film tarihimiz, kısa hikayelerimiz ve daha niceleri. Zevkle okumanızı temenni ederim.
KOORDİNATÖRDEN
Merhaba İleti Severler…
Eğer sizde dergi ekibimize dahil olmak istiyorsanız sosyal medya hesaplarımızdan bizimle iletişime geçebilirsiniz. İyi okumalar.
İleti Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mert ALTUN
4
Emre AK
Zaman Yolculğu: Yolculğu: Zaman Kronos’un Dramı Dramı Kronos’un
Z
5
amanda yolculuk yüzyıllardır insanoğlunun dikkatini çekiyor. Ancak farkında olmadığımız bir şey var ki aslında her gün zamanda yolculuk yapıyoruz. Tabai ki de bu zamanda yolculuk deminden şimdiye geldim şeklinde bir zaman yolculuğu değil. Her gece gökyüzüne baktığımızda aslında bir zaman yolculuğuna tanıklık ediyoruz. Evren her zaman içerisinde pek çok gizem barındırmayı başarıyor. Gökyüzünde görmüş olduğumuz o yıldızların görüntüsü bize geçmişten geliyor. Yani gördüğümüz o yıldızların görüntüsü anlık değiller. Belki de o yıldızların pek çoğu yok oldular ve birer kara deliğe dönüştüler. Peki nasıl oluyor da her gece gördüğü-
müz o yıldızların görüntüsü bizlere geçmişten geliyor? Şöyle ki; o yıldızların görüntüleri bizlere çok uzaklardan geliyor. Görüntüler Dünya’ya o kadar uzaktan geliyorlar ki bizim onları görmemiz için oldukça uzun bir zaman geçmiş oluyor. İnsanlar düşündükleri zaman sanki o yıldızlar bize yakınlarmış gibi düşünüyorlar. Ancak o yıldızlara olan uzaklığımız ciddi anlamda uzun bir mesafe. Bu sebepten dolayı uzayda uzaklıklardan bahsederken ışık hızı tabirini görüyoruz. Işık hızı teknik anlamda bir zaman birimidir. Bir ışığın bir yılda almış olduğu mesafeye de bir ışık yılı diyoruz. Zamanda yolculuğun mantığını kavramak için ışık hızını anlamak oldukça önemli.
Işık hızı sayesinde Ay’a 1 saniye içerisinde Güneş’e 8 dakikada ulaşabiliyoruz. Peki insanlar ışık hızında seyahat edebilirler mi? Dünyaca ünlü fizikçi Albert Einstein’a göre bu imkansız. Ona göre evrenin hız limiti ışık hızıdır. Sebebi ise ışık hızının bir takım mantık hatalarına sebep olacağı şeklinde yorumlamıştır. Bildiğiniz üzere algıladığımız gerçeklikte bir neden-sonuç ilkesi var. Ancak zamanda yolculuk tüm bu neden-sonuç ilkesini yok sayıyor. Bu duruma genel olarak verilen bir örnek var. Bir silahın hedefi ateşlemeden vurması gibi bir mantık hatası ortaya çıkabilir. Bu sebepten dolayı Einstein’a göre ışık hızını geçmek imkansızdır. Bir ışığın bir saniye içerisinde almış olduğu mesafe yaklaşık olarak 300. 000 km. Işığın bu kadar hızlı olmasının nedeni de fotonlar. Fotonlar kütlesiz oldukları içinde evrende herhangi bir direnç ile karşılaşmadan yolculuk edebilirler. İşte ışık hızını neden geçemiyoruz sorusu-
nun en büyük cevabı burada. Fotonlar kütlesizler ve bu sayede hızlı bir şekilde hareket edebiliyorlar. Bu fotonlardan daha hızlı bir şeyin olabilmesi için kütlesiz bir şeyden daha kütlesiz bir şeyin olması gerekiyor. Ancak böyle bir şey mümkün olamayacağından dolayı ışık hızını geçmek şu an için imkansız görülüyor. Işık hızı ve zaman konusuna yeniden dönüş yaparsak Einstein’a göre ışık hızına yaklaştıkça zaman yavaşlar ve ışık hızına ulaşıldığında ise zaman sizin için durur. Buna şu şekilde bir örnek verebiliriz. Bildiğiniz üzere ışık Güneş’ten Dünya’ya yaklaşık olarak 8 dakika içerisinde geliyor. Eğer bir kişi ışık hızında Güneş’e gider ve Dünya’ya bakarsa kendisinin 8 dakika önceki haline görür. Normal zaman akmaya devam ederken ışık hızına ulaşmış olan kişi bir anlamda zamandan etkilenmez. Eğer 10 ışık yılı hızında seyahat ederek Dünya’ya dönerseniz sevdiğiniz insanların 10 yıl daha fazla yaşlan-
Emre AK
IŞIK HIZI, ZAMAN YOLCULUĞU VE ALBERT EINSTEIN
dığını görürsünüz. Ancak sizin için 10 yıldan çok daha kısa bir süre geçmiştirsebepten dolayı siz genç kalırken diğerleri yaşlanmıştır. İşte bu durum teorik anlamda bir zaman yolculuğu. Bu örneği daha geniş kapsamlı bir şekilde incelersek zamanda yolculuğunu geçmişe doğru da yönlendirebiliriz. Eğer 10.000 ışık yılı uzaklığında bir yerden Dünya’ya bakabilseydik Dünya’nın 10.000 yıl önceki halini görebilirdik. Bu durumu ışık yılını uzatarak dinozorlar yaşadıkları yılları incelemek için bile kullanabilirdik ve hatta Dünya’nın ilk oluşum sürecini görmek için bile kullanabilirdik. Ancak şu an elimizdeki teleskoplar ve teknoloji ile bunu başarmamız oldukça zor görünüyor. Bilim insanlarının bu konudaki en büyük amaçlarından bir tanesi bu yöntem ile Büyük Patlama’nın görüntüsünü alabilmek. Büyük Patlama’yı görüntüleyebilecek bir teleskop ile belki de çok uzun yıllar sonra o anın ilk saniyelerinden görüntüler alabiliriz. İşte bu anlamda evren bize muazzam bir zaman yolculuğu imkanı veriyor. Düşünsenize elimizde böyle bir teleskop var ve bu teleskop sayesinde dünyanın herhangi bir noktasından görüntü elde edebiliyoruz. Bu teknolojiyi de herkes kullanabiliyor olsaydı çok ilginç senaryolar çıkabilirdi. Her ne kadar bu konular bizlere bilim kurgu filmi gibi gelse de aslında olma olasılığı oldukça yüksek teoriler.
6
Emre AK
7
ZAMAN MAKINESI MAKINESI HAKKINDA HAKKINDA ZAMAN Peki bir zaman makinesi ile yolculuk edilebilir mi? Diyelim ki bir zaman makinesi icat edildi ve geçmişe yolculuk mümkün bir hale geldi. Bu zaman makinesi ile 10 yıl öncesine yolculuk yaptık. Buraya kadar her şey normal gibi görünüyor. Ancak 10 yıl öncesine yolculuk ettiğimizde geldiğimiz evren gerçekten bizim yaşadığımız evren mi? Burada ise paralel evrenler teorisi devreye giriyor. Teorik olarak zamanda yolculuk yapmak aslında yeni alternatif bir evrene yolculuk yapmak veya yeni bir alternatif evrenin ortaya çıkması demektir. Yani zamanda yolculuk yapsak bile 10 yıl öncesine gittiğimizde orada karşılaşacağımız kişiler bizim tanıdığımız kişiler olmayabilir. Tüm bunlar ile birlikte zaman yolculuğu bir takım paradokslara da sebebiyet verebiliyor. Zaman yolculuğu hakkında herhalde en çok bilinen paradoks “Büyükbaba (Dede) Paradoksu”dur. Bu paradoksa göre elimizde bir zaman makinesi var. Elimizdeki bu zaman makinesi ile geçmişe doğru bir yolculuk yaptık ve büyükbabamızı öldürdük. Peki bu durumda büyükbabamı öldüren kişi kim oluyor? Eğer büyük babamı ben öldürdüysem o zaman benim de var olmamam gerekiyor. İşte
bu yüzden zaman yolculuğu pek çok paradoksa sebebiyet verebilir. Ancak bu paradoksun çözümü ile ilgili de birkaç teori mevcut. Bunlardan bir tanesi paralel evren teorisi. Eğer kişi zamanda yolculuk büyükbabasını öldürürse bile bunu aslında farklı bir evrende gerçekleştiriyor. O yüzden de bizim yaşadığımız evrende büyükbabasını vuran kişi hala yaşıyor ancak öldürdüğü kişi farklı bir evrendeki büyükbabası. Diğer teori ise diyelim herhangi bir evrene geçiş olmadı ve geçmişe döndünüz. Büyükbabanızı öldüreceksiniz. Fakat bu durumda da evren hiçbir şekilde büyükbabanızı öldürmenize izin vermeyecek. Ya bir şekilde aksilik çıkacak ya da silah ile vursanız bile büyükbabanız bir şekilde yaşayacak. Yani evren hiçbir şekilde bu durumun gerçekleşmesine izin vermeyecek. Zaman yolculuğu ile ilgili izlemenizi tavsiye edebileceğim çok fazla film var. Bu filmlerin pek çoğunu muhtemelen izlemişsinizdir. Eğer bu konuya bir ilginiz varsa ve izlemediyseniz kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Kitap olarak da Stephen Hawking’in A Brief History of Time’ı (Zamanın Kısa Tarihi) kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. İnsanın ufkunu genişleten ve uzay-zaman konusunu oldukça basit bir dille anlatabilen nadir kitaplardan.
Emre AK
Zaman Yolculuğu İle İlgili İzlemeniz Gereken
FİLMLER!
Back to The Future: Herhalde zaman yolculuğu hakkındaki en çok bilinen filmdir. Bizdeki adı ile Geleceğe Dönüş kesinlikle izlenmesi gereken bir seri.
filmi arayanlar için birebir. Interstellar: Yukarıda bahsettiğimiz bilimsel zaman yolculuğunun çok iyi işlendiği bir film. İzlediğiniz zaman ne demek istediğimiz daha iyi anlayacaksınız. Predestination: Zaman yolculuğu Son dönemin en başarılı bilim paradoksları ilginizi çektiyse ve kurgularından bir tanesi. finalde şaşıracağınız bir film arıyorsanız kaçırmayın derim. Aklın sınırlarını zorlayan filmlerden Synchronicity: Çok az bilinen bir diyebilirim. film. Öyle aşırı görsel efektleri yok ancak senaryosu ile beni etThe Terminator: Hem zaman yol- kilemeyi başardı. Az bütçe ile çeculuğu hem de yapay zeka konu- kilmiş fakat güzel bir konuya salarını bir arada işleyen kült bilim hip. kurgu serisi. Aksiyon severler için de muhteşem sahneleri olan The Time Traveler’s Wife: Yine robir seri. mantik türünde zaman yolculuğunun işlendiği bir film. Ancak About Time: Zamanda yolculuk oldukça özgün bir şekilde işlenkonulu bir aşk hikayesi. Roman- miş. Bu yüzden kendini izlettirtik türünde zaman yolculuğu meyi başarıyor.
8
Ergün ÖNSOY
TÜRK TELEVİZYONLARINDA GEREKSİZ SANSÜR UYGULAMASI Eleştirimize başlamadan önce kısaca “san- reklam içerikleri sansürlenmiştir. Yine televizyonda yayınlanan yerli ve yabancı filmlere basür’ün” ne anlama geldiğine bakalım.
karsak iki saatlik filmin yarım saati gereksizce uygulanan sansür nedeniyle kesilmiş atılmıştır. SANSÜR Televizyon dizilerinde sansür genelde reklam öğeleri ve küfürleri bipleme şeklinde uygulaSinema ve tiyatro yapıtlarının, her türlü yayımın nırken televizyonda yayınlanan filmlerde ise ve yayının hükümetçe önceden denetlenmesi sansür daha sert bir biçimde filmin hemen her işi, bunların oynanmasının, gösterilmesinin, sahnesinde uygulanmaktadır. yayımlanmasının izne bağlı olması durumudur. Kısaca sansür kitle iletişim araçlarındaki sıkıdeTelevizyonda yayınlanan herhangi bir filmde ki netimdir. ya da dizide ki bir sahnede alkol şişesi, sigara Türk basılı yayım ve televizyonlarında özellikle vb. sansüre uğruyor uğramasına ama sansüre televizyonlarında çok fazla gereksiz sansür uyrağmen seyirci sansürün altındakinin ne olgulanmaktadır. Bu gereksiz sansürler bir süre duğunu biliyor yani bu tür sansürün zaten bir sonra izleyicinin siniri bozmakta ve dikkatini anlamı yok. Burada amaç özendiriciliğin önüne dağıtmaktadır. geçmekse sansüre uğrayan her şey insanda merak uyandırıyor bırakın sansürlemeyi her şeyi olduğu gibi görelim çünkü insanoğlunda yasakları delmek güdüsel bir şeydir sen görüntüsünü bile yasaklarsan ben gider o nesneyi (içki sigara vb.) bulurum (“seyirci” “beni bu yola itme” diyor) Ayrıca uygulanan sansür bizi gerçeklikten uzaklaştırma çabası içinde görüntüde ki öğe ses “küfür” zaten hayatın içinde olan eylemler bu yüzden sansüre maruz kalan izleyici gerçek hayatta bu tarz şeylerle karşılaşınca donakalıyor.
9
TELEVİZYON DİZİLERİNDE VE FİLMLERİNSinema gerçek hayatı kesitler halinde gözler DE UYGULANAN SANSÜR FARKLARI önüne sermez mi? zaten yapılan sansür bizleri gerçekten uzaklaştırıyor sansür sanata vurulYaptığım incelemeler neticesinde Türk televiz- muş kör bir baltadan başka bir şey değil. Sanyonlarında ki sansür uygulamasının son dere- sürler kesmeler filmin anlamını yitirmesine sece tutarsız olduğu çok barizdir. Örneklendire- bep oluyor. cek olursak televizyonda yayınlanan dizilerde müstehcen sahneler gösterilirken alkol ve bazı
Ergün ÖNSOY
Sanat Nedir? Sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır. Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlamazaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. ( Sanatın ne şekilde tanımlanabileceği, hatta tanımlanabilir olup olmadığı bile hararetli bir tartışma konusudur.) Türkiyede gerçekleştirilen 1980 darbesi sansür ve yasaklamaları hat safhaya çıkarmış toplumu cahil bırakıp düşünmekten uzaklaştırmış sanatçı ve yazarlarımızı unutmamıza sebep olmuştur .
10
Rümeysa KARABIYIK
GÜNÜMÜZDE ÜRETILEN ROBOTLARIN TEMELI
MISIRLILARA DAYANIR.
G
ünümüzde üretilen robotların temeli Mısırlılara dayanır. Geçmişte yapılan ilk robotlar ise “otomat” adıyla anılmıştır. Otomatların gelişme göstermesi 13.asırda olmuştur. Robotların temeli Mısırlılara dayandığının söyleminden ayrıca bir diğer söylem ise M.Ö.100 yılında İskenderiyeli Hero tarafından kanat çırpan, şu içen ve uçan kuşlar şeklinde yapılmıştır. Ama bu konu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bir diğer robot yapımı ise Diyarbakır Sultanı Artukoğlu Nasreddin’e hizmet etmiş Cizreli Ebu’l-İz adındaki bir Türk bilgini, suyun ağırlığı ve akıcı olmasından yararlanarak robotlar yapmıştır. Bir robot yapımı ile ilgili bilgiler mevcuttur. Robot kelimesi Çekce “robota”dan gelmektedir. Robot kelimesi ilk kez 1921’de Rossums Unıversal Robots adlı tiyatro
11
Robotların ileriki yıllarda insanların işlerini, elinden alma korkusu artık filmlerde olan bir şey değil gerçek hayatta da örnekleri gün geçtikçe çoğalacak bir durumdur. Başka bir husus ise iş imkanları konusundadır. Robotların gelişmesi, ilerlemesi iş imkanlarının azalacağı düşüncesini doğurmuştur. Çünkü bir insanın bir günde yapacağı işi robotlar birkaç dakikada yapmaktadır. oyununda kullanılmıştır. Tarihte ilk silahlı robot 1495 yılında Leonardo Da Vinci tarafından üretilmiştir. Dünyayı ilk insansı robotu ise 1939’da yapılmış ve 700 kelime konuşan bir robottu. Robotlar ışık, radyo dalgaları veya sesle çalışır. Günümüzde insan biçiminde de yapılsa da sandık veya kutu şeklinde de üretilmektedir. Dünyada değişik alanlarda kullanılan robotların yarısından fazlası Japonya’da bulunmaktadır. Ayrıca şimdiye kadar ürettiği en gelişmiş robotu ise “tıpkı çOcuklar gibi büyüyen robot”tur. Zaman geçtikçe robotlar hızla çoğalmaktadır. Robotların çoğalması da insan hayatını derinden etkileyecektir. Robotların çoğalması insanları tedirgin etse de insanlara kattığı olumlu etkileri de unutmamak gerekir.
Son yıllarda kendi kendine öğrenebilen robotların üretilmesi robotlar kontrolden çıkar mı? Sorusu aklımıza geliyor. Yapılan değerlendirmeler sonucu ise yapılan teknolojik gelişmeler her zaman bir risk barındırır, sorunlar olabilir fakat teknolojinin gelişmesi engellenemez yönündedir. Peki bu endişeleri geride bırakmak için insanların robotlara bakış açısı nasıl olmalıdır? Robotların insanlarla uyumlu bir şekilde çalışması gerekir. Öncelikle insanlar robotları işlerini elinden almış varlıklar olarak değil, çalışmalarına kalitesini ve verimini arttıracak varlıklar olarak görmeleri gerekir. İnsanların robotların yardımına ihtiyacı olduğunun farkında olması gerekir ve günümüzde de bu robotlara ihtiyaç duyulmaktadır. Son olarak robotların Dünya’da ayrı bir tür olarak yaygınlaşacağı tarih 2040 olarak öngörülüyor.
HARUN KOLÇAK 15 Temmuz 1955 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Harun Kolçak sanatçı bir ailenin tek çocuğudur. Annesi Özkan Kolçak, babası Eşref Kolçaktır. Babası Eşref Kolçak’ın ünlü sinema sanatçısı olması, Harun Kolçak için sanat, yaşamının bir parçası olmuştur. Kolçak Saint Benoit Fransız Erkek Lisesi’nde öğrenim görürken baş gitar çalmayı öğrenmiştir. Müzik alanında profesyonel olmayı kafasına koyunca okulunu bırakmış ve profesyonel çalışmalara başlamıştır. Profesyonel müzik çalışmalarına Erkin Koray ile başlamıştır. 1977 yılında Erkin Koray’ın çıkardığı “Tutkusu” adlı albümde bas gitar çalmıştır. Bir süre sonra kendi grubunu kurarak Galata Kulesinde çalmaya başlamıştır. 1978 yılında Ritm 68 Orkestrasına katılmıştır. Daha sonra caz müziğe yönelmiştir. Bu dönemde Onno Tunç Orkestrasına katılma teklifi almıştır. Bu teklifi kabul ederek 7 yıl boyunca Onno Tunç Orkestrasına bas gitarist olmuştur. Zerrin Özer, Aşkın Nur Yengi ile yaptığı düetler “Kuşadası Altın Güvercin Müzik Yarışması” ve “Antalya Akdeniz Müzik Yarışması” adlı yarışmalarda ödül kazandırmıştır. 1991 yılında Onno Tunç ile birlikte çıkardığı “Beni Affet” adlı şarkıyla yükseliş yakalamıştır. 1994 yılında “Biz” adlı albüm çıkarmıştır. 1996 yılında Litvanya’da “Müzikas Festivalis 96” yarışmasında “En İyi İkinci Şarkıcı” seçilmiştir. 1993 yılında “En Büyük Aşk” isimli albüm çıkarmıştır. 1995 yılında “Yanımda Kal” isimli albümüyle büyük bir çıkış yaşamıştır. 1998 yılında “Teslim Oldum” adlı albümü pop-rock tarzı bir şarkı olmuştur. 1999 ylılnda tv dizisi olan “Aile Bağları” dizisinde rol almıştır. 2000 yılında “Yaşasın” adlı albümünü çıkararak müziğe biraz ara vermiştir 2002 yılında tv dizisi olan “Reyting Hamdi ve Kurşun Asker dizilerinde oynamıştır. 2006 yılında TV filmi olan “Yalancı Yabancı” filminde rol almıştır. Bu yıllarda müziğe tekrar dönerek “Müzisyen “ adlı
albümüyle hayranları sevindirmiştir. 2007 yılında “Aşk Beni Hep Değiştirecek” adlı albüm çıkarmıştır. 2012 yılında “Yeniden Doğuyorum” adlı albüm çıkarmıştır. 2013 yılının Ekim ayında “Harun Kolçak ve Rock Off ” adlı grup kurmuştur. Grubun ilk deneyimi o yıllarda Okan Bayülgen’in sunduğu Makina Kafa adlı programda yapılmıştır. 2008 yılında “İçimdeki Yabancı “ filminde oynamıştır. 2012-2013 yıllarında çoğumuzun hatırlayacağı “Pis Yedili “ dizisinde Hurşin Van Beenhoven karakteriyle rol oynamıştır.
Rümeysa KARABIYIK
90’LI YILLARA DAMGASINI VURAN SANATÇI:
2014 yılında kanser nedeniyle ameliyat geçirmiştir. Harun Kolçak kanser yıllarında inancını ve mücadelesini kaybetmeyerek “Ölüm hayatta birçok şeye anlam katıyor. Ölümsüz olsaydık, birbirimize değer vermezdik”sözleriyle belirtmiştir. 22 Haziran 2016 tarihinde hastalığı yine baş göstermiştir. Tekrar ameliyat olmuştur. 11 Eylül 2016 yılında hastaneden taburcu olmuştur. Kanser tedavisi devam eden sanatçı 19 Temmuz 2017 yılında 62 yaşında vefat etmiştir. Geride güzel şarkılarını, hafızalaramızda yer edinen oyunculuğu ve babasının söylediği şu sözler kalmıştır. “Yavrum çok erken gitti. Allahın takdiri, Allah gençlerimize uzun ömürler versin”
12
Mert ALTUN
TÜRKİYE’DE MÜZİKAL FİLM Ülkemizde yılda yüzlerce film vizyona giriyor. Peki ya çok az belki de hiç rastlamadığımız müzikal filmleri merak ettiniz mi? Gelin hep beraber sinemanın müzikal film türüne bakalım.
S
inema tarihine baktığımız da aslında birçok dönüm noktası görürüz. Bunlardan ilki sinema da sesin kullanımıdır. Artık ses, müzik ve sinemayı ayrılmaz bir bütün olarak ele alıyoruz. Film ve müzik bağı hareketli görüntünün sunumunda müziğin kullanılması ile başladı ve günümüzde ki soundtrack olgusuna kadar çeşitlenen bir gelişme gösterdi. Sinemada müzik niçin var, neden kullanılıyor sorularının cevabı her geçen süreçte farklılaştı. Elbette teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin adeta bir devrim niteliğindeki yarattığı değişimler, sinema-toplum ilişkisini ve sinema-müzik ilişkisini de şekillendirdi.
13
Sinema ve müzik karmaşık bir ilişkiye sahiptir. Müzik, baktığımız da
merkezi bir rol oynayan tek sanat türüdür. Romanda ve tiyatroda da zaman etkilidir fakat gözlemci bu türlerde zamanı kontrol eder ve zaman aslında ritimler kadar önemlidir. Ama bunlar tam anlamıyla kontrol edilemez. Sanat türleri arasında en soyut olarak nitelendirdiğimiz müzik, zamanın kontrolünü ister ve buna bağlıdır. Soyut olarak baktığımız da film, ritim, müzik, ezgi aynı olanakları sunar. Sinemacılar daha sinemanın tarihi başlangıcından beri bu yeni sanatın denemelerini yapmaya başlamışlardır. Sinema ve müzik birlikteliğinin ilk temellerinin sessiz sinema döneminde atıldığı görülmektedir.
Mert ALTUN
Türkiye’deki Sessiz Sinema Dönemi Taksin isimli kadının Cine Magic’te ve Müziğin Kullanışı sessiz film piyanistliği yaptığı bilinmektedir. Beyoğlu’nda yeni bir moda Sinema ülkemize ilk olarak Osman- başladı: Sinema sarayları modası. lı İmparatorluğunda girdi. Sigmund Geniş, birden fazla balkonu olan şık Weinberger’in 1897’de Sponeck Bi- sinemaların sayısı oldukça fazlalaştı. rahanesinde gerçekleştirdiği film Tabi ki böyle yerlerde bir orkestranın gösterimi, sinemanın ülkemizde ilk olması kaçınılmaz idi. İzmir’de bulugösterimi olarak kabul edilir. Lakin nan eski adı Milli Sinema Elhamra’da bu film gösterimi sırasında müzik sessiz filmlerin müziklerini Mümtaz kullanıldı mı kullanılmadı mı, hala Uygun çaldı. Cumhuriyet dönemintartışılan bir konudur. de Ankara’da ise, Basri Bey adlı birinin Ulus Sineması’nda sessiz film piSinemanın ülkemize girişi ve ilk si- yanistliği yaptığı bilinmektedir. nema salonlarının açılması arasında Bazı yerlerde film müziği materyayaklaşık on bir yıllık bir vakit vardır. li olarak kullanılan Alaturka müzik Arada ki bu süreyi sadece birkaç anı türü, Cumhuriyet döneminde piyano ve birkaç gazete haberinden elde ede- ile o günlerin modası olan tangolar, biliyoruz. Ülkemize sinema çabuk valsler de çalınıyordu. Tabii bunlar girmiş olsa da, sadece İstanbul’u hat- yabancı filmlerde uygulanan yönta birkaç kenti etkiledi, ilgilendirdi. temlerdi. Bu dönemde Pençe, MürebBu bilgileri ele aldığımız da ülkemiz- biye, Binnaz, Casus, Himmet Ağa’nın de film müziği tarihinin başlangıcını İzdivacı, Bican Efendi gibi yapımlar net olarak bilememekteyiz. Bundan çekilmiş ama bu filmler için herhandolayı ülkemizde ilk film gösterim- gi bir beste yapılmamıştır. Yabancı leri esnasında dünyada olduğu gibi filmlerde gördüğümüz, filme eşlik müzik kullanıldı mı kullanılmadı eden piyano, ülkemizde yerini Türk mı bilmiyoruz… Fakat yabancılar eserlerini seslendiren alaturka ortarafından başlatıldığı için bu uygu- kestralarına bırakmıştır. Yıl 1922’de lama Türkiye’ye de getirildi. Beyoğ- ise Yeni Milli Sinema yapacağı göslu’nda kurulan sinemalarda müziğin teri için hazırlanan broşürde, filme ihmal edilmediği de bilinmekte. Bu Büyük Alaturka Salon Orkestrası’nın ve bundan sonra ki gelişmeler Tür- eşlik edeceğini ve Türk parçalarının kiye’de müzikal sinemanın doğuşu- icra edileceğini yazdı. na ön ayak oldu. Piyanistleri genelde gayrimüslim kadınlar oluşturuyordu. 1920’li yıllarda bir Rus olan Valentine
14
Mert ALTUN
15
2 YIL SONRA TÜRKİYE’YE GELDİ! 1929 yılında çekilen Brodway Melody adlı yapım, dünya sinemasında çekilen ilk müzikal filmi olarak kabul edilir. Türkiye’de müzikal sinemanın başlangıcı ise 1931’de Muhsin Ertuğrul’un çektiği ‘’İstanbul Sokakları’’nda adlı film sayılmaktadır. Hasan Ferit Alnar ve Hüseyin Sadettin Arel film için çeşitli türküler, şarkılar, tangolar besteledi. Bir sinema filmi için özgün müziğimizi ilk kimin yaptığı ise henüz net değildir. 1950 yılında Türkiye’de ilk kez Nedim Otyam, İstanbul’un Fethi filmi için büyük bir orkestra ve koro ile özel müzik hazırladı. Artık özgün sinema müziği filme uygulanmaya çalışılan müzik değil; o filmin oyuncularıyla, senaryosuyla, çekim özellikleriyle bütünleşen ‘o film’ için bestelenmiş özgün müzik halini alıyordu. Ömer Lütfü Akad 1951 yılında ‘’Lüküs Hayat’’ adlı müzikal filmi çeker. Zeki Müren ‘’Beklenen Şarkı’’ adlı film ile sinema da yerini alır. Sonra ki yıllarda ise Haldun Taner’in kaleme aldığı, Yalçın Tura’nın müziklerini yaptığı ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği ‘’Keşanlı Ali Destanı’’ müzikali çekilir. Türkiye’de sinemanın en iyi olduğu yıllar, bu yıllardır. Ülkemizde sinema sektörünün ilk yıllarında film müziği ile ilgili sadece bir iki kişi görüyoruz: Muzaffer Sarısözen, Ruhi Su, Orhan Barlas gibi müzisyenler. Ancak bu müzisyenler filmlere folklorik bir ilgiyle, halk müziği açısından yaklaşıyorlar. Ayrıca her film için özel bestelenen şarkılar alışkanlık haline gelemedi. Çekilen filmlerin genelinde plaklardan alınan müzikler çalınarak devam etti. 1970’li, 1980’li yıllarda yapılan filmler ise müzikal film kategorisine alınamadı.
1971 yılında Temel Gürsu’nun yönettiği ve başrolünde Zeynep Değirmencioğlu’nun olduğu ‘’Hayat Sevince Güzel’’ adlı film, müzikal bir film gibi dursa da birkaç dans ve müziğin ötesine geçememiştir. Sezen Aksu ise Atıf Yılmaz’ın 1978 tarihli Minik Serçe adlı filmiyle kamera karşısına geçti. Bunların ötesinde dönemin en önemli müzikali, yönetmenliğini Orhan Aksoy’un yaptığı, Haldun Dormen’in ise danslarıyla yönettiği ‘’Renkli Dünya’’ adlı filmdir. Sinemamızda Yedi Kocalı Hürmüz, Kanlı Nigar, Müjdat Gezen’li Gırgıriye filmleri ayı oynatmalı, darbukalı, bol cümbüşlü filmler olmaktan öte gidemedi. Filmler ancak birer şarkılı film olarak tarihte yer aldı. 2000’li yıllarda ise Türkiye’de müzikal sinema toparlanmaya başladı. Fakat yönetmenliğini Ezel Akay’ın yaptığı, büyük emeklerle yeniden çektiği ‘’Yedi Kocalı Hürmüz’’ ilgi görmez ve yönetmen büyük bir ekonomik kayba uğrar.
durumuydu. Bu konuları ele alan film senaryolarında gerçek çözümler yerine, kişisel çabalar, talih ten kaderciliğe ve hep sonunda iyilerin kazanacağı gibi konular işlendi. Film müzikleri sadece verilmek istenen duygunun aracı olarak kullanıldı. Popüler müzikli filmler ve arabesk müzikli filmler, dert ve ağıttan geçerek izleyiciyi bir kez daha ağlatıp sızlatarak kendilerine döndürdüler. 1970-1978 yılları arasında filmlerde şarkıcılar başrol olarak yer aldılar. Emel Sayın, Gönül Yazar, Neşe Karaböcek, Orhan Gencebay ‘ın oynadığı filmler arabesk film furyasının habercisiydi.
Mert ALTUN
1960’lı yıllara gelinmiştir. Yeni toplumsal koşullar, yeni yapılanma ve film müziklerinin kalite açısından artışta olduğu yıllardır. Özon’un söylediği gibi ‘’1950’den sonraki dönem her şeyden önce sinema dışı olaylardan etkilendi. 1960’ların hareketli ve zengin çeşitliliğinin doğasının etkileri doğal olarak Türkiye’deki film ve film müziği yapımında da kendini gösterdi.’’ 1960’lı yıllar da ülkemizde yeni besteciler ortaya çıkar. Bu isimlerin ilki Yalçın Tura’dır. İlk film müziğini Ziya Metin’in Namus Düşmanı adlı filmi için yaptı. İkinci isim ise Metin Bükey’dir. 1965’te çekilen Halit Refiğ’in Haremde Dört Kadın ve Metin Erksan’ın yönettiği Sevmek Zamanı filmlerinin müziklerini hazırladı. Moğollar müzik grubundan Cahit Berkay, pop müzik özel beste yoluna gitti. Cahit Berkay ilk kez bir filmde elektronik müziği kullandı. Bestelerinde ki doğaçlamalı ve melodisiz yapıtları ile sinemamıza ayrı bir hava getirdi. 1970’li yıllar ise Türk sinemasında buhranlı yıllardı. Bunun sonucu, ortaya film müziği bestecilerinin niceliksel artışı ve arabesk müziğin film müziğine yansıması olarak karşımıza çıktı. 1960’lı ve 1970’li yıllar insanların dikkatini çeken ve kaygılandıran birçok gerçek ile doluydu. Bu gerçeklerin en baskını sinema izleyicisinin fakir oluşu ve bu yüzden fakirlik koşullarının getirdiği insanlık
Türkiye’de Müzikal Film Neden Gelişmiyor? Müzikal film gerek bütçesi, gerekse emeği açısından zorlu bir iştir. Türkiye’de müzikal sinemanın gelişmemesinin başlıca sebepleri; oyuncuların müzikal eğitimlerinin (şan eğitimi, dans eğitimi) olmaması, böylesine büyük bir emek isteyen yönetmenlerin, bu bütçeyi karşılayabilecek yapımcıların bulunmaması. Aslında baktığımız da ülkemizde müzikal sinemaya olan talebe dair bir bilgimiz de yok. Son yıllar da Türkiye’de hızla türeyen basit aşk filmleri ve ucuz komedi filmleri sayesinde izleyici yeni bir heyecan aramak isteyebilir.
16
Gizem VURAL
BAVULUMDA VİNTAGE VAR! Geriye dönüp bakıldığında günleri tarih olarak değil de, “an” olarak hatırlamaz mıyız? Anılarımız beraberimizde taşıdığımız günlüklerdir . Vintage tarz çok genel bir ifade ile eskiye dönüş demek. Şu sıralar yeni albümler yapmak yerine eski şarkılardan derlenmiş albümlerin çıkartılması tesadüf mü sizce? Ya da fotoğraf programlarının bize eskiyi hatırlatan filtrelerin olması. Vintage ürünler moda sektöründe yerini alan çiçekli gömlekler, yüksel belli pantolonlar ve büyük. ve kalın çerçeveli gözlükler “retro “ adı altında karşımıza çıkmakta.
17
za çıkan ürünler daha çok kâr amaçlı. O zamanlar çeşit çok olmadığı için ürünler tek tük özenle kişiye özel tasarlanırmış. Bundan bahsetmişken şuna değineyim. Bu zamana kadar gelen vintage ürünlerin serisinin olmaması ve bedenlerin ya çok büyük ya çok küçük dikilmesi de bunun nedeni. Herkesin giydiği parçalar yerine özgün, kişisel tarzımızı bulmak önem kazandı bir bakıma. Vintage parçalar zaman makinası gibidir, hepsi bir dönemi yansıtır. Çoğu insanın vintage deyince aklına ikinci el kıyafet gelmektedir. Oysa durum bundan daha fazlasıdır. Ve gel gelelim her ikinci el ürüne vintage diyebilir miyiz? Öncelikle vintage ürünler 15-20 sene öncesinden üretildiği için ikinci el yani kullanılmış ürünlerdir. Vintage diyebilmemiz içim o dönemin izlerini taşıması gerekiyor. Yoksa o yıllara ait değilmiş gibi görünen eski modaya göre tasarlanıp üretilen ürünlere retro deniyor Kısaca vintage geçmiş dönemlere ait özlemleri, heyecanları ve farklılıkları şimdiye taşımak isteyenlerin tercihi.
Siz hiç bir giyside samimiyet aradınız mı? Ben aradım ve bulmam da öyle çok zor olmadı. Benim gibi 80’lere ait gözlük takan o zamanların saç modellerinde kendiyle bütünleşen ve nostaji şarkılara Ben hiçbir zaman modayı takip eden biri düşkün birisisinin çok da uzak olduğu olmadım. Belki biraz klişe ama en yerinbir konu değildi vintage. de ve doğru söz “Moda, insanın kendisine yakışanı giymesidir.” Benim vintage Babaannemden dinlediğim kadarı ile o olan ürünlere tutkum çocukluğumdan yıllarda kalite kârın henüz önündeymiş. gelmekte. Ve benim için neden vintage biAma şimdi aksine retro olarak karşımı- raz bahsedeyim.
bir görüntüden kaçınmış hem de modern parçalar ile birleştirip daha marjinal bir görünüm sağlıyorum. Vintage ürünler erkekler için de birbirinden güzel parçaları kombinleme olanağı sunuyor.
yansıtıyorum. Vintage ürünleri benim için vazgeçilmez kılan başka neden hem bir eşinin başkasında görme olasılığımın çok az olması hem de farklı bir havasının olmasıydı. Vintage ürünleri nasıl kombinlediğime gelirsek. Öyle baştan aşağı o dönemi yansıtan parçaları bütün olarak kullanmıyorum. Aksine günümüze ait bir Jean ile 80’lere ait bir gömleği kombinlediğime hem geçmişten klonlanmış
gömlek ve bomber ceket işe hem mevsime, hem de modaya uygun bir seçim olacaktır. Aynı kombini yaz aylarında ve baharın sıcak günlerinde kısa kollu gömlek giyip retro bir gözlükle de yapabilirsiniz. Gerçekten ne varsa eskilerde var, ruhu olan her parça inanılmaz anlamlı... Eskileri seviyorum, kim bilir sorsak bir gömleğe, ne hikayeler anlatır bize.
Mesela günümüz tarzda bir kot pantolon ile spor ayakkabılar üzerine çiçekli bir
Gizem VURAL
Aslında bende olan takıntımı da tetikleyen bir akım oldu. Takım giyinmeyi hiç sevmeyen, bir ürün beğendiğinde bile başkasında gördüğünde giymiş kadar olup almaktan vazgeçen biri olaraktan benim kurtarıcım diyebilirim. Vintage parçalarımla günümüz parçalarıyla birleştirdiğimde hem sıradanlığın dışında hem de kendime özgü bir tarzı benliğimi
18
Burkay ÇELİK
19
KATY PERRY YENI ALBÜMÜNÜ YAYINLADI! Merakla beklenen adına #KP4 şeklinde hastag açılan Katy Perry’nin “Witness” ismini verdiği albümü iTunestan yayınlandı. Merakla beklenen Katy Perry’nin albümden ilk single olarak Chained To the Rhytm şarkısını klibi ile birlikte yayınlamıştı. Şarkıyı ve klibi çoğu eleştirmen ve dinleyici beğenmedi. İkinci single olarak Bon Apétit seçildi ve şarkı yayınlandıktan kısa süre sonra klibi yayınlandı. Klip bazı kesimler tarafından tepki bulsa da genel olarak beğenildi. Üçüncü single bir Nicki Minaj düeti olan Swish Swish şarkısı seçildi. Şarkı henüz kliplendirilmedi. Klibi herkesin çok merak ettiğini düşünüyorum.
Katy albüm tanıtımı bu iki fotoğrafla “Witness!! The Album The Tour” şeklinde yaptı. Buna dayanarak ilk fotoğrafı herkes albüm kapağı ikinci fotoprafı ise tur tanıtım fotoğrafı olarak algıladı. Aslında haklıydılar ikinci fotoğraf tur tanıtım fotoğrafıydı fakat ilk fotoğraf albüm kapağı değildi.
Albüm dönemine gelelim artık...
Albüm ismini tabiki herkes çok merak ediyordu. Aslında Katy albüm ismini bize 1 Mayıs günü Mat Gala da söylemiş de biz fark etmemişiz. Katy tasarım elbisesinde kafasında kocaman “Witness” yazmış.
Veee karşınızda çok konuşulan albüm kapağı! Albüm kapağı hiç kuşkusuz güzel ve yaratıcı fakat bazı kesimlere göre bu yaratıcı ve güzel kapak bir çok anlam taşıyor. “İllüüüüü” dediğinizi duyar gibiyim. Evet kapağa gelen ilk yorum İlluminati oldu. Albümün geneline hakim olan göz simgesi bu yorumu haklı çıkarır nitelikte.
Albüm İsmi Neyi İfade Ediyor? Peki albüm isminin yazılışına dikkat ettiniz mi ? “Witness” isminde bulunan iki s yılan oluşturmuş. Albümdeki Swish Swish şarkısında Katy Perry’nin Taylor Swift’e diss attığını düşünürsek yılan şeklini almış S lerde bir zamanlar yılan lakabı ile anılan Taylor Swift’e bir gönderme olarak nitelendirildi. Şarkı Listesi
1. Witness 2. Hey Hey Hey 3. Roulette 4. Swish Swish feat. Nicki Minaj 5. Déjà Vu 6. Power 7. Mind Maze 8. Miss You More 9. Chained to the Rhythm feat. Skip Marley 10. Tsunami 11. Bon Appétit feat. Migos 12. Bigger Than Me
Burkay ÇELİK
Witness albümü 9 Haziran 2017 günü tüm dünyada satışa çıktı.
Albümün ilk single çalışması ve çıkış şarkısı olarak “Chained to the Rhythm” klibi 21 Şubat 2017 günü yayınlandı. Katy Perry hâlâ ‘şeker kız’ imajından ve temasından kurtulacağını yeni bir imaja bürüneceğini söylese de kurtulmuşa benzemiyordu. Klip çok fazla beklenileni karşılamadı.
Deluxe Edition:
13. Save As Draft 14. Pendulum 15. Into Me You See
Benim favorilerim ; - Witness - Hey Hey Hey - Miss You More - Chained to the Rhythm - Bon Appétit - Save As Draft - Swish Swish - Dejavu
Albümün ikinci single ı olarak “Bon Appétit” şarkısı seçildi. Klibi 21 Mayıs 2017 günü yayınlandı ve yayınlandığı andan itibaren büyük bir ilgi gördü. Şarkının ritmi ve klip gayet iyi eleştiriler aldı. Klipte Katy Perry kendini yemek olarak misafirlere sunması ve o aşamaları anlatması gayet ilgi gördü. Ve Katy Perry bahsettiği yeni imaja bu klip ile ulaşmış oldu. Uzun saçlarını kesip kısacık erkek tıraşı olmuş saçlarıyla karşımıza çıktı.
20
Burkay ÇELİK
RIHANNA, 2017 CANNES FILM FESTIVALINE DAMGA VURDU!
Rihanna, daha önce 2018- 2019 yılları için Chopard isimli dünyaca ünlü mücevher markası ile yaptığı anlaşma ile gündeme gelmişti. Geçtiğimiz gün Rihanna Chopard ana sponsorluğunda gerçekleşen Cannes Film Festivaline katıldı. çalmaya başladı. Bu elbisenin yapımı yaklaşık 3 hafta sürmüş.
Üç gün süren festivalin ilk günü Chopard markasının düzenlediği akşam yemeğine katılan Rihanna taktığı kendi tasarımı mücevherlerle ve Dior markasının kendisi için hazırladığı elbisesi ile muhteşem görünüyordu.
İkinci gün ise 19 Mayıs Cuma günü 2017 Cannes Film Festivali kapsamında yapılan Okja filminin prömiyerine katıldı.. Rihanna ilk gün giydiği siyah elbisesi ile çok beğenildi ve festival günü giyeceği elbise hakkında herkesin aklında büyük bir merak uyandı. Rihanna bu sefer siyahın aksine kırmızı halıya beyaz bir Dior özel tasarım elbise ile çıktı. Rihanna kırmızı halıya çıktığı anda arka planda “Diamonds” şarkısı
21
“Bu nasıl Rihanna” diyenleriniz olacaktır elbette. Bu kadar sade giyinmesi bir çok moda eleştirmenininde dikkatinden kaçmadı fakat geçerli bir sebebi vardı Rihanna’nın. Rihanna üç gün boyunca festivalde Chopard markası ile tasarladığı mücevherleri tanıtmak istiyordu. Bu yüzden göz önünde olması gereken mücevherler olmalıydı.
Son güne gelecek olursak Rihanna yine merak konusuydu. Çünkü son gün düzenlenecek olan Cohopard After Paty’nin ev sahipliğini yapacaktı. Rihanna Dior özel tasarım mavi bir elbise ile bu sefer kırmızı halıdaydı. Taktığı kendi tasarımı olan Chopard marka mücevherler oldukça dikkat çekiciydi.
Altın Palmiye: The Square Grand Prix: 12o Beats Per Minute Jüri Özel Ödülü: Loveless Andrey Zvyagintsev En İyi Kadın Oyuncu: Diane Kruger, In the Fade – Fatih Akın En İyi Erkek Oyuncu: Joaquin Phoenix, You Were Never Really Here – Lynne Ramsay En İyi Yönetmen: Sofia Coppola, The Beguiled En İyi Senaryo: The Killing of a Sacred Deer, You Were Never Really Here Altın Kamera: Jeunne Femme/Montparnasse Bienvenue, – Leonor Serraille 70. Yıl Özel Ödülü: Nicole Kidman Kısa Film Altın Palmiye: Xiao Cheng Er Yue (A Gentle Night) – Qiu Yang Queer Palmiye (Uzun): BPM (Beats Per Minute) – Robin Campillo Queer Palmiye (Kısa): Islands – Yann Gonzalez
Burkay ÇELİK
CANNES FİLM FESTİVALİ ÖDÜLLERİ
UN CERTAIN REGARD ÖDÜLLERİ
Un Certain Regard Ödülü: A Man of Integrity – Mohammad Rasoulof En İyi Yönetmen: Taylor Sheridan, Wind River Jüri Ödülü: Michel Franco, April’s Daughter En İyi Performans: Jasmine Trinca, Fortunata Sinemada Şiirsellik Ödülü: Mathieu Amalric, Barbara
YÖNETMENLERİN 15 GÜNÜ
Sanat Sineması Ödülü: The Rider, (Chloe Zhao, ABD) Avrupa Sineması Ödülü: A Ciambra, (Jonas Carpignano, İtalya, Brezilya, ABD) SACD Ödülü: Let the Sunshine In, (Claire Denis, Fransa) – Lover For a Day, (Philippe Garrel, Fransa) Illy Kısa Film Ödülü: Back To Genoa City, (Benoit Grimalt, Fransa)
ELEŞTİRMENLERİN HAFTASI
Büyük Ödül: Makala – Emmanuel Gras En Yenilikçi Yönetmen Ödülü: Gabriel and the Mountain – Fellipe Gamarano Barbosa SACD Ödülü: Ava – Léa Mysius Kısa Film Keşif Ödülü: Los Desheredados – Laura Ferrés
FIPRESCI
Yarışma Ödülü: 120 Beats per Minute – Robin Campillo Un Certain Regard Ödülü: Closeness – Kantemir Balagov Eleştirmenlerin Haftası: The Nothing Factory – Pedro Pinho
22
Burkay ÇELİK
LADY GAGA’NIN ‘JOANNE DÜNYA TURNESİ’ BAŞLADI!
Yazıma ‘Joanne’ albümü hakkında bilgi vererek başlamak istiyorum ; Joanne, Amerikalı şarkıcı Lady Gaga’nın beşinci stüdyo albümü. 21 Ekim 2016’da Interscope Records yayımlandı. Gaga albümde Mark Ronson, Jeff Bhasker, BloodPop ve RedOne gibi yapımcılarla çalıştı ve albümün yardımcı yapımcılığını üstlendi. Joanne, önceki stüdyo albümü Artpop’a kıyasla tarz olarak “hafif ” soft rock ve dans-pop ile şarkıcının vokallerini gösterdiği bir albümdür. Sözsel olarak aile ve duygu temalarını işleyen albümde halası Joanne Stefani Germanotta’nın ölümünün rolü büyükütür. Joanne’in altındaki gizli temanın aile olduğunu söyleyen Gaga, “Hayat boyu yaşadığınız tüm duygular,” diye tanımladı. Albüm oluşum sürecinde Gaga, bir kız hayal ettiğini ve ülkenin ortasında yazdığı şarkı sözlerinin gerçek anlamını ve insan iletişimini bildiğini yorumladı.
“Perfect Illusion” albümün ilk single’ı olarak 9 Eylül 2016’da yayımlandı. “Million Reasons” 1 Kasım 2016’da albümün ikinci single’ı olarak seçildi. “John Wayne” 8 Şubat 2017’de albümün üçüncü single’ı olarak seçildi.
Turne Zamanı… Joanne Dunya Turnesi’nin ilk konseri Canada’da 1 Ağustos günü başladı. Diğer turnelerinin aksine konser gününe kadar sahne tasarımı ve şarkı listesi yayınlanmamış. Her şeyi 1 Ağustos günü öğrendik.
23
1 – Ana Sahne. Sahne hareketli üç platformdan oluşuyor. Gaga ve dansçıları bu platformların üstünde dans ediyorlar. Ana sahne olduğu için konseri neredeyse tamamı bu sahne üstünde geçiyor.
Burkay ÇELİK
Sahne Tasarımı ve Kullanımı;
2/3 – Ada Sahneler. 2-3 numaralı sahnelerde Gaga 2-3 şarkı söyledi. Ada sahneler arasında geçişi ise 5 numara ile gösterilen köprüler ile yapıldı. Gaga şarkı söyleyerek köprülerden geçti ve sahne değiştirdi. Daha sonra köprüler halat yardımı ile yukarı çekildi.
4- Piyano Sahnesi. Gaga’nın konserlerinin vazgeçilmezi haline gelen piyano için her konserinde ayrı bir sahne yapıyor. Joanne Turunda ise bu sahneyi konser alanının en arkasına yerleştirmiş. Gaga bu parça parça sahneler sayesinde konser alanının her bir köşesine gitmiş her bir hayranını mutlu etmiş oluyor.
Kostümler
Şarkı Listesi ;
1. Diamond Heart 2. A-Yo 3. Poker Face 4. Perfect Illusion 5. John Wayne 6. Scheiße
7. Alejandro 8. Just Dance 9. LoveGame 10. Telephone 11. Applause 12. Come to Mama 13. The Edge of Glory 14. Bloody Mary
15. Dancin’ In Circles 16. PaparazziPlay Video 17. Angel Down 18. Joanne 19. Bad Romance 20. The Cure 21. Million Reasons
24
Bedri İŞBİLİR Özel Bölüm.
Şimdi İspanyolca bir şiirin döküldüğü ırmaklarda su olmak vardı, gittin. Ben de İbranice yasların ağlama duvarı oldum.
Yağmur damlası, sarıldığı nikelaj parmaklıktan intihar edercesine mermere düştü. Kendimi gördüm. 18’ imde intihar edercesine bir kalbe düşmüştüm. O günden sonra toparlanamadım, sarıldığım umutlar artık hayat kaygılarım, sevdiğim insanlar, sırtımda hançer izleri bırakan beşerlere dönüşmüştü. Ağustosu hiç hissedemedim, Eylül ise 12 ayın tanrıçası makamına sahipti gönlümde, bedenim sonbahara köle edilmiş, aklım bulutların derdine bile çözüm olma yolunda ilerliyordu, yorgun düştüm. Kendim kalktım. İnsanlar fikirlerimin farklı olduğunu gördükçe yanımda durmak istedi, ittirdim onları, ihtiyacım yoktu. Kendimden bile vazgeçmişken, 11.Eylül’ün en güzel rüzgarından vazgeçemedim. Öldüm, dirildim. Ahiret kavramını yorumlayamadığım için hain ilan edildim. Gülümsedim, sigara içtim, sarhoş oldum. Evlilik hayali kurduğum için küçümsendim, ihanete uğradım, kanadım, kanadım ama hiç kanatmadım. Düşünmek, vücudunun her zerresinde rüzgarın parmaklarını hissedebilmekti ve mühim olan, sevgiyi gül renginde değil, alacakaranlıkta yağan çamurda bulabilmektir.
Bedri İŞBİLİR
YAĞMUR DAMLASI
26
Bedri İŞBİLİR
27
İKİ (2) Tarih, saat, mühim değil, olmayacak ta, o gece bir çok olay yaşanacaktı, aşkımız bir birine kenetlenecek, koparılmayacak bir duruma gelecektik. Geldik. Bir kaç mum içinde, bir kaç yaprak gül ile tutkulu bir oda hazırladım, ona hayatı boyunca unutamayacağı bir akşam yaşatacak olmanın verdiği mutluluk ile heyecandan parmaklarımın yanmasına aldırmadan mumlara aşk damlatıyordum. Hazırdım, her unsur kusursuzdu, olay örgüsü istediğim akışta ilerliyordu. Vakit Peri Kızı odaya davet etme vaktiydi dışarı çıktım. Dudaklarımdan çıkan “Perim” kelimesine karşılık “gelebilir miyim ?” cevabını işittim. Geldi. Kırmızılar içinde, kızıl saçlarıyla, yanaklarına sarılan dudaklarıyla, heyecandan titreyen parmak uçları ve bana doğru adım atmak için sabırsızlanan güzel bacaklarıyla geldi. Nefesim ateşten bir çemberden geçerek ciğerlerime iniyor, geçtiği her yeri kavuruyordu, yutkundum, soluk borumun yandığını hissedebiliyordum, başım döndü, vücudum bu heyecanı kaldıramayacak olmalı ki beklemediğim tepkiler veriyordu. Dudaklarım kurudu, bir kaç salise sonra yutkunamaz hale geldim, avuçlarım terledi, dilimin ucundan başlayarak tüm vücuduma yayılan uyuşma beni ayakta duramaz hale getirmişti. Gözlerimi kırpmamak için göz bebeklerimi onun vücudunda gezdiriyordum. Giydiği elbise, sahip olduğu fiziksel mükemmelliği bütün hatlarıyla sergiliyordu, yanına gittim, avuç içlerimle gözlerini kapatmak için ellerimi yüzüne götürdüğümde, nefesini ellerimde hissettim, sıcacıktı o da en az benim kadar heyecanlıydı, yavaş yavaş yürümeye başladık, odanın kapısı cennete açılan bir kapı misali yavaş ve aşk sesleriyle açıldı. Mumların yüzümüze vuran sıcaklığını hissederek birden ellerimi çektim, gözlerini açmasını rica ettim. Şaşırmıştı, konuşamadı, gözlerimi ondan alamıyordum, aşk yolu ismini verdiğimiz tutkuyu simgeleyen mumlar arasında yürüdük. Bir kaç öpücük vakit geçti ki, dans etmeye başladık, ellerimi bel boşluğuna koydum heyecandan titriyordu benimde pek kalır yanım yoktu zaten, Perime sarılmasam uçup gidebilirdim. Boynuma sarıldı. Ateşten bir çember içinde su damlaları gibi dönüyorduk, burun buruna geldik. İkimizin yüzünde de anlam veremediğimiz kah kahalar gizliydi konuşmak istiyorduk fakat kelimeler çıkmak istemiyordu. Hem sevdiğin kadının yanındaysan dilini kelimeler ile dans ettirmemelisin. Belini sıkı bir şekilde kavradım burnundan öptüm, elmacık kemikleri kızardı, boynu ile göğsü arasında kaybolup gittim. Şarkılar dindi. Mumlarımızı aşk dilekleriyle üfleyerek söndürdük... O gece yaşananlar ikimizin de dudakları arasında saklı kalarak son buldu.
“Vedalar, gidenin nedeni ile mi ? yoksa kalanın sabrı ile mi ? Kıyaslanır. Hayır, vedalar, sürrealist bir tablonun siyah rengidir, sadece aşk ile kıyaslanır.” Son 1 haftam, çocukluğumu benden alan o şehirde, gökkuşağı sahibi bir evde, tanrının kollarıma onu sağlıklı bir şekilde nasip etmesini beklemek ile geçti. Her nefesimde soluk boruma değen nemli hava öksürmeme neden oluyor ve insanlar bunun sigaradan kaynaklandığını düşünüyordu. Nedeni bilinmez, her nemli bahar akşamında köprücük kemiği takılırdı aklıma, uzun saçları omzundan boynuna doğru sarmaşıklar gibi süzülürken, köprücük kemiği, göğsü ile boynu arasında şelale görevini görürdü. Gariptir, o şelaleden akan suya değen dudaklar uyuşur, uyuşukluk sinsi bir şekilde çene sinirlerine yayılır, dil işlevini kaybeder, gamzelerime dolan sinir sıkışmaları, mimiklerimin sabit kalmasına neden olur. Bakar, -kalırım- kalırdım. Umulmadık akşamların, umulası tiksinti duyduran gerginliklerine şahit oldum o hafta yorgun düşmek değildi de içten içe kemiren bir duygu kaşıntısı tutmuştu ruhumu, ona sarılacak olmanın verdiği heyecanı hatırlayarak bunu bastırıyordum diyebilirim. -DiyemedimRuhum kanıyor, yara bandı olma, gel dikişim ol, yaram kapansın, ömür boyu izin kalsın. -Diyemedim- Kırmızısını kaybetmiş bir trafik lambası gibi, her kazadan sorumlu tutuldum. Oysa kırmızım yanmadığı için, yeşili söndürsem, insanlar kendi sorumluluklarını üstlenerek daha dikkatli bir şekilde yol alırlardı, kalbimin kerpiçten otobanında. Sadeleştirerek bakamazdım yaşantıma, yaşadıklarıma, yaşattıklarıma, matematik işlemi değildi çünkü bu, bu bir beşerin, yaratıcı tarafından yaratılan en masum ölümlüye olan aşkıydı, peki o ölümlü gerçekten masum mu? Masumdur, yargılatmam onu, benimdi çünkü -öyle sandım uzun bir süre- Karanlığa ait olmak onun ruhunun yansıması olmalıydı, özgürlüğün beyaz kaldırımında, siyahın asaletini sırt dekoltesi ile giyindikten sonra, ölümün kızıllığında saçlarını beline doğru dalgalandırırdı. Severdi ilgiyi, sahte, ilgiyi. Gerçeklik kavramını yavaş, yavaş, yitiren retinası onu kör ediyordu. Farklı bakmayı öğreneceği zaman diliminden korktuğu için bu körlüğü hastalık olarak görüyor bunu değiştirmek isteyenlerin yardımını kabul etmiyordu. Süregelen zaman dilimi doldu, vakit, feragat gerektirdi. Benden çok sade vazgeçti, s**tir edilesi ruhumun, o***pu kimliği çevirmeye takılmıştı ve beni içeri almak yerine dışarı attılar -attı-, atmasaydı, iyiydi. Şimdi bilmediğim bir memlekette, tutunduğum çınar ağacının gölgesinde yasaklanmış promil eşliğinde sana yazıyorum, merak etme sen, ezelden beri gelememiş olsan da ben evvelden ucu yanmış sigaram ile bekliyorum. Unutma sen olmasan da sana olan sevgime sarılıp gecelerimize ihanet etmeden, gündüzleri uyuyorum.
Bedri İŞBİLİR
VEDALAR
28
Bedri İŞBİLİR
29
EYLÜL O gün oturduğum sandalyenin sallanması yaşayacağım olay örgüsünde bir kaç unsurun ters gideceği anlamına gelen bir işaretti, dudaklarımı dilimin yardımıyla ıslatıp, sigaramı dudaklarımın arasına sakin bir tavırla yerleştirdim, izlediğim filmlerin etkisinde kalmış olacağım ki kibrit kullanmak benim için mühim olan kriterler arasındaydı, ucunda top şeklinde sıkıştırılmış barut taşıyan çırpı parçası, zımparaya sürttüğünde ummadığın büyüklükte maddeleri kül etmeye yetecek güçte, düşündüren kısım ise kibrit mi daha güçlü, yoksa ateş mi ? Sallanan sandalyede oturmayı keyifli bir hale getirmek için iki ayağımın parmak uçlarından güç alarak ileri, geri hareket etmeye başladım. Kapıdan kilit sesleri geldi, eve girdi, kirpiklerinin gölgesi yorgun düşmüş şekilde elmacık kemiklerine yansımıştı, dar ağacını anımsatan o güzelliklere bir kez dokunduğunuzda idam edilme libidonuz artabilir, anahtarı kilitten çıkarmak için boynuna bir eğim verdi, topuklarını yere sağlam basıp diz kapağını kapıya dayadıktan hemen sonra hışımla anahtarını çekti, sağ topuğu ile kapıyı ittirip, eş zamanlı olarak gözlerini gözlerime yöneltti, her zaman olduğu gibi kızıl saçları bütün dikkati üzerine topluyor bu durumu kıskanan dudakları ise nispet yaparcasına kızarmaya başlıyordu, gülümsedi, kırmızıdan hallice pembe dudakları yanaklarına sarıldı, göz kapaklarının retinası ile savaş verdiğini göz bebeklerinden anlayabilirdiniz, bir kaç saniye içinde yaşanan bu detaylar nöronlarımı yormuş olmalı ki sigaramdan derincesine bir nefes aldım, parmaklarımın boğumlarından ciğerime doğru süzülen bu gri zehir nöronlarımı tatmin olacakları derecede mutlu ediyordu. Yanıma geldi, tırnaklarını sağ el bileğimden başlayarak omuzlarıma kadar tenimde sürükledi, kobalt mavi tırnaklarının üzerinden geçtiği her gözeneğim, küçük, küçük terlemeye başladı o an için vücut ısım havale derecesine ulaştı diyebilirim. Omuzlarıma geldiğinde iki eliyle bana masaj yapmaya başladı boynunu kulağıma doğru eğdi, saçları köprücük kemiğimde süzülüyordu, tırnaklarını batırdı, irkildim, gözlerimi açtım hemşire sol kolumdan eroin aşılarcasına bilmediğim o beyaz sıvıyı mütevazı şekilde enjekte ediyordu. Hatırlamaktan korktuğum her şeyi artık hatırlamıştım, tek, tek bir şey hariç, adım, 29 senedir taşıdığım o bir kaç harften oluşan özel ismi hatırlayamıyordum, geçirdiğim trafik kazası sonrasında gaspa uğramış olacağım ki üzerimden kimlik çıkmamış, adli sicil kaydım bulunmadığı için kan testleri sonucunda ismim de öğrenilemiyormuş, kimsenizin olmaması bu durumda gerçekten acı verici olabiliyor. 6 günlük koma süreci geçirdiğimi, bu sürecin 5. gününde “Eylül” ismini sayıklamaya başladığımı ertesi gün ise gözlerimi açtığımı öğrendim, Eylül, Eylül, bilinçaltımda annesi ile beraber mutlu mesut yaşayan hayali kızım. Neden mi Eylül ? basit aslında, annesi 11. Eylül’ün bana en güzel hediyesi, benim son, baharım, mavinin en güzel, yeşilin en muhtaç kaldığı vakit, yer yüzünün ilk defa gök yüzünü kıskandığı vakit.
Çay kaşığının cam bardakta dans ederken çıkardığı ses kulak kepçemden, örs kemiğime doğru frekans, frekans ilerliyordu. Donuk bakışlarım gecenin karanlığında rütbe sahibi ay ışığına selam dururcasına, kıpırdamaksızın bulutları seyre dalmış, ucu, kotik haline gelen sigaram parmaklarımı yakıyordu. Betimlemekten bıkmadığım, satırlarıma adını gizlediğim o mahrur kadın, karanlığın cinaslı cilvesinde geçmişi ile dans ediyor, acı ve sahte kahkahaları tüylerimi ürpertiyordu, geçirdiğim nöbetler de vücudumu parçalamamam için uzanan elleri şimdi başka avuçlara su olmuş, öpmeye doyamadığım dudakları, kelam bilmeyen bedenlere
Bedri İŞBİLİR
SENİ SEVİYORUM
“seni seviyorum” diyordu. Tanrısal bakış açımdan kurtulup düşünmeye başladım. Hastayım, iyileşirsem, onu unuturum. Bu sebeple her ruh hastası tedavi edilmemelidir. Her ten unutulmaya mahkum, lakin tek sen hatırlanmaya layıksın, ömrü ruhen kör gözlerimde.
30
Ayşe ARSLAN
31
DELİ Hızlıca, boş bulduğum odaya girip nefes almaya başladım. Birinci nefes, ikinci nefes,… Annem Sinirlendiğim de bu yöntemi uygulamamı ister her zaman. Umarım şok durumlarında ya da çığlık atmamak için de kullanılan bir yöntemdir. Nerde kalmıştık, dördüncü nefes, beşinci nefes.. Hiç bir işe yaramıyor, bende odayı üstüme kilitlemekle yeni bir çözüm yolu buluyorum. En azından kafamı toplayana kadar, kimse girmemeli. Hoş böyle kalabalık bir ortamda fark edileceğimi pek sanmıyorum zaten. İşime gelir. Volta atmaya başlıyorum, teyzemin yatak odasında. Çocukken ne merak ederdim, iki yanı boydan boya beyaz dolapla kaplı olan, bu büyük odayı. Bir buraya girmemi istemezdi teyzem. Benimle beraber bütün yeğenlerini kovalardı kapının girişinde görünce. Şimdi büyümüştüm, üzerimdeki mavi mini elbise ve altındaki ince topuklu siyah ayakkabılarım beni zarif bir kadın gibi gösterdiğinden biliyordum. Büyümüştüm ve ilk işim büyüdüğümü kanıtlamak ister gibi teyzemin odasına kendimi kilitleyip, egemenliğini ilan etmekle başlamıştı. İçerde yaşadığımın şokun etkisi etrafı doyasıya izlememe engel oluyordu. Büyük bir hezeyanla oturdum teyzemin yatağına, çiçek kokusu gelen bembeyaz yatak örtüsüne. Olayın iyi yanı filan yoktu aslında ama bu odada olmak bana keyif vermeye başlamıştı, yasak olana karşı duyulan arzu sonunda yerle yeksan olmuştu. Olmaması gereken tek yerde, kuzenimin düğününde. Lise sonda birbirimize verdiğimiz sözü tutmak için gelmiştim buralara. Beraber geçirilen herhangi bir yazdı, bilgisayardan beraber bakıyorduk üniversite olarak nereyi, hangi bölümü kazandığımızı. Farklı şehirlere düşmüştük sonra birden yanına gelip elimi tutarak söz ver bana mezuniyetime de geleceksin, düğünümü de. Yüzünü okşayarak tabi geleceğim kurtulmak yok benden demiştim, gülerek. Ne diye söz vermiştim sanki, bilseydim der miydim bilmem. Oysa ne özenle seçmiştim üzerimdeki el-
biseyi, düşsün diye ayağımdaki ayakkabının fiyatı haftalarca beklemiştim. Teyzemin yatağına nasipmiş meğersem. Kapı çalıyor, irkiliyorum. Hemen toparlıyorum yattığım yeri, kapıya yaklaşıyorum, annem. ‘’Aç şu kapıyı nerdesin sen herkes seni soruyor, yine yaptın yapacağını’’, diye söyleniyor. Açıyorum usulca, yüzümdeki hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak uyku bastırdı bir anda anlamadım bende diyorum. Biz bir şey yapamayız diyor gözleri, anla üzülme. Elimi tutuyor elleri hadi diyor, azarlar gibi. Üst kattaki nikahın kıyılacağı yere beraber çıkıyoruz. Kuzenim Merve, sade bir tören istemiş. Orada işte tüm güzelliğiyle gülümsüyor, krem rengi vücuduna tam oturan diz altı elbisesi, düzgün fiziğini ortaya çıkartıyor. Nerdeydin diyor dudaklarında kırmızı ruju, gözlerinin yeşilini annemden almış. Bir ara aşağıya inerken gördüm diyor teyzem, kahverengi parlayan gözleriyle. Ben teyzemden almışım rengimi o benim annemden. Çocukken bunun için bile çok kıskanırdım onu, bilerek çelme takılan oyunlar, kanayan dizler; intikamımı alsın diye. Bana gelmesi gerekirken ona giden gözlerin intikamı. Şimdi bakıyorum da iyi ki ondalar. Ama o kendinde değil, özellikle yanındaki şokumun nedeni. Dışarıdan bakınca uzun boylu gayet yakışıklı gözüken bir surata sahip olsa da o işte Galip. Bizim köyün, dilimde varmıyor ama delisi. Beraber büyüdük biz Galip’le. Sarışın, yaramaz çocuğun önde gideniydi. Zekiydi aslında bakarsanız; ben psikolojiyi, Merve hukuku kazanırken onun da tıp kazandığını duymuştum. Ne olduysa ondan sonra olmuştu zaten o okumaya gidince annesi babası tek başına kalmışlardı, yazın gelip biricik oğullarının eve uğramasıyla şenlenirmiş ortalık öyle dermiş rahmetli annesi. O yazlardan birinde Galip eve geldiğinin akşamı, arkadaşlarının ısrarına dayanamamış, halı sahaya maça gitmiş. Yangın çıkmış nedeni bilinmez hala, Galip’in annesi babası içerdeyken her şeyi kül etmiş.
Merve ile mutluydu, onsuz yarım ve deliydi. Biraz soluk almak için dışarı çıktım. Oturdum merdivenlere, kafam iki yıllık bilgiyi tek seferde yüklemekten patlamak üzereydi. Bir süre sonra Merve, üzerindeki elbisenin açık renk oluşunu umursamadan ilişti yanıma. Başı omzunda lafa girdi; ne düşündüğünü biliyorum, anlam veremiyorsun. Bende böyleydim ilk hastaneye girişimi, sonra bu ziyaretlerin sıklıkla arttığını kendime hatırlattıkça, neden diyordum neden buradayım ben? Doktorlar beni gördükçe mutlu olduğunu, gün içerisinde gülümseyerek dolandığını tedaviye olumlu yanıt verdiğini duyduğumda merhamet sandım. Gün geçtikçe kendi aramızda bir dil oluşturduk, benimleyken duraksamayan dili, doktorları görünce tekrar bozuluyordu. Numara dedim gitmedim. Gitmedikçe, ben de sustum, içime kapandım. Konuşmadım ondan başka hiç kimseyle. Onun bana yaptığı gibi. Gittim sonra hasret sadece bir ay sürmüştü, sürdürebilmiştim. Beni görünce duraksayan dili, kalbi, tedavisi devam etti. Eğer ayağa kalkıp işte gerçek sevgi bu diye bağırmamı bekliyorsan yanılıyorsun dedi, kıkırdayarak. Beni de bir gülme aldı. Güldük epey sarılarak. Gülerken ciddileşti birden yüzü. Bak bana dedi annem var babam. Onun yok. Bak bir daha bana bende akıl, onda olmayan. Bak ona, güzel mavi gözleri var. Kimsede olmayan. Görünce kalbimi harekete geçiren. Ayağa kalktı sonra birden, eteğinin düzeltti. Sonra eğildi tekrardan oturan bana. O benim eksik yanım, ben onun. Sevgi bu işte öyle kolay mı kazanılır. Şimdi izninle biraz daha beni görmezse kriz geçirecek bir kocam var, beni deli gibi seven onun yanına gitmeliyim. Giderken de ekledi, yaşasın sonuna kadar yaşanan sıfatlar, sevgiler diye. Deli kız. İçim ferahladı bir an, kalktım ayağa, geçtim salona. Nedendir bilmem, bizim sarı saçlı mavi gözlü Galip çok yakışıklı geldi gözüme, eli karısının omzunda etrafında gülücükler saçıyordu. Bizim deli kız, eşinin kalıplı gövdesinden gözükmüyordu bile. Sevgi dedim içimden yanlarına giderken, bilmem kaç kere.
Ayşe ARSLAN
Galip kazanmanın sevincini yaşarken neye uğradığını şaşırmış, yüreği ağzında eve koşmuş. Cesetlerini çıkarırken yetişmiş. Çok kızmış kendine, okulu bırakmış. Aylarca kimseye tek kelime etmemiş. Ara sıra yangının olduğu yerde görürlermiş, eğilir toprağı yerden alıp uzun uzun ağlarmış. Konuşma yetisini kaybetmiş, ağzından tükürüğe bile hakim olamıyormuş artık. Annem anlatmıştı, üzülerek dinlemiştim yurt odasında otururken, elimde telefon. Sonrasında Merve ile paylaştım annemin anlattıklarını. Ben bir dönem uzattığımdan o benden daha önce gitmiş, Galip’ i görme fırsatı bulmuştu. Onu tanımış, arka bahçede oynadığımız oyunları tekrardan anlatmış her sabah. Anlam verememiştim ilk başta, ne uğraşıyorsun şu deliyle diyerek dalga geçtiğim bile oldu bir keresinde. Sert çıkmıştı telefonda sesi ilk defa, kızardığını bile hissediyordum telefonun diğer ucundan. Deli değil o, sadece kötü şeyler yaşadı diye savunurdu. Ona acıdığını merhametini verdiğini düşünürken, bizim deli kız bir ömür kalbini ona vermeye seçeceğini nerden bilebilirdim ki… Okulun ardından direk yurt dışına yerleşince görüşmemiz sekteye uğramış, sonra da telefonlar azalmıştı. İki yıl sonra düğünüme bekliyorum diye aramıştı, söz vermiştin hani unuttun mu yoksa. Çok şaşırmıştım, adını kim olduğunu merak etsem de ne kadar erken gelirsem o kadar çabuk öğrenebileceğimi eklemişti. Düğün sabahına yetişebilmiştim, uçak biletini bulamayınca. Aklım üniversitede uzun süre beraber olduğu Görkem’deydi. Ama gerçek tüm çıplaklıyla önümde duruyordu. Bizim deli Galip onsuz kaldığı her yerde anlamsız sesler çıkartıp, ağlamaklı suratını yerleştirirken; Merve gelip yüzünü okşadığında, elini tuttuğunda çiçekler açıyordu. Rol yaptığı düşünmek istedim ilk, nikah yapılırken yarım saatte evet diyişini, ilk danstaki heybetli vücuduyla kuzenime sarılışını, sadece onun adını duraksamadan söyleyişini, Merve hatırlatıp yönlendirmesiyle teyzemlerin öpüşünü izledim sakince. Ama değildi.. Annesi ve babasıyla akıllıydı, onlarsız akılsız.
32
Rumeysa N. UÇAR
ÇÖP “Eskiden ağladığımda bunu sadece yastığım bili- yetlerle sadece kendi duyduğu acıyı içinde yaşatarak yordu.” Dedi. ve insanların birer birer terk edişlerini seyrederek daha da alevlendirdiği umutsuzluk ortamı. Bu genç “Stajyerdim o zamanlar çok fazla iş yaptığımdan de öyle miydi? Eğer anlattığı hikayelerden herhangi değil, yaptığım işi sevmiyordum. İnsanlara hiz- biri aşırı dram içerseydi anlattıklarını samimi bulmet etmek de sorun değildi, önemsizdim. Şeyleş- mayacaktım. Fakir bir hayat sürmüş ya da ebeveymiş, eşyalaşmış bir hiçtim. Robot olsam razıydım nlerinden biri yeni ölmüş olsa, bir öyküsü olsa tüm ama etten kemikten ve duygulardan ibarettim. acılarını buna bağlayabilirdim. Aslında biliyor musun hiç de kötü davranmadılar. Sadece davranmadılar..” Neden, “zengin bir ailede doğmuş ve her şeye sahip” görünümlü biri çok dertleri omuzlayıp, yaşadığı Buradan sonrasını dinleyemedim. Denedim ama mobbinge karşı çalışmak istiyordu. Çalışmak sadece düşüncelerim galip geldi. Daha önce hiçbir düşün- karnı doyurmak için değil miydi? ce böylesine etkilememişti belki. Belki de ilk defa gördüğüm birinin duygularını anlıyordum. İnsan- “Ağabey, ” lar.. İnsanlar insanları eziyor. Ama onlar da eziliyor. Sonra ezildiği anı unutmayarak acısını başkasından Hı çıkarıyor. İnsan? Anlayamadığım şey bu. Neydi bu insan, nasıl tanımlanırdı? “Herkes, mutlu gözükenlerin aslında mutsuz olduğunu söyler ya, ben mutlu rolü bile yapama“Daha dün müdür beyden azar işittiğini şu gözle- yacak kadar yorgunum. Üzgün gibi değil, mutlu rimle gördüm dahası önünde kuzu gibi dururken değilim. Mutlu olmak gibi bir isteğim de yok. Bir benim de onun önünde bir kuzuya dönüştüğü- amacım yok, bir derdim, bir hayalim.. Her şeye mün farkında. Ona olan öfkesinin yansımasının ulaşabilecek gücüm varken elimi uzatmak bile zor ben olduğumun farkında. Bilmese sorun değil de geliyor. Arkadaşım da yok. Çünkü eğer arkadaşım biliyor bal gibi..” olsaydı benliğimden taviz vermeliydim. Kendim oldum ve gittiler. Çok da lazım değillerdi ama çok Unutuştan ibaret olsan da acılarını tanırsın. Acı ken- yalnız kaldım, düşünmek için çok zamanım vardı. dini tanıtır. Daha önce tattığın, hayatını ıstıraba çeviren hislerin sana hiç acı vermedi mi ki başkasını Sonra bir şarkı dinledim. ‘Ayaklarımın yaralı ve acıtıyorsun. Hem de aynı yerinden. Yani şimdi biz paramparça olmasına izin ver ki en azından seni insanlar; birlikteyken mi daha insansıydık, yalnız gördüğümde gülümseyebileyim’ diyordu. O kadar kalınca mı.. özendim ki kendimi hırpalamak istedim.” “Dinliyor musun beni?”
Kim için?
A evet.
“Ağabey, kalbimi kırıyorsun. Tabii ki kendim için. Aynadaki ben için. “
“Hah işte o adam da geldiğinde hürmetkar davranmam gerekiyormuş. Yalnızken bana önem vermeyen insanlar müşteri gelince bir değişiyorlar anlıyorsun ya. Sonra yine özlerine dönüyorlar. Hepsi sert rolü kesen korkak insanlar. ”
33
Elimdeki küreği çöpün yanına bırakarak, benden cevap beklemeyen o gencin yüzüne yakından baktım. Hayallerine verdiğim hayali cevaplar hoşuna gitmeyecek olacak ki sızlanarak uyandı. Asık suratını güldürme zahmetinde bile bulunmadan güneşle kirlenİnsanın dert oluşturma gibi bir özelliği vardır. Eğer miş suratıma baktı. Dudağının kenarını bir saniye etrafında onun ilgisini çekecek etkin alanı yoksa yanağına dayadı ve yattığı bankta kalan kokusunu ve muhakkak kendine bir kriz ortamı oluşturur. Ya hep ısısını serbest bırakmak için kalabalığa doğru mutsuz kalarak, ya hastalanarak, ya da bin bir ezi- yürüdü.
adın? Özellikle erkekler sorar bu larıma sesleniyorum, evet malesef var. He bir soruyu, bana göre asıl kadındır. de erkek olduğu için işe alınmayanlar yok mu ‘Bayan veya Kız değil. diorsunuz, e tabi bu da kadınların cinsel obje gözüyle bakıldığı sıkça karşılaştığımız sebeplerBurada tabi ki tüm hemcinsleri- den sadece bir tanesi. Ayrıca istediğini alamamin adına konuşamam ama kendi adıma şunu yan işveren sayesinde kadının işsiz kalması da ifade etmek isterim ki benim için kadin, 18 ya- ayrı bir konu. şında da kadındır, 55 yaşında da kadındır. ‘O kadın değil kız’ diyen kesimin zihniyeti buna Bakın her iki taraf açısından da farklı konularbekareti yükler. En başta kadınların tek ve akla daki sıkıntılar olumsuzluklar deştikçe ne kadar ilk gelen özelliği cinsellik ve cinsiyet asla olma- çoğalıyor. Cinsiyetçilik hayatımızda arada gemalıdır. Toplumsal yönden genellikle evlenin- zindikçe, biz onu besledikçe, yaşattıkça, böyle ce ‘kadın’ oluyorsak zira erkeklere de evlendiği yağmalara fırsat verdikçe kalkınmamız imtaktirde sıfak yüklemesi yapılsın. Bu düşünce- kansız olmaya devam edecek hatta yerimizde nin yetişme tarzı, din baskısı, toplum baskısı vs. saymaya ve gerilemeye devam edeceğiz. En sogibi birçok nedenlerinin olması yanı sıra bun- nunda da korktuğum durumun ‘insanlığın öllardan sıyrılarak sadece ve sadece ‘insan’ olarak mesinin’ gerçeğini yaşayarak öğreneceğiz. Yazbakmamız doğru ve etik olur. Aranızda belki dıklarım anlatmak istediklerimim belki dekum ‘ne olcak ya bayan deyince’ diyenler elbette ola- tanesiydi. Özgürlüğe tehtide izin vermeyin. İncaktır. Bu sözlerim tabiki de herkes için geçerli sanlığa yararlı şeyler yaparken araya cinsiyetçideğildir. Ama bu yazdıklarımı okurken lütfen liğin girmesine izin vermeyin. Hayatta güvenli bu toplumsal bozuklukların bazı erkeklerde yaşamak varken, müzik,dans varken, o ne der hat safhada olduğunu ve benzeri konuların aşı- bu ne der, şu kız hakkımda ne düşünür, bu errılığının yaşanıp olayların kadın cinayetlerine kek acaba bana ne der diye hayatı çatık kaşlar kadar geldiğini unutmayın ve empati kurmaya altında geçirmeyin, geçirmeyelim. Şöyle bir çalışın. Amacım kadınların üstünlüğünü anlat- bakmanızı istiyorum hayatınızı düşünün, erkek maya çalışmak deği, en başta ‘insan’ olduğuna olduğunuz için veya kadın olduğunuz için yapve eşitliğine vurgu yapmaktır. mak isteyip de yapamadığınız, vazgeçtiğiniz neler oldu? Sen erkek arkadaşım pembe tişört giyBenim inandığım ‘kadın şunu yapamaz’ , ‘erkek mek isteyip de arkadaşlarım, ailem dalga geçer bunu yapar veya yapamaz’ değil, ‘biz bunu ya- deyip giymediğin oldu mu? Dans etmek isteyip parız’ dır. Daha da açarsam, benim inandığım de ‘erkek adama yakışır mı? deyip vazgeçtiğin sosyalizmdir, Herbert Spencer’in özgürlüğü hiç mi olmadı? Sen kız arkadaşım gecenin bir toplumun temelinde saymasıdır, benim inandı- yarısı evde, yurtta bunalıp ağladığın ve kendiğım birlik içinde yaşayabilmesidir. Fikirlerime ni dışarı atmak istediğin bir zamanda o saatte hararetle karşı çıkanlar bariz bir şekilde malesef dışarı çıkamadığın kaç kere başına geldi? İşe ihcinsiyetçidir. Bu meseleye at gözlüğüyle değil de tiyacın olduğu anda hangi yerlerde ne sebeple yapıcı bir eleştiriyle bakmanın toplumda iyileş- vazgeçtin? Toplumun yeniden yapılanması çok me sağlayacağına adım gibi emiynim. Konuya uzun bir zaman alır ama unutmayın ki fikir her kadınlardan girdim çünkü vurgu yapmak iste- şeyden üstündür. Her şey bir düşünceye bakar, diğim nokta buydu. Kadın çoğu yerde yaptığı her şey... Kadın, erkek, yaşlı, çocuk, engelli, büişin niteliğine ne göre göre muamele görmüyor tün ulusların evrensel kardeşlikte birleşmesi halen daha, fakat cinsiyete göre yargılanıyor.’ için, bu çamurlu yolları temizlemek için Böyle bir şey yok ya’ mırıldanan erkek arkadaş- SAHİDEN ÖZGÜR BİR TOPLUM.
Duygu ERGÜL
K
KADIN
34
Zeynep ŞAHİN
SON Kalbim diye sevmek en yücesi, kendine dikkat et demek ve o kalp hep senin diye bırakmak. Son kelimem sana yazıyordu o an ölmek istedim ama hâlâ yaşıyorum. Aşk mıydı bu, peki aşk bu kadar çabuk geçer miydi acısı? Sahi hiç sevmiş miydim ben seni yoksa bu küçük şehrin koskoca kalabalığında sadece sana mı tutunup kalmıştım.Şimdi yoksun lakin her yerde sen varsın ve hep olacaksın en güzelide bu.Bir hikayeyi yarım bırakmak zorunda kaldığınızda aslında hep devam eder kalbinizde ve oraya girmek herkese nasip olmaz. Kirpiklerini saymak en güzel şeydi,bazen utandığım için yüzüne bile bakamazdım. Bu acı senin yüzünden ama hiç ağlamadım vedalar
neyi bitirir ki?
35
Ä°letiĹ&#x;im
issuu.com/iletidergisi iletidergisi@hotmail.com Facebook.com/Ä°letiDergisi
36
KABINA SIĞMAYAN İLETIŞIM