The PALA Mart 2013

Page 1

T h e PA L A Yıl: 5

Sayı: 40

MART 2013

MUN KULÜBÜMÜZ GEORGE TOWN ÜNİVERSİTESİNDE DÜZENLENEN “QATAR MUN”DA KONUK YAZAR: MEHMET KÜÇÜKYILDIZ DÜŞÜNCE BAHÇESİ KİTAP SÖYLEŞİLERİ OKULDAN HABERLER PALASKOP LİDERLİK EĞİTİMİ PENTATLON KÜÇÜK ŞEYLER EDEBİYAT SÖYLEŞİLERİ


SAYFA

2

EDİTÖRDEN Merhaba Sevgili The PALA Okuyucuları, Bu sayımızda okulumuzun katıldığı veya organize ettiği ulusal ve uluslararası iki haberimiz var: 7. Pentatlon Yarışması, Qatar MUN. Konuk yazarımız Mehmet Küçükyıldız Bey bizleri kütüphanelerin esrarengiz yolculuğuna çıkarıyor. Filiz Hanım, IB ve alınan IB eğitimleri hakkında bilgilendiriyor, ülkemize Danimarka’dan gelerek okulumuzu ziyaret eden misafirlerimizi Şahika Hanım’ın kaleminden takip ediyoruz ve daha neler neler... Kelimenin tam anlamıyla dopdolu bir The PALA’yla karşınızda olmanın heyecanını yaşıyoruz . Keyifle okumanız dileğiyle... Ege KESKİN

Okul Gazetesi The PALA (The Press Association of Lycee Attiudes) İmtiyaz Sahibi Ömer ORHAN Sorumlu Müdür Yardımcısı Hakan KULABER

Dizgi Zafer YAZ

Sorumlu Öğretmenler Zafer YAZ Şahika PAT

Baskı & Cilt Şevki SÜTÇÜ

Editör Ege KESKİN Web Yayım Serkan YAMAN Berna HAMARAT KAYA İllüstrasyon Zafer YAZ Fotoğraf Elif ABACI

Renkli Basım Nuri ÇEVİK Düzeltmen Zafer YAZ Mizan COŞKUN ÖZGÜR E-Mail: zyaz@fmv.edu.tr

Büyükdere Cad. No:192 / 3 Maslak / İSTANBUL Tel: 0212 286 11 30 Fax: 0212 276 40 58


SAYFA

3

İL DIŞINDA IB EĞİTİMİ

Uluslararası Bakalorya, Uluslararası Bakalorya Örgütü (International Baccalaureate Organization - IBO) tarafından dünyanın birçok ülkesinde uygulanan ve 3 değişik gruptan oluşan bir sistemdir. UB İlköğretim Birinci Kademe Programı (PYP) - Türk ulusal eğitim sisteminde ilköğretimin ilk 5 senesinde uygulanabilir. Ancak, genel anlamda 3-12 yaş arası öğrenciler içindir. UB İlköğretim İkinci Kademe Programı (MYP) 11-16 yaş grubu öğrenciler içindir. Bu iki program Türkiye'de yeni uygulamaya geçmiştir. UB Diploma Programı (DP) 16-19 yaş grubu öğrenciler içindir. Uluslararası düzeyde üniversiteye giriş sağlayan bir diplomadır. Bu diploma programı genelde 11. ve 12. sınıfı kapsar. 9. ya da 10. sınıfta IB Diploma Programına hazırlık düzeyinde eğitim verilebilir. Program Türk ulusal eğitim sistemini kapsasa da farklılıklar gözetebilir.

UB Diploma Programı, her biri çeşitli seçenekler sunan başlıca altı ders grubundan oluşan bir programdır. Bu program, şematik olarak bir altıgen ile gösterilmektedir. Program 6 dersten oluşur. Bunlar Standart Seviye (Standard Level) ve İleri Seviye (Higher Level) diye sınıflandırılır. Aralarındaki fark o ders için iki senelik programda ayrılan zamandır ve ders içerikleridir. Öğrenciler genelde 3 standart seviye ve 3 ileri seviye olmak üzere 6 dersi de kendileri seçer. Birinci grup, ulusal dilde, diğer gruplar İngilizce, Fransızca ya da İspanyolca verilmektedir. 1. grup (Dil A=Ana Dil ve Edebiyat) Türkiye'deki Türk okulları için Türkçe dersleridir. Okulumuz FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi, geçtiğimiz yıl, UB Diploma Programı’na katılma kararı almıştır. Bu karar doğrultusunda 2 yıllık hazırlık süreci başlatılmıştır. Okulumuz öğretmenlerinin bir kısmı, bu programın teorik kısmını öğrenmek üzere eğitim almaktadırlar. Türk dili ve edebiyat dersi öğretmenleri Leyla Tarakçı, Mizan Coşkun ve Filiz Çene de 22-23.12.2012 tarihleri arasında Ankara Nesibe Aydın Lisesinde verilen eğitime katılmışlardır. Bu eğitime İstanbul ve Ankara’nın birçok okuldan öğretmenler katılmışlardır. IB Diploma Programı eğitimini Amerika’da görev yapan IB koordinatörü Çiğdem Balım vermiştir. Bu eğitimde, UB programının amaçları ve misyonu, UB sınavlarından beklentiler, UB programının öğrenmeye derin yaklaşımlar içerdiği, öz-eleştirel öğrenmenin ne olduğu, eleştiri yazarken metne dayalı olmak gerektiği, bütünleştirici öğrenme, gelişimci öğrenme ve bu programın aslında öğrenmeyi öğrenmek olduğu dile getirilmiştir. Kitap seçiminin nasıl ve hangi ölçütlere göre yapılması gerektiği, UB programı için “eser”in ne demek olduğu üzerinde durulduktan sonra 4 döneme yayılmış program ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu program: 10. sınıf I. dönemde dünya edebiyatı (çeviri eserler) okunacağı, bu okumalar üzerine yazma çalışmaları (300-400 sözcük içeren) ve kitap bitiminde yol gösterici sorular verilerek 1200-1500 sözcük içeren deneme yazdırılacağı ve amacın her öğrencinin kitap okuması olduğu anlatılmıştır. 10. sınıf II. dönemde, farklı türden seçilmiş üç eserin (Türk edebiyatı) inceleneceği ve bir eserden sunum yapılacağı, öğrencinin dönem sonunda sözlü sınava gireceği, bu sınavı ders öğretmeninin yapacağı ve kaydedilen sınavın UBO’ya gönderileceği vurgulanmıştır. 11. sınıf I. dönemde okunan türdeş eserlerden 2 sınav yapılacağı ve bu sınavların UBO’dan yollandığını ve değerlendirmenin yine UBO tarafından yapılacağı belirtilerek öğrencinin bağımsız metin yorumu yapabilme başarısının ölçüldüğü vurgulanmıştır. 11. sınıf II. dönemde ise serbest okuma yapılacağı ve bu okumanın sonunda öğrencinin sözlü sınava tabii tutulacağı belirtilmiştir. Ayrıca her öğrenci için dosya tutulacağı, form doldurulması gerektiği (1/1ARF) dile getirilmiştir. Makale ve tez yazarken veya sınavlarda sorulara yanıt verilirken geçilen aşamalar, sınav sorularında kullanılan terimler, makale çeşitleri, okumanın amaçları, not tutma, taslak-çerçeve yazma, yazma süreci, bitirme tezinde neyin esas alınması gerektiği, tezin sunum biçimi, akademik dürüstlük ilkesine uymak gerektiği ele alınmıştır.

Filiz ÇENE


SAYFA

4

2012 - 2013 Eğitim - Öğretim Yılı Ana - Baba Okulu’nun “Ergenlik Dönemi Özellikleri - Ergenle Yaşamak” konu başlıklı, 19 Şubat 2013 tarihinde gerçekleştirilen dördüncü oturumunda Aile ve Çift Terapisi konusunda uzman psikologlar, Seniha Naşit Gürçağ ve Burcu Türk Lal katılım ve katkıda bulunmuşlardır. Oturumda; ergenlik dönemi özellikleri, ergen davranışları, ergenle iletişim, ailelerin ergene karşı tutumları vb. alt başlıkları ele alınmıştır. Oturum, ailelerin dile getirdikleri sorunlar, durumlar ve çözüm yollarına yönelik paylaşımlarla sona ermiştir.

25 - 28 Şubat 2013 tarihleri arasında 10. sınıf öğrencilerine “Çatışma ve Sorun Çözme Becerileri / DikkatMotivasyon” konulu seminer düzenlenmiştir.

“Lynn Üniversitesi ve Amerika’da Eğitim” semineri 27 Şubat 2013 Çarşamba günü gerçekleştirilmiştir. Semineri 9, 10 ve 11. sınıflardan istekli öğrenciler dinlemişlerdir.

Gülin ŞEKERCİ


SAYFA

5

MESELE SOSYAL AĞLAR DEĞİL, SOSYAL BAĞLAR Bizim kültürümüzde ilginç bir durum var. Biz, sokakta hiç tanımadığımız insanlara, birdenbire, en yakınlarımızın sıfatlarını yapıştırarak yakınlaşan bir kültürün çocuklarıyız. Bakkal amca, şoför ağabey, hanım teyze, hanım abla, kardeş, hatta “dayı” diyerek birbirine seslenen insanlar bizim için pek garip bir şey değil. Oysaki bir Avrupalı için bu davranış, ölçüsünü çok aşmış bir tavır olarak değerlendirilebilir. Gerçi artık davranış şekillerimiz, toplumsal yapımız da değişti büyük şehirlerde. Artık benim çocukluğumdaki gibi sokakta oyun oynayan çocuk yok. Artık her dakika evine girip çıktığımız bir komşumuz yok. Bırakın her dakika girip çıkmayı çoğunu tanımıyorum bile desem beni ayıplamazsınız çünkü siz de aynı durumdasınız muhtemelen. Artık herkes işinde, okulunda. Akşam vakti çökünce, trafikte boğuşa boğuşa döndüğümüz evimizin sakinliğinde huzur bulmak peşindeyiz. Zaman öyle geniş değil. Büyük akraba çevreleri içerisinde değiliz. Büyükanneler, büyükbabalar, teyzeler, halalar, amcalar çok yakınımızda değil. Minik, 3 ya da 4 kişilik çekirdek ailemizin içinde, korunaklı çevremizden bakıyoruz hayata. Modern yaşamda çevremiz çok kalabalık ama duygusal alışverişler artık daha az. Sağlık alanında yapılan pek çok çalışmaysa sosyal desteğin yani şu çevremizden eksilen dost, akraba, komşu gibi kurduğumuz sosyal bağların sağlığımız üzerinde ne kadar olumlu bir etki yarattığını iddia ediyor. Lisa Berkman ve S. Leonard Syme California, Alameda’da 7000 kişiyle yaptıkları çalışmada, 7000 kişiyi 9 yıl boyunca izlediler. Bekârlar, boşanmışlar, dullar, yakın arkadaşları veya akrabaları olmayanlar, sosyal aktivitelere katılmayanların ölüm oranının diğerlerine göre 2 ile 5 misli daha fazla olduğunu gördüler. ‘Journal of Medical Association’da yayımlanan 2009 tarihli bir makale, sosyal bağların stresi azalttığını ortaya koydu. Arkadaş ve aileleriyle yakın bağları olan kişilerin kanlarında iltihaplanmaya yol açıcı maddelere daha az rastlanıyor. Ayrıca sadece insanlarla değil hayvanlarla kurulan bağlar da aynı derecede

olumlu bir etki yaratıyor. Kalp krizi geçiren bir grup hasta bir yıl sonra tekrar inceleniyor. Bu hastaların içinde evlerinde hayvan bakanların ölüm oranının diğerlerine göre beşte bir oranında düştüğü görülüyor. Burada etken faktörün hayvanın türünün değil kurulan duygusal bağın olduğu anlaşılıyor. İlgi çekici bir araştırma da bir huzurevinde yapılmış. Huzurevinin bir katında yaşayanlara hemşire saksı içinde bir bitki veriyor. Bu bitkinin onun sorumluluğunda olacağını, kendisinin karışmayacağını söylüyor. Diğer kattakilere ise çiçeğe kendisinin bakacağını söylüyor. Çiçeğe kendileri bakanların hastalıkları daha çabuk iyileşiyor, daha uzun yaşıyorlar. Yani bir çiçeğin sorumluluğunu almak bile ömür uzatabiliyor ve daha az hastalanmaya yol açabiliyor. Araştırmalar sosyal bağlarla suç işleme oranları arasında da bir ilişki ortaya koymuştur. Suç işleme davranışı gösteren çocukların çok büyük bir kısmını boşanmış ya da parçalanmış ailelerden gelen çocuklar oluşturmaktadır. Davranış bilimciler, olumlu aile - akraba ilişkilerinin kişilerde empati, duyarlılık ve sevgi bağlarını geliştirdiğini ve kişileri bu bağları korumaya yönelterek suç işlemekten alıkoyduğunu iddia etmektedirler. Anlaşılıyor ki insan sadece yedikleri içtikleriyle değil yaşadıklarıyla da besleniyor ve hayatta kalıyor. Bir insan, hayvan ya da bitkiye duyulan sevgi, uğruna mücadele etmeye değer bir amaç kalbimizi çarptırıyor, yaşamla bağlarımızı kuvvetlendiriyor; sosyal bağlarımız varlığımıza anlam katıyor. Hayatla bağınızı güçlendirecek dostlukların, arkadaşlıkların, aşkların bol olması dileklerimle… Not: Araştırma bulguları Emre Konuk’un, Davranış Bilimlerinin internet sitesindeki “Aklın Oyunları” isimli yazısından alıntı yapılmıştır.

Tuğba ELTER


SAYFA

6

KÜÇÜK ANAHTARIMIZ Hayatınızdan ne umuyorsunuz diye biri size sorduğunda istekleriniz aklınıza geliyordur elbet. Hepimizin o bitmez tükenmez istekleri. Bazen içimizi bir korku sorar ve isteklerimize ulaşamayacağımız düşünürüz. Ya da isteklerimizi gerçekleştirmek üzere çıktığımız bu yola nereden başlayacağımızı bilemeyiz, bir çıkmaza sokup kendimizi hayatın akışında bocalayıp dururuz. Ummak bizi her zaman istediğimize ulaştırmaz oysaki. Nasıl ki bir tohumu ektiğinizde, ona su vermezseniz, onu gerekli sıcaklıklarda muhafaza etmezseniz çiçeğiniz açmaz. Hayattaki isteklerimiz de bu küçük tohumlardır aslında. Bizde o tohumlardan belki de tonlarca var ve hepsinin sonunda elimizde açan bir çiçeğin olmasını istiyoruz. Ya o çiçeği elde etmek için çabalayacağız ya da tohumu ekip çekilip gideceğiz. Seçim bizim. İsteklerimizi gerçekleştirmek için size bugün küçük bir anahtar sunuyorum. Bu anahtarın ismini ‘kararlılık’ koyalım. Önümüzde olan bütün kapıları açacağına inanalım. Bu belki de atacağımız ilk adım olur. Kararlılık ve istemek kavramları üzerinde durunca aklıma severek izlediğim bir film geldi. İsmi Billy Elliot. Billy Elliot aslında bir kitaptır ve daha sonradan filme uyarlanmış olsa da İngilizce edebiyat dersinde üzerinde küçük bir çalışmada bulunmuştum. Kitapta kasabada yaşayan bir maden işçisinin oğlunun kendi iç dünyasını keşfederek dans ile tanışması ve sahip olduğu

en zor koşullarda balet olmak uğruna yaptıkları anlatılmaktadır. Billy’nin hikâyesinde yaşanan birçok acıklı olay beni derinden etkilenmiştir. Öncelikle her zorluğun bize hediye edildiğini öğrendim. Zorluk kelimesi nasıl hediye gibi gelebilir diyebilirsiniz. Haklısınız. Fakat hayatı nasıl ki istediğimiz gibi görüyorsak onu da gördüğümüz gibi yaşarız. İşte ben de isteklerimi gerçekleştirmek üzere çıktığım yolda karşılaştığım zorluklara bana verilmiş bir hediye gibi bakmaya başladım ve onların altında ezilmektense onları yendiğimde beni güçlendirdiklerini bildiğim için onları kucakladım. İsteklerimizi gerçekleştirmek sandığımız kadar kolay olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak. Bunu yönetecek olan sadece bizleriz. Gerek bu izlediğim film gerek kendi yaşadıklarım olsun isteklerin her zaman bir zorluk getirdiğine şahit oldum. Onların altında ezilmeyi seçmeyi hiçbirimiz hak etmiyoruz. Size bahsettiğim anahtarı elinizden hiç düşürmeyin. Kararlı olun isteklerinize sımsıkı bağlanın gelecek olan tüm zorlukları aşabileceğinize inanın. Onları aştığınız zaman elinizde tutuğunuz küçük anahtarınız son kapıyı açacak ve isteklerinizi gerçekleştirmiş olacaksınız. Milyonlarca tohumunuz olabilir ve siz milyonlarca çiçek istiyor olabilirsiniz. Dünyaya dönüp baktığınızda sayamayacağınız kadar tohum ve çiçek görebilirsiniz. Neden bunlar sizin tohumlarınız ve çiçekleriniz olmasın ki? Sonuna kadar ilerlemeyi seçin çiçeğinize kavuşmayı hak ediyorsunuz. İdil ARAT


SAYFA

7

19 Şubat 2013 Salı günü, liderlik eğitimi almak üzere Ulus Özel Musevi Lisesinde bir çalışmaya katıldık. Çalışmanın amacı, gençlerin liderlik becerilerini geliştirerek, öğrenmenin liderlik ve sorun çözmede etkili bir araç olarak nasıl kullanılabileceği sorusuna farklı yöntemlerle cevap üretmelerini sağlamaktı. İshak Alaton’un lider konuşmacı olarak katıldığı programda Alper Rozanes ve Jefi Sevilay da eğitmen olarak görev aldılar. Okulumuzdan çalışmaya katılan arkadaşlarımız: Kerim Serttürk, Ali Emre Ak, Arda Acar, İdil Arat ve M. Engin Sezerli idi. Alper Rozanes, “erteleme”nin alışkanlık hâline dönüşmesinin hayatımızda yarattığı sorunlar üzerine bir sunum yaptı. Sanırım bu çalışma öğrencilerimizin gerek akademik hayatında gerekse özel hayatlarında karar verme ve uygulama güdülerini gözden geçirmelerini sağladı. Motivasyonun öncelikleri belirlemedeki önemi üzerinde duruldu. Jefi Sevilay, hemen herkesin başarıya ulaşmak için doğruluğunda hemfikir olduğu “takım çalışması” üzerine uygulamalı bir eğitim yaptı. Sayın İshak Alaton ise -deyim yerindeyse- “hayatının özeti”ni sundu. Öğrencilerimizin sorduğu sorulara verdiği cevaplar bizlere de yeni bakış açıları kazandırdı. İshak Bey, liderliğin birinci vasfının “güvenilir bir kişilik” olması gerektiğinden bahsetti. Güvene dayalı “piyasa kredisi”nin banka kredilerinden çok daha değerli olduğunu anlattı. Başarısızlıkları bilmenin başarıya ulaşmada önemli bir deneyim koşulu olduğunu paylaştı. Sağduyulu olmanın akıllı olmaktan daha değerli olduğunu söyledi. Felsefe okumanın doğru karar verebilmede çok etkili bir yöntem olduğu üzerinde durdu. Bütün bunların dışında, liderlik eğitimi programının sağladığı çok önemli bir kazanım daha oldu, o da “beraber yaşama kültürü”nün ve “birbirini doğru tanıma algısı”nın güçlenmesiydi. İstanbul’un farklı okullarından farklı sosyo-kültürel yapıdaki öğrencilerimiz ve meslektaşlarımız Ulus Özel Musevi Lisesinin çatısı altında buluştuk ve gün sonunda aramızda güçlü bir arkadaşlık ve dostluk ilişkisi oluştu. Belki de en değerlisi buydu. Programı düzenleyen Özel Musevi Lisesi yöneticilerine, öğretmenlerine ve değerli eğitmenlerimize, Işık Okulları adına çok teşekkür ediyoruz. Mehmet Sait EMİR


SAYFA

8

Bu yazımda sizleri birazcık uzaklara götürmek istiyorum. Birkaç bin yıl kadar zamanı aşmamız gerekecek. Sizleri tarihin belki de en değerli kütüphanesinin gizli ve tozlu raflarda saklanmaya çalışılan ama üstüne gidildiğinde ise komplolarla, entrikalarla ve yalanlarla çarpıtılarak biraz efsaneleştirilmiş veya siyasallaştırılmış hikâyesinin peşine düşmeye davet ediyorum Bir bilim insanın gerçeğe olan tutkusunu taşıyorsanız ve bir dedektifin adalet duygusuna ve sabrına sahipseniz, bu satırların peşine düşebilirsiniz. Yazılanların kaynaklarını bu kütüphanede bulabilir veya çok güvenli olmasa da İnternet üzerinden araştırılabilirsiniz. Sizlerle kolay olmasa da “İskenderiye Kütüphanesi”ni kundaklayanların, onu yok edenlerin peşine düşeceğiz ama bunu neden bu kadar önemsediğimi de sizlerle paylaşayım!

Prof. Dr. Carl Sagan insanlığın bilimsel serüvenini anlattığı kitabında “MÖ üçüncü yüzyıldan itibaren altı yüzyıllık bir süre boyunca insanların İskenderiye’de başlattığı düşünsel serüven, bizi uzay kıyılarına götürmüştür” (Sagan, 1982, s.29) derken, bilimde gelinen bugünkü noktanın İskenderiye’ye (özellikle de “İskenderiye Kütüphanesi”ne) çok şeyler borçlu olduğunu ortaya koyar. Kısaca bu kütüphaneyi yok edenler, olsa olsa bilim, hür düşünce ve insanlık düşmanıdırlar. Çünkü insanlıktan 600 yıllık bilimsel bir birikimi çalmışlardır. 600 yıllık bilimsel birikim! Şimdi artık kütüphaneyi yok edenlerin peşine düşelim. En basitinden bir ansiklopediye başvuralım. Ansiklopedinin İskenderiye Kütüphanesi maddesinde “... İ.S. 30’da Kleopatra Mısır kraliçesi iken, ülke Romalılar’ın eline geçti ve yaklaşık 700 yıl onların egemenliğinde kaldı. Bu dönemde ortaya çıkan ayaklanmalar sıra-

sında İskenderiye büyük ölçüde yıkıma uğradı. İ.S. 616’da Pers’lerin eline geçti. 646’da ise Mısır’ı istila eden Araplar, İskenderiye Kütüphanesini yaktılar” (Temel Britannica, 1993, s.91) denirken, araştırmacı yazar Turan Dursun (1992, s.56) da kitabında “...Hz.Ömer’in kılıcından kurtulamayan ise, insanlığın büyük kültür hazinesi, İskenderiye Kütüphanesi’ydi” diyerek, İskenderiye Kütüphanesi’nin Müslümanlarca yakıldığını kabul etmektedir. Birazcık inceleme ile sonuca ne kadar çabuk ulaştık ama bu biraz fazla kolay oldu sanki? Bence burada bir sorun var. Sorun? Evet, bizler en basit olanı yaptık bir tezi destekleyen kanıtları toplayıp, işin kolaycılığına kaçtık. Gerçek bu kadar basit değil! Suçlanan tarafı da biraz dinlemekte fayda görüyorum. Bir de diğer taraftaki kaynakları araştıralım. Mehmed Mansur “İskenderiye Kütüphanesini Müslümanlar Mı Yaktı?” adlı kita-

bında konuya detaylı bir cevap veriyor ve bunu Müslümanların değil; bağnaz bir Hıristiyan olan Roma İmparator’u Theodos’un Roma devletinde Hıristiyanlığın dışındaki dinleri ve mezhepleri ortadan kaldırmaya kesin karar vermesini fırsat bilen Theophilos adındaki İskenderiye Psikoposu’nun ve adamlarının “Yunan putperest” düşüncesini silip, yeni yeni yayılan Hristiyanlığı bu topraklarda kökleştirmek için yaptığını yazar. Buna göre de kütüphaneyi yakanlar ilk Hıristiyanlardır. Bir tarafta kendini savunan Hristiyan kökenli bir ansiklopedi ve Müslümanları pek de sevmeyen bir düşünür, diğer tarafta ise kendini savunan Müslümanlar! Şimdi bir bilim insanı olarak ve adaletin yerini bulmasını isteyen tarafsız bir dedektif olarak bu iki tezi destekleyen ve çürüten diğer kaynaklara bakmamız gerekecek.


SAYFA

Örneğin Yahudi kökenli İsaac Asimov’un bilim tarihini özetlediği kitabında da “... yaklaşık aynı zamanda (552’de) putperest bilimlerin sonu gelmişti. Hıristiyan fanatikler İskenderiye’deki kütüphaneyi yerle bir etmişler ve İmparator Jüstinyen 900 yıl önce Platon’un kurmuş olduğu Akademiyi kapattırmıştı” (Asimov, 1993, s.65) derken kütüphanenin Hıristiyanlarca yıkıldığını onaylamaktadır. En çarpıcı onayı ise Almanya’da Gymnasium’larda okutulan bir din dersi kitabında buldum. Hristiyanlarca Hıristiyan gençlere kendi dinlerini öğretmek için yazılan bu kitabın 35. sayfasında Hıristiyanlığın devlet dini olduktan sonraki durumunu değerlendiren kısmında Madalyonun Öbür Yüzü başlığı altında şunlar yazmakta idi: “Putperestlere uygulanan kısıtlamaların hemen ardını ilk tapınak yıkımları takip etti. Başka inançtakiler takibata uğradılar

9

(380’den beri), Hıristiyan olmayan Atina’daki Akademi kapatıldı, Olimpik oyunlar yasaklandı (394). Hıristiyanlık hoşgörüsüzleşti (Gutschera & Thierfelder,1976, s.35). Artık ilk yargımızın çok ötesindeyiz. Tüm bu incelemeler ve araştırmalarla gelinen nokta nedir? Tüm Hıristiyanların bilim ve insanlık düşmanı oldukları mı? Müslüman toplumların asla bilimi engellemedikleri mi? Bilimin kutsal, bilim insanlarının yanılmaz birer rahip oldukları mı? Hayır! Elimizde bulunan şimdiki kanıtlarımız bize İskenderiye Kütüphanesi’nin yaklaşık M.S dördüncü yüzyılda fanatik bazı Hıristiyanlarca yok edildiğini göstermektedir. Kişisel not defterimize ise şunları yazabiliriz: Bariz demeden önce “öteki” dediğimizi de dinlemeliyiz. Bağnazlık; ister kişisel kibir, ister dini taassup, ister ırksal, milli ve kültürel şovenizm, ister ideolojik tapınma; isterse de bilimsel dogmatizm biçimlerinde olsun hür düşüncenin gerçeği bulmasına engel olabilecek bir şeydir. En tehlikelisi ise “hür düşünce” adı altında bile “gerçek hür düşünce”nin tehdit edilebileceği gerçeğidir.

*Bu eser “Bağnazlık ve Hür Düşünce Arasında İskenderiye Kütüphanesi” adlı eserimden genç okuyucularım için uyarlanmıştır. Kaynakça: Sagan C. Kozmos: evrenin ve yaşamın sırları. Çev. R. Aşcıoğlu. İstanbul : Altın Kitaplar, 1982, s.29. Temel Britannica Cilt 9. İstanbul: Hürriyet Yayınları, 1993, s.91. Dursun, T. Can Çekişen Tabu Din Bu 1. İstanbul: Güney Yayıncılık, 1992, s.56. Asimov,İ. Das Wissen Unserer Welt . Goldmann Verlag, 1993, s.65. Gutschera, H. & Thierfelder, G. Brennpunkte der Kirchengeschichte. Ferdinand Schöning at Paderborn, 1976, s.35.

Mehmet KÜÇÜKYILDIZ


SAYFA

10

THE

PALA


SAYFA

11

Deniz İNANICI / Ayşe Revna ALBULAK


SAYFA

12

MUN KULÜBÜMÜZ GEORGE TOWN ÜNİVERSİTESİNDE DÜZENLENEN “QATAR MUN” DA Ayazağa Işık Lisesi MUN Kulübü öğrencileri 21-24 Şubat 2013 tarihlerinde Katar’ın başkenti Doha’da 8.si düzenlenen “QATAR MUN (Qatar Model United Nations) Konferansı”nda hem okulumuzu hem de ülkemizi en iyi şekilde temsil etmişlerdir. Öğrencilerimiz konferans etkinliklerinin dışında Doha’da bulunan tüm yabancı ülkelerin elçiliklerinin yer aldığı bir resepsiyona (Political Reception) ve ardından da Güney Afrika, İngiltere ve Almanya Büyükelçilerinin yer aldığı bir panele katılmışlardır. Konferansın son gecesinde George Town Üniversitesi Kampüsü’nde düzenlenen (Cultural Night) Kültürel Tanıtım Etkinliğinde de faal şekilde yer almışlardır. Öğrencilerimiz ayrıca Doha’da bulunan dünyanın sayılı İslam Eserleri Müzesi’ni de (Islamic Art Museum) gezme fırsatı bulmuşlardır. Melda CEMAL


SAYFA

13

Qatar maceramız başlamadan bir hafta öncesini hatırlıyorum. Daha önce hiçbirimizin gitmediği bir yere gidecek olmak bizi epey heyecanlandırıyordu. Çalışmalarımızı bitirmenin verdiği rahatlıkla önce yolculuk gününü beklemeye başlamıştık. Yolculuğumuza gece yarısı başlamıştık ve sabah saatlerinde gözlerimizi hiç bilmediğimiz bir şehre açtık. Sonunda Qatar’daydık ve konferans günü gelmişti. Bulunduğumuz şehir çöl iklimi etkisinde olduğu için hava kuru ve sıcaktı. Konferansımızın ilk günü hazırlıklarımızı tamamladık ve konferans merkezine gittik. Konferansın gerçekleştiği merkez bina Qatar’da bulunan convention center olarak adlandırılan devlet binasıydı. Konferansta organizasyon oldukça iyiydi ve konferans binasına girdiğimizde program akışını öğrendik. Hepimiz bize ayrılan komitelere dağıldık ve hemen

çalışmaya başladık. Konferansın en güzel yanlarından biri de farklı ülkelerden gelen birçok öğrenci bulunmasıydı. İlk gün olmasına rağmen hemen hemen çoğu öğrenci ile tanışma fırsatı bulmuştuk. Konferansa katılan tüm öğrenciler çok aktif çalıştı ve çok iyi hazırlanmıştı. Qatar’da konferans sonrasında kalan zamanımızda bir günümüzü mozaik müzesinde ve büyük pazar adı verilen Qatar’ın ünlü pazarından geçirdik. Mozaik müzesi müthiş tarihi yapıların bulunduğu dört ayrı parçadan oluşan bir müzeydi, hepimizi çok etkilemişti. Büyük pazarda ise Arap halkına ait birtakım geleneksel kostümlerin, yemeklerin ve daha birçok ürünün satıldığı bir yerdi. Farklı bir kültür tanımak hepimiz için çok faydalı bir tecrübe olmuştu. Konferansın ilerleyen günlerinde Cultural Night adı verilen bir gece düzenlendi. Bu gecede her ülkeden katılan okulların öğrencileri bir stand

kurarak kendi ülkelerinden getirdiği yöresel birçok şeyi diğer öğrencilerle paylaştı, kimi öğrenciler birbirine çeşitli hediyeler verdi, kimi öğrenciler de yöresel dans gösterileri yaptı. Biz kendi ülkemizi tanıtma amacıyla kurduğumuz standımızda Türk lokumu, kuruyemişler, nazar boncuğu iğnesi, Atatürk rozeti, bayrak ve posterlere yer verdik. Herkes tarafından en çok Türk lokumu beğenilmesi bizi de mutlu etti. Bu güzel gecenin ardından onu takip eden günde gerçek siyasetçilerin katıldığı küçük bir açık oturum izleme fırsatı bulduk. Burada katılan siyasetçiler hem öğrencilere birtakım tavsiyeler verdi hem de bize tecrübelerinden bahsettiler. Hepimiz için çok öğretici olan bu oturum diğer konferanslarda tecrübe etmediğimiz bir aktivite olmuştu. Konferansın ilerleyen günlerinde hepimiz çok çalıştık, epey yorulduk. Komitelerimizde ayrı ayrı başarılar elde ettik. Gece yarısı

otelden ayrıldık ve servislerle birlikte havaalanına vardık. Uçağımız İstanbul’a indiğinde hepimizin üzerinde tatlı bir yorgunluk vardı. Yorgun hissetmemize rağmen güzel bir konferansı geride bırakmanın mutluluğunu yaşıyorduk. Qatar bizim için hem kültürel açıdan bir kazanç hem de bizim MUN kariyerimizde önemli bir dönüm noktası olmuştu. Böyle bir konferansa katılmayı hepimizin tercih edeceğine hiç şüphem yok. Bize bu imkânı tanıyan Okul Müdürümüz Sayın Ömer Orhan’a, Öğretmenimiz Melda Cemal’a ve emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ederim. İdil ARAT


SAYFA

14

FMV ÖZEL AYAZAĞA IŞIK LİSESİ TÜM DÜNYA GENÇLERİNE KAPILARINI ARDINA KADAR AÇIYOR!

Okulumuz 5 Mart 2013 Salı günü uzaklardan, Danimarka’dan gelen misafirlerine ev sahipliği yaptı. Sonderborg Statsskole, başkent Kopenhag’ın güneyinde, küçük ancak Gymnasium seviyesinde bulunan zeki öğrencileriyle isim yapmış bir lise. Dünya ve özellikle Orta Avrupa kültürleriyle yakından ilgilenen gencecik beyinler, bu seneki kültür ve araştırma ülkelerini Türkiye olarak belirlemişler. Onlara bu konuda, 13 yıldır Türkiye’de yaşamakta olan ressam Ole Dalager öncülük etmekte. Müdürleri ve öğretmenleriyle bir haftalık İstanbul gezisine gelen öğrenciler, FMV Özel Ayazağa Işık Lisesini tanımak ve öğrencileriyle tanışmak için okulumuzu ziyaret ettiler. Büyük bir heyecan ve ilgiyle kampüsümüzü gezerek, tüm merak ettiklerini kendilerine eşlik eden 11 ve 12. sınıf öğrencilerimize sordular. Bizim öğrencilerimize de farklı ülkelerden gençleri tanımak alanında büyük katkı sağlayan gezi sonrasında, Danimarkalı öğrenciler, kültür projeleri kapsamında bizlerle ve öğrencilerimizle küçük röportajlar da gerçekleştirerek, izlenimlerini ülkelerine taşıma yolunu seçtiler.

Ziyaret sırasında misafirlerimize eşlik eden öğrencilerimizden Bircem Özekici, duygularını bizlere yazdığı küçük notuyla şu şekilde dile getirdi: “ Bu gezi hem bizim Danimarka’daki yaşam hakkında bilgi edinmemizi sağladı. Onlara bizim buradaki yaşantımız hakkında birçok fikir verdi. Değişik konular üzerine sorular sordular hatta projelerini tamamlayabilmek için bizlerle röportaj yaptılar. Her ne kadar kendilerini sıcakkanlı bir toplum olarak görmeseler de çok tatlı ve güler yüzlüydüler. En son ayrılırken birbirimizin iletişim bilgilerini aldık, umarım iletişimimiz kopmaz ve belki bir gün yolumuz Danimarka’ya düşer de onları da ziyaret etme imkânı buluruz ” Şahika PAT


SAYFA

15

Edebiyat Söyleşileri Kütüphane etkinlikleri kapsamında yazar Hüsnü Arkan ve Haydar Ergülen ile “Edebiyat Söyleşileri” gerçekleştirilmiştir. Yazar Hüsnü Arkan’ın “Ölü Kelebeklerin Dansı” (1998), “Menekşeler Atlar ve Oburlar” (2001), “Uzun

Bir

Yolculuğun

Bittiği

Yer”

(2005),

“Uyku” (2008) ve “Mino’nun Siyah Gülü” (2011) olmak üzere beş romanı bulunmaktadır. Yazarın ayrıca “Hiçe Doğru” (2005) adlı bir de yayımlanmış şiir kitabı vardır. Yazar Hüsnü Arkan, özellikle son kitabı olan “Mino’nun Siyah Gülü” adlı romanını FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi öğrencileri ile paylaşmıştır. Yazar, romanın oluşumunda yaşadıklarını, düşündüklerini ve yansıttıklarını öğrencilerimizle söyleşmiştir. Kendisine yöneltilen soruları, içtenlikle ve büyük bir mütevazilikle yanıtlayan yazar Hüsnü Arkan için hayata dair varsıl ve yoksul ayrımı insanın bir sözü-şiiri-şarkıyı bilmesi ya da bilememesi demektir!

Yazar ve akademisyen Haydar Ergülen’in yayımlanmış çok sayıda eseri bulunmaktadır. Yazarın, Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan eserleri ise şunlardır: Zarf (şiir), Trenler de Ahşaptır (inceleme), Keder Gibi Ödünç (şiir), Haziran, Tekrar (roman), Aşk Şiirleri Antolojisi (şiir), Üzgün Kediler Gazeli (şiir), Nar Alfabesi (Çocuk kitabı) ve Derdini Anlatamayanlar İçin Ansiklopedi: Paradoks Diyalektika (inceleme). Türk şiirinde oldukça önemsenen bir isim olan Haydar Ergülen edebiyatın yanı sıra akademinin de içinde bulunan bir yazardır. Yazar, halen Bahçeşehir Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde, “Yaratıcı Yazarlık” ve “Türk Şiiri ve Şairler” dersleri vermektedir. Özellikle, 1980 sonrası Türk şiirinin önemli isimlerinden olan yazarın FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi öğrencileriyle birlikte olması hem öğrencileri hem de öğretmenlerimizi çok sevindirmiştir. Yazarın şiirlerini kendi sesinden dinleme olanağı, öğrencilerimizi ve öğretmenlerimizi oldukça mutlu etmiştir. Haydar Ergülen, gerçek bir şairin figürselliğine sahip, sözcükleri renklendiren bir yazar olarak hep aklımızda kalacaktır…

Yalçın YALÇINKAYA


SAYFA

16

2007 yılından itibaren her yıl şubat ayında gerçekleştirdiğimiz “Bilimsel Pentatlon Yarışması”nın bu yıl 7.sini düzenledik. Fizik, kimya, biyoloji, matematik ve bilgisayar dallarından toplam 30 sorunun sorulduğu yarışmada farklı okullardan katılan üçer kişilik ekipler yarıştı. Ekipler masalarında bulunan monitörlere yansıyan soruları ikişer dakikalık süre içerisinde yanıtlayıp doğru cevabı görevli öğrenci yardımı ile jüriye göstermektedirler. Bu yıl FMV Özel Ayazağa Işık Lisesinin de katılımıyla toplam 23 okul yarıştı. Okulumuzu temsilen 11. sınıf öğrencilerimizden İdil Kop, Bircem Özekici, Begüm Cansu Ballı katıldı. Okulumuzun değerlendirmeye katılmadığı bu yarışmanın bu yılki birincisi Galatasaray Lisesi, ikincisi FMV Özel Işık Lisesi, üçüncüsü ise yedek sorularla belirlenebilmiş ve Üsküdar Amerikan Lisesi olmuştur. Birinci olan okulun her öğrencisine Asus Netbook, ikinci olan okulun her öğrencisine Nikon Dijital fotoğraf makinesi ve üçüncü olan okulun her öğrencisine de Ipod Shuffle hediye edildi. Yarışma sırasında 10. sınıf öğrencilerimizden görevli olan 35 öğrencimiz de gelen misafir okulları karşılamada ve yardımcı olmada büyük emek sarf ettiler. Emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Sinem ÖZDEMİR

Pentatlon yarışmasında puanların hesaplanması için ara verildiğinde Ege Kaan Boysan, Barış Aran, Emir Çetinoğlu, Bartu Gergerlioğlu ve Berkay Gürsoy’dan oluşan lise orkestramız “Bir Derdim Var”, “Otherside” ve kendi besteleri olan “Far Away” şarkılarını seslendirdiler. Çiğdem KUTLUĞ

THE

PALA


SAYFA

17

7. Bilimsel Pentatlon Yarışması Röportaj Soruları Sevgili The PALA okurları sizler için bu ayki sayımızda okulumun ev sahipliğinde gerçekleşen 7. Bilimsel Pentatlon Yarışması’nda yarışmacı öğrenciler ve okulumuz öğretmenlerinden oluşan jüri ile gerçekleştirdiğimiz röportajları yayınlıyoruz. Tüm okurlarımıza mutlu günler dilerim. Röportajların dayandırıldığı beş soruyu sizlerle paylaşıyorum.. 1.Bu yarışmadaki ilk yılınız mı? 2.Pentatlon yarışmasını yararlı buluyor musunuz? 3.Daha önce bu tür organizasyonların içinde bulundunuz mu eğer bulunduysanız farkları nelerdir? 4.Bu yarışmanın sizlere neler kattığını düşünüyorsunuz? 5.Beklentileriniz nelerdir?

Adnan Menderes Anadolu Lisesi: Bu yarışmaya ilk katılışımız fakat daha önce okul ve ekip olarak “Matematik Olimpiyatları”na da katıldık. Kendimize güveniyoruz; özel bir hazırlık yapmadık ama birinci olmamızı engelleyecek hiçbir neden yok ortada. Herkese başarıları diliyoruz...

Oğuzkağan Koleji: Okul olarak bu tarz bir yarışmaya ilk katılışımız olsa bile daha önce bu tür organizasyonlarda yer aldık ve bundan büyük bir keyif aldık. Çünkü bu tarz bilimsel yarışmalar, yarışmacılara yani biz öğrencilere tecrübe kazandırmanın yanında heyecanlı bir atmosfer oluşturmayı da göz ardı etmiyor. Diğer yarışmacılarla çok güzel bir ortam içindeyiz burada. Bütün yarışmacılara başarılar diliyoruz.

Celal Aras Anadolu Lisesi: Yarışmaya bizim ilk katılışımız. Bu tür yarışmalarda yeni soru tipleriyle ve türleriyle karşılaşmanın yanı sıra yeni insanlarla tanışıp dostluk ortamı oluşturuyoruz. Çoğu katılımcının da umduğu gibi biz de iyi bir derece bekliyoruz

Barbaros Anadolu Lisesi: Bu yarışmaya ilk kez katılıyoruz. Bu türdeki yarışmaların öğrencilere ve yarışmacılara yarar, tecrübe kazandırdığını düşünüyoruz. Ayrıca özgüven depolamaları için de onlara güzel bir imkan sunuyor böyle yarışmalar. Bugün buradan güzel bir derece ile ayrılmayı hedefliyoruz.

THE

PALA

Beşiktaş Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi: Yarışmaya ilk kez katılıyoruz ve maalesef daha önce bu tür bir yarışmaya katılmamıştık. Bu tür yarışmaların biz öğrencilere fazlasıyla deneyim ve disiplin kattığına inanıyoruz. Çünkü çoğu okul bu tür yarışmalarda kendi okullarının aslarını yani en iyi öğrencilerini yarıştırtıyorlar bu da çok önemli ve gerekli bir rekabet ortamı sunuyor. En içten dileklerimizle diğer yarışmalara şans diliyoruz.

FMV Nişantaşı Işık Lisesi: Zaten bu organizasyonun büyük bir parçası olmaktan mutluluk duyuyoruz. Bu yarışmaların bizlere takım çalışması olanağı sunduğunu düşünüyorum. Zaman zaman tanıdıklarla karşılaşmak da insanları mutlu ediyor ve güzel bir sosyalleşme ortamı doğuyor. Beklentimiz ilk üçe girebilmek. İnşallah başarırız ayrıca tüm yarışmacılara bol şans diliyoruz. Galatasaray Lisesi: Okul ve ekip olarak daha önce bu tarz yarışmaların çoğunda yer aldık. Böyle rekabet ortamlarındaki yarışmaların kişinin özgüvenini arttırdığını

düşünüyoruz. Ayrıca başarılı olabilmek için öğrencileri daha etkili bir çalışmaya ve buna bağlı olarak rekabete teşvik ettiğini düşünüyoruz. Kendimizi ilk üçte göreceğimize eminiz. Özel Alev Lisesi: Okulumuzun daha önce bu tür yarışmalara katılımı olsa bile bizim ekip olarak bu yarışmaya ilk katılımımız. Heyecanlıyız ve diğer yarışmacıların da heyecanlı olduğunu düşünüyoruz çünkü burada hem kendimizi hem de diğer okullarının kendilerini bilimsel alanda kısmen de olsa sınadığını görüyoruz ve bu bize bir karşılaştırma ortamı doğruyor. Eksiklerimizin neler olduğunun farkına vardırtıyor. Hedefimiz ilk üçe girebilmek ayrıca da ikramların güzel olacağını umuyoruz. Üsküdar Amerikan Lisesi: Daha önce bu tarz yarışmalara katılımlarımız var. Bu organizasyonların grup ve takım çalışmasını pekiştirdiğini düşünüyoruz ve yeni insanlarla tanışıp sosyal etkileşim içinde olabiliyoruz. Elbette bizim de beklentilerimiz var. Bizler ne kadar iyi yaparsak o kadar mutlu olacağız. FMV Ayazağa Işık Lisesi: Bu organizasyonun ev sahibi okul olarak okulumuzu en iyi şekilde temsil etmek istiyoruz. Birinci olsak bile kurallar gereği bunun tescillenmeyeceğini bilmek bizleri üzüyor ama elimizden gelenin en iyisini yapacağımıza inanıyoruz. Aslında buradaki diğer yarışmacı arkadaşlarımızın da en az bizler kadar stresli olduklarını fark ettik. En azından her okul kendini bu yarışmada matematik ve fen dallarında diğer okullarla karşılaştırmış olacak. Jüri Dilara Ahsen (Fizik Öğretmeni):Yarışmanın en eski ve deneyimli jüri üyesiyim. Bu yarış-

mada hem diğer okullarla paylaşım sağlanmasının yanı sıra, yeni dostluklar ortaya çıkıyor ve bilgiler sınanmış oluyor. Beklentimiz fende başarılı öğrencileri ortaya çıkarmak. Gültuğ Şahinoğlu (Biyoloji Öğretmeni): Yarışma jüriliğindeki ilk senem. Rekabetin başarı getireceğine inanıyorum ayrıca elbette burada yeni arkadaşlıklarında filizleneceği bir gerçek. Hedefimiz herkesin olduğu gibi birincilik. Ama ne yazık ki değerlendirmeye giremiyoruz... İlhan Özgönül (Matematik Öğretmeni): Daha önce jüri deneyimim olmasına rağmen FMV’nin düzenlediği bir organizasyondaki ilk deneyimim olacak. Öğrencilerin kendi heyecanlarını yenip özgüven kazandıkları ve yeni dostlukların oluştuğu bir ortam olarak görüyorum burayı. İnşallah herkes hedeflediği başarıya ulaşır. Seda Tınazbostan (Kimya Öğretmeni): Daha önce benim de jürilik deneyimim oldu ve çok açık şekilde öğrencilerin davranışlara yakından şahit olabildim. Yarışmalar öğrencilerin sosyalleşebilmeleri ve başarılarını ortaya koyabilmeleri için çok güzel bir ortam sunuyor. Ben de Ayazağa Işık Lisesinin iyi bir derece almasını umuyorum. Barbaros Albayrak


SAYFA

18

When I was about six years old, I remember one of my favorite things to do was come home from school and go straight to the television to watch my favorite cartoons. I knew the order of all of the TV shows and would excitedly watch them one after the other: Transformers, He Man, and yes even, embarrassingly, The Smurfs. However, the show I loved the most was a Japanese Anime that had made it over to American television called Macross. The show was completely different in how the plot was developed, what the characters looked like, and the values that were portrayed as important. Was this why I loved it so much? On February 19th, Miss Metin and I took a group of Japanese enthusiasts from 9th and 10th grade to see an exhibit that portrayed Japan's relationship with different characters from pop culture. Everyone knows a few. Predictably there was a Hello Kitty exhibit, as well as statues of other characters that you may have not heard of, and also we watched an anime TV show with Tanks playing the main roles. Beyond the visual (what we saw), the exhibit was also organized to teach the history of Japanese characters and explain their love for Doraemon is a comedic robot cat from the future. them. www.animecrazy.net

What is interesting is that Japanese people really do love their characters. Just as Turkish people seem to have a charming relationship with such people as Barış Manço or Muslim Baba, Japanese people have a love for animated fictional characters that everyone knows such as Doraemon. The first animation in Japan was created in 1917. The first animated film, Momotaro’s Divine Sea Warriors, came out in 1944 (wikipedia). Ever since these characters have not only entertained, but also represented the feelings of a nation. If you want to see a heartbreaking masterpiece, watch Grave of the Fireflies from 1988. This classic tells the story of two children trying to survive during WWII Japan. They suffer under the onslaught of numerous bombings and a society gone into panic. No, these are not things that one would suspect to appear in a typical cartoon, and perhaps this is what I have always liked about Japanese animation from childhood to now.


SAYFA

19

Why the obsession with giant robots? If you haven’t noticed, giant robots have had a huge role in Japanese popular culture for at least the past fifty years. There is even a 18 meter tall statue of a popular robot character called Gundam in Tokyo. When I lived in Japan I used to joke that the Japanese government was secretly making an army of giant robots and one day they were going to take over the world. Regardless of the motives, I always wondered, “why the fascination?” According to a blog called animenation, the obsession may have been created because after the loss of WWII the Japanese became highly focused on advancing technology. The worked diligently to move the country forward after the war and so began putting robots to work in their factories. This love of robots quickly carried over to popular culture and has continued to this day.

http://www.huffingtonpost.com/2012/05/01/gundam-robot-statuetokyo-japan-bandai-plaza-divercity_n_1468856.html

THE

PALA

http://www.animenation.net/blog/2001/04/26/ask-john-why-are-giantrobots-so-popular-in-anime/

Joseph VİCKERS


SAYFA

20

EYP KULÜBÜMÜZ

15- 18 Şubat 2013 tarihlerinde Enka Lisesinde Avrupa Gençlik Parlamentosu kapsamında yapılan ENKA Komite Organizasyonu’na 12 öğrencimizle katıldık. Türkiye’nin değişik illerinden gelen 120 öğrenciyle birlikte öğrencilerimiz 3 gün boyunca komite çalışması yaptılar. Öğrencilerimizden bazıları ilk kez EYP heyecanını yaşarken Arda Acar, Ali Emre Ak, İdil Kop, Yiğit Efe Dalyan ve Yağmur Taşdemiroğlu adlı öğrencilerimiz komite başkanlığı yaparak okulumuzu iyi bir şekilde temsil ettiler. Konferansın ilk günü öğrenciler kaynaşma, tanışma ve takım olabilmeleri için oryantasyon oyunları oynadılar ve açılış törenine katıldılar. İkinci ve üçüncü günde seçtikleri komitelerde

diğer arkadaşlarıyla konularını tartışmaya başladılar, konularını tartışırken buldukları sorunlara çözüm önerileri geliştirmeye çalıştıkları hummalı bir çalışmaya giriştiler. Son gün genel kurulda her komite çözüm taslaklarını diğer komitelerin oylarına sundu. Öğrencilerimiz sözcülük, komitelerinin açılış ve kapanış konuşmalarını yapma gibi görevlerde bulunurken, diğer komitelere soru sorarak genel kurulda aktif olarak çalıştılar. Oldukça hararetli geçen tartışmalar, uzun süren bir genel kurul sonrasında öğrenciler bu yorgunluklarını konferans yemeğinde eğlenerek attılar. ENKA komite organizasyonundan öğrencilerimiz geçen sene de olduğu gibi yeni arkadaşlıklar ve yeni bilgilerle donanmış bir şekilde ayrıldılar. İlk kez katılan öğrencilerimiz için de sonraki konferanslar için motivasyon oldu. Gerek öğrencilerimiz gerek danışman öğretmenlerimiz için kendilerini geliştirme konusunda

büyük katkılarının olduğunu düşündüğümüz bu konferanslara katılmamızda bize maddi ve manevi destek veren FMV Işık Vakfı yöneticilerine, Okul Müdürümüz Sayın Ömer Orhan’a ve öğrencilerimizin derslerini telafi ederken sürekli yanlarında olan ders öğretmenlerine teşekkür ederiz. Çiğdem KORBEK Didem DÜRÜS

30 Kasım- 2 Aralık 2012 tarihleri arasında Notre Dame de Sion Lisesi’nde Avrupa Gençlik Parlamentosu kapsamında yapılan 12. Ulusal Seçim Konferansı’na 3 öğrencimizle katıldık. Türkiye’nin değişik illerinden gelen öğrencilerle birlikte öğrencilerimiz 4 gün boyunca komite çalışması yaptılar. Öğrencilerimiz Hamdi Kerem Küçükengin, Yiğit Efe Dalyan ve İrem Erduran konferansın ilk günü komiteleriyle birlikte kaynaşma, tanışma ve takım olabilmeleri için oryantasyon oyunları oynadılar. İkinci ve üçüncü günde komitelerine çekilen öğrenciler yoğun bir şekilde kendilerine verilen sorunlar üzerine düşünüp tartıştılar sorularına, çözüm önerileri getirmeye çalıştılar. Son gün genel kurulda da komiteler bir bir ortaya çıkardıkları çözüm önerilerini jüriye ve diğer komitelere sundular. Tüm delegelerin önerilerini kıyasıya savunduğu kurulda öğrencilerimiz de yaptıkları açılış konuşmaları, atak oluşları ve diğer komitelere sorularıyla başarılı bir şekilde okulumuzu temsil ettiler. Bu katılımlarıyla öğrencilerimizin Avrupa’daki uluslararası konferanslara da seçileceklerine inanıyoruz. Öğrencilere pek çok becerinin yanında bu şekilde yurt dışı deneyimi şansı da sunan Avrupa Gençlik Parlamentosu konferanslarına katılmamızda bize maddi ve manevi destek veren FMV Işık Vakfı yöneticilerine, Okul Müdürümüz Sayın Ömer Orhan’a ve öğrencilerimizin derslerini telafi ederken sürekli yanlarında olan ders öğretmenlerine teşekkür ederiz. Didem DÜRÜS


SAYFA

GELENEKSEL ULUDAĞ KAMPIMIZ Her sene yapılan ve bu sene 24-27 Ocak tarihleri arasında gittiğimiz kayak kampı sayesinde hem çok eğlendik hem de yarıyılın yorgunluğunu üzerimizden attık. Çoğumuz kayak yaparken bazılarımız snowboard yaptı. Tatilimiz süresince bol bol kaydık. Genelde hava çok sisli ve soğuktu. İlk gün sabah 6'da buluşup yola çıktık. 6 saatlik yolun sonunda Uludağ'a geldik. Odalarımıza yerleştikten sonra akşama kadar kaydık. İkinci gün, sabah erkenden kahvaltımızı yapıp kaymaya gittik. Bu sene geçen senekinden farklı olarak teleferiğe binip önceki sefer gitmediğimiz bir piste gittik. İkinci günün sonunda isteyenler buz pateni de yapma imkanına erişti. Üçüncü gün Serhat Öğretmenimiz bizi cehennem pistine götürdü. Bu pist uzun ve bir o kadar da zordu. Akşamları herkes serbestti. Son gün de sabahtan öğlene kadar kayıp öğlen odalarımızı boşalttık, gitmek üzere yola koyulduk. Otelimizden çok memnun kaldık; yemeklerinden konforuna kadar her şey çok güzeldi. Bazı arkadaşlarımız hastalansa, yaralansa bile kampta çok güzel anılarımız oldu. Dönüşte Bursa'da iskender bile yedik. Dönüş yolunda çeşitli yerlerde mola verip hediyelik çikolatalar aldık. Bizi her seneki gibi kayağa götüren Serhat Öğretmenimize çok teşekkür ederiz. Ayşe REVNA ALBULAK

OKULUMUZDA IB EĞİTİMİ Aday IB Okulu olan FMV Özel Ayazağa Işık Lisesinde, IB Uzmanı Gautam Sen, 18.01.2013 ve 01.03.2013 tarihlerinde, okulumuz öğretmenlerine TOK (Theory of Knowledge – Bilgi Kuramı) eğitimi vermiştir. Eğitimin birinci bölümünde TOK’un ne olduğu ve IB için önemi üzerinde durulmuş, her öğretmen kendi branşının TOK ile nasıl ilintili olduğu/olacağı konusunda bilgilendirilmiştir. Bu bölümde ayrıca, “bilme” “anlama” ve “yargılama” kavramları üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde ise, branşlar gruplara ayrılarak kendi derslerini TOK’la nasıl ilişkilendirecekleri konusunda bir çalışma (workshop) yapmışlardır. Çalışmanın sonunda öğretmenler, bu eğitimle birlikte “bilgiye ve anlamaya” dair edindikleri kazanımları paylaşmışlardır. Leyla TARAKÇI

21


SAYFA

22

Okuduğumuz Kitapları Paylaşıyoruz: “Maus” Kitap Söyleşisi Kitap söyleşileri programının Şubat ayındaki ikinci söyleşi kitabı; Art Spigelman tarafından yayımlanan “Maus” adlı çizgi-roman olmuştur. Tüm dünyada oldukça popüler olan ve çok okunan bu çizgi-romanı, 10 B sınıfı öğrencimiz Derya Hasçelik tüm dinleyicilerle paylaşmıştır. Maus kitabı, soykırım hakkında şimdiye kadar yapılmış en etkileyici ve başarılı anlatım. Sessiz bir zafer, sürükleyici ve bir anlamda basit çizgilerle anlatılan büyük destan. Okuyanların, etkisinde uzun süre kalacağı bir sanat eseri. Kedi, Spigelman’ın kitabı Maus’un kahramanı farenin hesabını görmekte kararlı görünüyor. Burada fare, Yahudi; kedi de Nazi. Maus’un kaderinde kaçmak var; onu kovalayan ve gaz odasının yolunu çizen kedinin tutkusundan, umutsuzca kaçmak... Ne var ki Maus aynı zamanda başka bir kovalamacanın, babasının 1939 ile 1945 yılları arasında bir Yahudi olarak yaşadığı hayatı kerpetenle söker gibi dinleyip kendi belleğini beslemeye, yani hatırlama buyruğuna uymaya çalışan oğlun da hikâyesidir. Hatırlamak ve nakletmek... Üstelik, ne büyük bir güçle! Çünkü çizgi romanla ‘Şoa’nın pek de doğal olmayan karşılaşmasından, darbe doğuyor. Büyük bir eylemin küçük olarak tanımlanan darbesi...

THE

PALA


SAYFA

23

Okuduğumuz Kitapları Paylaşıyoruz: “World of War Craft” Kitap Söyleşisi Okul kütüphanemizde gerçekleştirilen “Kitap Söyleşileri” etkinliğin Şubat ayındaki ilk konuşmacısı, 11 C sınıfı öğrencisi Uğur Koç, çok satan King of Hell dizisinin çizeri Kim ve New York Times’ın en çok satanlar listesine giren yazar Knaak’ın “WarCraft”ının fantastik atmosferini dinleyicilerle paylaşmıştır. WarCraft evreni, Blizzard Entertainment tarafından üretilen oyun serisinin ve yayınlanan kitapların konusunun geçtiği sanal bir evrendir. WarCraft oyunlarının - kitaplarının birçoğu Azeroth adı verilen gezegende geçmektedir. Evrende yer alan diğer gezegenler ise, Kızıl Dünya Draenor, Argus, K’aresh ve Xoroth’tur. Azeroth, dört kıtaya sahiptir: Eastern Kingdoms (eski ismi Azeroth’tur), Kalimdor, Northrend (Azeroth’un kuzey kutbu ve Scourge’un bulunduğu yer) ve Goblin ırkının yaşadığı Undermine. Bu dört kıta The Great Sea ile birbirinden ayrılmıştır. Denizin tam ortasında Maelstrom adı verilen devasa bir hortum bulunmaktadır ve eski süper kıta Kalimdor’un parçalanmasına sebep olmuştur. Gezegenin derinliklerinde ise Naga ırkının yaşadığı Nazjatar yer alır. Dünyada milyonların oynadığı bilgisayar oyununun romanı, oyun içinde anlatılmayan birçok hikâyeyi açıklığa kavuşturuyor…

THE

PALA

Yalçın YALÇINKAYA


SAYFA

24


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.