HARİKALAR DİYARINDA DOLAŞIRKEN
FMV ÖZEL ERENKÖY IŞIK LİSESİ / FEN LİSESİ 2012 - 2013
1
ÖN SÖZ “Geçidin öbür ucunda, şimdiye kadar eşine rastlamadığımız güzellikte bir bahçe uzanıyordu. O kapkara dehlizden kurtulmak, şu güzelim pırıl pırıl çiçek yataklarının, serin gölgelerin arasında dolaşmak için nasıl da can atıyordu.” (Carrol Levis, Alice Harikalar Ülkesinde, Çev: Tomris Uyar, Can Yayınları, İstanbul, Ağustos 2009, s. 14) Hayallerimiz vardır… Bazen uğruna her şeyi ama her bizim olanı feda edebileceğimiz… Levis Carroll da çocukların hayallerinden yola çıkarak belli imgelerin peşinde Alice’i yaratır kurgu dünyasında. Asıl adı Charles Lutwidge Dodgson olan Levis Carroll, Kraliçe Victorya İngiltere tahtına çıkmadan beş yıl önce İngiltere’de dünyaya gelir. İyi bir eğitim sürecinden sonra matematik öğretmeni olur ve bu yolda kariyerine devam eder. Çeşitli dergilerde yazı deneyimlerine sahip olan Carroll, öğrencilerinden Alice ve kardeşleri ile sık sık gezmeye gider. Bu gezilerde kızlara anlattığı hikâyelerde Alice’i model olarak seçer ve “Alice Harikalar Diyarında” dünya yazınına girer. Bu eser, romantiklerin etkisiyle yeni bir bakış açısı kazanmaya başlayan toplumda, çocukları dini ve eğitici kitaplara mahkûm eden anlayışa karşı çıkan en önemli eserlerden biri olur. Hazırlık sınıfları, 9. ve 10. sınıf öğrencileriyle Türk edebiyatı derslerinde, proje eseri olan bu kitabı okuyup inceledik. Alice’in dünyasından yola çıkarak çeşitli yazılar yazdık. Hatta bazılarımız kendi dünyasına açılan kapıların ardındaki kurguları dile getirdi yazılarında. Alice’te farklı yaşanmışlıklara yapılan göndermeleri bulup bunlar üzerine düşündük. Yazdıklarımızı dört bölümde topladık. “Alice’e Dair” adlı bölümde kitabın iletilerinden yola çıkarak inceleme yazıları yazdık. “Alice’ten Yola Çıkarak” başlığı altında hayallerimizi kurguladık. Üçüncü bölümde “Ben Kimim?” sorusunun yanıtını aradık ve son olarak belirlediğimiz temalara dair düşüncelerimizi dile getirdik. Ve tüm bunları sizlerle paylaşmak istedik. Alice’e dair duygularımızı ve düşüncelerimizi bir araya getirdik. Böylelikle yine uzun soluklu bir proje çalışmasını tamamlamış olduk. Emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Sosyal Bilimler Bölümü FMV ÖZEL ERENKÖY IŞIK LİSESİ/FEN LİSESİ
2
ALİCE’E DAİR
3
OKUMAYA BAŞLARKEN Kitap, Can Yücel’in çevirdiği bir şiirle başlar. Bu şiir, kitabın konusunu özetler. En son cümlesinde de “Bu çocukları dini ve eğitici kitaplara mahkûm eden anlayışa karşı çıkan ilk ve en önemli eser.” diye bahseder kitaptan. Alice, bu eserde ana karakterdir ve başından bir sürü olay geçmiştir. Alice’i harekete geçiren güçlerin başında merakı ve o dönem çocukları için konulan yasaklar gelir. Herkesin de bildiği gibi yasak olan şey insanoğluna her zaman çekici gelmiştir ve bu yüzden de Alice’in başına gelmeyen olay kalmaz. Mesela bir cümlede “Meraktan çatlayarak onun ardı sıra tarlaya koştu.” der ve burada merak duygusunun Alice’i nasıl harekete geçirdiğini görürüz. Bir süre sonra karşısına çıkan tavşan, telaş içindedir ve bir yere geç kaldığını görürüz. Bu bir yandan da Fransız Devrimini sembolize eder. Çünkü tavşanın giydiği kıyafet, o dönemin kıyafetleridir ve taktığı eldivenden de bunu görebiliriz. Alice etrafı keşfetmeye başladıkça karşısına bir delik çıkar ve merakının da etkisiyle kendini delikten aşağı bırakır. Böylece kendini özgür kılar ve inerken de hiç tereddüt etmez, bunu da “ bir daha dışarı nasıl çıkabileceğini hesaplamaya kalmadan…” demesinden umursamadığını anlayabiliriz. Kitapta bunun gibi birkaç örnek vardır ve bize bazı şeyleri çağrıştırır. Kitap ilerledikçe Alice’in karşısına türlü türlü maddeler çıkar. Örneğin, üzerinde “Beni iç!” yazan bir şişe ve üzerinde “Beni ye!” yazan bir çörekle karşılaşır. Bunlara dokunmaması gerektiğini bilir ama kendini dizginleyemez ve yasakları deler. Alice, artık çok farklı bir dünyadadır ve gün geçtikçe kendini tanımakta zorlanır. Örneğin, ikinci bölümün başında konuşmayı ve kelimeleri unutmasından bunu anlayabiliriz. Kendini test etmek için de önceki bildiklerini kendisine sorarak sonuca ulaşmaya çalışır, fakat bunda başarısız olur. Bu yüzden ağlamaya başlar ve birden görür ki gözyaşları bir havuz oluşturmuştur. Havuz onu bir adaya götürür ve Alice’in böyle bir adaya ulaşması tesadüf değildir. Alice’in ulaştığı yer aslında onun bilinçaltıdır. Çünkü kimsenin olmadığı bir yerde kendini dinlemeyi ister ve bu ada bu koşullar için yeterince uygundur. Alice’in zihinsel açıdan yorulduğunu ve artık yalnız kalmak istediğini anlayabiliriz. Zaman geçtikçe Alice eski yaşamına özlem duyar, fakat bir yandan da orası ona çekici gelir. Alice ne kadar bu durumdan mutlu olsa da elbet bir gün geri dönecektir. Fakat onu bu diyarda tutan bazı etkenler vardır. Mesela Alice buradayken hiçbir sorumluluğu yoktur ve bu sayede diyar, Alice için çekici görünür. Bu diyar Alice için bir nevi kaçış haline gelmiştir. Çünkü buradayken çoğu şeyden uzak ve rahattır. Aslında her canlının yaşamı boyunca sığınmak istediği bir adası yok mudur? Şimdi sizleri heyecanla dolu Alice serüvenine davet ediyorum.
Aslı SOYER / 10 C
4
ALİCE VE ÖTESİ Alice harikalar diyarında kitabı; Can Yücel’in çevirdiği, önsöz niteliğindeki şiirle başlar. Bu şiir kitabın yazılış nedenini ve sürecini anlatır. Yazar Lewis Carroll’un okuru yönlendirme ve kitap hakkında yol gösterme isteği üzerine yazılmış olan bu şiirde birçok imge kullanılarak hikâyenin geçtiği yer, karakter ve hikâyenin ana hatları hakkında bilgi verilmiştir. Lewis Carroll, kitabı üç kardeşe anlattığı hikâyeden yola çıkarak oluşturmuştur. Kardeşlerin içinde olmasını istedikleri düşler sonucu Alice’in olağanüstü ve masalsı yolculuğu başlar. Alice’in yolculuk yaptığı bu ülke bir “düşistan” olarak anlatılır. Kitap; dönem kitaplarının çocuklara aşılamaya çalıştığı dinsel ve eğitsel öğelere karşı yazılmıştır. Dışarıdan bakıldığında ve konusu okunduğunda basit bir çocuk masalı gibi görünen bu kitap derin bir bilgi hazinesine ve anlama sahiptir. Eserde yer yer dönemin diğer eserlerine göndermeler yapılmıştır. Bu göndermeler Alice’in fantastik yolculuğuyla anlatılmış ve bu yolculuk çocukların bilinçaltına inmiştir. “Eğlendirerek de eğitebilirim.” politikası esas alınarak yazılan romanın aynı zamanda fabl niteliğinde olduğu görülmektedir. Bu eserini, yazar bilinçaltı dünyasını ve okuduğu diğer kitaplardan kalan izlenimlerini birleştirerek oluşturmuştur. Günümüzde çocukların başucu kitabı olan bu roman, aslında ana fikriyle yetişkinlere hitap eder. Alice’i o büyülü düş dünyasına iten, harekete geçiren ve bu uçsuz bucaksız yolculuğa iten güçler; merak ve yasak unsurlarıdır. Harikalar diyarı Alice’in bilinçaltında yarattığı bir dünya olduğu için merak ettiği ve kendi dünyasında yasak olduğundan dolayı yapamadığı şeyleri bu dünyada yapabilecektir. Alice’i bu yolculuğa iten şey ise bilinçaltında istediklerini yapabileceğine inanmasıdır. Çünkü yasaklar insanların yapmaması gereken ama çoğu zaman içgüdüsel olarak yapmak istedikleri şeylerdir. Yolculuk başladıktan sonra Alice’in karşısına süslü ve abartılı giyime sahip, acelesi olan bir tavşan çıkar. Tavşanın acelesinin olması Alice’in artık harikalar ülkesine yolculuğunun başlaması gerektiğinin bilinçaltı tarafından sembolize edilmesidir. Ayrıca tavşanın giyimi Fransız İhtilali döneminde (Lewis Carroll’ın da şahit olduğu) kraliçenin yanında olan soylu kesimi sembolize eder. “Bir daha dışarı nasıl çıkabileceğini hesaba katmadan kendini deliğe bıraktı.” Kitapta geçen bu cümle Alice’in kendini bu derin ve karanlık kuyunun içine ne olacağını düşünmeksizin bırakmasını anlatır. Bunun nedeni merak duygusunun baskın gelmesidir. Kuyunun karanlık ve derin olması ise; 5
karanlık ve kapalı alanda kalma fobisi olan klostrofobiyi temsil eder. Kuyudan aşağı gerçekleşen bu düşüşün hiç sona ermeyecekmiş gibi gelmesinin nedeni bilinçaltının bu süreç sırasında düşler diyarını hazırlamasıdır. Ayrıca Alice’in kendi kendine sorduğu sorulardan biri olan “acaba dünyanın merkezine yaklaşıyor muyum?” sorusu da yine dönem kitaplarından olan “Dünyanın Merkezine Yolculuk” kitabına gönderme olarak yazılmıştır. Alice’in düşüş süresince kendine sürekli soru sormasının nedeni yalnız olmasıdır. Esas konuştuğu kişi kendi bilinçaltıdır. Böylece sürekli kendini sorgular ve ne yaptığını anlamaya çalışır. Düşüş sonunda Alice, korkuları ile yüzleşmeye başlar ve aynı zamanda harikalar diyarının nerede olduğunu aramaya karar verir. Bilinçaltında yeni bir dünyada yaşam süreci başlamıştır. Harikalar diyarı arayışında olan Alice’in karşısına sırasıyla kapı ve geçit çıkar. Bunlar bir metafor olarak yerleştirilmiştir. Bu metaforlar Alice’in bilinçaltına ve yeni dünyaya açılan eşik olarak kullanılmıştır. Kraliçenin bahçesine açılan kapı da ikincil eşik metaforudur. “Geçitin öbür ucunda, şimdiye kadar eşine rastlamadığınız güzellikte bir bahçe uzanıyordu. O kapkara dehlizden kurtulmak, şu güzelim pırıl pırıl çiçek yataklarının, serin gölgelerin arasında dolaşmak için nasıl can atıyordu.” cümlesinde Alice’in söz ettiği eşine rastlanmaz olan bahçe Alice’in bilinçaltındaki hayal dünyası ile zenginleşerek eşsiz bir görünüme kavuşmasıdır. Kara dehliz ise yalnızlığı ve korkuları temsil etmektedir. Bilinçaltındaki güzelliklerden önce korkularla yüzleşmiştir. Alice’in harikalar diyarına ulaşma yolunda eşikten geçebilmesi için bu bölümde belirli yardımcılar vardır. Bunlardan biri üstünde “Beni iç.” yazan bir şişedir. Şişenin üstünde “Beni iç!” yazıyor olması Alice’te bir merak uyandırmıştır. Ayrıca “Zehirlidir.” yazmadığı için içmesinde bir sakınca olmadığını düşünerek şişenin içindeki sıvıyı içmiştir. Bu yardımcı, bilinçaltında ona normal dünyada yapması yasak olan bir şeyi yapma hakkı tanımıştır. Alice de baskı olmaksızın şurubu içmiştir. Alice, gitgide düzgün cümle kurma ve konuşma kurallarını unutmaktadır. Ayrıca yediği çörek sebebiyle de ne söyleyeceğini şaşırmıştır. En önemlisi de kendini düzgün konuşmak zorunda hissetmemiştir. Alice’in bu yolculuk ve harikalar dünyasına geçiş sonrası farklı hissetmesinin nedeni alışık olduğundan farklı bir dünyada bulunmasıdır. Ve kendini neden farklı biri gibi hissettiğini sorgulamaya başlamıştır. Alice kendini ve benliğini kaybetmişçesine değişmiştir. Kendini sorgulayamama ve tanıyamamasının nedeni budur. Bulunduğu diyarda kimseyi tanımadığı ve anımsamadığı için şüphe duymaya başlamıştır. Kitap süresince de bilinçaltına sorular sormaktadır. Ve değiştiği zamanı 6
hatırlamaya çalışmaktadır. Kendini eskiden bildiği şeyleri sorgulayarak test eder. Farkında olmadığı bir şekilde eski Alice’ten farklıdır. Alice kim olduğunu unutmaya başladığını hissettiği için ağlamaya başlar. Birden kendini bir gözyaşı havuzunda bulur. Bu havuz Alice’in üzüntülerinin biriktiği ve toplandığı yerdir. Bu gözyaşı havuzu, Alice için ölüm ve yeniden doğum gibidir. Aynı zamanda kendinden ilk şüphe duyduğu andır. Onun için harikalar diyarı yeni bir hayat, yeni bir başlangıçtır. Gözyaşı gölcüğünün ada metaforu ile ilişkilendirilmesi başarılı bir yaklaşımdır. Sanatçılar eserlerinde yalnızlaşmayı ve kimsenin olmadığı bir yerde kendini dinleyerek terk etme ve edilme olgusunu ifade etmek için bu kara parçasını kullanarak metaforlar yaparlar. Gözyaşı gölcüğü de eserde adayı sembolize eder, bu ada Alice’in yalnızlığını anlatır. Ayrıca Alice’in harikalar diyarında bilinçaltının yarattığı şeylerle baş başa kalacağı ve kendi benliğini terk ederek farklılaşacağını anlatır. Lewis Carroll’un kitapta baskıcı bir öğrenme ve öğretme şekli olan şiir ezberlemeye bir tepki olarak bir şiirin parodisini yazmıştır. Şiirin parodisinde timsah figürünün kullanılması timsahın sahte gözyaşlarına sahip olan kötü ve yırtıcı bir hayvan olduğunu vurgulamıştır. Parodinin ünlü bir şiir üzerinde yapılmasının sebebi ise anlaşılır olmasını sağlamaktır. Bu parodinin asıl amacı çocuklara öğretilen “hayvanlar iyidir, sevimlidir, zararsızdır” düşüncesinin sığ ve kalıplaşmış bir düşünce olduğunu göstermektir. Yazar, hayvanların kötü yönleriyle de betimlenmesi ve çocuklara aktarılması gerektiğini düşünmektedir. Eserde tarih belirterek ve karakterlerin giyinme tarzlarıyla yansıtılmış olan tarihi olay Fransız Devrimi’dir. Kitabın bir bölümünde, 1. William'ı kötüleyecek türden göndermeler yapılmıştır. Zaten tarihte de Fatih William'a ait hiçbir güvenilir başarı portresi yoktur. Kitabın yazıldığı dönemde adalet ve hukuk anlayışının zayıf oluşu kitapta yargıç, jüri ve benzeri kişilerin aynı kişi olarak gösterilmesiyle belirtilmiştir. “Alice Harikalar Diyarında”nın ana karakteri olan Alice, kitabın 4. bölümünde evine ve düzenli hayatına özlem duymaya başlar. Böylece hayal dünyası ve bilinçaltıyla çelişmektedir. Bu durum kendiyle de çelişki içerisine düşmesine sebep olmuştur. Yani bilinçaltında yarattığı bu dünyadan artık sıkılmaya başlamıştır. Ayrıca burada yaşadığı olaylar onu ürkütmüş ve şaşırtmıştır. "Böylesi bir yaşam"ı çekici kılan kitaptaki itici güçlerdir. Kitap boyunca Alice'in yapmaması gereken birçok şey olsa da yapma isteği ve merak, Alice'in yolculuğunu etkilemiştir. Kitabın ana teması olan bilinçaltı yolculukları, zengin ve etkileyici bir dille anlatılarak kitabın unutulmaz eserler arasına girmesini sağlamıştır.
Suyum Bige TİLKİCİ / 10 C 7
ALİCE’İN DEĞİŞİM İSTEĞİ Alice, o tavşan deliğinden atladığından beri sürekli değişime uğrar. Boyunun sayısız kez büyüyüp küçülmesinden, önceden çok iyi bildiği şarkıların hiçbirini doğru söyleyememesinden ve bazı hayvanların işlerine koşmaktan rahatsızdır. Alice, kimi zaman tavşan deliğinden atlamış olmaktan pişmanlık bile duyuyor, çünkü burada hiçbir şey eskisi gibi değildir. “Orada boyuna büyüyüp küçülme sorunu yoktu bir kere.” Alice, “orada” derken gerçek dünyayı, daha doğrusu normal bildiği dünyayı kastediyor. Normal dünyada daha önce hiç karşılaşmadığı sorunlarla içine düştüğü dünyada karşılaşmak onu şaşırtıyor. “… gelgelelim bir çeşit çekiciliği var böylesi bir yaşamın.” Alice’e göre “böylesi bir yaşam”ı çekici kılan, bu yaşamın normal yaşama göre sayısız farklılıklarının bulunmasıdır. Alice, durumdan zaman zaman rahatsız olsa da aynı zamanda bu yaşamın ilginçliğinin çekici olduğunu da düşünüyor. İçinde bulunduğu dünyanın Alice’e çekici gelmesinin nedeni kendi yaşamının monotonluğudur. Onun aradığı ve istediği şey, değişimin ta kendisidir. Alice, derinlerde bir yerde içine düştüğü dünyayı sevmektedir. Burada yaşadıkça, merak ettikçe geri dönmekten vazgeçiyor ve kafasındaki sayısız sorunun cevabını aramaya koyuluyor. Bu da “Harikalar Diyarı”na bağlılığı beraberinde getiriyor. Asya AKSAKAL/ 9 A
8
GİTME İSTEĞİ Alice’i harekete geçiren itici güçler, merak ve can sıkıntısıdır. O, sıradan olan hayatından çok sıkılmıştır. Heyecan duyacağı herhangi bir şey aramaktadır. Kendi yaşamından kaçıp gitme isteği duymaktadır. Alice’in karşısına çıkan tavşan macerayı simgelemektedir. Alice tavşanı, kendisinin ait olduğu sıkıcı hayattan kurtaracak bir varlık olarak düşünmüştür. Onun peşinden gitmeye başladığında da heyecan, merak, tedirginlik gibi birçok duyguyu aynı anda yaşamıştır. Yine de tavşanın peşinden gitmeye devam etmiştir. Daha renkli, daha eğlenceli, sıradan olmayan bir yaşamdır onun beklediği. Kendini tavşan deliğinden aşağı bırakması, Alice’in maceracı bir kişiliğe sahip olduğunun bir göstergesidir. Deliğin ardında ne olduğunu bilmediği halde ve sonuçlarını hiç düşünmeden kendini aşağı bırakmıştır. Bu durum, Alice’in özgür ruhlu, doğacak sonuçlardan korkmayan ve meraklı bir kişiliğe sahip olduğunun kanıtıdır. Kuyunun derin ve karanlık olması bilinmezliği çağrıştırır. Alice, bu bilinmezliğin peşine düşer. Düşüş, maceranın başlangıcıdır. Sabırsızlıkla düşüşün sona ermesini bekler Alice. Uzun bir yolculuktur çıkılan. Ve bu yolculuk Alice’in iç dünyasına yaptığı bir yolculuktur aslında. Kendinde keşfedecekleri, yaşadığı sıradan dünyada bastırılan, unutturulan yeni duygular ve düşüncelerdir. Gizli kalan her şey Alice’in yaşamını renklendirecek, kendini tanımasını sağlayacaktır. Elif ALGAN / 9 A
9
ÇAĞRIŞIMLAR “Alice Harikalar Diyarında” adlı kitapta yer alan sözcükler farklı anlamları simgeler. Metnin bütününden yola çıkarak bazı sözcüklere çağrışımlar yoluyla bambaşka anlamlar yüklenebilir. Kapı, geçit ve bahçe sözcükleri bunlardan yalnızca birkaçıdır. Kapı ve geçit kavramları, Alice için yeni maceralar, yeni olanaklar ve yeni çözüm yolları anlamlarını çağrıştırır. Kapı, bir yerden başka bir yere geçiş noktasıdır. Romanda da bir yaşamdan başka bir yaşama geçişi simgeler. Geride bırakılan her şey, açılan kapıyla unutulur, silikleşir. Geçit; geçme, bırakma noktasıdır. Heyecanla, merakla, umutla geçilen yer sabırla sınanır. Kapı ve geçit, sıkıcı hayatın geride bırakılması, renkli bir hayatın da başlangıcıdır adeta. Kapı ve geçit, yeni bir bahçeye açılır. Bahçe, rengârenk bir dünyayı simgeler. Alice o sıkıcı, monoton hayattan, yani “o kapkara dehliz”den kurtulmak için bu maceraya atılır ve sonunda “dünyanın öte yanı”na açılan bahçeye ulaşır. Bu bahçe “Harikalar Diyarı”dır. Petek GÜVEN / 9 A
10
KEŞİF Alice, tavşanın peşinden gitmeye başladığı andan beri gerçek dünyadan çok farklı olaylar ve durumlarla karşılaşır. Büyüyüp küçülmesi, hayvanların konuşması, bildiklerinin hiçbir işe yaramaması Alice’in dikkatini çeken ilk durumlardır. Hepimiz yeni yerler keşfetmeyi severiz. Farklı olan durumlarla karşılaşmayı… Alice’in de karşılaştığı bu dünya hem çok farklı hem de olağanüstü olarak nitelendirilebilecek bir dünya. Bu yeni dünyada deneyimlerinden yararlanarak kimliğini bulmaya çalışan Alice, aynı zamanda etrafındakilerin garip davranışlarından dolayı bocalar. Yaşadıklarına bir anlam vermeye çalışırken kim olduğunu da sorgulamaya başlar. Zaman zaman geldiği dünyayı “Orada böyle şeyler yoktu.” diyerek anımsar. “Orada” diye ifade ettiği dünya, gerçek dünyadır. Gerçek dünyada sadece küçücük bir kız idi. Zaman zaman geldiği yere özlem duyan Alice, içine düştüğü bu olağanüstü dünyayı da çekici bulur. Bunu çekici kılan, insanın bastırılması en güç duygularından biri olan meraktır. Bu yeni dünyada karşılaştığı olağanüstülükler Alice’in merakını uyandırır, ilgisini çekiyor ve onu cezbeder. İnsan, gözlerini açtığı günden beri dünyayı merakla seyreder. Sıradanlığın içinde beliren olağanüstü bir dünya istesek de istemesek de dikkatimizi çeker. Tıpkı “Harikalar Diyarı”nın Alice’inin dikkatini çektiği gibi. Asıl önemli olan ise bu diyarın peşine düşmek ve kendimizi orada yeniden keşfetmektir. Başak CAN / 9 A
11
KÜÇÜK BİR KIZIN PENCERESİNDEN Bir ikindi vakti dört kişi yolda ilerliyor… Havanın boğuk olmasına rağmen adam, üç şamatacıya bir hikâye anlatmaya başlıyor. Bir zaman sonra üçü de kendilerini hikayeye bırakıyor ve birden hikayenin içinde başlıyorlar yaşamaya. Bu hikâye hiç bitmesin istiyorlar. Güneş batarken eve dönüyorlar ve böylece “anlatı” bitmiş oluyor. Adam, son bölümde Alice’e bu öyküyü emanet ediyor, fakat bize derlenmiş hali kalıyor. “Batıp gitmiş bir adada tut ki, derlendi bu solmuş demet.” Yani bana göre, derlenmemiş hali daha sırlarla dolu, belki biraz daha farklı çünkü “Batıp gitmiş bir adada tut.” demek, “Masalın aslını kendi içinde sakla.” demek. Şiir, tabii ki kitap yazıldıktan sonra yazılmış ama bu şiirle başlıyor “anlatı”. Çünkü onun yazılma nedeni de burada veriliyor. “Yolculuk” kelimesi bende “uzaklaşma” anlamını uyandırmaktadır, herkesin yolculuğa çıkma nedeni farklı olmaktadır. Bazen yalnızlık, bazen eğlence, bazen gezip görüp, öğrenme... Alice’i yolculuğa iten sembol tavşan, arka plandaki itici güç; iten güç ise meraktır. “Meraktan çatlayarak onun ardı sıra tarlaya doğru koştu.” Konuşan, bir yere geciken, yeleği olan hatta yeleğinin cebinden saat çıkan bir tavşana daha önce hiç rastlamaması Alice’te bir merak duygusu uyandırmıştır. Halbuki oradan kendi kendine koşan bir tavşan görmüş olsaydı, onun peşinden gitmeyecekti. Bu olağanüstü olay o esnada, Alice’i çok etkilemiş ve bu yüzden Alice dönüş biletini almadan kendini öylece deliğe bırakıvermiştir. Kuyu derin ve karanlık olarak betimlenmiştir. Bunun anlamı, yolculuğun da derin ve karanlık geçeceğidir. “Derin”dir, çünkü düşünmek için vakit gereklidir. “Karanlık”tır, çünkü bu düşüncelerin sonunun nereye varacağı belli değildir. Yani kuyunun dibidir. İnsanın bir anlık merakının sonuçlarıdır. “Düş babam düş, düş, düş. Bu düşüş hiç mi sona ermeyecekti acaba?” Düşerken bile konuşmakta ve düşünmektedir. Bir yandan insan olup olmadığını sorgulamaktadır kuyunun dibinde, bir yandan okuldan öğrendiği bilgilerle dünyanın merkezine yaklaştığını düşünmektedir, bir yandan da dünyanın öte yanına geçip geçmeyeceğini... “Dünyanın öte yanından geçecek miyim acaba?” Alice için “dünyanın öte yanı “demek Yeni Zelanda veya Avusturalya’dır. Belli ki ailede bu söz, bu anlamda kullanılmaktadır. Dünya’nın yuvarlak olduğunu gözümüzün önüne getirirsek oralar aşağıda ve uzakta kaldığı için Alice Kuzey Kutbundaki insanların normal, Güney tarafındakilerin baş aşağı yürüdüklerini düşünmektedir. Bence de dünyanın öte yanı kötülüğün olmadığı, temiz, insanın istediğini yapabileceği, çok güzel ve aynı zamanda ışıltılı göllerin, şelalelerin ve denizlerin olduğu, pembe ağaçlarla kaplı harika ve sihirli bir yerdir. Yol boyunca Alice kendine sürekli soru sorar. Alice ise düşündüklerini dile getiren bir kız olarak ara sıra kendine öğütler vermekte, bazen de kendini azarlamaktadır. O dönemle bunları ilişkilendirirsek, ahlaklı olmanın o dönemde çok büyük bir erdem olduğunu da fark etmiş oluruz. Genelde tüm eserlerde, hep ahlak, din, görgü, nezaket gibi konuları 12
işlenmektedir. Alice buna dikkat etmekte ve hata yapmaktan korkmaktadır. Bu, şu alıntılarla desteklenebilir. “Bayan da kim bilir beni ne bilgisiz bir kız sanacak! Yok yok sormak olmaz” , “Bir başına oynadığı bir kriket oyununda kendisine karşı hile yaptığı gerekçesiyle kulaklarını yumruklamaya kalkmıştı.” Ya da” kızgın demiri uzun süre tutarsan, elin yanar; bıçakla parmağını çok derin kesecek olursan, genellikle kanar; hele hele “Zehirlidir” damgasını taşıyan bir şişedeki sıvıdan kana kana içersen er geç miden bozulacaktır.” gibi kuralları Alice hiç unutmaz. “Ayrıca iki kişi gibi düşünmeyi de sever. Belki bu sayede kendini güvende hisseder ya da belki bu şekilde mutlu oluyor olabilir. Bence bu, onun zekasını da geliştirir. Zaten yazarla ilgili verilen bilgide de Caroll’un karmaşık şakalarını anlayabilen biri olduğu da yazmaktadır. Caroll onu hem çok sevmiş hem de zeki biri olduğunu anlamış olmalıdır. “Düşüş sona ermişti.” ,“Artık yeraltındaki maceralar başlıyor“ demek. Her şeyin bir sonu vardır, ama her son yeni bir başlangıçtır. Hala tavşanın peşinde olduğunu göstermek için bir “geçit” olabilir. Pişman olması gerekirken bu geçitten geçer. Daha sonra karşısında kilitli kapılar görür. Belki bu kilitli kapılar, ona yüz çeviren insanlar gibi kullanılmıştır. Sonra anahtarlar görür, ama hiçbiri bu kapıları açmaz. Alice ile anlatılmak istenen asıl kişi (Belki de her birimiz) bir umutla insanları ikna etmeye çalışır. Onun bu tükenmeyen umudu ise eserin ruhunu oluşturmaktadır. Zülal GÖNCÜLER / 10 C
13
“O/A/RADA OLMAK” Alice’in “orada” diye nitelendirdiği yer evidir. Açıkçası Alice, ne kadar farklı şeyler yaşadığını ve eğlendiğini düşünse de zaman zaman bu serüvenin zorluklarından yakınmaktadır. Eski evine, güvenli sığınağına, sıradan hayatına dönmek ister. Ama bu yolculuğu hiç yapmamış olmayı, beyaz tavşanı gördüğü zaman korkuya kapılıp delikten atlamamayı hayal ettiğinde fikrini değiştirir. Çünkü Alice normal bir zamanda olsa bu yaşadıklarını ancak hikâye kitaplarında okuyabilirdi. Ama şimdi hikâyeyi kendisi yaşar ve bu yaşamın bilinmedik ve aynı zamanda eğlenceli olduğunu düşünür. Gözyaşı havuzu hayattaki acıları ve hüzünleri simgeler. Herkes hayatta az da olsa sorunlarla karşılaşır. Kimi bu sorunların üstesinden gelebilir, kimi de bu ağırlığı taşıyamaz ve bu yükün altında ezilir. Önemli olan sıkıntılarla ve zorluklarla karşılaşıldığında hemen paniğe kapılmamak ve güçlü olup bunların üstesinden gelmeye çalışmaktır. Umutsuzluğa kapılanlar her zaman ağlamaya ve kendi gözyaşı havuzlarında boğulmaya mahkûmdur. Gözyaşı havuzunun ortasındaki ada, insanın üzüntülerinde ve acılarında yalnız olduğunun, üzüntülerini birileriyle paylaşsa bile kimsenin onu tam olarak anlayamayacağının simgesidir. Sıkıntılar bir deniz gibi insanın üzerine gelir. Gitgide yayılır ve sonunda insanın kaçacak çok az yeri kalır. Hikâyedeki ada bir insanın sıkıntılardan ve sorunlardan kaçabileceği yeri, yani aileyi ya da arkadaşları simgeler. Ya da değer verdiği herhangi bir şeyi…
Hande YILMAZ / 9 C
14
BAŞKALARININ DÜNYASI “Alice ben kendim değilim ki kendi dediğimi açıklayabileyim.” cümlesiyle itirafına yaklaşır, fakat yanlış soruları sormaya devam eder: Neden uzuyorum?, Neden kısalıyorum?, Neden hayvanlara hizmet ediyorum? Bunlar değil sorulması gerekenler, esas soru “Ben kimim?” Kişilik kolay değişebilen bir yapı değildir. Tek bir katmanını kaldırmak için zeminin rahatsız edilmesi, o altyapıyla uğraşılması gerekir. Sizi siz yapanlardan kurtulmak ya da bir şeyler eklemek en zoru olsa gerek, fakat Alice bunu hep unutur. Boyu, sözleri farklı olabilir; ama tepkileri, görünüşü, duyguları öyle değil mi? İçinde bulunduğu durumun ona gösterdiklerinin farkında değil. O, hala bu kararın cazibesinde kaybolur. Fakat reddetmektense bilmesi gereken, bu yabancı görünen kendisinin aslında bir başkası olmadığı gerçeğidir. Alice yaşadığı dönem yüzünden hiç kendisi olamamıştır. Hep başkalarının çizdiğini boyamıştır. Bu onun kâğıdındaki ilk çizgiydi ve o bilinçaltına, hayal gücüne alışkın değildi. Alice hayvanlarla olan ilişkisini de hiç garipsemez, çünkü bu maskeli baloya giden insanların onun için sadece görünüşleri farklı, sözleri ise hep aynıdır. Onun için olağanüstü olan, kendi bedenine olanlar ve bunu, kendine kim olduğunu itiraf edinceye kadar olağanüstü bulmaya devam etmesidir. Bir karar alırız, önümüze ne kadar engel çıkarsa çıksın hala onu istediğimiz için engelleri umursamayız. Hatta bırakmamız gereken anda “Bunlarla savaşmalıyım.” deriz bazen. Buradaki söz konusu insan Alice olsa da bizler hayatlarımızı değiştirecek yanlış kararlar peşinden koşarken ne ileriyi düşünürüz ne şimdiyi. Bazen “Yeter artık!” deriz, bu kadar da zor olmamalı ama söylensek de devam ederiz, çünkü artık geçmiş yoktur. Geçmiş “oradadır” artık, çok uzakta, kararımızla yaşamak zorunda olduğumuz yerde. Ya tek çare olduğu için ya da hala o çeldiriciye kandığımız için.
Cansu Ece GÜR / 9 C
15
DÜNYANIN ÖTE YANINA DÜŞMEK “Düşmek” sözcüğü birden fazla anlamı karşılıyor olabilir. Aklımıza ilk gelen anlam olan bir yerden aşağı doğru hareket etme anlamı dışında, ‘düşlemek’ eylemindeki olgu olan rüya sözcüğünün anlamını da üstlenmiş olabilir. Bu tarz ikilemlerde kalmak okuyucuyu düşündürür, metne bağlar. ‘’Dünyanın öte yanı’’ ifadesi Alice’te Yeni Zelanda ve Avusturalya’yı çağrıştırmıştır. Ama Alice bu sınırlı yorumla kalmayıp ‘’dünyanın öte yanı’’nda baş aşağı yürüyen insanların olduğunu da düşlemiştir. Alice henüz çocuktur ve dolayısıyla hayal gücü sınırsızdır. Hele de hiç bilmediği bir yere yolculuk yapıyorsa yorumlar kaçınılmazdır. Sürekli sorular sorarak zihninde gideceği yerin resmini oluşturmaya çalışır. Bu sorular kimi zaman bizlere saçma gelebilir. Ancak bu sorular onun hayal dünyasının anahtarlarıdır. Ezgi DURUKAN / FEN 1
16
ALİCE’TEN YOLA ÇIKARAK
17
KİMDİK BİZ?
Yıl 2020, yağmurlu bir gündü. Hilal’le dolaşıyorduk. Yağmur şiddetini iyice arttırmış, şimşekler çakmaya başlamıştı. Tam karşımızdaki dükkânın tentesinin altına girecekken önümüze yıldırım düştü ve kendimizi görkemli, paslanmış, demir bir kapının önünde bulduk. İkimiz de şaşkınlık içinde etrafa bakınıyorduk. Ne kadar uğraştıysak da kapıyı açmayı başaramadık. Birden ikimizin de kulaklarını tırmalayan bir sesle kapı, ışıklı cam bir koridora açıldı. İkimiz de tedirgin tedirgin koridorda yürümeye başladık. Işıklar o kadar göz alıyordu ki adım atmakta zorlanıyorduk. Kısa bir süre sonra yeni bir dünyanın kapıları ardına kadar açılmıştı. Her şey aynıydı. Apartmanlar, insanlar, dükkânlar, yaşantılar her şey aynıydı. Peki, bu dünyanın adı neydi? Sokakta yürümeye başladık. Her şeyin aynı olmasına çok şaşırmıştık. Ama tuhaf olan bir şey vardı. Ya kimse bizi görmüyor, ya da bizi umursamıyordu. Çarpıştığımız kişiler, hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ediyorlardı. Annemi gördüm. Marketten alışveriş yapmış, elinde poşetler vardı. Yanına gittim, yardım etmek istedim ancak hiçbir şey fark etmeden yoluna devam etti annem. Evet, burası farklı bir dünyaydı, ama biz neden fark edilmiyorduk? Biraz oturup düşündükten sonra her şeyi anlamıştık. Bu dünyada, bu hayatta biz yoktuk. Her şey aynıydı, ama tek eksik bizdik. Peki, biz hangi dünyaya aittik? Yaşadığımız dünyaya mı yoksa eksik olduğumuz dünyaya mı?
Dilek ÖZTÜRK - Hilal BIÇAKCI / 10 B
18
HAYAL Mİ, GERÇEK Mİ?
...Hayal mi gerçek mi anlayamadı. Etrafında hiçbir şey yoktu. Bir tahta kapı üzerinde bir asmanın dört kolunu bulunduruyordu. Üzüm taneleri sanki kapının gözleri varmış gibi bir görüntü ortaya çıkarıyordu. Çok uzaktan yaban domuzu sesi geliyordu. Kızcağız, korkudan ölecek gibiydi. Kapıyı açmaktan başka şansı yoktu. Ama korkuyordu. Biraz beklemeye karar verdi. Belki birisi gelir onu kurtarırdı. Kapının yanına oturdu. Titriyordu, gömleği terden sırılsıklam olmuştu. Bir ara uyur gibi oldu, ama yaban domuzunun sesiyle irkildi. Ne yapacağını bilemediğinden koştu, kapıyı açtı. Kapının ardında sadece ama sadece temizlik malzemeleri vardı. Hayretle eşyaları itmeye başladı kız. Kapının ardındaki oda büyüdükçe büyüyordu. Kız, oda boyunca yürümeye devam etti. Odanın bitimine doğru ayağı takıldı düştü. Düştüğü yer ziyadesiyle eğimli ve kaygandı. Sürüklenmeye başladı. Ta ki irice, tüylü bir nesne onu durdurana kadar. Geldiği yer aşırı güneşliydi. Kız başta gözlerini açamadı. Alıştıktan sonra başını kaldırdı. Dev bir kedi, simsiyah gözlerini sert bir şekilde kıza dikmiş bakıyordu! Kız onu gördüğü anda kulakları sağır edecek bir tonla çığlık attı. Yaşı dolayısıyla çok ürkekti yavrucuk. Dev kedi, kızın korktuğunu görünce uzaklaştı. Kız, bir süre kıpırdayamadı. Nutku tutulmuştu sanki. O, sessizce şaşkın bakışlarıyla etrafı süzerken; ufacık bir karıncanın dağları delen gür sesini duydu. Karınca kızın omzundaydı. Ona: - Hey, ufaklık! Seni buraya getiren nedir? Bizim dünyamızda yabancılara yer yoktur. Zira burada yaşamayan herkes düşmandır. Kız ne diyeceğini bilemedi en başta. Bir cevap vermesi gerektiğinin farkındaydı. Açıklama yapmaya karar verdi:
19
- Adım Nora. Annem ve babam benim yüzümden kavga ediyorlar devamlı. Ama ben onların mutlu olmasını istiyorum. Onları baş başa bırakmaya karar verdim. Bir günlüğüne evde olmayacaktım. Yani planım buydu. Ama evden bir çıktım, kendimi korkunç yaratıklarla dolu bir ormanda buldum. Sonra bir kapıdan geçtim. Bir baktım buradayım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Karınca cevapladı: - Hikâyen inandırıcı. Ama buraya gelmekle aptallık ettin. Kraliçemiz yabancıları hiç sevmez. Seni öldürmek isteyeceğinden adım kadar eminim. Saklamak lazım seni. Sakın ha bir yere kıpırdama, tam burada bekle beni. Dostum boz ayıya haber vereceğim. O seni ininde saklar. Gece yarısı da "Altın Şelale"ye gider, seni geldiğin yere yollarız, olur mu? Sakın kıpırdama! Kız, karıncanın dediğini yaptı. Karınca sözünü tutmuştu ki boz ayı geldi ve onu bir süre ininde sakladı. Gece yarısına yakın bir vakitte "Altın Şelale" denen yere gittiler. Şelaleden sıvı altın akıyordu gerçekten de. Dolunay şelaleye vurunca toprak üzerinde bir yarık oluştu. Ayı Nora'ya bu yarıktan atlamasını söyledi. Nora ayının dediğini yaptı. Aniden bir ses duydu Nora: - Haydi Nora! Okula geç kalacaksın. Çabuk ol.
Ahmet ÇELİK / 10 B
20
KAPININ ARDINDA NE VAR? O gün evden çıktığımda başıma geleceklerden haberim olsaydı, asla evden dışarı çıkmazdım. Neden mi? Bakın anlatayım. Yolda yürürken daha önce hiç görmediğim bir yol gördüm. Merakıma yenik düşerek o yola girdim. Yolun sonunda boşlukta duran iki kapı vardı. Biri eski püskü; diğeri yepyeni, çiçeklerle bezenmiş, muhteşem güzellikte bir kapıydı. Yeni kapıdan içeri girdim, ancak içerisi kapıyı yansıtmıyordu. Kurumuş ağaçlar, çığlık çığlığa öten kargalar ve gri bir gökyüzü vardı. Kapı arkamdan kapandı ve yok oldu. Korkarak yürümeye başladım. Yerlerdeki dal parçalarına bastıkça, daha çok korkuyordum. Birden bir ses işittim. Kimsin yabancı? Nasıl buraya geldin? Neden buradasın?" Kimin söylediğini göremiyordum. Kendimi tanıttım, başımdan geçenleri anlattım ve eve dönmek istediğimi söyledim. Bana cevap verdi "Burada sana yardım edecek tek kişi Beyaz Ejderha. Şu karşıdaki dağın tepesine çık. Eğer seni gözü tutarsa, o zaman sana yardım eder, ama dikkat et. Yolda güvenebileceğin çok az canlı var." Çevredeki sis dağıldı. Karşıdaki dağa baktım. Büyük ve karla kaplıydı. Oraya doğru yürümeye başladım. Karşıma bir kadın çıktı. Kızıl saçları ve kırmızı bir elbisesi vardı. Bana doğru yürüyüp kenara çekildi ve arkasından güzel mi güzel bir kız çıktı. Orta boylu, sarı saçlı, mavi gözlü ve mavi elbiseliydi. "Kimsin sen?" diye sordu. Adımı söyledim, gözleri büyüdü ve konuştu: "Demek sen Deniz'sin. Ben Alice. Buralardaki en iyi yol göstericiyim. Şimdi, sen dağa gidip ejderhayı bulmak istiyorsun, değil mi?" "Evet, lütfen bana yardım et!" dedim. Kız "Gel benimle seni dağın tepesine götüreceğim." dedi ve beni elimden tutup çekti. Dağın yanına gelince, soğuğu hissettim. Karşımıza bir yılan çıktı. Yılan siyah renkteydi. Alice arkama saklandı. Yılan bana baktı ve konuştu "Beklenen kişi ssssonunda geldi ssss. Üzgünüm ama buradan ssssonrasına devam edemesssin. Ssseni öldürmekle görevliyim." dedi ve üzerime atladı. Alice eline bir kazık aldı ve yılana fırlattı. Yılan yere yığıldı. Yolumuza devam ettik ve dağa ulaştık. Bekledik, bekledik ve bekledik… Birden bir ışık parladı ve ejderha ortaya çıktı. "Hoş geldin. Ben de seni bekliyordum. Ne dilediğin belli ama zihninden okuduklarıma göre kız arkadaşını yanında götürmek istiyorsun, değil mi?” dedi. Duraksadım. Bunu nasıl bilebilirdi? Her şeyi bildiğine göre ona yalan söyleyemezdim. "Evet, bana izin verecek misiniz?" "Benim için bir sorun yok, ama acaba Alice istiyor mu?" Kız bir süre düşündü ve "Evet!" diye haykırdı. “Buralarda kimsem yok, izin verin Deniz’le gideyim.” Ejderha kükredi ve ağzından bir ışık topu çıktı. Işık dağıldığında tekrar dünyadaydım. Alice de yanımdaydı. Elimden tuttu ve eve doğru yol almaya
21
başladık. “Olacakları bilseydim dışarı çıkmazdım.” dedim, ama belki de bu, benim için bir şanstı. Alice'le tanıştım ve bundan hiç de mutsuz değilim. Deniz UYSAL / Hz B
22
ŞAŞIRTAN KAPILAR
Kapıların arkasında ne olduğunu kapıdan içeri girmeden bilemeyiz, ama belki tahmin ederiz ne dersiniz? Bence tahmin edebiliriz, çünkü insanlar kapıları kullanıldığı yere göre seçerler. Tabii her zaman kapıların ardında ne olduğuyla alakalı tahminlerimiz tutmayabilir. İnsanları hayal kırıklığına uğratmaktansa şaşırtıp mutlu etmek amaçlı değişik oyunlar yapılabilir bence. Geçtiğimiz ay yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Ailemle birlikte yemeğe gitmiştik, yemekten sonra haliyle lavaboya gitmek istedim ve yüzyıldır kullanılmayan bir evde bile olamayacak kadar kötü bir kapı gördüm. Çok eski, paslanmış, pis, yamuk ve kırıktı. Bulunduğumuz restorana yakıştıramadığım bir kapıydı, çok şaşırdım. Restorant çok şık bir yerdi ve tuvaletlerin kapılara nazaran çok da kötü olmamasını dileyerek kapıyı açmaya çalıştım. Aman Allah'ım! Bu nasıl bir kapı? Yamulmuş sıkışmış açılmıyor, çok pis. Hala oranın tuvalet olmadığını, yanlış bir yere gelmiş olduğumu düşünüyordum ama başka tuvalet yoktu ki restoran çok küçüktü. Tuvalet kapısını biraz daha zorladığımda başardım, kapı açıldı. Karşıma orada görebileceğim en temiz, düzenli, şık tuvalet çıktı. O kapının ardından çıkan tuvalete bakın! Şaşkındım gerçekten. Neden öyle bir kapı kullandıklarını kendime sorarken, kapının arkasında asılı posteri gördüm, posterin üstünde "İyi ki önyargılı davranmamışsınız, değil mi?" yazdığını gördüm. Evet, önyargı, sizi her yerde ele geçirebilir. Kapıların arkasında ne olacağını asla bilemezsiniz… Gördüklerinize o kadar da güvenmeyin derim! Meltem Buse DOĞAN / Hz. B 23
HAYAL DİYARI Yazarın en büyük hayali, kendi zihninde ve kalbinde yarattığı masalları yaşamaktı. Aynı maceraları yaşayabilmek, aynı büyülü diyarları gezebilmek… Yazarken güzeldi tabii, fakat ne zaman kalem kâğıdını yerine bıraksa, içine tekrar gerçek dünyanın hüznü yerleşiyordu. Hayatı kötü değildi aslında, ama mükemmel de değildi. Ve iç dünyasında bir şeyler yaratmak güzel olsa da yine de tatmin olamıyordu. Bir gün yine odasında yazıyordu yazar. İnanılmaz derecede mutlu görünüyordu; sanki cenneti kaleme alıyor gibi… Yazdığı, bir ortaçağ hikâyesiydi. Sihirli bir ülkenin, sihirli yaratıklarıyla ilgiliydi. Devler ve cüceler, periler ve elfler, denizkızları ve konuşan dev ağaçlar, bir prens, haydutlar.. Her şey vardı öyküsünde. Yazar da kaptırmış, saatlerdir yazıyordu. O anda bir gürültü geldi dışarıdan. Sanki deprem oluyordu. Yazar korkudan kılını bile kıpırdatamıyordu. Son bir gürültü koptu, yazar merakla dışarı çıktı. Bahçesi darmadağın olmuştu ve tam ortada büyük, eski bir kapı duruyordu. Yazar kapıyı açıp içeri girdi. O anda karşısına nefesleri kesen bir manzara çıktı. Deniz ve orman hemen ilerideydi. Ayaklarının dibindeki gölde denizkızları yüzüyordu. Uzakta bir sarayın surları görünüyordu, ayrıca yazar ormandan bir müzik sesi duyuyordu. Ne garip, bu onun öyküsü için yazdığı cüce şarkısıydı. İşte o anda neler olduğunu anladı. Hep yaşamak istediği hayata sahip olmuştu. Sonunda kendi öyküsündeydi. Yazar bunun bir rüya olduğundan oldukça emindi ama yine de vakit kaybetmeden kendi elleriyle yazdığı bu güzel diyarı keşfe çıktı. Denizkızlarıyla tanıştı. Tıpkı yazdığı gibi çok güzel ve de naziktiler, çok da güzel şarkı söylüyorlardı. Dans eden cüceleri gördüğünde onlarla sohbet etmeye başladı. Cüceler, yazarı o devasa saraya götürmeyi kabul ettiler. Yazar prensin de yazdığı gibi olmasını bekliyordu. Prens kibar, genç, bilgili bir adamdı tam da hayallerindeki gibi… Yazarın durumunu anlayışla karşıladı prens ve onu sarayında ağırladı. Yazara, ne zaman isterse onları görmeye gelebileceğini söyledi. Yazar evine döndüğünde içindeki boşluk dolmuş gibiydi. Artık istediği hayatı yaşayabilecekti ne de olsa… Zeynep İrem ÇOBANOĞLU / Hz B
24
HAYAL VE GERÇEK
Bundan beş sene önce, yazlığımızın karşısında bir ev vardı. Herkesin çok merak ettiği ama kapısını açmaya cesaret edemediği bir evdi orası. Ben de o evin, o kapının gizemini çok merak ediyordum. Belki de herkesten fazla… Herkes bu ev için ipe sapa gelmez laflar uyduruyordu. Bir kısmı o evin içinde hayaletlerin yaşadığını, bir kısmı da uzaylıların yaşadığını düşünüyordu. Açıkçası ben hiçbirine inanmıyordum. Sonunda o eve girmeye, o kapıyı açmaya karar verdim. Aileme denize girmeye gittiğimi söyleyerek evden ayrıldım. Evin yanına gittiğimde inanılmaz heyecanlıydım. Biraz da korkuyordum. Sonuçta 10 yaşındaydım. Merakım korkumu yendi ve kapıyı açtım. Gözlerime inanamıyordum. Burası bir ev falan değildi. Yeni bir dünyaydı. İnanılmaz bir yerdi. Kesinlikle farklı bir boyuttaydım. Konuşan hayvanlar hayatımda görmediğim varlıklardı. İnsanların boyları da çok kısaydı. Şaşkınlıktan konuşamıyordum, kimseye buranın neresi olduğunu bile soramıyordum. Evler gerçekten inanılmazdı. Hepsi farklı bir yemek şeklindeydi. Hamburger ve çikolata şeklinde olan evlerin ikisinde de kimse yoktu. Hatta evde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Bu insanlar evlerinde oturmaz mıydı? Arka taraftan bir gürültü geliyordu. Bir futbol maçı vardı. İnsanların boyları kısa olmasına rağmen futbol sahası çok büyüktü. Neredeyse bütün halk oradaydı. Maçı izledim. Kurallar bizimkiyle tıpa tıp aynıydı, bu bir şampiyonluk maçıydı. Aynı bizde olduğu gibi maç sonunda kavga çıktı. Açıkçası hiçbir fark yoktu. Maç bittikten sonra az önce girdiğim çikolatadan yapılmış eve gittim. Biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı. Yattım, tam uyuyacakken yaklaşık otuz tane, benden kısa adam geldi. Beni bir yere götürüyorlardı ve sorularıma cevap vermiyorlardı. Çok merak ediyordum ve tabi biraz korkmuştum. Beni ormanda bırakıp kaçtılar. Kaçamıyordum, çünkü burayı tanımıyordum. Nereye gidebilirdim ki? 25
Sonra bir kadın geldi. Buranın kraliçesiymiş. Bana neden burada olduğumu sordu. Başımdan geçenleri anlattım. Bana bu ülkenin bir kuralı olduğunu söyledi ve bu kural benim hiç hoşuma gitmemişti. Yabancıları öldürmek diye bir kuralları varmış. Çok misafirperverler(!) Beni tam öldürecekken uyandım. Yatağımdaydım. Meğer bunların hepsi bir rüyaymış. Derin bir oh çektim. Ve bir daha oraya gitmedim. Sevgili Alice, Hayal gücümü geliştirmeme ve kendimi tanımama yardımcı olduğun için sana çok teşekkür ederim. Artun TÜREMEN / Hz. A
26
ŞEHRE AÇILAN KAPI
Daha dokuz yaşındaydım, gezmeyi çok seven biriydim ve gitmek istediğim çok yer vardı. Ama en çok gitmek istediğim yer ütopyaydı. Annemlere oraya gitmek için çok yalvarmıştım; ama onlar orasının tehlikeli bir yer olduğu ve bunun için gitmediğimizi söylemişti. Ailemdeki diğer kişilerin de yardımını alarak izin almıştım. Çok mutluydum, çünkü o şehri uzun zamandır araştırıyordum. O gün geldi çattı. Ütopyaya indik ve uçaktan sağ ayağımla çıktım. Heyecandan yerimde duramıyordum. Annemlerle beraber pasaport kontrol kapısına doğru yürüdük ve sıraya girdik. Pasaport kontrol kapısına uzun uzun baktım ve düşündüm arkasında acaba neler var diye. O kapı benim için sihirli bir kapı olmuştu artık ve kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Sıra bize geldi, hayatımda ilk defa Ütopyalı bir adam görmüştüm. Buranın her yerden farklı bir yer olduğunu biliyordum, heyecanımın yanı sıra aynı zamanda bir korku başladı içimde. Pasaport polisinin kolunda bir zaman vardı ve yavaş yavaş azalıyordu, bir anlam verememiştim ona, vermek de istememiştim. Sonunda işimiz bitti ve benim için sihirli olan kapıya doğru yürümeye başladık. Kapıyı büyük bir heyecanla açtım ve birdenbire yere serildim. Gerisini hatırlamıyorum… Uyandığımda bir şehrin ortasındaydım ama kendi kendime soruyordum: “Ben burada bayılmamıştım ki burada uyanayım, nasıl oldu bu?” Bilinçsizce dolaşıyordum ve birine nerede olduğumu sormak sonunda aklıma gelmişti, tabi bunu nasıl başaracaktım? Herkes büyük bir panik ve telaşla etrafta koşuşturuyordu. Sonunda birine sordum ve bana sadece zamanımın olmadığını ve buradan uzaklaşmam gerektiğini söyledi. Hiçbir anlam verememiştim buna. Hemen bir turizm ofisi bulduğum anda büyük bir hata yaptığımı fark ettim. Bir kadın çalışıyordu orada ve sorularıma cevap vermeksizin bana bir şeyler anlatıyordu. Kolumu tuttu ve bir makinenin içine soktu. Korktuğum başıma gelmişti, pasaport polisinin hatta tüm telaşlı insanların kolunda gördüğüm zamandı bu!
27
Beş dakikada bir zaman geri düşüyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ve ağlamaya başladım. Zamanımın iki dakikasını ağlayarak ve anne babamı düşünerek geçirmiştim. Aklıma yanımda telefonum olduğu geldi ve hemen onları aradım. Olanları anlattım ve çok üzgün olduğumu söyledim. Onları çok özleyecektim… Telefonu kapadım ve çaresizce zamanımın bitmesini bekledim. Annemleri bir daha görmeyecek olmam beni çok üzmüştü, ta ki annemin yanıma gelip beni uyandırdığı zaman. Hayatımın en mutlu anıydı. Anne ve babama tek tek sarıldım…
Sevgili Alice, Kitabın, hayal gücümün gelişmesine yardımcı oldu ve okumaktan büyük bir zevk aldım. Teşekkürler… Doruk TURANLI / Hz. A
28
HİÇBİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİLDİR
Aslında herkesin aklına böyle bir resim görünce çok karanlık çok siyah bir dünya geliyor değil mi? Öyle değil, çoğu şey bu hayatta göründüğü gibi değildir. Bu dünya benim dünyam… İçerisinde hem iyilik hem de kötülük var, çünkü bu dünyada sadece iyilik olsaydı iyiliğin anlamı olmazdı. Her şeyin kendine göre bir yeri olmalı. Burası ütopya değil. Çok fazla mutlu olduğumuzda mutluluğun önemi kalmayacaktır. Ve bir gün: Yine canım sıkkındı, ne yapsam bilmiyordum, biraz hava almak için dışarıya çıktım ve birdenbire tuhaf bir kapı gördüm. Oraya doğru koştum ve açmaya çalışırken düştüm. Çok uzun simsiyah bir tüneldi düştüğüm yer. Sonuna kadar çok tuhaf bir yolculuktu. Öleceğime emindim, ama sebepsiz ölmemiştim veya belki de ölmüştüm, ama anlayamıyordum. Oraya geldiğimde tuhaf bir dünya vardı. Bu benim iç dünyamdı. İçimdeki kötü veya iyi şeyler karşımdaydı. Bu yüzden buraya alışmam uzun sürmedi, kendimi burada yeniden tanıdım. Mutsuz olduğum ve mutlu olduğum anlarla yüzleştim. Artık buraya alışmıştım. Burası benim hayal dünyamdı. Burası benim hayal gücümden ibaretti. Her şey benim elimdeydi. Burada da bir gezintiye çıkmak istedim, her şey ilk kez güzeldi; içimdeki dertleri halletmiştim. İyi hissediyordum ve birdenbire ayağım mavi bir taşa takıldı. Yere düştüm, o saniye gözlerimi açtım ve uyandığımda anladım ki rüyadaydım. Sevgili Alice; İçsel yolculuğumda benim yoluma ışık tuttuğun için teşekkür ederim.
Ecem SÖZÜBİR / Hz. A 29
TAŞ KAPI
Ailemin sıkıcı tatillerinden biriydi. Evden çıkıp yürümeye başladım, birden gökten taşlar düşmeye başladı. O taşlar bir kapı oluşturdu. O kapıyı açtım ve girdim. Girdiğimde bir bulutun üzerindeydim. Yere baktığımda upuzun gökdelenler vardı. Bulutlardan aşağı indim. O gökdelenler gitmişti. İnerken çok tuhaf şeyler olmuştu. İki dünyayı ayıran bir çizgi üzerindeydim. Bir dünyada şekerler, diğerinde savaş vardı. İkisine de bakacağım diye düşünüp ilk savaş olan ülkeye gittim. Her yer kandı. Ağaçların üzerinde insanların elleri yerlerde bacakları vardı. Kıyafetime baktığımda ise ben bir asker olmuştum. Ama asker gibi değildim. Daha farklıydı. İnsanlar bana bakıp “Assassin!” diye bağırıyordu. Anlamadım. Elimde zincir vardı ve istemsiz olarak askerlere saldırıyordum. Ülkenin yöneticisi insanların vücudundan sarayına ve bahçesine süslemeler yapıyordu. Sarayında kan şelaleleri, elden tabaklar vardı. İnsanlar bana bakıp “Yardım et!” diye bağırıyordu. Korkmuştum. Üstümdeki kıyafetler çıkmıyordu. Diğer ülkeye doğru kaçmaya başladım. İnsanlar ağlıyordu, çünkü tek kurtuluşları bendim. Ama yardım edemezdim. O kadar güçlü değildim. Diğer ülkeye gittiğimde ise her şey mükemmeldi. Üstümde pembe şekerden yapılmış bir elbise vardı. Herkes “Merhaba!” diye sesleniyordu birbirine. Ortalık çok güzeldi. Çok mutlu olmuştum, ama diğer tarafım “Git yardım et!” diyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bu dünyada ağaçlar lolipop, göller kahve, nehirler de çikolataydı. İnsanlar güler yüzlü ve şeker gibiydi. Ülkenin başkanı bir jelibondu. Jelibon olması tuhafıma gitmişti. Çünkü insanların yaptığı bir şey nasıl onların başkanı 30
olabilirdi? Birkaç kişiye sorduğumda ise “Jelibon iyidir” diyerek gitmişlerdi. Bu işte bir tuhaflık vardı. Burayı gezerken bir kütüphane gördüm. Orada okunması yasak olan kitapların olduğu bir yer vardı. Gizlice girip okudum. Kitapta başlık olarak “Neden?” yazıyordu. Kitabı açtım. Kitapta diğer ülkeyi de jelibonların yönettiğini, bu ülkenin de sonunun böyle olacağı yazıyordu. Yere oturup ağladım. “Neden ben?” diye. Masanın üstünde “Ye beni!” yazan bir kurabiye vardı. Aldım ve yedim. Kıyafetim değişti. Yine bir Assassin oldum. Saraya doğru koşmaya başladım. Görevliler tutmaya çalışıyordu. Saraya girdiğim an Kral Jelibon ayağa kalktı. “Ataların da buraya gelirdi, ama ölürlerdi, sen de mi ölmek istiyorsun?” dedi kral, çok sinirlenmiştim. “Evet, burada biri ölecek, ama o sensin!” dedim ve zincirleri boynuna attım. Bazıları gelip benim başkan olmamı istedi, kabul etmedim ailem vardı. Geri geri adım atarak ülkelere baktım. Tam geri gelirken üzerime doğru gelen bir tramvay fark ettim. Rüyamdaki krala benzeyen bir adam beni oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Nisa ÖMEROĞLU / Hz. A
31
BEN KİMİM?
32
Yaşadıklarıma ve olaylara bakışımla değişirken buluyorum kendimi. Beklemediğim dönüşlerle karşılaşırken düşünmeden hareket ediyorum. Kendimden bir parçayı keşfederken bir yandan da bu yönlerimizin bu zamana kadar nerelerde saklandığını sorguluyorum. Dünümü, bugünümü ve yarınımı düşünürken kimi zaman tatlı hayallerimi kovalarken kimi zaman ise en kötü olaydan sonra daha da sıkı tutunuyorum bu hayallere. Ama içimdeki Alice hala uzun bir yolculukta. Gitmesi gereken çok yolu, cevabını bulması gereken çok sorusu var. Aylin GÜLER / 10 A
Işığın aydınlatmadığı yollarda yürümeye çalışan bir yolcuyum belki de. Veysel’in de dediği gibi “uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece”. Küçük bir simadan yansıyan büyük bir gölgeyimdir belki de. Kim bilir yüksek bir ego ve küçük fikirlerin karışımıyımdır sadece. Ancak asıl sorulması gereken ve en önemli olan; benim kim olduğum değil, beni kimin ben yaptığıdır. Peki; kimdir onlar, kimlerdir, neden onlardır? Bu sorunun cevabını verebildiğim zaman kendime aynada bakabilmiş olacağım bu karanlık düşüncelerin arasından. Yürüdüğümüz karanlık yolda aydınlığa ulaşmak değil midir zaten hayatın amacı da? Tıpkı Alice’in karanlık ve aydınlık karışımı yolu gibi. Aydınlık cevaplayamadığımız soruları anladığımız, onları bulduğumuz zaman yansır içimize. Emre ATMACA / 10 A
Bir boşluktayım, hatalarımı telafi etmeye çalışırken aynı zamanda yaşamaya çalışıyorum. Mesela piyano çalmak, hayatımın en büyük hatalarından biriydi, tam altı yılımı benden alıp götürdü. İşte en büyük hatamı büyük fırtınalar eşliğinde olsa da telafi ettim. Artık kararlıyım başkalarının yönlendirmesine izin vermeden yaşamaya, artık kararlıyım asıl ben olmaya. Peki ben kimim? Öke ÖZALP / 10 A Ben her fırsatta kendini sınayan, kendini bulmaya çalışan, bazen hayatı tamamen makaraya alan, bazense her şeyde bir mantık arayan, diğer insanlara göre bir farklılık yaratmaya çabalayan, ama bunu yaparken de öğrenen, tecrübe kazanan ve aynı zamanda eğlenen; hayatın sadece başarılı olmaktan olmamaktan ibaret olmadığını bilerek saf mutluluğu yakalamak için bu uzun karanlık ve engebeli yolda, güneşin yolumu aydınlatacağı günü kovalayan Alice gibiyim, bir yolcuyum… Peki ya siz kimsiniz? Barış KONCA / 10 A 33
Aslında günlerdir hatta aylardır bir soru soruyorum kendime, “Ben nasıl biri olmak istiyorum?” etrafımda gördüğüm insanlara bakıyorum ve “Ben bu olmayacağım.” diyorum bazen. Çünkü çoğu insan sevdiği şeylerle uğraşmıyor. Hatta insanların birçoğu bir hobiye bile sahip değil. İşte bunları düşündükten sonra ben böyle olmayacağım diyorum. Sevdiğim işi yapacak, sevdiğim insanlara vakit ayıracak ve beni mutlu edecek bir yerde yaşayacağım. Herkesin mühendis, doktor gibi mesleklere ihtiyacı yok iyi yaşamak için, ben buna inanıyorum. Sanırım çok çalışmam lazım Alice, yolculuğa devam edelim mi? Helin GÖKSU / 10 A
Bu sorunun cevabı aslında sorunun içinde; “benlikte”. Her geçen gün benliğime birçok şey katıyorum ve “ben kimim” sorusuna biraz daha yaklaşıyorum ve cevap vermekte biraz daha güçlük çekiyorum. Gerek arkadaş ilişkilerim gerek okul hayatım beni biraz daha değiştiriyor. Cevap veremiyorum, ben kimim? Sanırım bu soruya hiçbir zaman cevap veremeyeceğim, cevaba yaklaşmam içinse 17 seneden daha uzun zamana ihtiyacım var. Alice’in benliğini bulmasındaki karmaşasını çok iyi anlıyorum. Bu yüzden, Alice’in de benim de biraz daha zamana ihtiyacımız var. Gizem YILDIZ / 10 A
Aslında hayat boyu bu sorunun cevabını bulmak için çabalıyoruz. Neredeyse bunun için yaşıyoruz. İrademi kullanmaya başladığım andan beri bambaşka seçimler yaparak, sürekli farklı yollardan ilerliyorum. Her yol, başka bir şey katıyor Yağmur’a. Ama ben tek bir tanımın içine sığdıramıyorum kendimi. Dünyadaki tüm sıfatlar geliyor ismimin önüne. Ben tek bir şey olamam; çünkü çok şey olduğumu hissediyorum. Maalesef pek bilmiyorum kim olduğumu, aslında umurumda da değil. Çünkü bazen kendini ararken, “onu” kaybedersin. Ben sürekli başka şeyler bulmayı seviyorum. Bambaşka renklere bürünerek yaşıyorum hayatımı ve bu beni mutlu ediyor. Renklerimi keşfetmemde çocukken masal olan şimdilerde ise derin düşünmemi sağlayan Alice’in katkısı da var… Yağmur ERSOY / 10 A
34
Ben hayallerini gerçekleştirmek isteyen ve büyük umutları olan biriyim. İyi bir iş, yaşam ve aile isteyen ama çalışmayı hiç sevmeyen biriyim. Sevdiğim insanlara çok değer veririm. Onları kaybetmek istemem. En sevmediğim özelliğim çok meraklı olmamdır. Benimle alakalı olmayan şeyleri çok merak ederim. Birileri bir şeyler gizliyorsa gizledikleri şeyi bulmak için çok uğraşırım. Alice gibi meraklıyım. Merakımın peşinden gitmeye de devam edeceğim. Yiğit İNAN / 10 A
35
TEMATİK DÜŞÜNCELER
36
“YOLCULUK” ÜZERİNE Alice' in çıktığı yolculuk uzun ve sıra dışıdır. Küçük kızın tavşan deliğinden düşüşü fizik kurallarına aykırıdır. Bu da bize sıra dışı bir yolcuğu müjdeler. Kendini, umarsızca delikten bırakması Alice’in hayatın akışına müdahale etmeyen ve hayatı olduğu gibi kabullenen bir kimlik sergilediğinin kanıtıdır. Duygularının, merakının peşindedir Alice. Düşünmek ve akıl yürütmek içinse çok küçük ve bir o kadar da hayallerle doludur. Bu hayal dolu küçük kızın haritası “Harikalar Ülkesi”ne aittir. Bilge YILMAZ / 9 B
Yolculuğa çıkma, yeni bir yere doğru yol alma, belki zorluklardan kaçmak, belki de anlam arayışı içinde olmak demek. Alice’in yolculuğu hayatla ilgili almak istediği yanıtların peşine düşmesiyle başlar ve o yolda devam eder, fakat öncelikle kendisini tanıması gerekir. Yolculuk, Alice için bir varlık sorgulamasıdır. Deniz RUTKAY / 10 D Alice, girdiği yolculukta önce kendi benliğini yeniden kazanmaya çalışıyor. Çünkü etrafında olup biten tuhaflıklara kafa yormakta ve kendisine odaklanamamaktadır. Bir iç yolculuğa çıkmıştır diyebiliriz. Zaman zaman tökezler, ama yoluna devam etmekten geri kalmaz. Ozan Kaan KONAK / FEN 2
37
KİMLİĞİNİ BULMA ÜZERİNE Alice yolculuğunda daha önce hiç görmediği şeylere tanık olmuştur. Bu yüzden şaşkındır. Şaşkınlık, onun varlığını sorgulamasında onu harekete geçiren bir tavır olmuştur. Hayvanlarla konuşmuş, büyüyüp küçülmüş, bir tavşan deliğinde olması imkânsız mekânlarla ve olaylarla karşılaşmıştır. Bu sözleri de onun şaşkınlığının ve kaybolmuşluğunun bir göstergesidir. Bilge YILMAZ / 9 B
Tırtıl, Alice’ in bilinçaltıdır ve kendi kimliğini sorgular Alice.
Deniz RUTKAY / 10 D
Alice kendisinden duyduğu şüpheyi yine kendisiyle tartışarak gidermeye çalışır. Kendi benliğine geri dönmek için kendisiyle savaşarak, kendini ikna etmiştir. Ozan Kaan KonAK / FEN 2
Günümüzdeki demokratik yaklaşımların aksine Alice’in düştüğü bu “harikalar dünyası” aslında diktatörlük rejiminin topluma hâkim olduğunun bir göstergesidir. Baştaki kişinin “canım isterse her şeyi yaparım” demesi ve onun kimse tarafından sorgulanmaması, yaşamdaki özgürlük yoksunluğunu simgeler. Bu harikalar diyarında da günümüzdeki kapitalist anlayış yer almıştır. Bu ülkede yaşayanlar istediklerini söyleyememe rahatsızlığını dışarı vuramamıştır; çünkü sistemin başındakilerden korkmaktadırlar. Harikalar dünyasında olması gereken en değerli unsura, özgürlüğe yer verilmemiştir. Ozan Kaan KONAK / FEN 2
38
Alice kendini adeta kaybetmiş, varlığını karmaşıklaştırmıştır. Artık kendi gibi hissetmediği ve değiştiğini düşündüğü için sorgulamaya girer. Yaşadığı şeylerin onu değiştirdiğini düşünmekte, artık kendini de tanıyamamaktadır, başka biri olduğunu düşünmektedir ve artık kendi düşüncelerine sahip çıkamayacağına dair bir inanç geliştirir. Kendi söylediklerinde bile bir anlam bulamamaktadır. Bu durum Alice’in kendini bulma yöntemidir. Özge CANATAN / 9 B Hayat “Ben kimim?” sorusuna bir cevap aramakla geçer. Çok felsefi, derin ve hayatsal; insanın temelini oluşturan bir bilinmezlik, bir arayıştır bu soru. Bir çocuğun gözünden ise “sen” kavramı sadece “sen”dir, “ben” ise çocuğun her şeyi, kendi benliğidir; gayet basittir. Acaba biz mi varlığımızı büyütüyoruz, yoksa her şey çok mu basit? Rüzgar ÇATAL / FEN 2
Bir yanda dönen çarkların halkı ezmesine karşın bir aristokratın, adeta kültür ve ahlak kabul edilircesine, halka çalışmayı yani sürünmeyi benimsetmesi ve onlara bunun güzel bir şey olduğunu, doğanın bir kanunu olduğunu anlatması yer alır. Diğer yanda ise bir çocuğun ama bir aristokratın çocuğunun bu söylev karşısında onların ayakları altında merdiven basamakları misali yatan ve yığılmış halkın çabasından kazandığı refah duygusu ele alınmaktadır. Oysa oradaki timsah kendi bulunduğu üstteki azınlık, buyur ettikleri balıklar ise halktır. Rüzgar ÇATAL / FEN 2
39
ÖTEKİ YERDE OLMA ÜZERİNE Alice’in içinde bulunduğu iki farklı gerçeklik insanları şaşırtır. Alice, tavşan deliğinden inerek gerçek hayatından bağımsız ve farklı bir dünyayla karşı karşıya kalır. Onu takip eden bizler ise bu iki ayrı dünyada Alice’in neler yaptığını/yapacağını gözleriz. Harikalar ülkesindeki hayvanlar ve olaylar Alice’i şaşırtmıştır. İçtiği içecekler ve yediği keklerle uzayıp kısalmış, bazı hayvanlardan emirler almıştır. Boyu uzadığı için sıkışıp kaldığı tavşanın evinde düşünme fırsatı bulmuştur. Alice’e göre “orada” yani gerçek hayatında kalarak şu ana kadar yaşadıklarını ve yaşayacaklarını hiçbir zaman tadamayacağını fark etmişti. O tavşan deliğinden inmeseydi kitaplar okuyup dadısının dediklerini yapmak zorunda kalacaktı. Böyle çekici bir yaşama geldiği için aslında çok şanslı. Çünkü hiç kimsenin görüp, yaşayamayacağı olaylara tanık olma şansı yakaladı. En önemlisi ise “orada” kalmanın kısır döngüsünü kırıp özgürleşebildi. Aylin NASÜN / 9 B "Orada" diyerek eski hayatını, yani yaşadığı dünyayı kasteder. "Böylesi bir yaşamın da bir çeşit çekiciliği var." diyerek harikalar ülkesinde olan anlaşılması güç, katlanılması zor ve karışık olayların her ne kadar zor olsa da ona çekici geldiğini, gerçek hayatında düşlediği ve orada yapamadığı şeyleri yaşadığını gösterir. Bilge YILMAZ / 9 B Alice hiç alışkın olmadığı bir dünyada bulur kendini. Tıpkı bir film gibidir başına gelen olağanüstülükler. Küçük kapılar, büyültüp küçülten besinler vardır. “Orada” diye bahsettiği yer gerçek dünyadır ve “ora”nın gerçekleri çok sınırlıdır. Bu nedenle şaşırtıcı bir şey yoktur, yaşam kolaydır. “Harikalar Diyarı”nın ona cazip gelmesinin nedeni ise heyecanlı olmasıdır. Bulunduğu diyar bir sonraki olağanüstülüğün ne zaman olacağını düşündüren bir yerdir. Deniz RUTKAY / 10 D
40