YATTAA Dergisi Sayı: 29

Page 1

YATTAA

*

JAPON SİNEMASI PLATFORMU E-DERGİSİ

OZU’NUN 4 YASUJİRO SİNEMATOGRAFİK DİLİ ANİMESİ ÜZMEYEN 12 HİÇBİR 5 JAPON YÖNETMEN BİR SOLUKTA OKUYACAĞINIZ 26 MANGA SERİLERİ JAPON SANATINDA ÜNLÜ 32 KADIN RESSAMLAR ERDAL KÜÇÜKYALÇIN 36 DR. RÖPORTAJI

やったー

SAYI

29

MAYIS&HAZİRAN 2019


Editörden *

YATTAA JAPON SİNEMASI PLATFORMU E-DERGİSİ

やったー

Yayın Sahibi: Japon Sineması Platformu Yıl: Mayıs&Haziran 2019 Sayı: 29 Yayın Türü: E-Dergi Sanat Yönetmeni&Grafik Tasarım Gökhan Kuloğlu Editörler Birsen Albayrak Gökhan Kuloğlu Katkıda Bulunanlar Ahmet Ziya Sekendiz Ayşe Altun Bensu Cangüler Deniz Balcı Dilek Atak Erdal Küçükyalçın Esin Yeşilyurt Neslihan Yakut Oğuzhan Sucu Serpil Şahin Volkan Çelik Kapak Fotoğrafı Ajin: Demi Human,2017 Arka Kapak Fotoğrafı Fuji, Japan İletişim ve Reklam japonsinemasi@gmail.com info@japonsinemasi.com www.japonsinemasi.com ***Yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Yazıların dergi platformundan izin alınmadan kullanılmaması rica olur.

4.yıl

Merhaba JSP Ailesi,

2015 yılından itibaren çıktığımız yolculukta Japon Sineması Platformu çatısında birçok yazarın emeği ile sizlere Japonya ve Japon kültürünü çalıştık ve halen daha da çalışıyoruz. Gösterdiğiniz ilgiden ötürü teşekkürlerimizi sunarız. Yeni yılın hepimize mutluluk getirmesi dileklerimizle... 2019 yılının Japonya’da “Türkiye Yılı” ilan edilmesinin onuruna bu özel sayımızda sizlere 2019 yılının dördüncü sayısında güzel bir dergi hazırladık. Dergimizin “tarihe saygı” temalı YATTAA* Dergisinin 29. sayısı ile karşınızdayız. YATTAA* dergisinin 29. sayısının “SİNEMA DOSYASI” bölümünde Japon Sinemasında sesli filmlere, Yasujiro Ozu’nun sinema diline, Zalim Sansho filmine, en çok izlenen 5 anime yönetmenine ve oyuncu Masanobu Ando’ya yer veriyoruz. “ANİME & MANGA DOSYASI” bölümünde ise bu yıla damga vuran Dororo ve Kakegurui animelerine, bir solukta okuyacağınız manga serileri dosyalarını okurlarımızla buluşturuyoruz. “JAPON KÜLTÜRÜ DOSYASI” bölümünde Japon mitolojisinde yer alan yokailere, Japon sanatındaki ünlü kadın ressamlara tanık oluyoruz. “JAPON EDEBİYATI DOSYASI” bölümünde Japon Sanat Merkezi kurucusu Dr. Erdal Küçükyalçın’ı ve Japon çocuk edebiyatının eşsiz eserlerinden “Bitmeyen Hikayeler Kütüphanesi” kitabını sizlere tanıtıyoruz. Değerli okurlar, YATTAA* E-Dergisi olarak, yeni sayımızın sizlere daha çok Japonya bilgisi kazandırması dileklerimizle. Yayın hayatımıza başladığımız ilk günden bugüne, bizlere destek olan tüm okurlarımıza, yazarlarımıza, akademisyenlere, iş ortaklarımıza, gönüllü destek verenlere ve yönetim ekibimize teşekkür ederek gelecek sayıda birbirinden ufuk açıcı, renkli konularda buluşmak dileğiyle… İyi okumalar... Gökhan KULOĞLU JAPON SİNEMASI PLATFORMU / Kurucusu

2

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


İÇİNDEKİLER YASUJİRO OZU’NUN SİNEMATOGRAFİK DİLİ

MASANOBU ANDO

4 BAILLIF SANSHO

8

HİÇBİR ANİMESİ ÜZMEYEN 5 YÖNETMEN

10 DORORO: HYAKKIMARU

12 KAKEGURUI

20 JAPON MİTOLOJİSİNDE 5 YOKAİ

16 BİR SOLUKTA OKUNACAK MANGA SERİLERİ

22 JAPON SANATINDA ÜNLÜ KADIN RESSAMLAR

28

JAPON SİNEMASINDA 1930’LU YILLAR İLK SESLİ FİLMLER

26 BİTMEMİŞ HİKAYELER KÜTÜPHANESİ

32

34

DR. ERDAL KÜÇÜKYALÇIN RÖPORTAJI

36 yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

3


JAPON SİNEMASI DOSYASI

Yasujiro Ozu’nun YAZAR: GÖKHAN KULOĞLU

SiNEMATOGRAFiK

Yıllarca farklı meseleler üzerinden sıkça gündeme getirilen batı-doğu çatışması… Ülkemizde de yıllarca ele alınan bu çatışma edebi eserlerden tiyatroya ve hatta sinemaya kadar girmiştir. Öyle ki bu konu zamanla hararetli tartışmalara dönmüş taraf ve bitarafların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Birçok ülkede sancılı sürecin ortaya çıkmasına sebebiyet veren batılı-doğulu meselesini lehine çeviren ülkelerde olmuştur. Bunlardan Japonya, doğu-batı ikilemini bir çatışma olarak değil bir sentez olarak ele almıştır. Böylelikle birçok ülkenin yaşadığı sancılı sürece farklı bir yön vererek batılı olanı Japonlaştırmayı başarmıştır. Kendi kültürüyle yoğurduğu kendisinin kıldığı batılı dinamiklerden birisi de sinemadır. Yedinci sanatın icadıyla birlikte filmler çekilmeye başlamış ve bu süreci dağıtımını

4

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

DiLi

sağlayan stüdyoların ortaya çıkışı takip etmiştir. Avrupa ve Amerika’da üretilen filmler dünyanın dört bir yanındaki ülkelere ulaşmaya başlamıştır. Tanışma sürecinde birçok ülkede sinemaya tereddüt ile yaklaşılmış, birçok ülkede tiyatro ile kıyaslanmış ve sanat olarak kabul görmemiştir. Japonya’nın sinemayla tanışma süreci diğer ülkelere göre daha tereddütsüz olmuştur. Sinemanın Japonya topraklarında kabul görmesinde hiç kuşkusuz batılı olanı kendi kültürlerine uyarlamalarının etkisi büyüktür. Bunun yanında kabuki oyunlarının da bu süreçte etkili olduğunu eklemekte de fayda var. Japonya’daki tanışma dönemini hızlıca atlatan sinema zamanla Japonlaşmaya başlamıştır. Sessiz filmleri benshi adı verilen anlatıcılar izleyiciye aktarmaya başlamışlar ve zamanla bu anlatıcılar filmlerin ve oyuncuların önüne geçmiştir. Bu süreç sinemanın Japonya’da sesli teknolojiye geçişine, 1930’lu yıllara kadar sürmüştür.


JAPON SİNEMASI DOSYASI Yedinci sanatın Japonlaşma süreci bununla kalmamış, teknik, oyunculuk ve sunuş şeklinde etkilerini göstermeye devam etmiştir. Japon sinemasının ilk dönemleri geleneksel kabuki oyunun kamera alınması şeklinde olmaktaydı. İkinci Dünya savaşı öncesinde çok sayıda Japon sinemacı, Japon sinemasının geleneksel biçim ve içeriklerine karşı çıkan filmler yapmaya başladılar. Bu başkaldırının en etkili ismi ‘’doğalcı-gerçekçi’’ akımın temsilcisi Yasujiro Ozu olmuştur. Shingeki yani gerçekçi filme gönül veren Ozu, klasik, gerçekçi olmayan Japon sanat geleneğine karşı çıkmış ve sinemanın kimliğini batılı hikâye anlatımı tarzını kendi amaçları doğrultusunda düzenleyerek yeni bir soluk oluşturmuştur. Ozu’nun çekimlerine baktığımızda hiçbir karenin tesadüfü olmadığını ve bu karelerin batılı hikâye anlatımı nasıl Japonlaştırarak anlatabileceğinin güzel örneklerini sunmaktadır. Bir Yüzen Otlar Hikâyesi filminde karelerine baktığınızda Ozu’nun çekimlerini nasıl incelikle düzenlediğini görürsünüz. Özellikle Ozu’nun karelerinde ışık ve gölge oyunlarına yer verilerek aksiyon yönünden durağan olan öyküye böylelikle hareket getirilir. Ozu bunun yanında batı sanatına Japon estetiğini katarak kamerayı alışılmadık derecede alçak bir konuma yerleştirir. Bu çekimle birlikte Japon kültüründe önemli yer tutan tatamiyi (yer minderi) sinemada bir estetik yöntem haline getirir. Ozu’nun bu ‘’yastık çekimlerinde’’ kamerası her zaman Japon yer minderi olan ‘tatami’de geleneksel biçimde oturan insanın seviyesindedir. Kamera, yerin yaklaşık üçayak üzerindedir. Ozu’nun kullandığı bu kamera açısı, geleneksel huzur manzarasını görünümüdür. Çok sınırlı bir görüş alanına izin verir. Bu duruş, izlemenin, dinlemenin pozisyonu olup çay törenine katılmanın biçimini ifade eden estetik ve pasif duruştur. Ozu’nun önemli filmlerinden biri olan Tokyo Hikayesi’nde bu yastık çekimlerini sıkça kullandığını görürüz. Özellikle bu çekimlerin geleneksel olanı ifade eden sekanslarda ağırlıklı olarak kullandığı gözlerden kaçmaz. Tokyo Hikayesi’nin akışı sıkça yastık çekim-

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

5


JAPON SİNEMASI DOSYASI

Yasujiro Ozu, diğer yönetmenler içinde en Japon yönetmen olmayı başarmıştır ve Japonya’yı aşan ünü dünya üzerinde anılmaya devam etmektedir. leri ile kesilse de aslında yavaş bir öyküdür. Çünkü Ozu olayların temposunu Shukiski ve Tomi Hirayama adlı yaşlı Kapon karı koca olan kahramanların ritmine göre ayarlar. Meji döneminde doğan ve filmde artık yetmişli yaşlarda olan bu çiftin hikâyesini yastık çekimleri eşliğinde izleriz. Özellikle filmin sonlarına doğru Shukiski’nin eşi Tomi’nin öldükten sonra yaşlı adamın çocuklarıyla oturduğu masa başındaki sahnedeki çekimde ‘’yastık çekimi’’ bize felsefesini iyice yerleştirir. Ozu bu yastık çekimleri ile eski olanın ağırlığını ve kişiliğini verirken bu çekimleri hızlı bir kurgu geçişi ile modern olanı göstererek hikâyeyi karşıt kurguyu ile devam ettirmeyi başarır. Bu bahsi geçen uygulamayı yine yönetmenin Tokyo Hikayesi filmindeki bar sahnesinde görürüz. Eski günlerini yad eden üç yaşlı adamın yastık çekimi ile yapılan ağır temposu yerini ani bir kurgu hareketi ile modern olan şehrin hareketliliğine bırakır. Yaklaşık 120 yıldır Japon topraklarında izleyiciye farklı dünyalar sunan sinema, doğduğu batı topraklarından dünyanın doğusunda farklı bir biçime bürünerek yerel dilin aktarılmasında rol oynamayı başarmıştır. İlk gösterimin yapıldığı andan günümüze kadar farklı değişimler yaşayan yedinci sanat, Yasujiro Ozu, Akira Kurosawa, Kenji Mizoguchi gibi yönetmenlerin önderliğinde Japonlaşmış ve kültürel unsurlarla bir anlatı dilinin oluşmasını sağlamıştır. Yasujiro Ozu, diğer yönetmenler içinde en Japon yönetmen olmayı başarmıştır ve Japonya’yı aşan ünü dünya üzerinde anılmaya devam etmektedir.

6

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


JAPON SİNEMASI DOSYASI

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

7


MASANOBU hırçın, gözü pek! ANDO YAZAR: ESİN YEŞİLTURT

Masanobu Andou’yu tanımlamak için bu kelimeleri tercih ederdim; sebebi karakterinden ziyade hayat verdiği karakterler. 1975 doğumlu aktörümüz dramalardan filmlere, sayısız yapımda yer almış. Bugün ise filmlere değineceğiz. Elbette hepsini ele almamız zor olacak, o yüzden öne çıkanlardan bahsetmek istiyorum

Battle Royal

Oyun sevdalılarının tanıdık olduğu bir isim olsa gerek (Japoncası Bataru rowaiaru). Kökeniyse Koushun Takami tarafından 99 yılında yayımlanan bir roman. Çocukken tam bir Hunger Games fanatiği olan ben, bu “benzer” temanın aslında çok daha önceye dayandığını keşfetmiştim.

Battle Royal, Japon hükümeti tarafından kurgulanan bir sistem ; gençler tarafından işlenen suç oranları kontrol edilemez hale gelince Japon hükümeti BT programı diye bir uygulamaya başlar. Her yıl bir grup genci adaya kapatıp, çeşitli silahlar vererek birbirlerini öldürmelerini talep eden hükumet, bu şekilde suçların önüne geçmeyi hedefler. Masanobu Andou’yu ise bu filmde transfer öğrenci olarak görüyoruz. Elbette Battle Royal ortamında, rolü için sıradan bir transfer öğrenci diyemeyiz. Battle Royal’e “zevk” için katılan, bir nevi kana susamış genci canlandırıyor Masanobu Andou. Repliği olmasa dahi film boyunca her sahnede karşımıza çıkıp tüylerimizi diken diken ediyor. Ve yine repliği olmayan bu filmde, Kauzo karakteriyle adından söz ettiriyor.

Kids Return (Kizzu Ritaan)

Bu film yönetmen Takashi Kitano’nun en başarılı filmi olarak da bilinir. O yıllarda henüz, okulu bitirdikten sonra ne yapacağını bilmez haldeyken oyuncu olmaya karar veren Masanobu Andou’nun da rol aldığı ilk filmdir. Okulu bırakan iki lise öğrencisinin hayatını konu alan bu filmde Shinji karakterini oynar. Masaru’nun en yakın arkadaşı olan Shinji, her daim arkadaşının peşindedir. Okulu bıraktıklarında da amatör boksçu olan bu iiki arkadaş,umutsuzca şampiyon olmanın hayalini kurar. Masanobu ise içe kapanık, utangaç Shinji karakterini ,henüz ilk film deneyimi olmasına karşın, başarıyla canlandırır ve filmdeki melankolik ortamı bize birebir hissettirir. Ayrıca bu film ona Japan academy en iyi yeni yeni aktör ödülünü kazandırmıştır.

Adorenarin Doraibu

Bu filmde, Masanobu’nun canlandırdığı karakterlerin çeşitliliğini görüyoruz. Genel olarak

8

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


JAPON SİNEMASI DOSYASI

maskülen, sert adam rollerini oynayan Andou, bu komedi filminde utangaç bir araba kiralama şirketi çalışanı Satoru Suzuki’yi canlandırıyor. Kendisi gibi utangaç hemşire Shizuko ile yolları kesişir ve kendilerini ansızın yakuzaların içinde bulurlar. Andou bu filmde rolünün hakkını vererek izleyiciyi kırmaktan geçiriyor. 1990’ların sonunun popüler aktörü, Pocky gibi ünlü markaların reklamlarında boy göstermeye başladıktan sonra, yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başlar. Bu dönemlerde ise kariyerine Japonya dışında, Çin ve Tayvan filmlerinde rol alarak devam eder. Forever Enthralled, The Butcher, The chef and the swordsman, seediq bale bunlardan bir kaçıdır. Farklı bir kısa film izlemek isterseniz, Andou 2015 yılında yine Tayvan yapımı ödüllü No no sleep’te de rol alıyor. 35 dakikalık bu filmde ise hiç diyalog bulunmuyor. Psikopat katil, polis, yakuza, gangster… tüm bu vahşi rolleri başarıyla oynayan oyuncu, fırsatı olursa romantik bir yapımda rol almaya da sıcak baktığını ekliyor. Zaten dramalardaki başarısı da göz ardı edilemez nitelikte. Eh, bize de Japon sinemasının bu vahşi çocuğunu sevmek düşüyor. İyi seyirler... yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

9


BaILLIff JAPON SİNEMASI DOSYASI

Sansho YAZAR: DİLEK atak

10

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


JAPON SİNEMASI DOSYASI “Merhametsiz bir insan, insan değildir. Kendine karşı zalim, başkalarına karşı merhameti ol” diyordu Zushio’ya sürgüne gönderilen babası...

Fakat dünya hiç de öyle bir yer değildi. İyilik mi? Neredeydi? Vicdan mı? Kötü ruhlar yok etmişti. Kimse kimseye karşı merhamet etmiyor, güç ve para için insanlar sömürülüyor, köleleştiriliyordu. Zushio, babasının sözlerinden uzaklaşıp bu kötü dünyaya ayak uydurmaya çalışıyor, kalbinde bir yerlerde yatan merhameti gizleyerek acımasız biri olmaya başlıyordu. Çünkü hayatta kalmak için bundan başka yapacak bir şey yoktu. Kız kardeşi Anju ve Zushio, çok küçükken satılmışlardı Efendi Sanso’nun işçi kampına. Ağır koşullarda çalışan köleler gözlerinin önünde çürüyüp gidiyordu. Düşene bir tekme de işçi kampını yönetenler vuruyordu. Anju annesini özlüyor, Zushio ise efendisine yaranmak için kızgın közle kaçmaya çalışırken yakalanan kölelerin yüzünü dağlıyordu. Kız kardeşi Anju, abisinin bu vicdansız halini gördükçe kalbinde acı hissediyordu. Kaldıramayacak kadar ağırdı bu acı. O hep Anju’ydu. Abisi de öyleydi ama kendisi olmayan bir yola girmeye çalışıyordu. Sonunda abisi Zushio’nun kalbinde bir yerlerde gizlenen merhameti derinlerden uyandıran Anju oluyordu. Babasının sözlerini hatırlatıyor, onun gibi olması için yalvarıyordu. Kamptan kaçmasına yardım etmek , abisinden bu kötü dünyayı değiştirmesini istiyordu. Zushio kaçmayı başarıyor, babasının izinde adaleti arıyor. Kölelere bir ışık oluyor, dünyalarını değiştiriyordu. Anju’ysa yaşamdan kaçıp, bir gölün derinliklerinde bedeninin dinlenmesini istiyordu. 1954 yapımı olan Zalim Sanso filmi, efsanevi bir folkloru temel alan Mori Ögai’in kısa öyküsüne dayanarak köleliğe satılan iki aristokrat çocuğu konu ediyor. Siyah beyaz bir film… Abartılı oyunculuklar, tiyatrovari sahneleriyle dolu olsa da sonuna kadar merak içinde izleniyor. Adalet yerini bulacak mı? Cevabını buluyorsunuz. yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

11


HİÇBİR ANİMESİ ÜZMEYEN

YAZAR: SERPİL ŞAHİN

5 JAPON YÖNETMEN Bir şeyin “en iyi” olarak tanımlanması beni rahatsız eder; bu nedenle “enler” listesi oluştururken yanına “iyi” kavramının gelmemesine özen gösterenlerdenim. Komik, kötü, romantik, aksiyonlu vb gibi kelimeler “en”in hemen ardına kolayca gelebilir, onda sorun yok mesela. Fakat “iyi” kelimesi birçok açıdan değerlendirmeyi gerekli kıldığından ve bu birçok açıda da fazla öznel kalınacağından sizlere “en iyi anime yönetmenleri” listesi yerine “hiçbir animesi üzmeyen yönetmenler”in listesini hazırlamayı tercih ettim. Bu liste 5 kişiden oluşmak zorunda olduğundan adını listede geçiremediğim ve yapımlarına hayran olduğum isimleri hemen şuracıkta anmak isterim: Hiroyuki Seshita (Aijin), Katsuhiro Otomo (Akira, Steam Boy), Hiroshi Nagahama (Aku no Hana, Detroit Metal City, Mushishi), Morio Asaka (Cardcaptor Sakura, Chihayafuru, Nana, Ore Monogatari!!, Gunslinger Girl), Tatsuya Ishihara (Air, Clannad: After Story,

12

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


JAPON SİNEMASI DOSYASI Nichijou), Yasuhiro Yoshiura (Eve no Jikan, Sakasama no Patema, Pale Cocoon), Yoichi Fujita (Gintama, Osomatsu-san), Hiroyuki Kitakubo (Golden Boy, Roujin Z), Takahiro Oomori (Baccano!, Hotarubi no Mori e, Kuragehime), Masaaki Yuasa (Kaiba, Mind Game, Ping Pong the Animation, Yojouhan Shinwa Taikei, Yoru wa Mijikashi Arukeyo Otome), Akiyuki Shinbou (3-gatsu no Lion, Bakemonogatari, Mahou Shoujo Madoka★Magica, Nisekoi, Zan Sayonara Zetsubou Sensei), Mamoru Hosoda (Bakemono no Ko, Mirai no Mirai, Ookami Kodomo no Ame to Yuki, Toki wo Kakeru Shoujo), Naoko Yamada (Koe no Katachi, Tamako Love Story), Katsuyuki Motohiro (Psycho-Pass, FLCL Alternative, FLCL Progressive), Junichi Satou (Amanchu!, Aria The Animation, Bishoujo Senshi Sailor Moon, Princess Tutu), Hiroshi Hamasaki (Orange, Shigurui, Steins;Gate, Texhnolyze), Sunao Katabuchi (Black Lagoon, Kono Sekai no Katasumi ni, Arete Hime), Masayuki Kojima (Made in Abyss, Monster), Satoshi Nishimura (Hajime no Ippo, Trigun), Nobutaka Nishizawa (Ginga Tetsudou 999, Slam Dunk), Ei Aoki (Fate/Zero, Kara no Kyoukai, Hourou Musuko), Mamoru Oshii (Koukaku Kidoutai, Tenshi no Tamago), Mamoru Kanbe (Elfen Lied, Yakusoku no Neverland), Ayumu Watanabe (Uchuu Kyoudai), Takaharu Ozaki (Shoujo Shuumatsu Ryokou), Yutaka Izubuchi (Uchuu Senkan Yamato 2199), Mahiro Maeda (Gankutsuou), Tomokazu Tokoro (Haibane Renmei, Hellsing Ultimate).

en büyük ilham kaynağı olmaya devam edecek olan yönetmen Satoshi Kon, kariyerine Young Magazine’de manga sanatçısı ve editör olarak başladı. Hemen ardından Memories animesinde yer alan Magnetic Rose’un (benim de o serideki favorim) senaryo yazarlığını ve storyboard’unu üstlendi. Bu arada Kon, sadece animeler için hikaye ya da senaryo yazmadı; başarılı isim, pek çok Japon filminin de gerek hikayesini gerek senaryosunu üstlendi. Bunlardan biri de 1991 yapımlı korku ve komedi filmi olan Warudo Apatomento Hora’dır. 1997 yılına kadar Kon; manga, hikaye ve senaryo yazımı ile ilgilendi. 1997’de ilk uzun metraj filmi Perfect Blue’yu tamamladı; film 28 Şubat 1998’de Japon sinemalarında gösterime girdi. İlk filminden son anime filmine kadar Madhouse ile çalışan Kon; Hashire Melos anime filminin layout ve key an-

Bu isimlerin de hiçbir animesi üzmez ve fakat parantez içerisinde belirttiğim animeleri ise en az ikişer kez izlenecek kadar lezizdir. Eminim ki hem yukarıda hem aşağıda isimleri geçmeyen ve benim henüz yapımlarını izleme şansını elde edemediğim çok değerli isimler de mevcut. Lütfen siz de bildiğiniz bu isimleri bizlerle paylaşır mısınız? 1-Satoshi Kon: Psikolojik gerilim denildiğinde akla ilk gelen isim Kon’un tüm filmlerini sanıyorum en az on kez izlemişimdir. Kon’un kurguları o kadar sağlamdır ki, on kez izleseniz bile ilk kez izliyormuşsunuz gibi efekt yapar. 24 Ağustos 2010’da, 47yaşında kaybettiğimiz ve bugün yaşasaydı Hollywood’un yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

13


JAPON SİNEMASI DOSYASI imasyonu ile ilgilendi. Master Keaton anime dizisinin storyboardunu oluşturdu, senaryosunu yazdı ve key animasyon ile bölüm yönetmenliğini üstlendi. Mobile Police Patlabor 2: The Movie’nin storyboard ve layoutunu hazırladı. Ödüllü mecha ve sci-fi anime filmi Roujin Z’nin layoutunu hazırladı, içerik akışını planladı ve ana animasyonlarını üretti. Kon’un favori animesi ise Astro Boy’du. Kon, vefat etmeden önce yeni projesi Dreaming Machine üzerinde çalışıyordu. Yapım ajansı Madhouse sonrasında bu projeye devam etmek istese de Kon’suz olamayacağını dile getirip projeden vazgeçmişti. Onun ismini gördüğünüz yapımların sayısı az, az olduğu kadar da değerlidir ve lütfen bir saniye bile tereddüt etmeden adının geçtiği her yapımı izlemeye çalışın ve Inception (Paprika) ve Black Swan (Perfect Blue) filmlerinin nereden ilham aldığına şahit olun. Kon’un yapımlarını kendi içinde sıralayacak olsam; Perfect Blue, Paprika, Sennen Joyuu, Ohayou (Ani*Kuri 15 projesinde yer alan 1 dakikalık kısa), Tokyo Godfathers ve Mousou Dairinin şeklinde sıralardım. 2- Makoto Shinkai: Onun ismini hemen herkes Kimi no Na wa. ile duymuş olsa da Shinkai, bundan çok daha fazlası. Onun için yeni nesil Miyazaki demelerinin belli başlı nedenleri var: Hikaye anlatımı Miyazaki’ninkine çok benzer, onun gibi bilimkurguyu fantezi ile harmanlamakta ustadır ve çoğu zaman fantezi o kadar ön plana çıkar ki; izlediğinizin hangi kategoriye dahil olduğunu kestirmekte zorlanırsınız. 1999 yılında Tooi Sekai (Other Worlds) ile kariyerine başlayan Shinaki, Comix Wave’in desteği ile ilk bilimkurgusu Hoshi no Koe’ye (Voices of A Distant Star) can verdi. İlk uzun metraj filmi Kumo no Mukou Yakusoku no Basho da bir bilimkurguydu ve kendisine gişede büyük bir başarı sağladı. Shinkai’nin “İnsanlar rüya görüyorsa dünya da görüyordur” teması üzerine yoğunlaşıp dünyanın gördüğü rüyaları ‘paralel evrenler’ olarak tanımladığı bu filminden sonra yönetmen

14

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

sıklıkla paralel evrenler temasını işlemeye başladı. Bunun yanı sıra Shinkai’nin her filminde trenler, sonsuz gökyüzü, detaylara boğan arka plan panelleri görürüz. Konojo to Kanojo no Neko; Shinkai’nin gerçek hayatına dayanır. Bu hikayedeki kedi Shinkai’nin ta kendisi olurken, ‘O’ olarak filmde kendisine yer bulan kadın da ayrıldığı kız arkadaşıdır. Ayrıca filmdeki kedi Chobi’yi de, yine Shinkai seslendirmektedir. Sevilen yapım, ef: A Tale of Memories animesinin storyboard’unu da çizen Shinkai’nin Kimi no Na wa.’dan sonra her yapımının peynir ekmek gibi gideceği kuşkusuz. Shinkai’nin yapımlarını kendi içinde sıralayacak olsam; Hoshi wo Ou Kodomo, Kimi no Na wa., Kotonoha no Niwa, Kumo no Mukou, Yakusoku no Basho, Hoshi no Koe, Kanojo to Kanojo no Neko, Dareka no Manazashi, Byousoku 5 Centimeter, Neko no Shuukai (Ani*Kuri 15 projesinde yer alan 1 dakikalık kısa), Tooi Sekai şeklinde sıralardım. 3- Isao Takahata: Çocukluğumda TRT’de yayınlanan Heidi’nin (orijinal ismi: Alps no Shoujo Heidi) yönetmeni olduğunu öğrendiğimde benim için başka bir anlam ifade etmeye başlayan Takahata, bu listede olmasaydı liste öksüz kalırdı. 11 yaşında ve hayatın kendisi


JAPON SİNEMASI DOSYASI için hiç de kolay olmadığını anlatan Anne Shirley’in hikayesini konu alan Akage no Anne de Takahata’nın TRT’de yayınlanan bir diğer eseri idi. Evet, inanması güç ama bir zamanlar TRT rüya kanaldı. Takahata adı Miyazaki adının hep ardında kalmış olsa da Tahakata’nın Miyazaki’yi çokça etkilediği her daim söylenir; hatta Miyazaki en iyi arkadaşının ve ortağının en iyi rakibi olduğunu da belirtmiştir. (Miyazaki, hikaye anlatıcılığı ile bu listenin merkezinde yer alan isimdir; onu başka bir yerde aramayalım.) Takahata adı pek çok kişi için Hotaru no Haka’da parlamış ve Kaguya-hime no Monogatari ile zirve yapmıştır. Kaguya-hime no Monogatari’ye gelene kadar arada bir eseri daha vardır ki; insanı görselliğiyle, hikayesinin sakinliğiyle, müzikleriyle mest eder: Omoide Poroporo. Kaliteli ve aile komedisi olan Tonari no Yamada-kun’u unutmak olmaz elbet. Miyazaki’nin Tenkuu no Shiro Laputa’sının Kaze no Tani no Nausicaä’sının da yapımcısı olan Takahata’yı kaybetmeseydik; ortağı Miyazaki’nin de daha çok pek değerli eseri ortaya çıkarmasına yardımcı olacağı kesindi. Takahata’nın eserlerinin hepsi, tıpkı Miyazaki’nin eserleri gibi birkaç kez izlenmelidir; her öykücünün kendisine alacağı bolca dersler barındırır. 4- Shinichiro Watanabe: Tam bir kültür mikseri olan Watanabe’yi anlatmak için iki kelime yeterli olabilir: Cowboy Bebop. Blade Runner: Black Out 2022, Genius Party antolojisindeki Baby Blue, Macross Plus ve Space☆Dandy gibi önemli bilimkurgu yapımlarının yönetmeni Watanabe’yi diğerlerinden ayıran ise müziği bir hikaye anlatım aracı olarak kullanması. Watanabe’nin bütün yapımlarında hikaye akışlarının derinliği, heyecanı, gizemi müzikle dengelenir. Mesela Okinawa, hip-hop, günümüz Japonya’sı ve samuray kültürlerini mikslediği Samurai Champloo bu karışımın en güzel örneklerinden biridir ya da caz müzikleri ve karakterleri ile izleyenleri büyüleyen Sakamichi no Apollon da. Zankyou no Terror’un konusuna ve müziklerine ise hiç değinmeyeceğim; en kısa zamanda izleyin ve müziklerini çalma listelerinize de ekleyin lütfen. 5- Kunio Katou: Miyazaki’den sonra Os-

car’ı evine götüren ikinci anime yönetmeni Katou’dur. Derin bir hikaye anlatmak için upuzun dakikalara gerek kalmadığını kanıtlayan bir hikayecidir. Her yapımında insanı hüzne gark eden gerçeküstü sanatına, dingin ve güçlü karakterlerine rastlamak ve onlara hayran olmak son derece olasıdır. Katou’yu Katou’nun stili ile anlatmak gerekir; onu uzun uzadıya anlayabilmek için de ona Oscar’ı getiren Tsumiki no Ie’sini izleyerek onunla tanışmak gerekir. Katou’nun yapımlarını kendi içinde sıralayacak olsam; Tsumiki no Ie, Aru Tabibito no Nikki, Fantasy, Joukei şeklinde sıralardım.

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

15


JAPON SİNEMASI DOSYASI

JAPON SİNEM 1930’LU

16

YILLAR:iLK

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

SESLi

FiLMLER


MASI YAZAR: AYŞE ALTUN

İlk dönem Japon sinemasında ağırlıklı olarak tiyatronun etkili olduğu açıkça görülmektedir. Japonya’nın ilk filminde Japon geleneksel tiyatrosu Kabuki oyununu filme alması da buna en net örnek olmaktadır. Dolayısıyla Japonya’da sinemanın ilk yılları tiyatronun egemenliğinde başlar ve devam eder. Bu dönemde, geleneksel Japon tiyatrosu olan Kabuki oyunları, Shingki diye adlandırılan batı tiyatrosu ve modern Japon tiyatrosu olan Shimpa sinemayı oluşturan üç temel akımdır. Dolayısıyla tiyatro temelli bir ilk dönem Japonya sineması karşımıza çıkar. 1930’lu yıllar Japonya’da sesli sinema örneklerinin verilmeye başlandığı yıllardır. Bu yıllarda çeşitli filmler yapılmış olsa da ilk tam sesli film 1931 yılında çekilmiştir. Japonya’da sesli filmlere geçiş süreci diğer ülkelerdeki gibi kolay ve çabuk olmamıştır. Uzun bir süre daha Japonya’daki stüdyolar sessiz filmlerin üretimine devam etmiştirler. Bu durumun birçok nedeni olmakla beraber önemli sebeplerden biri Japonların kendilerine has bir Benshi geleneği ortaya koymalarıdır. Dolayısıyla sesli ve sessiz film üretimi birlikte yapılmaya devam etmiştir.

Sessiz ve Sesli Dönem

Japonya da ilk sesli film 1931 yılında Keinosuke Gosho tarafından çekilen Madamuto Nyobo (The Neighbor’s Wife and Mine, 1931, Shochiku) filmyattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

17


JAPON SİNEMASI DOSYASI dir. Fakat Japonya’da sesli filmlerin yapımı uzun bir süreçte gerçekleşti ve bu süreç boyunca hem sesli hem sessiz filmler birlikte üretilmeye devam etti. Sessiz filmlerden sesli filmlere geçiş sürecinin bu kadar uzun olmasının temel iki sebebi Benshi’ler ve yetersiz sermayedir. Sessiz dönemde tiyatronun etkisinde gösterilen filmlerde, Benshi adı verilen anlatıcılar tarafından seslendiriliyordu. Japonya’ya özgü bir durum olan Benshi geleneği kendi sinema izleyicisini oluşturmuştu. Filmlere kattıkları sade ve özgün yorumlarıyla sessiz dönem filmlerinde aktör, ses efektleri, dış ses ve altyazı rollerini hepsini üstlenmişlerdir. Dolayısıyla onların yorumlarını dinlemek için gelen seyircinin varlığı, sinema salonlarının sesli film gösterimine teknik olarak uygun hazırlanmamış olmaları 1940’lı yıllara kadar sessiz film üretimin yapılmasını sağlamıştır.

• Sessiz filmleri, sinema perdesi yanında duran Benshi’ler seyirciye canlı müzik eşliğinde anlatırken perde arkasında durarak filmleri seyirciye daha iyi anlatmak amacıyla bir anlamda dublaj yapan ‘’kagezer-ifular’’ ve ‘’kovairolar’’ yer almıştır. • Benshi’lerin filmi yorumladığı sahnelerin ve tiyatro kökenli canlı müziğin yer aldığı ses kayıtları ile sessiz filmlerin gösterilir. Filmlerdeki karşı diyaloglar azdır ve altyazı-ara yazıya yer verilmemiştir. (yarı sesli dönem), • Ses kaydı sisteminin geliştirilerek ses efektlerinin, altyazıların ve müzik efektlerinin eklendiği filmlerin gösterilmiştir. • Aktörlerin kendi seslerini kullandığı, karşı diyalogların ve ses efekti-film müziklerinin film içerisinde kullanıldığı sesli dönem filmlerinin yapılmıştır.

Japonya’da 1933 yılında üretilen filmlerin geneline baktığımızda üretilen filmlerin %19’luk diliminin sessiz filmler olduğunu görürüz. 1942 yılına gelindiğinde ise Japonya’da gösterilen filmlerin %14’ünün halen sessizdir. Büyük film şirketleri olan Shochiku, Nikkatsu, Shinko ve Toho üretimlerini sesli filmlere dönüştürmelerine rağmen, sessiz film üretimlerine de izleyici istekleri doğrultusunda yer vermişlerdir. Ama Japonya’da bu dönemde sessiz film üretimi alanında özel aile şirketi olan Kawai, Toa ve DaitoCo gibi küçük film şirketleri ön plana çıkmıştır. Bu şirketler yılda yaklaşık 100 film üretirken, haftada iki tiyatro oyununu filme alarak 450 tiyatro filmi üretmiştir. 1937 yılında sessiz filmlere olan ilginin kaybolmaması adına şirketler, ses bandı uygulamasına geçmişlerdir. Benshi seslendirmelerini ve tiyatro kökenli film müziklerini ses kaydı yaparak filme eklemişlerdir. 1935 yılında kurulan Kyokuto Film Co. bu uygulama ile jidai-gekiler (dönem filmleri) üretmiştir. 1938 yılından 1940’a kadar 100 film üretmiştir. Daha sonraki süreçte sessiz film üretimi yapan Daito film şirketi Toho birleşirken savaş döneminde de Daei, Shinko ve Nikkatsu birleşmesi üzerine sessiz film üretimi azalmıştır. Japonya’da sessiz filmlerden sesli filmlere geçiş, belli bir süreç halinde gerçekleşmiştir. Büyük bir seyirci kitlesine sahip olan Benshi’lerin varlığı ve tiyatro kültürü sebebiyle sesli filmlere geçiş süreci uzun sürmüş ve 1940’lara kadar sessiz filmler üretilmiştir. Japonya’daki sinemalarda sesli filme geçiş süreci şöyle gerçekleşmiştir:

Sessiz dönemden sesli dönem filmlere geçiş uzun zaman alsa da, her iki dönemde sesli ve sessiz filmler üretilmiştir. Savaş dönemine kadar üretilmeye devam eden sessiz filmler, savaş sonrası dönemde tamamen tarihe karışmışlardır. Japonya’da sesli filmler, görece erken bir tarihten itibaren yapılmaya başlandı. Yoshizo Minagawa, 1925’te Lee De Forest’in Phono film’iN haklarını alıp adını Mina Talkie (Mina Tolkii) olarak değişirdi ve 1927’den 1930’a kadar bu yöntemle, Kenji Mizoguchi’nin ilk sesli filmi dâhil birçok sesli, film yapıldı. 1928’de Masao Tojo, Vitaphone’a benzer bir tarzda sesi disk üzerinde yeniden üreten Eastphone sistemini icat etti. Daha sonraları teknik gelişmeler ile beraber bu iki sistem de terk edilecekti. Yeni sistemlerden biri Takeo Tsuchihashi tarafından geliştirilen Tsuchihashi ses sistemi yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. Japonya’da yapılan ilk eksiksiz sesli filmde bu yöntemle yapılmıştır.

18

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

Shochiku ve Shinko Kinema, Tsuchihashi sistemini benimsediler. Nikkatsu ise Mina Talkie ses sistemini terk etmek zorunda kaldı ancak rakiplerinden farklı bir yol izledi. Western Electric sistemini benimseyen Nikkatsu, 1933’te Daiseku Ito’nun Tangesazen’in kadar bu yöntemle ile film üretmedi. Bir sistem geliştiren PCL, Nikkatsu’nun uzun ve metraj ve haber filmleri için ses kaydına başladı. 1930’ların ortasına gelirken küçük şirketler sessiz film yapmaya devam ederken, PCL’nin yaptığı tüm filmlerle büyük stüdyoların


JAPON SİNEMASI DOSYASI çektiği filmler sesli çekildi. 1937 yılında Toho olarak yeniden düzenlenen PCL, Tokyo’daki en iyi donanımlı stüdyo oldu. Birçok önemli Japon yönetmen, 1930’lara kadar sesli film yapmadı. Örneğin; Ozu’nun Mata Au Hi Made’sinin (Until the Day We Meet Again, 1932, Shochiku) müziği ve ses efektleri olmasına rağmen ara yazılı siyah beyaz sessiz bir film olarak yapıldı. Nitekim Ozu ilk sesli filmi Hitori Musuko (The Only Son, Shochiku) 1936 yılında çekmiştir. Sesli filmlerin en dikkate değer olanları kameranın öznel çekimlerle gösterilen manzara geçişleriyle karakterlerin gözü haline geldiği, Hanagata Senshu (A Star Athlete, 1937, Shochiku), Arigato-San (Mr. Thank You, 1936, Shochiku) gibi yol filmleridir.

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

19


ANİME & MANGA DOSYASI

s a m u r ay ç a ğ ı n a b İ r a ğ ı t

YAZAR: OĞUZHAN SUCU

DORORO: Hyakkimaru Derginin 28. sayısının kapağına da konuk olan Dororo animesi, 1969 yapımı Dororo animesinin yeniden yapımıdır. Ki o anime de “manganın babası” olarak anılan Osamu Tezuka’nın kaleminden çıkmış bir manganın adaptasyonu… Yani nereden baksanız 52 yıllık bir hikâyeyi hayata döndürmüşler diyebiliriz. Peki nedir bu hikâye? Şöyle ki, Japonya’nın 15 ve 16.yüzyıllarına tekabül eden Sengoku döneminde kan gövdeyi götürmekteydi. Bu dönemde yaşayan feodal lordlardan biri olan Daigo Kagemitsu, bir yandan hastalıktan ve kıtlıktan kırılan diğer yandan komşu beylikler tarafından tehdit edilen topraklarını korumak

20

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

için son çare olarak şeytanlarla bir anlaşma yapar. 12 şeytan ile anlaşma yapan Kagemitsu’nun topraklarına bereket gelir ancak bu anlaşmanın bir bedeli olur. Kagemitsu’nun ilk oğlu doğduğunda, gözsüz, kulaksız, uzuvsuz hatta derisizdir. Ancak yaşıyordur. Bebek bir dereye bırakılır. Şans eseri deredeki bebeği bulan bir doktor, var olmayan organlarının yerine prostetik yaparak onun hayatta kalmasını sağlar. “Hyakkimaru” adını alan çocuk büyür ancak ne görebilmektedir ne de duyabilmektedir. Sadece “ruhları görme” gücü sayesinde şeytanları bulacak, onları birer birer öldürerek vücudunu geri kazanacaktır. Bu yolda iler-


ANİME & MANGA DOSYASI sonu (Hyakkimaru’nun vücudunu geri kazanması) olması serinin amaçsız hissettirmemesini sağlıyor. Senaryonun sıkıntılı olduğu yönlerine gelirsek eğer, bu kadar karakter odaklı bir serinin çok sıradan yan karakterlere sahip olması serinin ana sorunu olabilir. Eğer her bölümde bize bazı yan karakterlerin hikâyeleri anlatılacaksa bu karakterlerin sıra dışı yönlerinin olması ya da derinlikli bir şekilde işleniyor olmaları lazım. Ne yazık ki bu kişilere verilen süre oldukça kısıtlı olduğu için biz onları yeterince önemseyemeden onların hikâyeleri tamamlanıyor ve bizim ikili yollarına devam ediyor. Yan hikâyeleri bir kenara bırakıp ana hikâyeye odaklandığımızdaysa Hyakkimaru’nun kendi bedenini geri almak için tüm şeytanları öldürüp babasının halkını tehlikeye atmayı mı seçeceği sorusu serinin ilerlemesini sağlayan ana unsur durumunda. Acaba insan bedenine sahip olmak isteyen Hyakkimaru, her bir organ ile beraber daha az insan mı olacak? Serinin animasyon kalitesi de onu bu kadar iyi yapan ana etmenlerden birisi, özellikle ilk bölümlerde gayet hoş savaş sahneleri görebiliyoruz. Her ne kadar bu animasyon kalitesi ilerleyen bölümlerde biraz azalıyor olsa da sonradan yine toparlanıyor ve genele baktığımızda makul bir görselliğe sahip aksiyon sahnelerinin olduğunu söyleyebiliriz. lerken yetim bir çocuğu arkadaş edinir. Ve bu çocuğun adı Dororo’dur. Az çok senaryonun temelinden ve animenin isminin nereden geldiğinden bahsettiğimize göre biraz daha ayrıntılara girebiliriz. Öncelikle, bu serinin olay örgüsünün Cowboy Bebop ya da Trigun serilerinde olduğu gibi episodik olduğunu belirtmem gerekiyor. Ana karakterlerimiz ilerliyor, karşısına bazı karakterler çıkıyor. Bu karakterlerin hikâyelerini öğreniyoruz ve bölümün bitmesiyle beraber hikâyeleri de son buluyor (bazı durumlarda bu anlattığım olay tek bölümde değil, iki bölümde gerçekleşiyor). Daha sonra ana karakterlerimiz ilerlemeye devam ediyor, böylece hem onların yol boyunca yaşadıkları değişimi ve birbirleriyle olan ilişkilerinin gelişimini görüyoruz hem de geçmişleriyle yüzleşmelerine tanık oluyoruz. Tabii bu ilerlemenin bir yandan belli bir

Animenin biraz acımasız olduğunu söylemiş miydim? Sengoku döneminin vahşetini, insanların hayatta kalmak için neleri feda edebileceğini ve çaresizce tüm umutlarını hasat ettikleri pirince bağlamalarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. İzlerken seride olup bitenleri daha bir ciddiye almamı sağlayan bir özellik oldu bu. Dororo sahip olduğu prodüksiyon kalitesiyle ve episodik yapısıyla bu türü sevenleri tatmin edecek bir seri gibi ilerliyor şimdilik. “Şimdilik” diyorum çünkü seri hâlâ yayınlanıyor. 24 bölüm olacak serinin ilk 20 bölümünü izleyerek yazdığım bu incelemeyi bu kadar kısa tutuyor oluşumun asıl nedeni de o. Umalım da Dororo şimdiki gidişatını bozmasın ve bundan sonra çıkacak 4 bölüm ile tatmin edici bir final versin.

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

21


KAKEGURUI ANİME & MANGA DOSYASI

Şans Mı, Hİle Mİ, Yoksa Zeka mı?

22

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

YAZAR: VOLKAN ÇELİK


ANİME & MANGA DOSYASI Bir okul düşünün; başarınızı, statünüzü ve hatta yapacağınız seçimleri bile, örneğin bir başkanlık seçimi, belirleyen tek bir şey var; KUMAR! Hyakkaou Akadamisi’ne hoşgeldiniz. Kumarın tek gerçek güç olduğu ve kumarbazların hayatta kaldığı mekana. Burası kumarbazlar için bir cennet; peki ya diğerleri? Kakegurui, “MAPPA” stüdyosuna ait, 2017 yılında gösterime giren, oyun, okul, shounen, psiko-

lojik, gizem ve dram türleri içerisine dahil olan bir anime serisidir. Şimdilik güncel olarak biri 2017, diğeri 2019 yılında yayınlanmış iki sezon ve 24 bölümden (12+12) oluşmaktadır ve devam sezonlarının gelmesi çok muhtemeldir çünkü serinin ikinci sezon finali açık uçlu bir şekilde sona ermiştir. 17+ izleme sınırı bulunan seri, daha genç izleyici kitlesi için olumsuz örnek oluşturabilecek bazı şiddet sahneleri barındırabilmektedir. Bölüm süreleri genel standartta ve 24 dakikalık ortalama uzunluktadır. Serinin hikayesine geçmeden önce, biraz yapım koşullarına değinecek olursak; daha öncede belirttiğim gibi bu seri “MAPPA” stüdyosuna aittir. Stüdyo son yıllarda belli bir popülerlik kazanan birçok seri üretmiştir. Stüdyonun diğer bazı işleri şu şekilde sıralanabilir: “Banana Fish”, “Inuyashiki”, “Punch Line”, “Shingeki no Bahamut: Genesis ve Shingeki no Bahamut: Virgin Soul”, “Shoukoku no Altair”, “Zankyou no Terror” ve “Zombieland Saga” Animenin yönetmenliğini ilk sezon için “Hayashi Yuuichirou” üstlenmektedir ancak serinin ikinci sezonunda “Matsuda Kiyoshi” ile birlikte çalışmışlardır. Hayashi Yuuichirou, birçok farklı projede görev almakla birlikte yönetmenliğini üstlendiği diğer projeler “Garo: Honoo no Kokuin” ve “Garo Movie: Dvine Flame” adlı anime serisi ve seriye ait sinema filmidir. Matsuda Kiyoshi ise birçok projede bölüm yönetmenliği yapmakla birlikte Kakegurui dışında “Kumo Miko” adlı serinin de yönetmenliğini yapmıştır. Kakegurui’nin senaryosu ise ilk sezon için “Kawamoto Homura”, “Murakoshi Shigeru”, “Seko Hiroshi” gibi birçok farklı ismin ortak bir çalışması olarak üretilmiştir. İkinci sezon senaryosu ise Murakoshi Shigeru’ya aittir. Bu isimlerin diğer bazı projelerine baktığımızda; Murakoshi Shigeru, bu seri dışında “Dororo”, “Sidonia no Kishi” ve “Garo: Honoo no Kokuin” gibi serilerin de senaryosunu yazmıştır. Seko Hiroshi ise kariyerinde oldukça popüler serilere sahiptir. Bunlardan bazıları; “Shingeki no Kyojin”, “Kill la Kill”, “Zankyou no Terror”, “Ajin”, “Mob Psycho 100”, “Inuyashiki” ve “Banana Fish” gibi serilerdir. Serinin müzikleri ise “ryo” ve “Tecnoboys Pulcraft Green-Fund” tarafından hazırlanmıştır. ryo daha önce “Naruto Shippuuden”, “Katanagatari” yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

23


ANİME & MANGA DOSYASI ve “Noragami” gibi animeler için tema müziği bestelemiştir. Tecnoboys Pulcraft Green-Fund ise “Akikan!”, “Witch Craft Works” ve “Trinity Seven” gibi projelerde yer almıştır. Seslendirme kadrosuna da göz atalım. Animede yer alan bazı önemli karakterler şu isimler tarafından seslendirilmektedir: Jabami Yumeko karakteri “Hayami Saori” tarafından, Saotome Mary karakteri “Tanaka Minami” tarafından, Suzui Ryouta karakteri “Tokutake Tatsuya” tarafından, Igarashi Sayaka karakteri “Fukuhara Ayaka” tarafından, Ikishima Midari karakteri “Ise Mariya” tarafından, Manyuda Kaede karakteri, “Sugita Tomokazu” tarafından ve Momobami Kirari karakteri “Sawashiro Miyuki” tarafından seslendirilmiştir. Serinin hikayesi “Hyakkaou Akadamisi” olarak anılan bir lisede başlar. Bu lise bildiğimiz hiçbir okula benzememektedir. Derslerdeki ya da spordaki başarının hiçbir önemi olmayan bu okulda seni başarılı gösteren tek bir unsur vardır; kumar! Kendine has bir kast sistemi bulunan bu okulda her durum, her sorun, yani akla gelebilecek her şey kumar yoluyla çözüme kavuşturulmaktadır. Sistemin en tepesinde başkan Momobami Kirari bulunmaktadır ve kendi deyimiyle bu okul ona ait özel bir akvaryumdur. Kirari’den sonra gelen en güçlü unsur ise öğrenci konseyi ve konsey üyeleridir. Bu konsey, öğrencilerin hayatlarını, kumar düzenini ve para akışını ellerinde bulunduran bir oluşumdur ve başkanın mutlak iradesine boyun eğmiş bir şekilde çalışırlar. Sistemde konseyden sonra ise normal öğrenciler bulunur. En dipte ise erkekler için “Pochi” ve kızlar için “Mike” şeklinde adlandırılan öğrenciler vardır. Bu grup, kumar oynayıp her şeylerini, özgürlükleri dahil, kaybeden öğrencilerden oluşur. Adeta okul sınırları içerisinde yaşayan modern kölelerdir bu grup. Diğer öğrenciler tarafından her şekilde sömürülen ve başkanın zayıf halkalar olarak gördüğü insanlardır. Onların yaşamaya bile hakkı yoktur adeta; normal bir öğrenci isterse onlardan birinin upuzun, güzel saçlarını kesebilir ya da daha kötüsü içlerinden birine tasma takıp onu yanında bir evcil hayvan gibi dolaştırabilir. Onlar, insanlıkları ellerinden alınmış bir gruptur. Elbette her şey sonsuza kadar böyle kusursuz bir şekilde ilerlemez. Bir gün okula yeni bir öğrenci, Jabami Yumeko transfer olur. Artık akvaryumda saldırgan bir balık dolaş-

24

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

maktadır ve çatışma başlar. Jabami Yumeko, simsiyah saçlarıyla çok güzel bir kızdır ve okula geldiği anda hemen dikkatlari üzerine çeker ancak onu asıl ilginç kılan güzelliği değil bir “Kakegurui” yani kumar çılgını, kumar bağımlısı olmasıdır. O kumarı para kazanmak için ya da okulun sahip olduğu kast sisteminde güç elde etmek için oynamaz. Kumar onun için sadece bir haz aracıdır. Risk arttıkça aldığın haz daha da artacaktır. Kumarda en yüksek riski ve hazzı ise güçlü oyuncularla, yani öğrenci konseyi ile oynayarak elde edebilirsin. Böylelikle Jabami tek tek tüm konseye meydan okumaya başlar. Elbette en güçlü rakip ise Momobami Kirari’dir. Jabami her şeyi onunla kumar oynayabilmek için yapar. En güçlü oyuncu ve en büyük haz. Peki gerçekten Jabami’nin tek amacı sadece haz almak mı? Bunun cevabını ilerleyen sezonlarda bulacağımıza eminim. Kakegurui’nin genel yapısına bakacak olursak; öncelikle neredeyse mükemmel denebilecek şekilde tasarlanmış üç ana karakterimiz var. Bunlar Yumeko, Mary ve Kirari. Zeka, güzellik, başarı ve şans. Bir insanda bulunmasını isteyebileceğimiz tüm özellikler bu üç karakterde mevcut. Liseye giden 16 ya da 17 yaşında bir insanın çok ötesinde karakter özelliklerine sahipler. Bu yönüyle oldukça abartılmış durumdalar, ancak anime serilerinde sıkça karşılaştığımız bir durum bu. Bir diğer nokta ise bu ütopik okulda kadın egemen bir sistemin kurulmuş olması durumu. Bütün güç kadın karakterlerin elinde; gerçek manada güç sahibi olan Manyuda gibi sadece birkaç erkek karakter var. Onların dışında kalan erkekler genellikle zaafları olan güçsüz ve silik karakterler. Suzuyi bu tanımın en net vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkıyor seri boyunca. Yani bu seri anaerkil bir toplum düzeni resmediyor. Kadının güç sahibi olduğu ve gücüne tehdit oluşturan erkek karakterleri sindirdiği bir toplum düzeni. Kadınların erkeğin gölgesinde yer aldığı ya da onunla mücadele etmek zorunda kaldığı değil, mutlak güç olduğu bir ütopya. Peki bu anime bize ne anlatıyor, bir kişi bu seriyi neden izlemeli? Öncelikle teması kumar olan bu anime bize gerçek manada birçok farklı oyunun nasıl oynandığını gösteriyor. Bununla birlikte kumar oynamanın bir şans oyunu olmaktan çok


ANİME & MANGA DOSYASI

Bİr okul düşünün; başarınızı, statünüzü ve hatta yapacağınız seçİmlerİ bİle, örneğİn bİr başkanlık seçİmİ, belİrleyen tek bİr şey var; KUMAR! bir zeka işi olduğunu ve elbette en büyük avantajı şansına güvenenin değil en iyi hile yapanın kazandığını söylüyor. Elbette kumar oynarken şans bir unsurdur ve ana karakterimiz Jabami Yumeko’da birçok defa şansına güvenmiştir ancak önemli nokta zekanı devreye sokabilmek ve oyunun hilesini görebilmektir. Yineden hem şans hem zeka hem de hile her türlü kumarın vazgeçilmezidir. Diğer taraftan bu seri bize çok önemli başka bir şey daha söylüyor. Bunu yapış yolu biraz ütopik ve yer yer fantastiğe kayan bir tutum ama yinede söylediği şey önemli. Malum günümüz dünyası ataerkil bir dünya. Erkek egemenliği hala her yerde. Özel olarak hem Türkiye hem de Japonya için de durum bu şekilde. Bu ataerkil dünyada, bu seri, böyle güçlü kadın karakterler ve anaerkil bir toplum düzeni sunarak hiç olmazsa izleyenlerin zihninde bir ışık çakıyor. Kadınlar güçlüdür! Bir erkeğe ihtiyaç duymadan, sadece kadın olduğu için güçlüdür. Bu serinin yaptığı en iyi şey bu bana göre. Güçlü kadın karakterler yaratmak ve bu karakterleri bir erkeğin gölgesine sokmadan ya da güç kazanmak için bir erkek ile mücadele etmek zorunda kalmadan bir hikayeye dahil etmek. Sadece kendileri olarak varolmak ve yine mücadelelerini kendilerine, kadınlara karşı vermek. Özetle; Kakegurui, ön planda kumarbazlığı, karakterlerimizin kumar tutkularını ve mücadelelerini anlattığı ama arka planda günümüz dünyasının ataerkil toplum düzenini tersten kurarak anaerkil sistem ile güç odaklarını değiştirdiği ve yeniden düzenlediği bir hikaye anlatır. Bu seri bize güçlü kadınlar gösterir, çok güçlü kadınlar. Ben bir göz atın derim. Şimdiden iyi seyirler. Not: Kakegurui, animesinin ayrıntılı incelemesi japonsinemasi.com adresinde yayınlanacaktır. yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

25


Mangalar yeni başlayanlar için 100 bölüm üzeri uzunluklarıyla korkutucu olabilir. Ama güzel manga serilerinin hepsi çok uzun değil. İşte size kısa bir sürede okuyup bitirebileceğiniz birbirinden harika manga serileri.

BiR

SOLUKTA

OKUNACAK

.

.

YAZAR: AHMET ZİYA SEKENDİZ

MANGA SERILERI Y OUR LIE IN APRIL

(Shigatsu wa Kimi no Uso) Tür: Drama / Müzik / Romantizm Mangaka: Naoshi Arakawa Bölüm Sayısı: 44

Kousei Arima genç bir müzik dâhisidir. Annesi onunla titizlikle ilgilenir ve piyano çalmayı öğretir. Genç dahi kısa sürede müzik yarışmalarında birincilikler elde etmeye başlar. Ancak annesinin ani Ani ölümünden sonra, Kousei müzik çalma istediğini kaybeder ve sahnelere çıkmaz olur. Monoton yaşamı, gönüllü konserleri ile tanınan bir kemancı olan Kaori Miyazono ile tanışması üzerine değişir.

26

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


ANİME & MANGA DOSYASI

G

HOST IN THE SHELL

Tür: Aksiyon / Psikolojik / Bilim Kurgu Mangaka: Masamune Shirow Bölüm Sayısı: 24 Gelecekte, sibernetik implantlar yaşamın normal bir parçası haline gelir ve robotlar, bilinçleri bir veri akışına bağlı olarak toplum içinde dolaşmaktadırlar. Ancak bu yeni teknolojik gelişme, siber-terörizm ve insanların zihnini kontrol edebilecek korsanların ortaya çıkmasına yol açar. Binbaşı Motoko Kusanagi ve Kamu Güvenliği Bölüm 9, siber terörle mücadele etmektedir. Fakat The Puppeteer adlı bir bilgisayar korsanı, Kusanagi’nin dünya görüşünü etkilemektedir.

S

ANKAREA

Tür: Komedi / Ecchi / Romantizm Mangaka: Mitsuru Hattori Bölüm Sayısı: 59 Chihiro, zombilere aşırı derecede ilgi duymaktadır. Bu sarsakça yürüyen, kana susamış cesetler onu çekmektedir. Okul Müdürünün kızı Rea, korkunç hayatından kaçmak istemektedir İkisi terk edilmiş bir binada buluşurlar ve Chihiro’nun en çılgın rüyaları muhtemelen en kötü şekilde gerçekleşir.

F

RANKEN FRAN

Tür: Komedi / Korku / Psikolojik / Doğaüstü Mangaka: Katsuhisa Kigitsu Bölüm Sayısı: 71 Fran, Dr. Naomitsu Madaraki tarafından yaratılır. Doktor orada değilken laboratuvarın kontrolünü ele alır. Fran, ölüleri diriltmek ya da ölülere estetik cerrahi yapmakla ilgilenmektedir.

A

SILENT VOICE

Tür: Drama Mangaka: Yoshitoki Ooima Bölüm Sayısı: 64 Shouya Ishida her zaman başını belaya sokan bir çocuktur. Shouko Nishimiya adlı duyma engelli bir transfer öğrencisi Ishida’nın sınıfına girdiğinde, onu zorbalık yapmak için mükemmel bir hedef olarak görür. Ishida, canı sıkılana kadar onunla uğraşır. Kendi sınıf arkadaşları

tarafından dışlanmaya başlayana kadar eylemlerinin etkilerini düşünmez. Manga ve anime gibi neredeyse bitmeyecek bir kaynağı bulunan Japonya’da live-action eğilimi uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor. Bol bol live-action izleyeceğimiz şüphesiz. yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

27


japon kültürü DOSYASI

Japon Mitolojisinde 5 Yokai FİLMLERDEN KİTAPLARA UZANAN GİZEMLİ YOLCULUK YAZAR: BENSU CANGÜLER Yokailer yani halk arasındaki tasviriyle, insan aklıyla açıklanamayacak ‘’hayalet varlıklar’’ Edo döneminden başlayarak yüzyıllardır Japon folklorünün önemli bir parçası olmuştur.

28

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


japon kültürü DOSYASI Sanattan ,edebiyata hak arasında efsaneler şeklinde ağızdan ağıza dolaşan Yokai kavramı, zaman içinde Japon halkının bir kültürel öğesine dönüşmüştür. Kelime köküyle ‘’Bu dünyaya ait olmayan, acayip’’ anlamlarına gelen Yokailer, Japon toplumunun karakteristik özellikleriyle çok kolay eşleşebilme özelliğine de sahiptir. Japonlar, tesadüflere ve paranormal olaylara inanmaktansa, başlarına gelen talihli ya da talihsiz olayları daima yokai ruhlarıyla bağdaştırıp anlatmayı tercih etmişlerdir. Bugün Japon folklorüne hızlı bir giriş yaparak, en önemli Yokaileri inceleyeceğiz. Binlerce farklı türe bürünebilen Yokailerin etkisini mangalardan, animelere, kitaplardan, sanata kadar her yerde görmek mümkündür. Eğer Japonya’ nın önemli bir değeri olan Yokailerden bahsediyorsak GeGeGe No Kitoro’dan bahsetmeden olmaz. Ruhlar dünyasına ait olan Yokailerin insanlarla bir arada yaşamasına odaklanan ve ana karakteri de bir Yokai olan Kitaro’nun maceralarının anlatıldığı GeGeGe No Kitaro, Japonya’nın Yokai efsanesini en iyi anlatan mangalar arasında yer alır. Yokailerin şekilden şekle girip insanları günlük hayatlarında bir korkutup, bir şaşırtmasının en iyi yansıtıldığı yapımlardan bir diğeri de, Hayao Miyazaki’nin Ruhların Kaçışı filmidir. Ruhların kaçışında Miyazaki, Japon mitolojisine derin bir giriş yapmış, Yokai gibi geleneksel öğelerle, kendi fantastik dünyasını başarıyla harmanlamıştır. Yokailer, bugün bile Japon halkı tarafından manevi bir kültür öğesi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Japonya genelindeki türbe ve tapınaklarda Yokailere saygı olarak, ibadetler ve törenler de gerçekleştirilir. Günümüzde hala Japon halkıyla arasında sıkı bağlar bulunan 5 ünlü yokaiyi yakından tanıyalım. 1. TENGU: Tengular, genellikle dağ ruhları ve orman sakinlerinin hikayelerine ortak olan ve en iyi bilinen Yokai türlerindendir. Dağlarda yaşayan ve uzun burunlu kırmızı kafalı, sırtında kanatları olan bir kuş görünümüne sahip Tengu, uzun bir geçmişe sahiptir.

Tengu

Kappa Tengu genel olarak insanların korktuğu bir yokai türü olarak tarihte iz bırakmıştır. Halk inanışına göre tengular, sivri gagalarıyla insanlara saldırıyor ve süper güçleriyle yangın çıkarabiliyorlardı. Bu sebeplerle kötülükle ilişkilendirilen Tengulara dair Japonya’nın her yerinde ayrı bir efsaneye rastlamak mümkündür. 2. KAPPA: Kappalar nehir kenarlarında yaşayan, yeşil vücutlu kaplumbağa benzeri yaratıklar olarak bilinirler. Sırtlarında daima dengeyle taşıdıkları bir su çanakları bulunan Kappaların, bu suyu döktüklerinde güçlerinin zayıfladığına inanılmaktadır. Günümüz Japonyasında her yerde sevimli bir karakyattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

29


japon kültürü DOSYASI ter olarak görebileceğiniz Kappalar, aslında nehir ve bataklıkların yanına yaklaşan insanları, suya düşürmeye çalışmaları ile ünlüdürler. Kötücül eylemlerinin yanı sıra Kappalar zaman zaman su tanrısı olarak da anılmışlardır. Kappalara Japonya’nın çeşitli bölgelerinde animasyon karakteri olarak sıklıkla rastlanılmaktadır. 3. ROKUROKUBİ: Klasik Japon edebiyatında adına sıklıkla rastlanan Rokuro Kubiler, ilk görüşte normal insan görünümüne sahip bir yokai türü olsalar da, insanlardan kolayca ayrılan uzun boyunlarıyla dikkat çekmektedirler. Uzun boyunlarından dolayı Japon halkı arasında yokai olarak kabul edilmeyen Rokuro Kubiler’in hastalıklı insan grubuna dahil edildiği belgelere rastlanmaktadır. Rokuro Kubilerin varlıklarına, Çin’de, Güney Asya ve Malezya’da rastlanması da bu Yokai türüne yönelik söylentiler arasındadır.

Rokurokubi

4. KİTSUNE: Japonca’da ‘’tilki’’ anlamına gelen Kitsune kelimesi, bir yokai türü olarak oldukça zeki, sadık ve güçlü tilkiler olarak diğer türlerinden ayrılırlar. İnsanlarla birlikte yaşayan ve yakın dostluklar kurabilen Kitsuneler, büyü gücüne sahip olmaları ve Şinto Tanırısı İnari’ye hizmet etmeleriyle bilinir. Kitsuneler bu özelliği ile halk arasında doğaüstü güçlerini pekiştiren ve saygı duyulan bir varlık olmuştur. Büyülü tilkilerin ne kadar çok kuyruğu varsa, o derece güçlü, yaşlı ve bilge olduğuna inanılmaktadır. 5. ZASHİKİ WARASHİ: Zashiki Warashi, Tokoku bölgesinde Yokai olarak ün salmasının çok ötesinde ruhani bir efsane olarak çok uzun yıllardır varlığını sürdürmektedir. Çocuk gibi giyinen ve görünen Zashiki Warashiler, insanlar gibi evlerde yaşarlar. Halk arasında Warashi ruhlarının iyi şans getirdiğine inanılır ve bu ruhların girdiği evin bereketini arttırdığı söylenir. Japonya’da son yıllarda Zashiki Warashi’ye sahip olduğunu söyleyen bir konaklama tesisi, kısa sürede medyanın gündemine oturarak, çok sayıda kişiyi ve ünlüleri kendine çekmeyi başarmıştır.

30

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

Kitsune

Zashiki Warashi


SONATA’NIN 9. SAYISINI OKUDUNUZ MU? Japon Müziği E-Dergisi SONATA’nın 9.sayısı J-Goth&Visual Kei müzik temasıyla okurlarının karşısında!

4.yıl

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

31


japon kültürü DOSYASI

JAPON

SANATINDA

ÜNLÜ KADIN RESSAMLAR YAZAR: BİRSEN ALBAYRAK Japonya’nın birçok seçkin kadın sanatçısı, bugün Japon resminin öncülüğünü kazanması için büyük ölçüde rol oynamıştır. Galeriler ve sanat tarihçileri erkek meslektaşlarına odaklandıkları için, katkıları çok sık göz ardı edilmiştir. Ancak, bu istisnai ressamların çalışmalarına hepimizin daha aşina olmamamız için iyi bir neden yoktur. Edo döneminden günümüze kadar Japonya’nın en ünlü 6 kadın sanatçısını derledik. Yenilikçiler, feministler ve sadece yaptıkları işte en iyileri. Japon sanatının tarih biçimleme hareketlerini tam olarak kavramak istiyorsanız, bilmeniz gereken ressamlar bunlar.

1. Katsushika Oi

Ukiyo-e yansımaları, tahta baskılar veya ülkenin en büyük görsel sanat biçimleri üzerine düşünerek biraz zaman harcamadan, Japon sanatı hakkında konuşmak imkansız. Katsushika Oi, ukiyo-e’nin sessiz çalışanlarından biridir. Oi’nin inanılmaz sanatsal yeteneği, babasının efsanevi Hokusai olduğu gerçeği göz önüne alındığında, doğuştan olduğu yadsınamaz. Mirası babası tarafından biraz gölgede kalsa da, Oi izleyicinin gözünü yakalamak için cesur blok renklendirme özelliğini kullanabildiği esrarengiz yeteneği sayesinde kendi başına inanılmaz bir sanatçıydı. Babasına yardım etmekten edindiği geleneksel bilgilerle birleştiği vizyoner tutumu, zengin tarihi forma yeni bir bakış açısı getirdi ve neden Japonya’nın yetenekleri konusunda ünlü olan ilk kadın sanatçılardan biri olduğunu ortaya koydu.

2. Shoen Uemura

Shoen Uemura ismi aslında Meiji ve Taisho döneminin önemli bir Kyoto merkezli sanatsal figürü olan Tsune Uemura’nın takma adıdır. Bijinga dünyasındaki yorulmak bilmez çalışması (güzel kadınların resimleri), sanatsal çıktısını büyük

32

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

ölçüde etkiledi ve onu bijinga resminde yeni bir evrimi katalize edecek görüntüler yaratması için ilham verdi. Tematik olarak Uemura’nın çalışmaları; klasik kadınlar için ortak olan motifler üzerine, güzel kadınlar ve noh tiyatrodan ikonik figürler gibi ancak feminist bir çekiciliğe odaklandı: kadınlarda genellikle erkekler için ayrılan rollerde noh pozları yeniden yarattı. Cesur, ama aynı zamanda forma saygılı, bijinga tarihinin bu çığır açan sanatçı olmadan çok farklı görüneceğini söylemek doğru olmaz.

3. Ike Gyokuran

Japon sanatının geçmişine biraz daha ulaşan Ike Gyokuran, klasik Japon kültürü dünyasında en etkili ve önemli kadın ressamlardan biridir. 1727 doğumlu Gyokuran, çalışmalarının çoğunu hala çok methedilen bir memleket kahramanı olduğu Kyoto’da yarattı. Hat sanatı ve şiir dünyasında gösterdiği çabalar çok beğenildi, ancak itibarını güçlendiren Southern Painting’in gelişimine katkısı oldu. Edo döneminde gelişen bu üst düzey resim stili, klasik Çin kültüründen büyük ölçüde etkilenmiştir. Hassas, ritmik ve zahmetsizce şık olan


japon kültürü DOSYASI

Gyokuran’ın stili, günümüzde birçok klasik Japon eşyada, katlanır perde ve sürgülü kapılardan, fanlara ve asma kaydırmalara kadar görülebilir.

mak, onun yeteneklerini ve inanılmaz dikkat komuta çalışmasını geliştirdi;, Japonya’nın Issey Miyake gibi en büyük isimleriyle işbirliği ve dünya genelinde şerefli sanat gösterileri takdim imkanı 4. Rieko Morita sağladı.Aoshima, iktisat alanındaki çalışmaları Çağdaş Japonya’nın en üretken nihonga ile hayal kırıklığına uğradıktan sonra, Adobe Ilressamlarından ve en ünlü çağdaş kadın lustrator’ı nasıl kullanacağını öğrendi ve oradan sanatçılarından biri olan Rieko Morita, nihon- kawaii (sevimli) ve kowai (korkutucu) olarak ga dünyasını rafine etmek, yeniden tanımla- düşündüklerimizle mücadele etmeye devam mak ve etkilemek için 30 yılı aşkın bir süredir eden gerçeküstü rüya tarzını üretmeye başladı. görev yapmaktadır.Bugün, Japon tarihinin takdir edilmesinin bir karışımı olan nihon- 6. Tatsu Hirota ga resminde daha modern bir bakış açısı ile Kyoto’da yetişen Tatsu Hirota’nın çalışmaları, daha birleştiğinde, ülkenin sıkça kullanılan eski ve klasik Japon motiflerinden etkilenmiş ve çarpıcı yeni estetiği için mükemmel bir benzetmedir: çıplaklık ve maiko görüntüleri yaratma konusunda “Maiko dünyasının “yürüyen geleneksel za- ün kazanmıştır. 1904’te doğan Hirota’nın sanatsal naatının” gizemli cazibesi.” bir yıldızlığa yükselmesi kolay değildi: ailesi fakirdi, bu yüzden kariyeri bir ressam olarak çok parlak görünmüyordu. Neyse ki Japon sanatının seven5. Chiho Aoshima Japonya’nın en biçimlendirilmiş pop sanatçıların- ler için, sadece 12 yaşındayken, resmini hayatının dan Chiho Aoshima, uluslararası pop-kültür ef- eseri olarak sürdürme fikrine kararlılıkla bağlı kalsanesi Takashi Murakami’nin danışmanlığında mıştı. Narin görüntüleri ve yumuşağı iddalı kulolgunlaştı ve deneyim kazandı. Kaikai Kiki grup lanımı, hatta cesur blok renklendiriciliği günümüz şovunun bir parçası olarak Murakami ile çalış- çalışmalarında hala imrenilmektedir. yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

33


BİTMEMİŞ HİKAYELER YAZAR: DENİZ BALCI

Çocuk kitapları, kurmaca türleri arasında biraz daha zor ve özel bir alan bence. Hem özgün olabilmek hem de anlaşılır ve tanıdık kodlarla derin eserler kaleme almak ustalık gerektiriyor. Edebiyat tarihinin en özel çocuk kitaplarına dönüp baktığımızda sadelik ve basitlikle; evrensel(ortak) hislerin çok kuvvetli şekilde anlatıldığını görürüz. Ortak kültürümüz haline gelmiş meşhur çocuk kitaplarının sadece çocuklara değil, yetişkinlere de bir okuma zevki yaşatması bu sihirli yapısı sayesindedir. Ülkemizde, son yıllarda birçok romancımız çocuk kitapları yazmaya başladı. O sihirli hamuru kelimeleriyle yoğurmaya çalıştılar. Kimisi başarılı oldu, kimisi kısa sürede silinecek kitaplara imza attı ama kesin olan bir şey varsa çocuklara hikâye anlatmanın değeri anlaşılmaya başlandı. Bu minvalde dünya edebiyatından birçok güzel çeviri bizimle paylaşılmakta ama Japon edebiyatından çevrilen çocuk kitabı bir elin parmağını geçmiyor. Şimdiye kadar Hiromi Goto’nun “Yarım Dünya”, Etsuko Shindo’nun “Kapadokya’da Çatra Patralar” ve Kazumi Yumoto’nun “Arkadaşlar”isimli kitaplarını okuma fırsatı bulduk. Bir diğeri ise 2016 senesinde Türkçeye çevrilen Sachiko Kashiwaba’nın “Bitmemiş Hikayeler Kütüphanesi” isimli romanı. Japonya’nın küçük bir kasabasında, neredeyse unutulmuş olan

34

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

KÜTÜPHANESi bir kütüphanede gizemli olaylar yaşanmaya başlar. Çocuk kitaplarının kahramanları durup dururken kitaplarından çıkmaya ve hikâyelerini okuyan çocukların hayatlarını öğrenmek istediklerini söylemeye başlar. Bu isteklerin muhatabı olan karakterimiz kütüphaneci Momo’nun bu olaylar karşısındaki eylemleriyse romanımızın konusunu oluşturur.

Roman dört bölümden oluşuyor. Her bölümde bir masal kahramanı ait olduğu kitaptan çıkıyor ve kitabı okuyan bir okurunu arıyor. İlk üç bölüm klasik Japon masallarından çıkan karakterlerin yaşattığı kaosla ilerliyor. Bu bölümler oldukça ilgi çekici zira bir yandan hikayenin akmasını sağlayan olaylar zincirini okurken diğer yandan çok yabancısı olduğumuz klasik Japon masallarını öğreniyoruz. Prenses Uriko, Kurt ve Yedi Küçük Oğlak gibi Japonlara has masalların içinden gelen karakterler bizi Japon geleneksel yazınına yaklaştırırken diğer yandan o masal karakterlerinin modern dünyadaki


JAPON EDEBİYATI DOSYASI mek isteği olmaz mı dersiniz? Kitaptaki kişilerin bizi merak edebileceğini düşünmek eğlenceli değil mi? Bu kitap, işte tam da böyle bir durumu anlatıyor. Hikayede ana okuluna giden bir çocuk masaldaki Çıplak Kral’ın kendisini okuyan birini aradığını öğrendiğinde, “Beni de arar mı acaba?” diye soruyor. Ben de sevdiğim kitaptaki karakterlerin beni aramalarını, benim hikayemin devamını öğrenmelerini isterim. Ben anaokulundayken beni tanıyan büyücü kadının beni aramaya gelmesini, artık yetişkin olan bana söyleyeceklerini duymak isterdim.” Sachiko’nun romanına Yoko Yamamoto’nun çizimleri eşlik ediyor. Levent Toksöz’ün Japoncadan çevirdiği kitap ise Kelime Yayınları’ndan çıkmış. Okuduğumuz kitapların karakterleri belki de sandığımız kadar soyut değillerdir. Bu kitabı okuduktan sonra Momo da belki bizim hikayemizi merak etmektedir. Kim bilir?

komik halleriyle eğlendiriyor. Yazar son bölümdeyse olmayan bir masal kurgulayıp, onun karakterlerini romanın konusuna dahil edip küçük bir polisiye hikaye elde ediyor. Bu sebeple son sayfalara kadar merak ettirecek şekilde örülmüş olaylar hep heyecanı taze tutuyor. Kitabın cezbedici tarafı bana kalırsa okuduğumuz kitapların karakterlerinin de bizim hikayemizi merak ediyor oluşu. Çoğumuz bunu düşünmüşüzdür. O hayatlarına daldığımız roman karakterleri kanlı canlı insanlar olsaydı onlarla nasıl konuşurduk? Ya onlarda bizim farkımızda olsalar ve hayatlarına müdahil durumumuza bir tepki verebilseler, nasıl davranırlardı? Yazar çocukların hayal dünyasına bu roman ile güzel bir tohum ekmiş. Kitaba dair de şunları söylemiş ki bu cümleler de oldukça açıklayıcı: “Okuduğum kitabı kaybetmiştim. Seyahate çıktığım yerde, bir otelde okumuştum en son. Ayrılmak için sabah aceleyle eşyalarımı topladığım içindi belki. Eve döndükten sonra çantamı arasam da yoktu. Otele telefon ettim ama orada olmadığını söylediler. Kitabı bir daha satın almayı düşündüğümde adını da, yazarını da hatırlamadığım, acınası bir durumda buldum kendimi. Annesinin bebeğini yanına alarak oradan oraya kaçtığı bir hikayeydi. O kadar küçük bebeğiyle sonuna kadar kaçabildi mi diye hala merak ederim. Benim kitaptaki hikayenin devamını öğrenmek istemem gibi, kitap karakterlerinin de kitabı okuyanların hikayelerinin devamını öğrenyattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

35


JAPON EDEBİYATI DOSYASI

ERDAL KÜÇÜKYALÇIN TÜRKİYE ve JAPONYA ÜZERİNE RÖPORTAJ

1) Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Türkiye’de 90’lar sonrası yeni bir Asya refleksi oluşmuşken, sizi çok genç bir yaşta Japonya’yı ve Japoncayı keşfetmeye sevk eden motivasyon neydi? Japonya tarihine olan ilginiz nasıl başladı? İlk olarak galiba ortaokuldaydım. Babam bana ‘’ Bugünkü Japonya’’ diye bir kitap getirmişti. Çok gelişmiş bir ülke gördüm o kitabın içerisinde. On-

36

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

RÖPORTAJ: NESLİHAN YAKUT

dan sonra bu ülke nasıl gelişti, nasıl kalkındı, ben bunu kendi ülkem için nasıl faydalı kılabilirim, oradaki tecrübeyi nasıl öğrenirim diye kendi kendime kurgulamışım demek ki. Ve bir amaç edindim erken bir yaşta. Daha lise çağlarında artık Japonya’nın ekonomisini tanımak istediğime karar vermiştim. Ve bir meslek yani, üniversiteye girerken bir dal seçmek gerektiğinde de yine bu amaçla iktisat okumaya karar verdim. Bunun arkasında da açıkçası Japon ekonomisinin dinamiklerinin


JAPON EDEBİYATI DOSYASI öğrenmek vardı. Gelişim dinamiklerini. Üniversiteye girdiğimde şanslıydım çünkü ikinci bir dil öğrenmeye karar vermiştim ve tam o yıl Boğaziçi üniversitesinde Japonca seçmeli dersi açıldı. Ben de bunu bir işaret olarak görüp hemen ilk yazılan öğrenci oldum. İyi ki de yapmışım, çünkü bir yandan ekonomi dersleri devam ederken bir yandan da Japoncayı ilerletmeye başladım. 2 yıl kadar sonraydı galiba. İlk defa Japonya’ya bir burslu öğrenci gönderilmesi konu oldu. O zamanda ben seçildim ve İstanbul’un kardeş şehri olan-1974’te bizdeki Boğaziçi köprüsü yapıldığında kardeş şehir ilan edilmiş ve yine bir boğaz şehri olan- Shimonoseki’ye gitme fırsatı buldum. Orada da yine Japon ekonomisinin gelişimi üzerine, iktisadi kalkınma teorileri üzerine dersler aldım, sonra gelip burada bölümümü bitirdim. Yıl 1994’tü. Mezuniyetimin hemen ardından da, o dönemlerde Japoncayı bilen insan çok az olduğundan yeni bir mezun olarak çok önemli bir iş teklifi aldım ve “Türk Kültür Kasabası” adıyla Japonya’da Türk kültürünü tanıtmak amacıyla, 40 milyon dolar yatırımla yine Japonlar tarafından kurulan, bir tema parkın proje yöneticisi ve koordinatörü oldum. Benim için tabi çok heyecan vericiydi. İdealist bir genç olarak hem okuduklarımı uygulama imkânı bulacak, hem de Japonya’yı daha iyi tanıma fırsatı yakalayacaktım. Dolayısıyla, hiç tereddüt etmeden kabul ettim. Japon halkına Türk kültürünü nasıl tanıtmamız gerektiği üzerine Japonlarla birlikte sürekli çok kafa yorduğumuz muhteşem bir projeydi. Çok şeyler öğrendim. Dolayısıyla, Japonlarla ilişkim bütün hayat boyu, hatta üniversite hayatımın çok öncesini de hesaplayacak olursan, neredeyse tüm hayatım boyunca devam ediyor. Her mevkiden, her iş kolundan insanla bir arada bulunma, vakit geçirme, onlardan öğrenme, onlarla sohbet etme fırsatı buldum. O anlamda kendimi şanslı hissediyorum. İyi ki Japonca öğrenmiş ve hayalimin peşine takılmışım. Peki, tarihe nasıl geldik? Söylediğim gibi öncelikli amacım ülkeme faydalı olabilmek için ekonomi öğrenmekti, idealist bir genç olarak. Ancak, ekonomiyi öğrendikçe anladım ki hiçbir sonuç nedensiz olmaz. Yani, eğer Japon ekonomik gelişmesi bir sonuç ise, onun nedenlerini öğrenmeden o sonucu da kavramanız mümkün değil.

Japon başarısının nedenleri nedir? Bu sorunu cevabı tarihte yatmaktadır. Ben de ancak tarihi dinamikleri öğrenirsem sonuçları anlayabileceğimi anlayınca dönüp yıllar sonra, neredeyse 15 yıl süren, uzun bir profesyonel hayatın ardından severek, isteyerek akademiye döndüm. Yüksek lisansımda yeni çeri ve samuray karşılaştırması üzerine bir master tezi, arkasından 20. yüzyılın başında Orta Asya’ya yapılan Japon araştırma gezileri üzerine bir doktora tezi, bu arada Japonya’ya gidiş ve uzun uzun kalışlarlarla geçen bir süre derken, en sonunda geldiğim noktayı söyleyeyim:; ekonomi tamam, onun arkasında ki faktör olarak tarih tamam, ama tarihi de oluşturan ana unsurun “mindset’’ dediğimiz düşünce dünyası, düşünce yapısı olduğunu anladım. Anlayınca da “Japon gelişiminin sırrını anlamak” üzere çıktığı yolculuğun sonunda geldiğim nokta bu. Nihayet aradığım cevabı bulduğum düşüncesindeyim. O da 1643 yılında Miyamoto Musaşi tarafından yazılan “5 Çember Kitabı”nın içerisinde bulunuyor.’’ 2) 17.yy’da yaşayan ve ölen bir samurayın ‘’5 çember-Savaş Sanatı ve Strateji’’ adlı eserini Türkçe ’ye çevirerek 21 yüzyıl Türkiye’sinde yeniden hayat bulmasını sağladınız. Sizi bu kitabı çevirmeye iten kuvvet neydi? Biraz önce bahsettiğim şeylerle doğrudan bağlı. Benim o kitapta bulduğum şey basit gibi görünen bir metnin içerisine katman katman anlam dünyaları giydirilmiş olması. Miyamoto Musaşi bu kitapta sadece Şintoist, Budist, Taoist düşünce sistemleri değil, aynı zamanda Bushido adı verilen, yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

37


JAPON EDEBİYATI DOSYASI ”Savaşçının Yolu”, ya da “Samurayın Yolu” dediğimiz düşünce sisteminin içini dolduracak şekilde, hem bireyler hem de toplumlar için uzun vadeli, sürdürülebilir başarının sırlarını anlatıyor. Zaten Japonya’yı bir marka olarak düşünecek olursak, onu meydana getiren ana unsurlar da bu kitabın anlattıkları. Dolayısıyla, o kitabı fark ettikten sonra “Bu kitabı kendi dilime çevirmem lazım” dedim. Açıkçası, 17. yüzyılın ortasında yazılmış bir metni Japonca orjinalinden çevirmek kolay bir iş değildi. Ama görev addettim. Yine o idealist taraf çalıştı. Bunu halkımızla, insanımızla paylaşmalıyız, mümkün olduğunca daha fazla insana ulaşması lazım diye düşünerek derslerini açtım, kitabını çıkardım ve anlatmaya devam ediyorum.

Yamamoto Tsunetomo adlı samurayın yazmış olduğu ‘’Hagakure’’adlı kitaptır. “Yapraklar Altında Gizli” anlamına geliyor. Bu kitap bütün dünyada bir strateji metni olarak, ”Samurayın Yolunu” anlamak için sıklıkla kullanılan bir ana kaynaktır.

Ancak onun çağdaşı olan Miyamoto Musaşi, özel bir adam. Neden? Çünkü Hagakure’de daha çok Konfüçyüsçü eğilimler nedeniyle toplum içerisindeki katmanların birbirleri ile ilişkilerinin nasıl olması gerektiği üzerine uzun uzadıya yazılar vardır. Siz bir samuray olarak Daimyo, (12. yüzyıldan, 19. yüzyıla kadar Japonya’da hüküm sürmüş olan en güçlü feodal hükümdarlar, derebeyleri) yani beyinize karşı nasıl davranacaksınız, ailenize karşı nasıl davranacaksınız, büyüklere nasıl, küçüklere 3) Japonya tarihinde güçlü ve yapısal siyasi nasıl davranılacak, çalışma arkadaşlarınızla nasıl izler bırakan birçok Samuray varken neden iletişim kuracak, nasıl hitap edeceksiniz gibi so‘’Miyamoto Musaşi’’? Musaşi’nin ve ‘’5 Çem- syal düzeni oluşturan kuralları anlatır. Genelde ber’’ kitabının Japon tarihinde ki yeri ve önemi ilişkiler üzerinedir. Fakat “5 Çember Kitabı”nın nedir? yazarı Miyamoto Musaşi Yamamoto’dan farklı olarak bir memurdan ziyade hayatı mücadele ile Samuray, savaşçı anlamına geliyor. Yani ke- geçmiş bir savaşçı, 13 yaşından itibaren ölene limenin kendisi ‘’saburau’’ kökeninden gelir ve kadar girmiş olduğu 60 düellonun tamamından hizmet etmek anlamındadır. Ama bu kelime başarıyla ayrılmış muhteşem bir kılıç ustası. Ayrızamanla, bizdeki seyfiyye ve kalemiyyeyi içere- ca onu ilginç kılan özellikler bunla da sınırlı değil. cek şekilde koca bir sınıfın tanımlayıcı ismi haline Musaşi, Japon sanat tarihine malolmuş bir mürekgelmiştir. Tabii ki samuray, adı üzerinde işi savaş- kep resmi sanatçısı, bir heykeltıraş, bir zen bahçemak olan bir savaşçı olduğuna göre savaşa ihti- si tasarımcısı, bir kaligraf, bir şehir planlamacısı. yaç duyar. Öyle ya, “Savaşçı”nın var olması için Bunları görünce, Musaşi’nin benim gözümdeki “Savaş” gerekir değil mi? Fakat savaşırken samu- değeri daha da arttı, ama bu şaşırtıcı özelliklerin rayların veya herhangi bir savaşçının oturup yazı de ötesinde, asıl bende derin saygı uyandıran yazmak üzere sakinleşmesi, huzur bulması ve ve bunu muhakkak tercüme etmeliyim noktasıodaklanması pek mümkün değil, aksiyon içinde na getiren, kitabın kendisini okumamdı. Kitap çok yaşar savaşçılar. akıllıca, hatta dâhiyane bir şekilde tasarlanmıştır. Uzak doğu felsefesinde kâinatı oluşturan 5 ana el“Edo” dönemine gelindiğinde, (Tokugawa ement olan, Toprak, Su, Ateş, Rüzgar ve Boşluk dönemi olarak bilinir. Japonya tarihinde 1603- alt kitaplarından oluşur. Bunların tamamı birleşip 1868 yıllarını kapsayan dönemdir). -17. yüzyılın bir bütün oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla Musaşi, başlarından itibaren Japonya artık birleşmiş, daha baştan itibaren sembolizmle iç içe geçmiş huzur bulmuş ve ondan sonraki 250 yıl boyunca bir anlam katmanları dünyası bize sunmaktadır. Pax-Tokugawa, yani “Tokugawa Barışı” denen Bir Japon atasözü vardır; “Kişinin kabı ne kadar huzur dönemi yaşanacaktı. Bu dönemde, savaş büyükse o kadar su alır.” diye. Yani siz ne kadar Japon gündeminden kalkıyor. İç savaşlar bitiyor. hazırsanız, o kadar çok şey alabilirsiniz bu incecik Bu dönem, bir sınıf olarak samurayların yavaş küçücük kitaptan. Buradaki meydan okuma hoşuyavaş dönüşmekte olduğunu gördüğümüz bir ma gitti. Eserini zekice tasarlamış olması ve bunu dönemdir. Bürokratlara evrilirler. Doğru. Ancak, 17.yüzyılın ortasında, bir mağarada, ölmeden özellikle dönemin başlarında hem savaşı tecrübe birkaç ay önce yapıyor olması, ona karşı saygımı etmiş, hem de huzuru yaşamış samuraylar vardı. artırdığı gibi, sesinin günümüzde bir araç olarak Bunlar akıllı insanlar. Oturup düşüncelerini yaz- benim üzerimden duyulması gerektiğine karar maya başladılar. Bunlardan en önemlilerinden biri verdim. Böyle geldi kitap.

38

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


JAPON EDEBİYATI DOSYASI 4) Kendi savaş sanatı yolunu 5 bileşene (Toprak, Su, Ateş, Rüzgâr ve Boşluk) ayıran Miyamoto Musaşi, kendi döneminin samuray ekollerinin yanı sıra, içinde yaşadığı 17. yüzyılın çok ötesinde başka ülke ve sistemlere hitap eden bir hayat felsefesi tasarlıyor. Bu sembolleri ve temsil ettikleri Öz’ü biraz açabilir misiniz? Elbette. Tam da bu noktaya gelmiştik zaten. Burada önemli olan, onun da fark ettiği, aslında herkesin fark etmesi gereken şey: “Stratejik Liderlik” diyorum ben ona. Stratejik Liderlik demek, uzun vadeli başarı demektir. Yalnız dikkatini çekmek istiyorum, burada liderlik derken kastettiğim şey sadece siyasi liderlik değil. Bu ülkemizde yanlış anlaşılıyor. Bunun düzeltilmesi lazım. Her alanda, her iş kolunda; ister inşaat işçisi, ister mimar, ister otobüs şoförü olun, her alanda liderler yetiştirmek önemlidir. Japonya’da biz bunun uygulamalarını görüyoruz. Herkes her ne iş yapıyor ise, örneğin temizlikçiyse işini kimseye yenilmeyecek kadar iyi yapmak amacıyla çalışmaktadır. Aslında o farkında olmadan Miyamoto Musaşi’nin öğretilerini uygulamaktadır. Bir demirci dünyada hiç kimseye yenilmeyecek kadar iyi bir demirci olmayı hedeflemektedir ve bunun için çalışmaktadır. Her gün kendisini yenmek için uğraşmaktadır. Dolayısıyla, o da Musaşi’nin öğretilerini, 5 Çember ’de anlattıklarını uygulamaktadır. Böyle bakıldığında tüm Japon toplumunun, her alanda “Dünyanın En İyisi Olmak” hedefiyle çalışmakta olduğu anlaşılır. Tüm bu yıllar boyunca Japonya’da hangi alanda kiminle karşılaştıysam -istisnalar olmakla birlikte tabii genel kuralı söylüyorum- bu kitapta anlatılan değerlere sahip olduğunu gördüm. Sorsanız bugünün Japonlarına “bilmiyorum, okumadım” diyeceklerdir, ama bunu içselleştirmişler. Nasıl görüyoruz bunu? Mesela, uluslararası futbol kupalarında Japon taraftarlar kendi oturdukları tribünleri maç bittikten sonra temizlerler, bütün dünya da döner onlara ağzı açık bakar. Bir yandan için için takdir ederiz ama hiçbirimizin onu yapmaya niyeti meyli yoktur. Bırakın kendilerininkini, etrafta başkalarının tribünlerini de elimiz değmişken toplayalım dediklerini ve yaptıklarını görürsünüz. Bunda herhangi bir zul hissetmezler, çünkü daha çocukluklarından itibaren kendi sınıflarını kendileri temizler, yemeklerini kendileri getirir, bulaşıklarını kendileri temizlerler. Çünkü

insan yaptıklarından sorumludur, bu eğitim tarzı bireylere sorumluluk duygusunu aşılar. Şimdi dönecek olursak, Musaşi’nin bütün Japon toplumuna bu kadar mal olmuş olmasının sebebi samurayların ondan etkilenmiş olması, yani Edo dönemi boyunca -o tabi 17.yy. sonlarında vefat edecek- bütün Edo dönemi boyunca samurayların düşünce sistemine onun öğretisi sızacak ve bu düşünce sistemini iyice hazmeden samuraylar Japonya’yı bir dünya gücü haline getirecek olan Meiji Modernleşmesini–(1868 yılında İmparator Meiji idaresi altındaki Japonya’nın imparatorluk yönetimini yenileyen bir olaylar zinciridir)- doğuracaklardı. Modernleşme hareketi ile birlikte samuraylar bir sınıf olarak ortadan kalksa da, samurayların bizatihi kendileri yok olmamıştı. Onlar yeni Japonya’nın kurucularıydılar. Onlar eğitim bakanları oldu. Onlar profesörler oldu. Onlar iş adamları oldu. Hepsi bu samuray ruhunu ve düşüncesini benimsemişlerdi. Ne yaptılar? Kitaplara, modern eğitimin içerisine bunu yedirerek bütün halka yaydılar. Bu süreç bugün hala devam ettirilmektedir. Şimdi bahsettiğimiz 5 çember, 5 element veya bileşen diyelim bunlara; Toprak, Su, Ateş, Rüzgâr ve Boşluk, hepsi Uzakdoğu felsefesinde birer sembol. Ama şunu en basite indirgeyerek şöyle söyleyebiliriz: Toprak aşamasında söylediği şudur; nasıl ki bizler ayaklarımızın altında katı bir zemin olmadan ilerlemez isek, havada, boşlukta devinir dururuz. Aynı şekilde kendi tarihimizi ve kimliğimizi de bilmezsek ilerleyemeyiz. Yani hem kişiler bireyler olarak bizler, hem toplumlar olarak bütün toplum, tarihini bilmeden, üzerine basacağı katı zeminden mahrum kalmış sayılır. Ama bunu hamasetle değil, mantık süzgecinden geçirerek, yargılamak için değil anlamak için bakarak öğrenmekten bahseder. Kendinizi öğrendikten sonra hedefiniz ortaya çıkar. En başta ne dedik; hiçbir sonuç sebepsiz değildir. O sebepleri öğreneceğiz ki sonuçlara doğru yol alacağız. Dolayısıyla Toprak aşamasında bize önerdiği bir roadmap, bir yol haritası çıkarmak, yani hedefimizi ve ona giden yolları belirlemek. Hedefi olan insanla olmayan insan arasında çok büyük fark vardır. Aynı şekilde, hedefi olan toplumla olmayan toplum arasında da bu böyledir. Hedefi olan insanın bakışları odaklanır ve bütün varlığı ona doğru yönelir, gücünü yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

39


JAPON EDEBİYATI DOSYASI toplar, odaklanma yeteneği artar. Dolayısıyla, hedef sahibi olmak önemlidir, ama bunu yapabilmek için kendinizi iyi tanımalısınız. Su kitabında anlattığı şey teknikleridir. Kılıç tekniklerini anlatır gibidir ama aslında yapmak istediği öğrenme prensibini bize önermektir. Yani hayatta önemli olan öğrenmek, öğrenmek ve öğrenmektir. Yeni teknikler öğreneceksiniz. Hedefinize giden yolda hangi silahlara, hangi enstrümanlara ihtiyacınız varsa onları edinmek için uğraşacaksınız, gayret göstereceksiniz ama bu öğrenme süreci iki şeye özellikle ihtiyaç duyar. Bir tanesi merak duygusu, ikincisi ise çok çalışma. Merakı olmayan insan ve toplumlar gelişemezler. İçinde bulunduğumuz kültür bölgesinde bunu görüyoruz. Yani Ortadoğu vaktiyle dünyanın en gelişmiş bölgesi iken o merak duygusunu, o keşfetme ve ilerleme duygusunu kaybettikçe, sabitleştikçe katılaşmış, hareket edemez hale gelmiş ve ilerlemeyi bırakmıştır. Tarih boyunca bunu kim yaptıysa o yükselmiştir. Ki belli bir noktadan sonra Doğu’dan öğrenerek batılıların yapmaya başladıklarını görüyoruz. Yani haçlı sefeleri ile gelirler, öğrenirler, araştırırlar, yazarlar, tercüme ederler…Dolayısıyla merak duygusu diyelim biz ona, öğrenme iştahı keşfetme ihtiyacına dönüşür ve “Keşifler Çağı” başlar. İslam dünyasının ve bizim kültür bölgemizin geriye gidişi ve Batı’nın ileriye çıkışı da bu ‘’MERAK’’ duygusunun el değiştirmesi ile ortaya çıkmıştır. Tabii tarihten baktığımızda görmemiz gereken açık gerçek şudur: Bütün antik metinler Bağdat civarlarında arşivliydi ve çoktan Arapçaya çevrilmişlerdi. Şimdi merak duygusunu koyalım bir tarafa, Su Kitabı’nda aynı zamanda fleksibilite, yani esnekliği, yeni durumlara adapte olurken esnek olmayı önerir Miyamoto Musaşi. Ona göre “Sabitlik ölümdür!” Ateş kitabında ise “Öğrendiklerinizi hayata uygulayın” der. Yani bir şeyi biliyorsan ve onu hayata uygulamıyorsan, onu bilmiyorsun demektir. Bu Konfüçyüsçü öğreti. Nasıl ki bir bilge kişi bilgisinin derinliğine uygun davranırsa, sıradan insanlar olarak bizler de o davranış kalıplarını hayatımıza uygularsak bizler de bilgeliğe adım atabiliriz anlamına geliyor. Buna bilgi-eylem birliği diyoruz. Bilgi-eylem birliği Konfüçyüsçü öğretilerden bir tanesi. Bildiklerinizi hayatınıza uyguladığınız zaman yeni şeyler öğrenip feedbackler alacak ve

40

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

daha da ilerleyeceksiniz. Japonların karşılıklı saygı ifadesi olarak, selamlaşırken birbirlerine doğru eğilmeleri bu prensibin pratikte uygulanışıdır. Zira bir Japon atasözü: “Olgunlaşan başak eğilir!” . Dördüncü kitap Rüzgar’dır. Rüzgâr’da der ki; nasıl ki rüzgâr başka yerlerden bize sesler, kokular getirir; sizler de bu aşamada yaptığınız şeylerin benzerlerini dünyada başka kimler yapıyor öğrenin. Başka ne tür yollar var? Onları da öğrenin ondan sonra kendi Yol’unuzun sağlamasını yapın. “Çünkü”, der “Şimdi yapacağınız küçük bir sapma zamanla sizi yolunuzdan çok uzağa bir yere götürebilir.”. Şunu dememeliyiz yani. Japonlar demezler bunu. Mesela: “Aman ne olacak şunu da yapmayıverelim, bunu es geçelim, bunu da boş geçelim vb.” O yüzden Japonya’da bakın bahşiş yasaktır. Bahşişin yasak olduğu yegâne ülkedir. Bahşiş yasak çünkü bahşiş küçücük bile olsa karşınızdakinin gururunu almaktır aslında. Gururunu satın alırsınız. Böyle bakarlar. Samuray düşüncesidir işte bu. Samuray aç da kalsa, karnı tokmuş gibi gezerdi. Aç olduklarını kimse farketmesin diye kürdan ile gezerlermiş. Yani gurur. Bir milletin ve bir insanın da gururlu olması çok önemlidir. Ancak burada içi boş bir gururdan değil, içi dolu bir gururdan bahsediyorum. Nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmemekten bahsediyoruz. Ahlaktan bahsediyoruz. Bunları önemsiyorlar. Bu, savaşçı düşüncesidir. Son olarak, geldiği nokta boşluk kitabıdır. Boşluk kitabı sadece bir sayfadır. Çünkü arife tarif gerekmez. Bu noktaya kadar geldiysen, sen zaten bu küçücük şeylerden anlayacaksın demeye getirir. Boşluk kitabı her şeyi tamamlayandır. Yani uzayı kâinatı düşünelim. Atomların çevresini, en küçük atomun çevresi, elektronlarla arasında boşluklar var değil mi? Demek ki boşluk tamamlayıcıdır. Son yapılan araştırmalar uzaydaki boşluğun da boş olmadığını, bir özgül ağırlığının olması ihtimalinden bahsediyor. Her şeyi bütünleyendir birleştirendir boşluk. Yokluk demek değildir. Dolayısıyla, bir ruh getirmek lazım yaptığınız işe diyor. İşinizi en iyi şekilde yapmaya devam ederseniz günün birinde o kadar ustalaşırsınız ki işinizin üzerine ruh katmaya başlarsınız. Zaten şundan bahseder. Sen yolun mantığını kavradıkça veya yolunda ustalaştıkça çevrende saygı uyandıracak bir özgünlüğe ulaşacaksın der. Özgünlük yaptığınız işe ruh katmak deme-


JAPON EDEBİYATI DOSYASI ktir. Benzersiz olmak demek, eşsiz bir şey üretmek demektir. Japonya’da bu tip üreticileri çok görüyoruz. Örneğin bir üretici var. Dünyanın en iyi makaslarını üretiyor . Bu işi küçücük bir atölyede yapıyor. Yahut başka bir adam var, taşrada bir yerde küçük bir köyde üretim yapıyor. Füzelerin en ucunda ufak bir başlık varmış, robotlar o kadar pürüzsüz yapamıyorlar. Bu özel bir yöntem geliştirmiş ve bütün o füzeler için o parça ondan isteniyor. Ama belli bir sayıda yapıyor. Daha fazla kazanayım diye fabrikalaşmak istemiyor. Bunu mükemmel yapmam lazım, bu kadar yaparım, daha fazla yapmam diyor. Bu mükemmeliyetçiliktir. Bizde nedense mükemmeliyetçilik kötü bir şey gibi algılanıyor. En mükemmeli oluşturmak mümkün değilse bile, yapabileceğinizin en iyisini yapmak konusunda kararlılık önemli. Bizde birçok şey ‘’Kervan yolda düzülür’’ düsturunca yürütülmeye çalışıldığı için onu doğru sanıyoruz. Hâlbuki Japon tam tersini düşünür. Kervan yola çıkmadan önce bütün o yol ’un planlaması lazım. Nerelerde duraklar olmalı, su kaynakları nerededir, develer kaç gün su içmeden gidebilir gibi. Bütün bunları önden hesaplayıp ona göre hareket edecek. Japon budur, hazırlık önemlidir onun için. Ancak, merak etmeyin hep böyle değildik. Örneğin, Osmanlı ordusu bunu çok iyi yapardı. Lojistik hesapları yapan insanlar vardı. Rasyonel düşünüyorlardı bunlar. Her sefer sırasında belli noktalarda ki iki-üç kilometrede bir menzil taşı dikerlerdi. Menzil tepeleri yaparlardı. 100.000 kişilik ordunun duracağı ordugâhların yapılacağı yerler önceden belirlenirdi. ”Sürsat Pazarı” denen pazarcı esnafı ordu ile birlikte yürürdü. 100-150,000 kişinin hareket etmesi demek, etrafına hiç zarar vermeden hareket etmesi demek, muhteşem bir planlama ile mümkündür. Dolaysıya bizim atalarımız, Musaşi’yi bizden daha iyi anlarlardı. Eminim buna. Çünkü “Hazırlık yap! Planla!” diyor. Veya örneğin şuradan yola çıkalım, Japonlarda “Yay’ın Yolu” derler, bizde “Okçuluk” diyoruz şimdi. Yayın yolu yaya, yani sürece, hazırlığa vurgu yapıyor. Ok ise direk atılacak olan nesneye, hedefe vurgu yapıyor. Biz her zaman 12’yi vurmakla, sonuçla ilgiliyiz, Japon ise süreçle ilgilidir. Japon diyor ki süreci iyi tasarlayıp uygulamasını iyi yapmazsan, sürdürülebilir iyi sonuç alamazsın. Bir an parlayıp kayboluveren havai fişekler atmış

gibi olursun. Ara ara tesadüfen başarıyı yakalarsın ama sürekli olarak başarılı olamazsın. Nasıl anlıyoruz bunu? Dünyada iki üretici toplum var. İkinci Dünya Savaşında yerle bir olmuş, kaybetmiş toplumlar. Birisi Japonya, birisi Almanya’dır. Bunlar ne ile ilerliyorlar, üreterek ilerliyorlar. Üretmek için ve sürekli başarılı olabilmek içinde mutlaka süreci iyi tasarlamak, çok çalışmak, plan yapmak ve mümkünse kervanı yolda düzmemek lazım. 5) Genel olarak savaş sanatı yolunu tarif ederken insanın hayatta yürüyebileceği yolları dörde ayıran Musaşi, bunların; Savaşçı, Çiftçi, Zanaatkâr ve Tacir ’in yolu olduğunu söyler. Bunlar kendi döneminde inceleyebileceği profesyonel gruplardı. İçlerinden savaş sanatı yoluna en çok benzettiği ise marangozluktur. Neden marangozluk? Sizce günümüzde marangozluk örneğine alternatif ne olurdu? Marangozluk, çünkü dönemin Japonya’sında bütün binalar, tapınaklar, evler dâhil her türlü bina ahşaptan yapılıyordu. Dolayısıyla, marangozlar bizim bildiğimiz anlamda sadece mobilya yapan, kereste kesen insanlar değillerdi. Bina yapıyorlardı. Bu anlamda bakıldığında, günümüzde mimarlığa benzer. Belki de, mimarlık ve inşaat mühendisliğinin bir arada yürütüldüğü bir hal gibidir. En çok benzediği meslek mimarlık olabilir. Ama burada Musaşi’nin kastettiği Stratejik Liderliktir. Nedir? Büyük resmi görebilecek olan insanlardır. Musaşi komutanları, başkalarına yön gösterebilecek, başkalarına ilham verebilecek insanları tarif etmeye çalışıyor. Onları marangoza benzetiyor. Aslında, sadece mimarlar veya samuraylar için değil, bütün meslek dalları içinde geçerli bu söyledikleri. Hangi meslek aklımıza gelirse gelsin; Bilgisayar mühendisliğini de marangozluğa benzetebiliriz. Yani ne açıdan benzetebiliriz? Tasarım yapabilecek, onu planlayabilecek, bütün detaylara hâkim olabilecek. Daiku - 大 工- yani marangoz kelimesi iki harfle yazılıyor. Aynı zamanda bu harfler kendi içinde ”Büyük Tasarım” anlamına geliyor. Lider, büyük tasarım yapan, uzun vadeli tasarımlar yapabilen kişidir. Tasarımdan kastımız nedir? Birbiri ile ilişkili parçalardan oluşan bir bütünü görebilmek. Ancak böyle insanlar strateji çizebilirler, hedef gösterebilirler, ama unutmamak gerekir ki bunlar iyi araştırmacı olurlar, başarılı işler için uzun bir hazırlık süreci gerektiğini bilirler. “Hadi yapalım, nasıl olsa bir yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

41


JAPON EDEBİYATI DOSYASI şekilde çözeriz” ile işe başlamazlar.

Kendo’su var, Judo’su var vs. Bunların hepsindeki “do” Yol’dur. Zaten “Dojo” da “Yol’un Mekanı” 6) Bu kitap, Hem Asya genelinde tarihsel anlamına gelmektedir. Bu Yol’ları sivil toplum üstünlüğü ile örnek teşkil eden ve Malezya’da organize eder. Ama toplumun organize olma/ ‘’Doğu’ya Bak’’ politikalarına ilham olan, hem etme yeteneğini gösterdiği alanlar dojolarla da de Türkiye’de disiplin ve iş ahlakı ile bilinen Ja- sınırlı değildir. Örneğin, deprem hazırlığı içinde ponların dünyasını organizasyonel ve yöne- yılda birkaç kere hep birlikte toplu tatbikatlar tim bazında nasıl etkilemiştir? yapılır, alarmlar duyulur ve kriz anında herkes ne yapacağını bilir. Herkes komşusunu kontrol eder. Şöyle söyleyebilirim: Benim Japonya’da iletişim- Listelere bakılır. Siteler bir araya gelirler. Birlikde bulunduğum bütün önemli yöneticilerde, lider telik duygusunu işler, grup ve takım çalışmasını vasfı bulunan insanlarda gördüğüm şey, ne ka- iyi yapabilirler. Biz maalesef birlikte uyum içinde dar katmanlar arasında yükselirsen, o kadar çok çalışma, yani takım çalışması konusunda JaponMusaşi’yi bilen okumuş, tarihine hâkim insanlarla lar kadar iyi değiliz. karşılaştığındır. Bu insanlar oluşturdukları başarı hikâyelerinin tesadüf olmadığının canlı kanıtları gibidirler. Ne kadar çok başarı hikayesi var değil 7) Kılıçların kullanım şekli ile teknik bilgi verdiği mi? Sony, Mitsubishi, Mitsui, Sumitomo vb. gibi bir bölümde ‘’Sabitlik ölümdür, sabit kalmayan niceleri mevcut. hayatta kalır’’ diyor. Bu sözün günümüz Japonya’sını ifade ettiği düşünülebilir mi? Japonya üretici olması ile ön plana çıkıyor. Toyota çok iyi bir örnektir. Toyota Production System Tabii Japonya yaşlanıyor, dolayısıyla da bah- (Toyota üretim sistemleri/TPM) diye bir sistem settiğim konuları uygulaması zorlaşıyor. Sabit geliştirmişlerdir, özel üretim sistemleri; bakımın- olmamak için insanın da biraz genç olması gedan, tasarımına her şey detaylandırılmıştır. Veya rekiyor belki. Ama unutmamak gerekir ki, her yine Japon mühendisler “5S” (5S Kuralı ve İş genç esnek olacak ve her genç hareketli diye Güvenliği) , “Just in Time” (Tam zamanında/ JIT) bir şey kural yok. Öyle gençler var ki kafaları veya “Kanban” (Çizelgeleme) sistemleri adıyla bir katılaşmış, yeniliklere kapalı. Sadece kendizi üretim sistemi geliştirmişlerdir. Bu sistemler di bildiğinin doğru olduğunu düşünüp başkasadece Japon firmalarında değil, bütün dünya- larının yanlış olduğunu zanneden gençler var. daki üretim şirketlerinde kullanılan yöntemlere Dolayısıyla, gençlik yaşla doğrudan alakalı dönüşmüştür. değil. Japonya’da bunun hala uygulamada olduğunu söyleyebiliriz, çünkü 120 milyonluk hızla Aslında şirketlerin veya toplumun genel yapısıları- yaşlanmakta olan bir toplum olmasına rağmen na baktığımızda birbirine benzerlik gösterdiğini 1 milyar 200 milyonluk, kendisinden 10 kat fagörürüz. Japonya’da en tepedeki kişi semboliktir, zla nüfusa sahip olan Çin’in yeni geçebildiği, aynı Japon halkı ve İmparator gibi. Yönetim ku- hala dünyanın ilk üç ekonomisinden biri olan rulu başkanları hatta başbakanlar da birer sem- bir Japonya’dan bahsediyoruz. Önümüzdeki boldür. Çünkü sistemin kendisi çok iyi kurulduğu 50 -60 yıl boyunca da ilk 5’ten inmeyeceği heiçin başına kim geçerse geçsin mekanizma sap ediliyor şimdi. Bunun için şimdiden plankendisini sürekli olarak devam ettirir. İşler daima lar yapıyorlar. Grand-Design (Büyük Tasarım) istişare ile götürülür. İyi bir hazırlık sürecinin kalıcı yapıyorlar. 50 yıl sonra nerede olacağız gibi. Ve başarı için olmazsa olmaz şart olduğunu bilirler. bunu herhangi bir güncel politik ve siyasi ayrıma düşmeden, toplumun geleceğini tasarlamak Bir insanın ve toplumun bana göre, sahip olabi- için yapıyorlar. Bunu yaparken de araştırmanın leceği en büyük yetenek organize edebilme ye- önemini bildiklerinden veri topluyorlar, veri tateneğidir. Bunu Japonya’da en yüksek seviyede banları oluşturuyorlar. Eskiden beri Japonya’da görüyoruz. Örgütleme yeteneği. Japonya’da istatistik önemli bir alan çünkü Japonlar çok iyi insanlar okulların dışında, kendi aralarında da biliyorlar ki: “Sayısallaştıramadığın şeyi yöne“Dojo’’dediğimiz uzak doğu sporlarını öğreten temezsin!”. Rakamlara ihtiyaç var, dolayısıyla okullar yoluyla örgütlenmişlerdir. Aikido’su var, bunu uyguluyorlar genel olarak.

42

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


JAPON EDEBİYATI DOSYASI 8) Musaşi savaş sanatının yalnızca kılıç kullanmaktan ibaret olmadığını, akıl, sezgi, duyarlılık, empati gibi bir dizi başka yetenek ve çok çalışma ile birleştirildiğinde bireyi özgür ve özgün kılacağını söylüyor. Baskın olarak Jin, yani empati ön plana en çok çıkan unsurlardan bir tanesi. Neden empati? Japonların empati anlayışı ile Türklerin empati anlayışı arasındaki yapısal farklılıklar nelerdir? Yapısal temel farklılık şu: Türkiye’de belki sempati var, ama empati yok. Biz birbirimize duygusal bağlarla bağlanmayı, birbirimizden nefret etmeyi, birbirimize kızmayı veya âşık olmayı veya birbirimize sarılmayı yahut pataklamayı böyle uçlarda dolaşarak seviyoruz. Duygusal bir milletiz. Japonya’da ise mantıklı, rasyonel bir toplum görüyoruz. Daha bilge bir toplum görüyoruz. Biz çocuk gibiyiz. Bir hata yaptığımızda, biz yapmadık başkalarının suçu, biz kurbanız demeyi belki de seviyoruz. Milli maçta kaybettiysek rüzgâr ters esti, ya da hakem taraf tuttu diye onları suçluyoruz. Hiç demiyoruz ki “Bir şeyi yanlış yapıyoruz herhalde, 5-0 biz yendik de, gol attık da hakem mi bizi durdurdu?” demiyoruz. Yani bilge insan suçu kendinde arar, ham insan suçu başkasına atar. Biz maalesef ham bir toplum olarak yaşıyoruz. Dolayısıyla biz sempati duyabilir ya da hızla tersine dönüp kıza da biliriz başkalarına. Empati ise kendini muhatabının yerine koymaktır. Sen olsaydın nasıl düşünürdün, nasıl hissederdin böyle bir durumda demektir. Yani bir doktorun hastasına sempati duyması beklenmez ama empati duyması beklenir. Çünkü benim ağzımdan bir doktor olarak duyacağı her sözün o insanın dünyasını karartabileceği veya ona cesaret verip belki iyileşmesini sağlayabileceğini benim bilmem gerekir. Bu empati. Empati duygunuz güçlü ise o zaman şu oluyor. Siz bir şey üretirken müşterininizin neye ihtiyacı olacağını önden anlamaya çalışır ve onun isteklerine ve ihtiyaçlarına uygun bir ürün veya hizmet üretmeye gayret edersiniz. Bunu yaptığınızda ürününüz satıyor, başarılı oluyor uzun vadede. Yapmaya devam ederseniz de bir marka olursunuz. Japonlar bunu yapıyorlar. Hep daha iyisini, müşterinin istediğini, hatta daha fazlasını üretmeye çalışıyorlar. Bizde mesela müşteri şikâyet departmanları en ücra bir köşeye atılır ve pek sevilmez. Hâlbuki

Japonya’da en önemli yerlerdir çünkü müşteri ürününüzden şikâyet edince size aslında daha iyi bir ürün üretme fikri vermiş oluyor. Unutmayın ki, Miyamoto Musaşi’nin düsturunun temelinde yatan şey insanın kendisi ile yarışması gerektiğidir. Asıl mücadelen kendin iledir. Kendinden daha iyi olmayı hedefleyeceksin diyor. Bunu da şöyle formüle ediyor: “Bugün dünkü kendini yenersen, yarın acemileri ertesi gün ustaları yeneceksin!”. Mesela bu konuyla ilgili şöyle bir anekdot var: Genç bir rahip adayı bir zen tapınağına gider ve yaşlı, bilge bir rahibe “Ustam beni eğit ve bana yol göster?” Bilge “Tamam peki” der. “Bak”, deyip kuma biz çizgi çizerek “Bunu kısalt” der. Genç bir süre baktıktan sonra birazını siler ve “Kısalttım” der. Bilge, “Şimdi git, bir sene sonra gel” der. Genç gider, tam bir sene sonra tekrar gelir. “Ustam, hadi şimdi hazırım” der ve çizgiyi kolunu üzerine koyarak kısaltır. Bilge, “Olmadı, git ve bir yıl sonra tekrar gel” der. Genç ertesi yıl dönüp geldiğinde kabul edilip, edilememe endişe içinde ”Ustam lütfen beni rahle-i tedrisatınıza kabul edin” der. Ancak bilge yine bir çizgi çizer ve tekrar “Bunu kısalt” der. Genç rahip adayı yapamayacağını anlayınca, “Yapamıyorum, siz bana gösterebilir misiniz?” deyince bilge de: “Şimdi oldu” diyerek asası ile ilk çizdiği çizginin yanına daha uzun bir çizgi çizer ve “İşte şimdi kısaldı’’ der. Bu hikayede anlatılmak istenen; insanın başkalarıyla değil kendisiyle yarışması gerektiğidir. Yani, önce kendini başkaları ile rekabet üzerinden değil, kendi içinde cevapları bularak inşa etmek, sonra toplumu, sonra da geleceği inşa etmektir aslolan. Bunu yapıyor Japonya. Keşke, bizde bunu yapabilsek. Oysa o kadar yabancılaşmışız ki bu duyguya kendi dilimizde varolan karşılığını dahi unutmuşuz günümüzde: “ Diğerkâmlık”. Unutmayalım ki, empati yeteneği olmadan bütün bunların yapılması, müreffeh bir toplum inşa etmemiz mümkün değil. 9) Kendi ekolüne ‘’iki kılıç bir’’ adını veren Musaşi, ‘’Eğer öleceksen tüm silahlarını sonuna kadar kullanmış olmalısın. Silahların belinde dururken ölmek olur mu’’ diyor. Ekolünü özetleyen bu cümle ile anlatmak istediğini biz Türkiye perspektifinden nasıl anlamalıyız? yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

43


JAPON EDEBİYATI DOSYASI Şunu söylemek istiyor: sahip olduğun bütün imkânlarını, yeteneklerini kullanmalısın bu hayatta çünkü hayat kısa ve sonlu, sonunda hepimiz öleceğiz. Yüzyıl sonra şu anda dünyada olan hiç kimse olmayacak bu hayatta, buna sen ben de dâhiliz. Dolayısıyla şu anda yaşadığımız şey bir hayal. Biz insanlar olarak kendimizi önemli zannediyoruz , kainatın büyüklüğüne baktığımızda vehmettiğimiz kadar önemli olmadığımızı rahatlıkla görebiliriz. Bizler hayalden ibaretiz. Japonlarda bu geçicilik duygusu çok güçlüdür. ‘’Wabi-Sabi’’-( Japon estetiğinde geçicilik ve kusurun kabulü üzerine odaklanmış bir dünya görüşüdür) denir buna. Bunu da bütün topluma anlatmak üzere sakura’ların (Japonya’da meyve vermeyen bir tür “Kiraz Ağacı”dır) açtığı bahar aylarında bütün toplum ailecek veya şirket olarak gruplar halinde giderler, neşeyle açan ve hızla solarak düşen çiçekleri seyrederler. Bu da yine bir samuray geleneği, ama toplumun geneline yayılmış. Nedir bu? Geçicilik, yani insan hayatının geçici olduğu hakikati . Dolayısıyla bir ağustos böceği kadar güçlü yaşamalı insan. Yani Japonya’daki örnek şudur. Semi denilen ağustos böcekleri sadece ağustos ayında çıkıp iki üç gün hayatta kalabiliyorlar ve nasıl bağırışıyorlar canhıraş. Etraf onların şarkıları ile doluyor. Çünkü bu böceklerin sembolik olarak az yasayacağını bildiklerine inanılır. O yüzden muhteşemce yaşamak istiyor kısacık hayatını, çıkarabileceği en büyük sesi çıkarmak istiyor. Varlığını tam olarak gerçekleştirmek istiyor. Yani kendimizi akışa bırakmak, yeterince gayret etmediğimiz için günlerin, ayların, yılların akıp gitmesi… Yazık değil mi hayat mücadelenizde kullanmadan bırakacağınız belinizdeki silahlara? Vargücümüzle yaşamazsak, tüm kapasitemizi kullanmadan gidiyor olacağız hepimiz. Belli bir yere kadar - ki ben ona kanının değil, terinin son damlasına kadar çalışmak diyorum - gayret ettikten sonra elinizden daha fazla bir şeyin gelmediği bir nokta olabilir. Ondan sonrasına tevekkül diyoruz, tevekkül var bizim kültürümüzde, ama onu rahatlık için bir vesile olarak kullanıp gerçekten son noktaya kadar çalışmadan bıraktığımız ve tevekkül sandığımız çok şeyler de var. Çoğu zaman çoğumuz gerçekten çok çalışmıyoruz, hatta verdiğim konferanslarda sorduğum ilk soru

44

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

o oluyor: Hayatını yaşamak nedir? Hayatını yaşamak deyince ne geliyor aklınıza? Herkesin kafasında eğlenmek, para, yan gelip yatmak vs. var. Japonlar için öyle değil. Japonlar için yaşamak, yani hayatın kendisi çalışmaktır. Çalışmak olumsuz bir şey değil. Bize yanlış öğretilmiş eğer böyle düşünüyorsak. İçinde bulunduğumuz dönem için söylüyorum çünkü atalarımızın öyle olmadığı açık. Dünyaya hükmeden bir imparatorluk kurmuşlar, demek ki onlar çalışıyorlardı. Bunun lamı cimi yok. Bir, rasyonel düşünüyorlarmış, ikincisi ise çalışıyorlarmış. İşte Miyamoto Musaşi bu nedenle bütün kitap boyunca çalışmanın defalarca eşanlamlı ama farklı kelimeleri kullanarak tekrar tekrar çalışmanın önemine vurgu yapmaktadır. Her birimizin yapabileceğimiz en fazla oranda, en çok şekilde çalışmamız lazım. Tek tek gayretlerimiz bir bütün oluşturur. O zaman liderlik yapan bireylerin her biri, çok çalışan bireylerin toplamı, tek tek yaptıklarının toplamından daha büyük bir şeye dönüşür. Acaba hangimiz gerçek anlamda sınırlarımızı zorluyoruz? En fazla üniversite sınavına girerken öğrenciler sınırlarını zorluyor. Veya ölüm kalım zamanlarında, bilhassa savaş zamanlarında insanlar hayatta kalabilmek için çok zorlarlar kendilerini. Oysa barış zamanlarında yine bırakıverirler kendilerini, herkes rahat. Hâlbuki başarı dediğimiz şey uzun bir engelli maraton gibidir. Gökten zembille düşmeyecek, piyango çoğumuza vurmayacak. Yani tesadüfler ve hayaller peşinde koşarak değil, önümüze bakarak, önce plan yapıp her bir adım için daha çok, daha çok çalışırsak uzun vadede Türkiye’nin hak ettiği çok daha iyi yerlere gelebileceğine inanıyorum. Kural bu. Bunu geçmişte de, günümüzde de hangi toplum yapmışsa o kazandı ve kazanmaktadır. 10) Kitabın sonunda kendi ahlaki görüşlerinin yer aldığı bağımsızlığa götüren 21 ilke ile Musaşi bizlere ne söylemek istiyor? Söylemek istediği, bütün kitapta anlattığı şeyin bir özeti gibi. İnsan hedefini belirler, kendi Yol’unu görür, ona doğru kararlılıkla yürür, terinin son damlasına kadar gayret ederse, ve bundan da bugün yarın yorulmadan, bütün hayatı boyunca gayret etmeye kararlı bir şekilde devam ederse öyle bir noktaya geliyor ki etrafında saygı uyandıracak kadar


JAPON EDEBİYATI DOSYASI işinin ustası oluyor. Parmakla gösteriliyor, adını yüceltiyor ve tarihe bırakıyor. Bak Miyamoto Musaşi 4oo yıl sonra yaşadığı yerden binlerce kilometre uzakta, burada şimdi konu oluyor. Biz onu şimdi başkalarına anlatabiliyoruz. Bu onun büyük başarısıdır. Kendini örnek yapmasıdır. Dolayısıyla, her birimiz kendi alanlarımızda birer örnek oluşturabilirsek, emin ol, bütün dünyaya da Türkiye olarak bir örnek oluşturabiliriz. Ama bunu ne zamanki fark edeceğiz, ancak o zaman olacak. Hazır yiyerek, sadece finansal bir ekonomi inşa ederek olmaz. Üretken olmadan olmaz. Aynı Japonlar gibi bizim de doğal kaynaklarımız kısıtlı. Bizim de onlar gibi çalışarak üretici ve yaratıcı olarak, daha ilginç ürünler ve hizmetler üreterek, uzun vadeli başarılı olmayı hedeflemekten başka çaremiz yok aslında. Japonlar bunu böyle yapıyorlar, Almanlar bunu böyle yapıyorlar. Almanların da sınırsız kaynakları yok. Türkiye’de bunu yapabiliriz.

muz devir hız dönemi. Çabuk ilerlemek lazım, plan yapacaksın ama onu da hızlı yapman, iyi araştırıcı olman lazım. Zaman durmuyor, çok hızlı ve giderek de hızlanıyor. Ama acele etmekle de olmaz. “Acele giden ecele gider” dedikleri gibi. Mesela bizde banka sistemi Japonya’dan daha ileri gibi görünür ama Japon bankaları bizim bankalarımızın kat be kat üstüdür, büyüğüdür, acele etmez kimse orda. Acele etmiyor diye daha az işlem yapmıyor. Biz aceleciyiz biraz. Trafikte de görüyoruz bunu. Trafik neden bu kadar çok sıkışıyor, çünkü kimse kendi hakkına razı olmak istemiyor. Daha fazlasını istiyoruz. Hep birlikte hakkımıza razı olsak, hep birlikte daha ileri gideceğiz, hâlbuki hepimiz tek tek en ileri gitmek istiyoruz. Başkalarının önüne geçmek istiyoruz. Bizim kafa yapısını değiştirmemiz bence dünyayı da değiştirecek.

En önemli eksiğimize gelince. En önemli eksiğimiz hatalı olduğumuzu kabul etmememiz. Özeleştiri yapmıyoruz. Çok önemli. 11) Bu eserden yola çıkarak, Türki- Bu bizi içi boş bir gururdan ibaret ve kibirli ye ile Japonya’yı kıyaslayacak olur- bir halk olarak gösteriyor. İkincisi, dünyanın sak, artılarımız ve eksilerimiz nelerdir? merkezi zannediyoruz kendimizi. Tamam tarihi Okur için anlaşılmasını fazlasıyla kolay- ve coğrafi olarak hep öyle olmuşuz belki ama laştırdığınız bu çeviri eser ile sizin vermek şu anda öyle olmadığımızı görmemiz lazım. istediğiniz mesaj nedir? Biz kafa yapımızı, düşünce şeklimiz değiştirmeden, yeniden dünyanın merkezi olamaz Bizim güçlü alanımızı söyleyeyim. Her alan- burası. da güçsüz değiliz tabi. Japonya’da şöyle bir şey var, yaşlı bilge olarak onları tarif ettim Üçüncü eksiliğimiz ise merak duygusu. doğru. Plan yaparlar, kendi sorumluluklarını Merak etmiyoruz. Gerçi, son zamanlarda alırlar, kendilerinden daha iyi olmaya çalışır- gençlerin daha çok merak ettiğini görüyor lar, bunlar da doğru ancak, bir yandan da bu gelecek umutlanıyorum. Yurtdışına gidilmeonları yavaşlatır. Japonlar hızlı hareket ede- li. Ucuz gezi, pahalı gezi fark etmez. Yurtmezler. Biz ise, tam olarak 180 derece öteki dışına gidin araştırın. Bakın, öğrenin. Çünkü taraftayız. Neredeyse hiçbir kural ve prensiple ötekini tanıdıkça kendini tanıyacaksın. Bu bağlı değilmişiz gibi müthiş bir hızda adapte da stratejidir. Dünyadaki bütün önemli busioluruz ortama. Biz kolay problem çözeriz. ness okullarında, yönetim okullarında strateji Atalarımız da öyleymiş aslında. Jean Paul ve liderlik üzerine kitaplar okutuluyor. Benim Roux’un yazdığı Türklerin Tarihi kitabının önerim herkesin “5 Çember Kitabı” başta olbaşlangıcında “Türklerin en büyük özelliği ye- mak üzere, Sun Tzu’yu ve başka strateji kiniliğe çabuk adapte olmalarıdır” denmektedir. taplarını okumaları. Çünkü bir toplumu yönBizim en güçlü tarafımız yeniliğe adapte olma lendiren onun eğitilmiş insanlarıdır. Eğitilmiş gücümüz ve problem çözme yeteneğimiz, insanlarını “tu kaka” ederek, aşağılayarak bir Japonlarınki ise plan yapma yeteneğidir. toplum hiçbir yere varamaz. Herkesin bir rolü Bana kalırsa, ikisini toplayacaksın, ikiye vardır. böleceksin, ortalamasını alırsan belki ideal bir sonuç çıkar. Çünkü içinde bulunduğu- Öte yandan, eğitilmiş insanlar da daha uzağı yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

45


JAPON EDEBİYATI DOSYASI görmeli, Stratejik Liderler haline gelmeli, toplumlarına yön göstermeliler. Ancak bunu samimiyetle ve fedakarlıkla yapmalıdırlar, üstten bakarak veya uzak durarak değil. Eğitimsiz kitleler ise, eğitim alarak ilerlemeyi hedeflemeliler ki bir toplum hep birlikte ileri gitsin. Uzağı görmeden sadece önümüze bakarak yürürsek, biz ancak başkalarının kullandığı araçlara dönüştürülürüz. Bunu da istemeyiz.

Hakkında Dr. Erdal Küçükyalçın

Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi’nde Japonca tercüme ve Asya tarihi ile MAAS Asya Çalışmaları Master programında “Japon Yönetim Teknikleri – Stratejik Liderlik ve Savaş Sanatı” dersleri vermektedir. 2013 yılında Japan Foundation Fellowship ve 2009 yılında ise Numata Fellowship araştırma ödüllerini kazanarak çalışmalarına Japonya’da devam etmiştir. Akademik ilgi alanları Otani Kozui, Shin Budist Ikko ekolü, din-devlet ilişkileri tarihi, 20.yüzyıl başlarında Orta Asya’ya düzenlenen Japon araştırma gezileri, İpek Yolu tarihi ve “Büyük Oyun” konularıdır. Ryukoku Üniversitesi Orta Asya Araştırma Merkezi ekibi üyesi olarak Doğu Anadolu, İran, Afganistan ve Türkmenistan’da mağara yerleşimlerini konu alan geniş çaplı araştırma gezilerine katılmıştır. “Beş Çember Kitabı: Savaş Sanatı ve Stratejik Liderlik” (JSM Yayınları, 2017), “Samuraylar Çağı – Dönüm Noktalarıyla Japon Tarihi” (İnkılap, 2013), “Yedi Kule – Genç Osman Neden Öldürüldü?” (Sayfa 6, 2013), “Kont Otani Kozui ve Türkiye” ” (DEİK, 2010), “Turna’nın Kalbi: Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik” ( Boğaziçi Ün. Yayınevi, 2010) adlı kitapları; ortak editörlüğünü üstlendiği “Türkiye’de Japonya Araştırmaları Konferansı – II” (BÜ, 2015), “Türkiye’de Japonya Araştırmaları Konferansı – I” (B.Ü., 2012), “Hilal ve Güneş – İstanbul’da Üç Japon” (İstanbul Araştırmaları Merkezi, 2010) adlı eserleri bulunmaktadır. Ayrıca NHK televizyonu için aralarında Bizans İmparatorluğu, Topkapı Sarayı ve Avrasya İmparatorlukları : Moğollar da bulunan bir dizi belgeselin yapımında yeralmıştır.

46

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM


JSP’YE DESTEK OLUN! Japon Sineması Platformu, 2015 yılından beridir dijital ortamda Japonya ve Japon kültürü, sanatı üzerine araştırmalar yapan yazarların buluşma çatısıdır.

İSTATİstİkler Takipçilerimiz

4.657 TAKİPÇİ

Yazın hayatımıza başladığımız ilk günden bugüne kadar Japonya üzerine 1500 üzerinde makale, 36 sayılık dergi, 2 kitap projesi ve sayısız işbirliği yaparak okurları daha fazla Japon kültürüyle buluşturmayı amaç edindik.

1.414 TAKİPÇİ

Yayın hayatımıza devam ederken platformumuzun yıllık sunucu, yayınları yayınladığımız portallerin yıllık ücretleri, basılı yayınlar için matbaa giderlerimiz oluyor. Sizlerden gelecek destekler doğrultusunda Japonya’da “Türkiye Yılı” ilan edilen 2019 yılında daha fazla içerikle sizlere Japonya’yı yakın kılmak istiyoruz. Yardımlarınızı iletmek için aşağıdaki adresten bizlere ulaşabilirsiniz. MAIL ADRESİ info@japonsinemasi.com japonsinemasi@gmail.com TELEFON NUMARASI 0537 225 7751

yazar olmak İster mİsİNiz?

Japon Sineması Platformu’nun dergisinde ve sitesinde yazar olmak isteyen arkadaşları aramıza bekliyoruz.

2.210 TAKİPÇİ

Yayınlarımız

SONATA DERGİSİ

JAPON SİNEMA DERGİSİ

YATTAA* DERGİSİ

vocaloİd kataloğu

TEZUKA’DAN BAŞLANGICINDAN GÜNÜMÜZE JAPON MİYAZAKİ’YE ANİME VE mANGA KİTABI SİNEMASI KİTABI

Dergi Okurlarımız

437.106 okuma

32.600 okur

39 YAYIN

Hakkımızda Yayınlanan Içerik

Basvurular: japonsinemasi@gmail.com

#JAPONSİNEMASIPLATFORMU 97.800.000 İçerİk 8 röportaj

2 radyo yayını

6 dergİ yazısı

yattaa* dergİsİ I WWW.JAPONSİNEMASİ.COM

47


www.japonsİnemasİ.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.