Aralik 09

Page 1




2004 senesinde Blackmetal.gen.tr adı altında kurulan sitemiz, 4–5 ay sonra tüm metal müzik dinleyicilerine hitap etmesi amacıyla alınan bir kararla www.metaltr. net adını alarak, daha geniş bir kitleye ulaşırken, çok daha geniş bir arşive sahip oldu. Sitenin kuruluşuyla birlikte ilk işimiz yerli amatör gruplara konserler organize etmek oldu ve ilk konserimizi Black Metal Night Gecesi olarak düzenledik. 300’ e yakın bilet kesilen bu ilk konserimizde, 4 yerli grubun katılımıyla güzel ve unutulmaz bir geceye imza attık. MetalTR olarak o günden bugüne yaklaşık 100’ e yakın konser düzenledik. Aynı zamanda Türkiye genelinde birçok ilde yapılan 250’ den fazla konsere destek ve basın sponsoru olduk ve olmaya da devam etmekteyiz. Tüm bu destek çalışmalarımızdan ötürü MetalTR bugüne kadar TV, dergi ve afişler olmak üzere birçok basın kuruluşunda yer aldı ve almaya devam ediyor. Bunlardan bir kaçını sıralamak gerekirse; CNN TV, Dream TV, Zor, Yüxexes ve Headbvang dergileri, PC Net, Açık Radyo ( Beton ) gibi… MetalTR, 4 yılı aşkın bir süredir düzenlenen birçok yabancı konser ve festivale destek olmuş, elinden gelen bütün çabayı göstererek ülkemiz adına bu müziği destekler nitelikteki inandığı bütün çalışmaların içinde gururla yer almıştır. 2004 senesinden bu yana Pentagram, Therion, Marduk, Behemoth, Rotting Crist, Overgarven, Orphaned Land, Haggard, Moonspell, Anathema, Exodus, Vader, Epica, To Die For, Apocalyptica, Sodom, Necrophagist, Samael, Evergrey, Amon Amarth gibi birçok yabancı konsere sponsor olmuş ve afişlerde yer almıştır. Sponsorluğunu üstlendiğimiz yabancı grupların katıldığı festivaller ise şu şekilde; Slayer, In Flames, Doro, Overkill, Sick It Of All, Alev, gibi gruplarının sahne aldığı Rock Republic Festival’ i. Yine aynı şekilde Moonspell, Udo, Madball, Last Hope, Born From Pain gibi yabancı grupları ağırladığımız ülkemizin bir diğer en iyi festivallerinden olan Summer Rocks Festivali’ nin basın sponsoru MetalTR idi.. Hemen ardından birçok yerli grubun yanı sıra Opeth, Testament, Dark Tranquillity, Orphaned Land ve Pentagram’ ın sahne aldığı 2008 yılında düzenlenen Uni-

Rock Festivali’ nin ve aynı sene içerisinde düzenlenen, Tiamat’ ın sahne aldığı ve 68 bin bilet kesilen Zeytinli Rock Festivali’ nin de basın sponsorluğu MetalTR’ ye aittir. 4. yıl şerefimize 2008’de çıtayı biraz daha yükselterek yerli grupların yanı sıra 2 tane de yabancı konser düzenledik. Bunlardan ilki Bronx barda düzenlendiğimiz MetalTR 4. Yıl Konseri oldu ve Bosnalı Agonize grubuyla Fransalı Bloody Sign gruplarını ağırladık. Ve daha sonraki 4 yıl 2. versiyon konserimiz ise Dorock barda oldu ve Yunanlı Overgarven ve Transcending Bizarre? grupları sahne aldı. MetalTR bu konserlerin ardından yeni projeleri için çalışma dönemine girmiş ve Ekim ayıyla birlikte yeni projeleriyle metal müzik dinleyicilerinin karşısına Dorock barda düzenlediği yerli grup konserleriyle yeniden çıkmıştır. 2009 senesine geldiğimizde, yeni bir yıl, yeni bir başlangıç olması açısından konser mekânını değiştirmiş ve Ocak ayı ile birlikte yeni mekânı Battery Rock Arena ( Eski Katharsis ) olmuştur. MetalTR sadece müzik alanında değil, farklı birçok etkinliğin içinde de yer almış hatta bunlardan bazılarına öncülük dahi etmiştir. Türkiye genelinde toplam 5 ilin katılımıyla gerçekleştirdiği ‘ Geleceğine Sahip Çık ‘ kampanyasıyla kendi alanında bir ilke imza atmış ve Ardahan ile Mardin illerindeki iki ayrı okula yardım kampanyası düzenleyerek, oradaki minik kardeşlerinin yüzlerini güldürmeyi bir nebzede olsa başarmıştır. Bu konuda sitesinin tüm üyelerinden inanılmaz büyük bir destek gören MetalTR, tüm ailesiyle bu noktada gurur duymakta ve bu kampanyalarının devam edeceğini gururla söyleyebilmektedir. 40 bini aşkın üyesine en iyi hizmeti sunmaya çalışan MetalTR Ailesi tahmin edilebileceği gibi geniş bir kadrodan oluşmaktadır. Haber, kritik, çeviri, biyografi, röportaj ve köşe yazarlarıyla oldukça güçlü bir aileye sahiptir. Zaman zaman farklı nedenlerle bu kadro değişiklik gösterip yeniden yapılansa da, etik bakış açısından, özgün ve doğru haberci kimliğinden asla ödün vermemiştir. www.metaltr.net

www.metaltr.net


Genel Yayın Yönetmeni Güven CEYLAN gloom@metaltr.net

Karanlık Oda!

Reklam karanlikoda@metaltr.net

Senenin son sayısı, aralık sayımızla yine karşınızda olmanın kıvancıyla merhaba! Sayfalar dolusu dergimizin okunmasını sizler açısından daha az sıkıcı ve daha çok kolay ve de aylık periyota geçişle KARANLIK ODA’ ı daha güncel kılmak adına bu ayda da sayın okuyucular, sizleri özünden bir şey kaybettirmeden sadece aza indirgenmiş sayfa sayımızla karşılıyoruz.

Editor Ebru Ekşi koeditor@metaltr.net

Bildiğiniz üzere bir ay Türkçe diğer ay ise İngilizce basımla dergimiz süre gelecekti. Yalnız anladık ki sanal ortamda da olsa basım işine bulaşmadan dahi yayınlama konusunda kadroca yetersiz kalabildiğimiz olabiliyormuş. Bizler de İngilizce sayımızdan hepten feragat vermemenin yolunu, senede en iyi dokümanlarımızın dâhilinde bulunacağı iki ana sayıyla devam ettirme kararı aldık.

Yazarlar Ebru EKŞİ Ümit GÜNDOĞDU Ece Tuğba SAKA Kerem GÖKTAY Arda BOLETİN Alp KILINÇ Oktay ATEŞ Mert ATİLLA Çağrı KAÇAR Dilara AKMİL Asuman ORTAÇ Utku GÜVEN Özge TOMAN Gökhan KEÇECİ Uğur AKDENİZ Kadir Kütükoğlu

Bu ufak bilgilendirme sonrasında mübarekliği tartışılacak olan görüntülerle yüz yüze bırakıldığımız bayramı ele alıp kanatmadan, katliama mahal vermeden kutlamak istedim. Ananemize bulaşmaktan eksik kalmayan H1N1 virüsüyle elleri öpüselice yaşlılarımıza ne saygımız yanakları sevilesi çocuklarımıza da ne de sevgimiz kalmadı ama yine de iyi tatiller demenin daha yerinde olduğunu ulusça kanaat getirdiğimiz Kurban Bayramınızı kutlar nice kırmızıya boyanmamış topraklarda TATİL anlayışı dışına çıkmadan bayramlar geçirmenizi dilerim!

Grafik Tasarım Güven CEYLAN gloom@metaltr.net Webmaster Kerem GÖKTAY kerem@goktay.com Web çözüm ortağı MetalTR www.metaltr.net www.myspace.com/ karanlikodamagazine

Kutlamalardaki dinsel köşeden resmi olana geçiş yaparak yaklaşan yeni yıl 2010’dan korktuğumu(muzu) söze dökmek isterim. 2012 teorilerinin filme alınmasından eksik kalmayan yönetmenlerin tirajı tavan yapabilen kıyamet habercisi hallerinden ötürü ’09 tarihine saplanmak ve Mayalardan bir daha kehanette bulunmamalarını küresel ısınmanın uç noktasına yaklaşmış gezegenimizin göğünden doğalgaz zammı ardından aktif kullanıma geçen bacalarımıza giremeyecek Santa Claus’ tan ‘ne kadar erken o kadar iyi’ anlayışıyla hepimiz adına dileyip KARANLIK ODA içeriğine sanırım geçiş yapabilirim. Bu sayıda; 2010 Ocakta İstanbul’da sahne alacak olan Alman death/thrash grubu Neaera’ ın muhteşem beşlisinin 6 yıllık kariyerlerine sığdırdıklarını konser öncesi pekiştirmek adına kaleme aldık. Yanı sıra The Agonist ve marjin megaloman Emilie Autumn biyografilerini sayfalarımıza kattık. Fin cephesinde 2009 en iyiler arasında Across The Dark çıkışıyla epey oy toplayacak görünenlerden Insomnium’ dan Niilo Svanën ile albümleri ve gruplarına dair sohbetimizi gerçekleştirdik. Ayrıca Güney Kıbrıs surlarından Aegrimonia, İzmirli Hardcore tayfasından Mosh Pit Project ve Danimarka devlerinden Artillery ile de konuşulacak ne var ne yok sorduk ve yanıtlandık. Geçen sayıda yayınlamamız gereken ama gözden kaçırma densizliğinde bulunduğumuz Ensiferium’ un kısa zamanda sağlığına kavuşmasını beklediğimiz arkadaşımız Sevdan ÇAMIRCI tarafından hazırlanan samimi röportajı da sayfalar arasında nihai yerini aldı. Yeni bir sayı dizisi; Dövme Sanatı ilk dizisi tarihçesiyle çoğumuzun vücudunun parçası haline gelmiş şekillerin çağlarca kime neyi teşkil edip kim için hangi amacın süslemesi olduğuna dair makalemizi sayfalarımıza taşıdık. Türkiye’de festivallerden bahsederken akla gelen ilk isimlerden Adil AKBAY ile gelmiş ve gelecek olan Uni-Rock serisiyle ve ülkemizde metal müziğin seyriyle alakalı ufak bir röportajla Dünya genelindeki festival programları hakkında gidemezseniz de aklınızda bulunmasını faydalı gördüğümüz kısa da bir ön bilgi verelim dedik. Senenin en hareketli şovunu Türk takipçilerine izleten W.A.S.P konserini olması(maması) gerekenleri detayıyla izlercesine anlattık. Bunun dışında derginin olmazsa olmazlarından albüm kritiklerimizin yanında ‘Karanlık Oda Vizyonda’ yenisi köşemizle izlediğimiz sizleri sinema seveler olarak beyaz perdeye teşvik edecek yazılarımızı da ekledik. Karanlık karelerimize misafir eylediğimiz bu ayki karanlık sanatçımız ise Doruk SEYMEN çalışmalarıyla görselliğe doyuracak sizleri, tabii bizleri de! Cümlelerin terk-i diyar eylemeye geçtiği son satırlarımda sizlere söyleyebileceğim son söz; ‘kapıyı kapatın ve karanlığa doyun’! Ebru EKŞİ EDİTOR

©2009 Karanlık Oda Magazine




Ankara’lı death metal grubu SUICIDE, yeni single ve videosu “Bone Collector City” yi yayınladı. klip çekimlerini Erkan Tatoğlu yaptı. http://www.dailymotion.com/swf/xb5cfuv

İstanbullu yıkım makinesi Undertakers cephesinde iyi haberler var! Agean firması onlar için UNDERTAKERS adını taşıyan zil üretti ve bir ilk i de başardı. Ayrıca albüm hazırlıkları da tam gaz devam ediyor. 2010 onlar için güzel bir yıl olacak gibi görünüyor, ayrıntılar elimize ulaştıkça bizde size bildirmeye devam edeceğiz.

Skull of doom ilk E.P si EXECUTION ın kayıtlarını tamamlamış bulunmakta! Kapak tasarımı Güven CEYLAN a ait olup E.P de 3 şarkı yer alıyor. Ayrıca e.p sine ismini veren parcası EXECUTION’ı dublaj bir klip ile birlikte yayınlayık bu adresten dınleyebilirsiniz iyi yardırmalar http://www.youtube.com/watch?v=Fxht9HV88c0



2-5 ARALIK 2009 TARIHLERINDE G DARK TRANQUILLITY KONSERLERI BILET SA TAL EDILM

BILETIX SATIS NOKTALARINDAN BILET SA LETLERINI IADE

BILETIX DISINDAKI SATIS NOKTALARINDAN B ARTESI GUNUNDEN ITIB

HAMMER MUZIK, DOROCK BAR VE KIRK PARALARINI GERI ALABILIR VEYA ISTERLE HERHANGI BIR FARK ODEMEDEN 2-4 TEM OLAN UNIROCK FESTIVAL KOMBINE

BU KARARI ALMAK BIZIM ICIN SON DERECE RABILECEGI MADDI ZARAR HEM UNIROCK F DA GERCEKLESECEK DIGER PROJELERIMIZ ILIGI TASIY

BU ISTENMEYEN DURUMDAN OTURU GRU

UNIROCK


GERCEKLESMESI PLANLANAN ATISLARININ YETERSIZLIGI NEDENIYLE IPMISTIR.

ATIN ALANLAR YARINDAN ITIBAREN BIEDEBILIRLER.

BILET ALANLARIN IADELERI 7 ARALIK PAZBAREN YAPILACAKTIR.

KE MUZIKL`TEN BILET SATIN ALANLAR ERSE DARK TRANQUILLITY BILETLERINI MMUZ TARIHLERINDE GERCEKLESECEK E BILETIYLE DEGISTIREBILIRLER.

E ZOR OLDU. ANCAK BU TURNENIN DOGUFESTIVAL`E, HEM DE ONUMUZDEKI AYLARZE CIDDI ANLAMDA ZARAR VERME OLASYORDU.

UBUN TUM FANLARINDAN OZUR DILERIZ.

K EKIBI


INSOMNIUM ACROSS THE DARK ’97 senesinde Finlandiya’nın doğu şehirlerinden Joensuu’ da kendilerine şayan ağır ve emin adımlarla yola koyulan INSOMNIUM kurucu üyelerinden bas/vokal Niilo Sevänen’ le tabire uygun raflarda yeri açılan Across The Dark ve grubu hakkında gerek gördüğümüz her konuyu atlamaksızın konuştuk. Samimi ve sıcak yaklaşımıyla ülkemiz yollarına düşmelerine fazla kalmadığının sinyallerini bizlere ve tabiî ki okuyacak sizlere hissettiren Sevänen odamızda!


Eirenis: Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için sizlere tüm üyelerimiz ve de Türk fanlarınız adına teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Ve lafı fazla süsleyip dolandırmadan Across The Dark’ a öncelikli bir geçiş yapalım. Niilo Sevänen: Ben teşekkür ederim! Türkiye’de fazlasıyla fanımızın olduğunu bilmek bizler için muhteşem bir his! Eirenis: Across The Dark ile Death öğelerin brütallitesinin aza indirgenip doom etkileşimlerin ağırlık kazandığı yönünde ilk izlenimlerimizden bahsedelim. Melodi rifflerin yoğunluğu parçaları bir tekrarda akılda kalıcı kılabiliyor? Bu az ama yadırganamaz değişiklik hakkında neler söyleyebilirsin? Kolay hatırlanabilir olmak yönünde bir amaç tarafınızca güdüldü mü? Niilo: Böyle bir amaç etrafında değil daha çok şekillenmesi gerektiği yönde parçaları oluşturduk demek doğru olur. Herhangi bir albüm planımız yoktu. Bana göre şarkılar oldukça progresif ve epeyce uzun! Bu, müziğimizin aslında her yönden kolay üretilmediğini gösterir. Birçok kişi albümün piyasada yerini almadan önce birkaç eklemeyle daha uzatılması gerektiğini söylediğinde sandığımız yeterlilikten fazlasının da dinleyicilerce isteyebileceğini görmüş olduk! Ama abartıya da kaçamak istemedik! Eirenis: Across The Dark’ de clean vokal denemelerinize konuk müzisyen Jules Näveri’ nin yerine neden kendi sesinle girişmedin? Kestiremediğiniz fan tepkimesi sebebinden mi? Niilo: Kimin ne tepki vereceğini bilemediğimizden değil de daha çok benim bu tarz vokalde tecrübesizliğimden yanıtını sana verebilirim. Yeni şarkıları prova ederken clean vokal partlarında oldukça iyi bir şarkıcı olan Friman’ in sesini kullanmıştık. Daha sonrasında ise fazlasıyla iyi olan Jules’ in yeteneğini albümde kullanmayı istedik. Eirenis: Klavye partlarını neredeyse tüm materyaller kayıtlarında kullanmanıza rağmen aktif kadroya birini katmamanız neden? Niilo: Swallow the sun ve Ghost Brigade aktif kadrosunda şuanda yer alan klavyeci Aleksi Munter fazlasıyla meşgul biri olsa da bizlerle turnelere katılıp şuan her sahne için yer almasını şanslıyız ki sağlayabiliyoruz. Swallow the sun ile başladığımız Avrupa turnesinde de klavyecimiz olarak bizlerle yer alacak. Sonrasında da aksilikler yaşanmazsa yine Munter, Insomnium ile birlikte olacaktır. Diğer bir tanımadık isimi epey yol alan Insomnium kariyerinde denemeye vaktimiz maalesef ki yok! Eirenis: Above The Weeping World kaydınıza aldığınız Dünya geneli olumlu eleştirilerin sorumluluğu altında Across The Dark’ ı oluşturmak INSOMNIUM’ u ne kadar zorladı? Kayıt sürecinden bahsedebilir misin? Prodüksiyon ve aranjman sizlere mi ait?

Niilo: Son albümün fazlasıyla iyi olması tabiî ki bizleri baskı altında bırakıyordu. Zaten olabildiğince iyi olmasını istediğimiz Across The Dark’ ın oluşum aşaması bundan dolayı epey vaktimizi aldı diyebilirim. Tüm albüm aranjmanı bizler tarafından halledildi. Prodüksiyonda ise Insomnium, ses mühendisi Samu Oittinen’ in ortaklığında çalıştık. Kayıt, yaklaşık bir ay sürdü. Eirenis: Dinleyicinin nabzını ölçmek herhalde işin gönül tarafına odaklanan icraatçı sizler için büyük stres arz eder durumda. Eskisine yakın kayıt çıkışları kendinizi yenilemekle değişik denemelerse özüne bağlılığı yitirmekle suçlayabiliyor grupları. Bazen işin bu tarafına ‘yeter’ diye seslendiğiniz oluyor mu? Across The Dark’ a gelen bildirimler nasıl? Niilo: Bizler ne istiyorsak onu üretiyoruz. Önceki albüme benzer ya da çok farklı… Eğer biri bundan hoşlanmıyorsa bizler için kötüdür; fakat felaket de değildir! Birileri memnun olsun diye ne müzik ne de başka herhangi bir şey üretemezsin! İstediğin ve odaklanabildiğin şeylerden yola çıkarak materyallerini yaratabilirsin! Across The Dark adına gelenler işittiğimiz kadarıyla olumlu! Eirenis: Şarkılar üzerinde en çok eli gezinenlerden biri olan olarak sormak istediğim Across The Dark’ ta neler kullandığınız? Sözleri ve riffleri kurarken genelde nelerin etki yörüngesine girersin? Fantastik yazarlık tecrübenle ilintili konsept bir albüm çalışması oluşturulabilir gibi? Ne dersin? Niilo: Yeni albüm için İngiliz ve Fin edebiyatından şiirlerle beslendim. Asıl olarak daha çok kitaplardan ve filmlerden etkileniyoruz. Konsept albüm fikri yapılası zor bir iş; ama belki daha sonraki zamanlarda planlarımız arasına girebilir. Ayrıca Türkiye tarihiyle de (Hititler, Persler, Romanlılar ve eski Bizans’ ın tüm yollarıyla da) oldukça ilgiliyim. Belki buradan bazı elementleri de sonrasında kullanabiliriz! Eirenis: Swallow the Sun ve Omnium Gatherum dâhilinde iki haftalık bir Avrupa turnesinin ilk sahnelerini şu sıralar gerçekleştirmektesiniz? Nasıl geçmekte? Albüm çalışmaları nedeniyle canlı performanslara uzun bir ara vermiştiniz, seyircinin Insomnium ve Across The Dark ile karşılaşma heyecanı ne derecede? Niilo: Finlandiya ile başlayan turnemiz Kasım 27’de Hollanda ayağı ile gerçek Avrupa turnemize giriş yapacağız. Tahmin edersin ki olağanüstü geçiyor. Swallow the Sun ve Omnium Gatherum’ un muhteşem iki grup ve elemanların yakın arkadaşlarımız olması yolculuğumuzu epey eğlenceli kılıyor. Bugüne kadar coşkusunu bu kadar dışa vuran seyirciyle karşılaşmadık sayılır! Kötü olan Türkiye ile heyecanımız şimdilik paylaşıyor olamamamız; ama ilerisi için bunu telafi edebileceğimizi garantileyebilirim sanırım! Eirenis: Ville Rissanen direktifinde Down With the sun parçanıza çektiğiniz video klibin yeni albüm için devamı olabilecek bir başka video beklentisine girebilir miyiz?


Mesela Lay Of The Autumn parçası görselleştirilmeli kanımca?

karanlıklaşan soundunuzun yeni ürünü Across The Dark hakkındaki memnuniyetinden bahsetsek.

Niilo: Bir başka video çekmeyi düşünüyoruz; ama Lay of Autumn filme alınmak için biraz uzun görünüyor. Genelde 5 dakikanın altına parçalara öncelik tanıyoruz. Ama finansman desteği sağlayabilirsek Lay of Autumn’ dan gerçek bir epik video yaratabilir!

Niilo: Karşılaştırma yapmak çok zor! Genellikle müzisyenler yeni olan albümlerinin en iyisi olduğunu söylerler! “Above” ve “Across” ikisi de iyi birer albüm ve bizler her ikisinden de memnunuz. Bazıları birini bazılarıysa bir diğerini daha çok sevebilir. Ama bizler hepsini seviyoruz.

Eirenis: Pek değişiklik yaşamayan uyumlu bir kadrosunuz. Bu ahengi yakalayan kurucu üyelerden biri senden en samimi kuruluş hikâyenizi alabilir miyiz? İlkokullu Friman, Markus ve İsveç metalinin melodik harmanıyla etkilenir ve… Niilo: …Insomnium kurulur. Aslında çok hikâyeleştirebileceğimiz anılar etrafında kurulduk diyemem. 16–17 yaşlarında lise çağımızda grubumuzu oluşturduk. Hepimiz metal müzikle birer dinleyici olarak ilgiliydik ve öncesinde enstrümanlar üzerinde az da olsa hâkimiyetimiz vardı. Ben, Ville Friman ve Markus kurucu üyeleriz. Üniversiteden tanışıklığımız olan Ville Vänni ise kadroya sonradan katıldı. Kısacası grubumuz böyle şekillendi. Eirenis: Candelight ile çalışmak nasıl? Büyük şirketler bazen fazla müdahaleci olabiliyor? Niilo: Belki öyleler; ama şirketimizle ilgili her şey şuan için yolunda. Eirenis: Above the Weeping World, yeni albüm yayınlanmadan açıkladığın en iyi kaydınızdı. Daha da

Eirenis: Dünya metal arenasının ilk sıralarında sayılan Finlandiya cephesinden biri olarak bilmediklerimizi yorumlayabilir misin? Metal müziğin fazla popülarite kazandığı dönemimizle geçmişi ülkeniz açsından nasıl değerlendirebilirsin? Niilo: Finlandiya, metal arenasının daimi canlı ülkelerinin en iyilerindendir. Norveç ve İsveç’ de iyidir; ama Finlandiya kendi ülkem diye demiyorum en iyisidir :) Norveç black metal ve İsveç death metal egemenliği ile bilinir. Finlandiya ise tüm metal türlerinin en iyi paketini sunandır! Eirenis: Yaz dönemi promosyon turları için Avrupa ve Amerika dışı daha egzotik topraklarda bulunma fikriniz var mı? Türkiye mesela? Sizleri burada görmeyi isteyecek birçok INSOMNIUM fanı var desek! Niilo: Türkiye şuan için ilk seçimimiz! Orada fazlasıyla arkadaşımız olduğunu bilmek ülkenizde sahne alma ihtiyacımıza günler geçtikçe yenilerini katıyor. Şuna için kesin olan baskının çoğunluğuna göre sanırım birkaç yerel festivalde bulunacak olmamızdır.


Eirenis: Tüm grup elemanlarının akademik bir özgeçmişin bulunduğu nadir gruplardansınız sanırım. Okullarınız ne âlemde? Bitti mi? Müzik ile normal iş hayatını birlikte kotarabilmek bir tarafın gecikmeli ilerlemesine neden oluyordur? Niilo: Dediğin gibi okul ya da işini müzik ile bir arada yürütmeye çalışmaz bizleri epey zorluyor. Şimdiye kadar ikisini de iyi götürdük. Hepimiz üniversitemizden mezun olabildik! Eirenis: Markus dışında hepiniz ikinci bir grupta faalsiniz. Enter My Silence’ a Insomnium’ dan yeterince vakit ayırabiliyor musun? Yakın zamanda yayınlanacak çalışmalar var mı? Niilo: Insomnium dışında hepsi şimdilik inzivaya çekildi. Enter My Silence, Arrival ve Watch Me Fall yoğun Insomnium programı arasında bizlerden yeterli ilgili maalesef alamıyor. Eirenis: Türkiye metal piyasası hakkında bilgin var mı ya da takip etiğin Türk grupları? Niilo: Evet, Türkiye’de muhteşem bir arenanın ve çılgın dinleyicilerin olduğunu biliyorum :) Sentenced’ dan Vesa Ranta Türkiye’de gerçekleştirdikleri sahnelerin taşkın ve kusursuz olduğu hakkında çok şey anlatmıştı. Bizler de en kısa zamanda orada bulunmak istiyoruz! Eirenis: Sevdiğin yemekler arasında kebabı gördüm

de! Kebabıyla meşhur ülkeler listesinde başlarda yer aldığımızı hatırlatmak isterim :) Niilo: Heheh, kebap muhteşemdir! Turneler esnasında en çok tükettiğimiz yiyecektir. Bana Türkiye’ ye gelmemiz için iyi bir neden daha verdin :) Eirenis: Son olarak eklemek istediklerin varsa sözü sana bırakıyorum. Bizlere seni ve yeni albümü daha iyi tanıma fırsatını verdiğin için tekrardan teşekkür ediyorum. Umarım ülkemizde de Insomnium’ u izleme şansına erişebiliriz. Niilo: Bu içten röportaj ile bizleri Türk fanlarımızla buluşturduğun için asıl ben sana teşekkür ederim. Brutal ve melodik müzikten hoşlanan herkesin bizleri gözden geçirmesini tavsiye ederim! Türkiye’de görüşmek üzere! Röportaj & çeviri: Ebru Ekşi


DÖVME SANATI I Dövmenin Tarihçesi Bugünlerde dövme denilince insanların aklına “hapishaneler”, “denizciler” ya da “sirk kaçkını garip insanlar” gelse de dövmenin tarihçesi bir hayli eskiye dayanmaktadır. Kendimize ait bir sembol yaratmak için kullanıla gelen dövme sanatının günümüz yaygın kullanışına gelene kadarki süreci dâhilinde hangi inanışlara şahitlik ettiğini görelim… Neredeyse 5000 yıllık bir geçmişe sahip dövmenin ismi iki farklı yerden geliyor. Birincisi, Polinezyan dilindeki “ta” kelimesi, diğeri de Tahiticede “bir şeyi işaretlemek” anlamındaki “tatau” kelimesidir. Dövmenin yapılışı itibarı ile ilk dövmenin kazara yapıldığı hakkında inançlar vardır. Ufak bir yarasını temizleyip dağlayan insanın, sonradan kalan izleri, ilk dövme olarak kabul edilebilir. 1991 yılında, beş bin yıl öncesine ait, dövmeli insan vücudu bulunmuştur. Avusturya ve İtalya arasında bir dağda donmuş olarak bulunan insanın vücudunda toplam 57 tane dövmesi vardı. Vücudunda bulunduğu yerlerden dolayı, bu dövmelerin iyileştirici gücü olduğuna inanılarak yapıldığını düşünebiliriz. 1948 yılında, Rusya ve Çin sınırlarında bir grup mezarda 2400 yıl öncesine ait dövmeli vücutlar bulundu. Bulunan dövmelerde kutsal olduğuna inanılan efsanevi hayvan resimleri vardı. Dövmenin coğrafyaya göre değişen bir hikâyesi vardır. İlk olarak Mısırda uzun bir süre varlığı inkâr edilen dövmeli mumyalar önemli bir konuydu. 2160–1994 yılları arasında yaşadığına inanılan ve Hathor’ a tapan bir kadın mumyası, üzerindeki dövmeleriyle birlikte dikkat çekti. Sadece kadınlarda bulunan bu dövmeler, onların ritüel bir sebepten ötürü yapıldığının da göstergesidir. Mısırın piramitleri ile ünü etrafındaki ülkeleri aşamazken, dövmeleri, uzak doğuya kadar gitmiştir. Dövmenin tarihçesine bakacak olursak en önemli merkezin Polinezyan olduğunu görürüz. Pasifik kültüründe dövmenin çok geniş bir tarihi vardır. Zira Avrupa dövmeyi uzun bir süre sonra bu kültürlerden öğrenmiştir. Bu kültüre göre, dövme, bir insanın ruhani gücünün vücu-


dundaki dövmelerle orantılı olduğu inancı yaygındı. Özellikle geometrik desenlerin bu ruhanilikle ilgisi fazladır. Yeni Zelanda’daki Mauri’lerde de dövmenin sosyal statüyü belli etme gibi bir özelliği vardı. El becerisini belli eden dövmelere de Moko adı verilirdi. Endonezya’da da bin yıllardır süren dövme kültürü vardır. “Tribal dövme” diye adlandırılan desen Endonezya’dan gelmektedir. Hindistan’da da efsanevi savaş tanrısı olan Hanuman figürü özellikle kollar ve bacaklarda çok yaygın olarak görülmekte. Sadece erkeklere yapılan bu dövmenin, erkeklere özel bir ruhani güç kattığına inanılır. Kadınlara dövmenin yapılmasına gerek görülmemesinin sebebi de kadınların zaten özel yaratıklar olduğu inancı. Afrika’da insanların tenlerinin renginin koyu olması, dövmeyi zorlaştırsa da, çok yaygın olan bir başka yöntem ile dövmeyi kullanmışlardır. Deriyi çizme (skarifikasyon) ile yapılan dövmelerin Afrikalı insanlara kattığı anlam geleneklere bağlılığı göstermesi açısından önemli. Antik Yunan ve Roma’da dövme, İranlılar tarafından sonradan öğrendikleri bir adet olmuştur. Özellikle kadınlar tarafından güzellik işareti olarak addedilen dövmeler, bir dönem çok popüler olmuştur. Romalılarda ise dövme, suçluları işaretlemek için kullanılmıştır. Efes’teki bir özellik de, köleleri işaretlemek için kullanıldığı üzeredir. Keltlerde sanat anlayışı vücut üzerindeki desenler ile alakalı olduğu için dövme önem kazanmıştır. Hayatlarında yaşadıkları önemli olayları sembolize ederek vücutlarına işlemişlerdir. Orta ve Güney Amerika’da İnka’lara ait vücutlardaki dövmeleri keşfeden İspanyollar, bunların şeytanın işaretleri olduğuna inanmışlardır. Kızılderililerde de mental güçlerin göstergesi olarak dövmeyi kullanmışlardır. Dinlerin gelişiminde insanların dövmeye yaklaşımları değişmiştir. Eski Ahitte vücuda zarara vererek yapılan herhangi bir şeyin yasak olduğu yazılıydı. Oysa Musa’ya göre dövme, Yahudilerin Mısırdaki kölelikten kurtuluşlarının bir işaretiydi. Hıristiyanlıkta dövme kullanımının yaygın olmamasının sebebi de ortaçağ karanlığındaki insanların şeytana ait inanışlarıydı. Dövmenin şeytana ait bir şey olduğuna inanılırdı. Oysa ilk Hıristiyanlar, İsa’ya inançlarını belli etmek için vücutlarına dövme yaptırmışlardır. İslamiyet’te de durum Hıristiyanlıktan farklı değildir. Dövmenin dine ait olmadığı düşüncesi, resmin, heykelin putlaştırılmaya yaklaştırılmasından dolayı yasaklanması ile aynı tabanı paylaşıyor. Ayrıca İslamiyet’in kurallarına göre dövme, insanın vücudunun suyla temasını kestiği için insanı kirli bıraktığı düşüncesi ile iyi karşılanmıyor. Bölgeden bölgeye, inanıştan inanışa farklılıklar gösterse de dövme, 5000 yıllık tarihi ile günümüzdeki yerini hala korumaktadır. Hazırlayan: Dilara Akmil



Emilie Autumn Courtney Love gibi normal olmayan bir insanın yine kendi gibi normal olmayan kemancısı Emilie Autumn... Bunu, onun geçmişine baktığımızda da görebiliyoruz. 4 yaşında eline kemanı alıp, 10 yaşında sahne sanatları okulunda kendini bulmuş. Aldığı özel derslerle 15 yaşında konservatuara gitmeyi başarmış; ancak gerek giyim tarzından gerekse müzik zevkinden dolayı okul yönetimi ile sorunlar yaşayınca okulu bırakıp evine geri dönmüş. Döndüğü bu zamanlarda okulda öğrendiklerinden farklı bazı müzik tarzlarına eğilmeyi düşünmüş. Bu arada Courtney Love ile birlikte çalışmaya başlamış. Bu çalışma ile diğer domino taşlarını da devirmeye başlamış. Emilie; Love, Otep, Billy Corgan gibi isimlerle kendi albümünde çalışarak, albümünün başarısını destekleme yoluna gitti. Geçmişinde bu isimlerle çalışmış olması ve hala Emilie’ yi destekliyor olmaları, onun başarısının büyük bir adımını getirdi. İlk albümü o kadar çok ses getirmese de ikinci albümü olan “Orpheliac” Emilie’nin de favori albümü olma özelliğini taşıyor. Elektronik, endüstriyel rock esintilerine daha çok yer vererek, imajını da kendi deyişiyle “post modern-kıyamet dönemi Marie Antoinette” olarak belirleyerek insanların dikkatini çekmeyi başardı. Sahnedeki performansı ile de dikkatleri üzerine çekerek Interview magazin tarafından “izlenmesi gereken 14 sanatçıdan birisi” unvanını kazandı. Emilie’nin kişiliğine bakacak olursak fazlasıyla megaloman bir kişilik görüyoruz. Gerek kendini kıyasladığı isimlere bakarak gerek kendini ve müziğini tanımladığı sıfatlara bakarak bunu görebiliriz. Kendi tarzına “Victorindustrial” adını vermiş. Kendini bir çeşit Marie Antoinette olarak tanımlıyor. Anarşist bir kemancı. Nigel Kennedy gibi bir virtüöz ile kendisini kıyaslıyor. Her fırsatta ne kadar arıza bir insan ile çalıştığını insanlara gösteriyor. Şarkıları hakkında “şeytani şarkı sözleri, metal bazlı keman soloları ve endüstriyel tarzı vokaliyle “gotik” anlayışını farklı bir boyuta taşıdığını söylüyor. Birçok eleştirmene göre o bir gotik değil, barok tarzda müzik yapan fazla hevesli bir kadın. Gerek imajı gerek şarkıların yapısı bunu kanıtlar nitelikte. Emilie, sadece müzik kariyerinde değil, tasarımcı olarak da marjinalliğini sergiliyor. Tasarladıkları kıyafetler Willow Tech House’ta bulunuyor. Bunun yanında piyasaya çıkarmış olduğu otobiyografi tarzı kitabı olan “The Asylum for Wayward Victorian Girls” de bu yıl piyasada olacaklar arasında. Bu kitabın yanında 2001 yılında piyasaya çıkarmış olduğu bir şiir kitabı da bulunmakta. Aynı zamanda yetişkinler için yazmış olduğu gotik çocuk kitabı da mevcut. Yazarlığın yanında illüstratörlüğü de kariyerine eklemiş. Albümleri On A Day… (2000) Enchant (2002, tekrar düzenlemesi 2007) Your Sugar Sits Untouched (2005, CD ve şiir kitapçığı) Opheliac (2006) Laced/Unlaced (2007) A Bit O’ This & That (2007) EP’leri ve single’ları Chambermaid (EP) (2001) By The Sword (EP) (2001) Opheliac (2006, EP) Liar/Dead Is The New Alive (2007) 4 o’Clock (2008) «Girls Just Wanna Have Fun» & «Bohemian Rhapsody» Double Feature EP (2008) Hazırlayan: Dilara Akmil


ENSIFERIUM Merhaba Ensiferum! Kuzey’in folk metal kahramanlarına Türkiye’den selamlar! Bizimle bir röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkürler. Nasılsınız? Amerika’da düzenlediğiniz tur, nasıl gitti? Amerikalı fanlarınız iyiler mi? New York nasıldı? Soğuk kuzeyin savaşçılarından Türkiye’deki kardeşlerimize selamlar. Dün Summer Slaughter turnesindeki son konserimizi yaptık ve söyleyebileceğim tek şey, daima hatırlanacak bir turneydi. Birçok harika konser, mükemmel grup ve Kuzey-Amerikalı kalabalık sadece harikaydı. Öncelikle buradaki, tüm fanlarınızı ve özellikle beni üzen talihsiz konser hakkında bir şeyler sorayım. Ağustosun 7’sinde ilk olarak Let’s Open Air Fest kapsamında Türkiye’de çalacaktınız. Fakat tüm festival bazı beklenmeyen problemlerden dolayı iptal edildi, bu bizi üzdü ve ülkemize gelme hakkında ki düşünceleriniz için meraklandırdı. Siz ne düşünüyorsunuz? Biz gerçekten sizi burada görmek istiyoruz. Festivalin iptali yüzünden büyük hayal kırıklığı yaşadık; ama ne yaparsın! Festivalin iptal olmasından bir gün önce Necrophagist’ten Mohammed ile Türkiye’deki ilk sahne çıkışımızı konuştuk ve İstanbul’daki iyi metal sahnelerden bahsedip bize görülebilecek yerlerin ve iyi restoranların isimlerinin listesini verdi. Gerçekten oraya en kısa zamanda gelmeyi umuyoruz.

Konserlerin dışında bizi ziyaret etmeyi düşünündünüz mü? Ya da daha önce ülkemizin bazı bölgelerine gelme şansınız oldu mu? Harika bir mutfağımız, güneş-deniz-plaj üçlümüz var. Ve tabiî ki ateşli kızlar! Sanırım gruptan birkaçımız Türkiye’de tatil yaptı; fakat ben henüz gelemedim. Bir gün tatil için gelmeyi çok isterim. Tabiî ki zengin tarihiniz hakkında çok daha fazla şey öğrenmek ve dünyaca ünlü mutfağınızın tadına bakabilmek içinde. O halde son günlerdeki planlarınız hakkında konuşalım biraz. Klasik olarak Spinefarm Records’dan eylül ayının 9’unda 4. olacak yeni albümüz From Afar’ı çıkartmak üzeresiniz. Yapımcılarla ilişkileriniz nasıl? Bizimle paylaşabileceğiniz sıkıntılarınız, rahatsızlıklarınız var mı? From Afar bizim en büyük ve tabiî ki de şimdiye kadarki en iyi albümümüz. Şikâyet edebileceğimiz hiçbir şey yok. Albümde bize yardım etmiş olan bütün o profesyoneller ile çalışabilmiş olduğumuz için çok şanslıyız. Çıkış tarihi 09.09.09 olarak belirlenmiş. Bu tarihi kim ve niçin seçti? Bu tarihte birçok çift evlenecek. Belki de ‘’Eğer biz evlenemeyeceksek, neden bu lanet günde albümünüzü çıkartmayalım’’ diye düşündünüz? Birde, İlk klip çekeceğiniz şanslı


şarkı hangisi olacak? Ve ne zaman? 10.10.09 olabilir mi? Hehe. Stüdyoyu ayarlarken şirketler bize albümün eylül ayında çıkarılabileceğini söylediler ve bizde promosyon yapabilmeleri için birkaç ay ekledik. Bu yüzden 09.09.09 harika bir tarih gibi göründü. Albüme ismini veren parçaya klip çekeceğiz. Çekimlere başlayacağımız zamanı sabırsızlıkla bekliyorum. Aynı zamanda parça listesini yayınladınız ve gördük ki ‘’Tumman Virran Taa’’ adında -sanırsam Kara akımın ötesinde demek- Fince bir şarkınız var. Genellikle İngilizceyi tercih ediyorsunuz. Bunun amacı sesinizi daha fazla insana mı duyurmak? Ülkenizde ki bazı gruplar genellikle Fince söylüyor, bunun milliyetçilikle mi alakası var sizce? Ya da bu grupların kendi dillerini kullanmalarındaki amaç, bu dilin şarkı yazarken ve söylerken onlar için olan avantajlarımı? Tumman Virran Taa son şarkı olan The Longest Journey’in akapella introsudur. Şarkı sözlerini Fince yazmıştım. Tabiî ki İngilizceye çevirebilirdik; fakat ev stüdyomuzda Fince söylediğim bir demo versiyonu yaptım, Markus çok sevdi ve böyle kaldı. Doğal olarak eğer şarkı sözlerini ana dilinizde yazıyorsanız daha zengin kelimeler kullanabilir ve bu sözlere daha uygun şekilde çalabilirsiniz. Fakat ben İngilizce şarkı sözleri yazmayı seviyorum. Belki de bu, dinlediğim çoğu grubun İngilizce söylüyor olmasından kaynaklanıyor.

Kişisel konuşmak gerekirse, dilinizi gerçekten seviyorum ve Ensiferum’dan Fince daha fazla şey dinlemek istiyorum. Lisan ilgili gelecekteki planlarınız neler? Bir gün, Manowar gibi Türkçede söyleyecek misiniz? Hehe, kusura bakma ama Türkçede “teşekkür ederim” diyebilmek için bile çok zaman harcadım. (Necrophagist’ten Mohammed bize öğretmeye çalıştı) bu yüzden sanırım İngilizce ile devam edip arada sırada Fince ile olaylara heyecan katacağız.

Bir de Nordman’ den Vandraren coverına da bu albümünüzde yer vermişsiniz; fakat sadece sınırlı sayıdakinde. Eğer yanılmıyorsam bu sizin, yayınlanan 5. cover şarkınız. Sırada hangi eski şarkı var Ensiferum tarafından seslendirilecek? Ensiferum, grubun kuruluşundan beri acayip/ komik cover’lar yapıyor ve bunu devam ettirmemek için hiçbir nedenimiz yok. Cover için her çeşit şarkı seçiyoruz ve kayıtla sonuçlanan şarkı genellikte bizden kimsenin beklemediği şarkı oluyor. Bir başka sorum tarzınızla ilgili. Müziğinize epik folk death metal diyorsunuz (yani Markus diyor) Ona katılıyor musunuz? Bu yeterli bir sıfat mı? Diğer bir deyişle Ensiferum’u tanımlayacak en iyi müziği bulduğunuzu düşünüyor musunuz yoksa sonsuzluğa doğru gidecek doğru yolu bulmakta




devam edecek misiniz? Ben gerçekten Ensiferum’u bir tarza bağlamak istemiyorum. Çünkü kimse sonraki albümün ne tür müzik olacağını bilmiyor. Fakat şimdiye kadarkilerin folk metal koşullarına uyduğunu söyleyebilirim. Şarkı sözlerimiz saf hayal gücünün İskandinav/Fin mitolojisinin birleşimi ve sizinde farkına varmış olabileceğiniz gibi batı tarzı şarkılar yapmayı da seviyoruz yani insanların bizi Viking metal vs gibi etiketlemesini sevmiyorum. Bunun yüzünden uykularım kaçmayacak ama sadece bu derece kısıtlı bir etiketin müziğimizin gerçek resmini yansıtmadığını düşünmüyorum.

Petri gruba katıldıktan sonra folk metal yanında Norther’dan tanıdık olduğumuz bazı power metal sesleri duymaya başladık. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu yeni gelen ya da gelecek albümleri etkileyecek mi? Tabii ki Petri’nin beste yeteneği yeni parçalarda duyulabilir; ama Markus, Ensiferum’un kurucusu olarak, her zaman Ensiferum müziğinin kalbi ve ruhu olmuştur ve daima olacaktır.

Şimdiye kadar grup, kurulumunda birçok değişiklikler yaptı; fakat en trajik olanı vokal/gitarist olan Jari Mäenpää solo projesi Wintersun nedeniyle ayrılmasıydı. Siz bu sırada turneye çıkmak üzereydiniz ve Norther’dan Petri Lindroos’ı buldunuz. Bu değişim sadece günü kurtarmak içindi (ya da onun grupta kalıcı olacağı önceden bellimiydi?) onun kalıcı olacağı belli olduktan sonra iki grup arasında hiç sorununuz oldu mu? Özellikle Petri, Norther’dan ayrılırken ve ayrıldıktan sonra herhangi bir sorunla karşılaştın mı? Petri bizim 2004’teki bir turnemizde sadece geçici bir elemandı. Fakat işler çok yolunda gitti ve diğerleri ona sürekli üye olup olmayacağını sordu. İki grupta da çalıyor olmak Petri için büyük problem oluşturmuyordu. Çünkü biz her zaman Norther ile yaklaşan turneleri konuşuyorduk böylece iki grupta istediği bütün konserleri verebiliyordu. Pekâlâ, bunu açığa kavuşturalım. Petri Norther’dan ayrılmadı, atıldı. Neden kendi kurduğu gruptan ayrılmış olsun ki? Neyse bu farklı bir konu. From Afar ile devam edelim. Şimdilerde kendi turnelerimizi bize cazip şekilde ayarlama fırsatımız daha fazla. Ve bence Petri vokallerde şimdiye

kadarki en iyi performansını bu albümde gösterdi. Belki de kendi grubundan beklenmeyen ayrılışı ona ekstra güç sağladı. Diğer taraftan, Markus (Speden Timantit) ve Janne (Sinergy); sizlerde başka gruplarda çalıyorsunuz. Bu sizin ya da çaldığınız diğer gruplar için sorun teşkil ediyor mu? Tüm her şeyin altından kalkabiliyor musunuz ve bu gruplar arasındaki tarz farklılığı size garip hissettiriyor mu? Demek istediğim kendinizi hangi grupta evinizde gibi hissediyorsunuz? Speden Timantit ve Sinergy çok aktif gruplar değil yani Ensiferum’un turnelerini etkilemiyorlar.

Death, black ya da doom gibi tarzlarla karşılaştırıldığında folk metal hala çok yeni. İyi tanınmamış, yeni ve riskli bir grupta çalmaya karar verirken hiç tereddüt ettin mi? Markus Ensiferum’u kurduğunda arkadaşlarıyla melodik metal çalmak isteyen genç bir çocuktu. Ve bu hala grubun ruhunu oluşturmakta; biz sadece beraber iyi şarkılar yapmak ve olabildiğince çok konser vermek istiyoruz çünkü canlı çaldığınız konserler dünyadaki en mükemmel şeyler. Bazı şarkılarınızda İskandinav efsaneleri, fantastik betimlemeler ve filmlerin etkilerini görüyoruz. Fakat Kalevala, Oldman, Ahti; Intro-Kalevala melodisinde gördüğümüz gibi direk değinmeler de var. Bununla yapmak istediğiniz Pagan geleneği ve inançlarını canlı tutmak mı ve diğer Ensiferum şarkılarında da daha başka karakterler kullanacak mısınız? Elbette biz kültür mirasımızı kullanıyoruz sonuçta bizim için müzik önde geliyor. Biz bunu yaymak istemiyoruz bunun yerine nasıl bir kültüre sahip olduğumuzu, nasıl yaşadığımızı söylüyoruz insanlara. Peki, konumuzla ilgili bir başka soru. Sizin için hangisi daha önemli; sözler mi yoksa sadece melodiler mi? Ve neden müzik? Elbette sözler benim için oldukça önemli çünkü şarkı sözlerinin çoğunluğu ben yazıyorum ve Markus’la denediğimiz müzikte bir etki yaratmak istiyoruz. Bu bir hikâye yazarak, eski lirik şiirleri değiştirerek de oluyor. Şu anda bir yazı serisi hazırlıyoruz kendi dergimiz olan “Karanlık Oda”da “Corpse Paint”le ilgili. Bununla ilgili ne düşüyorsunuz ve ne alaka ise


Black Metal sizin için daha önce mi geliyor? Çok güzel Kült kıyafetler giyiyor ve Paint Before şovları yapıyorsunuz. Bununla ilgili olarak sormak istediğim başka soru; şovlardan önce özel bir ritüel ya da farklı herhangi bir şey yapıyor musunuz? Şu cidden söyleyebilirim çok büyük bir Black Metal hayranı değilim ve Corpse Paint hakkında herhangi bir şey düşünmüyorum. Ancak bende hazırladığım şovlarda bazı tiyatral elementleri kullanmayı severim. Hepimizin genellikle yaptığı kendine göre bir ritüeli var tabi ki, alkolle yaptığımız… Ciddiyim gerçekten alkolik bir insanım ve çok seviyorum.

Şu ana kadar ki en iyi konseriniz: Söylemek imkânsız, çok büyük ve güzel sahnelere çıktık. Şu ana kadar grupla birlikte çaldığınız hatırınızdan silinmemiş konseriniz: Wacken 2008 mükemmeldi! Hangi grupla birlikte aynı sahneyi paylaşmak isterdiniz: Iron Maiden Satın aldığınız ilk albüm: Bazı Hanoi Rocks Kasetleri Satın aldığınız en son albüm: Viikate –Kuu kaakon yllä Son soru: Hayat felsefeniz: Deneyin ve mutlu olmasını öğrenin, zamanınızı iyi kullanın ve sevdiğiniz işlerle uğraşın

Albüm yayınlandıktan sonra Avrupa’da tur düzenleyecekmişsiniz. Resmi sitenizden edindik bu bilgiyi ve bununla ilgili bir isim ya da ilave bir şov mevcut mu kafanızda? Bizimle ayrıntıları paylaşmak ister misiniz? Bu tur için özel bir konser var mı?

ENSIFERUM için özel bir soru: Eğer mitolojik bir kahramanı seçecek olsaydınız, hangisini seçerdiniz? (Ben kesinlikle Ukko’yu seçerdim; çünkü o hem Zeus’un gücüne hem de Thor’un çekicine sahip!)

Avrupa’da çok güzel bir turne var aklımızda biraz değişiklik yapabileceğimiz, döner-kebap alabileceğimiz… Şunu söyleyebilirim şimdiye kadarki en büyük prodüksiyon olacak tabi bunu albüm yayınlandıktan sonrası için düşünüyoruz.

Bence Väinämöinen’le gitmelisin; çünkü o kuvvetli ve akıllı.

Ve beyler! Siz büyük bir yıldızsınız! Rus hayranlarınız sizin için bir kıyak hazırlamış ve bir şeyler yapmanızı istemişler ve Ensiferum’u 19 Mart 2007’de Uluslar arası Yıldızlar Katalogu Dünyası’nda takımyıldızı olarak adlandırmışlar pilotkozmonot Gerrman Titov tarafından. Fakat her nedense siz geri çekilmişsiniz bu adaylıktan. Ve Rus hayranlarınız bu durum karşısında inanılmaz bir hayal kırıklığına uğramışlar. Neler düşünüyorsunuz? [Yıldızın konumu: parlaklık derecesi: 15.3, yüksekliği: (radyum) 16 00 19.14, deklinasyon: +66 52 06.1]

Hepiniz müzikal kahramanlar, savaşçılar ve büyücüler gibisiniz veya kartal gözlü bir okçu gibi! Müzikal hayatınızda ya da günlük yaşantınızla hangi canavarlarla yüz yüze gelirsiniz, onlarla nasıl savaşırsınız? Bir balta ile veya kudretli bir kılıçla veya sihirli bir ateş topuyla mı dağıtırdınız onları? Canavarlarla her gün yüz yüze geliyoruz ve onları aklımızla yeniyoruz. Bir şey daha Türkiye deyince aklınıza ilk olarak ne geliyor? (Aynı ismi paylaşan, Hindi olanı kastetmiyorum) Kebap! “Ve Son”

Bazı zamanlar bunlar olduğundan sonrasında geceleri bunu düşünmeyi bırakıp beni her zaman suskun kılmasını seyrediyorum. Rus fanlarımızdan bize bahşedilen inanılmaz bir hediye gibi!

Bize yeni albüm ve turne arifesinde zaman ayırdığın için teşekkürler. Senin gibi bir “yıldız” ile sohbet etmek çok zevkliydi. Tekrar Kiitos! Sevdan ÇAMIRCI

ANKET: Ekipmanlar (Marka ve model): AV-basses custom 7-string bass, SansAmp distortions Doğum tarihi ve yeri: Ortaçağ, Finlandiya Favori grubunuz: Iron Maiden Favori albümleriniz: Iron Maiden: Live After Death, Dark Tranquillity: Gallery Boş zamanlarda yaptığınız şeyler: Okumak Favori içkiniz: Portakal suyuyla karıştırılmış votka Favori yemeğiniz: Kebap Şu ana kadar kaydettiğiniz en iyi albüm: From Afar

Teşekkürler Sevcan, albümü keyifle dinle ve kendine iyi bak! SAMI HINKKA (ENSIFERUM) Röportaj: Sevdan Çamırcı Çeviri: Kadir Kütükoğlu & Gürkan Mercan & Sevcan Çamırcı


Hardcore Nedir? Metalcore’ dan bahsedeceksek önce Hardcore’ un ne olduğunu bilmemiz gerek. Hardcore: Bu kelime tek başına, müzikal anlamda bir şey ifade etmez. Yani İngilizce bir kelimenin başına Hardcore sıfatı geldiğinde onun sert, çetin ceviz veya kararlı olduğunu tanımlar. Orijinal olarak söylendiğinde olay Hardcore - Punk’ tır. Yani bizim Hardcore diye bildiğimiz tür sert bir şekilde yorumlanmış punk’tan başka bir şey değildir. Müzik tarihi, bildiğimiz tarih gibi kronolojik sıra yapması kolay bir tarih değildir. Örneğin ilk Hardcore gruplarından Minor Threat, Bad Brains, Bad Religion, Fu’s, Agent Orange aynı zamanda Punk’ tan Hardcore’ a geçiş döneminin gruplarıdır. Yani Punk çalarken, Punk’ta olmayan bazı kalıpları da kullanarak yeni bir türün bilinçdışı öncüleri oldular. Özetle 1979–1980 yıllarını Hardcore’ un doğuş tarihi ve yerini de Amerika olarak gösterebiliriz. Son zamanlarda Linkin Park, Korn, Slipknot, … Gibi gruplara Hardcore diyen insanları gördüğüm için yazmadan geçemeyeceğim. Bu grupların Hardcore ile alakası yoktur. Hardcore dinlemek istiyorsanız, Hatebreed, Sworn Enemy, Sick Of It All gibi grupları dinleyebilirsiz. Metalcore neydi? Çok genel bir tanımlama yapmak gerekirse, Hardcore, Punk ve Ekstreme Metal türlerinin birleşiminden oluşan bir türdür. 90ların başında ortaya çıkmıştır. Metalcore bugünkü anlamını ise 1990’ların ortalarında Earth Crisis, Deadguy ve Integrity gibi grupların ortaya çıkmasıyla aldı. Bu grupların yaşça en büyüğü olan Integrity, diğer gruplar henüz yokken 1989’da konser vermeye başlamıştı. Metalcore, içinde barındırdığı dışavurumuyla ve mosh yapmaya olanak tanıyan ateşli parçalarıyla diğer punk metal etkileşimli türlerden farkını kesin bir şekilde gözler önüne serdi. 2000’li yıllara gelindiğinde Metalcore, Century Media ve Metal Blade gibi Metalcore gruplarıyla anlaşma imzalayan bağımsız şirketlerin de işin içine girmesiyle ticari bir etkinlik görünümü kazandı. 2004 yılına gelindiğinde, Killswitch Engage’in ‘’The End


of Heartache’’, ve Shadows Fall’un ‘’The War Within’’ albümleri Billboard listelerinde sırasıyla 20 ve 21. sıradan giriş yapınca Metalcore, popüler olmaya başladı. As I Lay Dying, Killswitch Engage, All That Remains, Trivium, Heaven Shall Burn, Caliban, gibi grupları günümüzün belli başlı Metalcore grupları olarak sayabiliriz. Günümüzdeki Metalcore eskiye nazaran daha melodiktir. Bunu bazı kesimler Melodik Metalcore olarak adlandırıyorlar, bu kimine göre doğru kimine göre yanlış. Ama bana sorarsanız yanlış, çünkü Metalcore Melodik Death Metal’ den beslenir. Zaten birçok Metalcore grubunun örnek aldığı gruplar; In Flames, At The Gates, vb gruplardır. Enstrümanlar Metalcore grupları genellikle biri lead diğeri ritim gitar olmak üzere hızlı rifflerle iş yapan iki gitarla parçalarını seslendirirler. Bassistler genellikle ritim gitarı takip ederler. Davulcu ise genelde çift kroslu bir davulla müziğini icra eder.

Vokaller Metalcore’ deki vokaller genel olarak çığlık ve bağırma tonlarından oluşur ve genelde nakaratlardaki vokaller clean vokaldir. Hırıltılı vokaller daha çok 1990’lardaki Metalcore gruplarında kullanılıyordu. İdeolojiler Metalcore başlarda genç Hardcore tayfaları ve tutucu kesimin inançları arasındaki zıtlıklardan meydana geldi (Burada bahsedilen konu alkolden ve uyuşturucudan sakınma). Earth Crisis vejetaryenlik ve hayvan hakları propagandaları yaptı ve bu hareket Converge da dâhil sayısız grubu etkiledi. Integrity’ nin frontmanı Dwid Hellion, “Holy Terror Church of Final Judgment” çalışmalarında Satanizm’ i savundu. Bunların yanında aynı dönemde Hıristiyanlık’ ı savunan gruplar da oldu. Zao, As I Lay Dying ve Norma Jean bu gruplardan en ünlüleri olarak gösterilebilir. Yeni piyasa giren Metalcore gruplarının birçoğu artık şarkılarında aşk hikâyeleri anlatıyorlar bunu atlamamak gerekir!

Hazırlayan: Çağrı Kaçar Çeviren: Oktay Ateş





THE AGONIST Kanada’nın en heyecan verici kadınına sahip The Agonist ikinci stüdyo albümü “Lullabies For The Dormant Mind” ile çiğ müzik ve saf tekniği birleştirerek seksi vokalist Alissa’nın acımasız(brutal) homurtuları ile dramatik, melodik temiz(clean) vokallerini harmanlıyor ve müzikal ihtişamın yeni bir düzeye geldiğini ortaya koyuyor. Beş kişiden oluşan Kanadalı melodik death metal/metalcore grubu 2004 yılında dünyaya geldi. İlk zamanlar klasik black metalden geniş bir çeşitlilikte birçok parçayı coverladılar. Daha sonra kendi bestelerini oluşturarak 2007 yılında ilk albümleri “Once Only Imagined” çıkardılar. Bu albüm ile müzik hayranlarının ve birçok müzisyenin hem gözlerini hem de kulaklarını kendilerine çekmeyi başardılar. 2009 yılına gelindiğinde ise ikinci albümleri “Lullabies for the Dormant Mind’ 23 Şubat’ta Avrupa genelinde ve 10 Mart’ta Kuzey Amerika’da piyasaya sürülmesiyle bu genç müzisyenler çeşitli yeteneklerini ispatladılar. Tchaikovsky’nin Swan Lake’i grubun etkileyici müzikal yeteneklerinin sadece bir örneğidir. Alissa’nın vokal becerileriyle ve parlak zekâsıyla profesyonel bir şarkıcı olduğunun kanıtıdır. “Lullabies for the Dormant Mind’’ albümünün yapımcılığını Christian Donaldson (Cryptopsy, Mythosis) üstlendi. Yeni albümde yeni bir yön ile albümde yer alan klasik, caz, opera, grindcore, thrash ve black metal (vb) etkilerle tam bir metal albümü ortaya çıkmıştır. Ayrıca albüm boyunca konuk olarak kemanlar da Avi Ludmer (Mahogany Rush), orkestrasyon ve klasik piyano da Melina Soochan ve Lefrancois-Leduc (Blackguard) eşlik ediyor bunun yanı sıra Montreal tabanlı birçok katılımcı yer alıyor. Gerçeküstücü görsel konsepti ise yine Natalie Shau üstleniyor. The Agonist dinleyicilerinin üzerinde bir bağımlılık etkisi yaratıyor. Kötü bir rüyadan uyanmak gibi ya da kabustan kaçarken yataktan düşmek gibi. The Agonist, Kuzey Amerika’da Sonata Arctica, Overkill, Enslaved, Arsis, God Forbid, Epica, The Faceless, Doro, After Forever ve daha birçok grup ile turladı. Sadık hayranlarınca müzik veya mesajlarla desteklendiler. Grup 2007 yılında ‘Business Suits and Combat Boots’ single parçası ile katıldıkları “Headbanger’s Ball” programı tarafından yapılan yarışmada “İzleyicilerin Seçtiği En İyi Müzik Videosu” ödülünü kazanmıştır. The Agonist kafaları çevirmeye ve yeni işlerin üzerinde çalışmaya devam ediyor. Son albümleri “Lullabies For The Dormant Mind”ı zamanın ötesinde zor bir albüm olarak adlandırıyorlar. KADRO Vokaller - Alissa White-Gluz Gitar - Danny Marino Bas - Chris Kells Davullar - Simon McKay Gitar - Chris Adolph Plak Şirketi: Century Media http://www.myspace.com/theagonist Hazırlayan: Doğukan Binici


Festivallerle İlgili Bir Yazı & Adil Akbay ile Kısa Röportaj 1969 Woodstock Festivali, bugünkü festivallerin hepsinin atası sayılır. Joan Baez, Grateful Dead, Jimi Hendrix, Jefferson Airplane, Santana, The Who, Janis Joplin… gibi müzik tarihine adını yazdırmış insanların bir araya geldiği, hala görüntülerini izleyenlere keyif veren güzel organizasyon. 1994 ve 1999 yıllarında da yine Michael Lang tarafından düzenlendi…

Bugün festival deyince çoğumuzun aklına ilk olarak Wacken geliyor, bu yıl 20.sini düzenlendikleri için pek anormal bir durum değil aslında. Oysa ismi duyulmuş ya da duyulmamış başka festivaller de var. Hepsi olmasa da önemli olduklarını düşündüklerimden bahsetmek istiyorum kısaca. Bunlardan bize ne ki zaten gidemeyeceğiz diyenler olabilir. Büyük ihtimalle ben de gidemeyeceğim ama metalik genel kültür işte… Almanya; Avrupa ülkeleri arasında en fazla festival yapılan ülkedir. Wacken, Ragnarök, Legacy, Summer Breeze, Black Trol, Rock am Ring, Death Feast, Under the Black Sun ve daha birçok festival sayabiliriz. Yine de sadece Almanya değil çeşitli ülkelerin festivallerine de burada yer vermekte fayda var. Ülkeden ülkeye festival, uçak, tren, metro bilet fiyatı değişiyor; vize almak kolaylaşıyor ya da zorlaşıyor. 31 Mart 3 Nisan 2010 tarihleri arasında Norveç’in başkenti Oslo’da 10.su gerçekleştirilecek olan Inferno Festivali için şuana kadar açıklanan gruplar: Finntroll, Jarboe, Mayhem, Nachtmystium, Taake, The Kovenant… Bilet fiyatları: ilk gün 30 € diğer günler 65er € ful 155 € olarak belirlenmiş. Gidiş, konaklama gibi konular için web sitelerinden ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. http://www.infernofestival.net/festival/news.aspx 29 Nisan - 1 Mayıs 2010 tarihleri arasında Almanya’nın Rieden kasabasında 7.si düzenlenen Ragnarök Festival’de şuana kadar açıklanan gruplar: Agathodaimon, Akrea, Arkona, Grailknights, Haggard, Heathen Foray, Helfahrt, Hellsaw, Helrunar, Imperium Dekadenz, Kromlek, Obscurity, Sólstafir, Equilibrium, Midnattsol, Riger, The Vision Bleak, Varg… Bilet fiyatı: 39.60 € www.ragnaroek-festival.com Yine Almanya Hünxe’de 10–12 Haziran 2010 tarihleri arasında düzenlenecek olan Death Feast’in 2010 yılı için açıkladığı gruplar: Abysmal Torment, Amputated, Beneath, Carnivore Diprosopus, Cliteater, Defeated Sanity, Deranged, Disavowed,


Dying Fetus, Haemophagia, Human Rejection, Inferia, Ingrowing, Kraanium, Squash Bowels, Suffocation, The Sickening, Cerebral Bore, Necrophagist, Vomit the Soul, Vomitous, Waco Jesus… Bilet fiyatı: 42 € www.deathfeast.de/ 5–11 Temmuz 2010 tarihleri arası Slovenya Tolmin’de düzenlenecek olan Metalcamp 2010 için şimdilik açıklanan gruplar: Abstinenz, Aceldama, Ashes You Leave, Behemoth, Demonical, Dornenreich, Enochian Theory, Ensiferum, Epica, Equilibrium, Heidevolk, Immortal, Insision, Kalmah, Korpiklaani, Leaves’ Eyes, Lujuria, Metsatöll, Omega Lithium, Sabaton, Sonata Arctica, Cannibal Corpse, Kalmah, Suicidal Angels, Insomnium, The Devil’s Blood, The Exploited… Bilet fiyatları: 1 günlük 35 € - ful 114 € arası değişiyor. http://www.metalcamp.com/ 12–14 Ağustos 2010 tarihleri arasında Çek Cumhuriyeti’nde Jaromer adlı küçük kasabada 15.si düzenlenecek olan Brutal Assault’ta şuana kadar 7 grup açıklandı, bu gruplar: Cannibal Corpse, Demonic Resurrection, Devin Townsend, Converge, Hypnos, My Dying Bride, Devourment, Diablo Swing Orchestra, Children of Bodom, Despised Icon, Ill Nino, Graveworm, Sybreed… Bilet fiyatı: ön satış 45 € kapıda 54 € http://brutalassault.cz/en/ 13–15 Ağustos 2010’da Catton Hall İngiltere’de Bloodstock Open Air festivali gerçekleşecek. Andromeda, Behemoth, Cannibal Corpse, Devin Townsend, Doro, Dream Evil, Gwar, Korpiklaani, Leaves’ Eyes, Obituary, Rage, Ross the Boss, Suffocation şuana kadarki açıklanan gruplar arasında. Bilet fiyatı: £ 89.95 kur hesabını da bir zahmet siz yapın… www.bloodstock.uk.com/ 19–21 Ağustos 2010’da Dinkelsbühl Almanya’da düzenlenecek olan Summer Breeze için açıklanan gruplar: Dark Funeral, Dark Tranquillity, Die Apokalyptischen Reiter, Hypocrisy, Obituary, Subway To Sally, Sepultura… Bilet fiyatı: 70 € kapıda 100 € http://www.summer-breeze.de/site.php Son yıllarda ülkemizde de güzel festivaller yapılmaya başlandı. En uzun sürelisi Rock Station başta olmak üzere, Rock the Nations, Rock Republic, UniRock, Zeytinli Rock Festivali benim aklıma gelen, düzenlenmiş olan ve devamı gelen bazı festivaller. 3–4 günlük festivalleri; Avrupalı insanlar açık havada mangal keyfi yaparak değerlendirip, arada da 3–5 grup izliyorlar. Bizim henüz böyle bir lüksümüz yok ne yazık ki. Fanı olduğumuz bir grup sahnedeyken “ben zaten 10 kere izledim şimdi kalkamam yerimden” diyemiyoruz. Umarım ileriki yıllarda çok daha büyük organizasyonlar ve daha fazla grubu izleme şansımız olacak. Çok uzaklara bakmaya gerek yok aslında 2–4 Temmuz 2010’da ülkemizde 3.sü düzenlenecek olan Unirock Open Air Festival Organizatörlerinden Adil Albay’ın fikirlerini almak uygun olur diye düşündüm ve kendisine birkaç soru sordum.


Asuman: Selam Adil bugünlerde yine yoğun olduğunu tahmin ettiğim için birkaç sorum olacak sadece. Seni biraz tanıyabilir miyiz? Adil: 1994’ten beri organizasyon sektörünün içindeyim küçük kulüp konser işleri ile başladık bir şeyler yapmaya öncelikle, onun dışında müzisyen olarak ta pek çok kez konserlerde bulundum Abraxas, Kronik ve False In Truth çaldığım gruplar. Pek çok festival ve konser organizasyonunda profesyonel olarak ta çalıştım ve bunların sonucunda oluşan tecrübelerle uzun zamandır birlikte çalışmalar yaptığımız Özgür Sevinç ile yeni bir oluşuma yöneldik bu şekilde de UNIROCK OPEN AIR FESTIVAL ortaya çıktı ve UNIROCK PRODUCTIONS olarak ta düzenli olarak konserler düzenliyoruz. Asuman: İlk önce festivalden başlamak istiyordum ama sadece festival değil konserler de düzenliyorsunuz buna en yakın tarihli örnek 3–4–5–6 Aralık 2009 tarihlerinde İzmir, Eskişehir, Ankara ve İstanbul’u kapsayan Dark Tranquillity Türkiye Turnesi var. Gelen grupların sadece büyük şehirlerden birinde tek konser yerine, birkaç şehirde konser vermesi güzel bir gelişme bence. Bunun gerçekleştirilmesinin organizatörler açısından kolay ve zor tarafları neler?

Adil: Öncelikle grupların çoğu birkaç şehirde çalmak konusunda epey istekli; çünkü çok sık geldikleri bir ülke olmadığı için burası maksimum seyirciye ulaşmak onlar için de önemli. Bizde tabiî ki anlaşmalarımız konser sayısı arttıkça daha olumlu şekilleniyor. Turne olması riski de artıyor tabi bizler için ama doğru grupları ve doğru şehirleri seçtiğinizde iş kendiliğinden keyifli bir hale geliyor. Asuman: 20–22 Haziran 2008 tarihleri arasında Parkorman’da ilk Unirock Open Air Festival düzenlendikten sonra kazandığınız deneyimler sonucunda ne gibi öz eleştirileriniz oldu ekip olarak? Benim ve birçok katılımcının aklına kötü bir anı olarak kazınan 6 liralık küçük kutu biralar var mesela, bu konuda artık herkesin yüzü gülüyor. Adil: İlk Unirock bizim için çok önemliydi ,daha öncesinde edindiğimiz tecrübelerin artıların eskilerin ortaya konacağı bir işti ve sonuçta bugüne kadar en çok seyircinin katılımı olan metal festivali oldu ülkemizde. Genel olarak baktığımızda prodüksiyon olarak iyi bir iş çıktığını düşünüyorum, kamp alanı, sahne, ses sistemi ve genel akış olarak. Seyircilerin tepki gösterdikleri konu fiyatlar idi ama o konu o sene bizim sorumluluğumuzda değildi. Parkorman tüm yiyecek ve içecek satışını


gerçekleştirdi ve bizim tavsiyelerimize rağmen fiyatları o şekilde belirledi. Biz daima konserlerimizde ve festivallerimizde ki 1 sene önce yaptığımız Summer Rocks ta olduğu gibi fiyatlara çok özen gösteriyoruz ve en makul seviyede tutuyoruz son festivalde olduğu gibi ama o sene olay bizim dışımızda gelişti. Asuman: Parkorman’dan neden vazgeçildi? Forumlardaki söylentilerden benim bildiğim havuzla ilgili bir civarında. İnsanlardan iyi ya da kötü rezillik yaşanmış, doğru mu bu? mekân konusunda nasıl tepkiler geldi? Adil: Hayır havuzla ilgili bir rezillik ya da sorun olmadı sadece bira fiyatlarına tepkili arkadaşlar küçük bir eylem yaptılar son gece onda da havuzu rezil etmekle tehdit ettiler. Parkorman devlet arazisi ve bazı şirketler tarafından kiralanarak işletiliyor ve son kiracının sözleşmesi 2008 sonunda bitti, şu an mekân halen kapalı ve yapılacak ihale ile yeni kiracıya verilecek. 2009 yılında Parkorman’da olmama nedeni tamamen budur ki biz orada pek çok konser de gerçekleştirdik maalesef İstanbul için bir kayıp oranın kapalı olması.

Adil: Yukarda anlattığım gibi konaklamalı festival için uygun olan ve daha önce benzer işlerin gerçekleştirildiği iki mekân da (Parkorman ve Sarıyer Mehmet Akif Korusu) 2009 yazında aktif olamadığı için bizim araştırmalarımızda tam anlamıyla işi yapacak bir yer bulmak konusunda sonuçsuz kalınca konaklamasız olarak merkezi bir yerde yapma kararı aldık. Alan senin de söylediğin gibi konser için çok uygun da olsa konaklama için uygun değildi; bu yüzden karamız konaklamasız olması yönünde idi ama çok fazla talep geldi ve sonuçta bunları dikkate alarak sınırlı sayıda da olsa özellikle şehir dışından gelen arkadaşlara yardımcı olmaya çalıştık tabi alan müsait olmadığı için tepkiler, olumsuz eleştiriler geldi; ama geçen sene aldığımız tek olumsuz tepkide bu konuda idi ama çoğu katılımcı durumun farkında olduğu için gene de festivali desteklemeye devam etti.

Asuman: 17–19 Temmuz 2009 tarihleri arasında Uni-Rock 2 Maçka KüçükÇiftlik Park’ta gerçekleşti. Mekân; festival için güzel olsa da kamp için bana göre çok uygun bir yer değildi, beton zemini yüzünden çadır kurmak zor olmuştur ve yerin küçük olması yüzünden de sınırlı sayıda kamp bileti vardı. Şehir dışından gelenler açısından bazı zorlukların olduğunu biliyorum. Alter- Asuman: Festival alanında yurtdışından natif kalacak yer olarak otellerle de gelen izleyiciler de vardı bu da hoş anlaşılmıştı diye hatırlıyorum Taksim bir görüntüydü. Yurtdışından insanlar


mutlaka iletişime geçip bilgi almak istiyorlardır. Genel olarak beklentiler ne yönde oluyor? Neler soruyorlar? Yurtdışından katılımın artması için neler yapılabilir? Adil: Genelde yaptığımız konserlere ve festivallere gelen yabancı arkadaşlar Ortadoğu ülkelerinden ve Bulgaristan, Yunanistan gibi komşu ülkelerden oluyor. Line up konusunda olumlu tepkiler alıyoruz, ilk sene festival ortamı içinde öyle idi tepkiler ki gün geçtikçe yurtdışından gelen insan sayısı artıyor. Festivali tanıtmak içinde gelme potansiyeli olan ülkelerde belirli çalışmalar yapıyoruz mesela Bulgaristan’da bir radyo programı ciddi anlamda tanıtım yapıp destek verdi gene aynı şekilde Ürdün merkezli ama tüm bölgeden üyeleri olan bir webzine katkıda bulundu. Ve en önemli gelişme de bu senenin sonunda İngiliz Metal Hammer’da 4 sayfalık bir yazı olarak yer almamız oldu ki büyük ölçüde olumlu bir yazı idi. 2010 içinde bu çalışmaları genişletmek üzere bazı diyaloglara başladık.

ground ve daha önce gelmemiş gruplar şeçilmişti katılımın UNIROCK kadar olmayacağını biliyorduk zaten aslında beklentinin çok da altında değildi yinede daha fazla olmasını beklerdik o gruplar için ama bakalım seneye umarım hak ettiği katılımı yakalar bu tek günlük fesAsuman: 3 Ekim 2009’da yine Ma- tivallerde. çka Küçükçiftlik Park’ta tek günlük Uni-Rock Extreme Festival yapıldı. Asuman: 2–3–4 Temmuz 2010’da Kalmah’ın son anda iptal olması yani gerçekleştirilecek olan 3. festival için ileri bir tarihe ertelenmesi gerçekten mekân belirlendi mi? üzücü bir olaydı. Gördüğüm kadarıyla ilk 2 festivale göre daha az sayıda Adil: Mekân ile ilgili çalışmalar devam katılım vardı. 1 günlük festival olası ediyor, ilk seneden daha iyi bir ortam dolayısıyla şehir dışından çok fazla olması için uğraşıyoruz ve bu sene katılım olmadı sanırım. Sence sebep öncelikli konumuz da bu zaten. ya da sebepler nelerdi? Asuman: Immortal’ı 2010’da Türkiye’de Adil: UNIROCK EXTREME bize sürekli görecekmişiz gibi söylentiler var fogelen talepler doğrultusunda hazırlanan rumlarda. Doğruluk payı var mı? Bize bir line up a sahipti yani daha under- 2010 Uni-Rock line-up konusunda bi-


raz ipucu vermen mümkün mü?

olan biri olarak söyleyebilirim ki ciddi bir gelişme var ama her yerde olduğu gibi bu gelişmenin sonuçlanması sadece bizlerle alakalı değil, ülkemizin genel durumu da her şeyi olduğu gibi bizim tarafımızı da etkiliyor ama genel olarak olumlu bir gelişme olduğunu söyleyebilirim.

Adil: Her zaman büyük gruplarla ilgili bu tarz söylentiler çıkıyor bizle ilgili bir durum değil onu söyleyebilirim. 2010 line up içinde şu ana kadar anlaştığımız bazı gruplar var ve bunlardan bazıları daha önce gelmemiş ve uzun zamandır beklenen gruplar, bu sene daha önceki yılları aşmak için uğraşıyoruz şu anki Asuman: İleride daha büyük organizagidişatta bunu gösteriyor şu an için syonlara ev sahipliği yapabilecek ülke sadece bu kadar ipucu. potansiyeli var mı Türkiye’de yani? Asuman: Hadi bakalım çatlayalım meraktan bir süre daha. Çeşitli sebeplerle hep organizatörlere yüklenilir, eleştiriler yapılır. Sen izleyici hakkında ne düşünüyorsun?

Adil: Kesinlikle var tabi az önce dediğim gibi ülkenin genel durumu da buna izin verirse ki umuyorum bu konuda daha büyüklerden biri UNIROCK olur.

Asuman: O zaman bizlerde desteklemAdil: Sonuçta tüketici olan para verip eye devam ediyoruz olacağız. Samimi karşılığını bekleyen izleyici ve tabiî ki or- cevapların için çok teşekkür ediyorum. ganizasyonu eleştirecekler; ama sadece şunun farkında olmalarını isteyebilir- Son olarak Unirock biletleriyle ilgili im, dinlediğimiz yapmaya çalıştığımız açıklamayı da ekleyelim ve bitirelim… işlerin temeli olan müzik bu ülkede cidden zor şartlarda gerçekleşen bir tarz 25 Kasım’dan itibaren sadece ve bunun içinde Avrupa standardına aşağıdaki satış noktalarında UNIROCK ulaşmak zaman alacaktır ki artık FESTIVAL’in sadık katılımcılarına organizasyonlarımız gruplarımız bu yönelik yalnızca ‘300’ adet bilet satışa standarda çok yaklaştı gene de eksikler sunulacak. İndirimli biletlerin fiyatı komvar o yüzden bu detayların farkında bine 50 TL, süper kombine 90 TL (tüm olarak eleştiri yaparlarsa herkes için etkinlikler sahne önü) olarak belirlendi. daha yapıcı olacaktır. Bilet fiyatına konaklama dâhil değildir. Bu biletler tükenene kadar herhangi bir Asuman: Türkiye’de metal müzik iyi bir grup veya mekân açıklanmayacaktır. yerde mi? Ya da iyi bir yere doğru gidiyor muyuz? Hem gruplar hem de izley- İndirimli Bilet Satış Noktaları: iciler açısından müzikle hep iç içe olan biri olarak gözlemlerin neler? HAMMER MUZIK (KADIKOY) DOROCK BAR (TAKSIM) Adil: Bazı gelişmeleri her ne kadar KIRKE MUZIK (BAKIRKOY) geriden takip etsek de ciddi bir gelişim PENA MUZIK (BESIKTAS) içindeyiz. Gruplarımız daha profesyonel işler çıkartıyor, daha fazla konser olmaya başladı, festivaller düzenleniyor Hazırlayan: Asuman Ortaç ki 15 yıldan fazladır bu ortamın içinde


MOSH PIT PROJECT Özgür Çakıcı (free) - vokal Ömer Beyazıt (samara) - gitar Serkan Bakır (kickass) - davul Onur Ağar (zero) - Bass gitar


—öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Hemen sorularıma geçmek istiyorum. 2008 de kurulmanıza rağmen çok hızlı bir giriş yaptınız. Bize grubun nasıl kurulduğundan bahsedebilir misiniz?

Özgür: hardcore ile ben tanışmadım; o geldi beni buldu! Kulağıma ilk taktığım şarkı sanırım radical noise burn in fire’ di (1999). Zehir kana bulaştı ve o zamandan beri benim için müzikten öte yaşam biçimi oldu.

Ömer: grup çeşitli eleman değişikleri sonucu 2008 Ocak ayında kuruldu. İlk coverlarla başladık sonra EP için besteler yaptık. Ekimde de 2008 EPyi çıkardık ve çeşitli organizasyonlarda yer aldık. Daha sonra grupta bir eleman değişikliğine daha gittik nwsden onur ağar basa geldi ve bende bastaki görevimden elektroya transfer oldum. Oluşumumuzu tamamladıktan sonraki hızlı yükselişimizi de EP deki şarkılara bağlıyoruz.

—Mosh pit project ismi nasıl ortaya çıktı?

—bu kadar kısa sürede iyi işler yapmanızın altında bireysel başarılarınızın da yattığını düşünüyorum, peki her birinizin müziğe ve Hardcore a başlaması nasıl oldu? Ömer: müziğe lise yıllarımda cover çalarak başladım daha sonra çeşitli ıvır zıvır gruplarda elektrogitar çaldım. Bir gün grubumda basçı sıkıntısı oldu ve beni basa dâhil ettiler. Ve bir konserde o zamanlar sadece cover çalan Mosh Pit Project ile tanıştım. Hardcore ile tam anlamıyla tanışmam da böyle oldu. Gruba basçı olarak dâhil oldum ve en sonunda asıl enstrümanım olan elektroya tekrardan döndüm. Serkan: müziğe lisedeki grubumla başladım. Kısa sürede arkadaşlarımla daha farklı şeyler yapmak istedik. Millet alternatif çalarken biz sepultura - mudvayne - slipknot coverlamaya başladık. Daha sonra ağabeyim hatebreed şarkıları koydu önüme ki Mosh Pit ile tanışmamla neredeyse aynı zamanda oldu bunlar. Sonra geldim İzmir’e ve free sayesinde daha fazla şey kattım Hardcore bilgime. Şuan sıkı bir Hardcore davulcusuyum. Onur: valla ortaokuldan beri metal ve hardcore un içindeyim. Bu da yaklaşık 17–18 yıl öncesine dayanıyor. O yıllarda Megadeth, Metallica, Antrax, Faith no more, Biohazard ve Meshuggah I, özellikle Pantera çok dinlerdim. Lise yıllarında Machine Head, Fear Factory, Earth Crisis, Strife, Suicidal Tendencies gibi gruplara daldım. Lisede ilk kez bir grupta bas çalmaya başladım (1995). 1997 de Notwithstanding’ i kurarak Metal ve Hardcore birikimimi şarkılara aktarmaya başladım. Ve de hala devam ediyor.

Özgür: grubu kurduktan sonra bir isim gerekiyordu. Türkiye’de bir şeyler yapmak istiyorduk daha önce el atılmamış belki de kimsenin atmaya cesaret edemediği ya da bilmediği bir şeyler. İsminde bu doğrultuda olmasını istedim. Arkadaşlarıma sundum ve onayı aldık. Ömer: bizim yaptığımız olay da o zaten Mosh pit projesine bir gün birçok insan dâhil etmekti. Bu insanlar, hardcore a bizim ile başlayabilecek kitlemiz olabilir diye düşündük. Serkan: MPP nin anlamı “güdümlü patriot füzesi”. Bir ara Mosh pit fury diye değiştirelim demiştik; ama project kulağa daha iddialı geliyor onun dışına çıkmıyoruz ve zaten çıkmak da istemiyoruz. Mosh pit project sıkı bir sinir bizim için. This is our war! —sizinde bildiğiniz üzere Türkiye’de ve İzmir’de çok fazla hardcore grubu yok bunu neye bağlıyorsunuz? Serkan: hepsi ibiş de ondan! Hardcore öyle bir şey ki bu işin altına girmek her baba yiğidin harcı değil. Sahnedesin ve 30 dakikada ölmüş bitmiş bir haldesin. Adamı bu hale getiren başka bir tarz var mı ki? Onur: beceren yok tabiî ki! Çoğunluk solo atıp ego tatmini yaparsa müzik yapan da olmaz. Hardcore yapan hiç olmaz daha net söyleyeyim. Bir zaman tüm davulcular kendini Mike Portnoy sanıyordu. Şimdi Chris Adler. Özgür: herkeste ruh yok olan şey de zaten tuz ruhu. Hardcore söyleyeceği şeyi en ufak çarpıtmadan tam burnunun üstüne söyler. Bunu yapmak biraz zor iştir. Ünlü düşünür Serdar Ortaç’ında dediği gibi binlerce dansöz var. —ben hardcore u çok farklı bir yere koyuyorum. İnsanların içindeki şiddeti daha farklı dışa vurması gibi! Sizin bu konudaki tanımınız nedir? Ömer: şiddet değil de ona nefret desek daha doğru olur. Hardcore nefret müziğidir. Hardcore yapanların yanlış olan düzene, sisteme her za-

man söyleyecekleri vardır ve bunu direk sözlerine ve gitar rifflerine yansıtır. Onur: lafı gevelemeden düşmanını ağzına vermek denilebilir. Serkan: hardcore mu? Gözümün içine bakman yeterli olacaktır! —sizce toplum hardcore u nasıl görüyor? Sizin tanımladığınızdan farklı mı yoksa aynı doğrultuda mı gittiğinizi düşünüyorsunuz? Onur: topluma paralel gitmek diye bir şey yok, tam tersi direk ortadan toplumu kesmeye geldik. Ömer: yolda yürüyen adamı durdurup hardcore nedir diye sorsan sana bir porno kategorisi olduğunun cevabını verir. —2 Mayıs da yapılan hardcore\ punk day konserinde yer aldınız. Bu sizin için nasıl bir deneyimdi? Punk hakkında ne düşünüyorsunuz? Hardcore ile bağlantısı nedir? Ömer: İzmir’den arkadaşlarımız olan SOYGUN grubuyla bir şeyler yapmak istiyorduk. Hardcore ve punk ın kardeşliği adına. Ve bizi böle bir organizasyona davet ettiler. Düşünmeden kabul ettik. Güzel bir konserdi iyi arkadaşlıklar edindik. Özgür: punk kültürünün protest tavrının nefretle birleşimine hardcore diyoruz biz. Onur: anlatacak bir şeyi olan her müziğe varım ben. Bir şeyleri değiştirmeye çalışsın yeter. Serkan: punk day! Sıkı bir gündü. İzmir’de hep metal altyapılı gruplarla çalmak bir yere kadar güzel! Arada punk grupları ile yer almak insana huzur veriyor açıkçası. Bizim kandan ne de olsalar :) —dünyadaki hardcore piyasasıyla Türkiye’dekini kıyasladığımızda ne gibi avantajlar ve dezavantajlar var? Serkan: tek avantajı Türkiye’nin bu müziğe aç olması! Onur: bence avantaj yok. (Türkiye’de) zaten biz zoru seviyoruz. Ömer: bizim ülkede en büyük avantajımız hardcore u çok az grubun yapmasıdır. Onur: ama sorun yapan az ve dinleyen de az!


—hardcore geleceğini nasıl görüyorsunuz, sizce bu müzikten para kazanılabilinir mi? Onur: geleceği belirleyecek olan para değil. Hiçbir zaman iyiye gitmeyecek olan dünyayı ne kadar rahatsız edersek o kadar başarılı olur Hardcore. Ömer: Türkiye’de hardcore a öncülük yapan nadir gruplardan olduğumuzu düşünüyoruz. Umarız ilerleyen zamanlarda yeni hardcore grupları ortaya çıkacaktır. Buna öncü olursak bizim için gurur kaynağı olur. Dünya’da ise zaten hardcore belli bir seviyeye gelmiş daha da öteye gider gibi. Her şeyden önce biz bu müziği sevdiğimiz için yapıyoruz. Para kazanma konusu ise bence biraz şans biraz çalışma işi! —underground piyasası hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Özgür: underground dediğimiz piyasa keko metallerle dolu maalesef. Pek iç açıcı görmüyorum. Onur: yeah Manowar.

:)

Alice

Cooper,

Ömer: özgün bir şeyler yapan ve günümüz müziğine yakın müzikler yapan gruplar zaten farkını ortaya koyuyor. Diğer gruplar ise bir gün bir şekilde siliniyor. —yeni bir grup olmanıza rağmen “get this fury” adlı demonuzu çıkardınız bile ve beste çalışmaları tam gaz devam ediyor. Besteleri nasıl tamamlıyorsunuz? Yani sözlerin yazılısından kayda kadar geçen süreç nasıl anlatabilir misiniz? Ömer: get this fury de benim gitar riffleri ile free’ nin ağzından çıkan melodiler etkili oldu. Kaydı stüdyo ege de aldık; ama artık davul kaydı hariç zeronun home stüdyosunda her şeyi hallediyoruz. Serkan: get this fury... Yazın sıcağında herkes tatilde karı kızla eğlenip denize girerken bizim stüdyoya girip kıçımıza kadar terlemesiyle çıkan ve çıktığı günden beri de hala etkilerini gördüğümüz yumruğu masaya koyan bir EP dir. Fedakârlık, hırs ve azim birleşince get this fury çıkıyor bizden. Şimdi daha fazlası var! Sanırım patlamaya tekrardan hazırız. —yeni projelerinizden bahsedebilir misiniz? Mesela albüm ne zaman? Yabancı piyasaya açılma gibi bir düşünceniz var mı? Eski röportajlarınızın birinde bir şarkınıza klip çekmeyi planladığınız yazıyordu klip gelecek mi? bu konu hakkında

ne gibi planlarınız var? Onur: yeni şarkı bu hafta hazır olacak. Arkasından klip. Ömer: şu an en büyük hedefimiz bestelerimizi ve düzenlemelerini tamamlayıp kaydetmek ve elimize almak. Albümü yurtdışından bir şirketle çıkarmak istiyoruz (umarız bu hayal gerçek olur).

Özgür: grubun tecrübe kazanmasını sağlayan en büyük konser. Alnımızın akıyla çıktık. Serkan: Uni-rock MPP nin en iyi performansıydı bence. Line Up da tek hardcore grubu olmak zaten mecburen bunu gerektirdi. Çıktık sahneye ve yıktık. Başka bir şey söylemek yersiz! Amfi patlatan tek grubuz!

Serkan: önümüzdeki en önemli proje albüm. Albüm için çalışmaya başladığımızı gösteren; onu temsil eden; bir beste çok yakında myspace de yayınlanacak. Daha sonra besteleri bitirip tekrar uzun bir kayıt sürecine geçip bir şirket bulacağız. Burada da şans faktörü devreye giriyor. Trustkill bizi keşfedebilir :)

Ömer: hah evet bir amfinin tüplerini yaktım ve kafa değişti ahah.

Özgür: yabancı piyasa biraz şans ve büyük ölçüde bağlantı işi olduğunun altını çizelim. Kendimize güven biliyorsunuz ki sonuna kadar!

Ömer: Dünya’da en çok çıkmak istediğimiz festival her zaman geyiğini yapsak ta gerçek bir hedeftir. HELLFEST!

—ilk besteniz olan “revolt” tan bahsetmek istiyorum. revolt nasıl yazıldı ve bize neyi anlatıyor?

Onur: HC kardeşlerimizle olacağımız herhangi bir festival bizim için mükemmel olur.

Onur: tav olduğumuz şeylere isyan. Dayaklan MPP!

—Uni-rock tan bir önceki gece Dorock’ taydınız İstanbul’daki hardcore izleyicisini nasıl tanımlıyorsunuz? Aldığınız tepkiler nasıl?

Serkan: vokaller, gitarlar ve davullar baştan aşağı sizde kalkıp ayaklanma hissi uyandırmıyor mu? Ömer: revolt bir hışımlık bir ilham sonucu 10 dk da rifflerini yazdığım bir beste. Sözleri free yazdı mikrofon onda. Özgür: Çimlerde otururken Samara MP3 ü verdi bir dinlesene şeklinde. Bunu dinledim ve şimşekler çaktı bende. Şarkıya giriştik özet olarak asla pes etme ve her olaya karşı başını dik tut tarzında sözler yazdım. Ve ayaklanmamızı başlattık. Ömer: Uni-rocktaki sloganımız güzeldi; ama bu şarkı bir şeylere ayaklanmak içindi! Canınızı sıkan ne varsa ona ayaklanın! —Uni-rock oylamalarına katıldınız; birinci oldunuz ve festivalde yer aldınız. İnternette yapılan birçok yorumda en iyi gruplardan biri olduğunuz söylendi. Siz kendinizi nasıl yorumluyorsunuz? Size olan tepki nasıldı? Kısaca Uni-rock nasıl bir deneyimi? Bize anlatabilir misiniz? Ömer: Uni-rock bizim için önemli bir tecrübeydi. Bizim çıktığımız saatte seyirci az olsa da biz soundumuz da performansımızla bir şeyler anlattık. Angela (Arch Enemy) ile tanışıp samimiyeti ilerletmek de isterdim ayrıca; ama nasip değilmiş.

Onur: arkamızda 2 amfi leşi bir de trampet leşi bıraktık. Yeterince açık! —Dünya çapında en çok yer almak istediğiniz festival hangisi?

Onur: Dorock çok iyiydi. Ben daha çok zevk aldım Uni-rock’ a göre. İstanbul’da az da olsa daha belirgin bir HC piyasası mevcut. Bunu hissettik diyebiliriz. Insistence çok misafirperverdi, iadeyi ziyarete gelecekler. Özgür: evet hepsi altın çocuklar. Ömer: Dorock’ taki organizasyon İstanbul core crew öncülüğünde gerçekleşti. Insistence ile sahne aldık ve çok memnun kaldık. Yine bir konserden güzel dostluklar çıkardık. (Çato’ya stüdyosu için ayrıca teşekkürler. Hücum kayıt yaptım da konserden sonra.) Serkan: güzel zaman geçirdik Dorock da. Hardcore tayfasından yeni insanlar tanıdık. Insistence! Çok kafa adamlar! Samara hücum kayıt bense ancak pilot kayıt yapabildim :( —genellikle çoğu grup bir gruptan esinlenir, sizin örnek aldığınız bir grup var mı ya da beraber çalmak istediğiniz? Onur: ben notwithstanding i beğeniyorum :) Serkan: ben Iron Maiden’ den çok etkileniyorum. Dinledikçe sinir olup, cinnet geçirip davul yazıyorum o


öfkeyle. Ömer: elbette gruplardan etkileniyoruz; ama ortaya çıkan ürünlerimiz saf hardcore MPP ürünleridir. Dünya’da takip ettiğimiz gruplar hatebreed (her ne kadar son albümde değişseler de) terror, biohazard, madball, earth crisis... Ben hala ilk hatebreed ile çalmak isterim. —bir süre önce çalıştığınız elektrocunuz değişti yerine notwithstanding den onur geldi. Bu duruma grubun bakışı nasıl? Ve onur bu durum nasıl gelişti? Ya da ayni tarzdaki iki grupta çalmak nasıl bir his bize açıklar mısın? özgür: zeroyla müziğimizin kesinlikle ilerleyeceğini düşünüyorum. Çok iyi bir müzisyen kendileri. Hastasıyız ailecek. Seviyoruz aşığız ulen :) Serkan: Zero... çıktığımız her konserde benim için daha bir iyi çalma zorunluluğu hissini uyandıran grup elamanım! Ömer: notwithstanding’ ten tanıyorduk zeroyu. İlk alternatif olarak arkadaşlarıma yönelttim kabul ettiler. Onur abiye teklifte bulunduk sağ olsun kırmadı bizi ve bizle inanılmaz bütünleşti. Kısa sürede eskisinden kat kat daha iyi olduk. Ben de elektrogitar görevinde daha mutluyum artık. Ayrıca Zero gerek müzisyen yönü gerekse kişiliği ile gerçekten örnek aldığımız bir ağabey. Onla çalışmak büyük mutluluk. Onur abi kadromuza katıldığında şu yorumda bulunmuştum: aramıza hoş geldin ağabey. Artık biziz; MPPyiz! Onur: MPP ve NWS aslında çok farklı 2 grup. NWS 11 yıldır var olan ve de var olacak bir grup. MPP de bu yolda sağlam adımlar atan bir grup. MPP de çalmak ve bir parçası olmak zevk ve gurur veriyor. Bu işi hep gönülden yapan insanlarla yaptım. Zaten başka türlü olsa devam ede-

mezdim. MPP kardeşler ile kavgaya yeni bir boyut geldi. NWS bu kavgayı başlatan çok eleştirilen; ama hiç yılmayan bir gruptu. MPP’yi de yıldıracak baba yiğit zaten yok! —zeytinli rock festivaline ve rock A ya başvurularınız kabul edildiği halde neden katılmadığınızı öğrenebilir miyiz? Ömer: 2 festivalde de güneşin alnı bir zamanda sahne alma ve hiç bir masraf karşılama şartları yoktu. Ayrıca organizatörlerin bizle olan ukala konuşmaları hiç hoşumuza gitmedi. MPP de kendini ezdirecek bir grup değil. Bunu onlar da anladı! Ve çıkmadık. Daha sonra bu aldığımız kararların ne kadar doğru olduğunu anladık. Çünkü organizasyonların hatalarla dolu olduğunu duyduk. Serkan: zeytinli festivalinde myspace sahnesini bize layık gördüler kabul etmedik. Rock-a da çıkış saatinde anlaşamadık. Rock-a ile anlaşmak gibi bir derdimizde yok. Çok sorun değil o sahnede yer almamız ya da yer almamamız. 16 yaşındaki bebeler ahkâm kesiyor! Menajerimizle net olmayan konuşmalar yapıyorlar. Zaten festivalin durumu ortada fazla bir şey söylemeye gerek yok! Doğru kararlar veriyoruz! —protest tavrınızın yanı sıra çok sempatik ve eğlenmeyi bilen bir grupsunuz. Müzik dışında nasıl vakit geçiriyorsunuz? Onur: ben boş vakitlerimde Free ve Sekoya pes dersi veriyorum. Ömer: müzik dışında ne yapıyoruz? Ben Ege iktisatta öğrenciyim, Seko da DEÜ Almanca Öğretmenliği. Zero abi çalışan adam. Free is free . Eğlence olarak da Alsancak’ta takılıyoruz. Serkan:

boş

zamanlarımda tiyatro, bale ve yoga yapıyorum. Ömer: hah counter serverımız var. Counter strike oynuyoruz.

Özgür: dostlarım free der.

bana

Özgür: basketbol manyağıyım ve koyu bir LAKERS TARAFTARIYIM!

Serkan: bir kere free nin peder bana Selahattin demişti :) Ömer: benim adım corehan (Korhan) olmalıydı diyip iğrenç bir espri yapayım.

—hepinizin bir lakabı var bunların nasıl ortaya çıktığını açıklayabilir misiniz?

—son olarak dinleyicilerinizden ne bekliyorsunuz onlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Ömer: benimki tamamen doğaçlama. Bir anlamı yok halkadaki Samara ben değilim.

Onur: dinleyicilerimizden Mosh bekliyoruz. Özgür: Mosh yapsınlar kaptırsınlar kendini adaletimize.

Onur: groundzero, zeronun yeri, her şeyin başladığı yer, bende başlar her şey, o yüzden zero benim! Serkan: davul çalma stilim KICKASS. Ömer: freeye sormaya hacet yok adıyla bütünleşiyor. —eğlenceli bir anı olması adına birbiriniz hakkındaki yorumları alabilir miyiz? Serkan: Samara ya Ömer dersem kızıyor.

Röportaj için çok teşekkür ederiz. Başarılarınızın devamını dileriz, tekrar görüşmek dileğiyle. MMP: Karanlık Oda’ ya bize yer ayırdığı için teşekkürler! Röportaj: Özge TOMAN


KARANLIK ODA VIZYON!

2012 Uzun zamandır beklediğimiz, reklamlarını görüp “uu! Wuu! Oha! Süper!” diye tepkiler verdiğimiz film sonunda vizyona girdi! Heyecan içinde başlamasını beklerken az çok neler olacağını kestiriyordum, ama bu kadar sağlam olacağını tahmin edememiştim. Görsel efektler, gerçekte olabilecek her şey resmen yaşatılmış. Sadece bazı yerler saçma geldi… O kadar büyük bir alev topunun içine giren uçak o sıcaklıkta metal yığınına dönmesi gerekirdi? Otobüs yarığın içine girdiğinde o herif otobüsün içinde olduğu halde nasıl oluyor da çıkıyor içinden? Bir kerede ya öldürün şu herifleri ya da yarığa giren arabalar hiç olmasın… Duygusal yerlerde vardı, zengin babanın hayatı uğruna çocuklarını gemiye bindirmesi, yazarın çocukları ile olan bağı ve eski eşine olan aşkı, ölenler ve onların yakınları… Oları bir kıyamet de aynen olacaklar bunlardır. Fakat! Eğer dünya kabuğu yer değiştirirse o kadar kolay kurtulacağımızı sanmıyorum. Muhtemelen şuanda bile kurtulmak için uzaya gönderilecek gemiler hazırda bekletiliyordur. Eğer dünya o hale gelirse denizde yüzen 3 geminin hiç bir yere gidemeyeceği ortadadır…


Gerçek: Zenginler yaşar, fakirler ölür. Tabi sadece şanslı olanlar. Bu dünyanın kuralıdır, istisnalar haricinde. Filme göre Amerika dünyaydı ve Amerika yok olunca dünya yok oldu! Amerikan başkanı halkını bırakmayarak kahraman gibi gösterildi; ama şu an bir deprem olsa kendini kurtarmaya çalışacak ilk kişi Obama’nın ta kendisidir! Yanar dağın muhteşem bir şekilde patlaması, tsunamilerin şehri içine alması... Güzel sahnelerdi… Kameraların bu olayları uzak açıdan alması insanların öldüğünü hiç göstermedi… Buda +13 veya +18 ya da her ne haltsa ondan kurtarıyor filmi… Herkesin gidip sonumuzun nasıl olacağını görmesi gerekiyor… Dediğim gibi bazı yerleri saçma olsa da, bunlar gerçek! Belki 2012 belki 2112, bunlar olacak! Ve olduğunda kurtarılamayacak bir Dünya’nın belirsiz bir yönüne kaçmaktansa sevdiklerinizle son anlarınızı yaşayın derim ben! Hazırlayan: Güven Ceylan



AEGRIMONIA Geçtiğimiz sayıda kendilerine Dünya’da Metal yazı dizisinin üçüncü bölümünde yer vermiştik ve Güney Kıbrıs’taki metal müzik hakkında kafamızdaki soru işaretlerini cevaplandırmıştık. Bu sayıda da bizlere bu güzel projede yardımcı olan grupla, Aegrimonia ile gruba ve geleceğe dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik... Selam Aegrimonia, — Öncelikle bizlere “Dünya’da Metal Müzik” projesindeki yardımlarınızdan ve ricamızı kırmayıp bu röportajın gerçekleşmesine katkıda bulunmanızdan ötürü teşekkür ederim. Umarım her şey yolundadır. Bugünlerde nelerle meşgulsünüz? Aegrimonia: Biz de size bu proje sayesinde derginizde yer alma şerefini verdiğiniz için teşekkür ederiz. Haziran ve Ağustos aylarındaki yorucu ama eğlenceli konserler ve provaların ardından, yeni materyallerimiz üzerinde çalışmaya devam ettik. Şu anda da 2010’da çıkarmayı düşündüğümüz ilk demo albümün hazırlıkları da bitme aşamasında. — Grup 2008’de Rafael (davul), Stelios (bas) ve Elena (menajer & söz yazarı) tarafından kurulmuş. Yeni diyebileceğimiz bir oluşumsunuz. Grubun kuruluşuna dair sizi tanımak isteyenler ve merak edenler için biraz daha ayrıntı alabilir miyiz? O dönemde kurucular tarafından Aegrimonia fikri nasıl oluştu? Elena: ‘Aegrimonia’ ismi uzun süredir benim aklımda bulunan bir şeydi. Bu böyle sonsuza dek gidecekti, diğerleri (Rafael ve Stelios) de bu ismi beğenince ben de onlara kullanmaları için izin verdim. (Gülüşmeler) Rafael: İsmi kesinlikle sevmiştik. Grubun kurulum aşamasında Carpe Diem adlı farklı tarzda müzik icra eden bir gruptaydım. O grubu sevmeme rağmen müziğin de ötesinde bir şeyler olsun istemiştim. Stelios: ‘Aegrimonia’, düş kırıklığına ve sinir bozukluğuna yol açan her günün içinde enerjimizi toplayıp sağanak haline getirebildiğimiz bir şey. Rafael: Evet. Ben, Stelios ve Elena beraber bu yola baş koymaya ve ‘‘Aegrimonia” yı kurmaya karar verdik. Öyle görünüyor ki atabileceğimiz en iyi adım buymuş. — Kuruluştan bir süre sonra gruba iki gitaristin (Tasos ve Demis) katılmasının dışında merak ettiğim konu, Mia’nın gruba dâhil oluş süreci. Metal müzik piyasasındaki erkek egemenliğine (her şeyde olduğu gibi) rağmen, sizin onun brutal tonuna güvenerek bu

görevi vermeniz (üstelik yeni bir grup olmanıza rağmen) gerçekten büyük bir cesaret örneği. Kendisinin gruba dâhil oluş hikâyesi nedir? Ve onunla ilgili dinleyicilerden ve müzik otoritelerinden gelen tepkiler ve eleştiriler nasıl? Mia: Demis’i uzun süreden beri tanıyordum ve Elena bana grubun bir gitarist ihtiyacı olduğunu söylediğinde, kendisini onlarla tanıştırdım ve anlaşılan turnayı gözünden vurdular. Çünkü Demis çok yetenekli bir gitarist ve doku uyumu da kaçınılmazdı. Tasos da tam zamanında Rafael ve Stelios tarafından gruba ritim gitarist olarak dâhil edildi. Bana gelecek olursak; o dönem ‘Perfume of Darkness’ adında tüm üyeleri bayan olan bir metal grubunda vokaldim. Aegrimonia tarafından eğer ilgilenirsem onlara dâhil olma konusunda bir teklif geldi ben de hiç düşünmeden evet dedim. Uzun vadede Aegrimonia ile devam etmeye karar verdim ve Perfume of Darkness’tan ayrıldım. Şimdiye dek, hayranlarımızdan tabiri caizse ‘gaza getirici’ tepkiler aldık, onlar brutal vokal yapan bir bayanı gerçekten seviyorlar ve hatta sürekli demonun ne zaman çıkacağına dair e-posta lar alıyoruz. Tiana: Grubun brutal vokalde olduğu gibi clean vokal yapan bir bayanı da kadroya alma düşüncesinin sonucunda bir süre önce gruba dâhil oldum. Aegrimonia’da bulunmaktan gerçekten zevk alıyorum ve şu ana dek grupla birlikte yol almak inanılmaz keyifliydi. — Grubun ismi Latin kökenli ve ‘acı, keder’ gibi anlamları var. Peki, siz parçalarınıza bunu nasıl yansıtıyorsunuz? Ya da öncelikle şunu sorayım; ‘Neyden(lerden) acı duyuyorsunuz?’ (kurallar, düzen, varoluş…) Elena: Aegrimonia’nın Latincedeki anlamı bu; fakat grubun müziğinin bütününde bütünüyle bunu gördüğümüzü söyleyemeyiz. Sözlerin birçoğu da karanlık masallar, aşkın acımasızlığı, yalnızlık, yarının içindeki gizem vb. konuları içeriyor. Stelios: Durum aynen Elena’nın söylediği gibi. Bu soru bize daha önce televizyona çıktığımızda da soruldu. Benim cevabım da şu oldu “Hiçbirimiz üzgün insanlar değiliz”. Söyledikten sonra inanılması güç gibi geliyor ama aynı zamanda bu konuda verilebilecek en doğru cevap da bu. Demis: Tümüyle olmasa da bizi hüzünlü yapan bir şey olursa onu sözlerimiz arasında bir yere serpiştiriyoruz. Her şeye rağmen Elena bizim söz yazarımız ve hepimiz onun yazdıklarındaki duyguları paylaşıyoruz. Hepimiz içimizden geçen sözleri birbirimizle paylaşıyoruz. Mesela ‘Demon Spawn’ adlı parça, toplum tarafından dışlanan birinin ruhunun karanlık tarafını anlatan ve bizim bunu nasıl anlatacağımızı, yansıtacağımızı uzun uzun tartıştığımız bir çalışmadır.

Rafael: Bunun tamamıyla bizim hissettiğimiz bir şey olduğunu düşünüyorum. Yazdığımız tüm sözler gerçekten ruhumuzun derinliklerinden gelen ürünlerden oluşuyor. — Bu noktada grubun hem menajeri hem de söz yazarı olan Elena’ya da değinmek gerek; Kendisinin daha önce grup içersinde başka faaliyetleri var mıydı? Şarkı sözleri ve bestelerde diğer üyelerin konumları ne durumda? Mia: Elena harika bir söz yazarı, mevcut sözlerimiz onun birkaç yıl önce yayınladığı şiir koleksiyonunun birer parçası. Bizler bu grup sayesinde bir nevi aile olduk, bu yüzden yapacağımız her işi, her sözü gelecekte iz bırakmak için yapıyoruz. Demis: Kesinlikle, sözler muhteşem. Bu konuda grup içersinde tam anlamıyla bir bütünüz. — Dimmu Borgir, Moonspell, Lamb of God, In Flames, Dark Funeral gibi grupların parçalarını coverladınız. Myspace’inizde bir adet Moonspell cover(konserden) ve bir tane de kendi bestenizin(Castaway Soul) konser videosu mevcut. Kendi bestelerinizin şu anki durumu nedir? Sizi dinleyenler ne tür parçalarla karşılaşacak? Tasos: Moonspell coverı ‘Finisterra’ aslında bir radyo röportajı için kendimizi tanıtacak bir şeyler bulunması adına prova stüdyomuzda hazırladığımız bir parçaydı. Kendi parçamız ‘Castaway Soul’ da bağlı olduğumuz şirket olan Sinful Productions & Management’ın her yıl düzenlediği, bizim de konuk gruplara ev sahipliği yaptığımız organizasyon olan Metal Penetration’da çekilmiş bir video. Elena: Aegrimonia şu anda canlı performanslar için hazırladığı cover parçaları güncelliyor, aynı zamanda kendi şarkılarına da adım adım bitirmeye çalışıyor. Hayranlarımızın 2010’da dinleyecekleri çalışmamızdan memnun kalacağını ümit ediyoruz. Demis ve Rafael besteleri bir araya toplama, Aegrimonia’yı ilk dinleyişte fark ettirecek ifadeleri melodileştirme konusunda son derece sıkı bir çalışma halindeler. — Konser videosu demişken, kafama takılan bir husus var; o videoda, grup üyeleri gayet gündelik kıyafetlerle karşımıza çıkıyor. Müzikte, özellikle canlı performanslarda giyilen kıyafetler ve bunların melodiyle, şarkı sözleriyle oluşturduğu uyum ve hava, seyirciler ve grubun imajı için önemli bir kıstastır. Aynı zamanda vokalin önünde duran şarkı sözü sehpası da zihinlerde amatör bir görüntü çiziyor. Bu noktada, sizlerin bahsettiğim konuları da göz önünde bulundurarak ‘profesyonelliğe ve kaliteye’ bakış açısı nasıl? Mia: Bahsi geçen konsere giderken (Metal Penetration) – ki bu bizim ikinci


canlı performansımızdı- bizi en iyi şekilde gösterecek günlük kıyafetlerimizle gitmekte karar kıldık. İlk konserimiz MetaLmorphosiS Festival’de ise sahne kostümlerimizle çaldık ve her iki konser de sona erdikten sonra oturup bir imaj geliştirmemiz konusunda düşüncelere daldık. Ve birkaç gün önce de bu konudaki düşüncelerimizi yansıtan ön hazırlık fotoğraflarımızı tamamladık. Demis: Bir sonraki fotoğraf çalışmalarını dört gözle bekliyorum. Tiana: Bizi daha sağlam gösteren bu yeni tarzımızdan çok memnunum. Rafael: Umarız hayranlarımız grubun bu yeni görüntüsünden memnuniyet duyar, bizler çok memnunuz. (gülüşmeler) — Ülkenizdeki metal müzik üstatlarından geçer not aldığınızı biliyorum. Bu konuda onların size ve diğer yeni gruplara destekleri ne boyutta? Onlardan ne gibi yardımlar, tavsiyeler alıyorsunuz? Demis: Benim yerli camiadaki akıl hocam ‘Castaway Soul’ videomuzu youtube’ta izleyince beni aradı ve gerçekten beğendiğini söyledi. Bunun benim için anlamı çok büyüktü. Mia: Genelde, kendi metal camiamızın üstatlarından gerçekten güzel tepkiler aldık. Bizler onları örnek alıyoruz ve adanın metal tarihine ve buradaki tüm gruplara bıraktıkları mirasa saygı duyuyoruz. Onlardan gelecek herhangi bir görüş bizim için çok önemli. Rafael: Tüm yeni grupların onları örnek aldığına inanıyorum. Burada metal müziğin esamesi okunmazken onlar bu akımı burada başlattı. Her ne kadar gelen tepkiler saçma olsa da çoğu burada din karşıtı olarak gösterildi. Elena: Anlaşılan cahillik bir erdem değil. (gülüşmeler) — Ufukta yeni konserler var mı? Nerelerde, hangi organizasyonlarda sahnede olacaksınız? Elena: Sinful Productions, Noel vaktine doğru içinde ‘Under the Number’ ve henüz karar verilmeyen bir konuk grubun daha katılımıyla gerçekleşecek bir konser planlıyor. Bununla birlikte grup her zaman konser vermeyi arzuluyor. Gelecek planlarının arasında yurtdışında da konserler verme fikri var.

— Söylemek, eklemek istediğiniz başka herhangi bir şey? Aegrimonia: Baştan beri gerek sahne önünde gerek sahne arkasından desteklerini bizden esirgemeyen, bizlere inanan ve daima bu yolda bizimle olacak olan hayranlarımıza çok teşekkür ediyoruz. Özellikle Sinful Productions ve Pitch Black Records’a ayrı bir müteşekkiriz. Harika iş çıkartıyorsunuz millet. Her şey için teşekkürler. Bu da bizden hayranlarımıza; ‘Metal ile kalın!’.

Rafael (Davul)

Anket:

— Doğum Tarihi ve Yeri: — 28 Mart – Lefkoşa, G.Kıbrıs

Stelios (Bass) — Kullandığı Ekipman (Marka, Model): — Behringer bass, same brand equalizer — Doğum Tarihi ve Yeri: — 4 Ekim – Lefkoşa, G.Kıbrıs — En Beğendiği Gruplar: — Cradle of Filth, Moonspell, Dimmu Borgir, Lamb of God, Opeth

— Kullandığı Ekipman (Marka, Model): — Pearl target series II 22” drumbass, Tom 10”, Tom 12”, Tom 14”, Snare 14”, Ziljlian ZBT 16” crush cymbal, Solar by Sabian 14” hi hat cymbal, Sabian B8 12” splash cymbal, Camber 20” ride cymbal, Sabian AAX 20” ride cymbal, Sabian B8 18” china cymbal, Pearl P1001 double pedal.

— En Beğendiği Gruplar: - Opeth, Arch Enemy, Slipknot, Dreamtheater, Lamb of God, Dimmu Borgir — En Beğendiği Albüm: — Metallica - Kill em all — En Beğendiği Müzisyen: — Joey Jordison

— En Beğendiği Albüm: — Moonspell - Wolfheart

— Boş Zamanlarındaki Etkinlikleri: — Öğrenci

— En Beğendiği Müzisyen: — Steve Vai

— Vazgeçilmez İçkisi: — Bira

— Boş Zamanlardaki Etkinlikleri: — Üniversite Öğrencisi

— Vazgeçilmez Yemeği: — Spagetti

— Vazgeçilmez İçkisi: — Viski

— En İyi Aegrimonia Parçası: — Castaway Soul

— Vazgeçilmez Yemeği: — Yağda kızartılmış Tavuk kebap ve tzatziki

— En İyi Aegrimonia Konseri: — MetaLmorphosiS Festival

— En İyi Aegrimonia Parçası: — Demon Spawn — En İyi Aegrimonia Konseri: — Metal Penetration — Aegrimonia ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: —Finisterra’ nın tek provada üstesinden geldiğimiz vakit - Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmak İster?: — Cradle of Filth — İlk Aldığı Albüm: — Korn - Untouchables

— Aegrimonia ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: — İlk kez çaldığımız MetaLmorphosiS Festival - Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmak İster?: — Slipknot — İlk Aldığı Albüm: — Metallica – The Black Album — Son Aldığı Albüm: — Lamb of God – Wrath — Hayat Felsefesi: — Metal ruhunuzdadır, metal aklınızdadır, yaşam için metal

— Türkiye’den tanıdığınız, dinlediğiniz gruplar var mı? Varsa hangileri?

— Son Aldığı Albüm: — In Flames – Colony

Tasos (Ritim Guitar)

Mia: Episode 13’I gerçekten severek dinliyorum. Melodileri çok sağlam. Demis: Cenotaph’ı beğenirim. Rafael: Demis’e katılıyorum. (gülüşmeler)

— Hayat Felsefesi: — Ne istiyorsan onu yap ve kimsenin seni alt etmesine izin verme.

— Kullandığı Ekipman (Marka, Model): — PRS and Stagg — Doğum Tarihi ve Yeri: — 30 Ekim – Lefkoşa, G.Kıbrıs


— En Beğendiği Gruplar: — Arch Enemy, Cradle of Filth — En Beğendiği Albüm: — Lamb of God - Wrath — En Beğendiği Müzisyen: — John Petrucci — Boş Zamanlarındaki Etkinlikleri: — Öğrenci — Vazgeçilmez İçkisi: — Bira — Vazgeçilmez Yemeği: — Kıbrıs souvla — En İyi Aegrimonia Parçası: — Serpential Queen — En İyi Aegrimonia Konseri: — MetaLmorphosiS Festival — Aegrimonia ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: — Çok moralsiz olduğum bir günde yeni bir parça bestelemiştik. Bu gerçekten sevindirmişti beni. - Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmak İster?: - Arch Enemy - İlk Aldığı Albüm: - Dream Theater – Octavarium - Son Aldığı Albüm: - Cradle of Filth – Thornography - Hayat Felsefesi: - Her türlü bela, gitarın ve sesin her şeyi yok edebilir Demis (Lead Gitar) - Kullandığı Ekipman (Marka, Model): - Jackson guitar, Line 6 eq. - Doğum Tarihi ve Yeri: - 17 Ekim – Lefkoşa, G.Kıbrıs - En Beğendiği Gruplar: - Pantera, The Haunted - En Beğendiği Albüm: - Dark Tranquility - Damage done - En Beğendiği Müzisyen: - Joe Satriani - Boş Zamanlardaki Etkinlikleri: - Üniversite Öğrencisi - Vazgeçilmez İçkisi: - Bira - Vazgeçilmez Yemeği: - Kebap - En İyi Aegrimonia Parçası: - Demon Spawn

- En İyi Aegrimonia Konseri: - Metal Penetration - Aegrimonia ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: - Gece yarısı ücra bir yerde grup için fotoğraf çekimi yapmamız. Gerçekten çok eğlenceliydi. - Hangi Grup ile Aynı Sahnede Olmak İster?: - Lamb of God - İlk Aldığı Albüm: - Iron Maiden – Dance of death - Son Aldığı Albüm: - Ensiferum – From Afar - Hayat Felsefesi: - Kadınlar gelip geçicidir, müziğin ise daimi metresindir…

Mia (Brutal Vokaller) Doğum Tarihi ve Yeri: - 23 Mart –Lefkoşa, G.Kıbrıs - En Beğendiği Gruplar: - Arch Enemy, Soulfly, Opeth, Orphan Hate, Dark Tranquility - En Beğendiği Albüm: - Arch Enemy - Rise Of The Tyrant - En Beğendiği Müzisyen: - Mikael Åkerfeldt - Boş Zamanlardaki Etkinlikleri: - Satış Elemanı - Vazgeçilmez İçkisi: - Tekila kadehleri - Vazgeçilmez Yemeği: - Üzerinde peynir olan herhangi bir şey - En İyi Aegrimonia Parçası: - Suicide Note - En İyi Aegrimonia Konseri - MetaLmorphosiS Festival harikaydı and Aegrimonia ilk harika konserimdi. Ama teknik açıdan daha iyisi Metal Penetration konseriydi. - Aegrimonia ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: - Clean vokal yapan arkadaşımız Tiana ile ilk tanıştığım an. Onunla hemen kaynaştık. - Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmak İster?: - Arch Enemy - İlk Aldığı Albüm: - Nightwish - Once

- Son Aldığı Albüm: - Orphan Hate - Blinded illusions - Hayat Felsefesi: - Daima dışarı bak ve yeni benden kork

Tiana (Clean Vokal) - Doğum Tarihi ve Yeri: - 23 Nisan – Lefkoşa, G.Kıbrıs - En Beğendiği Gruplar: - Black Sabbath, Within Temptation, Cradle of Filth, Doors, Judas Priest - En Beğendiği Albüm: - Metallica - Master of Puppets - En Beğendiği Müzisyen: - Sharon den Adel - Boş Zamanlardaki Etkinlikleri: - Üniversite Öğrencisi — Vazgeçilmez İçkisi: — Absinthe — Vazgeçilmez Yemeği: — Tüm yemekler güzeldir — En İyi Aegrimonia Parçası: — Castaway Soul — En İyi Aegrimonia Konseri: — Metal Penetration — Aegrimonia ile Yaşadığı En Unutulmaz — Provalardan sonra videolarını izlemek - Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmak İster?: — Within Temptation — Aldığı İlk Albüm: — Judas Priest – Live in London — Aldığı Son Albüm: — Cradle of Filth - Nymphetamine — Hayat Felsefesi: — Zorluklar seni daha güçlü hale getirmek için vardır. Hazırlayan & çeviren: Oktay Ateş ısı:





NEAERA – Behind These Succesful men, a Ne- yapbozlarının eksik olan parçası olduklarını aera is Hidden! biliyorlardı. 8 Ocak ’10 tarihinde Level 5 organizasyonuyla İstanbul’a gelecek olan Death/thrash etkili alman metalcore grubu Neaera, 2003 yazında Münsterli death/grind grubu MALZAN’ ın da lead gitaristi olan Tobias Buck ile temellerini atmıştır. Tobias’ın kurma kararı aldığı Neaera, Hardcore, power metal ile İsveç metalin etkisine katılan daha agresif bir soundun farklı müzikal yönelmesiyle oluşumunu tamamlamıştır. Altı yıllık müzik kariyerini Omnicide – Creation Unleashed ile zirveye taşıyan Neaera’ i İnsistence beraberine Stüdyo Live sahnesinde izleme heyecanına ramak kala dursun bizler öncesinde kendilerini bir sayfalarımıza alalım ne dersiniz. Karşınızda Neaera… Planlarını başarabilmek için Toby, -gitar (I the Unlord, Malzan, Spout) ’98 senesi Münster yetenek yarışmasını kazanan yeni grup Spout’ ta hala birlikte çaldıkları davulcu Sebastian Heldt’ i ve ciddi bir grup tecrübesi bulunmayan vokal Benny Hilleke’ i (Benjamin “Benny” Hilleke) bir araya getirdi. Üçlü, şarkılarını oluşturup provalara başladı başlamasına; ama sonrasına kendileri, bir davulcuyla gitaristin, grup için amaçladıkları rafine agresif soundun yaratılmasında gerekli olan baskıyı geliştirmekte kafi gelemeyeceğinin farkına vardı. Sonuç olarak Toby, müzikal farklılıklardan dolayı gruptan (Malzan’ dan) ayrılan, Malzan grubunun kurucu lead gitaristlerinden Benjamin Donath’ ı - Bas (Malzan) yeni gruplarında bas gitarist olarak yer almak konusunda ne kadar istekli olabileceği sorusuyla kadroya davet etti. Teklifi düşünmeye gerek kalmayan bir hızla kabul eden Donath ile bir iki prova sonrasında gerçekleşen, grubun temel kadrosunun oluşumuydu. Güzel ilerleyişin eksik yanı grubun hala bir isme sahip olamayışıydı. Fakat ilk konserleri öncesinde Toby, grubu THE NINTH GATE adıyla çağırmaları fikriyle geldi ve nihayetinde ilk sahneye isimsiz çıkmaları an meselesi olan dörtlünün adı konuldu. Kasım 2003 senesinde THE NINTH GATE, ilk sahnesini Luna Barda/ Münster aldı. Seyircilerden aldıkları olumlu reaksiyonlar dışında grup ilk performansıyla pek bir şey elde edemedi. Soundlarını ve şarkılarını yeni bir seviyeye taşımakta eklenmesi mutlak olan parçanın,

Grup, yeni müzikal kapıları aralamak ve Hardcore partlarına ekstra vurgular katmak ve de metal rifflerini toparlayabilecek yeni melodilerle harmoniler eklemek adına yeni bir gitarist arayışına getirilen kanatın doğruluğunu onayladı. Kararın alındığı sıralarda dağılan MALZAN’ ın kurucu bas gitaristti Stefan Keller’ a - gitar (Ikonoklast, Pagan Angel, Malzan) THE NINTH GATE kadrosunda çalması Toby tarafından teklif götürüldü. Stefan aynı zamanda IKONOKL AST adında progresif/thrash etkili bir grupta gitarist görevindeydi; fakat aklında daimi yer alan Hardcore riffleri, şarkı örnekleri ve birçok core fikri onu ‘evet’ dedirtmeye itti ve nihayetinde THE NINTH GATE’ in orijinal kadrosu tamamlanmış oldu. Keller’ ın death metal etkileşimi ve sert riffleri, genç grubun yaratıcı çıkışını zenginleştirebilmesinde gerekliydi. Kemik kadronun oluşumuyla grup, konserlerde çalmaya ve şarkılar yazmaya devam etti. 2004 Şubat tarihinde Osnabrück /DOCMA-KLANG stüdyosuna giren grup bir outro ile birlikte tam tamına yedi parçalık bir demo CD kaydetti. Grup, DOGMA-KLANG stüdyosu yapımcısı Matze’ nin yaratabildiği dolgun sound sayesinde yeni materyallerini ulaştırabildikleri herkesten aldıkları olumlu tepkimeyle debut kayıtlarında harcadıkları eforun kendilerine başarının ilk adımlarını getirdiğini fark etti. Demonun açılış parçası Broken Spine’ ın, Münster/ the Sputnikhalle gibi bazı kulüplerde işitilmesi grubu onurlandıran oldukça keyifli olaylardandı. Grubun aktif kadrosunun kurulmasının neredeyse bir yıl sonrasında, 4 Nisan 2004 tarihinde son olarak Neaera’ nın hayal etmeye cesaret bile edemeyeceği bir gelişme oldu: METAL BLADE RECORDS tarafından kayıtları için sözleşme teklifi geldi. Teklif grubu fazlasıyla heyecanlandırdı heyecanlandırmasına; ama onların yapmaları gereken bir şey daha kalmıştı ki buda isimlerini değiştirmekti. Grubun tüm elemanları bu konuda hem fikirdi; çünkü herkesin hissettiği ortak nokta THE NINTH GATE adının icra ettikleri müziğe uymadığıydı. Bu vesileyle aralarında yapılan iki haftalık yoğun görüşme neticeye kavuştu ve sonunda düşüncelerine tam anlamıyla uyan ve de dinleyicileri ile aralarında iletişimi kurmakta ge-


rekli olan mesajları en iyi yansıtacak ismi bulundu. ‘NEAERA’, yunan mitolojisinde cinsel kölelik için satılan; hayatı boyunca mahkûm edilen; zulmedilip sömürülen kadın karakterin grubun felsefesine uyan ismiydi. 2009 senesini hızlıca gözden geçirdiğimizde grubun sene zarfında yüzlerce ülkede milyonlarca sahnede dengi gruplarla As I Lay Dying ful Avrupa turnesi ve de Heaven Shall Burn CD promosyon turu kapsamında yer aldığını görebiliyoruz. Ayrıca NEAERA, Wacken; Summer Breeze; With Full Force gibi namı yürümüş birçok festivalde de bulundu. Grubun 2007 yılı yayın albümü Armamentarium, Almanya’nın müzik listelerindeki yerini 65. sıradan başlayarak alması Metal Blade Records ile anlaşmalarının uzatılmasını sağladı ve dördüncü stüdyo albümleri, Omnicide – Creation Unleashed’ ın kayıt hazırlıkları başlatıldı. Ocak 2009 tarihinde Rape

of Harmonies stüdyosuna Omnicide – Creation Unleashed’ ın kaydı için giren grup helm.’ den yapımcı Alexander Dietz ile birlikteydi. Mix ve düzenleme işlemleriyse metal arenasının dünyaca ünlü düzenlemelerini üstlenen deha, Zeus elindeydi. Grubun özünde neyle ilgili olduğunu yakalamış yeni kaydın en iyi 10 parçası ROH stüdyosunda Zeuss işbirliğinde ortaya konuldu. İçerikte bir albüm için yapılması gereken brutal mosh partlar, agresif blastlar ve de kızgın melodiler, albüm hakkında yazılıp çizilen ‘cehennemsi ziyanı’ hakkıyla sunar nitelikteydi. Omnicide – C.U sözleri açısından ele alındığında ise NEAERA’ ın silahları kuşanıp politik ve sosyal birliktelikteki konuları daha çok bireysel yaklaşımlarıyla dillendirdiklerini işitebiliyoruz. İşin görsel sanat kısmı, Armamentarium albüm tasarımıyla mükemmelce yakalanan hüzünlü titreşimin sanatkârı, yakın arkadaşları Terje John-

sen tarafınca bir kez daha hazır edildi. Bu defada, Terje vahşi albüm adı ve acımasız lirikleri harmanlayan broşür ve şaşırtıcı tasarımıyla benzer etkilerin daha sertlerini gözler önüne sermeyi başardı. Grubun aktif kadrosu Herhalde az rastlanan kadrosal değişikliğin hiç yaşanmamışlığının NEAERA kadrosunda görebilmekteyiz. 2003- Sebastian Heldt - davul 2003- Tobias Buck - gitar 2003- Benjamin “Benny” Hilleke - vokal 2003- Stefan Keller - gitar 2003- Benjamin Donath - bas Diskografi The Rising Tide Of Oblivion Metal Blade Records 21 Mart 2005 ‘Anthems of Despair’, Rwandan Genocide anmak adına yazılmıştır. Kasım 2004 tarihinde Andy Classen tarafından Bühne/ Almanya’ da bulunan Stage One stüdyo-


sunda kaydedilmiştir. Albümdeki parçalar: 01. The World Devourers 02. Broken Spine 03. Anthem Of Despair 04. Walls Instead Of Bridges 05. Where Submission Reigns 06. From Grief... 07. ...To Oblivion 08. Hibernating Reason 09. Definition Of Love 10. Save The Drowning Child 11. Beyond The Gates 12. No Coming Home 13. The Last Silence Let The Tempest Come Metal Blade 7 Nisan 2006 ‘God Forsaken Soil’ parçasında Kevin Otto and Jacob Bredahl konuk vokal olarak yer aldı. Albümdeki parçalar: 01. Mechanisms of Standstill 02. Let the Tempest Come 03. Plagueheritage 04. God Forsaken Soil 05. HeavenHell

06. Desecrators 07. The Crimson Void 08. I Love the World 09. Paradigm Lost 10. Life Damages the Living 11. Scars of Gray Armamentarium Metal Blade Records 24 Ağustos 2007 İlk basım, grubun memleketi Münster’ de 19 Mayıs 2007 senesinden stokta bilet bırakmayan bir kalabalığa eşlik eden şovlarını içeren 61 dakikalık bonus canlı DVD kaydını da içermektedir. Yapımcı Jacob Hansen tarafından Hansen stüdyosunda (Danimarka) kaydedilmiştir. Albümdeki parçalar: 01. Spearheading the spawn 02. Tools of greed 03. Armamentarium 04. Synergy 05. Harbinger 06. In loss 07. The orphaning 08. The escape from escap-

ism 09. Mutiny of untamed minds 10. The need for pain 11. Liberation Omnicide-Creation Unleashed Metal Blade 25 Mayıs 2009 Albümdeki parçalar: 01. I Loathe 02. Prey to Anguish 03. The Wretched of The Earth 04. Grave New World 05. Age of Hunger 06. Caesura 07. Omnicide 08. In Near Ruins 09. The Nothing Doctrine 10. I am The Rape İletişim http://www.myspace.com/neaera http://www.neaera.com/ Hazırlayan: Ebru Ekşi



ARTILLERY Öncelikle merhaba. Bugünlerde neler yapıyorsunuz? Her zamanki şeyler işte. Provalarla, çalışmalarla ailemizle zaman geçiriyoruz. B.A.C.K. sonrası 10 yıl süren bir sessizlik dönemi oldu. Bu dönemde neler yaşandı? Morten ve ben bu dönemde yeni şarkılar yapıp performanslara katıldık. Ayrıca süre zarfı dâhilinde Artillery, iki konserde daha yerini aldı. Son olarak 2004 senesinde Flemming’ de sahne aldık. Carsten futbol antrenörü, Peter cep telefonu ile ilgili kendi şirketinde çalışıyor ve Artillery ile birkaç konserde (Wacken 2000) bulunmaya devam ediyor ve ben de kendi radyo programım olan “Terror Squad’ ı” sekiz yıldır devam ettiriyorum. Gördüğün gibi hepimizin güncel meşguliyetleri oldukça yoğun geçiyor.

Yeni vokalist Soren, gerçekten yırtıcı ve oturaklı bir sese sahip. Ancak eski elemanınız Flemming Ronsdorf da bazıları için bir heavy metal efsanesi. Ronsdorf ile yolların ayrılması ve Soren’in gruba katılması nasıl oldu? Canlı performanslarımıza katılmak istemeyen bir vokali eğer Artillery olarak devam etmek istiyorsak bünyemizde daha fazla tutamazdık. Bu nedenle bizim istediğimizi isteyen yeni bir vokal ihtiyacımızı Soren ile giderdik. Ve inan bana bu Artillery kariyerinde şimdiye kadar yaptığımız en iyi şey oldu. Soren’ in tekrardan kadroda çalışması yakın arkadaşlar olan bizler için oldukça haz verici diyebilirim. Yeni albüm When Death Comes’da topçu safları aralıksız bombalıyor. Ancak albüm beklentilerin de ötesinde bir sertlik ve agresifliğe sahip. Bunun nedenleri nelerdir? Sound ve prodüksiyondaki sertlik yapımcımız Soren Andersen’ in çıkarttığı mükemmel iş sayesinde kazanıldı. Onunla çalışmak oldukça kolay ve eğlenceliydi. Yeni albümün bir şarkısı var ki diğerlerinden farklı

olduğunu düşünüyorum. Rise Above It All’ un nasıl yaratıldığını duymak isterim. Bu şarkı, Morten’ in sunduğu riff fikirleri ve yaptığımız eski şarkıların esiniyle oluşturuldu. Rise Above It All, şuan ki açılış parçamız. When Death Comes’ ın 3 parçası sadece digipack versiyonlarında dinlenebiliyor. Fanların tüm parçalarınıza ulaşmasını kısıtlayan bu tarz uygulamalar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Aslında fanların tüm şarkıları bilmesi ve bunu onlardan işitmek çok hoşuma gidiyor; ama günümüzdeki bu uygulama çalıştığımız kayıt şirketlerinin yaptırımlarıdır! Farklı versiyon yayınların nasıl olacağına onlar karar veriyor. Fear Of Tomorrow ve When Death Comes’ ın kaydedilmeleri sırasındaki hissettiklerinizi karşılaştırınız. On Fear of Tomorrow’ de her şey yeniydi ve stüdyo kaydını birikmiş tecrübelerimizle gerçekleştirdik. On When Death Comes ise işin başında olan bizler için daha kolay gerçekleşti diyebilirim. 1985’deki Stüdyoların durumu şimdikilerden çok daha iyi! Ama temelde bir albüm yaratmak aynı güzel duyguları size hissettiriyor! 1989’da Sovyetler Birliği’ndeki turnenizin sona ermek zorunda kaldığını duymuştum. Bu olayın ayrıntıları çok ilginçtir eminim ki. Buradaki gençlerin hepsi çılgındı. Sahneye gelip bize genelini Rus bayrakları oluşturan çeşitli hediyeler vermişlerdi. Ama bu durum Rusya’ nın yetkilileri tarafından hoş karşılanmadı ve sonucunda batı decadent’ ler tarafından çağrılıp Rusya’dan atıldık. Bunlar yaşanmış olsa da bu turu unutmak bizler için imkânsız! Bu soruyu sormadan önce size bir şey fısıldamak isterim: Türk metal fanları pohpohlanmaya bayılır :) Soru da şu: Türkiye konseri ve İstanbul hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Gerçek şu ki; İstanbul gezimiz bizlerin en iyilerinden biriydi. Hem fanların tepkisi hem organizatörlerin sundukları destek muhteşemdi. Geri gelmekte pek bekleyemeyeceğiz sanırım!


Son yıllarda thrash metal piyasasında belirgin bir canlanma gözleniyor. Bu yeni dalga thrasherlarından bir favori grubunuz var mı? Bounded by blood, Evile ve Danimarka’dan Esence ve de Impalers gibi birçok grup yeni yeni piyasamıza katılıyor. Metal arenasındaki thrashin daim etkisini görmek muhteşem!

Fear Of Tomorrow ve By Inheritance arasındaki grupsal gelişim süreciyle, By Inheritance ile günümüz arasındakini karşılaştırırsak; son dönemde yapılanlar yeterli miydi? Grubun gelişimi kendini tekrar ve flashback lerden mi oluşmalı? Bunu kendi adıma söylemek oldukça zor! Bunu grup dışındakilere sormak bence daha uygun olur!

Geçmiş yıllarda heavy metale gönül verip son zamanlarda bundan vazgeçen insanlar tanıyorum. Eminim siz de aynı şeyle karşılaşmışsınızdır. Sizce bunun nedeni nedir? Buna neden belki fazla yaşlı olmaları ya da metal müzik icraatından fazla yorulmaları gösterilebilinir. Bazen yükselişler bazen de bu tip düşüşler yaşanır ve de yaşanacaktır; ama geleceğin iyiye gideceğini düşünüyorum.

Şimdi de ülkeniz hakkında birkaç şey sormak istiyorum. Danimarka gibi küçük bir ülkenin, heavy metal dünyasına hediye ettiği grup ve müzik adamları inanılmayacak kadar fazla. Kıskanmamak elde değil :)Bu durumu neye bağlıyorsunuz? Bana göre Danimarka’da birçok grup kendi stilini yaratmaya çalışıyor ve belki de bu, çok ufak bir ülkede yaşayan bizleri metal müzikte baş sıralara taşıyor.

Peki, neden thrash metal? Bu müzikte sizi çeken nelerdir? Hız, sertlik ve agresiflik! Bizler, daha yaygın olan hair metalin bir takım asileri gibiydik. Bunun yanı sıra bu tarz metalin büyük bir zaman sıçraması yaşadığının en kadim örnekleriyiz.

2000’de Kopenhag’da şampiyon olan bir Türk takımı var. Galatasaray’ın UEFA kupasını alması, ülkenizde nasıl yankı bulmuştu acaba? Birçok Danimarkalı Galatasaray’ı fazlasıyla destekledi ki bunun altında ülkemizde ikamet eden Türklerin yok sayılamaz nüfusu var. Ama ne yazık ki maç sonrası Türklerle karşı taraf arasında bir-


çok istenmez sorunların yaşanmış olması da çok üzücüydü. Danimarka’da, Müslümanları üzen bir Hz. Muhammed karikatürü olayı yaşanmıştı. Bu konudaki fikirleriniz bizler için önemli. Lütfen, dinliyoruz. Danimarka’da herhangi birinin ya da herhangi bir şeyin karikatürünü çizmek gelenek gibidir. Kendi kraliçemizi, başbakanımızı ve İsa’yı da kaleme alan sanatçılar olmuştu. Bir gün biri Muhammed’in karikatürünü ele aldı ve Danimarkalıların bunu fark ettiğini bile sanmıyorum. Fakat daha sonra Danimarkalı ve Müslüman ufak bir grup, buna karşı savaş başlattı ve sonucunda aniden her şey felakete dönüştü (yakılan bayraklar gibi). Eğer birileri buna alınıyorsa bunu anlayabilirim; ama böylesi bir durumun tekrar yaşanmasını asla istemem. Türkler gibi Danimarka’daki insanlarda dinlerine fazlasıyla bağlılardır. Ayrıca bu konu hakkında Türkiye’de de farklı düşüncelerde insanların olduğunu düşünüyorum. Gelecekte Artillery müziğinin neye benzemesini beklemeliyiz?

Artillery olarak daha çok turneler düzenlemeyi istiyoruz (umarız ki Türkiye’de de tekrardan yer alırız!). Tabiî ki Artillery’ i ilerletmek ve de büyütmek için yeni bir albümde gelecek zaman diliminde planlarımız arasında mevcut! Bu güzel söyleşi ve samimi cevaplarınız için teşekkürler. Son olarak okuyucularımıza söylemek istedikleriniz nelerdir? Size ve okuyucularınıza çok teşekkür ederim! Thrashle kal Türkiye! Sizler için YİNE geleceğiz! Ayrıca Artillery röportajında cevapları kolay ve kısa sürede almamıza destek sağlayan Level 5 organizasyonuna da teşekkürlerimizi iletmeyi bir borç biliriz! Hazırlayan: Utku Güven Çeviren: Ebru Ekşi Level5 Organizasyon a yardımları için teşekkürler!




Torchlight “dungeon crawl” olarak adlandırılan tek amacınızın daha fazla yaratık kesip daha fazla eşyaya sahip olmak olduğu çok başarılı bir Diablo klonu. Runic Games tarafından geliştirilen Torchlight geçtiğimiz Ekim ayının sonlarına doğru piyasaya sessiz sedasız sürüldü. Runic Games’in kadrosunda Diablo’yu yaratan isimlerin olması oyunun başarılı olmasında büyük bir etken. Maceramıza destroyer , alchemist , vanquisher karakterlerinden birini seçerek başlıyoruz. Destroyer ayıdan bozma bir tip ve yakın dövüş uzmanı. Alchemist adından da anlaşılacağı üzere wizard/ sorcerer rolünü üstleniyor. [görsel]Vanquisher ise grubun en çevik üyesi , menzilli silahlar , hançerler ve tuzaklarla arası iyi. Diablo’daki gibi her karakterin 3 ayrı skill ağacı var. İsterseniz birisi üzerinde yoğunlaşabilirsiniz , isterseniz de 3 ağacı birden de etkili bir biçimde kullanabilirsiniz. Diablo’da bunu yapmanın negatif

yönü çoktu ve karakteriniz düellolarda hep bir yönden zayıf kalıyordu ama Torchlight bu dengeyi çok iyi kurmuş. Alchemist ile sürekli skill kullanmak yerine tekme tokat ilerleyebilirsiniz ya da destroyer ile büyü yağdırarak ilerlemeniz mümkün. Karakterinizi seçtikten sonra evcil hayvanınızın köpek mi yoksa kedi mi olacağına karar veriyorsunuz. Türünü oyun içinde balık (catfish – dogfish) satın alarak da değiştirmeniz mümkün lakin aralarında görünüşleri dışında bir fark yok. Ayrıca oyun içerisinde balık tutma noktalarında farklı türlerde balıklar tutarak evcil hayvanınızı bir süreliğine daha güçlü bir yaratığa dönüştürebiliyorsunuz. Benim favorim bir buz elementali olan “Ice Angel” oldu. Ve ek olarak envanterimiz her dolduğunda kasabaya portal açmayalım diye evcil hayvanınıza eşyalarımızı yükleyip satmaya gönderebiliyoruz. Oyuna bir dağ yamacına kurulmuş olan Torchlight kasabasında başlıyoruz ve ilk görevimizi Syl denen baş belası karıdan alıyoruz. Dungeon Crawl oyunlarında senaryonun pek bir önemi olmadığı için gayet eften püften bir hikayesi var oyunun. Syl bize “Dağın içinde kötü ad-


amlar var git ve onları temizle” diyor bizde “haydi bismillah” diyip dalıyoruz dağın içine. Oyunda geçmeniz gerek 35 kat var. Her 5 katta bir boss öldürerek evren değiştiriyorsunuz ve 35. katta tahmin edildiği gibi esas oğlanla karşılaşıyoruz ki kendisi baya zorlu bir boss. Her evrenin tasarımları ve çizimleri gayet hoş. Özellikle cücelerin sarayları çok iyi çizilmiş. Beni oyunda tutan en büyük etkenlerden birisi Torchlight’ın kendine has şahane çizimleri oldu. Efektler de bir o kadar göz alıcı. Akıcı grafiklere ve efektlere hasta olduğumdan dolayı Alchemist oynamayı tercih ettim ve gayet tatmin ediciydi. [görsel] Özellikle elektrik yüklü büyüler ve itemlar kullanıyorsanız efekt manyağı olmanız işten bile değil. Oyundaki loot sistemi de gayet dengeli tasarlanmış. Torchlight dünyasında unique itemlar çok zor elinize geçiyor , set itemlar nerdeyse hiç geçmiyor ve bu itemların işinize yarıyor olma olasılığı da az. Ayrıca oyun 2 aynı leveldaki itemı birleştirip tek bir item yapmanıza olanak sağlıyor. Eğer bu tür oyunlarla aranız iyiyse direk en zor seviyeden başlamanız oyundan daha çok keyif almanızı sağlıyacak. Diablo III’ün çıkmasına 1.5 - 2 sene varken 1.5 - 2 haftalığına sizi oyalayacak bir oyun arayışındaysanız Torchlight çok iyi bir seçim olacaktır. :)


W.A.S.P 2009 İstanbul’dan Bir Efsane Daha Geldi Geçti

Bilmiyorum başka yapanlar oldu mu ama ben ağustos ayında konser haberini aldığımdan konser gününe kadar kaç gün kaldığını durmadan saydım. Her bir gün geçtiğinde heyecanım daha da arttı. Çünkü 19 Kasımda heavy metal adına çok önemli bir grup İstanbul’da olacaktı. Ve gün geldi çattı, W.a.s.p İstanbul’da: 19 Kasım Saatler 21.30’u Gösterirken:

KARAKRITIK

Grup sahneye yarım saat gecikmeli olarak çıktı. Ama eminim ki bu gecikme ne beni ne de benim gibi W.a.s.p severleri rahatsız etmiştir. Çünkü biz aylar öncesinden grubun yollarını gözlemeye başlamıştık ve yarım saat daha beklemek bizim için saniyelerce beklemek gibiydi. Grup sahneye çıkmadan önce aklımda kalanlardan biri de sahneye her sis verilişinde ceplerden çıkan fotoğraf makineleri ve telefonlar oldu. Her defasında bu sefer geliyorlar umuduyla çıkarılan cep telefonları


ve fotoğraf makineleri tekrar ceplere konuldu. Ta ki saat 21.30’a kadar. Giriş: Ve W.a.s.p önce Mephisto Waltz akabinde On Your Knees ile sahneye hızlı bir giriş yaptı. O anda tüm izleyiciler çılgınca bağırmaya, hoplamaya zıplamaya başladılar. Öyle ki elimdeki fotoğraf makinesini düşürmemek için büyük bir çaba sarf ettim.

Setlist: Grup, turnenin setlistinden pek farklı bir setlist sunmadı. Tek eksik gördüğüm parça Headless Children parçasıydı. Çünkü bu turne boyunca her konserde çalınan bir parçaydı ve hayranlarının tüm isteklerine rağmen Headless Children’i çalmadılar. Setlist’e baştan aşağıya göz atmak gerekirse şu şekildeydi: 1- Mephisto Waltz 2- On Your Knees 3- The Real Me 4- L.o.v.e. Machine 5- Crazy 6- Babylon’s Burning

7- Wild Child 8- Hellion 9- I Don’t Need No Doctor 10- Arena Of Pleasures 11- Chainsaw Charlie (Murders In The New Morgue) 12- The Idol 13- Take Me Up 14- I Wanna Be Somebody 15- Heaven’s Hung In Black 16- Blind In Texas

Sahne Şovları: W.a.s.p için pek şatafatlı bir sahne hazırlanmamıştı aslında. Sadece grubun kliplerinin seyredilebileceği bir perde vardı ve sahneyi ilk gördüğümde hayal kırıklığı yaşadım. Grup sahneye çıktığında ise hayal kırıklığım yok oldu gitti. Çünkü başta Blackie Lawless olmak üzere tüm grup elemanları başlı başına bir sahne şovuydu zaten. Her parçada perdeye o parçanın klibinin yansıtılması güzel düşünülmüş bir olaydı bence. Onun dışında gitarist Doug Blair’in solo atarken gitarının gövdesinde yanan renkli renkli ışıklar konserin lunaparkta verilmesine eşlik eder gibiydi sanki. Ve tabiî ki W.a.s.p’ın olmazsa olmazı grup elemanlarının dans ederek


sürekli yer değiştirmesi. Yani konseri nereden izlerseniz izleyin tüm grup elemanları önünüze geliyordu.

Ses Sistemi ve Grubun Performansı: Başta heavy metal gruplarının konserleri olmak üzere birçok konsere gitmiş biri olarak söylüyorum ki mütevazı bir sahneye rağmen şu ana kadar izlediklerim arasında en iyi ses sistemi olan konserdi. Hatta konserden sonra keşke bu konserin Cd’sini yapsalar diye düşündüm. Bruce Dickinson’a bir röportajda “Sizce bir grubu en iyi yapan şey nedir?” sorusu sorulduğunda cevap olarak “Albüm kayıtlarıyla konser kayıtları birbirine en yakın olan grup en iyi gruptur” cevabını vermişti. İşte W.a.s.p tamamıyla bu terime uyan bir gruptu. Sonuçta ses sistemi ne kadar kaliteli olursa olsun sahnedeki grup iyi çalamadıktan sonra o ses sisteminin bir getirisi olmaz. Kısacası tüm elemanlar o kadar güzel çaldı ve

Blackie Lawless o kadar güzel çalıp söyledi ki sanki parçaları albümden dinliyormuşum hissine kapıldım. Yaşları 50’lerde olan bir grubun albüm kayıtlarından fark edilemeyecek kadar güzel çalması başlı başına takdir edilmesi gereken bir durum kuşkusuz. Aklımda Kalan Enstantaneler: — I Wanna Be Somebody parçası başlı başına eğlence kaynağı oldu izleyiciler için. Blackie Lawless parçanın sonlarında izleyicileri ikiye bölerek parçanın nakarat kısmını bir sağdaki izleyicilere bir soldaki izleyicilere söyletti. Ve sonunda soldaki izleyicilere dönüp “You Suck!” demesi biz sağ tarafta olan izleyiciler için ayrı bir mutluluk kaynağı oldu. — Blackie Lawless’in terini sildiği havluyu izleyicilere atması üzerine kızlı erkekli bir sürü kişi havlunun bir kenarından tuttu ve kimse bırakmadı. Dakikalar geçmesine rağmen en son baktığımda havluyu tutan 5 kişi kalmıştı ondan sonra ne oldu bilmiyorum açıkçası. Eminim ki o havluyu alan kişi mutluluktan ölmüştür.

— Take Me Up parçasında soğuk havayla birleşen Blackie Lawless’in terinin oluşturduğu görüntü büyüleyiciydi. O görüntüyü gördükten sonra tüylerim diken diken oldu ve hiçbir sahne şovu o görüntünün yerini tutamazdı. Tek kelime ile büyüleyiciydi. — The İdol parçasının bitişinde Blackie Lawless öyle bir çığlık attı ki yaşını inkâr ediyordu sanki. Hayal edin ki 53 yaşında bir heavy metal vokalisti yaklaşık 30 saniye boyunca hiç detone olmadan ve ses şiddeti bir desibel bile düşmeden çığlık atıyor. O kişi Blackie Lawless’dan başkası da olamazdı herhalde. — Heaven’s Hung In Black parçasında dua eden Blackie Lawless’in duasının ardından izleyicilerden birinin Blackie Lawless’a Allah kabul etsin diye bağırması da yüzümü güldüren anlardan biriydi. — Blackie Lawless bir ara su içtiği şişeyi arkadaki izleyicilere fırlattı ve o izleyicilerden biri şişeyi alıp dibinde kalan suyu içip arkasındaki izleyicilere fırlattı. O kişinin yerinde olsam o şişeyi hayatımın sonuna kadar saklamayı tercih ederdim açıkçası.


Blackie Lawless: W.a.s.p’ın solisti Blackie Lawless’a ayrı bir parantez açmak istiyorum. Çünkü 53 yaşına gelmiş bu adama sürekli hoplayıp zıplayacak ve tüm şarkıları albüm kayıtlarındaki kadar temiz söyletebilecek enerjiyi neyin verdiğini çok merak ediyorum. Bir önceki konserlerine gitmememe rağmen o konserde Blackie Lawless’ın antipatik ve huysuz davranışlarda bulunduğunu duymuştum. İçimde böyle bir korku vardı açıkçası ama yersiz bir korkuymuş onu anladım. Çünkü ilk parçadan son parçaya kadar seyirciyle iletişim halinde olan ve coşturmak için elinden geleni yapan bir Blackie Lawless vardı sahnede. Çirkin Olaylar: Ve tabii ki her konserin olmazsa olmazı, çıkan tatsız olaylar. W.a.s.p konserinde aklıma gelen tatsız olayları sıralamam gerekirse şu şekildeydi: — Üçüncü parçada sahneye iki kişi atladı ve biri Blackie Lawless’a hareket çekti diğeri de ben neden bunu yaptım ki dercesine etrafına bakındı durdu. Neyse ki korumalar olaya çabucak müdahale etti; ama bu durum Blackie Lawless’ın bir nakaratı kaçırmasına ve konsantrasyonunun dağılmasına neden oldu. — Hellion çalarken tam önümde iki kişi tartışmaya

ve ardından kavga etmeye başladılar. En başta keyfimi kaçırmalarına izin vermemeleri gerektiğini düşünerek eğlenmeye çalıştım ama bir müddet sonra ben de o arbedenin arasında kaldım ve iki dengesiz insan yüzünden en sevdiğim W.a.s.p parçalarından birinde salak saçma bir kavganın ortasında kaldım. İşin daha da ilginci bir sürü kişi kavgayı ayırmaya çalışmasına rağmen bu kavga dakikalarca sürdü ve ne ben de ne de çevremdeki izleyicilerde keyif bırakmadı. Sonuç: Ufak tefek tatsızlıklara rağmen o gece orada olanlar tarihi bir ana tanıklık ettiler. Eminim ki birçok kişi o mütevazı sahneden beklentilerinin üzerinde bir performansa tanıklık etmenin mutluluğuyla ayrılmıştır konserden. Umarım bu konser W.a.s.p efsanesini son izlediğimiz konser olmaz ve ilerleyen yıllarda tekrar ülkemizde görürüz. Hazırlayan: Halit Bayer (Halitkin) Fotoğraflar: Pınar TUNCER




albümde de kendini gösteriyor. İlk birkaç dinleme çok eğlenceli ancak bir süre sonra sıkılabilirsiniz. Bunun dışındaki pek çok şey olumlu. Şans vermenizi öneririm.

KRITIKLER

(Puan:7/10) Hazırlayan: Utku Güven

A

USTRIAN DEATH MACHINE- Double Brutal (2009)

A

ustrian Death Machine, As I Lay Dying vokalisti Tim Lambersis’in, tüm enstrümanları kendi çaldığı tek kişilik projesi. As I Lay Dying sevenlerin zaten hücum edeceği bu albümün, özellikle thrash metal ve hardcore dinleyicileri için de cazip olduğunu en başından belirtmek gerekiyor. Tim Lambersis’e, Arnold vokallerinde Destroy Of Runner’dan Chad Ackerman eşlik etmiş. Arnold Schwarzeneger’dan bahsediyorum, evet. Tüm liriklerde Arnold karakterinin de dâhil olduğu bir mizahi yaklaşım söz konusu. Parça aralarındaki diyalog ve sataşmalar da oldukça eğlendirici. Albüm çift CD’lik bir set şeklinde yayınlanmış. 2008 tarihli Total Brutal’in devamı niteliğinde. Tarz olarak zaman zaman thrash metal, bazen crossover, bazen metalcore, nadiren de deathcore özellikleri içeriyor. İlk CD, yeni parçalar, 2. CD ise genellikle cover parçalardan oluşmuş. Söz konusu coverlar şöyle sıralanıyor: —Hell Bent For Leather (Judas Priest) —Trapped Under Ice (Metallica) —Iron Fist (Motörhead) —I Turned Into A Martian (Misfits) —Killing Is My Business... And Business Is Good (Megadeth) —Gotta Go (Agnostic Front) Tüm coverların oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Güçlü yapısıyla Iron Fist ve fark yaratan Lambersis yorumuyla Killing Is My Business... mükemmel olmuşlar. Lambersis’in enstrümanlara hâkimiyeti ise gerçekten dudak uçuklatıcı. Bizde bir laf vardır, bilirsiniz: Komple müzisyen. İşte o hesap. Sadece davul hâkimiyeti üzerinde biraz daha çalışırsa, istediği müzik grubunda istediği haltı yiyebilecek bir şahsiyet... Mizah içerikli albümlerin en büyük dezavantajı, bu

SEXEN - Censored Inc. (2009) Müzik endüstrisinin içinde var olabilmek gerçekten zordur. Özellikle yeni bir grupsanız, heavy metal türevleri gibi çok da geniş olmayan kitlelere hitap ediyorsanız, eski kalıpları değiştirmek istiyorsanız ve bir de üstüne üstlük tüm bunları Türkiye’de yapmaya çalışıyorsanız daha da zordur. Ama çok önemli bir silahınız varsa işler kolaylaşabilir: Özgünlük! 2004 yılında kurulan Sexen, 12 Eylül askeri darbesinin 29. yıldönümü olan 12 Eylül 2009’da Censored Inc. adlı ilk albümünü yayınladı. KADRO: Salih Süleymanoğlu- Vokal Kemal Atayeter- Gitar Evren Tolgay- Gitar Cemal Atayeter- Bas Eren Gürsoy- Davul Albüm tahmin ettiğiniz gibi 12 Eylül 1980 darbesi ve daha da yoğun olarak bu darbenin kişisel ve toplumsal etkileri konusunu işliyor. Genel olarak 3 bölümden oluşuyor: Goverment (Devlet.), Society (Toplum.), Personality (Benlik.). Bu üç bölümün liriksel konsept ayracı ile ayrıldığı ortada. Sözler ingilizce ve bu durum söz konusu albüm için ilginç. Tüm dünyaya müzik yaptığını ifade eden bu grubun albümünün konsepti, acaba tüm dünyayı ne kadar ilgilendirecek? Grup için en büyük soru işareti sanırım bu. Sexen’in promo fotolarındaki turuncu tulumlu imajının da içi boş olduğunu zannetmeyin. Turuncu tulumlar, Guantanamo Hapishanesi’nin mahkûmlarının kıyafeti. Censored Inc., müzikal açıdan pek çok metal türeviyle ilişkilendirilebilir: Endüstriyel, gotik metal, death metal... Gerçekten de herhangi bir metal alt


türü takipçisinin kendinden bir şeyler bulabileceği bir tarzdan bahsediyorum. Ancak özellikle üstünde durulması gereken nokta soundun özgünlüğü. Bırakın Türkiye’yi, dünyada benzeri var mıdır acaba? Sadece bu gerçek bile gruba duyulan saygının artması için bir neden. Parça yapılarının pek çok unsurdan etkilenmesine rağmen kendi içinde tutarlı olması, müzikal lezzetin tüm parçalarda ‘’İşte bir Sexen parçası.’’ dedirtecek ortak paydaları içermesi de çabası. Tüm enstrümanlar hakkıyla çalınmış. Ama özellikle vokallerin üzerinde durmak gerekiyor. Bazen 2, bazen 3, nadiren de 4 bileşenli kompleks vokallerin, çok akıllıca yazılarak, kolay hazmedilir vokal melodileriyle hayat bulması sonucunda, tüm albüme damga vuracak denli başarılı vokaller ortaya çıkmış. Şahane! Bütün parçalar saygın liriksel konseptler üzerine oturan başarılı metal örnekleri. Hepsi takdire şayan. Ancak biri beni benden aldı: Chauvinistic Herds. The Climb- The Climb’dan bu yana gördüğüm en başarılı vokal performanslı Türk metal albümü bu. Ses kalitesindeki ufak tefek problemleri es geçerseniz, vazgeçilmezlerinizden biri olabilir. Son olarak grubun yeni albümünün 4 Temmuz 2010’da çıkacağını söylemek istiyorum. İsmi Unbroken Systematic Assault olacak. Yani kırılması güç, sistemli saldırı. Baş harfleri: U.S.A.! (Puan: 9/10) Hazırlayan: Utku Güven

Rumpelstiltskin Grinder Living For Death, Destroying The Rest(2009) 1.Nothing Defeats the Skull 2.Graveyard Vandalization 3.Brainwasher C. 1655 4.Friends in the Moun-

tain, Ghouls in the Valley 5.Spyborg 6.Traitor’s Blood 7.Beware the Thrash Brigade 8.Sewers Of Doom (Dethroning The Tyrant Pt.1) 9.Darkness Never Ending (Dethroning The Tyrant Pt.2)

10.Revolution Of Underground Legions (Dethroning The Tyrant Pt.3) Philadelphia’nın deli oğlanları iş başında gene… 90’lardan itibaren düşüşe geçen Thrash Metal’in son yıllardaki veba gibi yayılmasının baş sorumlularından biri diye adlandırmakta sakınca görmediğim Rumpelstiltskin Grinder,2005 yılında çıkardıkları son derece eğlenceli “Buried In The Front Yard...” adlı albümlerinden sonra kendilerine has thrash metal icralarıyla çizgilerini devam ettirmekte... Rumpelstiltskin Grinder’ın son derece beğendiğim ve güzel olduğunu düşündüğüm, zamane türdeşlerinden ayıran farklı kapak tasarımı hala olduğu yerde... Maiden’ın Eddie’si gibi, Grinder’ın da kendine has Troll karakteri albümün her yerini süslemekte. 2005 albümünde “Unleash The Troll” adlı şarkılarında da geçen gayet esprili bir çizim... Living For Death, Destroying The Rest albümünün en büyük farkı Eli Shaika’nın artık grupta olmaması... Shawn Riley bas/vokal konumuna geçmekle beraber, back vokallerde de Matt Moore bulunmakta... Gruptaki tek kişilik bu değişimin negatif bir etkisini göremedim. Şarkılar bilmeden dinlediğinizde “kesin Grinder” fikrini aşılayan biçimdeler hala. “Nothing Defeats The Skull” şarkısıyla açılan albüm aralıksız headbang yaptırma potansiyeline sahip tehlikeli bir ürün. Son parça olan “Dethroning The Tyrants Part 3(Revolution of Underground Legions)”’a kadar Grinder soloları, son derece zekice thrash riffleri ile kendini kanıtlıyor. Hatta ilk albümden bir nebze daha iyi enstrümantal bütünlüğü yakalamışlar gibi geldi bana... Özellikle “Beware The Thrash Brigade” parçası tam bir boyun katili... Bilimkurgudan, filmlerden, sosyal olaylardan genelde liriklerini oluşturan grubun bu albümde de genelde şarkı sözleri uzun ve güzel iğnelemeler mevcut. Kapak tasarımı Mike Hrubovcak tarafından yapılan albüm son 2 ayına girdiğimiz 2009 yılının en iyi 2–3 thrash metal albümünden biri olma özelliğine sahip... Shawn Riley-Bas/Vokal Ryan Moll-Gitar Matt Moore-Gitar/Back vokal Patrick Battaglia-Davul http://www.rumpelstiltskingrinder.com/ http://www.myspace.com/rumpelstiltskingrinder (Puan:10/10)


Lazarus A.D. Jeff Paulick-Bass/Lead Vokal Dan Gapen-Lead Guitar/Back Vokal Alex LAckner-Gitar Ryan Shutle-Davul Lazarus – Wisconsinli metal kafalar farkına geç vardığım güzide bir grup... Metal piyasasına Lazarus adı ile giriş yapan topluluğun ilk ve tek albümü olan “The Onslaught” aslında 2007 senesinde kendi imkânlarıyla basılsa da 2009 yılı albümü olarak düşünebiliriz çünkü 2008 yazında Metal Blade ile anlaşma imzaladıktan sonra hem adlarını Lazarus A.D. olarak değiştirdiler hem de re-released kapsamındaki bu versiyonunda Hz.James Murphy bulunmakta işin içinde. Son zamanlarda genç thrasherlara katkılarıyla daha da çok sempatimi topladı kendisi. Büyük bir Diablo fanı olmama rağmen Lazarus ismine duyduğum sempatinin yanında bir endişe de hissettim. Çünkü Amerikalı orijinli olmasından dolayı ve adlarının hiç beğenmediğim Chimaira’nın bir albümünde geçmesinden dolayı içimden umarım Chimaira, Lamb of God, Devildriver ve bilimum adı çok duyulan Amerikalı, eski okula göre yepisyeni diyebileceğimiz gruplar kadar kötü olmamasını diledim. Saf thrash olmasa da groove elementleri ile son derece uyumlu ve en önemlisi de çok beğendiğim bir albüm yapmışlar. “Last Breath” ile albümün başlamasıyla endişelerim de neredeyse bitti. Gayet kuvvetli çift gitarın üstüne saldırgan davulun yardımıyla, son zamanlarda epey rastladığım nasıl başlayıp bittiği anlaşılamayan albüm serilerine birini daha eklemiş oldular. Kapak, kitapçık son derece sade. İçinde liriklere de işaret eden resimler güzel bir gri tonu içine verilmiş. İnsana dair negatiflikleri, kendini sorgulamasını, duygularının iki yönlü aşırılıklarını ele alan sözleri ile James Murphy destekli grup ilk albümü olmasına rağmen bu puanı hak ediyor...2009 senesini Testament ve Unearth ile Kuzey Amerika turunda geçiren grubun 1 puanını kırma sebebim ise Jeff Paulick’in sesi benzemesine rağmen bazı yerlerde söyleyiş tarzı olarak Rob Dukes’ün “Shovel Headed...” performansını anımsatması. Aslında çok takılacak bir şey değil ama bunun aynı şekilde devam etmesi grubun müziğinin de yakınlığıyla Exodus gölgesinde kalmasına sebep olabilir, önümüzdeki albümlerde göreceğiz... Her şekilde desteği hakkeden, geleceği parlak bir grup ve albüm...

HALFORD- Winter Songs (2009) ‘’Daima bir christmas cd’si yapmak isterdim. Küçük yaşlardan beri dinlerken keyif aldığımız christmas parçalarını, metal düzenlemeleriyle söylemek, fantastikti.’’ Judas Priest gibi bir metal efsanesinin, pek çok metal dinleyicisinin yaşından daha uzun süredir vokalistliğini yapan, nam-ı diğer ‘metal god’ Rob Halford, Halford solo projesinin 3. stüdyo albümü Winter Songs ile arz-ı endam ediyor. Winter Songs, Rob Halford’un, 7 yıllık bir aradan sonra ilk solo çalışması. KADRO: Rob Halford- Vokal Roy Z- Gitar Mike Chlasciak- Gitar Boby Jarzombek- Davul Mike Davis- Bas Ed Roth- Klavye Albümü dinlemeden önce, tüm Judas Priest hayranları gibi ben de ilginç bir merak içindeydim. Sonuçta Halford’un protest tavrı, önyargı ve genel ahlaki kurallara karşı tutumu ortadaydı. Böylesine uç bir insan, bir Noel albümünde ne arıyordu? Ayrıca Judas Priest, son albümüyle bizleri şaşırtmıştı. 2005’te Angel Of Retribution gibi şahane bir albüm yayınlayan grup, 2008’de hem konu, hem lirik, hem de -ve en önemli olarak damüziksel açıdan vasata inmişti. Halford nasıl bir cinlik peşindeydi? Kulaklarıma ilk parça ile dolan yoğun hard’n heavy melodileriyle tam derin bir oh çekmek üzereydim ki... O da ne? Geri kalan 9 parça resmen rezalet. Albümün adı kış şarkıları değil de kilise şarkıları olsa, daha yerinde olurmuş. Bırakın heavy metali, klasik rock için bile oldukça yumuşak şarkılar. Rob Halford’un bilindik çığlık çığlığa performansından eser yok. Oturmuş, mırıldanmış, gitmiş! İlk şarkı (Aynı zamanda albümün ilk singelı) Get Into The Spirit dışında dinlenebilecek şarkı yok maalesef. Bir Hıristiyan olsaydım, Halford- Winter Songs benim için ne ifade ederdi? Sanırım değişik olmazdı. İnternetteki bir cümle dikkat çekici, bu albüm için: ‘’Bu albümden sonra Pentagram’dan da kurban bayramı için bir albüm bekli-


yoruz artık.’’ (Puan: 2/10) Hazırlayan: Utku Güven

SLAYER- World Painted Blood (2009)

‘’Like a disease spreading death Erasing your existence Satan’s hand begins

the end And frees the world forever.’’

Thrash metal devi Slayer, 11. kez kulaklarımıza acımıyor ve World Painted Blood ile hükümdarlığını sürdürüyor. Albüm, üç farklı sürümle karşımızda: Normal sürüm, CD ve DVD içerikli deluxe edition ve 180 gram vinyl edition. KADRO: Tom Araya- Vokal, bas Kerry King- Gitar Jeff Hanneman- Gitar Dave Lombardo- Davul Slayer gibi kana susamış fanlara sahip bir grubun, 26 yıllık görkemli kariyeri de göz önüne alınırsa, kendi standardına büyük ölçüde bağlı kalması gerekiyor. Çünkü çıktığı yıllara göre riskli işler olan Diabolus In Musica ve Undisputed Attitude gibi albümler, genel dinleyicinin kafasındaki soru işaretleri dışında büyük getiriler sağlamadılar gruba. Elbette ki bazı şarkıların yeni bir sound peşinde olmasına itirazımız olamıyor. Neden mi? Çünkü Slayer hala Slayer! Prodüksiyon, albüm kapağı, lirikler ve aklınıza gelebilecek her etmen, buram buram kalite kokuyor. Gitarlar yine grubu sırtında taşımaya devam ediyor. Değişiklik ise Araya’nın vokallerinde gizli. Bazı parçaları onun söylediğine inanmak zor gelebilir. Ama bu mükemmel. Giriş parçası World Painted Blood, Reign

In Blood tarzı bir gitar introsuyla başlıyor. Mandotory Suicide gibi gittikçe alevlenen vokaller, sağlam bir düzenlemeye sahip parçaya hayat veriyor. Hemen ardından gelen Unit 731 ise ultra hızlı yapısı ve parçayı dolduran Lombardo davullarıyla dikkat çekiyor. Aylar önceden internete salıverilen Psychopaty Red (Bu şarkıdaki bas solosuna dikkat.) ve Hate Worldwide’ın, diğer şarkıların yanında sönük kaldığını söylemeliyim. South Of Heaven zamanını hatırlatan klas parça Beauty Through Order, tam konserlik. Klasik Slayer parçalarına aykırı yapılarıyla Human Strain ve Americon, bolca groove riffler içeren çarpıcı şarkılar. Tüm Slayer albümlerinde olduğu gibi gizli hit yine en sona saklanmış: Not Of This God, sizleri de vuracak! Ve tüm albümün en vurucu, en azgın şarkısı: Snuff. ‘’Murder is my future, killing is my future.’’ Captor Of Sin tarzı çift gitar sololarıyla fırtına gibi bir giriş yapan Snuff, teknik ve uyumun mükemmel bir birleşimini sunuyor kulaklarımıza. Kontrolsüz hızla açılan parçanın içindeki iniş ve çıkışlar o kadar başarılı ki uzun zamandır bu denli müzikal zorluk içeren bir Slayer parçasıyla karşılaşmadığınızı garanti edebilirim. Şahane! Albümün davul tonlarını gereğinden daha tiz. Ayrıca albümün, tüm Lombardo diskografisinin vasatları içine girebilecek bir davul virtüözitesine sahip olduğunu söylemeliyim. Öyle ki davullar, ‘piyasa için çok iyi; Lombardo için sıradan’ çalınmış ve albümün tüm eksisi bunlardan ibaret. Bu albüm, bir geçmişi parlatma çabası değil, hala devam eden yolculuktaki son adım. Yılın tartışmasız bombası! Edinmeyen kaybeder! (Puan: 10/10) Hazırlayan: Utku Güven


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.