KARANLIK ODA MAGAZİN FACEBOOK’TA! KATILMAK İÇİN TIKLAYINIZ; http://www.facebook.com/pages/Karanlik-OdaMagazin/312184461471
Darkroom magazine joıned facebook
click to join http://www.facebook.com/pages/Karanlik-OdaMagazin/312184461471
Genel Yayın Yönetmeni Güven CEYLAN gloom@metaltr.net Reklam karanlikoda@metaltr.net Editor Ebru Ekşi koeditor@metaltr.net Yazarlar Ebru EKŞİ Ümit GÜNDOĞDU Ece Tuğba SAKA Kerem GÖKTAY Arda BOLETİN Oktay ATEŞ Çağrı KAÇAR Dilara AKMİL Asuman ORTAÇ Utku GÜVEN Doğukan BİNİCİ Yasin AKŞAHİN Zeynep YAZICI Çato ÖZKAN Furkan Okumuşoğlu
Kadir Kütükoğlu
Grafik Tasarım Güven CEYLAN gloom@metaltr.net Webmaster Kerem GÖKTAY kerem@goktay.com Web çözüm ortağı MetalTR www.metaltr.net www.karanlikodamagazin.com www.myspace.com/karanlikodamagazine
Her geçen sayıya bir sayı daha ekleyeceğimiz nisan sonu mayıs başı için benden yazmamı istedikleri ya da istemedikleri, ama benim yazmak zorunluluğunu her seferinde kendimde hissetmemden ötürü karaladıklarımı acaba kaçınız kulağınıza ya da başka bir yerlerinize takıyorsunuz ki? Sitem ediyor muyum? Evet! Daha duyarlı olmamızı istiyorum sadece. Yapılanlara, yapılması gerekirken arda atılanlara; insanlara, hayvanlara, yeryüzünde gözle görülebilen ama gözden kaçırdığımız her canlıya daha fazla önem sarf etmemizi istiyorum sadece! Bu uyarı mahiyetinde olmaması, herkesçe bilinip uygulanması gerekenlerin hemen ardından #mayıs içeriğini özetleyelim; 17 Mayısta İstanbul Maçka Küçükçiflik Park’ta fanlarını ziyarete gelecek Lamb of God’ ın yanı sıra Mar de Grises, Omnia, Bolt Thrower, Deflagration ve yerli piyasanın Ankara civarından The Cage Within’ in hakkında karaladıklarımızdan tutun Temmuz ayında gerçekleşecek ÜniRock kapsamında yer alan Heavy metalin amcaları Grave Digger’ dan Chris ve Belphegor ile sohbetlerimiz de mevcuttur. Bunların yanı sıra yerli piyasadaki yeni EPleri ‘Uçaklar Düşer, Kuşlar Sevinir’ ile bizleri selamlayan Gereği Düşünüldü ve epeydir bizlerle olan Self Torture ile bugünlerdeki meşguliyetleri ve geleceğe dairlikleri hakkında lafladıklarımızı da sizlere sunmayı yeğledik ki iyi de ettik. Biyografiler ve röportajlarımızın sayfalarını talan ettikten sonra yer verdiğimizse olmazsa olmazlarımızdan Karakter Köşemizde ağırladığımız muhterem sıfat, tapılası ses sahibi Mikael Åkerfeldt’tir! Söylenecek sözün her zaman eksik kalacağı bir karakteri köşemizde görmek bilhassa bendenizi tarifi zor bir erince boğdu diyip diğer sayfaları çevirmeye başlıyorum. Karşımıza çıkan makalelere ise şaraplardan beyazını nasıl yapılırından nelerle tercih edilmesine nasıl seçilip hangi derecelerde tadımının yapılması gerektiğine kadar yazdıklarımızı katıp bilgisayarımızla yaşamakta olduğumuz duygu aşırı bağlılığı ‘Hikikomori’ ile tanılayıp ekledik. Yine geçen vizyonları irdeleyip The Spirit ve Ada-Zombilerin Düğünü filmlerinin izlenmeye değer olup olmadığına karar kıldık. Mayıs, edebildiklerimiz ve edemediklerimizle böyle şekillendi umuruma dokunmadan tatmaya başlayabilirsiniz sanırım! EDİTOR Ebru EKŞİ
Karanlık Oda Magazin Facebook’ta! http://www.facebook.com/pages/Karanlik-Oda-Magazin/312184461471
Belphegor........34 Gravedigger....12 Lamb Of God...22 Geregi Dusunuldu .18. Self Torture...........30 Mar de grises.........42 Bolt Thrower.....38 Deflagration..16 O m n i a . . . . . . . . . . 4 3 The Cage Within..44 Mikael Akerfeldt ..10 Hikikomori......38 Beyaz Sarap......46 KO Vizyon.............48 www.karanlikodamagazin.com
http://www.vidivodo.com/380665/ rammstein-haifisch
ORPHANED LAND
Murder King Medya Kralında! Türkiye’nin tartışmasız en sağlam metal grubu “Murder King”, kendi parçalarıyla fırtına estirmeye devam ediyor! Çok yakında çıkacak olan maxi-single’daki parçalarını, “2 Mayıs Pazar Günü”, gece yarısından sonra, ilk defa, Medya Kralı’ndan dinleyebilirsiniz.
SAPARI
http://www.rocktube.us/A03EF3CVUbz/ Orphaned_Land_Sapari_2010.html
Unirock festivalin Myspace sayfası yenilenmiştir. Tasarımını Güven CEYLAN’ın yaptığı sayfaya göz atmak isterseniz linki tıklayabilirsiniz.
SlAsH - BY THESWoRD http://www.rocktube.us/BqBLiUmvlZf/Slash___ By_The_Sword__New_Video_2010_.html
http://www.myspace.com/unirockopenairfestival h t t p : / / w w w. g u v e n c e y l a n . n e t / blog/2010/04/unirock-myspacesayfasi/
Zifir grubunun yeni albümü ‘Protest Against Humanity’ poem etiketi ile piyasada! http://www.myspace.com/ zifir
GoDsMACK CRYINg LIKE A BItCH http://www.rocktube.us/7vEHKPmXRKk/Godsmack_Crying_Like_A_Bitch_New_Video_2010_. html
HYPoCRIsY -WEED OUt THE WEAK http://www.youtube.com/watch?v=BxEim1 Li6ZY&feature=player_embedded
Amorphisten yeni dvd Forging The Land Of Thousand Lakes! http://www.metaltr.net/haberoku1568/devami&mode=thread&ord er=0&thold=0
Hellyeah Yeni Albüm Çıkartıyor! http://www.metaltr.net
Moğollar Yörükoğlu nu kaybetti
Despised Icon Dağıldı! 2009 Yılında yakaladığı çıkışı devam ettiren deathcore grubu Despised Icon sürpriz bir şekilde dağıldıklarını açıkladı! Grup konserlerin iptal olmadığını açıkladı. Ayrıntılı açıklama için: http://www.myspace.com/despisedicon
Moğollar’ın bateristi Engin Yörükoğlu, Bodrum’da hayata veda etti. MOĞOLLAR grubunun kurucularından ve baterist 65 yaşındaki Engin Yörükoğlu, Muğla’nın Bodrum İlçesi’nin Kızılağaç Köyü’ndeki evinde vefat etti. Yörükoğlu, 1998 yılında satın aldığı evinde bugün saat 10.35’te hayata gözlerini yumdu. Yörükoğlu, bir süredir akciğer kanseri tedavisi görüyordu. Yörükoğlu’nun yanında yeğeni Aslı Yörükoğlu kalıyordu. Bodrum Devlet Hastanesi’nden Opr. Dr. Ergun Kaçar, Yörükoğlu’nun kanser rahatsızlığına bağlı solunum yetmezliği ve kalp durmasından vefat ettiğini açıkladı. Engin Yörükoğlu, son olarak Moğollar’ın Bodrum’da verdiği konseri, hasta yatağından kalkarak izlemeye gitmişti.
Alman grup Heaven Shall Burn, Century Media Records etiketiyle yayınlanacak olan yeni albümü ‘Invictus’ un piyasa çıkış tarihlerini açıkladı. Albüm Tue Madsen’in stüdyosunda kaydedildi. Detaylar yakında… Almanya Avsturya, İsviçre: 21 Mayıs İspanya, İtalya: 25 Mayıs İsveç Finlandiya, Macaristan: 26 Mayıs Avrupa Geneli: 24 Mayıs Kuzey Amerika: 8 Haziran http://karanlikodamagazin.com/ko/?p=354
Gorillaz perdeyi araladı!
Ozzy
Ozbourne yeni albüm yayınladı!
kapağını
Ünlü grubun üyeleri ilk kez yüzlerini gösterdi Ünlü müzik topluluğu Gorillaz, ABD’nin California eyaletinde Coachella Müzik ve Sanat Festivali’nde verdikleri konserde perdeyi araladı. Şimdiye kadar, yüzlerini göstermeyerek, çizgi karekterlerinin yansıtıldığı bir perde arkasında konser veren ekibe bu kez, Red Hot Chili Peppers’ın basçısı Flea, Bobby Womack ve De La Soul’ün yanı sıra Clash grubunun iki önemli ismi Mick Jones ve Paul Simonon eşlik etti.
Type O Negative Frontmanı Peter Steele Hayatını kaybetti! Muhteşem seslerden birini daha kaybettik. Hayatını hızlı yaşayıp kalbine dayanamayan Steele, 14 Nisan günü kalp krizigeçirerek hayata veda etti. !990 yılında Kurulan Type O Negative bundan sonra ne olacağını zaman gösterecek.
DEW-SCENTED yeni albümü “Invocation” Albüm kapağını ve Şarkı listesini duyurdu. Kapak tasarımı Björn / www.killustrations.com tarfından yapılmış.
Muhteşem seslerden birini daha kaybettik. Hayatını hızlı yaşayıp kalbine dayanamayan Steele, 14 Nisan günü kalp krizi geçirerek hayata veda etti. !990 yılında Kurulan Type O Negative bundan sonra ne olacağını zaman gösterecek.
http://www.metaltr.net/haberoku1576/devami&mode=thread &order=0&thold=0
Peter Steele 4 Ocak 1962 tarihinde Brooklyn de doğdu ve 48 yaşında hayatını kaybetti.
Kaliforniya’lı metal kafalar As I Lay Dying yeni albümlerini duyurdu.Grubun beşinci stüdyo albümünün adı “The Powerless Rise” İlkbahar da yayınlanacak olan albüm Adam D.(Killswitch Engage) prodüktörlüğün de Metal Blade Records tarafından yayınlanacak. Grup yeni albümü kayıtlarını San Diego’da ki stüdyolar da Adam D. eşliğinde gerçekleştirdi. Mix işlemlerini Colin Richardson ve asistanı Martyn “Ginge” Ford üstlendi.Albüm 11 Mayıs 2010 tarihinde Kuzey Amerika’da raflardaki yerini alacak.
1.Beyond Our Suffering 2.Anodyne Sea 3.Without Conclusion 4.Parallels 5.The Plague 6.Anger and Apathy 7.Condemned 8.Upside Down Kingdom 9.Vacancy 10.The Only Constant Is Change 11.The Blinding Of False Light www.asilaydying.com albümü online olarak satın alabilirsiniz. (Yalnız albüm olarak 11$ paket olarak 26$)
pentagram sonisphere festivalinde!
Amerikalı grup Nevermore, Century Media Records etiketiyle 31 Mayıs’ta Avrupa’da, 8 Haziran’da da Kuzey Amerika’da piyasaya sürülecek olan yeni albümü “The Obsidian Conspiracy” nin detaylarını açıkladı.
Sonisphere festivalinin son açıklanan yerli grubu PENTAGRAM oldu. w w w. k a r a n l i k o d a m a g a z i n . c o m
9 MAYIS’TA DOROCK’TA DEATH METAL GÜNÜ http://karanlikodamagazin.com/ko/?p=392 Kırmızı – Dark Utopia – Pied Piper 2 Mayıs Pazar Dorock Bar http://karanlikodamagazin.com/ko/?p=386 Unirock Festival 2-3-4 TEMMUZ 2010 http://www.metaltr.net/frmt27643/unirock-festival-2-3-4-temmuz-2010 LAMB OF GOD - 17 MAYIS 2010, MACKA K.CIFTLIK PARK http://www.metaltr.net/frmt28051/lamb-of-god-17-mayis-2010-mackakciftlik-park Ozzy Osbourne Türkiye’de - 30 Eylül 2010 http://www.metaltr.net/frmt28332/ozzy-osbourne-turkiye-de-30-eylul2010 Sonisphere Festival 2010 25-26-27 HAZIRAN Türkiye !!! http://www.metaltr.net/frmt27854/sonisphere-festival-2010-25-26-27haziran-turkiyeTHE CRANBERRIES 22 Temmuz İstanbul 23 temmuz İzmir http://www.metaltr.net/frmt28035/the-cranberries-22-temmuz-istanbul23-temmuz-izmir ZEYTiNLi ROCK FEST 5-6-7-8 ağustos 2010 BALIKESİR - EDREMİT http://www.metaltr.net/frmt28168/zeytinli-rock-fest-5-6-7-8-agustos2010-balikesir-edremit
Rock Tatili 2010 http://www.metaltr.net/frmt28009/rock-tatili-2010
ANATHEMA TURKIYE KONSERLERI 7-8-9 MAYIS 2010 http://www.metaltr.net/frmt27928/anathema-turkiye-konserleri-7-8-9mayis-2010
KARAKTER
İsveçli insanların metal konusunda doğuştan yetenekli olduklarını düşünürüm birçok sebepten. Bu düşünceme binaen pek bir sevdiğim Opeth’in frontmani olarak tanıdığımız Mikael Åkerfeldt’ i konu edinmek istedim. Bu güzide sesli İsveçli dehayı bilmeyenlere tanıtalım dedim. Mikael çirkin bir adamdır. 35’ine gelmiş evli ve iki çocuk babasıdır. Ama Opeth’i adam eden, müziği ile birçok insanın hayranlığını kazanmış mükemmel bir müzisyen. Çok büyük bir Camel hayranıdır, bu konuda onunla ortak bir noktamız var (ayrıca myspace sayfasına baktığımızda İbrahim Tatlıses hayranı olduğunu da görürüz, bu konuda ortak bir nokta yok tabii ki de). Opeth’e bas gitarist olarak girdikten sonra, grubun tüm üyelerinin grubu terk etmesi ile yolu tamamen açılan Mikael, gruba girdikten iki yıl sonra vokalleri üstlendikten sonra biz naçizane kullar Opeth adını duymaya ve şarkılarını aklımıza kazımaya başladık. Progresif Death Metal dendiği zaman aklımıza gelen ilk
Hazırlayan: Dilara AKMİL
isimlerden birisi Opeth olmuştu artık. Mikael Åkerfeldt adını da aklımıza kazıdık çünkü tek işi Opeth olmayan bu zat-ı muhterem, Katatonia, Bloodbath gruplarında da vokallik yapmıştır. 70ler hayranlığı ile de bilinen Mikael, müziğine her zaman bunu yansıtmıştır. Birçok şarkıyı dinlerken (Camel dinleyenlere tanıdık gelen) bu etkiyi fark edebilirsiniz. Müziği bu denli güzel kılan ayrıntı da zaten bu etkilerdir. Ayrıca kendisinin Ritchie Blackmore’dan ve de caz müzikten çok etkilendiği biliniyor. Bu da tabii ki Opeth’in son zamanlarda çıkardığı albümlerin etkisidir. Mikael çok isimle çalışmış, sadece grup olarak değil, bazı gruplarda konuk vokal olarak da çok fazla projesi var. Aynı zamanda kendisi gibi progresif bir insan olan Steve Wilson ile yakın arkadaş olarak biliniyor. Jonas Renkse (Katatonia) ve Mike Portnoy (Dream Theater) ile de arkadaşlar. Opeth dinleyicilerinin çoğunun sevdiği bir şarkı olan “Face of Melinda” sonrasında birçok röportajda “Bu Melinda kim?” sorularına maruz kalan Åk-
erfeldt’ i bilmeyenler için savunmak istiyorum burada: Melinda, Mikael’in büyük kızıdır. Ufak bir ayrıntıyı eklemek istedim. Bir kısım metal dinleyicisi Opeth’e bayılırken, diğer bir kısım ise tiksindiğini belirtiyor, sebep olarak da hiçbir orijinalitesinin olmamasını ve şarkıların gereksiz uzunluğunu gösteriyorlar. Ancak, bana göre böyle bir adamın grubunu beğenmemek, diğerlerinden farklı olmak için b*k atmaya benziyor. Mikael Åkerfeldt’ in sesini beğenmemek ya da Opeth’i orijinal bulmamak, tabii ki de herkesin görüşü kendisinedir, ama çok zor. Mikael’in sesini hiç dinlememiş dinleyiciler için diyebileceğim tek şey, bir Opeth albümü alıp dinlemeleridir, en kısa süre içerisinde. Sesine ve müziğine aşık olduğum insanlardan birisi olarak Mikael Åkerfeldt için şimdilik son cümlem budur.
röportaj
Bu yaz Unirock festivali kapsamında ülkemize gelecek olan ağır toplardan Grave Digger vokalisti Chris Boltendahl vokalistini aradık dedik “n’oluyor anlat bakalım?” oda ne var ne yok döktü ortaya...
Röportaj: Yasin AKŞAHİN
Yasin: Merhaba Chris. Bu benim telefonda yaptığım ilk röportaj olacak. Umarım sorun yaşamadan halledebiliriz. Chris: Tamam, deneyelim bakalım. Yasin: Ballads of a Hangman albümünde ilk defa çift gitar kullandınız. Sonuçtan memnun kaldınız mı? Daha önce böyle bir şey denemediğiniz için pişmanlık duyuyor musunuz? Chris: Sonuçtan çok memnunuz. Ama aslına bakarsan tek gitarla da bu işi kotarabilirmişiz diyorum çünkü iki gitarın çaldığı şeyler birbirinden çok da farklı değildi. Biz aslında sözler üzerine odaklanmış bir grubuz. Stüdyoda ve canlı performanslarda tek gitarın olması sorun olmaz o yüzden.
Yasin: Websitenizde sürekli yeni albüm çalışmalarınız hakkında haber yayınlıyorsunuz. Çalışmalar nasıl gidiyor? Yine bir konsept albüm bekleyebilir miyiz? Chris: Çalışmaların çok iyi gittiğini söyleyebilirim. Eskiden beri Grave Digger’in müziğini içimden geldiği yapıyorum. Ve daha albüm aşamasında kaydın ne tarafa doğru gideceğini tahmin edebiliyorum. Tabi bu süreçte daha önceki çalışmalarımızı da kurcalıyorum ara ara. Henüz konsept albüm olup olmayacağını veya albümün hangi yöne doğru gittiğini söylemek istemiyorum. Sadece birçok kişinin şaşıracağını söyleyebilirim. Yasin: Deneysel bir şeyler mi yapıyorsunuz?
Yasin: Geçen sene, albüm yayınlandıktan sonra Thilo ve Manni grubu terk etmek zorunda kaldılar. Her ne kadar kalitesi tartışılmasa da Axel’in gruba uyum sürecinde çok zorluk çektiniz mi?
Chris: Alakası yok. Bir dahaki albümün kesinlikle deneysel olmayacağını söyleyebilirim.
Chris: Öncellikle Axel’in çok iyi bir müzisyen olduğunu söylemeliyim. Ondan kesinlikle çok etkilendik. İlk konserimizden önce sadece iki kez prova yapabildik. Ve daha ilk provada Axel bizim ağzımızı açık bıraktı. Ritim gitar için herhangi bir şüpheye yer bırakmadı. Yine de o çalışmaya devam etti. Gitarist olarak kendine özgü bir stili var. Stilini bize uyarlaması için tabi yine de biraz süreye ihtiyaç duydu. Yeni albüm çalışmalarımızı göz önünde bulundurduğumuzda onun Grave Digger mantalitesini anlamış olduğunu söyleyebilirim. Onun varlığının avantajını albümde gitar bölümlerini çaldığında fark edeceğiz. Henüz o aşamaya gelemedik.
Chris: Kesinlikle. İlk gitar sesinden son gitar sesine kadar çalanın Grave Digger olduğunu anlayabileceksiniz.
Yasin: İkinci bir gitarist arıyor musunuz yoksa yine eskisi gibi tek gitarla mı devam edeceksiniz? Chris: Bundan sonra tek gitarla devam edeceğiz. Yani ikinci bir gitarist aramayacağız. Bizim adımıza hoş bir deneme oldu ama bir yıl içinde iki gitaristi birden kaybetmek, olaya biraz uzak durmamızı sağladı.
Yasin: Yani yine klasik Grave Digger soundu olacak.
Yasin: Evet, zaten çok özgün bir soundunuz var. Manni’nin seninle yaşadığı fikir ayrılıkları yüzünden gruptan ayrıldığı iddia ediliyor. Eğer çok özel bir konu değilse bize biraz bundan bahseder misin? Chris: Söyleyecek aslında çok da fazla bir şey yok. Manni bu konu hakkında çok uzun bir röportaj verdi. Benimle ve grupla ilgili olarak, onun mantığına uygun olmayan noktalardan bahsetti. Aslına bakarsan Manni’yle benim aramda bir süredir devam eden bir fikir ayrılığı söz konusuydu. Ama yine de bir araya gelip durum değerlendirmesi yapabiliyorduk. Geçen yaz maalesef birkaç kere patlama noktasına geldik. Bu benim gruptaki 30. senem ve grup için neyin iyi neyin kötü olduğunu en iyi benim karar vereceğimi düşünüyorum. Manni başka bir yoldan gitmek istiyordu ve gruptan ayrıldı. Şunu da eklemek isterim ki, Manni’nin gruptan
ayrılması bizi pozitif etkiledi. Gruptan bir müzisyen ayrıldı mı, kısa bir kargaşa yaşanır. Ama bu duruma özgü olarak, Manni’nin gitmesinin grubun başına gelebilecek en iyi şey olduğunu söyleyebilirim. Zaten o gidince hemen Axel geldi. İçimden bir ses onu gruba almamı söyledi. Onunla 20 yıldır bir tanışıklığımız var. Aslında önce gruba geçici olarak girmişti. Ama şu an daimi eleman olarak kadroda. İçimdeki ses beni yine yanıltmadı! Yasin: Umarım bütün bu yaşananlardan sonra Manni’yle arkadaşlığınız sürüyordur. Chris: Olaylar o kadar uç noktalara taşındı ki, artık böyle bir arkadaşlıktan bahsetmek mümkün değil. Birçok etken işin içine girdi ve geri dönüşü pek mümkün görmüyorum. Yasin: Hans-Peter’a Reaper kostümü giydirmenin kimin fikri olduğunu hep merak etmişimdir. Kişisel görüşüm bunun sahnede çok iyi durduğudur. Chris: HP 14-15 yıldır grupta artık. Grubun çok önemli bir parçası haline geldi. Grave Digger’ın canlı performansları Reapersız düşünülemez artık. HP çok kafa bir heriftir. Ayrıca çok da iyi bir müzisyendir. Onunla o şekilde aynı grupta olmak hepimize çok keyif veriyor. Yasin: Peki fikir kimindi? Chris: Ya aradan çok uzun bir zaman geçti. Onu sahnede farklı bir şekilde sunmak istiyorduk. Sonra kendisi kostüm fikrini ortaya attı ve sonradan bu Reaper’a dönüştü. Tepkiler de çok güzeldi, biz de bir daha değişikliğe gitmedik. Yasin: Klavyeyi ilk Tunes of War albümünde kullanmıştınız yanlış hatırlamıyorsam. Chris: Tunes of War’da evet. Yasin: O zamandan beri de grupta. Chris, 2000’lerin başında yapmış olduğun bir röportaja denk geldim. 2001 mi neydi. Geçirmiş olduğunuz 20 yılı değerlendirmen istenmiş, sen de daha önünde 10 yıl daha
olduğunu söylemişsin. Şimdi bu 10 sene de geçti. Deponuz nasıl gözüküyor? Ne kadarlık benzininiz kaldı? Chris: O aradaki 10 yıl da geçti, evet. Şu an yaptığımız şeyden süper keyif aldığımızı söyleyebilirim. Yeni albümle birlikte hayatımızın en iyi dönemimizde olacağımızı düşünüyorum. O yüzden şimdi bırakmak çok aptalca olur. Yeni kayıt da baştan sona kadar nefes kesici olacak. Önümüzde daha birkaç senenin olduğunu söyleyebilirim sana. Yasin: Bunu duymak güzel. Evet, 30 sene dedik Chris. Bu 30 yılda yüzlerce konser verdiniz. Olumlu ve olumsuz olarak en unutamadığın konserleriniz hangileri oldu? Chris: Olumlu olarak bütün Wacken performanslarımızı sayabilirim. 2005 Brezilya. 80’lerde birçok sağlam konser olmuştu. Şimdi bütün deneyimlerimizi birbiriyle kıyaslayamayacağım. Üzücü olaylar da yaşadık ama çok çok pozitif sonuçlanan konserimiz de oldu. Grubu grup yapan da sahnedeki performansı olduğunu düşünüyorum. Bu seneki 30. yılın anısına Wacken’da vereceğimiz konserin de unutulmazlar arasında yerini alacağına eminim. Yasin: 2007’de ben de ordaydım. Ama bu yıl maalesef kaçırıyorum Wacken. 30. yıl konserini çok izlemek isterdim. Peki, DVD olarak yayınlamayı düşünüyor musunuz? Chris: Evet DVD olarak yayınlanacak. Bu bir kerelik bir gösteri olacak. O akşam Tunes of War’un tamamını çalacağız. Bu ilk ve son kez yapacağımız bir şey olacak. A capella grubu olacak, Doro Pesch olacak, Blind Guardian’dan Hansi Kürsch olacak, In Extremo’dan Michael ve bir kaç kişi daha olacak. Yasin: Bunu bizimle şimdiden paylaştığın için teşekkür ederim. 80’lerin sonunda isminizi Grave Digger’dan Digger’a değiştirdiniz ve bu size 4 yıla patladı. Aradan 20 yıl geçtikten sonra bu değişiklik için neler diyorsun?
Chris: Bu hareketi tamamen ticari kaygılarla yapmıştık. Amerika pazarından biraz daha para kazanabilmek adına yapılmış bir hareketti ve bunun yanlış bir hareket olduğu çok aşikâr. Bundan çok da olumsuz etkilendik. Grup dağıldı filan. Tekrar toparlanmak için biraz vakit gerekti. Bizim için kötü bir tecrübe oldu. Ama artık odaklanmamız gereken şeyi ve hayranlarımızı nasıl tatmin edebileceğimizi biliyoruz. Artık yolumuzu bulduk ve bu konuda çok mutluyum. Yasin: Bildiğim kadarıyla Türkiye’de ilk defa çalacaksınız. Türkiye’de nasıl bir metal ortamı bekliyorsun? Başka gruptaki arkadaşlarından bilgi aldın mı hiç? Blind Guardian 3 defa çaldı mesela. Hansi’yle filan konuşacak mısın? Chris: Hayır. Aslında hiçbir şey bilmiyoruz. Düşündüğümüz tek şey Türk hayranların da çok tutkulu olduğudur. Böyle bir konser sonuçta ilk defa oluyor ve umuyoruz ki orada daha sık konsere geliriz. Orda çalacağımız için hayvan gibi seviniyoruz. Uzun bir zaman önce gezi amaçlı motorsikletle oradaydım. Uzun zaman derken 1991 filan yani. Eşimle beraber Türkiye’yi dolaştık. Dedeağaç’tan (Yunanistan; Alexandropolis) Karadeniz boyunca Zonguldak’a kadar gittik. Zonguldak’tan Ankara’ya, Ankara’dan da Mersin’e geçtik. Mersin’den ortaya kadar gittik, sonra tekrar yukarı Bafa Gölü’ne çıktık. Oradan İzmir’e geçtik ve tekrar Yunanistan’a döndük. Sanırım bir 10 bin kilometre yaptık Türkiye’de. Yasin: Güzel bir tur yapmışsınız. Chris: Evet güzeldi ve çok da güzel deneyimlerimiz oldu. Türk misafirperverliğini gördük. Gerçi Köln’de yaşıyorum. Orda da biliyorsundur, hatırı sayılır bir Türk nüfusu var. Çok kültürlülüğü seviyorum. Yasin: Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağımıza dair garanti verebilirim. Chris: Evet buna inanırım. Yasin: Tanıdığın Türk metal grubu var mı?
Chris: Aslına elime albümlerinin geçtiği bir grup var. Baya da beğenmiştim ama isimleri aklıma gelmiyor şimdi. Yasin: Pentagram? Mezarkabul? Chris: Mezarkabul evet. Evet, o grubun çalışmalarını çok beğeniyorum. Yasin: Mezarkabul Türkiye’nin en büyük grubu zaten. 25. yıllarını doldurdular bu sene yanılmıyorsam. Chris: Almanya’da filan konsere geliyorlar mı? Yasin: Türkiye’de bile nadiren konser veriyorlar. Chris: Türkiye için heyecanlanıyoruz. Unirock büyük bir festival mi? Yasin: Bu sene üçüncü kez yapılıyor festival ve her sene daha da büyüyor. Bu sene 15 yabancı grup çalacak. Cannibal Corpse, Overkill, Sabaton, Belphegor, Almanya’dan Heaven Shall Burn, yine Almanya’dan Necrophagist… Chris: Aa çok iyi. Yasin: Obituary. Aslına bakarsan Unirock organizasyon olarak Türkiye’de en güvenilir kurum. Polonya’dan Behemoth, Korpiklaani. Evet, bu üçüncü seneleri ve festival dışında da konserler organize ediyorlar. Aslına bakarsan Unirock Festivali’ni, Sonisphere’den daha heyecanla bekliyorum. Chris: Bu festival İstanbul’un içinde mi oluyor? Yasin: Evet, direk şehrin göbeğinde oluyor. Boğaz’ın kenarında. Chris: Oo süper. Yasin: Taksim Meydanını biliyor musun? Chris: Evet. Yasin: İşte oraya 2 kilometre filan uzaklıkta. Beşiktaş’ın stadının hemen yanında, eğer futbolla biraz ilgileniyorsan bilirsin Beşiktaş’ı.
Chris: Biz oradayken umalım ki deprem filan olmasın. Yasin: Yok ya, olmaz bir şey. Chris: Gerçi her türlü geleceğiz, hehe. Eğer vaktim olursa da Sultanahmet’e gitmeyi ve diğer tipik turistik şeyleri yapmayı düşünüyorum. Yasin: Eğer vaktiniz olursa ben de birkaç şey tavsiye edebilirim. Chris: İşte bir geliş-gidiş saatlerimiz bir netleşsin de seninle tekrar irtibata geçerim. Belki bizi birkaç yere götürmek istersin. Yasin: Tabi neden olmasın? Yurtdışından bir sürü misafirim geliyor. Bu olayı da sık sık yaparım zaten. Seve seve sizin rehberiniz olurum. Chris: Orada yaşayan birinin şehri gezdirmesi her zaman daha avantajlıdır zaten. Yasin: Evet, her türlü irtibatta kalalım. İstersen biraz röportaja devam edelim. 2-3 soru kaldı zaten.
Chris: Tabi, devam edelim. Yasin: Bugünkü Heavy Metal piyasası için neler diyeceksin? Severek dinlediğin yeni nesil grup var mı hiç? Chris: Metal piyasasının eskiye göre çok büyüdüğünü söylemeliyim. Ama metal dinledim mi de, klasik metal dinliyorum. Benim en sevdiklerim hala 70’ler. Led Zeppelin, Deep Purple… Bunları hala çok severek dinliyorum. Ama yaratıcılığı kaybetmemek adına çok değişik şeyler de dinliyorum. Arada beğendiğim çalışmalar oluyor ama favorim hala eskiler. Yasin: Hangi vokalistlerden etkilendin Chris? Chris: Udo, Dio, Robert Plant ilk olarak ismini sayacağım kişilerdir. Ve tabi yaşlı Ozzy’yi de unutmamak lazım. Yasin: Birçok şey söyledin gerçi ama yine de son olarak Türk hayranlarınız için bir iki cümle alabilir miyim?
Chris: Bunca sene sonra Türkiye’de çalacak olmamıza çok seviniyorum. İstanbul’un harika bir şehir olduğunu biliyoruz. İlk defa çalacağımız ülkeler bizi hep heyecanlandırır. Çok sağlam bir playlistle orada olacağımızı ve özel bir şov izleteceğimizi söyleyebilirim. Yasin: Bu güzel telefon konuşması için çok teşekkür ederim Chris. Chris: Güzel bir röportaj oldu benim adıma da. Dediğim gibi, program belli olduğunda haberleşiriz, uydurabilirsek gezeriz, muhabbet ederiz. Yasin: Tamam haberini bekliyorum o halde. Yeni albüm çalışmalarında başarılar dilerim. İyi akşamlar. Chris: İyi akşamlar. Temmuz’da görüşürüz.
biyografi
Deflagration, Finlandiya’ da, OH ‘da 1996 yılında 4 tane çocukluk arkadaşının acımasız metal sevgisi sonucunda ortaya çıktı. Grubun bu zamana kadar adının duyulmaması beni şaşırttı. Çünkü grup gerek altyapı olarak gerekse müzikalite bakımından oldukça sağlam. Grup, cover yapmakla ve kendi tarzlarını belirlemek için geçen süreden sonra aletleri bileyip 2002 yılında başlangıç albümleri olan “the pain you can’t forget” i piyasaya sürdüler. Yaptıkları müziği “kirli heavy metal” olarak tanımlayan grup, müziğinin dürüst ve ham hissettirmesini ve metal ile Groove’ un karışımından oluşmasını seviyor. “Pain” albümünün yayınlanmasından sonra grup emekleri karşılığında birçok övgü aldı. Fakat grup kadro değişikliklerinin, kişisel ve kolektif felaketlerin baş gösterdiği bir döneme girdi. Kendilerini toparladıktan sonra grup üyelerinden Beau VanBibber (ritim gitar, vokal) ve Tony Ritzler (davul, geri vokal) bir sonraki seviyeye geçmelerinin çok uzun zaman olduğuna karar verdi. Eric Mendoza (basgitar) ve Skot King (lead gitar) gruba katıldığı gibi gruba yeni bir duruş ve müzikal silahların kullanılması için daha geniş bir cephanelik (!) getirdi! 2008 yılının başlarında stüdyoya giren grup uzun metrajlı, patlamaya hazır “A Call To Arms” ı çıkardı. Bu albüm grubun olgunlaşması ve şarkı sözü yazmasındaki gelişmeyi gösteriyor. Yeni albümün çıkmasıyla, Deflagration albüm tanıtımı için büyük çaba sarf edip yaptıkları müziğin olabildiğince kişinin kulağına gitmesi için çabaladı. Grup, elemanların pozitif davranışları, profesyonelliği ve bütünlüğüyle gurur duyuyor. Grubun göz ardı edilmesine rağmen büyük bir varlığının olduğu kanıtlanmıştır. İşlerini büyük bir ciddilikle yapıyorlar, fakat grubun asıl amacı dünyanın her yerinden hayranlarına Heavy Metal sevgisini ulaştırabilmektir. Hazırlayan: Zeynep Yazıcı
röportaj
—Gereği Düşünüldü ailesine selamlar olsun! Grupta keyifler nasıl? Nelerle meşgulsünüz şu aralar? Mert: “Uçaklar Düşer, Kuşlar Sevinir” sonunda ortaya çıktı, artık elime alıp bakabiliyorum, sıfırlandık resmen ve bu duyguyu çok özlemişim, keyifler baya yerinde o yüzden. Emirhan: EP’miz ‘Uçaklar Düşer, Kuşlar Sevinir’i çıkardık, tişörtlerimizi bastırdık, keyfimiz yerinde. Yalnız ben şu an gruptan biraz uzakta, Almanya sınırları içerisinde bulunuyorum. Gruptan bir süre ayrı kalmak biraz sıkıcı, onun dışında her şey yolunda.
Gary: Şu sıralar yeni EP’mizi çıkarttık. Uçaklar Düşer Kuşlar Sevinir. Şimdi de geri dönüşümlerini bekliyoruz. Maksut: Selamlar :) Grupta keyifler iyi, bildiğin gibi EP’yi yakın zamanda yayınladık, o oldukça moral verdi. Şu aralar yeni beste çalışmalarına ağırlık verdik. Bunun dışında genel olarak okulla uğraşıyoruz. Gary çizim sınavlarına hazırlanıyor, Emirhan’ı da Erasmus’a yolladık bakalım, yollarını gözlüyoruz :) Can: Grupta keyifler gayet iyi, sadece Almanya’ya Erasmus’a giden gitaris-
timiz Emirhan’ın yokluğu dışında. Ama yazın başlarında tekrar aramıza katılacak.Onun dışında ben mimarlıkla uğraşıyorum(3. sınıf öğrencisiyim)ve bu nedenle genel olarak uykusuzum. —Grubun temelini atan iki ismi (Can ve Mert) amatör grupları takip edenler daha önce Sorgespel adı ile hatırlayacaklardır. Sonrasında grup dağıldı, kabuk değiştirdi ve süreç içersinde karşımıza ‘Gereği Düşünüldü’ olarak çıktı. Eski günleri de yâd ederek bize biraz ‘gereğini düşündüğünüz’ o süreci anlatır mısınız?
Yepyeni E.P “UÇAKLAR DÜŞER KUŞLAR SEVİNİR” ile fırtınalar estiren Gereği Düşünüldü grubunu sıkıştırdık bi köşeye mikrofonu uzattık ve sorularımızı cevaplamak zorunda kaldılar!
Röportaj: Oktay ATEŞ
Mert: Sıkıcıydı gerçekten, bir şeyler senin gözünde yıkılıyor ve sonuçta yaşam devam ediyor. Sen bunların bu dünyada belki de hiçbir şey ifade etmediğini bildiğin halde sanki o an hayattaki en önemli şeymiş gibi umursuyorsun. Sonrada yine hayata karşı bu konuda bir sözün varmış gibi yeni bir dünya oluşturuyorsun... Kendin için, tatmin olmak için. Can’la GD’ yi oluştururken beli bir dönem yalnız kaldık, bu dönemin heyecanları ve zevkleri daha histerikti. Sıkılıyorduk bazen, bazense özgürlük hissi bizi deli gibi heyecanlandırıyordu. Elemanlar taşlaşınca ise her şey çok daha kararlı gelişti ve grubun karakteri daha güçlendi. Can: Kesinlikle çok zor bir dönemdi. Çünkü Sorgespel’de artık eskisi gibi olmayan, olamayan şeyleri görüyorsunuz ve bu sizin hevesinizi kırıyor. Her stüdyonun daha gergin ve daha kötü bir hale geldiğini hatırlıyorum. Müzik, hayatımızda en önem verdiğimiz şeylerden birisi olduğu için ve artık eskisi gibi keyif veremediği için (tabi o kadroyla) çok üzülüyorsunuz. Ama elbette ki her son bir başlangıcı işaret eder ve biz de bunun farkındaydık. Tabi sonu nereye varır, nasıl olur, eskisi gibi olabilir mi bazı şey diye devamlı soruyor insan dine kenv e gelecek karanlık görünüyor. Ama öğrendik ki cesur olmalı, yarattığınız şey sizden daha büyük bir şey olamaz eğer siz buna izin vermezseniz. Gereği Düşünüldü’nün temelleri daha Sorgespel dağılmadan atıldı. Türkçe yapmak istediğimiz müziği, Türkçe bir başlık altında sunma fikri bizi motive ediyordu. İsmin anlamındaki kararlı duruşun, bizim için daima yol gösteren bir şey olmasını umduk.
Gereği Düşünüldü, çözümsüzlükler denizi içerisinde, daima kötüye gidişe bir dur demek adına atılan, içimizde kopan bir çığlıktı ve bizim üzerimize düşen, bu çığlığı dinleyicilerimizle paylaşmaktı. — Esasında Sorgespel ile o dönem güzel bir izleniminiz de vardı dinleyici/seyirci üzerinde. Keza, katıldığınız bazı yarışmalarda aldığınız iyi derecelerle de bunu kanıtladınız. Buna rağmen sizi yeni arayışlara iten sebep(ler) neydi? Yoksa bu tamamen isimsel/şekilsel bir değişiklik mi? M a k s u t : Sorgespel’in bir noktada bitmesi gerektiğini hissettik ve müzikal anlamd a yeni
bir sayf a a ç m a i s t e ğ i duyduk. Tırmalamaya en baştan, fakat bu sefer farklı bir vizyonla ve daha tecrübeli şekilde başlama kararı aldık. Bizi şu anki çatı altında buluşturan da bu istektir. Türkçe sözlü hardcore-metalcore fikri Sorgespel zamanlarından beri kafamızda olan bir projeydi. Bunu Gereği Düşünüldü ile hayata geçirdik. Can: Rapçi Fuat’la yaptığımız konuşma bizi çok etkiledi. Türkçe müzik konusunda ilk kez “acaba yapsak mı?” sorularını sormaya başladık kendimize. Benim için arayış bundan ibaretti. Çünkü müzikal açıdan her zaman canımızın istediğini yaptık ve bu bizi hep mutlu etti. Sorgespel’de de bu böyleydi, Gereği Düşünüldü’de de... Bu nedenle Sorgespel hiçbir zaman tamamen geçmişte kalmış, eski bir anlayışı temsil etmiyor. Ruh, halen Sorgespel ruhu ve bu umarım hiçbir zaman değişmeyecek. Vokaller ve sözlerin Türkçeleşmesi adına bir arayıştı bence bu. Ama bu müziğe de
yansıdı ve belki de Sorgespel’de hiçbir zaman elde
edemeyeceğimiz bir şey yakaladık; müzik ile sözler çok daha sıkı bir biçimde ilişki kurmaya başladı. Artık şarkıda anlatmak istediğimiz şey daha bütün daha uyumlu geliyordu kulağımıza. Gary: Bu konuda benim fikrim Türkçe müzik yapmak istediğimiz için olabilir. Mert: Bizim grubumuzun yarısından fazlası dağılmıştı, yeni bir grup kuracaktık. Sorgespel ismi ile devam etseydik o zaman yeni elemanlarla bir grup kurmuş değil, onları grubumuza dâhil etmiş olurduk, hazır içimizde yeni bir heyecan varken herkes aynı şeyi aynı istek ve kaygılarla yaşasın istedik. Yeni ismimizde bizim yeni ruhumuzu tavırlandırsın, kimse bir gram arkaya bakamasın kendi kişiliği dışında hiçbir şey göremesin dedik. —Geçmişte yapmayı planladıklarınız, yaptığınız şeylerde amaçladığınız hususlarla Gereği Düşünüldü’nün kendine has amaçları, planları arasında ne gibi farklar var? Gereği Düşünüldü üzerinde Sorgespel’in etkisini, ona kattıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Can: Sorgespel daha acemi, daha kaygılı bir dönemimizi simgeliyor benim için. Gereği Düşünüldü’de ise çok daha deneyimli olduğumuz bir noktadayız ama tabi ki de halen yememiz gereken bir sürü kazık olduğunu düşünüyorum. Amaçlara baktığımızda da Sorgespel’de ve Gereği Düşünüldü’nün daha 1 yıl öncesine kadar bir kendini kabul ettirme, menajerlere, kayıt
şirketlerine kendini beğendirme kaygısı çok fazlaydı. Fakat şu an ben şahsen böyle bir kaygı taşımıyorum, çünkü zaten şu an özgürce istediğim şekilde müziğimi yapıp, kaydedip, yayınlayabiliyorum. Tabi ki de daha deneyimli birinin bize katkısı çok büyük olacaktır, fakat bu bir zorunluluk değil sanırım. Maksut: Gereği Düşünüldü’nün Türkçe sözlü müzik yapması en büyük fark diyebiliriz. Şu anda, hedef kitlemiz ve onlara vermek istediğimiz tatlar çok daha belirli. Fakat genel olarak hedeflerimiz ve hissiyatımız yola çıktığımız günden beri hep aynı, geçen bütün bu zaman boyunca değişen ise büyük ölçüde müziğe bakış açımız oldu. Müzik, insanla beraber değişen, büyüyen bir olgudur. Biz değiştikçe müziğimiz de bizimle beraber ilerledi, yeni zenginlikler kazandı. Dolayısıyla, Sorgespel’in Gereği Düşünüldü üzerindeki etkisi yadsınamaz. Sorgespel’de grup olmayı ve müzik icra etmeyi öğrendik, şu anda ise o zamanların verdiği olgunlukla, daha sağlam adımlarla ilerliyoruz. Gary: Gereği Düşünüldü’de Sorgespel’in etkisi tabi ki çok büyük;müzikal ve duygusal açıdan ama iki grubun da daha doğrusu iki ismin de amacı albüm çıkartıp istediğimiz müziği performe etmek.
—Can’t Take Away’’ çalışmanızın - kısmen de olsa - yukarda bahsettiğimiz süreçle ilişkisi yadsınamaz diye düşünüyorum. Aynı şekilde ‘Serotonin’ adlı parçanızın o döneme ait bir ürün olduğunu hatırlıyorum [yanlışım varsa düzeltin ]. Bu hususta ilginç bir nokta var ki, o da geleneksel ezgilerimizden ‘Kekliği Düz Ovada Avlarlar’ ı açılış parçası olarak dinlemek… Bu fikir nereden aklınıza geldi? Can: pas –Mert’eMert: Can’ların evinde yaptık bu kayıtları, sağ olsun ailesi bize müzik konusunda en büyük desteği verir. Onların evinin yanında da bir anaokulu var, bahçeleri bitişik. Bizim kayıt yaptığımız günlerden birinde yandaki anaokuluna da bir amca getirmişler çocuklara şarkı söyletiyor. Tam da sinir amca böyle; şarkı söyletiyor, çocuklar koro dışına çıkınca sinirleniyor falan. Bu bana çok ilginç geldi, tam işinin ehli amca bir şeyler becermeye çalışıyor, çocukların da umuru değil onlarda eğleniyorlar. Ben de onların bu performansını yan bahçeden mikrofonla kaydettim bir işimize yarar kullanırız diye. Aylar sonra bir fark ettik ki bizim tam konseptimize uygun bir şarkı söyletmiş mazimizdeki ve şimdiki amaçlarımızı tam olarak anlatıyor, biz de zevkle kullandık. —Biraz da yeni ürününüz ‘Uçaklar Düşer, Kuşlar Sevinir’ den bahsedelim; albüm süreci nasıl gelişti? Albümün aşamaları esnasında kimlerin katkıları oldu? [ Biraz tanıtım yapalım ] Can: Süreç bundan 2 yıl önce (evet yanlış duymadınız) davul kayıtlarına başlamamızla başladı. Sonra o davul kayıtlarını ben editlemeye başladım ve 1 ay sonra bütün gitar kayıtlarını bitirdim. (yüzüme bak ve gülümse hariç). Bu arada “can’t take away” i de kaydetmiş olduk. Sonra bas ve vokallerin kaydı yapıldı ve bu beklediğimizden çok daha uzun sürdü. Benim konu hakkında çok az şey bilmemden kaynaklanan çok uzun süren bir mix & mastering dönemi geçirdik. Tabi bu dönemde sağ olsun AVA’dan
Mert’in çok büyük yardımları dokundu bana. Bu nedenle aslında planladığımız tarihten çok daha sonra yayınlayabildik albümü. Geç oldu ama içimize de sindi. Bence bu en önemli şey albümde stüdyo AVA’dan (Audio for Visual Arts) Mert ve Ayhan’ın süreç içerisinde çok büyük yardımları oldu. Onun dışında davul kayıtları hariç bütün kayıtlarımızı (gitar, vokal, bas ve bunların editleri) bizim evde yaptık ve bu çok uzun süreçte ailem bu imkanı sağlamakla fazlası ile destek oldu grubumuza. Emirhan: ‘Uçaklar Düşer, Kuşlar Sevinir’ tamamen DIY mantığıyla hazırlanan bir çalışma oldu. Kayıtların bir kısmı ev, bir kısmı stüdyo ortamında yapıldı. Kayıt aşamasına en çok katkıda bulunan kişi de Can olmuştur herhalde :). Maksut: ‘Uçaklar Düşer, Kuşlar Sevinir’ senelerin birikimiyle oluşan bir albüm. Elimizdeki parçaları bir araya getirip artık dinleyiciyle paylaşma gerekliliğini hissettik ve bunun üzerine oluşturduk bu albümü. Basılan her notada, her ritimde, söylenen her sözde bir anlam, çaba ve verilmek istenen bir duygu var. Dolayısıyla bu albümü hiçbir zaman bir tüketim ürünü gibi görmedik. Oturup gerçekten anlayarak dinlenmesi gereken, “yazar burada ne demek istemiş” diye sorgulanması gereken bir albüm. Albümü tamamen kendi çabalarımızla kaydettik ve yayınladık. Kayıt aşamasında Can çok önemli bir rol oynuyor, mix ve mastering konusunda onun emeği bizim için çok önemli. Taksim AVA stüdyolarından Mert Aksuna ve Ayhan Mutlu’nun da kayıt aşamasında bize çok yardımları oldu. Onlara da buradan teşekkür etmek isteriz. Gary: Albüm kayıtlarında Can’ın etkisi inkâr edilmeyecek derecede fazla. Çok uğraştı çocuk. Onun dışında kayıt yaptığımız stüdyoda çalışan bütün arkadaşlar çok yardımcı oldu. Özellikle Mert ve Ayhan abi olmak üzere. Reklam olmazsa
stüdyonun adı da A.V.A . —Parçalarınızda her ne kadar sert gitar melodileri, davul ritimleri barındırsanız da bireyin hayalleri, hayata verdiği (ya da vermediği) anlamı içeren sözlerin bilhassa clean vokal ile birlikte duygusal arka planı gösteren yanı, - sert bir tür icra etmeniz açısından da – biraz farklı bir durum. Bu noktada, icra ettiğiniz türün protest duruşunu da göz önüne alarak kendi müziğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Can: Benim için eğer alt metninde gerçekten bir şeyler barındırmıyor veya bunları bir şekilde dinleyicinin yüzüne vuramıyorsa o müziğin protestliğinin benim için hiçbir anlamı yok. Kimi zaman düzenin bize dayattıkları, kimi zaman da insanın ta kendisi şarkılarımıza konu oluyor. Biz insanı insana anlatmanın yolu doğallıktan, samimi olmaktan geçer diye düşündük. Müzik ile sözlerdeki anlatım arasındaki ilişkide mutlaka bir düşünülmüşlük, bir kurgu olmalı diye düşünüyorum. İnsan ve özellikle müzisyen olan bizlerin yaşamlarında duyguların yerleri çok büyüktür. Bazen nefret edersin; beynine kan sıçrar, bazen de çaresizlik içerisinde ağlarsın. Bu nedenle müzik de
böyle olmalı; bazen sinirli önüne geleni ezip geçiyor, kimi zaman da kırılgan ve zayıf. Tepeler ve çukurlar; aynen insanın iç dünyası gibi. Bir çukur ile tepe arasındaki geçiş; o ruh hali değişimi, işte Gereği Düşünüldü tam da burayı anlatmak istiyor çünkü anlamını bu şekilde kazanmıştı: Radikal bir değişim, çözüm! Maksut: Yaptığımız müzikte kişiliklerimizin rolü büyük. Bizim için müziğin hem sert tavrı, hem de yüklendiği anlam çok önemli. Aşk üzerine de şarkılarımız var, politika ve din üzerine de şarkılarımız var. Bu konularda belli fikirlere, duygulara sahibiz ve bunları en anlamlı şekilde dile getirmeye çalışıyoruz. Ancak bunu yaparken de sert ve iğneli bir üslup kullanmak bizi tatmin ediyor. Dolayısıyla ortaya dinlediğiniz ürünler çıkıyor. Emirhan: Agresif ve sert bir müzik yaptığımızı kabul etmekle beraber, kendimizi tür olarak belli bir yerde konumlandır(a) mıyoruz. Bana göre sert müzikle, duygusal içerik birbirine taban tabana zıt düşen kavramlar değil. Sert müzik, duyguları ya da duygusal içeriği
aktarmanın bir üslubu olarak algılanabilir kanımca. Bizim yaptığımız da anlatmak istediklerimizi daha vurucu kılacak, inişli-çıkışlı, tansiyonlu bir müzik yapmak. —Yine bu bağlamda şunu söylemek isterim ki; ‘Köpekler Renkleri Göremez’ parçanız melodik açıdan sıradan olsa da son derece başarılı vokal geçişleri ile yayınladıklarınız arasından en çok zevk aldığım parça oldu. Gruplarımızın çoğu genelde dışarıda tanınma hedefini öne sürerek İngilizce sözlü besteler yapıyorlar. Siz de hedefleriniz doğrultusunda bu konuya nasıl bakıyorsunuz? Olur da bir gün tekrar isim değiştirme (yabancı dilde bir grup ismi) gibi bir durumla karşı karşıya kalırsanız tavrınız ne olur? Emirhan: Gereği Düşünüldü olarak öncelikli hedefimiz, ülkemizdeki alternatif müzik dinleyicisiyle daha samimi ilişkiler kurmak ve ‘mainstream’ için ekstrem sayılabilecek müziğimizin bu ülkede iyi yerlere gelebileceğini
kanıtlamak. Özellikle bizim yaş grubumuzdan ve bizden daha genç arkadaşlardan aldığımız iyi tepkiler de bize bunun ulaşılabilir bir misyon olduğunu gösteriyor. İngilizce şarkı yapmanın da bizim için büyük bir problem olacağını sanmıyorum. Zaten ilk ürünlerimizi İngilizce sunduğumuz göz önünde bulundurulursa (Sorgespel ve benle Gary’nin diğer grubu originofstorm olarak), bu süreci başarıyla atlatabileceğimizi düşünüyorum. Ayrıca bu tarzda müzik yapan gruplarda pek görülmeyen Türkçe beste yapma evresinin de bize İngilizce beste yapma sürecinde, pozitif getirisi olacağı fikrindeyim. Maksut: Bizim hedef kitlemiz şu anda Türkiye, bulunduğumuz yerde bu müziği yaygınlaştırmak ve dinleyici kitlesi oluşturabilmek çok önemli. Şu anda, dünya çapında metal müzik ve Türkiye isimlerini bir araya getirdiğinizde akla gelen pek az isim var. Eğer, biz bu müziği alıp ülkemizde bir yerlere taşıyabilirsek bunun devamı çok daha hızlı gelir. Zaman neyi gösterir belli olmaz, olur da isim değiştirme gibi bir durum gündeme gelirse bu o zaman konuşulur, biz de tekrar bir röportaj yaparız sizinle :) Can: Grupça şu anda dışarıya açılmak gibi bir planımız yok. Ama eğer bu olacaksa pekâlâ Türkçe müzik yaparken de olabilir diye düşünüyorum. Bir daha İngilizceye döner miyiz bilemiyorum ama Türkçe yapmaya hep devam edecekmişiz gibi geliyor bana. Bence müzikte dil çok önemli ve kültürümüzü, bizi yansıtan en önemli araç. Sonuçta bütün gün Türkçe yazıp, konuşup, düşünüyoruz. İngilizceye dönersek sanki müziğimiz eski derinliğini yitirirmiş gibi geliyor bana. —Bunların yanında, grubun vokali Mert Papik’ i son dönemin hızla yükselen metal gruplarından Insistence ile bir dönem yaptığı çalışmalardan, bulunduğu konserlerden de tanıyoruz. Acaba kendisi Gereği Düşünüldü’ ye yoğunlaşmak için mi gruptan ayrıldı? Insistence’ı onun olduğu ve ondan sonraki döneme bakarak nasıl değerlendiriyor? Mert: Insistence benim çok
şeyler öğrendiğim ve çok yoğun yaşadığım bir grup. Grup bir dönem dağıldı ve ben bu süreç içinde belli kararlar aldım yaşadıklarımı düşünerek. Tekrar toplanıldığında geri dönmeme sebebim kendimi o ailenin içinde hissetmememdi. Gruptaki elemanları tek tek sevmeme rağmen Insistence’a artık yarar değil zarar getireceğimi düşünmem ve kendimi veremeyeceğimi bilmem ayrılmama neden oldu. Şimdi ise bakıp seviniyorum, sosyal duruşlarına daha önem veriyorlar ve heyecanlarını bastırmıyorlar. Şu an içlerinde ben olsaydım bunların hepsi çakışırdı ve açıkçası ben grubun moduna uyamazdım. Yeni albüm geliyor Insistence’tan dinlemek lazım, şimdiye kadar dinlediklerim benim için bir başlangıçtı; albüm eminim çok daha fazla fikir verecek bana... — Özel olarak merak ettiğim bir nokta daha; davulcunuz Gary Singer Jr. ‘ın gerçek ismi nedir? Bu müstearı tercih etmesinin hikâyesini de –mahremiyeti bozmayacaksa – alalım Maksut: Onun ismi aslında Fahrettin Cüreklibatur Gary: Bu soruya hem çok güldüm biraz da üzüldüm Gary Singer JR benim takma adım değil. Gerçek kafa kağıdımda yazan isim. Sebebi de Amerikan vatandaşı olmam herhalde. Bir nick v.s durumu yok yani bildiğiniz isim. Emirhan: Arkadaşın pasaportta yazan gerçek ismi budur. (Kuzeni olduğum için beni güvenilir bir kaynak olarak alabilirsiniz =) Onun dışında başka adı da var, isterse kendisi paylaşsın onu da. Mert: Evet adamın çok cafcaflı bir pasaportu var. Bence bir ülkenin pasaportu için o kadar uğraşması gereksiz. Yani daha sade düz olmalı bence, o ne öyle, sonuçta ensesi kırmızı herhangi bir kişisin... —Sizin de bildiğiniz üzere, 2010’un Türk Müzik Tarihi’nde –gerçekleşmiş ve gerçekleşecek konserler anlamında – mihenk taşı olacağı (kanımca) şimdiden belli. Bu noktada, sizleri
gerçekleşecek olan bu organizasyonlardan herhangi birinde görme olasılığımız nedir? Yakın zamanda gerçekleşecek olan konserlerinizi de öğrenelim bu vesileyle Maksut: Sonisphere özellikle bomba etkisi yaratacak bir konser gibi duruyor. Artık yavaştan Türkiye de büyük organizasyonlara alışıyor ve aktif dinleyici kitlesi büyüyor. Bu hepimiz için sevindirici bir durum. Umarız gerçekleşecek bu ve diğer konserler de hak ettiği katılımı görür ve bu tarz organizasyonların devamı gelir. Şu an bizim en yakın konserimiz 15 Mayıs’ta Studio Live’da, PickPocket ve Lost in Bazaar’la beraber. Herkesi konserimize bekleriz, konser sonrası EP ve tişört satışımız da olacak, duyurulur. Gary: Gerçekleşecek organizasyonlarda var olup olmadığımız belli değil ama kendi düzenlediğimiz konserler olacak elbette en yakını 15 Mayıs’ta Studio Live’da. Mert: Evet çok hoş durumlar bu festivaller umarız bir gün bize de çarpar bu dalga diyorum... 15 Mayıs’a gelin!!! — Bu röportajın gerçekleşmesini sağladığınız için MetalTR Ailesi ve Karanlık Oda Dergisi adına teşekkür ediyorum. Son olarak Karanlık Oda okurları ve sizi sevenlere bu röportaj aracılığıyla söylemek/eklemek istediğiniz bir şey varsa, buyurunuz Emirhan: Konserlerimize gelen ve/veya bizimle grup hakkındaki görüşlerini paylaşarak sevdiği müziğe sahip çıkan tüm arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. MetalTR Ailesi ve Karanlık Oda Dergisi’ne de bizimle bu röportajı gerçekleştirdiği için teşekkürlerimi sunuyorum. Mert: Benden de bol teşekkür, tekrar görüşmek üzere diyorum. Gary: GD çok güzel grup dinleyin abi... Nebilim a.q hjagsd
Haz覺rlayan: Ece SAKA
biyografi
1990 senesinden beri inançları uğruna savaştılar. Müziklerini daha çok kendileri için, kendi istedikleri müzik tarzını piyasada bulamadıkları için yapıyorlardı. Gerçek birer sanatçı olarak sadece kendi kalplerinin seslerini dinliyorlardı… İç ve dış politika ile ilgili tokat gibi sözleri, birbirinden mükemmel parçalarıyla en tepeye çıkmak konusunda pek zorlanmayan grup Lamb Of God hakkında daha çok şey öğrenmek istiyorsanız; buyurun. Lamb Of God adlı grubun kökleri 1990 senesinde ABD’deki Virjinya Eyalet Üniversitesinden oda arkadaşı olan üç arkadaş; Mark Morton, Chris Adler ve John Campbell tarafından atıldı. Üçlü ilk çalışmalarını Adler’in Richmond’daki buz gibi soğuk evinde gerçekleştirdiler. Champbell bazı röportajlarında hala evin soğukluğunu hatırladığını söyler ve “O evde ısıya dair hiçbir şey yoktu. İlk zamanlarda k.çmız donmasın diye önce gazyağıyla çalışan ısıtıcılar eşliğinde metal şarkıları yazmaya çalışırdık. Sonrasında gazyağı tütmeye başlardı ve Black Label markalı biralarımız bizim tek ısı kaynağımız olurdu.” diyerek o günlerden dem vurur. 1994 senesinde mezuni-
yetten sonra, Morton Lisansüstü eğitimi almak amacıyla Şikago’ya gittiğinde, grup yoluna Mortonsuz devam etmek zorunda kaldı. Yeni gitarist Abe Spear, Morton ile yer değiştirdi ve gruba üniversite zamanlarında kendilerinden bir üst sınıfta bulunan Randy Blythe vokal olarak dâhil oldu. Böylelikle grup enstrümantal müzik yapmaktan vazgeçti, yaptıkları şarkılara sözler de eklemeye başladılar. Bu sıralarda grup “Lamb Of God” değildi. Önceleri “Burn The Priest” olarak Richmond’da adını duyurmaya başlamış, hatta buradaki piyasada bir demirbaş haline gelmişlerdi.
Oldukça hırslı olan grup elemanları, kendileriyle aynı seviyede olan diğer gruplarla yarışabilmek adına katı bir prova programı hazırladılar. Campbell bu sıkı provaları bazı röportajlarında şu şekilde anlatır; “Haftada beş gün prova yapıyorduk ve gerçekten önemli işlerimiz olmadıkça provaları atlamıyorduk. Eğer sürekli çalışmazsan Richmond’daki gruplar bir anda öne geçebilir ve seni sahneden fırlatır atarlar. Özellikle yerel metal grupları olan Breadwinner ve Sliang Laos gibi gruplar deli gibi karmaşık notaları bile sanki çok basitmişçesine mükemmel şekilde çalabiliyorlar.
Bu yarış hali bizim müzikal seviyemizi yükseltti ve bize başarıya ulaşmak için işin ahlakına uygun bir şekilde çok çalışmamızı öğretti.” Grup Virjinya çevresinde de tanınmaya başladıktan sonra Legion Records’dan “Burn The Priest” adı ile uzun soluklu bir albüm çıkarttılar. Albümün çıkışından kısa süre sonra Abe kişisel sorunları nedeniyle gruptan ayrılmak zorunda kaldı. Virjinya’da Williamsburg’daki bir rehabilitasyon merkezine gitmek üzere gruptan ayrıldığı da söylentiler arasında… Bu dönemde, Şikago’dan dönen Morton, Abe’e devrettiği görevini geri aldı. Abe’in gruptan ayrılışı bir bakıma Chris’in kardeşi Willie Adler için yer açılması anlamına geliyordu. 1 yıl sonra Willie de gruba dâhil olarak gitaristlik işini üstlendi. Grup, ismini “Lamb Of God” olarak değiştirip Prosthetic Records ile kayıt yapmak üzere anlaşma imzaladı. Grubun yükselişi ve aynı zamanda piyasaya tanıtılış albümleri “New American Gospel”, 2000 senesinde piyasaya sürülmüştür. Bu albüm piyasaya bir tokat gibi çarpmış, Death Metal konusunda usta kalemler tarafından büyük destek görmüştür. Bu başarının ardından grup iki sene boyunca turnelere çıkmıştır.
Morton’a göre bu albüm riffleriyle birlikte ritmik ve vurucu müzikal bir zenginlik teşkil etmekteydi. Baterist Addler’e göre ise bu albüm klasik bir kayıttı. Bütün üyeler bir araya gelerek kariyerleri için heyecan verici ve güçlü bir albüm kaydetmek istiyorlardı. Addler’e göre sınırlanmalarına imkân yoktu ve o an için ne yarattıklarının farkında değillerdi. 2003 senesinde “As The Palaces Burn” albümünü çıkartan grup, Revolver ve Metal Hammer gibi saygın dergilerce “Yılın Kaydı” olarak onurlandırıldı. Grup geniş çaplı bir konsere çıkmak üzere yollara düştü. 2003 yılı sonbaharında grubun katıldığı MTV Headbanger’s Ball Konserleri grubu yeraltından yerüstüne yükseltti ve daha geniş çapta tanınmasını sağladı. Grup sonrasında “Terror and Hubris” adında, grubun ilk zamanlarındaki performanslarını kapsayan bir DVD piyasaya sürdü. Bu DVD de gruba başarı sağladı ve DVD listelerine 32. Sıradan giriş yaptı. Lamb Of God, ektiğini yavaş yavaş biçmeye başlamıştı. 2003’te çıkardıkları “As The Palace Burn”, gruba saygı ve hayranlık kazandırmıştı. 2003 senesi sonlarında grup, Epic Records ile anlaşma sağladıktan son-
ra, 2004’te Epic Records tarafından yayınlanan “Ashes Of The Wake” adlı albümleri, Lamb Of God’ın metal yapan diğer gruplar arasından sıyrılarak daha büyük sayılabilecek olan gruplarla yarışabilir hale gelmesini sağladı. 2006 ortalarında bu albüm yaklaşık 275,000 adet satılmıştı. Revolver dergisi, yılın albümü olarak bu albümü değerlendirmeye alırken, Guitar World okuyucuları bu albümü resmî olmayan bir anketle “En İyi Metal Albümü” olarak seçtiler. Grup bu albümle “En Değerli Müzisyenler”, “En İyi Parçalar” ve “En İyi Riffler” gibi ödüller aldılar. Ayrıca “Now You’ve Got Something To Die For” isimli videoları da Headbanger’s Ball ve Revolver tarafından “En İyi Video” ödülüne layık görüldü. “Killadelphia” isimli, grubun turneleri ve yollardaki hayatlarını içeren DVD’leri de RIAA tarafından altın sertifika ile ödüllendirildi. “As The Palaces Burn” adlı albümdeki şarkı sözlerini tetikleyen korku, “Ashes Of The” Wake adlı albümde azalmamıştır. Her nasılsa, Blythe’ın şarkı sözü yazarlığı konusundaki kişisel sorumluluğu konusundaki planları hızla değişti. Blythe bu albümle ilgili şunları söylemektedir; “Genellikle şarkı sözlerinin
çoğunu Mark ile beraber yazardık. Bu albümün başında da dış politika yerine iç politikaya yönelmek konusunda karara vardık. Ama çalışmaya başladıktan sonra, dünyanın bugünkü koşullarını da göz önünde bulundurarak, sanatçılara yorum katmak konusunda sorumlu olduğumuzu düşündük ki, bu da güçlerin karşısında bazı küçük suçlamalarda bulunmamız anlamına geliyordu. Sonunda albümün daha güçlü olacağını düşünmüştüm. Çünkü biz iç ve dış politika arasındaki
ilişkiyi sadece birine odaklanmaksızın gözler önüne seriyorduk. Bu şarkılar gerçeklerin denetimi gibiydi, çünkü yanlış kişilerin başa geçtiği hükümeti parmaklık arkasına alıyor ve hükümeti yok sayarak onun bu şekilde var olmasına duyarsız kalan insanları karşısına alıyordu.” “Ashes Of The Wake” sonrasında, “New American Gospel” isimli debut albümleri 25 Ocak 2006 tarihinde tekrar piyasaya sürüldü. Aslında bu albüm
daha önce “Burn The Priest” adı altında çıkmıştı. İlk albüm Steve Austin prodüktörlüğünde ortaya çıktı. Sonradan piyasaya sürülen albümde yeniden düzenlemelere gidildi ve araya yeni parçalar da eklendi. Bu yeniden düzenlemeyi de Ken Adams üstlenmişti. 2005 sonlarında, grup bütün turneleri durdurarak yeni şarkılar yazmak üzere Virjinya Richmond’a geri döndü. Baterist Chris Adler “Haftada 5-6 gün, günde 8 saat çalışarak neredeyse kendimizi öldürüyorduk. Birçok defa içimizden birisi ‘Bunu çalabileceğimi sanmıyorum” demiştir. Buna karşılık içimizdeki sorumluluk bize ‘Çok iyi… Buna karar vermek için önünde bir sene var’ der. Bizler kendimizi bu işe yoğunlaştırdık ve bir sürü şeyi bunun dışında bıraktık. Çünkü sadece en iyisi için ısrar ediyorduk.” diye o dönemlerdeki yoğun çalışmalarını bazı röportajlarında dile getirmektedir. Lamb Of God’ın kendilerini bu kadar zorlamalarının bir nedeni de sınıflandırılmamış, kategorize edilmemiş veya olduğundan daha aşağı bir durumda görünmeyen bir şeyler yaratma isteklerinden kaynaklanıyordu... “Sacrament” adlı albümleri piyasaya sürülmeden
önce, grup 2006 senesinde “The Unholy Alliance” turnesine katılarak Slayer, Mastodon, Children Of Bodom ve Thine Eyes Bleed gibi gruplarla Kuzey Amerika’yı, Mastodon yerine In Flames ile birlikte Avrupa’yı dolaşmıştır. Sacrament piyasaya sürüldükten sonra, Megadeth, Arch Enemy, Opeth ve Overkill ile birlikte Gigantour’a katılmışlardır. Ayrıca Trivium, Machine Head ve Gojira gibi gruplarla da turneye çıktılar. Ayrıca GWAR grubuyla da aynı şehirden, aynı okullardan olmaları sebebiyle uzun süreli dostlukları vardı. 22 Ağustos 2006’da piyasaya sürülen “Sacrament”, çok çeşitli, anlaşılır ve yumruk etkisi yaratabilecek bir metal müziğin olabileceğine dair şaşırtıcı bir örnekti. Bu öyle bir kayıttı ki, gruptakilerin nasıl birer müzisyen, yazar ve insan oldukları ve zorlukların ardından nasıl doğru bir zafer anıtı gibi durduklarını vurguluyordu. “Sacrament” ile birlikte Lamb Of God, eti kemiğinden sıyırarak, katliamı sorgulayarak yangına ateşle gitmiştir. Şarkılar karanlık ve iç karartıcı olmakla birlikte, nefessiz bırakabilecek perdelerle, neşelendirip dehşete düşürerek kelimenin tam anlamıyla müzikleri açısından “overdose” etkisi yaratmaktadırlar. Grup
bu albümleriyle Amerikan listelerine 8. Sıradan giriş yapmıştır. Sacrament’in piyasaya sürüldüğü gün, grubun fan kulübü olan The Congregation da açılmıştır. Ayrıca 2006 senesinde 49. Grammy Ödüllerinde “Sacrament” adlı albümlerindeki “Redneck” adlı şarkıları sayesinde “En iyi metal performansı” ödülünü de almışlardır. Gitarist ve yardımcı şarkı sözü yazarı Mark Morton grubun “Sacrament”(ayin) ismini seçmelerinin daha geniş bir perspektiften, kendine has lirik bir ima amacını taşıdığını belirtmiştir. “Bu albüm ismini çok beğenmiştik çünkü inançta bir üst seviyeye yükselmek için yapılan ritüel ayini de anımsatmaktadır.” Blythe’e göre; “Bu albüm tamamen kişisel bir kayıt ve şimdiye kadar yaptıklarımız arasında en karanlığı… Depresyon ve s.k.lmiş bir dünya anlayışından ileri geliyor. Son birkaç yıldır birçok tuhaf ve b.ktan olay yaşadım.”
“Sacrament” ve “Ashes of the Wake” arasındaki en büyük fark; lirik içeriktir. Geçmişte Lamb Of God, lirik anlamda kaynağını politikacılar ve politikadaki riya, açgözlülük ve karışıklıktan alırken, grup şimdi kaynağını umutsu-
zluk ve hayal kırıklığından alıyordu. “Pathetic” ve “Descending” gibi şarkılar örneğin alkolizm gibi bağımlılığı, “Walk With Me In Hell” gibi şarkılar da bunların yıkıcı ve birbirilerini destekleyici özelliklerini, “Blacken the Cursed Sun” ise intihara eğilimli depresyonu anlatır. Blythe şarkı sözlerini kayıt sırasında çok heyecanlandırıcı bulduğunu, bunun nefes almaktan çok, acı solumak gibi bir duygu olduğunu ifade eder. “Kayıtlar bittikten sonra, iki ay boyunca kaydı dinleyememiştim. Bunu kaldıramayacağımı düşünerek ondan uzaklaşmak istiyordum.” diyor Blythe. Metalin en durağan döneminde, kimsenin ne
çaldığına bakmaksızın telaş içinde ve asap bozucu şekilde sürekli çalışan Lamb Of God her zaman için gözü peklikle yüreklerinin sesini dinlemişlerdir. Ve ona uygun davranmak konusunda bir an bile tereddütte düşmemişlerdir.
Randy Blythe “Bu grup, dinlemek istediğimiz müziği başka hiçbir grup yapmadığı için kuruldu. Bu nedenlerle müzik yapmaya karar verdik. O noktadan sonra bu felsefemizin bir getirisi haline geldi. Hiçbir şeyi bir kimseye daha iyi görünmek ya da birilerini yatıştırmak için yapmadık. Kendimizden başka hiç kimseden bunları yapmak için izin almadık.” diyerek grubun diğer grupları göz önünde bulundurarak ya da halkın ne istediğini düşünerek ya da başka nedenlerden ötürü bu müziği yapmadıklarını ileri sürmüştür. 9 Şubat 2007’de bir ilk gerçekleşti ve grup “Late Night with Conan O’Brien” adlı TV programına katılarak, burada “Sacrament” adlı albümlerinden “Pathetic” adlı şarkıyı çalmışlardır. Bu deneyimle ilgili grubun bateristi Chris Adler şunları söylemektedir; “Ulusal bir kanalın bizim gibi bir metal grubunu yayına alması gerçekten heyecan verici. Kendimiz için değil ama Heavy
Metal’in önünde açılacak olan kapılar için oldukça heyecanlandık. Bu duruma gelebildiğimiz için göklere uçuyorduk. Conan’a ve ekibine bizi davet ettikleri için minnettardık ayrıca bir de bazı ciddi k.çları ulusal kanalda gururla tekmelemek için bekliyorduk!!!” TV programının hemen ardından, Lamb Of God 29 Şubat’ta Birleşik Krallıktaki “Download Festival”’e katıldılar. 11 Temmuz’da ise Metal Hammer Altın Tanrılar Ödül Merasiminde “En İyi Canlı Çalan Grup” ödülü aldılar. Ayrıca yine bu yıl hatta bu günlerde Ozzy Osbourne, Static-X ve Lordi’nin de katıldığı Ozzfest’te de yer almaktadırlar.
29 Ağustos 2005 tarihinde grup, Killadelphia isimli DVD’ sini duyurdu. DVD grubun Ekim 2004te Philadelphia’daki canlı performanslarıyla birlikte, 3 video klip ve grup ile ilgili pek çok görsel materyal içermekte. Ocak 2006 tarihinde Sacrament albümü yayınlandı. Son olarak ise Şubat 2009’da Wrath albümü piyasa çıktı. 2 Nisan 2009’da kendilerinin headliner olduğu, As I Lay Dying ve Children of Bodom da eşlik ettiği No Fear Energy turuna gerçekleştirildi. 2010 yılında L.O.G Mayhem Festival’in ana sahnesinde Korn, Rob Zombie, and Five Finger
Death Punch yerini aldı. Ayrıca Download Fest. Kapsamında da yer aldı. Bunun dışında Türkiye’ye de ilk ziyaretini 17 Mayısta Maçka Küçükçiflik Parkında gerçekleştirecek L.O.G öncesinde 15 Mayısta da Hindistan’da bir sahne gerçekleştirecektir. Grup üyeleri: Randy Blythe – vokal (1995’ten beri) Mark Morton – gitar (1990’dan beri) Willie Adler – gitar (1999’dan beri) John Campbell – bas (1990’dan beri) Chris Adler - bateri (1990’dan beri)
makale Japonca “elini ayağını çekmek” anlamına gelen “Hikikomori” denilen olay artık bu yüzyılda bir hastalık olarak kabul edilmekte. İnsanların temel ihtiyaçları dışındaki tüm vaktini bilgisayar başında geçirmelerini anlatan bir terim olarak kullanılıyor artık. 90lı yıllardan beri Japonya’da ailesinin evinin bir odasına kapanıp tüm hayatını orada geçirmeye başlamış olan gençler için kullanılmış ilk olarak. Şimdi de neredeyse her evde buna benzer bir olay yaşayan insanlarla karşılaşmak mümkün. Bu hastalığa tutulduğunu anlaması için, bir insanın, en az altı ayını bu şekilde geçirmiş olması bekleniyor. Zamanla artan bir asosyallikle gelişen bir hastalık. İlk olarak okula gitmeyi reddetmek, sonra daha az insanla görüşmek gibi gelişim süreleri var. Müzik dinleyip, internette vakit geçiren ve dışarı çıkmayan insanların bu davranışının bir süre sonra hastalığa dönüşmesi... Erkeklerde daha çok görüldüğü olayı da, insanların erkek evlatlarının dışarı çıkmasını bekleyip kızların evde oturması gerektiğini düşünmeleri yüzünden fazla olan bir yanlış. Öyle ki kız, erkek dinlemeden tüm gençliği etkisi altına alabilecek bir hastalık. Japonya’da her yıl bir milyondan fazla insanı etkisi altına alıyor bu hastalık, üstelik tedavi süreci de çok sancılı oluyor. Çünkü Hikikomorik insanlar bunu bir hastalık olarak kabul etmiyorlar, aileleri de öyle... Japonya’da çok büyük bir tehdit olarak görülmeye başladı bu olay. Çünkü Hikikomorik insanların tek yaptığı evde oturup internete girmekten çıkmış, etraftaki insanlara zarar vermeye başlamıştı. Japonya’daki bazı trajik olayların sebebi bu insanlar olmaya başladı. 90lardan bu yana bir çok kaçırma, pedofili gibi olaylar bu insanların başının altından çıkmaya başladı. Dikkat edilmesi gereken şey, doktorların da henüz bir karar verememiş olması ve tam bir tedavi uygulanamamasıydı. Bunun sosyal bir olay mı yoksa psikolojik bir rahatsızlık mı olduğu konusunda büyük görüş ayrılıkları oluştu. Ama son zamanlarda Hikikomori’nin artması ile birlikte, peşinden farklı hastalıkların da gelmesi (şizofreni gibi) bu işi daha ciddiye almaları için bir sebep oldu. Kötü geçmiş ergenlik yılları bu hastalığı tetikleyen en önemli etken. Bunun yanında, hastalık insanları en başta içine kapatırken sonradan cinayet bile işletebiliyor. Uzak doğuyu kasıp kavuran bu hastalığın sadece orada geçerli olacağını da düşünmemek gerek. Çok çalışmaya zorlanan gençlerin, rekabeti bırakıp kabuklarına çekilmesi sadece orada olan bir şey değil. Ülkemizde de at yarışına koşulan tüm gençler bu tehdit altında. Bu konuda bize yardımcı olabilecek tek kişi de yine kendimiziz, zira ailemiz bu konuda bize hiçbir şey yapamaz, arkadaşlarımız ise kendi derdinde olabilir…
Hazırlayan: Dilara AKMİL
Çağın hastalığı: HİKİKOMORİ
rรถportaj
Rรถportaj: Oktay ATEล
Oktay: Merhaba Cenker! Self Torture’da keyifler yerinde mi? Grup şu sıralar nelerle meşgul? Cenker: Evet, gayet iyiyiz. Grup elemanlarının kişisel hayatında çeşitli inişler çıkışlar yaşansa da bunu FT faaliyetlerine yansıtmamaya çalışıyoruz. Şu sıralar sadece sahneye çıkıyoruz diyebilirim. 4. albümümüzü yeni yayınladık, onun tadını çıkarıyoruz. Oktay: Sıcak bir gelişme olduğu için yeni albümden başlayalım istiyorum; albümün hazırlık aşamasında kimler elini taşın altına koydu? Albüm süreci nerede gerçekleşti? Cenker: Bizim çalışma ve yeni bir ürün ortaya koyma biçimimiz, son kadromuzu oluşturduğumuz andan itibaren gelişimini tamamladı diye düşünüyorum. Biz hiçbir zaman albüm çıkartmak için beste yapmadık, sadece sahnede olmak ve bizi seven insanlarla iyi vakit geçirmek için ruhumuzu yansıtan şarkılar üretmek istedik. Buna bağlı olarak esas hedef albüm çıkartmak değildi. Ama kesintisiz şarkı yapmaya devam ederseniz bunun güncel kısmını paketlemek gerekiyor, bunlar da albümleri beraberinde getiriyor. Grup olarak çalışma şeklimiz gayet nettir, bu özellikle “Dead Center” ve “Tried & True” albümlerinde kendini hissettirdi. Şarkıların iskeletini genel anlamda ben oluşturuyorum, sözler ise tamamen Mumu’nun kontrolünde oluşuyor. Şarkılar ve sözler üzerine tartışmak,
fikir alışverişinde bulunmak da çok sevdiğimiz bir çalışma tarzı. En son aşama olan provalarda ise herkes kartını açık oynar, bunun sonucunda da yeni şarkılarımızı elde etmiş oluruz. Son albümde de buna benzer bir çalışma kendi doğal sürecinde ilerledi. Albüm kayıtlarını bir önceki albümde olduğu gibi Midas’ın Kulaklığı stüdyolarında Erkan Tatoğlu ile beraber çalışarak bitirdik. Oktay: Albüm kapağında kullanılan figürler yine çok anlamlı olmuş. Keza, ‘Person-A’ albümünüzün kapağında göz yanılsamasına neden olan klasik bir figür tercih edilmişti (ve oldukça manidardı). Bu albümde tasarım kime ait? Ve tabii ki albüm içeriğinin bir bütünleyicisi olarak bu tasarımın tercih edilme sebebini, sizin açınızdan verdiği mesajı öğrenebilir miyim? Cenker: Aslında “Person – A” albümünde olduğu kadar farklı bir semantik anlayış yaratma peşinde koştuğumuz söylenemez. Bu kapakta anlatmak istediğimiz hiç olmadığı kadar direk, net gösteriyor kendini. Hayatta gerçekten bir şeyler elde etmek istiyorsan, sızlanmadan, ağlamadan, isyan etmeden sadece mücadele edip ayakta kalmak gibi bir amacın varsa eğer elini ateşe sokmalısın. Yani bizim sözlerimiz ne kadar takip ediliyor bilmiyorum ama özellikle yeni jenerasyonun alabileceği çok güzel tavsiyeler barındırıyor. Albüm kapağının esas temasını anonim bir resim olarak Mumu buldu, kalite ve çizim anlamında o
haliyle kullanılacak formatta olmadığı için Ravenwoods grubundan tanıdığımız ressam ve grafiker Cihan Engin bizi kırmayarak yeni baştan temaya sadık kalarak mükemmel bir restorasyon çalışması yaptı, böylelikle son halini almış oldu. Oktay: Daha önceki albümleri –hemen hemen her Türk grup gibi hep kendi imkânlarınızla bir yerlere getirmeye çalıştınız. Bu albüm de sanırım yine böyle bir emek sonucu dinleyicilerle buluştu. Özellikle şirket bağlamında yurtdışı ile herhangi bir temas oldu mu? Cenker: Evet haklısın, her ne olursa olsun biz bu şekilde çalışmayı seviyoruz. Hâkimiyetin bizim elimizde olduğunu bilmek doğru ve yanlışıyla birlikte tamamen bize ait olması güzel bir his yaratıyor tüm grupta. “Mislead” zamanından beri her ürünümüz için önce yurt dışıyla ilgili fizibilite çalışmaları yapıyoruz. Bu albüm için de çeşitli yazışmalarımız oldu. Orta ya da küçük ölçekli ama çalışkan bir yabancı şirket bulma amacımız vardı. 3-4 şirketle çok ciddi görüşmeler sürdü ve en sonunda bunu tek bir şirkete indirgedik. Anlaşmamızı yaptık ve artık son baskı aşamasına geldiğimizde bazı pürüzler yaşadık. Bundan sonra biz de fiziksel CD basma işini bir kenara koyduk ve dijital ortamda albümü yayınladık. Oktay: Şu ana kadarki görüntüye bakarsak albüm sadece internet üzerinden alınabiliyor. İlerleyen günlerde müzik marketlerde görebi-
lecek miyiz? Cenker: Doğru, şimdilik sabit durum böyle. Ama ilerleyen günlerde belki FT ailesine bir sürpriz yapabiliriz. Oktay: İlk albümden ‘Dead Center’ a kadar uzanan süreçte yapmak istediğiniz tarzı gerçekleştirmiş gibisiniz (en azından ben dinlerken bu izlenime kapıldım). Uzun süredir bu piyasada olduğunuzu da göz önünde bulundurursak, yaşadıklarınız, tecrübe edindikleriniz, bu albüme nasıl yansıdı? Cenker: Doğru. Bundan önceki röportajlarımızda da bunu çok defa vurguladık. İlk albümlerimizde tarz belirleme konusunda emekleme sürecinden geçtiğimizi biliyorduk. Biz bunu problem yapmadık sadece tadını çıkardık. Çünkü o noktada farklı müzik anlayışlarına sahip insanların bir araya gelip müzik yapması çok da kolay bir iş değildi. Hepimiz biraz birbirimize yaklaştık biraz uzaklaştık kısacası esnedik, şekil değiştirdik, uyum sağladık. Yani tecrübeler anlamında değerlendirirsek bize yaşadıklarımızın en önemli katkısı bence kayıt alanında yansıyor. Artık ne istediğimizi biliyoruz, her ses frekansının nasıl tonlanması gerektiğini, neye ihtiyacımız olduğunu hızlıca düşünüp karara bağlayabiliyoruz. Onun dışında herkesin müzikal anlayışı, sesi duyuş ve anlamlandırma biçimi birbirinden farklı. Biz de FT olarak ruhumuzu tam olarak müziğimize yansıttığımızı düşünüyorum.
Oktay: Yine bu bağlamda değerlendirirsek; Self Torture geçen bu zaman diliminde yeterince olgunlaştı mı? Piyasadan, dinleyicilerden vs. alınan geri dönüş nasıldı ve sizin pencerenizden gelecek için beklentiler ne yönde? Cenker: Bizim grup içindeki en önemli özelliğimiz arkadaşlığımızın çok iyi olması. Bu iyi arkadaşlığın yanında bir de müzik yapıyoruz. Olgunluk ne olarak tanımlanabilir, bir grup nasıl olgunlaşır bununla ilgili belirgin bir fikir ortaya koyamam ama tek söyleyebileceğim bir nehrin içinde yıllar boyu oradan oraya savrulan sivri bir çakıl taşı nasıl törpülenip keskin yerlerini kaybediyorsa biz de şu anda dingin ruh halimizle bu şekildeyiz. Piyasa bizim pek umurumuzda değil açıkçası, ülkemiz piyasasının ne olduğunu da anlayabildiğimiz söylenemez. Bizi tek tatmin eden şey bizden samimiyetini esirgemeden olabildiğince doğal sadece doğal, maskesiz insanların oluşturduğu kitleye müzik yapmak ve kimi zaman da böyle güzel ortamlarda çaldığımız oluyor. Genelde gelecekle ilgili plan yapmıyoruz, spontane olmayı tercih ediyoruz. Önemli olan o an ne yaptığındır. Oktay: Reklamın her zaman belirleyici bir unsur olmasının yanında internetin de bu konuda büyük etken olması, sizler için oldukça cazip bir fırsat olmalı. Pek çok grup, yeni ürünleriyle birlikte özellikle MySpace üzerinden yaptığı değişik çalışmalar (tema vs.) ile bu durumu daha
ilgi çekici kılıyor. Fakat yeni albüm çıkarmış olmanıza (üstelik şu an sadece internetten ulaşılmasına) rağmen MySpace sayfanız gayet tekdüze. Bu konuda bir çalışmanız var mı hâlihazırda? Cenker: Evet haklısın bu söylediğin profilleri biz de görüyoruz, çünkü etrafta neler olup neler bittiğini takip ediyoruz. “Dead Center” zamanı ufak bir profil düzenleme denememiz olmuştu, ama çok çabuk sıkılıp bu haline tekrar getirmiştik. Şimdi her grup istediği gibi davranmakta özgürdür. Kendini hiç olmadığı kadar büyük bir grupmuş gibi gösterebilir. Çeşitli grafik programları kullanarak inanılmaz tasarımlarla yeni bir boyutun kapılarını açmış gibi kendini sunabilir. Şimdi bir gecekondunun önüne yüzme havuzu yapsan da bu oranın gecekondu olduğu gerçeğini değiştirmez. Biz FT olarak biraz eski kafalı adamlarız, minimal işleri severiz, olanı olduğu gibi sunarız ki bu tamamen hardcore ruhumuzdan kaynaklanıyor diye düşünüyorum, ama yine de internetin aktif kullanıldığını, bu tarz tanıtım işlerinde etkili olduğunu çok iyi biliyoruz. Sadece abartıya kaçmadan gerektiği kadar yapmayı tercih ediyoruz. Bu da tamamen grubun amaç, beklenti, hedef gibi düşünsel ve hırs, açgözlülük gibi duygusal tabanlı davranış yönetiminden kaynaklanıyor. Oktay: Son birkaç yıldır Türk metal gruplarının (Cenotaph, Episode 13, Moribund Oblivion) dünyaya açılmaya başladığını açıkça görüyo-
ruz. Üstelik tek bir konser için değil, turne de düzenlemeye başladılar. Bu noktada ülke çapında pek çok konser veren ve tecrübeli bir grup olarak, sizlerin bu noktadaki hedefleri, düşünceleri neler? Yurtdışından da bu yönde bir talep var mı? Cenker: Türk grupları kendi cebinden para vermeden turlamaya başladığı zaman bu işin hakkı verilmiş olacaktır. Herkes ne yaptığının farkında olsun kimse kimseyi kandırmasın. Şu an itibariyle bütün masraflarını karşıladıktan sonra her yerde çalabilirsin. Bunu pazarlama stratejisi olarak kullanan yabancı festivaller bile hortladı. Bizim de eğer uçak biletimiz gönderilir ve diğer kişisel ihtiyaçlarımızın karşılanması anlamında yetecek kadar garanti verilirse Namibya’ da bile çalarız. Konserlerle ilgili de çok fazla diyalogumuz oldu tabiî ki yurt dışıyla ama sonuç olarak bizim ekonomik ihtiyaçlarımıza cevap veremedikleri için kabul etmedik. Oktay: Hatırladığım kadarıyla daha önce bir röportajda Mumu’nun bar grubu olmadığınızı söylediğini okumuştum. 2010 yılı içersinde şu ana kadar açıklanan açık hava organizasyonlarından birinde boy gösterecek misiniz? Yakın tarihlerdeki diğer konserlerinizi de öğrenelim bu arada Cenker: Bizim çok belirgin prensiplerimiz var, koşullar uygun bir durumda bize sunulursa her yerde en güçlü performansımızı sergileyebili-
riz. Açık hava festivallerinde çalmayacağız, hiç biriyle herhangi bir görüşmemiz olmadı. En yakın tarih olarak 1 Mayıs günü Karakatliam adlı organizasyonda yer alacağımızı söyleyebilirim. Oktay: Bu arada Mumu’nun Türkiye’ye giriş yapamadığına dair bir duyum aldım. Doğru mudur? Sebebi nedir? Cenker: Dönem tatilinde Mumu babasını ziyaret için Amerika’ya gitti, planlar kısa bir süre orada kalıp dönmesi üzerineydi. Ama bir takım aksilikler yaşandı ve bu süre uzadı. Bir süre daha orda kalması gerekiyor, muhtemelen yaz sonu dönmüş olacaktır. Oktay: Benim grup hakkında aklıma takılan, merak ettiğim hususlar bunlar. Bu küçük söyleşi için MetalTR ailesi ve Karanlık Oda Dergisi adına sana teşekkür ediyorum. Senin Self Torture adına bu röportaj aracılığıyla dinleyicilerinize, sevenlerinize söylemek veya eklemek iste-
diklerin varsa alalım Cenker: Biz de sana ve çalışma arkadaşlarına teşekkür ederiz. Buradan herkese grubum adına selamlarımızı iletiyorum, bizi sevenler doğal ve samimi olsunlar ve her zaman sahne sonrası ya da öncesi beraber birkaç bira içip sohbet etmek için bir an bile tereddüt yaşamadan yanımızda olsunlar. Röportaj: Oktay Ateş
röportaj
Röportaj: Yasin AKŞAHİN
Yasin: Merhaba Helmuth. Öncelikle bize vakit ayırdığın için teşekkür ederim. Hemen son albümle başlıyorum. Ekim’de çıkan Walpurgis Rites albümünüz, Avusturya ve ABD’de listelerde yüksek sıralara tırmandı. Hayranların tepkilerinden ve gelen eleştirilerden memnun musun yoksa daha iyisini bekliyor muydun? Helmuth: Hiçbir şey beklemiyorduk. Her zaman yaptığımızı yapıyoruz. Müzik. İşte o kadar. “Walpurgis Rites - Hexenwahn” müziğe uyarlanmış vahşi bir ayin gibi. Atmosferi sarsıcı ve eziyet edici. Kara büyü gibi. Yeni ses kolajı çok epik ve görkemli. Y: Albüm turnesi ne âlemde? İlk defa çalacağınız başka ülkeler de var mı? H: Her zamanki gibi her şey mükemmel. Maksimum Metal. Y: “Der Geistertreiber”, profesyonel bir kadroyla çektiğiniz ilk klip oldu. Abentau’da harika vakit geçirdiğinize eminim. Bize biraz oradaki ortamdan ve profesyonel ekiple çalışmanın ayrıcalıklarından bahseder misin? H: Evet ilk defa profesyonel bir ekiple çalıştık. Bu da çekimlere, ışıklandırmaya, kostümlere vs. çok olumlu yansıdı. 3 gün boyunca dağlarda, ormanın ortasında kiraladığımız bir evde kaldık. Bütün maskelerden, alet edevattan tut da, hayvan maskelerine, keçilere, kemiklere, sinek agariğine kadar her şey
gerçek. Klipte Walpurgis Gecesi’ni konu aldık. 30 Nisan’ı 1 Mayıs’a bağlayan gece aşırılıkla, zenginlikle ve grup sekslerle kutlanır. Y: Belphegor, çift gitar sayesinde oldukça zengin bir melodik altyapıya sahip. Sanki içinde klasik müzik varmış gibi... Klasik müzikten etkileniyor musunuz? Umarım kendimi düzgün ifade edebilmişimdir. H: Evet, çok klasik müzik dinlerim ve bu da Belphegor’un müziğine yansımıştır. Hepimiz sürekli alıştırma yapıyoruz. Kişisel ve g r u p olarak
hedefimiz, her enstrümanda yoğun ve dinamik bir şekilde kendimizi geliştirmek. Bunu da, gerek stüdyoda, gerekse de canlı performanslarla sağlıyoruz. Durağanlık = Ölüm. Y: Sözleriniz oldukça aşırı uçlarda. Yasaklandığınız ya da sansürlendiğiniz bölgeler var mı? Bildiğim kadarıyla son albüm kapağınız A B D ’ d e yasaklandı. B e n z e r problemleri Avusturya’da da yaşadınız mı? H: Onların a m ı n a koyayım...
Y: Barth ve Sigurd’la görüşüyor musunuz hala? H: Tabi ki. Provalarımızı Barth’ın evinde yapıyoruz. Lucifer Insestus’tan beri albümlerimize çok katkısı oldu. Hatta konserlerimize bile destek verir. Sigurd’la da ara sıra buluşup bira içmeye gideriz. Y: Kiliseye karşı radikal bir eylemde bulundun mu hiç? H: Biz kendimizi başkalarından ayırdık ve baş koyduğumuz yolda ilerledik. Hep kendi kararımızı kendimiz verdik.
Sikerim kiliseyi... Y: Müzikten kazandığın parayla yaşayabiliyor musun yoksa başka bir işte de çalışıyor musun? Boş vakitlerinde neler yapıyorsun? H: Sürekli turluyoruz, prova yapıyoruz, stüdyoya giriyoruz. Müzik bizim için her zaman önceliklidir. Y: Nerede ve hangi şartlarda konser vermek istersin? Sınır, hayal gücün. H: Kendi ses sistemimizle Woodstock’ta har har... Y: Geçen sene Ağustos İstanbul ve Ekim Ankara konserleriniz iptal oldu. İki konsere de gelmeyi çok istiyordum. Organizatörler bize kendilerince
açıklamalar yaptılar. Merak ediyorum size ne dediler. İptallere nasıl tepki verdiniz? H: Çok uzun zaman oldu. Ne olduğunu hatırlamıyorum. Yılda aşağı yukarı 100 konser veriyoruz. Bir daha oralara dönmek vakit kaybı olacak. Temmuz’da sahnede olacağız, hazır olun!!! Y: İlk defa bir “İslam” ülkesinde konser vereceksiniz. Nasıl bir kitle bekliyorsunuz? H: Yeni ülkelerde çalmak bizi hep heyecanlandırır ve sınırlarımızı zorlar. Yüksek sesli müzik, alkol ve şeytanlarla dolu bir hafta sonu olacak. Cumartesi günü de kalmak istiyoruz ve umarım İstanbul’u gezmek için vaktimiz olur. Evet, Türkiye’de çok iyi bir hafta sonu geçireceğiz... Fukk shit up!!! Y: Son olarak Türkiye’deki fanların için neler söyleyeceksin? Temmuz’da bizi nasıl bir konser bekliyor? H: Türkiye’deki bütün Metalheadlere selamlar. Cehennemdeymişiz gibi bir konser geçireceğiz. Temmuz’da görüşürüz. Bizi www.belphegor. at adresinden takip etsinler. Röportaj: Yasin Akşahin
biyografi
Ş
u an itibariyle, kendi deyimleriyle dinlenmekte olan grup elemanları yaklaşık olarak dört yıldan beri müzik kariyerlerini ertelemiş durumdalar, fakat ne de olsa Heavy Metal’in olduğu gibi Death Metal’inin de beşiği olan bir ülkenin, İngiltere’nin metal müzik dünyasını şekillendiren ‘Old-School’ gruplardan biri BT. Ve son dört yılını değil de, koskoca bir yirmi yılı bu yazıda ayrıntılarıyla yaşayacaksınız! Bolt Thrower, 1986 yılında İngiltere’nin Punk barlarından biri olan Coventry Pub’da kuruldu. Devamında birkaç arkadaşın (Barry Thomson ve basçı Gavin Ward) bir araya gelmesiyle temelini attı. Hayran oldukları, Discharge, Candlemass & Slayer gibi gruplardan etkilenen elemanlar, müziklerini sert bir temelle birleştirdi. Agresif, fakat daha da önemlisi, orijinal! Zamanla şekillenecek olan gruba Baz’ın bir arkadaşı, vokalist/söz yazarı olan Alan West dahil oldu. Geriye bir tek davulcu eksiği kalan ve davulcu ararken de Andy Whale’in arkadaşı olan bir elemanla görüşen grup elemanları, aynı zevklere sahip olduklarını düşündüler ve BT’ nin kuruluşunu tamamladılar. Dört parçadan oluşan ve kaydını tamamladıkları ‘In Battle...’ and ‘Concession of Pain’ adlı demoyu yayınlayan BT bu demoyu İngiltere’deki bir radyoda DJlik yapan, saygı duyulan isim John Peel’e gönderdiler. Ayrıca bu süre içerisinde Gavin Ward gitar, basçı Alex Tweedy geçici bir süreliğine yer değiştirdi. Daha sonra, Alex’ in ayrılmasıyla birlikte; birkaç gös-
Hazırlayan: Kadir KÜTÜKOĞLU
teriden sonra, Jo Bench onun yerini aldı (şu anki aktif kadroda da yer alan bayan basçıdır kendisi). Jo Bench basları devraldıktan sonra bir bayan olmasına rağmen alanının bir numarası olduğunu kanıtladı, Eylül 1987’de de 5 parçalık yeni bir DEMO kaydeden BT, bu DEMO albümü de yine DJ John Peel’a gönderdi ve çalışma John Peel’ in hoşuna gidince grupla radyoda bir görüşme ayarlardı. Bunların ardından, Bolt Thrower BBC Radio One’a ‘Peel Session’ programı için kaydettiği 4 şarkıyla Ocak 1988’de konuk oldu. Hemen sonrasında da diğer ulusal radyoda konuk oldular. Grup plak şirketlerinden kontrat teklifini bu dönemde alıp bir albümlük anlaşmayı da aynı süreçte gerçekleştirdi. Ne yazık ki bu sürede Alan West grupta çok vakit harcadığı gerekçesiyle ayrılır, Andy’nin yardımcısı ve uzun süredir arkadaşı olan Karl Willetts gruba dâhil olur ve debut albüm ‘In Battle There Is No Law’ için, Galler’deki Loco Stüdyolarında kayıtlara başlarlar. Maalesef ki mixlenmemiş ve grup hakkında
genel bir bilgi içermeyen bu albüm ancak 1988’in yaz aylarında yayına sürülür. Albüm sonrası İngiltere genelinde turlara katılırlar, BT popüler olma yolunda büyük adımlar atıyordur ve nihayet bunun ilk tohumları uluslararası büyük bir markayla ekstrem müzik için, Earache
Records’un kontrat teklifiyle atılır. Grup bu anlaşmayla birlikte, Peel Session’ın patronu olduğu Games Workshop’la da anlaşır )fantastik savaş oyunları yapan bir şirket).
Ay r ı c a P e e l Session’ın duyduğu bu haber, etkilenmiş olduğu bu gruba destek olmasını sağlamıştır. Evet bu çifte anlaşma ‘Realm of Chaos’ adındaki ikinci stüdyo albümünün 1989’da Earache Re-
cords tarafından yayınlanmasını sağladı. Şunu da belirtelim bu albüm ilk albümden çok farklı bir şekilde grubun ilk profesyonelce hazırlanmış albümüdür zira, book-
let ve kapak tasarımları Games Workshop tarafından hazırlanmıştır. BT geniş bir dinleyici kitlesi kazanmıştır. Yayınlanan bu albümlerde Peel Session’ın desteği unutulmamalıdır (bu ve diğer albümlerde de). 1989 yılında grup İngiltere genelinde efsane ‘GrindCrusher’ turuna katılır Carcass, Napalm Death, Morbid Angel ile birlikte çok güçlü bir turne geçiren BT popülerliği artırmaktadır. Bu başarılı turnenin ardından, BT Avrupa’daki ilk turnesine 1990 yılında Autopsy ve Pestilence’la birlikte çıkar - bu sürede Martin van Drunen (Asphyx, eski-Pestilence, Hail of Bullets, Soulburn, Death by Dawn) ile şu anki tur menajerlikleri görevini de üstlenen Graham ile tanışmışlardır- 1991 yılında, Driffield ve Colin Richardson prodüktörlüğünde Slaughter House stüdyolarında yeni kayıtlara Earache’in desteğiyle başlarlar - bu albüm grubun Avrupa turnesinin ortalarında yayınlanacaktır - Evet! Zamansız yayınlanan bu albüm grubun yüzlerce hayranı
tarafından duyulmamıştı bile Grup bu yıl içerisinde ABD’deki ilk konserini de vermiştir. BT bu uluslararası konserlerle adından söz ettirmeye başlayacaktır. Bir sonraki albüm 1992 yılında Cornall’daki Sawmills Stüdyolarında kaydedilen ‘The IV Crusade’ olacaktır ki grup bu albümle kendi tarzlarını kolay bir şekilde yaratmış, tanınan gruplardan biri olmayı başarmıştır. Grubun tasarımlarını üstlenen GW grubu fantastik tasarımlarla destelemeye devam ederken grup bunun yerine albümlerin sanatsal tasarımları için Delacroix tarafından tasarlanan klasik çizimlere dönmüştür. Grup bu albümünün başarısıyla aynı yıl içerisinde çıkmış olduğu dünya turnesi olan ‘World Crusade Tour’ ile çıkışını sürdürmüştür. Bunun ardından Avrupa’da da Asphyx & Benediction ile Avrupa ve Avustralya’da 1993’te bir tur düzenlemiştir. 1994 yılında yine Sawmills Stüdyolarında kaydedilen “... For Victory” ile tekrar merhaba diyen BT, ne yazık ki bu albüm kapsamında çıktığı ABD turnesinde - ikinci kez- bir ayrılma söz konusu olacaktı; kendilerini son kez göreceğimiz davulcu Andy Whale ve vokalist Karl Willetts (tekrar dahil olacak) gruptan ayrılacaktır, bu iki isim gruptan kendi istekleriyle ayrılmış ve devam etmeme kararı almışlardır. Bu ayrılık kararlarıyla yoluna devam eden grup, albümü yayınladıktan bir yıl sonra, Whale ve Willetts’in yerine daha sonra davullara Martin Kearns ve vokallere de Martin van Drunen’i alarak açığı kapatmıştır.
Yoluna devam eden grup ayrıca yeni albüm dâhilinde 1995 yılında Avrupa turnesine çıkmış, 1996 yılında da ‘Fuck Price Politics’ turnesine katılmıştır. İlerleyen yıllarda grubun sürekliliği içerisinde grupta yayılan (saçkıran) bir hastalığa yakalanan van Drunen gruptan ayrılmış. Bu sırada grupla Earache’ın sözleşmesi bitmiş ve yeni bir kontratla Metal Blade Records bünyesin bu katılmışlardır. Fazla izleyici yoğunluğunun olmadığı küçük açık hava turlarına katılmış olsalar da geleneği bitirerek 1997’deki Almanya, Zwickau’daki “With Full Force Festival”ine katılmışlardır. Bu Dave Ingram’la tanışmışlar ve onu gruba vokalist olarak dahil etmişlerdir (van Drunen’in yerine geçici bir süreliğine). Onlar sıkı bir dinleyici kitlenin önünde “Heavy Metal” dünyasında kendi tarzlarını yaratmayı başarmışlardır.
Hard’da ayın albümü seçilmiştir. Grup albümle birlikte 1999 yılında “Killing Zone” turuna katılmıştır. Dave çok yerinde bir değişiklik olduğunu kanıtlamış ve grubun vokalist problemini çözmüştür. Ama tur bittiğinde, Alex’in ortaya çıkması grupta karışıklığa yol açmış ve Ingram grupta daha fazla kalamamıştır. Ingram’ dan boşalan koltuğa, tanınmış biri oturacaktır Martin Kearns, sadece turnenin ikinci kısmı olan Almanya’daki “With Full Force” festivali için gruba dahil olacaktır. Yıllardan 2000’de yeni kadro ile yedinci albüm için yeni şarkılar yazan grup, kayıtları bitirdikten sonra, grup tekrar yollara düşmüştür. Evet, önümüz yıl öncesinde, Martin ile birlikte grup Almanya ve Hollanda genelinde adeta kendini yeniden tanıtmış ve çok güzel turneler düzenlemiştir. Yok satan albümler, mükemmel şovlar ve iyi bir kitle önünde düzenlenen turneler sırasında Diğer bir ayrılık, Martin Kearns’ grup ilham alarak yeni albüm olan in gruptan ayrılmasıyla başlamış “Honour -Valour- Pride” için Mayıs ve yerine Metal Blade bünyes- 2001’de stüdyoya girmiştir. inde çıkartılacak olan ilk albümleri “Mercenary” (1998) için Alex HVP - ilk albüm için ‘yeni’ kadro Tomas alınmıştır (sadece bu al- - vokalist Dave Ingram ve batbüm daha sonrasında yerini tekrar erist Martin Kearns, grubun ilk Karl Willetts’a bırakmıştır). Hemen albümü Kasım 2001’de Metal ekleyelim -Ne yazık ki Karl Willetts Blade Recs. tarafından tekrar grupta kalıcı olamayacak ve tekrar yayınlanmıştır. Bu albüm grup ayrılacaktı. Yerini Dave Ingram’a elemanlarının kesinlik kazandığı (dostu olan Benediction’dan ve grubun medyada eşsiz bir ayrılan vokalist) bırakacaktır. izlenim bıraktığının kanıtıdır. AlGrup yeni sponsorları Metal Blade büm editörlerden 10 üzerinden 10 ile şu ana kadar ki en iyi çıkışına puan aldığı gibi yine Rock Hard’da geçecektir. “Mercenary” dünyada ayın albümü seçilmiştir. Bu büyük çok iyi bir satış yapmış -özellikle başarı grubun yedinci albümü için Almanya’nın bazı kesimlerinde tekrar toplanmasını sağlamıştır. iyi satış çizmiş ve Alman müzik Ocak 2002’de “Ground Assault” listelerinde editörlerden, 10 üz- turuna çıkan grup, tüm Avrupa’yı erinden 10 alarak en çok satan da dolaşmıştır, ayrıca bu turne, Metal müzik dergisi olan Rock Dave’in eski grubu Benediction’la
BT’nin arasının bozulmasına da yol açmıştır. Turne başarılı geçmiştir. BT elemanlarının en iyi turnesi bu olmuştur. Ayrıca grup bu dönemde, Kasım ayında Almanya’ya tekrar giderek “Westfalenfestival” e katılmıştır, 1300 kişilik sıkı ve kalabalık izleyici topluluğuyla grup bu turnede çok eğlenmiştir. Grup 2003 yılında yeni albüm için şarkı sözü yazmaya başlamıştır. Grup bu arada birkaç; özellikle katılması gereken ve “Rock Hard Jubilee” turnelerine katılmamıştır. Dave’in zamansız doğan oğluyla olumsuz yönde etkilenen grup elemanları ne yazık ki hem kendilerini hem de fanlarının da hoşuna gitmeyen bu durum karşısında tüm turneleri iptal etmek zorunda kalmıştır. 2004’te tekrar başlayan grup yeni materyallerle birlikte sekizinci albüm için stüdyoya girmiştir. Bununla birlikte bu dönemde Dave’in yaşadığı sağlık ve kişisel problemleri grubu olumsuz yönde etkilemiştir. Çalışmaların ortasında Dave’in gruptan ayrılıp problemlerini çözmesi gerektiği savunulmuş ve kendisini gruptan göndermişlerdir. Dave’in ayrılmasıyla yerine eleman bulmaları gerektiği ve bu duruma çözüm bir bulmak için yeni bir elemanla anlaşmak zorunda kalmışlardır. Ve Evet! Tek bir seçim vardır... Yine Karl Willetts! Karl gruba tekrar katılmış ve 2004’ten sonrada daimi olarak grupta kalmıştır. Karl’ın geri dönüşü iki tarafı da sevindirmiştir; hem fanlar hem de grup... Karl’ın Gavin’le birlikte şarkı sözlerine yardım etmesi Karl’ın gruptaki eski rolüne tekrar adapte olmasını sağlamıştır.
2005 yılının Kasım ayında Metal Blade Recs tarafından, Andy Faulkner yönetiminde tekrar Sable State Stüdyolarında kaydedilen sekizinci albüm “Those Once Loyal” yayınlanır. Albüm forumlarda iyi sayılan fantastik yorumlar alır. Asıl başarı Alman Müzik listelerinde 76.sıradan giriş yapmayla, albümün birçok dergiye kapak olmasıyla ayrıca birkaç webzine ve dergi tarafından -Rock Hard dâhil- ayın albümü seçilmesiyle başlamıştır. Grup yeni yıla, yeni albümlerinin tanıtımı için Avrupa turneleriyle başlar. Bunlardan ilki olan, Malevolent Creation’ın, Necrophagist ve Nightrage’in yer aldığı “Those Still Loyal” turudur. Karl’ın uzun bir süreden sonra gruba tekrar dönmesi büyük ilgi uyandırır ve Karl’da bu ilgiyi boşa çıkarmayarak iyi bir performans sergiler. Grup düşük ücretli merchandise ve bilet politikası izleyip, fanların da büyük takdirini kazanmayı geri dönüşüyle birlikte bu dönemde
başarmıştır. Grubun turneleri çok iyi geçmiş ve tabiri caizse yeni şarkılar yıldırım etkisi yaratmış, turnelerin büyük bölümü bilet bakımından yok satmıştır. Birkaç sonrasında
hafta yeni
bir turneye çıkacağı bombasını patlatan grup, turnenin ikinci ayağıyla yoluna devam etmiştir -Gruba Kataklysm ve God Dethroned, bazı yerel gruplarla ve birkaç arkadaşları da kendilerine eşlik etmiştir, İspanya, Portekiz, Norveç, Finlandiya gibi önceden ziyaret edilmesine rağmen grubun çalmaya fırsat bulamadığı ülkelerin çeşitli bölgelerinde konserler düzenlenmiştir. Ve devamında İngiltere ve İsveç turneleri gelmiştir. “Still Loyal” fanların beklediği gibi olağanüstü geçmiştir. Devamında her ikisi de çok başarılı geçen, grubun bu yıl içerisinde katıldığı açık hava festivali ve birkaç yıl iptal etmek zorunda kaldığı bir nevi borçlu ayıldığı Rock Hard festivalinde de ciddi biçimde tutulduğu konuşulmuştur. Grup, başka bir fantastik bölge Gelsenkirch Almanya’daki Ampitheatre çok başarılı geçen, öldürücü bir şov daha düzenlenmiş ve bu şovlar grubun yeni ve eski hayranlarının
takdirini kazanmasını sağlamıştır; daha doğrusu başardığı son turne olacaktır… En azından şimdilik! 2006 yılı için planı olmayan grup geri kalan sürede kariyerlerine bir süre ara vermiştir. Ayrılmamışlardır, bu durumu grup üyelerini şöyle açıklamıştır: “... belki başka bir zaman/başka bir mekânda farklı bir BT saldırısına hazır olmanızı tavsiye ederiz. Her zaman olduğu gibi ne zaman olacağı konusunda da söz vermiyoruz.”
biyografi
Evet! Kim bilebilirdi ki; üniversitede sadece vakit öldürmek için kurulan bir grubun günümüzde saygıdeğer bir ‘doom’ topluluğuna dönüşeceğini. Şili’nin son zamanlarda dünya piyasasına ihraç ettiği kaliteli gruplardan biri olan Mar De Grises tarzlarını, kendilerine ilham kaynağı olan, naçizane grupların müziklerinden derlemişler. Mar de Grises, 2000 yılında üniversitede tanışan elemanların sadece boş vakitlerini değerlendirebilecekleri bir proje grubu olarak Şili’de kuruldu. In The Woods, My Dying Bride, Emperor, Poema Arcanus, Samael, Tiamat, Death, At The Gates ve diğer birçok metal soundlu grup Mar de Grises’ in kurulmasına büyük katkı sağladı. Grup, tarzını ilk olarak değiştirilmiş Doom Metal ile belirlemiş olsa da genelde birçok türün harmanıyla oluşturulmuş bir stili daha yoğun hissettirmektedir. Progressive rock, post-rock, ambiyans, elektronik müzik, death metal türlerinin bir birleşimidir adeta. Grup ilk albümleri olan “Mar De Grises”i 2002 yılında kendi imkânlarıyla kaydetti. Bu demodan sonra Finli plak şirketi Firebox ile anlaşmaya vardılar. O zamanlar Güney Amerika’dan çok nadir sayıda rock ve metal grubu çıktığından Şilili Mar de Grises başlangıçta yeterince tanınamadı. Firebox’la anlaştıktan sonra grup, ilk LPleri olan “The Tatterdemalion Express”i 2004 Ocak ayında yayınladı. Grup bu albümde etkilendikleri gruplardan olan Six Magic ve Poema Arcanus’ un müziklerini şekillendiren ses mühendisleriyle çalıştı. Albüm eleştirmenler tarafından övgüler aldı. Ve bu sayede grup birçok önemli metal müzik dergisinde “En iyi Doom Metal grubu” ve “Yeni kurulan en iyi grup” seçildi. 2005 yılında grup Avrupa’da ilk kon-
Hazırlayan: Kadir KÜTÜKOĞLU
serlerini verip Fransa, İtalya, Hollanda, İspanya ve Belçika’da sahne aldı. Bu konserler kapsamında “Doom Shall Rise” ve “Belgian Doom Night” gibi festivaller de bulunuyordu.
inde demo albümleri olan “Mar De Grises”i yeniden kaydederek, EP şeklinde “First River Regards” adında yayınlamıştır.
2006 yılında grubun vokalisti Marcelo Rodriguez gruptan ayrıldı ve yerine grubun şu anki aktif kadrosunda da yer alan Juan Escobar geçti.
Juan Escobar - Vokal ve klavye Rodrigo Morris - Gitar (2008 yılının Nisan ayında Finlandiya’daki Firebox Metal Festivali’nde yer almıştır) Sergio Alvarez - Gitar (Mourner’s Lament) Rodrigo Galvez - Bas (Mourner’s Lament) Alejandro Arce - Davul (Norphelida, Target, Kintral)
Eylül 2007de grup, yine aynı stüdyoda ikinci bir albüm için çalışmalara başladı ve 2008 yılında da kaydı tamamlanan albümleri “Draining The Waterheart”ı yayınladı. Hemen sonrasında Avrupa turuna çıkan grup, 16 Nisandan 12 Mayısa kadar bu turnelerin içinde yer aldı ve 9 ülkede (Portekiz, İspanya, Fransa, Hollanda, Almanya, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Slovakya) 20 konserde daha sahne aldı. Turlar süresinde grup sevdiği gruplardan, Saturnus ve Turisas ile birlikte aynı sahneyi paylaştı. Bu turların arasına Firebox Records tarafından düzenlenen “Firebox Metal Festival”i adı altında grubun sevdiği gruplardan Dark Tranquillity, Enslaved ve Impaled Nazarene’ in de yer aldığı bir turne daha yerleştirildi. Bunun yanı sıra, Ablaze In Hatred ile birlikte kısa bir Finlandiya turnesi (Helsinki, TUrku, Seinajoki) de dâhil edildi. Ayrıca grup 2009 yılı içeris-
Kadro:
Eski Üyeler: Marcelo R. - Vokal Herumor V - Gitar (AuraHiemis) Albümler: Demo 2002 (2002) - (DEMO) The Tatterdemalion Express (2004) Draining the Waterheart (2008) First River Regards (2009) - (EP) Hazırlayan: Kadir Kütükoğlu
biyografi
Türkiye’de pek üretilmeyen ancak hayranlarının hiç de az olmadığı pagan folk müziğinin son zamanlarda en sevilen isimlerinden birisi Omnia. Anlamı hayat enerjisi demek olan grup, bu ismi hak edecek kadar güzel müzik yapıyor. Hollanda’da kurulan grubun üyeleri ise farklı milletlerden. İrlandalı, İngiliz, Belçikalı ve de Hollandalı... Yaptıkları müzik tamamıyla folk, ancak sadece kendi coğrafyalarının değil, diğer coğrafyaların da müziklerinden etkilenerek yapıyorlar müziklerini. Olabildiğince az dijital sesler kullanıyorlar ve de konserleri tam anlamıyla pagan atmosferinde geçiyor. Bir çok farklı enstrüman kullanıyorlar, tek bir yöreye bağlı kalmayarak bir çok dilde şarkı söylüyorlar. Kesinlikle hayat enerjisi aşılayan şarkıları ise gün geçtikçe etrafta daha fazla bilinmeye başladı. Ülkemizde de iyi bir kesim hayranı olan grubun üyeleri Steve Evans-van der Harten, Jennifer Evans-van der Harten, Kouis Aubri-Krieger, Joe Hennon, Tom Spaan’dan oluşuyor. Bir dönem Michel Rozek ile de çalışan grup 2009’dan beri Tom Spaan’ı aralarına katmıştır. Aynı zamanda kayıtlarında Joost van Es ile de çalışmışlardır. Grubun diskografisi de şu şekilde: Sine Missione (2000) Sine Missione 2 (2002) 3 (2003) - mini CD Crone of War (2004) Live Religion (2005) - live albüm PaganFolk (2006) Cybershaman (2007) - remix albüm Alive! (2007) History (2007) (American sampler) – toplama albüm World Of Omnia (Çok az sayıda basıldı) Hazırlayanlar: Dilara Akmil
Hazırlayan: Dilara AKMİL
biyografi
Ankaralı Metalcore grubu The Cage Within 2008 yılının ilk aylarında Cem, Can ve Tarhan’ın girişimleriyle kuruldu. Ali ve Serkan’ın gruba dâhil olmasıyla kadrosunu tamamlayan grup hızlı bir şekilde cover ve beste çalışmalarına başladı. Konser repertuarını kısa sürede tamamlayan The Cage Within ilk konserini Ankara’da Gölge Bar’da verdi. İzleyicilerden yoğun bir şekilde gelen olumlu tepkiler grubun çalışmalarını hızlandırdı. Ankara içinde ve dışında özellikle son bir yılda birçok organizasyonda yer alan TCW sahne performansını her konserde daha da yukarılara taşımayı en önemli amaçlarından biri olarak belirlemiş durumdadır. TCW ‘nin biri Mars Production, ikisi Cem Saydam (Since Yesterday) ile ve bir tanesi de Midasın Kulakları‘ında kaydedilmiş olan 4 bestesi myspace profili aracılığı ile yayınlanmaktadır. Grubun repertuarında kendi bestelerinin dışında; Lamb of God, As I Lay Dying, Trivium, August Burns Red, Killswitch Engage gibi grupların şarkıları yer almaktadır. Hazırlıklarını kendi stüdyosunda yapan The Cage Within, şu sıralar albüm çalışmalarına ağırlık vermiş durumdadır. Mevcut Kadro; Cem Taylan - Vokal Tarhan Tanrıkulu - Bateri Serkan Tüylüoğlu - Gitar Can Taylan - Bas Gitar Ali Mete – Gitar Menajer – Sanem Yücesoy http://www.myspace.com/thecagewithin
makale
Hazırlayan: Çağrı KAÇAR
Şarap, kısaca fermante edilmiş üzüm suyudur. Rengine göre ayırmak gerekirse 3 çeşit şarap vardır; - Beyaz şarap - Roze (Pembe) şarap - Kırmızı şarap Beyaz şarap, genel olarak beyaz üzümlerden yapılır. Beyazlar, kırmızılar kadar Dünya’ da talep edilmez. Eski zamanlardan bu güne kadar beyaz şarap ve diğerleri kırmızı şarabın gölgesinde kalmıştır.
Açılan her şarap farklı kokar… Bu tabiî ki de beyazlara has bir durum değildir. Fakat her şarabın farklı kokmasının nedeni genel olarak üzüm cinsinden meydana gelir. Hatta şunu söyleyebilirim ki, aynı fabrikadan aynı tarihte üretilmiş, aynı üzümden yapılan şarabı açtığınızda bile farklı tatlar, farklı kokular almanız olasıdır. Çünkü şarap yaşayan bir içkidir ve hiçbir içkiye benzemez. Beyaz şaraplar çok genel olarak, limon gibi kokar. Bu şarabın asitliliğinden meydana gelen bir durumdur. Şarabın yapıldığı üzümün çeşidine göre alınan kokular değişebilmektedir. Mesela bir Chardonnay şarabından elma, armut, narenciye, şeftali kokuları alabilirsiniz.
Beyaz etle beyaz şarap, kırmızı etle kırmızı şarap doğru mudur? Şarap, yemeklerle mükemmel bir uyum içindeki ender içki türlerinden biridir. Şarap o kadar özel bir şeydir ki, çorba ile dahi içilebilir. Olaya çok genel bakacak olursak Kırmızı etle kırmızı şarap, beyaz etle beyaz şarap doğru sayılabilir. Bir çupra tavaya rakıdan sonra en iyi chardonnay eşlik eder. Peynirli bir makarnanın yanına narince, domates soslu bir tavukgöğsünün yanına pinot grigo çok iyi olur.
Beyazlar, kırmızılara göre tanensiz1 ve asitlidir. Bunun sebebi ise yapım farklılığından meydana gelmektedir. Beyazların yapımı nispeten daha Türk yemeklerinin şarapla uyumu kolaydır. Gelen üzüm pres makidaha yerine tam oturmuş değildir 2 nesine girer ve oradan alınan şıra nedeni ise, bu topraklarda şarabın fermantasyon tankına aktarılarak tarihinin eski olmasına rağmen şıraya burada alkol kazandırılır. tanınmayışı ve dinsel baskı olarak Kırmızılarda ise bu işlem daha Şaraptan alınan koku ile ağızda gösterilebilir. Beyaz peynirli bir uzundur. bıraktığı tat uyuşmuyorsa… eriştenin ve hamsi tavanın yanına emir, Yoğurtlu tarhana çorbası Sapsarı olan şaraplardan uzak du- Kaliteli ve iyi şaraplarda alınan yanına semillion güzel eşlik eder. run… koku ile ağızda bıraktığı tat birbirini tutar. Fakat sadece aldığınız koku- Bazı yemeklerde ise eğer yemeğin Beyaz şarap fabrikadan şişelenip lara has tatlar almazsınız. Limon tadına göre şarap bulmakta çıktığında rengi beyaza çok yakındır. kokan bir beyazdan ağızda hem li- zorlanılıyorsa yemeğin tadının Bir şarap kavından şarap alırken mon hem de şeftali tatları almanız zıt tına da gidilebilir. Örneğin; su rengine dikkat etmek -eğer tadım mümkündür yani eğer aralarında böreği için şarap olarak kalecik yapamıyorsanız- önemlidir. Çünkü büyü bir tutarsızlık yoksa sorunda karası4 seçebiliriz. aldığınız bir ürünün iyi olmasını is- olmadığıdır. tersiniz sanırım değil mi? Yemek-Şarap uyumu çok uzun ve Kırmızılar nasıl tanenliyse beya- detaylı bir konudur. Yemeğin içine Renk önemlidir, eğer markaya zlarda bir o kadar asitlidir. Bura- katılan baharatlar, soslar, arttıkça güvenmiyorsanız rengi sapsarı dan anlaşılabileceği gibi beyaz bir yemeğin tadı değişeceği için ona olanlardan uzak durun. Renk- şarabı, sıcak servis etmek pek tav- göre şarap seçilir. teki sarılığın koyuluğu zamanla siye edilmez3 . Beyazlar için uygun doğru orantılıdır. Şarap eskirken sıcaklık 6 ile 9 derece bir sıcaklık Yemeğin yanına hangi şarabı aslında kendin çok şey kaybeder, beyaz şaraplar için uygun bir servis koyabileceğinize buradan bakarak renk, koku, tad, Yani şu yıllanmış sıcaklığıdır. Gerçi aldığınız şaraplar da yararlanabilirsiniz. Basit ve şarap olayı özellikle beyazlar için üzerinde hangi sıcaklıkta içilm- geneldir. hikâyedir. Beyaz şarap eskirken ilk esi gerektiği ve hangi yemeklerle başta beyaza yakınlıkta olan sarı servis edilmesi gerektiği yazar http://www.kayrawinecenter.com/ rengi zamanla sararmaya başlar en ama bu biraz ezberedir. Beyazı çok CatMain.aspx?CATID=51 son sidik sarısı diyebileceğimiz bir soğutursanız içerken diliniz donnoktaya ulaşır, zaten bu noktaya abilir, çok sıcak olunca da bayılır. ulaşmış bir beyaz şarabın şaraplığı En uygun sıcaklık 6 ile 9 derecedir da çoktan uçmuştur. Eğer tadım genel olarak. Optimum sıcaklığı yapmanıza izin varsa, kadehi beyaz dışında bir şarabı içmek şaraptaki bir zemin üzerine tutup rengini tahl- asitliğin veya tanenin ağızda daha il etmeye çalışın. hırçın, daha tırmalayıcı olmasına neden olur. Tanen: kırmızıları tattığınızda ağzınızda bıraktığı kuruluk olarak tanımlayabiliriz. Şıra: Sıkılan üzüm suyunun şarap oluncaya kadar ki halidir. 3Bazı Fransız beyaz şarapları kırmızılarla aynı sıcaklıkta servi edilebilmektedir. 4 Kalecik Karası şarabı kırmızıdır örnek olması için yazdım 1 2
karanlık oda vizyonda
ADA-ZOMBİLERİN DÜĞÜNÜ (2009) Türkler, zombilerle karşılaşırsa ne olur hiç merak ettiniz mi? Bu sorunun cevabı ise bu filmde. Filmin oyuncu kadrosunda ise tanıdık gelebilecek sadece Taner Birsel var, zaten o da filmin sonlarına doğru ortaya çıkıyor. Onun dışında filmde tanıdık bir oyuncu yok. Film, 5 arkadaşın ortak bir arkadaşlarının düğünü için Büyük Ada’ ya gitmesiyle başlıyor. Bu 5 arkadaştan biri olan Erhan bu anı ölümsüzleştirmek için her şeyi kayda alıyor, zaten filmde onun kamerasının çektiklerinden oluşuyor. Zombilerin nereden geldiği nereye gittiği ise filmde pek anlatılmıyor, sadece karakterler olası ihtimalleri dile getiriyorlar. Fakat o ihtimaller o kadar komik ki “Sahte rakı çarpması, duman zehirlenmesi…” “Binlerce yıllık insanlık tarihinde kıyamet bana denk geldi…” Filmde bir veya iki tane insanı geren sahne var onun dışında film durum komedisi. Filmi izlerken hiç sıkılmıyorsunuz. Filmde bolca küfür var ama şöyle bir düşünün hangi Türk’ ün karşısına zombi çıksa küfretmez ki! Filmin çekim tekniği, yukarıda bahsettiğimden de anlaşılabileceği üzere Rec ve Paranormal Activity filmlerinin çekim tekniği ile aynı. Zombiler için kullanılan makyajlar berbat ötesi olsa da Türkiye’ de çekilen herhangi bir filmin ortalama bütçesi akıllara gelince katlanabilecek düzeyde. Filmde tabiî ki de saçmalıklar vardı, sonlara doğru Taner Birsel’ in Guiza’ nın okçu hareketiyle kendisini zombilere yem etmesi gibi… İnternet sitelerindeki yorumlarda insanlar bu filmi yerin dibine sokuyor hatta “Şu ana kadar yapılmış en berbat korku filmi” yorumunu bile gördüm. Fakat en berbat korku filmleri sıralamasında bu film çok ama aşağılarda bana kalırsa. Ada: Zombilerin Düğünü kült bir film olursa hiç şaşırmayın! 6/10
Hazırlayan: Çağrı KAÇAR
THE SPIRIT (2008) The Spirit’ in yönetmeni ve senaristi Sin City’ den tanıdığımız Frank Miller. Görüntü yönetmeni ise Matrix ve Örümcek Adam serilerinin görüntü yönetmeni Bill Pope. Filmin kadrosu ise Samuel L. Jackson, Eva Mendes, Scarlet Johanson, Paz Vega gibi ünlü oyunculardan oluşuyor. Çizgi roman uyarlaması olan filmde şehrini koruyan ve polislere suçlularla savaşta yardım eden insanüstü özelliklere sahip bir kahramanın hikâyesi anlatılıyor. Buraya kadar her şey olağan üstü.
Böyle bir yapımın ister istemez mükemmel olması beklenir. Fakat bu film için vasat bile övgü olur. Bölük pörçük anlatılan bir konu ve saçma sapan efektler Sin City kopyası gibi bir film izleyeni ilk 20 dakika da şok etmeye yetiyor ve artıyor. Böyle bir kadrodan bu kadar saçma bir film çıkması ise gerçekten olağan üstü. Samuel L Jackson’ ın girdiği kılıklar bile filmden anında soğumanıza neden oluyor. Filmde iyi olarak değerlendirebilecek bir tek şey bile maalesef yok. İzlemekle vakit kaybetmeyin.
3/10
MetalTR: http://www.myspace.com/metaltr
Vortec Of Clutter
Hide of Infinity
Karanlık Oda Magazine: http://www.myspace.com/karanlikodamagazine
http://www.myspace.com/VortecOfClutter Mosfest: http://www.myspace.com/mosfesttr
http://www.myspace.com/HideofInfinity
Gravewormtr: http://www.myspace.com/gravewormtr
Eirenis http://www.myspace.com/eirenis
http://www.myspace.com/redchaoslive
True Azazel: http://www.mysapce.com/trueazazel
None Shall Return http://www.myspace.com/noneshallreturn
http://www.myspace.com/unirockfest
Skull Of Doom: http://www.myspace.com/skullofdoom
Insistence http://www.myspace.com/insistencemetal
Asator: http://www.myspace.com/asatorbandtr
Cavil http://www.myspace.com/cavilband
Red Chaos Unirock dahası: www.guvenceylan.net/blog
İletişim: Mail: info@guvenceylan.net msn&mail: gloom@metaltr.net www.guvenceylan.net www.metaltr.net
Sizde grubunuz ile sahne almak istiyorsanız bizimle iletişime geçin! msn: info@metaltr.net