Kültür Mantarları Sayı: 4

Page 1

Kültür Mantarları Şapkanın altında kalın.

Aylık Dergi Sayı: 4



Başlarken

Kültür Mantarları

Editörden - Kültür Mantarı

Çuvaldızın Ucundakiler 4 Vitrin 6

Kültür Mantarları Şapkanın altında kalın.

Aylık Dergi Sayı: 4

güzel atlara binip gittiler.”

Hangi düşünceye hizmet ederse etsin, mücadelelerle dolu biyografilere sahip adamlar ilgi çekerler her dönem. Onlar –doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız- bir idealin peşine düşmüş ve kendi rahatlarından feragat etmişlerdir. Güzel insanlardır onlar: İsa, Muhammet, Atatürk, Che, Nazım, Mandela, … Fakat bütün güzel insanlar gibi “O güzel insanlar (da), o

Simetrik Çekişme 5 İçimizdekiler 8

Kültür Mantarları Şapkanın altında kalın. Aylık dergi Sayı: 4 Aralık 2013

Editör

Doğa, sanki ayağımızı denk almamız gerektiğini hatırlatırcasına tüm azametiyle karşımıza dikildi. Bazılarımız neredeyse hiç soğuk görmeden bahar aylarına gireceğimiz düşüncesine kapılmıştı ciddi ciddi. Fakat doğa ana aldı sazı eline ve ben daha ölmedim dedi bize. Her yer buz kesiyor, her yer bembeyaz. Yeryüzündeki pislikleri rahatlıkla örtebilen doğa, insanoğlunun pisliklerini de örtme yöntemlerini de bilebilseydi keşke.

Kültür Mantarı

İllüstrasyonlar

Adonis KOPSACHEILIS Katkıda Bulunan Mantarlar Ata Alkan TÜRKER Beste KANTER Betül TEZCAN Cihan AŞIK Duygu Melisa OVAT Ege ARSAN Emre GÜLSOYLU Emre SÖNMEZ Figen ÖVÜN Gözde GÜNGÖR Hille PAUL İmran Aydın TALİ Uğur GÖNÜL

Gezi Parkı olaylarından sonra dillere pelesenk olan “Diren …” şeklindeki söylemler bizim de ilgimizi çekti. Bunu sık sık dillendirip unutturmamamız gerektiğini düşünüyoruz. “Diren Tevazu”nun ardından bu ay da “Diren Ahlak” dedik ve her fırsatta Diren’meye devam edeceğimizi bilin istedik. Geçtiğimiz ay “Bîtaraf olmayan bertaraf olur.” sözünü de hatırladık nedense! Bu oportünist ve popülist söyleme var olduğumuz süre boyunca yakın olmayacağımızı bilmenizi isteriz. Çünkü biz her tarafa gerektiği kadar yakın, her tarafa gerektiği kadar uzak olmayı becerebiliriz. Bizce önemli olan bizim yakın olduğumuz tarafın her zaman doğru taraf olmasıdır.

İletişim Adresi: egulsoylu@gmail.com

İlkeli, tarafsız, güzel ve tertemiz insanlarla karşılaşmanız temennisiyle, iyi okumalar!

3


Çuvaldızın Ucundakiler

Kültür Mantarları

Dem ok Teh ratik dit

en Dir ak Milletvekilleri, milletvekilAhl lerimiz… Bizim yönetimdeki sesimiz,

Gün geçtikçe daha da demokrat ve özgürlükçü bir hal alan Türkiye’de yeniden insanlığın yüzünü güldüren gelişmeler yaşandı. Başbakan yardımcısı Beşir Atalay Hatay’da önümüzdeki seçimler için “ eğer AKP’den aday Sadullah Ergin seçilmez ya da beklenenden az oy alırsa, Hataylılara söyleyeceğimizi o zaman söyleriz!” ifadesini kullandı. Bu sırada demokrasi karşıtlarına kılıç misali salladığı parmağıyla Hatay’da demokrasi ateşini yakan Atalay’ın harareti gözlerden kaçmadı. Her ne kadar “ileri demokrasi” adına olsa da Atalay’ın özellikle Hatay’da bu kadar hararetlenmemesini öneriyoruz. Malum, Hatay hala sıcak, acılar taze…

fikirlerimizi ifade eden insanlar. Bizim fikirlerimizi bizden daha iyi ifade eden –etmesi gereken- görevleri temsil etmek olan, yeri gelince kavaslık yapması gereken temsilcilerimiz… Türkiye artık öyle bir seviyede ki seçilenlerle seçmenler hem düşünsel hem de duygusal olarak birbirine sıkı sıkıya kenetlenmiş, tam gaz temsil ediliyor. Vekiller halkın sesi olmuş yerine göre kükrüyor, yerine göre köşesine çekilip uyukluyor. Öylesine renkli, öylesine curcunalı bir meclis var ki önümüzde, bazı şeyler tasvirlere sığmıyor. Gün geliyor temsili fazla kaçıran vekiller kendilerini kaybedip bir düşünüp bin söylüyor, bazen yumruklar havada uçuşuyor. Öyle anlar geliyor ki o kısacık düşünme aşamasını sadece hafızasındaki şaşırtıcı küfürleri bulmak için kullanan vekiller oluyor, tıpkı Zeyid Aslan’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı gibi.

Öz g S a Nelson Rolihlahla va ürlü şç k Mandela ya da kabile adıyla Madiba, ıs ı Güney Afrikalı, ayrımcılık karşıtı aktivist ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahî devlet başkanı. 1994'te ilk defa tüm halkın katıldığı seçimlerde devlet başkanı seçildi. Yönetimi boyunca Aslında söylenecek çok söz var ırkçılığı engellemeye, fakirliği ortadan kaldırmaya ve dağarcıklarda, ama düşününce iki kelime de yeteeşitliğe odaklanmıştır Mandela. biliyor: “Diren ahlak, sen daha lazımsın!” Bantu dillerine ait olan Kosa dilini konuşan Tembu kabilesinde, kabile şefinin oğlu olarak doğan Mandela’nın dünyaca ünlü bir devrimci olabileceği kimin aklına gelirdi. O, 21. yüzyılda insan hakları ihlaline karşı gelen din, ırk, dil farkı olmadan herkesin eşit olduğu bir dünya yaratmak için biraz olsun bize umut veren bir politikacıdır. Güney Afrika'da "Ulusun Babası" olarak görülen özgürlük savaşçısı Mandela, anti-sömürgeci ve anti-apartheid görüşü ile uluslararası beğeni topladı ve 1993'deki Nobel Barış Ödülü, Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı Özgürlük Madalyası ve Sovyet Lenin Nişanı da dâhil olmak üzere 250'nin üzerinde ödül kazandı. En çok kurduğu cümlelerden biri “Ben bir aziz değilim.”dir. Başkası söylese insana kibirli gelebilecek bu sözler Mandela’nın ağzından çıkınca tevazu kokuyor. Öyle ya, 27 yıl hapiste kalıp çıkınca kendisini oraya tıkanları affedebilen bir insan, aziz değilse bile bu mertebeye oldukça yaklaşmıştır. İngilizlerin bile saygısını kazanmış olan devrimcinin Londra’da bir heykeli bulunduğunu unutmamak gerekir. Eşit haklar ve adalet için, dünyayı daha yaşanılabilir bir hale getirmen için, ettiğin mücadele için teşekkür ederiz Madiba!

en ley k i r Ge elli Güz

EXPO 2020 seçiminde İzmir’in elde edemediği zafer çoğumuz için ‘hayal kırıklığı’ olarak değerlendirildi. Peki, gerçekten de İzmir’in değil de Dubai’nin seçilmiş olması o kadar şaşırtıcı mı? Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan bu güzel şehir değil de neden çöl ikliminin hüküm sürdüğü bir şehir bu prestije layık görüldü? Özellikle biz, bu güzel şehirde yaşayanlar, tablonun içinde olduğumuz için olayı yeterince sağlıklı değerlendirememiş olamaz mıyız? Tabloya uzaktan bakıldığında resmin nasıl değişeceğini tahmin edebilirsiniz. Yüzyıllardır yeterli yatırımı görememiş, doğallığından daha zengin yapılamamış ve alt yapı olarak her geçen gün daha geriye gitmekte olan bu ‘güzel’ şehrin, kırk yıldır süregelen yatırımlarla semirilmiş bir çöl şehri ile bile yarışamayacağına inanmak istemedik değil mi? Bu güzellik tarafımızdan daha ne kadar sömürülür bilmiyorum ancak insanların istediklerinde yoktan bir şehir yaratabildikleri günümüzde, İzmir gibi bir güzelliğe sahip çıkmak için zamanın daraldığı ortada.

4


Vitrin

Kültür Mantarları

Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları Büyülü bir dünyayı mükemmel bir hayal gücüyle önümüze sunan J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi serisi yıllardır tüm dünyada yankı yapmış ve en iyi filmler arasında yerini almıştır. Aynı naçizane yazarın eserlerinden biri olan Hobbit kitabı üç uyarlama filmiyle karşımıza 2012 yılında ilk filmiyle çıkmıştı. Büyük hevesle ve mükemmel olacağı beklentisi içinde gittiğim sinemadan ne yazık ki hayal kırıklığıyla çıkmıştım. Bu durumun en büyük nedeni ise 3 saatlik olması gereken bir filmin üçe bölünüp 9saatte anlatılmaya çalışılması olmuştu. Yüzüklerin Efendisi’nin verdiği tadı verememişti kısacası. Yinede ümitle beklediğim serinin ikinci filmi sonunda yarın gösterime girecek. İlk filmde Misty Dağları'ndan başarıyla geçen Thorin ve beraberindekilerin bu filmde Mirkwood ormanındaki zorlu maceralarına tanık olacağız. Kitapta yer almamasına rağmen Orlando Bloom’u Legolas rolüyle bu filmde de görebileceğiz. Bu filmin ilkine göre daha iyi olacağını hissediyorum nedensiz bir biçimde umarım öyle de olur.

Tamam mıyız?

Çağan Irmak’ın yazıp yönettiği, başrollerinde ise Deniz Celiloğlu ve Aras Bulut İynemli’yi gördüğümüz Türk sinemasının günden güne daha da güzel dram filmlerine imza attığını kanıtlayan bir film. Açıkçası filmi baştan aşağı övemeyeceğim ancak genel anlamda gayet başarılı bir film olduğunu düşünüyorum. Filmin en beğendiğim özelliği konunun net bir biçimde ve karamsarlıktan uzak bir bakış açısıyla -sulu gözlerle izlememize neden olmadan- ve yeterli bir süre içinde seyirciye aktarılmış olması. Fiziksel ve zihinsel olarak hayatlarında büyük zorluklar çeken iki gencin birbirilerini hayata bağlamasına tanık olduğumuz bir film. Özellikle Aras Bulut’un oyunculuğuna hayran kaldım. Ancak olumsuz yanları yok mu diyecekseniz genel anlamda oyuncuların bazı abartı ve yapmacık oyunculuklara da tanık olabiliyoruz. Türk sinemasının sadece ağlatmayı amaçlayan, karamsarlıktan insanın içini şişiren, uzatıldıkça uzatılan dram filmlerinden her geçen gün arındığını görmek insanı mutlu ediyor. Beyaz perdeye aktarılan hüzünlü bir dram öyküsü olmasına rağmen seyirciye yer yer neşe katan ve sonunda çok güzel ve anlamlı bir ders veren bu filme gidilmesini kesinlikle tavsiye ederim.

Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak Hunger Games konusuyla beni en çok etkileyen filmlerden biridir sanırım. İşlediği konunun kurgu olmasına rağmen, gerçek dünyamızla kurduğu bağlantı ve yapılan tüm haksızlıkların böylesine bir kurguyla yazılması beni fazlasıyla büyülüyor. Ancak konunun derinliğinin ve güzelliğinin filmlerinde yeterince işlenmediğini düşünüyorum. Kitap serisinin özüne baktığınızda çok derin ve anlamlı bir konusu olmasına rağmen film izleyici kitlesinin geniş tutulması amaçlandığından dolayı daha çok duygusallığa yer verilmiş ve bu da filmi basitleştirmiş ne yazık ki (Öyle ki gittiğim sinemada yaş ortalaması 13’tü ve ilk kez tüm salonun filmi alkışladığına tanık oldum). İlk filmin verdiği heyecanı ve akıcılığı yakalayamayan ikinci filmde giriş kısmının fazla uzatılması insanların esnemesine neden olabilir, ancak bu sayede ilk filmde yeterince gösterilmeyen başkaldırı ve karakterlerin özellikleri izleyiciye daha net yansıtılmış. Bu film serisinin en güzel yanlarından biri de kitapla olan uyumu ve bu yüzden 2.kitabın giriş kısmının da uzun olması ve sakinliği filmde de yansıtılmış. Filmin en büyük eksikliklerinden biri de giriş kısmına verilen değerin gelişme kısmına verilmemiş olması. Tüm film seyirci oyunların başlamasını beklerken oyunların çok kısa bir süre içinde gösterilmesi seyircinin içinde büyük bir ukde bırakıyor. Bunun serinin devamının gümbür gümbür geleceği anlamına geldiğini umuyorum.

5


Vitrin

Kültür Mantarları

Zülfü Livaneli

Elini attığı her işi kusursuz başarabilen usta sanatçı Zülfü Livaneli, bir süredir sadece edebiyat ve sinema çalışmalarıyla gündemdeydi. Bu süre zarfında “Veda” gibi unutulmaz bir filme imza atmış, “Leyla’nın Evi, Son Ada, Sevdalım Hayat, Serenad, Edebiyat Mutluluktur, Kardeşimin Hikâyesi” gibi Türk edebiyat tarihine rahatlıkla girebilecek kitaplar yayımlamıştır. Ancak çok büyük bir kitle, ustadan yeni şarkılar, yeni bir albüm bekliyordu. O albüm geçtiğimiz ay raflardaki yerini aldı. Her zamanki gibi kimisi marş tadında, kimisi romantizmin doruklarında olan şarkılar kesinlikle klasikler arasına girecek nitelikte. Albümde yer alan 10 şarkının 8 tanesinin sözü ve müziğinde Livaneli imzası görüyoruz. Şarkılardan biri anonim biri de büyük şair Ülkü Tamer’in sözlerine yapılmış yine bir Livaneli müziği. Gitgide sığlaşmaya yüz tuttuğumuz, piyasaya çıkan neredeyse her şarkıyı çok kısa zaman dilimlerinde tükettiğimiz günümüz şartlarında bu albüm deyim yerindeyse ilaç gibi geldi. Teşekkürler büyük usta, sen hep var ol!

Çarşı Geliyooor! Son zamanlarda kime sorarsak soralım -futbol, maç, puan durumu falan bir tarafa- herkes marjinal tribün grubu Çarşı hakkında bir şeyler söyleyebiliyor. Türkiye’de yediden yetmişe herkesin sempatisini kazanan Çarşı fedakar, vefakar, cefakar tavırlarıyla hemen her yerde karşımıza çıkıyor. Van depreminin hemen ardından gerçekleştirdikleri “Siz üşüyorsanız biz de üşüyeceğiz” hareketi dikkatleri daha fazla çekti onların üzerine. Bugünlerde başlattıkları köy okulu yaptırma kampanyaları da son sürat devam etmekte. 2013 yılında ülkemizde yaşanan direniş hareketlerinde de ön saflarda yer alarak her zaman ezilmişin yanında yer aldığını ve alacağını gösteren Çarşı’nın bu direniş günlerindeki rolünü anlatan bir kitap var bu ara raflarda: ÇARŞI GELİYOOOR! Bu kitap olayın mizahi boyutu bir tarafa çok kısa bir süre sonra tarihi belge niteliği taşıyacak kanımızca. Zira bundan 20 yıl sonra bir çocuk 2013 yılında Türkiye’de gerçekleşen ve adında Gezi Parkı hareketi denen olaylarla ilgili en sağlam ve en tarafsız bilgiye bu kitaptan ulaşacak. Her zaman ve her durumda haksızlığa uğramışların yanında olarak insanlara güven veren Çarşı’nın bu şekilde ölümsüzleşmesi, ulusumuz ve geleceğimiz açısından oldukça önemli. Kitaptan bir bölüm kitabın önemini daha çok ortaya koyacak kanısındayız: “Zafer, her yanımız gaz, ordan bi de telefonda annem avaz avaz bağırıyor. Anne tamam ya dedim, merak etme, ÇARŞI BURADA!

Fazıl Say

Biz Mantarlar, büyük sanatçıların politik duruşları, fikirleri, özel hayatları, vs. den çok sanatlarıyla yani ortaya koydukları yaratılarla ilgileniriz. Orhan Pamuk, Murathan Mungan, Mehmet Ali Alabora, gibi aykırı duruşlarıyla dikkat çeken ve adını saymakla bitiremeyeceğimiz onlarca sanatçının eserleri, yaptıkları diğer işlerden daha önemlidir bizim için. Fazıl Say da bu sanatçılardan biri. Birkaç yıldır söylenmedik söz kalmadı hakkında. Fakat o, sanatıyla ayakta durmaya ve direnmeye devam ediyor. Geçtiğimiz ay “İlk Şarkılar” adında bir ilk albüm çıkardı sanatçı. Albümde Nazım Hikmet’ten Orhan Veli’ye, Can Yücel’den Cemal Süreya’ya 10 büyük şairin 10 büyük şiirini bestelemiş Say. Ayrıca albüm kapağında sanatçının yazmış olduğu içten ve sıcak bir önsöz yazısıyla da karşılaşacaksınız. Burada Serenad Bağcan adını anmadan geçmemek gerekiyor. 20 yıl önce yapılan bu besteleri benzersiz bir biçimde yorumlayan bu sesi de tebrik etmek boynumuzun borcu. Albümün ilk eserinden son eserine kadar geçen süre boyunca boyut değiştireceksiniz. Yaşadığınız dünyadan uzaklaşıp başka dünyalarda gezineceksiniz. Bunu fazlasıyla hak ettiğinizi düşünüyoruz. Hadi öyleyse, “İlk Şarkılar’ı dinleyip uçalım hep birlikte.

6


Simetrik Çekişme

Kültür Mantarları

Dershaneler

- Jiyan AKHAN - Emre GÜLSOYLU

E. GÜLSOYLU: Yıldız olmayan ve parası olmayan çocuğun böyle bir şansı olmuyor maalesef. Üstelik tek sıkıntı bu değil. Bence en önemli sıkıntı, dershanelerin, öğrencinin kendisini ifade edebileceği bir alan bırakmadan, araştırma ve düşünme fırsatı vermeden, konuları ezberletmeye çalışarak, bir insan gibi hissetmemesine neden olmaları. Birçok öğrenci bu durumun farkında değil ya da çaresiz şekilde dershanelere gidiyor ve gittikçe de körleşiyorlar. Yapılan bir araştırmaya göre, öğrencilerin %64'ü dershanelerdeki eğitimin daha kaliteli olduğu yönünde düşünceye sahip. Tahmin ediyorum bu yüzde veliler için de geçerlidir. Bu da dershaneye uygun olmayan çocukların, veliler tarafından dershaneye gitmek için zorlanmalarına neden olacak.

E. GÜLSOYLU: Dershanelerin kapatılıp kapatılmayacağı uzun süredir siyasi açıdan tartışılıyor ve bu konuyla ilgili verilecek son kararın Eylül 2015'te verilecek olması, bu tartışmaların daha da uzayacağı anlamına geliyor. Şu ana kadar siyasi açıdan tartışılan dershaneler hakkında düzgün bir karar alabilmek için bu konuyu eğitim açısından tartışmak gerek bence. Dershanelerin kuruluş amacı, öğrencilere okulda öğrendikleri bilgileri pekiştirmek, varsa eksik kalan kısımlarını gidermek, hızlı düşünme ve hızlı şekilde soru çözme becerisi katmaktır. Bu amaca ulaşmaya çalışırken eğitime destek verme yollarından sapıp, asıl eğitim kurumu olan okulların önüne geçtiler. J. AKHAN: Bunun nedeni okullardaki eğitim kalitesinin düşük olması. Günümüzde herkes bu kalite sorununun farkında. Aynı ilçedeki okullar arasında eğitim kalitesi bile son derece büyük.

J. AKHAN: Dershanelerin üniversiteye geçişteki verdiği desteğin başarısını görmezden gelemezsin. Bugün öğrenciler herhangi bir lisans programına yerleşmek için değil, ilk elli binde yer alan programlara girme yarışı içindeler. Yani özel dershaneler bu yarışın sebebi değil, bir sonucudur.

E. GÜLSOYLU: Dershanelerin varlığı sadece okullar arasındaki eğitim kalitesi farkı mı? Peki neden "en iyi okul" olarak gösterilen okullarda bile hemen hemen tüm öğrenciler dershaneleri tercih ediyor?Üstelik dershaneler, eğitimde fırsat eşitsizliğini arttırdılar. Dershaneye verecek parası bulunmayan aileler, çocuklarının destek alması için ne yapacak?

E. GÜLSOYLU: Bu başarıyı yıllar boyunca her gün hap gibi sunulan, düşünmeye ve araştırmaya teşvik etmeyen kurumlarla sağladıktan sonra hayattaki başarımız ne olacak? Milli eğitim sistemi böyle bir karmaşadayken dershanelerden kurtulmak tek çözüm olmayabilir. Çözüm, gerçekten de köklü bir eğitim reformu geçirmektir.

J. AKHAN: Eğer bir aile dar gelirliyse ve çocuk da başarılıysa, dershaneler o çocuğa mutlaka sahip çıkar, burs verirler.

7


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

şey daha güzel olacak" dedilerse, "Şehre ulaşmak için dağı aşmalısın" dedilerse daha çok yükün altında kaldım. Dağı aşıp şehre vardım ki şehir dedikleri bir harabe. İçinde benim gibi binlerce er ve dağı aşamayanların mezarları. Kimileri yorulmamış daha yeterince. Hayat onlara ya çok iyi davranmış ya da o kadar acı çektirmiş ki artık tenleri yakan sıcağı hissetmiyor ve yüklerine de alışmışa benziyorlar. Aldatıldıklarını anlayamayacak kadar aptallar ya da sadece düşünmemeye çalışıyorlar. Biraz onlarla oturuyorum. Gözlerinde umut var hala. Geleceğin daha iyi olacağından, vaat edilmiş ödüllerin güzelliğinden bahsediyorlar. Konuşmuyorum. Derviş değilim, daha ermedim fakat sükunetin değerini biliyorum. Teşekkür edip ayağa kalktım, öteki ben taktir edercesine başını salladı. Demek ki vakti imiş. Beni yanına çağırdı, galiba yine konuşası geldi. Dedi ki "Dünya dediğin çul çaput. Hayat dediğin Azap, çile. Fakat unutma ki âşık, Maşuk sana taşıyamayacağın yükü vermemiştir. Hayatında yük çekmemiş, elekten geçmemiş kişiler elbet bir gün çekecektir. Acı çekmeden, gözyaşı dökmeden kazanılan her şey bir gün geri alınır. Tanrı acı çekenleri sever, Zira kılıcın önüne atlayacak adam zor bulunur. İyilik yapan mükâfatını görmemişse sınanıyordur. Zayıfa dost olmak, güçlüye dalkavukluktan iyidir. En mutlu görünen en mutsuz, en dertli görünen, en dertsiz olabilir. Yalnızlık erdem getirir. Allah yolu taşlıktır, dağlıktır. Çok kişi varamayıp geri dönmüş, çok kişi dünya malına dalmış. Varanlar Maşuk'a, varamayanlar kefene kavuşmuş. Demem o ki sen, sen ol âşık, Maşuk'un yolundan sapma. İnancını kaybetme. Hayat derler, bir elektir. Gönlü büyükler bâki kalacak, diğerleri kum gibi akıp gidecek. Eh be öteki, yaşarttın gözlerimi. Sanma ki kalbim karadır. Benim şu yakarışlarım elbet ona aşkımdandır. Bu kadar acı adamı harap etmezse veli eder. İnsan hep kendinde keder var sanır. Bilmez ki acı aslında büyük mükâfattır. Her bozgunla insan biraz daha olgunlaşır. Gönüldeki arslan terbiye oldukça uslanır. Öteki ne derse muhakkak vardır bir bildiği. Sanırım ikimizin de en büyük kederi bu dünyada huzur görmememizdir. Gözlerimdeki perdeleri öteki yırttı. Torba idi çenem öteki büzdü. Ben bir âşıktım maşuku meçhul, beni sevgiliye öteki kavuşturdu. Gözlerim yavaşça kapanmaya başlıyor ben bunları yazarken. Öteki memnun, ben memnun. Ben yorgunum ve acıya doydum. Diş sıkmaktan dişim kalmayacak. Artık dayanasım gelmiyor bunlara. Belki bir gün göreceğim faydasını fakat bu genç ruh şimdilik geleceğe dair bir ışık göremiyor. Belki çok erken, daha acemiyim bu dünyada. Belki çok yorgunum bu sebepten böyle hissediyorum. Gerçekten bildiğim tek bir şey varsa ben bu sınavı geçerim. Bu yorgunluk, hayal kırıklıkları ve bezmişlik olmasa…

Eski Benle Savaş - Cihan AŞIK Kendimi tanıyamamak korkutuyor beni. Sürekli değişirken, gelişirken artık başka biri olmak… Zihnimden, vücudumdan bitkinlik akıyor. Küçük kazanımlar mutluluk vermiyor artık. Eski ben muharebelerde aldığım zaferlerIe yetinmek isterken, öteki ben dünya savaşlarını arzuluyor. Eskiden küçük kavgalardan sonra büyük kahramanlar gibi hisseden ben, şimdi meydan savaşlarından sonra bile eski heyecanı bulamıyorum. Sanki dayanacak gücüm varmış gibi daha çoğunu daha çabuk arzulamaktan kendimi alamıyorum. Sonuç görmek istiyorum. Çabalarım boşa gidiyor, kendimi eski masamın önünde elimde kalemle ve sanki tüm vücudum morarmış ve kaslarım kemiklerinden çekilmiş gibi bir hisle, müthiş bir isteksizlikte, boşlukta hissediyorum. Öteki ben’e dönüp haykırıyorum. “Bunun için miydi, kavgalar, savaşlar? Onca emek ve mücadele bunun için miydi?” Son gücümle bağırıyorum. Susuyor. Yüzünde bir gülümseme ile susuyor. Ben de susuyorum. Saatlerce tavanı izliyorum, kafamda yanıtsız binlerce soru. Cevapları bilsem de parçaları birleştiremiyorum. Sanki bir şey beni aşağı çekiyor veya yüksekten, binlerce feet yüksekten düşüyorum. Ailemi, eski arkadaşlarımı özlemiyorum. Yeni insanlarla gerekmedikçe tanışmıyorum ve haberleri izlemiyorum. Her gün biraz daha düşüyorum sanki. Öteki ben’in keyfi yerinde, sanki bir şeyler bekliyor. Yüzünde lanet gülümsemesiyle beni izliyor. Bazen dua okur gibi bazen hesap yapar gibi mırıldanıyor ama konuşmuyor. Konuşsa, bir şey dese, sonra ben de bir şeyler desem ve kavga etsek, yumruklaşsak rahatlayacağım. Bunu biliyor ve susuyor. Sıkıldım. Kendimden ve hayattan sıkıldım. Eskiden inandığım şeyler artık saçma geliyor. Uğruna savaştığım, emek verdiğim, ağladığım düşünceler, inançlar kafamda şişip bir balon gibi patladı. Arkalarındaki gerçekleri gördüm. Görmemeyi tercih ederdim. Bir şeylere tekrar hevesle ve heyecanla sarılmak, savunmak isterdim. Kalkanımı, kılıcımı tekrar kuşanıp, aşk ile tekrar kaleden kaleye, meydandan meydana koşmak isterdim. Hayatın siyah ve beyaz olduğu günleri çok özlüyorum. Fakat griliğe de alıştım sayılır. Çok yorgunum. Göz kapaklarım kendiliğinden kapanıyor. Kendimi çok bitkin hissediyorum. İnsan en büyük mücadelesinden çıkınca değil, en küçük umudunu kaybedince çok yorgun oluyor. Artık umut etmeye mecalim kalmadı. Bir hayal kırıklığına daha tahammül edemem. Boş ümitler, bana ne zaman "Şunu da atlat her

8


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

ayağa kalktı ve sandalyesini eline aldı. Yaşlı amca, zaten merdiven çıkacak bir de elinde sandalyeyle çıkmasın diye sandalyeye uzandım ve tuttum sandalyeyi. Sonra da amcanın yüzüne bakıp gülümsedim. Sandalyeyi tam kontrolüm altına almıştım ki, elimden sert şekilde çekti amca sandalyeyi. “Çekil, ben taşırım!” diye fırçaladı herkesin önünde. Şimdi ben böyle bir ortamda, böyle bir şekilde fırça yersem nasıl kibar kalabilirim? Çalıştığım kişilerden biri bir yıldır bana vermesi gereken parayı ödemiyor. Bir yıldır ödeme gününü ertelemeyi başardı. Şu ana kadar benim saflığımı, dürüstlüğümü, emeğimi kullandı. Şimdi bu durumda, ben nasıl olur da dürüst iş yapmaya devam edebilirim? Mutlaka birini kandırmam gerek. Çünkü para kazanıp yaşamam gerek. Emlakçılar mesela, yasal hırsızlar gözümde. Hiçbir iş başarmadan, zaten alması son derece mümkün olan alıcıyla satıcıyı bir araya getirip en az on bin lira alayım. Niye okuyorum ki ben? Hiçbir şey okumayıp emlakçı olsam yıllarca okumuş ve dürüstçe iş yapan bir düzine insanın aylık toplam gelirlerinden daha fazla para kazanacağım. Okuyup adam olsam -böyle bir ihtimal varsa- biri gelecek ve benim bilgilerimi, emeğimi sömürecek, hakkımı alamayacağım, hakkımı da emlakçılar gibi çakallar yiyecek. Babamın aracına bir Mercedes çarptı geçen yıl. Adam bize çarptıktan sonra gazladı hemen ve ileride durdu. Arabadan inip aracında bir hasar var mı diye kontrol edip olmadığını görünce tekrar arabasına binip gitti. Haliyle babam çarpan Mercedes’in plakasını alıp polise şikayette bulundu. Polis ne zaman işini yaptı ki? Evime hırsız girdiğinde de işini yapmamıştı. Dur lan, onların para kazanma şekli rüşvetti değil mi? Bu arada, hırsızın bizim evden çaldıklarının bir kısmı da kendi cebine girecek zaten. Neyse, aracı bulamadılar. Babam daha sonra araştırdı ve o aracın bir inşaat firması sahibine ait olduğunu öğrendi. Adamda para var, huzur var, arka var. Babamın arabasındaki hasarın, bu işlerle uğraşırken harcanan zamanın ve yaşanan stresin geri dönüşü olmadı tabii. Şimdi ben niye akademik hayatımda bu kadar kasayım ki kendimi? Arkam olsun yeter. Öteki türlü biri gelecek, beş yılda biriktirdiğim parayla aldığım arabama vuracak sonra def olup gidecek. Ya da biri girecek evime, alacak her şeyi ve sonra kimse bulamayacak onu. Günlük hayatta yaşadığım küçücük şeyler bile bana gelecekte dürüst, kibar bir insan olmamamı aşılıyor Türkiye’de. Ben ki odamdaki dolaba çarpıp özür dileyen bir insandım. Şimdi beni pis bir insan olmam için yetiştiren bir yere vatan diyebilir miyim? Diyemem tabii ki. En yakın sürede gitmek istiyorum buradan. Yanan, eski ve güzel bir binayı uzaktan izlemek istiyorum. Belki içim yanarak izleyeceğim ama o binayla birlikte yok yere yanmak istemiyorum.

Gelecek - Emre GÜLSOYLU

Hayatımda en nefret ettiğim soru, başkasının çizdiği yolda olan tiplerin klişe sorusudur. “Geleceğin için ne yapıyorsun?” Yanıtlıyorum: Kendi yolumu çizmeye çalışıyorum. Geleceğim, sınavdan aldığım sıfırla yüz arası bir nota bağlı değil ki benim için. Bu eğitim sisteminin başarıyı getirmediği bir gerçek. Hem notların iyi olması hem de kendinizi geliştirmeniz gerekiyor ve bunu günün yirmi dört saat olduğu bir gezegende yapmanız gerek. Bu sistemin başarısızlığını anlamak için sistemdeki en başarılı insanlara bir göz atmak yeterli. Üniversiteye giriş sınavında derece yaparak ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği’ne giren birini tanıyorum. Öğrencilik hayatı boyunca derslerinde çok başarılıydı, son derece iyi devreler tasarlıyordu ama hem öğrencilik hayatında hem de meslek hayatında mutluluğu sıfır. Geçmişinde dersleri hep bir amaç olmuş onun için. İyi bir geleceğe sahip olmak için bir amaç değil. Kendisiyle her görüşmemde hayata başka bir açıdan bakmadığı için pişmanlığını dile getiriyor ve sonra da aynı şekilde başkasının çizdiği yoldan devam ediyor. Buradaki en korkutucu noktanın sorumluluk kabul edilmemesi olduğunu düşünüyorum. Hayatı nasıl yaşayacağın sana bağlı bir şey. Kendi yolunu çizebilirsin ya da çizilmiş bir yoldan gidebilirsin. Eğer çizilmiş bir yoldan gitmeyi tercih etmişsen bunun sorumluluğunu kendin alman gerek. Başkasının çizdiği yolda giderek, başkasının istediği gibi biri olduysan maalesef ki başkası, senin emeklerini muhtemelen sömürecek. Sadece kendi yolunu çizmek de yeterli olmuyor bu ülkede. O yolu mutlaka çok pisliklerle çizmelisin. Çünkü dürüstçe iş yaparak yüksek başarılar elde edemiyorsun. Mümkünse "çakal" olup her fırsatta birilerine "kazık" atacaksın. Asla kibar olmayacaksın ki tepene çıkmasınlar ama yağcılığı da iyi bilmen gerekiyor. Arkanı da sağlam yaptın mı, tamam işte. "Başarılı" bir hayat seni bekliyor. Geçen gün Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi’nde bir konsere gittim. Tıklım tıklımdı, oturulacak yer yoktu ve seyircilerin yaş ortalaması altmışın üstündeydi. Bir amca, merdivene oturmamak için sandalye çekmiş ve izleyenlerin önünü kapatmış. Görevlilerden biri bu amcayı uyardı. Amca anında

9


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

açlık, susuzluk, eğitimsizlik, şiddet ve hastalıklar… Ne çok acısı var insanoğlunun. Hiroşima’daki çocukları, onlar doğmadan seneler önce atılan bir kimyasal bombanın izlerini taşıyan çocukları, düşünün. Afrika’da bir tabak yemeğe, bir bardak suya hasret çeken o güzel çocukları düşünün. Kendileri de aynı yoksullukla, açlıkla, susuzlukla mücadele ederken çocuklarına yardım edemeyen anne ve babaları düşünün bir de…

Haklar ve Haksızlıklar - Duygu Melisa OVAT Irk, renk, din, dil, cinsiyet… İşte bu sözcüklerdir kardeşi kardeşe düşüren, kırdıran, küstüren. Oysa insanca yaşayabilmek için karşıtlıklara, farklılıklara değer vermek, herkesin haklarına saygı göstermek gerekir.

İşte bu nedenlerle insan hakları yeterince somut bir kavram gibi dursa da aslında soyut bir kavram oluyor gitgide. Ne yazık ki ben bu dünyada sadece insanları görebiliyorum henüz insanlığa rastlayamadım. Eğer bir gün biri oturduğu o rahat koltuktan küçük bir çocuğun ülkesinin, yok edilmesi için askerlerine emir veriyorsa bana insan haklarından söz etmeyin. Eğer 21. yüzyılın dünyasında, zenci insanlar beyazlar tarafından dışlanıyorsa, küçük bir kız çocuğu, babası yaşındaki adamla evlendiriliyorsa, kadın dekolte giydiği için tecavüze uğruyorsa, bir çocuk kolejde okurken ötekisi köyünde okul olmadığı için eğitim göremiyorsa, biri şık bir restoranda yemek yerken bir diğeri açlıktan ölüyorsa bana sakın ola ki insan haklarından söz etmeyin.

İnsan hakları mı demeliyiz yoksa insan haksızlıkları mı? Sahip olduğumuz haklardan çok haksızlıklar var dünyamızda. Evet, dünyamız, bizim dünyamız, üstünde hepimizin yaşamaya hakkımızın olduğu dünya… Sahi nedir bu insan hakları? İnsan nedir, hakları nelerdir, peki ya maruz kaldığı haksızlıklar nelerdir insanoğlunun? Şu koskoca evrendeki düşünebilen tek varlıktır insan ve sadece insan olmasından kaynaklanan haklara sahiptir. Anne rahmine düştüğü andan itibaren, daha doğmadan önce sahip olduğu haklar vardır. Aslında çok özeliz değil mi? Sadece insan olduğumuz için haklar tanınıyor bize ve ne yazık ki sonra birer birer geri alınıyor o haklar elimizden.

Bir ülkenin sokaklarındaki silah ve bomba sesleri, bir çocuğun açlıktan guruldayan midesinin sesi, yasaların sesini bastırabiliyorsa o ülkede sakın insan haklarından falan söz etmeyin. Unutmayın ki; insan haklarını maddeleştiren de insanoğlu, bu hakları yok sayan, çiğneyen de… İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilk maddesi iki cümleden oluşmaktadır. İlk cümlesi “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.”Evet, tüm insanlar eşit doğarlar ancak eşit şartlarda bir hayat süremezler. İkinci cümlesi ise “Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” Madem tüm insanlar akıl ve vicdan sahibi, öyleyse artık aklımızı kullanalım ve elimizi vicdanımıza koyalım. Ve böylece barışın, özgürlüğün, saygının, sevginin hâkim olduğu bir dünya olsun yeryüzünde.

Ne ırk ne renk ne inanç ne de cinsiyet, haksızlıklara neden olur. Nerede, ne zaman, kimlerin çocuğu olarak doğacağımızı bizler seçmiyoruz. Hangi ülkede, hangi renkte, hangi cinsiyette doğacağımız, bize sunulan bir seçenek değil. İşte bu nedenle hiçbir insanı sahip olduğu özelliklerden, ait olduğu ırktan veya milletten dolayı yargılayamayız. İnsan bu dünyada ezilen, hakları çiğnenen tarafta olmayı istemez, sorsalar hiç kimse şanssız olan tarafı seçmez. Ezilen yani haksızlığa uğrayan tarafı ortadan kaldırabilmek için daha doğrusu “taraf” kavramını ortadan kaldırabilmek için var aslında insan hakları. Tarafsız, eşit bir dünya yaratmak için var, daha adil bir dünya için…

Bir gün gelecek, Hıristiyan veya Müslüman, siyah veya beyaz, Yunan ya da İngiliz oluşlarıyla değil, insan oluşumuzla değer bulacağız. Gün gelecek herkes sana, bana, bize “insan” diyecek.

Afrika’da insanların susuzluktan, açlıktan, savaştan ölmediği, kadınlara şiddet uygulanmadığı, savaşlarda sadece tek bir kimyasal bombayla ülkelerin yok edilmediği, kızların çocuk yaşta evlendirilmediği, doğu ve batı farkının kalmadığı, siyah ve beyazın, kadın ve erkeğin eşit olduğu bir dünya düşünün…Savaşlar,

Gün gelecek silah sesleri susacak, gün gelecek tüm çocuklar karınları tok bir şekilde uyuyacak. İnsanoğlunu hayali olan böyle bir dünya, gün gelecek gerçek olacak. Buna inancımızı yitirmemeliyiz. İnancımızı yitirirsek, işte o zaman…

10


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

Hatırlamazsın -

Dört Başı Mamur

Betül TEZCAN

-

İmran Aydın TALİ

-Ya da hatırlarsın bilemem ama bu, ayın tutulması gibi bir şey olurmuşmuşsana baktım, sen karşıya hani sen benden yana bakmadın ya olsun ben yine sana bakarım.

dört başı bağlı bir sevdada mamuriyetimiz mağduriyetimizden mütevellit beş kolu alçıda vaziyetlere ahkam nerde kalmış çıkıp dolaşmak bir kerrecik görsen korkarsın sokaklardan uğurlu böcekler duysa sağır kalacak çığlıklara bir sana değerken cenabet olacak tenleri bir de bana tecavüz değilse bu ceplerinden çek çıkar önce o ellerini sonra söyle tecavüz bile değilse bu.. ne?

hani sen beni bilemedin ya olsun, ben yine sana bakarım. ben sana bakarım yine Yine de . o kadar çok o kadar kocaman bakarım ki Allah da biliyor sevgili sen olmasan bile ben sana bakardım. seni var ederdim. belki beynimde belki kalemimde ne bileyim birlikte kaldırım taşlarını sayardık mesela

köyünü tıngırdatmamış bir ozan şehrini yazmamış bir şair yazar da olur hatta roman da yazsa olur ülkesini söylememiş bir adam kalıyor baki diğerleri ya vatan haini kalacak işte ya da haki gereksiz uzatılmış doğuda yeterli kısaltılmış bir bağ evinde dağ da olur onların selamıyla bana kalsa merhaba girip çıktığınla oturup kaldığınla bir yünden mi sorarsın duvar keçi etinden mi bulursan cevabını mektup yaz bana bulamazsan şiir roman da olur..

hayallerimde pilav üstü fasulye yiyebiliyorken gerçekte sana nasılsın bile diyemiyorum ya -dizlerim titrer hepha işte! o zaman ben yine sana bakarım. geçer eminim. dokunamıyorum sana. dokunmak isterdim halbuki hassas mıdır tenin? kızarır mıydı ki acaba? mesela, bil isterim, benim tenim çok hassastır. sen söylemleri canlanınca hücrelerimde kızarır yanaklarım. midem bulanıyor demiştim ya bir keresinde özür dilerim fakat pişman değilim. çünkü o an sen de baktın bana ve diyemedim ben diyemedim sevgili midemde beslediğim filleri söyleyemedim gizledim özür dilerim.

11


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

Takvim -

Metruk -

Ata Alkan TÜRKER

Ellerinden öpesim var bu mevsimin Hangi aydayiz? diyorum Kimse bilmiyor Belli ki bugünü takvime koymamışlar Diretme diyorum kendi kendime Bu boşvermişlik değil, hissediyorum

Kültür Mantarı

Yine gittin ya; Kızılca kıyamet akşamlar kaldı bana. Karanlığa gömülü odalardan kaçıp Sırnaşık kaldırımlara sığındım. Sundurmasız olsunlar istedim. Sırılsıklam olsam dedim.

Bulutları mı toplamış namussuzun biri ? Elinden bir kaza çıkacak bu gökyüzünün Yerle bir olmuş bütün çöp kutuları Birden sokaklar üşüyor durduramıyorum

Yine gittin ya; Yüreğimdeki yaranın Kabuğunu koparmaya hazırım. Anlayamadığım bir şey var yalnız: Bir umut bile vermeden; En uzun geceyi seçmen neden?

Biri daha yıkılmış yolun ortasında Gecesi uzunmuş bu mevsimin Yaşamak daha uzun oluyor, seviyorum Sırtımı duvara vermişim deniz kıyısında Rüzgara boyamışlar koca manzarayı Aniden pastel oluyor anlık düşünceler Karşıyaka'dan mısra dileniyorum

Yine gittin ya; Mihnetimi gizlememe gerek mi var? Mestan bilsin gayrı esrikliğimi, Kepazeliğimi, rezilliğimi. Gün doğsun; kızıla boyansın sırnaşık kaldırımlar, Tertemiz niyetli öğrenciler kaldırsın cesedimi…

12


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

Jesus and İsa

Mantar’ın Günlüğü

- Hille PAUL Three world religion, three books and one god, the only one, the god of Abraham and Israel.

20 Kasım Çarşamba 22.01

"Do not think that I have come to abolish the Law or the Prophets; I have not come to abolish them but to fulfil them." ( Math 5,17) Jesus said and formed a new faith on the foundation of the Judaism. He didn't revoke or repeal anything, the laws of the Jews are still relevant. If looked at that way, then Christianity is the continuation of the Judiasm.

Bugün elmayı sevdim diye elma da beni sevdi. Sonra ben elmayı yedim ve elma bitti. Velhasıl, yarın olsa da geçse diyebilmek için ideal bir gün daha, yaşasın! 23 Kasım Cumartesi, 22.57 Çok güzel şarkılar dinledim ve tekrar dinledim. Yürüdüm ve çokça hayal ettim. Evet, kayda geçirebileceğim tek değerli şey buydu herhalde; hayal etmek.

"He has sent down upon you, [O Muhammad], the Book in truth, confirming what was before it. And He revealed the Torah and the Gospel." (sura 3, 3) "Indeed, We sent down the Torah, in which was guidance and light. The prophets who submitted [to Allah] judged by it for the Jews, as did the rabbis and scholars by that with which they were entrusted of the Scripture of Allah, and they were witnesses thereto. So do not fear the people but fear Me, and do not exchange My verses for a small price. And whoever does not judge by what Allah has revealed - then it is those who are the disbelievers." (sura 5,44)

4 Aralık Çarşamba, 20.43 Bulutlara bakarken kendimi bulutların üstünde hayal ettim. Daha sonra da dünyaya atladığımı. Kıkırdadım. Ne kadar ahmak olduğumu fark ettim. Sonsuzluğa bakıp sonsuzluğu hayal edebilecekken dünyaya atlamayı hayal ettim ben. Atlaya atlaya dünyaya hem de! Neyse ben bir şey demiyorum… Yarından sonra D vitamini takviyesine başlasam iyi olacak.

The Koran is based on the Torah and Bible and confirms them in its' sayings. It says, that these three books are sent by God and that these are the pure word of him. And everybody who is a faithful Muslim should follow the laws of Torah and the Gospel. It says, that they all have the same message and are in common and that the Koran is proves and confirms the sayings of the Torah and the Bible.

Günlerden bir gün (dünden pek de farklı değil, yüksek bir ihtimal yarın da aynı olacak), aynı saatte, aynı şehirde, aynı semtte, aynı evde, aynı yatakta, kendi dünyama uyandım. Gözlerimdeki perdeleri araladım. Zihnimin pencerelerini açıp biraz içeriyi havalandırdım. Kahvaltı yapmam, yapmadım. Uzun uzun yıkandım, kötü düşüncelerden arındım. Tertemizim şimdi. Tüm hatalarım, pişmanlıklarım, kötü laflarım, kızgınlıklarım aktı gitti küvetin oluğundan. Aylardır yerinden kımıldamayan tahta iskemleme oturdum. Gökyüzünde dolaştı gözlerim sanki en sevdiğim kitabın en sevdiğim cümlesini satır aralarında arar gibi. İnsanların gürültüsünü dinledim sanki en rahatlatıcı tınısıymış gibi müziğin. Tozlu pencere pervazında dolaştı parmaklarım. Nasıl da pasaklıyım. Epeydir camların tozunu almadım.Ondan mı net göremiyorum dışarıyı? Ama sorun dışarıyı görememem değil ki ben içeriyi göremiyorum. Gel gelelim hala bulamadım eksik parçamı, hala yarımım. Sokaktaki kedi görse halimi olanca nankörlüğüne rağmen o bile acır, yanıma gelir. Belki de yemeğini yer ve gider. Evet, kesin böyle olur. Kedilerin insanlardan nesi eksik ki? Hatta fazlaları bile var: Kuyrukları…

But hold on, can that be true? Are the Koran and the Bible really congruent? Is the Koran truly confirming the Bible? This question comes up, because both writings have totally different sayings about Jesus.

Is Jesus God or a Prophet? "I and the Father are one.” (john 10,30) "(…) a voice from heaven said, “This is my beloved Son, with whom I am well pleased.” (mat 3,17) This is what God and Jesus are saying in the Bible about him. I and the Father are one, "one" describes the unity or the oneness of Jesus, God and

13


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

the holy ghost. It doesn't matter what Jesus is saying, if it is, that he is the son of God (10,35), the lord and the master (Joh 13,13), the ressurrection and the life (11,25) or God's servant (Joh 4,34) all means the same, Jesus is God. Jesus is a human being who embodied God. It sounds confusing and has the name the Holy Trinity. Of course, God doesn't have a son in the biological way, and it is hard to say that Mary gave birth to a God. Jesus is a "true god" and a "true human" at one time. Two natures, changeless, inextriable, unshareable and unmixed. Forever and ever.

The wonders Jesus did were different, too. Jesus and Isa were healing blind men and lepers and both raised a dead. In addition, one day, Jesus' disciples challenged him. They remarked that if Jesus really was in contact with God, he should be able to prepare a meal within seconds. Jesus rose to the challange and soon enough, a delicious meal appeared (Sure 5, 112114). The story about the birds Jesus made out of earth and giving them life is not in the Bible either. (Sure 3, 49). But this story is told in the book of Thomas, a non-canonically gospel. The first wonder Jesus performed in public was turning 700 liters of water into wine. (Joh 2 6-10) This act is ironic due to the fact that is forbidden for Muslims to drink alcohol. He calmed a storm (Mat 9, 23-27), healed people who were posessed the devil (B Mat 12,22), walked on the water (Mat 15,25), healed every kind of deseases (Mat 10, 29), and he fed 5000 humans only with five loaves of bread and two fish. (Mat 15,18-21)

The confusion about the Holy Trinity is reflected in the Koran as well: "O People of the Scripture, do not commit excess in your religion or say about Allah except the truth. The Messiah, Jesus, the son of Mary, was but a messenger of Allah and His word which He directed to Mary and a soul [created at a command] from Him. So believe in Allah and His messengers. And do not say, "Three"; desist - it is better for you. Indeed, Allah is but one God. Exalted is He above having a son. To Him belongs whatever is in the heavens and whatever is on the earth. And sufficient is Allah as Disposer of affairs." (sura 4,171)

Maybe it is not that important to know which wonders Jesus did or did not perform and in which book it is written about. In fact, with the will of God, he did lots of wonderful things. Much more important in the comparsion of Bible and the Koran is the way Jesus died, or to say it in more suitable terms, how he left Earth. The Bible tells the story in this way: the Pharesees, who wanted to murder Jesus, paid Judas to reveal where Jesus was. With Judas' help, they found him in a garden and capured him. Because the Jews weren't in the charge of the law that time, a Roman had to judge him. So they brought him to a court, and asked Pontius Pilatus for the permission to kill him. He agreed. Jesus carried his cross to Golgata where they finally nailed him on it. Around noon, he died.

Interestingly, the Koran says that the trinity is God, Jesus and Mary. In the Bible is no word which could be understood in the way that she is similar to God. Actually in the Koran, there are even more stories about her than in the Bible. But it is true that in the time of Mohammed were some Christian groups who were prone to praising Mary too strongly. So it could be too, that this text passage is more a critic about the way the Christians were living and understanding their religion than about the book itself. However, the trinity is compound by the holy ghost, God and Jesus and Mary was a pretty normal woman.

The Koran describes the events surrounding Jesus' death in a different way: "And [for] their saying, "Indeed, we have killed the Messiah, Jesus, the son of Mary, the messenger of Allah ." And they did not kill him, nor did they crucify him; but [another] was made to resemble him to them. And indeed, those who differ over it are in doubt about it. They have no knowledge of it except the following of assumption. And they did not kill him, for certain." (sura 4,157)

The differences between Jesus and Isa (the arabic name for Jesus) starts before his birth. Maryam (the arabic name for Mary) was sitting under a palm tree and was alone when she born him. But Maria was with her fiance in Bethlehem for the census and gave birth to him in a stable. When Jesus was born, he was not talking and in every way was acting like a normal baby despite the fact that a angel choir was singing and three kings came to present him with gifts.

So following to the Koran the Pharesee neither captured nor killed him. Jesus actually never died. God raised him up to heaven. "Rather, Allah raised him to Himself. And ever is Allah Exalted in Might and Wise." (sura 4,158) And that sounds much better than the Bible

The Bible doesn't tell us anything about Jesus' childhood either, except for one story, in which Jesus ran away for visiting a sinagogue to discuss with scholars about the Torah. He was twelve years old. (Luke 2, 41-51)

14


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

For the Christian, it is different. He is, because of the original sin (which doesn't exist in the Koran), a sinner from his birth on. Or how Joseph Ratzinger says it: "Nobody has the chance to start from the perfect point zero. Nobody has the chance to spread his goodness in freedom." And sin, respectively acting against the law of God has a pretty different weight. Because God loves humans and loving itself, a sin is not only a breaking of the law, it is also to rebel against God himself and the rejection of his love. Sinless we would be with God, sinful we are seperated from him. And because of the weight sin has in the eyes of God there is no chance to undo it. No good deeds could clean you from your bad deeds. And yes, God could forgive us just for the simple fact that he wants to.

version of the story, doesn't it? Why should God just keep on sitting on the clouds and watching his prophet being slained? That wouldn't be so fancy. But it is a really dignified way to leave the world by being raised up by God and much more appropriate for a prophet or the son of God. But here is the important point, because the faith of the Christianity is founded on the way Jesus died, that he died at all. It deals with the forgiveness of the sins in the Christianity. Sin means something different in the Koran and in the Islam than it means in the Bible and in the Christian faith, that deals with the different ways of understanding God or Allah. Both books describe God in a merciful and gracious way. Every sura, expect the 9th starts with the words: "In the name of God, the most Gracious and the most Merciful." But if the Koran uses the words mercy or grace it is because of God's transcendence. It might be, that Allah is the leader of the wordly happenings but he is above it, and there is no dirrect connection between Him and His creation. Allah reveals himself through the Koran, Prophets and Angels. But he rarely has any direct contact with humans. Even with Mohammed, he did not talk; it was the angel Gabriel, who told him God's sayings. He is loving and guiding his creation, but he is not the father, neither from Jesus nor from the human beings, and so they are not in the same favour with God as children would.

In the Koran, it is stated: "And to Allah belongs the dominion of the heavens and the earth. He forgives whom He wills and punishes whom He wills. And ever is Allah Forgiving and Merciful." (sura 48,14) But the Christian god, is not only a god of love and mercy, he is a god of justice too. Though these two attributes contridict each other, God is able to be both. Here an example to explain how it works: A village once had a leader, who was famous for his fairness and his justice. When ever a crime occured, he judged in a fair way. He never took more of the revenue that the others received. One day, something was stolen, but nobody was able to identify the thief. The leader said, that if this happened again, and the thief was caught, he would be punished with the lash. The next time they nabed the thief, it was the leader's mother. Now the people of the village were curious about his decision; everybody knew how he loved his mother. However, if he wouldn't punish her, he wouldn't be the fair and even-handed man he used to be. After a time of thinking, he stepped out of his tent and said: "the penalty will be fulfilled, but you will hit me instead of her." And that is the way it works with Jesus death, too. To bridge the separation, caused by our sins, he shoulders the blame and suffers our death. He cleans us with his blood, if you like. That is the reason that the Christians have forgivesness for sure, while the Muslims don't. If Jesus wouldn't have die, there wouldn't be forgiveness of the sins. And he wouldn't have risen after the third day of being death, and than no promise that the death is defeated. But he did die, so we have eternal life. In the end, it is hard to say if it is the same God or not. Maybe only the understanding is different. The aims of the both religions are in common. Both seeking for forgiveness, charity and God's mercy. And the right way of living.

In the Bible the writing about the graceful and mercy God or the loving God, doesn't only mean that he is loving, it means that God is love himself. God is mercy and justice. This different understandings of God influence the law and the understandings of sin. The Koran says, that the human is neither bad nor good when he is born, he can make the decision, in which direction he want to go in his life. This idea has to do with doing as many good things as possible and as less bad things as possible. And for those who sin, it is best to ask for forgiveness and never do this sin again; those can hope for forgiveness of the mercy of Allah. "And whoever does a wrong or wrongs himself but then seeks forgiveness of Allah will find Allah Forgiving and Merciful." (sura 4,110) "And those who, when they commit an immorality or wrong themselves [by transgression], remember Allah and seek forgiveness for their sins - and who can forgive sins except Allah ? - and [who] do not persist in what they have done while they know." (sura 3, 135)

15


İçimizdekiler

Kültür Mantarları

Kadınlar Neden Giyinir

- Emre SÖNMEZ

deneyelim. Güzel giyimli, alımlı, hoş gözüken her bayan biz erkekler için birer tehlike. Her ne kadar seçici erkek olarak gözükse de seçilecek bayan aslında seçmen erkeği belirleyen kişi! Her kadın zekası ve cazibesiyle yönetebileceği erkekleri seçmeni olarak belirler. Bunun sonucunda mutlu ve aşık bir erkek birer kumandaya dönüşür. Artık kararlarının tamamı seçtiğini sandığı yöneticisinin etkisi altındadır. Kısaca kadınlar şehveti erkekleri birer kumandaya çevirmek, giyimi ise şehvetini erkeklere göstermek için kullanan yöneticilerdir. Eğer gerçek aşkı arıyorsanız –aslolan bu olmalıdırşehvetten uzak durun!

Bir görüşe göre – ki sahibi Tolstoy’dur- kadınlar dünyayı yönetebilmek için erkekleri kullanır. Aslında pek de yabancı olmadığımız bir fikir. Bu fikrin en süslü halini çevremizde şöyle duyuyoruz sanırım: “Ker başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.” Derine inmeden düşündüğümüzde ailede düzeni sağlayan kişi annedir ve düzen başarıyı getirir ya da eşiniz güzel yemekler yapıyorsa mutlu akşamlar geçirebilirsiniz ve mutluluk da başarıyı izler. Peki her bu kadar masum mudur hayatta? Tolstoy fikrine şöyle devam eder: “kadınlar, kumandaları olan erkekleri yönetmek için şehveti kullanır. Şehvet kadının en büyük silahıdır. Şehvetin göstergesiyse bir kadının uzaktan görünüşü yani giyimidir.” Buradan bakınca Tolstoy’un anne ya da güzel bir akşam yemeği kadar masum şeylerden söz etmediğini anlıyoruz. Öyleyse görünüşüyle içimizde bir -anlığına da olsa- tatlı, pastel renklerde kelebekler uçuran kadınların amacı ne?

Şimdi hür iradenizle söyleyin, kadınlar sahiden erkekleri yönetmek için mi giyinir? Tolstoy gerçekten de haklı mı? Yoksa yaşadığı huzur bakımından verimsiz evlilik onu bu paranoyaklığa mı sürükledi? Bu sorunun cevabını bulmak o kadar da zor değil. Cevap sokaklarda, sosyal paylaşım sitelerinde ve inanmayacaksınız ama mağazalarda! Keşke Tolstoy yaşıyor olsaydı da bir sevgilisiyle sezon sonu indirimi olan popüler mağazalara gidebilseydi. Eğer gidebilseydi kadının yönetici olmak için giyindiği fikrinden arınır, kadınların ne kadar karmaşık varlıklar olduğu konusunda bir kez daha şaşırırdı. Çünkü hayatınızda görüp görebileceğiniz en bakımlı ve hoş bayanları sadece bayan ürünleri satan mağazalarda görebilirsiniz. Bunun sebebi ise çok basit: “Kadınlar kadınlar için giyinir!”

Keşke Tolstoy yaşıyor olsaydı da bir sevgilisiyle sezon sonu indirimi olan popüler mağazalara gidebilseydi. Şimdi kendimizi fikirlerinin bir kısmını öğrendiğimiz Tolstoy’un yerine kendimizi koymayı

16



Kültür Mantarları Şapkanın altında kalın.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.