Lahza 6 sayı2 pdf

Page 1

lahzadergisi Aylık Fikir - Kültür Dergisi

Şubat - 2015 Sayı - 6


İçindekiler 1 ·Nereden Bileydim 2 ·Çay Bardağı 3 ·Gözlerin Aynı İsmin Gibi 4-5-6 ·Her Devrin Adamı 7 · Zannettiğin Gibi Değil Gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi...

Genel Yayın Yönetmeni ve İmtiyaz Sahibi Mehmet Emre Karamuk

lahzadergisi, yayın hayatına e-dergi olarak devam etmektedir. Sizlerin yazı,şiir ve denemelerinizi göndermeleriniz, geri dönüşler vermeleriniz bizleri fazlasıyla memnun ediyor. Sizlerden birçok eser almamıza karşılık bukadar az sayfa çıkarmamızın sebebi; sanal ortamda birşeylerin okunduğuna ve okunabileceğine pek inanmıyoruz.Daha sağlıklı ve sıkılmadan okumanız için sayfa sayılarını az tutuyoruz...

Editör

Sema Aslan Vedat Ekin

Yayın Kurulu Sema Aslan Vedat Ekin Emirhan Ertürk

Redaksiyon

Burak Uysal Zafer Onur Keçe

Tasarım

Mehmet Emre Karamuk

Organizasyon İbrahim Taş Tür; Yaygın Süreli.Ayda bir yayınlanır. Dergideki yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.İzin alınmadan içerik kullanılamaz. Tüm Hakları Saklıdır.

İletişim ve Abone Servisi 0545-909-09-00

www.lahzadergisi.com

twitter.com/LahzaDergi facebook.com/LahzaDergi

info@lahzadergisi.com


Nereden Bileydim Öznur Uçan

Aralık soğuğunda aşk ateşi ile yanan Yandıkça dönen semazenler şahitliğinde İçtiğimiz bir acı kahve misali Kırk yıllık hatrıyla Dört yılda bir memleketime yağan kar gibi Gelişine hasret kaldığım sen Ey yüreğimin sahibi! Can suyum… Yanı başımda dururken sen Ben yakınlara kör Uzaklara müptela olmuşum meğer Sevdayı Kaf dağında sanmışım da Kaderime razı bir cılız fide imişim Nereden bileydim ben Kökleri derin o koca çınarın Serin mi serin gölgesinin Her daim üzerimde olduğunu Aşkın yeryüzüne indiğini Nereden bileydim ben Sevdanın sende tezahür ettiğini

Çay Bardağı Fardin Bayandor

Hava soğuk olmasına rağmen her günkü gibi yine dışarıda otururken karşısındaydı. Ellerini onun ince beline salıp soluğundan kalkan buğuyu onunkiyle birleştirmek istiyordu. Ama çay bardağı çok sıcak olduğu için hemen elini çekti. Fikri amcanın çayları ateş gibi oluyordu her zaman. Akşamları,7:30 civarında fabrikadan çıkar çıkmaz hemen kafeye takılıyordu. Uzun yıllardır burada takıldığı için artık kafenin sabit üyesi sayılıyordu. Aslında oradaki kalabalık, konuşmalar hatta kırık dökük sandalyeler ve masaları bile adamın vücudunun bir parçası olmuştu. Çayın kokusu burnunun kocaman deliklerinden girip kafasını bir anda olsa çalışmaktan durduruyordu. Sokaktan geçen arabalar, insanlar,kediler ve köpeklerin görüntüsü gizemli şekilde çay bardağının dış yüzüne yansıyıp hemen geçiyordu.Hayatın özünde bir çay bardağı gibi olduğunu düşünüyordu. “Bardak sıcakken yaklaşamazsın beklemelisin”, hayat da öyle, onuda ele almak için beklemelisin. Bu sözlerin bunalımından kurtulmak için iki küp şekeri bardağa atıp karıştırmaya başladı. Kaşık bardakta fırlanırken sanki hayatın müziği çalınıyordu. Ama herşeyden çok bardaktaki fırtına dikkatını çekmişti. Fırtına çok basitçe küp şekerleri eritip mahvediyordu. Fabrikadaki cihazlarla hayatın pisliklerini küp şekerleri gibi kalıplaştırıp çay bardağında eritmek aklından geçti! Kendi kendine, o zaman çalıştığım fabrika pislik mi üretecek? diye sorunca, hafif bir gülümseme bıyıklarının altındaki dudaklarına kondu. Artık zamanı gelmiş çay bardağına dokunabilirdi. Sert parmaklarıyla bardağı kaldırıp yudumlamaya başladı.


Gözlerin Aynı İsmin Gibi Adem Fatih Kılıç

Her Devrin Adamı Özgün Ergin

Gözlerin ayni ismin gibi Geceden kalma bakisli Seninle sahilde duruyoruz Bir bakiyorsun Sigaramizin dumani ayni yere gidiyor Aslin da benden cikan her sey sana gidiyor Gozlerin ayni ismin gibi Geceden kalma bakisli. Tutuveriyorsun ellerimden Nasil da birden Tum sevgililer 45 yas ustu oluyor Sen beni bir tutuyorsun Bedenim biz yas ustu oluyor

Gözlerin ayni ismin gibi Geceden kalma bakisli. Saclarini bi saliyorsAun sabaha Gunduz ilk defa kizariyor Sen saclarini salinca Nasil da birden Kirmizi aciyor sabah Anlamiyorum Gözlerin ayni ismin gibi Geceden kalma bakisli. Bir konusmaya basliyorsun Tum dudaklar susuyor Sen konusunca Nasil da birden Tum samsun susuyor Gözlerin ayni ismin gibi Geceden kalma bakisli. Sen beni bir opuyorsun Tum opusler anlam kazaniyor 45 yas ustu sevgililerde Ben bi kaliyorum oyle gozlerinde Gözlerin ayni ismin gibi Geceden kalma bakisli.

Mevsimlerin telaşsız kaybolduğu ve belli ki geri dönüşü olmayan, zor bir zamanın çocuklarıydı onlar. Neredeyse her yıl değişen öğretim programlarıyla, doğuştan getirdikleri ne kadar beceri varsa zihinlerinin derinlerine itilinceye kadar uğraşılmış, işlem tamamlandıktan sonra ellerinde birer diplomayla sisteme armağan edilmişlerdi. Bu da yetmemiş, sınavlarda başarı gösterebilmek için koştukları dershanelerin kantinlerinde babalarından aldıkları cep harçlıklarıyla birbirlerine çay ısmarlamaya ve masalarda oturan alımlı arkadaşlarına kaçamak bakışlar atarak, içlerinden hiçbir eğitimle silinemeyecek içgüdülerini bastırmaya devam etmişlerdi. Kimine göre evde kalmış, kimine göre yaşı geçmiş bu gençlerden bazıları ise tamamdı artık. Sınavlar bitmişti. Başarılı olunmuş, işe girilmişti. Masaları vardı. Her ayın başında maaşları da. Diğer tüm sıradanlıklara hazırlardı. Hızla açılan kapıdan giren Osman Bey akışkan haziran sıcağında odada hüküm süren miskinliği dağıttı. Hepsi birden yığılıp kaldıkları sandalyelerinde hızla doğrulup başlarını o yöne çevirdiler. Selamün aleyküm gençler. Ne yapıyorsunuz bakayım? Aleyküm selam Osman Bey. Hepsi peş peşe aynı cevabı vermişti. Hele bir çay söyleyin de içelim. Neredeyse her gün öğle yemeği sonrası uykunun bastırdığı dakikalarda çıkagelir, odanın havası gaz bulutunun rüzgârda dağılması gibi dağılırdı. Kapıyı çalmadan dalıp, içeridekilerin kendisini kurum müdürü geliyormuşçasına telaşlanarak, hatta kimi zaman da yüzünü görmeden ayağa kalkarak karşılamaları hoşuna giderdi. Hepsi altı ay arayla peş peşe kâtipliğe başlamıştı. En eskileri Ahmet’ti. Aynı zamanda yaşı en ileri olanıydı. Osman Bey her gelişinde, onun masasının önündeki sandalyeye otururdu. Eeee, anlat bakalım Ahmet. Ne var ne yok? Bildiğin gibi Osman abi. Ne olsun işte. Geçinip gidiyoruz. İyi diyelim, iyi olsun. Sen neler yapıyorsun? Görevde yükselme sınavına hazırlanıyorum. Müdür kadrosuna geçeceğim inşallah. Hayırlısı olsun. Nereden çıktı bu şimdi. Muhasebecilikten memnundun sen, hep öyle dersin. Memnunum Allaha şükür de. Bizim oğlan okul çalışkanı. Sınavlarda hep birinci. Onu gördükçe utanıyorum vallahi. Gerçi bu saatten sonra bizden bir cacık olmaz ya. Oğlan kapağı devlete atsın yeter. Tek endişemiz onlar. Doğru abi. Klimayı açsanıza biraz, çok sıcak burası.


Konuşulanları pür dikkat dinleyen ama neredeyse hiç ortak olmayan Veli masasının üstündeki kumandaya uzandı. Açılan kapı. Sallanan tepsi. Demli çaylara uzanan bıkkın eller. Eriyerek kaybolan şeker. Cam bardakta hızla dönen kaşık şıngırtısı. Boğazdan inen demli kırmızının midede yarattığı ferahlık. Osman abi, sen bilirsin. Dün akşam olay çıkmış diyorlar. Ali yok mu, şu mal kabuldeki. Beşe on kala çıkmaya kalkınca Engin’le tartışmış. Sen neden erken çıkıyorsun diye çıkışmış Engin. Ben de başkasının yalancısıyım. Allah günah yazmasın. Ne gerek var abi böyle şeylere. Vallahi Ahmet, bunlar hep müdür beyin yüzünden. Burası kimsenin babasının çiftliği değil. Hepimiz devlete çalışıyoruz. Tutacaksın tutanağı. Keseceksin hem maaşından, hem yıllık izninden. Haksız mıyım? Bilmem ki abi! İstediği cevabı alamayan Osman Bey başını sağa çevirip kitabını okumakta olan Deniz’e seslendi. Deniz, sen nasılsın? Pek bir dertlisin sanki. Hiç sesin de çıkmıyor. Hayırdır? Ne olsun Osman Bey. Görüyorsunuz ülkenin halini. Sokağa döküldü bir anda her yaştan insan. Yeter artık, dediler. Buramıza kadar geldi. Açıkçası endişe ediyorum geleceğimiz için. Bir şey olmaz, bir şey olmaz. Hem nesi varmış ülkenin? Bu okumuş takımı beğenmezler zaten ne yapılsa. Bak artık yok yok. Bizim zamanımızda öyle miydi ya! İyiye gidişimizi çekemeyenlerin oyununa geliyor bu gençler. Ahmet tartışmanın alevlenmesini istemediğinden Deniz’in cevap vermesine müsaade etmeden araya girdi; Öyle diyorsun da abi, bak burada kaç paraya dirsek çürütüyoruz. Üstelik üniversite mezunuyuz. İki bin lira paraya çalışılır mı? Ahmetciğim, iyi güzel diyorsun da azla yetinmeyi de bilmek lazım. Şimdiki gençlerin sorunu bu işte. Şükretmeyi bilmiyorlar. İki bin lira az para mı? Bak şimdi sayısını unuttum, kaç madenci şehit oldu geçende. Kaç liraya çalışıyorlardı? Hangimizin işi onlarınkinden zor. Haksız mıyım? Haklısın abi. Şu pencereyi açalım mı, serin oldu sanki.

Deniz kitabını yeniden eline alıp, başını eğdi. Yani Ahmet, diyeceğim odur ki bu ülke hepimizin. Lafla peynir gemisi yürümez. Bana müsaade, iş beklemez. Hemen kalktın Osman abi. Bari uzatma arayı. Yine gel, sohbet edelim. Keyifli oluyor. Gelirim tabi. Hadi kolay gelsin. Koridora çıkıp, yavaş adımlarla ilerledi. Ortalığa dünkü tartışmanın yarattığı huzursuzluğun sessizliği hakimdi. Etkisi de çok değil, birkaç hafta daha sürerdi. Dedikodusu yapılıp, ağızda çiğnenmekten iyice tatsız hale gelinceye kadar konuşulan her olay gibi unutulurdu. Sonra her şey kaldığı yerden. Yan duvarındaki küçük tabelada ‘Müdür Yardımcısı’ yazan sondan ikinci odanın kapısını vurup girdi. Hayırlı günler müdür bey. Hoş geldin Osman. Gel otur, birer çay içelim. Oturayım müdürüm. Nasılsın bakalım? Nasıl olayım müdürüm. Görüyorsunuz işte ülkenin halini. Herkes sokağa dökülmüş. Gelir geçer be Osman. Neler gördü bu ülke. Haklısınız da işte. Çoluk çocuk sahibiyiz hepimiz. Elde değil. İnsan endişe ediyor. O değil de müdürüm, bizim bu kâtiplerin maaşı amma düşükmüş ya. Yıllarca oku, gel sonra burada iki bin liraya çalış. Olacak iş değil. Doğru vallahi. Doğru olmasına doğru da, ona bakarsan dışarıda da onca işsiz genç var. Bunlar bulmuşlar yağlı kapıyı, daha da söyleniyorlar. İşe girerken bilmiyorlar mıydı sanki bu kadar maaş alacaklarını? Biliyorlardı. E daha dün başladılar, bismillah. Ben bir masa için aylarca beklediğimizi bilirim. Bak şimdi her şeyleri hazır, yok yok. Tabi müdürüm, haklısınız. Şimdiki gençler bir başka. Müdürüm klimayı açsak mı biraz, içerisi havasız sanki...


Hayal

Gamze Uzun

Zannettiğin Gibi Değil Vedat Ekin

İnsafsız aşkların izini sürüyorum İstanbul’un dar sokaklarında. Bugün tanrıya teşekkürler bakabileceğimiz bir kaç yıldız bırakmış gökyüzüne.Zaten ben ne zaman gökyüzüne baksam yıldızlar eksilirdi.Yıldızları yalnızlıklarına bırakıp gecelere sataşıyorum.Yüreğimi nerde unuttuğumu bilmeyerek.Arada sen geçiyorsun aklımdan.Sen aklımdan geçince bende bir uzun parlıament yakıyorum gecenin yalnızlığına karşı.Ne öğrendik biz bu hayattan.Lufer balığı çinekopun bir büyüğüdür.Gazetedeki sanatçıyı bir seferinde görmüştük kum kapı balıkçı restaurantlarında.En güzel aşklar sinemada sahneye çıkardı her zaman.Buğulu cama bakarsan kendini göremezsin derdi şair.Bir seferinde bir eylemde tanık olmuştum.Yoldaşlar diye bağırıyordu kızıl kafalı çocuk.Şu kızıl kafama, içtiğim kısa larka and olsun ki sosyalizm kurtaracak içimizdeki bütün küçük çocukları. İlk defa bu tipte birine hak veriyordum.Bizi bir paket sigara ve aşk kurtaracak.Çünkü eşitlik fikrine en çok aşıkken inanır insan.Neyse burada kendi kendime felsefe yapacak değilim .Zaten benim işimde bu değil ben seviyorum.Yarın ilk işim c sınıfındaki Ayfer’e onu sevdiğimi anlatacağım bir mektup yazacağım.Ne yazacağımı tabi ki de söylemeyeceğim o kadarda değil bunlar özel şeyler zaten.Bakmayın öyle hala böyle şeylerin daha etkili olacağını düşünen bir insanım.İşte hayatta her şey zannetiğimiz gibi değil.Hele 12 yaşında bir insanın bu şekilde aşık olması hiç bir tanrının adaletine sığmaz.Bunun üstüne bir sigara yakıyorum, dumanını tüm piç kalmış duyguların üstüne savurarak İstanbul’un arka sokaklarına dalıyorum.Her şeyi zamana bırakarak...

İçime baktım bu gece, ne kadar çok insan yığını varmış, İçime baktım da öylece, ben dışında herkes oradaymış. Kaç ay geçti üstünden? Ve kaç gece ismini sayıklayıp üşüdüm ben. Yanımdayken sen, sensizliğin varlığıyla avundum ben. Şimdi sensiz, sessizliğinin gürültüsünü dinliyorum. Bir şehir terk ettin , ve gittin. Oysa hiç gitmeyecek gibi gelmiştin. Bir şehir terk ettin , Ve her sokağa kendini bırakıp gittin. Şimdi hangi yoldan geçsem, yokluğun çıkar karşıma. Şimdi hangi müziği dinlesem, sessizliğin fısıldanır kulağıma. Sessizim. Kimsesizim. Oysa ben dışında herkes burada, sen bile. İçinde hiç “biz” olamadığımız anılar bile. “İçim” diyorum, kalbimi elimle tutarak. Tutmazsam bendeki sen dışarı çıkacak. Beni ilk bıraktığında mevsim sonbahardı, Gözlerim bulut olup yağmaya dayandı. Seni bu gece içimden dışarı bıraksam; Karlar düşer gidişinin ardından, Ve ben seni tutamam. “İçim” diyorum: “Orada bizi duyan var mıdır?” Yolun sonu uçurum, yoksa yar mıdır? Ah şu hayalin olmasa, tek sözcükle bitirirdim bendeki seni oysa. Ama şu hayalin olmasa, sözcükler tüketmezdim seni şiir yapmaya. Günün birinde; Öyle bir gel ki, ardından kapıyı kapatan hayalin olsun. Ve öyle bir git ki, bu sana yazdığım son şiir olsun. Peki ya şimdi…? Bedenini alıp gidişine mi yanmalı, Hayalini bırakıp kalışına mı dayanmalı?


Yeryüzünün öğrencisi olabilmek için, gökyüzünün öğrencisi olmak lazım. Bilge Kral’ ı saygı ve minnet ile anıyoruz...


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.