marketing Tarih: Kasım 2012 Sayı: 13
europe & anatolia
z ı y
ş a y 1
a d ın
İçindekiler
marketing europe & anatolia Sayı: 13 Tarih: Kasım 2012
Kısa Kısa
İmtiyaz Sahibi Eksantrik Film Prodüksiyon Reklam ve Yayıncılık Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti. e-mail: eksantrik@eksantrik.com P.K.: 112 34725 Kızıltoprak - İstanbul - Tr. Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşler Müdürü Elvin Ekşioğlu e-mail: elvin@eksantrik.com P.K.: 112 34725 Kızıltoprak - İstanbul - Tr.
Röportaj
ezberbozacısı
Haber ve Fotoğraflar Agency Europe & Anatolia Katkıda Bulunanlar Oğuzhan Akay Kağan İşmen Argun Albayrak Ali Erdem Ekşioğlu Seval Duban
04 - 13
21
Reklam Dünyası
revizyon
Danışman Abdullah Ekşioğlu
14 -18
23
25
Röportaj
26 - 29
İlan Rezervasyon Melis Deniz Yayın Türü Süreli Yayın
transformatör
Yönetim Yeri Agency Europe & Anatolia Merkez Mh. Perihan Sk. Cansu Ap. No:120/5 Şişli - İstanbul - Tr. Tel: +90 555 233 24 41 e-mail: meadergi@gmail.com marketing europe & anatolia Agency Europe & Anatolia tarafından Süreli yayınlanan bir e-dergidir. Bu yayının tüm hakları Eksantrik Film Prodüksiyon Reklam ve Yayıncılık Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti. aittir. Tamamı ya da bir bölümü yayıncısının izni olmaksızın çoğaltılamaz ve yayınlanamaz. Tüm ilanların sorumluluğu firmalara, makalelerdeki görüşler ve hukuki sorumluluk yazarlara aittir. Bu derginin yayınlanma sürecinde hiçbir ağaç zarar görmemiştir.
31
Kampanyalar
Gezi
42 - 47
Reklam Arası Sinema
Kültür –Sanat
33 - 41
48
50 - 51
Nostalji
52
mobil: m-mea.eksantrik.com http://www.facebook.com/meadergi Bir Ekşioğlu Medya Grup kuruluşudur. marketing europe & anatolia / 1
Köşe Elvin Ekşioğlu / elvin@eksantrik.com
( editörden)
Bir yılın ardından... Dergimizin ilk sayısının sizlerle buluşmasının ardından bir yıl geçti. Ben de dergimizin varlık sebebi, macerası, hedefleri ve ilkelerini bu satırlardan sizinle paylaşmak istedim. Marketing alanında tarafsız, önyargısız, bağımsız bir dergiyi kağıt kullanmadan “hiçbir ağaca zarar vermeden” dijital olarak yayınlama fikri 1993’te üzerinde konuştuğumuz bir şeydi. Hatta derginin adı bile o yıllarda yeni kurduğumuz Agency Europe & Anatolia haber ajansının da adını çağrıştırması açısından marketing europe & anatolia olarak aklımızda yer etmişti. O yıllarda disketler kullanıldığı için disket olarak yayınlamayı düşünmüştük sonra CD’ler geldi ancak dağıtım ağlarının tekelleşmiş olması bizi endişelendiriyordu ve bu projeyi teknoloji gelişene kadar rafa kaldırmaya karar verdik. Sonraki yıllarda sektörde yer alan dergilerin bazılarının cemaat bağlantıları, bazılarının tekel yapıları güçlenince bağımsız bir dergi ihtiyacını daha çok hisseder olduk, teknoloji de bizim baştaki hedefimize cevap verecek noktaya gelmişti ve dergimizin ilk sayısını Kasım 2011’de hiçbir kar amacı gütmeden yayına soktuk. Açıkcası yayına başlarken kim ne der, kimin ayağına basarız diye de düşünmedik. Bazı arkadaşlar logoyu sektörün başka bir dergisiyle benzer görünce hiç düşünmeden yeni bir logo hazırladık. Okuyuculardan gelen tepkilerle beğeni alan bölümleri devam ettirdik, hatalarımızı görüp düzelttik. Yalnız başlayan yolculuğumuz, dostum Seval Duban’ın gezi yazıları, Oğuzhan Akay’ın “ezberbozacısı” ve Türkiye’nin genç yönetmeni oğlum Ali Erdem Ekşioğlu’nun “reklam arası sinema” köşeleriyle dergimize katılmasıyla renklendi ve bizim için daha heyecan verici olmaya başladı. Dergimizi okuyan birçok sektör çalışanı yazılarıyla katkıda bulunmak istedi. Hepsinden özür dileyerek bu talepleri geri çevirmek zorunda kaldık. Çünkü biz alışılagelmişin dışında bir dergi hedefliyorduk ve yazarlarımız bu hedefe uygun niteliklere sahip olmalıydı. İşte bu endişelerle Oğuzhan Akay’ın da önerileriyle Kağan İşmen ve kadim dostum Argün Albayrak da kısa sürede dergimizin yazarlarının arasında yer aldı. Yazarlarımıza hep şunu söyledik. “Suya sabuna dokunmayan, taraflı yazıları yazan dergiler zaten var. Biz onların yazamayacaklarını yazan bir dergi olmalıyız. Hiç kimseye hakaret etmeden, eleştiri sınırlarını aşmadan tüm gerçekleri dile getirmekten hiçbir korkumuz yok.” Bizim yazarlarımıza bunu söylediğimizi bilen dostlarımızın, “sizin bir de prodüksiyon şirketiniz var. Doğruları dile getirirseniz bazı kurumları küstürmekten
korkmuyor musunuz?” sorularına da “doğruların tarafında olan her zaman kazanır” yanıtını verdik. Öncelikle internette yayına soktuğumuz dergimiz, Samsung firması yetkililerinin dikkatini çekmiş olacak ki, daha ilk sayımızın ardından Samsung eKitap platformuna katılmamız için bize teklifte bulundular. Daha fazla okuyucuya hiçbir çıkar gözetmeden ulaşmayı hedeflediğimiz için hiç tereddütsüz ve karşılıksız kabul ettik. Artık Samsung eKitap Samsung telefon ve tabletler satın alındığında default olarak geliyor ve bizi daha fazla okuyucuyla buluşturuyor. Okuyucularımızdan birçoğu iPhone ve iPad’lerden dergiye ulaşmak istiyordu, hemen uygulamaya koyduk. Artık PDF destekleyen tüm mobil cihazlardan dergimize ulaşılabiliyor. Henüz nihai hedefimizden çok uzakta olmakla beraber doğru yolda olmalıyız ki 12. sayısını geride bıraktığımız ve 13. sayısını yayınladığımız dergimiz, aylık 3500 okuyucu ortalamasına ulaştı. Ancak daha yapacak çok şey var. İlk olarak dünyadan haberleri sıcağı sıcağına sizlere sunmaya başlamak için çalışıyoruz. İkinci aşama olarak dergimiz, aynı içerikle her ay İngilizce olarak da yayınlanıp, yabancı okuyuculara da ulaşacak. Teknolojik gelişmeler ve hali hazırda teknolojinin yayıncılığa sunduğu imkânlardan da daha kapsamlı yararlanmak için birçok proje üzerinde çalışıyoruz. Bizi çok yakından takip ettiklerini, hatta her sayı röportaj yaptığımız kişilerin peşlerinden koştuklarını bildiğimiz bazı dergilere bizden önce yapma fırsatını vermemek için onları burada yazmayacağım. Tüm bu hedefler, hiçbir ilan ve satış geliri olmadan 12 sayıyı tamamlayan dergimiz için zaman alıcı olabiliyor. Biz sektördeki ajanslardan kendi ilanlarını zaten istemiyoruz. Ancak reklamcı ve medya planlamacı dostlarımız müşterilerinden dergimize ilan verirlerse dergimizin gelişme hızına ivme kazandırabilirler. Bu vesileyle tüm okuyucularımıza ve yanımda olarak marketing europe & anatolia fikrini bir dergiye dönüştüren başta eşim Abdullah Ekşioğlu, oğlum Ali Erdem Ekşioğlu, dostlarımız Oğuzhan Akay, Kağan İşmen, Argün Albayrak ve Seval Duban’a bir kez daha teşekkür ediyor, çok sevdiğim bir slogan “paylaştıkça çoğalan dergi” dergimizi dostlarınızla paylaşarak gücümüze güç katmanızı diliyorum. Eşimden bir alıntı; “Dergimiz kaim, muhabbetimiz daim olsun.”
marketing europe & anatolia / 3
Kısa Kısa
3P, 10. Product Placement Kongresi’nde... Waldner.Tv tarafından onuncusu düzenlenen kongrede; Almanya öznelinde, Avrupa ve Amerika product placement uygulamaları/ farkları ele alındı. Almanya’nın konuyu daha etkin bir şekilde yönetmesiyle ilgili düşünceler tartışıldı. Türkiye’nin ilk ürün yerleştirme odaklı ajansı 3P PRODUCT PLACEMENT PRODUCTION, 10. Product Placement Kongresi’nde Türk ve Alman markaları açısından ürün yerleştirme fırsatlarını değerlendirdi. Türkiye’de yer alan Alman markalarının uygulamaları, Türk markalarının Almanya’da ürün yerleştirme potansiyellerini değerlendirdi. Almanya, Fransa ve ABD’den ajans başkanları, Global Alman markalarının pazarlama direktörleri ve medya kuruluşlarının marketing directörleri kongrede sunumlar yaparak yeni reklam yaklaşımları konusunda görüş alış
verişinde bulundular. Opel Marketing Director Andreas Marx , PG Trade &Sales Gmbh CEO Manuel Ostner , My Love Affair Ltd. CEO Raphael Aflalo, Ogilvy One Franfurkt Head of Analytics Martin Feldkircher, USA Branded Marketing Group CEO: Alison E. McManus, 3P Product Placement Agency CEO : M. Akif Ebiçlioğlu ve 3P Agency Director Raquel Casino , Waldner.Tv Entertainment Marketing CEO: Andreas Waldner, Fremantle Media Enterprises CEO : Björn Hoven, Starpatrol Entertainment CEO : Dominik Kuhn, Brainpool Artists and Content Services GmbH CEO : İngrid Langheld ve Locavi Gmbh CEO Dr. Ferdinand Froning konuşmacı olarak katıldılar. Panelde ise; Almanya uygulamaları ile ilgili kısıtlamaların kaldırılmasının etkin uygulamaların önünü açacağı görüşü paylaşıldı. ABD uygulamalarının başarısının arkasında, yapımcılarının sadece yapıt açısından konuyu ele aldığı vurgulandı. Product Placement’ın markaların kendi hikayelerini anlatmaları için en etkin yol olduğu görüşü savunuldu.
Digital Age Konferansı’nda Dijital Yaratıcılık... Platin ana spons o r l u ğ u n u Vodafone’un, gençlik sponsorluğunu Coca-Cola’nın üstlendiği Digital Age Summit 2012’nin teması bu yıl “Dijital Yaratıcılık”tı. Bu bağlamda dünyanın dört bir yanından gelen büyük teknoloji şirketleri, popüler internet markaları ve dijital/interaktif ajansların yöneticileri, dijital reklam ve pazarlamanın hem dünyada hem de Türkiye’de nereye gittiğini tartıştı, avantaj ve dezavantajları anlamaya çalıştı ve yeni bakış açılarını keşfetme fırsatı buldu. Digital Age dergisi tarafından 2007 yılından bu yana düzenlenen konferansta, sosyal medyadan mobil cihazlara, sosyal televizyondan dijital aktivizme ve ödüllü kampanyalara kadar dijital yaratıcılığın uygulanabileceği ve başarı getirebileceği farklı alanlar mercek altına alındı. Konuşmacıların neredeyse tamamı, konferans süresince Halkla 4 / marketing europe & anatolia
İlişkiler teoriği ve pratiğinin kalbi olan “müşteriyle diyalog kurma, etkileşime girme ve uzun süreli bir ilişki oluşturma” ilkesini vurguladı. MIT’de Yeni Medya Yazarlığı dalında yardımcı doçentlik yapan Beth Coleman, yaptığı sunumda son kitabı Hello Avatar: From Virtual Worlds to X-Reality’den örnekler sundu. Zenginleştirilmiş gerçeklik, bölgesel medya, yaygın hesaplama, müşterek mevcudiyet, görselleştirme ve veri ağları gibi ağ toplumunun yeni kavramlarını irdelerken sunumun sonunda, “Sürekli kullandığımız cep telefonlarına doğru, başımız öne eğik durarak geleceğe yürüyemeyiz. Elimizde telefonlarımızla ileriye ve birbirimize bakarak adım atabilir ve topluluk hissini yeniden ve daha güçlü bir şekilde yakalayabiliriz” dedi. Coca-Cola Türkiye İnteraktif Pazarlama Müdürü Yüce Zerey ise, aynı konuda gerçek yaratıcılığın sahada ve sokakta olduğunu söyledi. Zerey, “Oluşturulacak marka hikayelerinin kolay yayılabilir, birbiriyle bağlantılı ve Türk kültürüyle uyumlu olması gerekiyor. Marka DNA’sıyla entegre olan likit hikayeler başarıyı getiriyor” dedi.
Kısa Kısa
Kadının yükselen gücü...
12. Perakande Fuarı...
KAGİDER tarafından düzenlenen 3. Uluslararası Kadın Girişimcilik ve Liderlik Zirvesi, 8 – 9 Kasım 2012 tarihlerinde, Garanti Bankası’nın ana sponsorluğunda, İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek. “Yeni Dünya Düzeninde Kadının Yükselen Gücü” temalı zirveyle KAGİDER, dünya çapında 500’den fazla lider ve girişimciyi bir araya getirerek, bilgi ve deneyim paylaşımına ortam hazırlayacak bir fırsat yaratmayı ve bu yolla kadın güçlenmesinin çıtasını daha yükseklere taşımayı hedefliyor. Ana oturum konuşmacıları arasında yer alan isimler ise şöyle: Akademisyen, Ekolojist, Sosyal Medya Uzmanı ve Yazar Simran Sethi, UNDP Toplumsal Cinsiyet Politikaları Direktörü Winnie Byanyima, ABD Dış İşleri Bakanlığı Küresel Girişimcilik Programı Başkanı Shelly Porges, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Uganda Ulusal Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Olive Z. Kigongo, Pegasus Havayolları Yönetim kurulu Başkanı Ali Sabancı ve Cartier Ödüllü Girişimci, Defining Moments Kurucusu Wendy Luhabe.
Ülkemiz perakende sektörüne çalışmalarıyla yön veren Soysal tarafından gerçekleştirilen Perakende Günleri bu yıl 28-29 Kasım tarihlerinde düzenlenecek. Dünyada ve Türkiye’de perakende sektörüne yön veren isimler ve başarı hikayeleriyle farklı markalara ilham veren sektör duayenleri iki gün boyunca farklı oturumlarda sahne alacak. Turkmall, CardFinans ve Markafoni’nin ana sponsorluğunda gerçekleşecek Perakende Günleri’12, patronlar ve çalışanların gözüyle sektörün sorunlarına yönelik önerileri, geleceğe dair öngörüler ve trendleri ile katılımcılara geniş bir ufuk turu yaptırmayı amaçlıyor. 16 farklı oturum ve 25 ayrı konuşmacının yer alacağı Uluslararası İstanbul Perakende Konferansı’nın yanı sıra Perakende Günleri’12, İstanbul Perakende Fuarı ve sektörün en heyecan verici ödülleri Perakende Güneşi Ödülleri’ne de ev sahipliği yapacak.
Yapı Kredi Bankacılık Akademisi... Türk ekonomisinin gelişiminde en önemli adımlardan biri sayılabilecek özel sektör-üniversite işbirlikleri konusunda Yapı Kredi Bankacılık Akademisi kararlı ve kalıcı adımlar atmaya devam ediyor. Sektörün en iyi bankacılarını yetiştirmek vizyonuyla kurulan Yapı Kredi Bankacılık Akademisi gerçekleştirdiği eğitimlerin yanı sıra 8 üniversite ile de işbirliğine gitti. Bugüne kadar Bahçeşehir Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Özyeğin Üniversitesi, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi ile “çekirdekten bankacı” yetiştirmek için kurumsal işbirliklerini hayata geçiren Yapı Kredi Bankacılık Akademisi, son olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi ile önemli bir çalışmaya daha imza attı. Bu işbirliği ile İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Bankacılık ve Finans Yüksek Lisans Programı başlatıldı. Yapı Kredi Bankacılık Akademisi Direktörü Saynur Önen, İstanbul Bilgi Üniversitesi iş birliği ile finans alanındaki markalandırılmış Bankacılık ve Finans Yüksek Lisans Programı’nı başlattıklarını söyledi. Yönetici sunumları, seminerler ve karma eğitim yöntemleri ile
zengin bir program sunulduğu bilgisini veren Saynur Önen, hedeflerinin iş dünyasının bilgi birikimini akademik dünya ile birleştirmek olduğunu belirtti. Yapı Kredi olarak program boyunca öğrencilere staj, burs ve proje çalışmalarında ekip üyesi olmak gibi farklı imkanlar sunduklarının altını çizen Saynur Önen, şu bilgileri verdi: “Bankacılık ve Finans Yüksek Lisans Programı; bankacılık sektörü çalışanları, bu sektörde kariyer hedefleyen yeni mezunlar ve hatta kariyer yolunu değiştirmeyi hedefleyen farklı sektör çalışanları tarafından tercih ediliyor. Program 2011 -2012 akademik yılının 2. döneminde 55 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. Yeni dönem başvuruları ise halen devam ediyor. Katılımcılar arasında bankamız çalışanları olduğu gibi başka banka çalışanları da bulunuyor.” marketing europe & anatolia / 5
Kısa Kısa
Edelman, İstanbul Ofisini Açtı...
Jeotermalde ülkemiz Avrupa’da 1. sırada...
Dijital ve mobil hizmetleri geleneksel iletişim çalışmaları ile entegreederek hem uluslararası hem de lokal müşterilere iletişim danışmanlığı vermek üzere kurulan Edelman Türkiye’nin Genel Müdürü Serra Türk Büyükfıratoldu. Dünya genelinde66 ofisi olan Edelman, Türkiye ofisininaçıldığını resmi olarak duyurdu. Nisan ayında Istanbul’da kurulan Edelman Türkiye, Türkiye ofisi Genel Müdürü olarak göreve getirilen Serra Türk Büyükfırat liderliğinde faaliyetlerini sürdürecek. Büyükfırat, görevini Edelman EMEA Bölgesi Stratejik &Gelişmekte Olan Pazarlar Genel Müdürü Chris Dobson’a bağlı olarak sürdürecek. Serra Türk Büyükfırat, “Dünyanın lider iletişim ajansı olan Edelman, globalbilgi birikimi, itibar yönetimi ve dijital alanlarındaki uzmanlığı ile Türkiye’de iletişim sektörüne yeni bir boyutve dinamizm getirecek şeklinde konuştu.
Jeotermalde en zengin kaynaklara sahip ülkeler sıralamasında ülkemiz Avrupa’da 1. sırada bulunuyor. Jeotermal enerji özünde yerkürenin kendi iç ısısı olduğundan, belli koşullar sağlandığı sürece yenilenebilir ve sürdürülebilir bir enerji kaynağı olması nedeniyle oldukça avantajlı. Bu kaynakları daha etkin ve verimli kullanmak adına Demos Fuarcılık organizasyonuyla Denizli’de 8-11 Kasım 2012 tarihleri arasında jeotermal sektörünün tüm kollarını bir araya getirecek, Türkiye’nin ilk “Jeotermal Teknolojileri Fuarı” düzenleniyor. Jeotermal ile ilgili makine ve ekipmanlar ile mevcut teknolojinin tanıtılacağı fuarda, sektörün öncü kuruluşlarından uzmanlar; kaynak ve saha etüdü, yatırım planlama ve yasal mevzuatlarla ilgili tecrübelerini bu alanda yatırım yapmak isteyenlerle paylaşacak.
Global İletişim Ödülü...
Groupe SEB, atama...
Boyner Holding ve Grup Şirketlerinin bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yayınlayarak kamuoyunun dikkatini kadın istihdamı konusuna çektiği “Kadınlar İş Hayatında Ne İster” başlıklı basın ilanı “Global İletişim Ödülü”nü aldı. Boyner Holding “Kadınlar İş Hayatında Ne İster” başlıklı basın ilanı ile Amerikan İletişim Profesyonelleri Kuruluşu (League of American Communiciations Professionals - LACP) tarafından düzenlenen ve dünyanın en seçkin Halka İlişkiler ve İletişim yarışmalarından biri olarak kabul edilen ‘LACP Spotlight Awards - Global İletişim Yarışması’nda tam sayfa basın ilanı kategorisinde Altın Ödül ile onurlandırıldı. Boyner Holding’in ödüle layık görülen basın ilanı ayrıca 2012 yılının En İyi 100 İletişim Çalışması sıralamasında da yer aldı.
Küçük ev aletleri pazarının lideri Groupe SEB Türkiye bünyesinde yeni bir atama gerçekleşti. Groupe İstanbul Pazarlama Direktörlüğü görevine Zümrüt Tamer getirildi. Groupe SEB İstanbul Pazarlama Direktörlüğü görevine Zümrüt Tamer atandı. Zümrüt Tamer, Groupe SEB Türkiye Grup Ürün Müdürü olarak görev yapıyordu. Tamer yeni görevine Eylül 2012 tarihi itibarıyla başladı. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Zümrüt Tamer, profesyonel kariyerine Koç Holding’te başladı. Teknosa İç ve Dış Ticaret A.Ş.’de Ürün Müdürü olarak görev yapan Tamer, 2002 yılında Groupe SEB ailesine katıldı. Tamer, Groupe SEB İstanbul Pazarlama Bölümü’nde çok başarılı çalışmalara imza attı.
6 / marketing europe & anatolia
Kısa Kısa
Samsung ve Boeing’den Ortak Ar-Ge Yatırımı... Samsung Electronics ve Boeing uçak içi eğlence ve iletişim teknolojilerini geliştirmenin yanı sıra fabrika içi verimliliğini artırmak için gerçekleştirilecek araştırmalarda birlikte çalışmayı planladıklarını duyurdu. Dünyanın en büyük havacılık şirketiyle dijital medya ve dijital yakınsama teknolojilerinin dünya lideri arasında imzalanan mutabakat zaptı, Kore’nin Boeing’in uçak üretim faaliyetleriyle endüstriyel ilişkilerini genişletmesine ve derinleştirmesine yardımcı olacak. Samsung Electronics ve Boeing, yolcu eğlence hizmetlerinde ve kara-hava iletişiminde daha geniş imkânlar sunan, daha hafif ve daha az güç gerektiren ileri görüntüleme ve kablosuz ağ teknolojilerinin geliştirilmesine öncelik verecekler.
Deniz Akademi’ye ödül...
Deniz Akademi, “Müşterinin Kalbine Yolculuk/İlişki Bankacılığı’nın Rotası” projesiyle uluslararası alanda en prestijli ödüllerden biri olarak kabul edilen Brandon Hall Uluslararası Mükemmellik Ödülleri’nde sektörün tek temsilcisi olarak gümüş ödülün sahibi oldu. Uluslararası alanda en prestijli ödüllerden biri olarak kabul edilen Mükemmellik Ödülleri’ne aday olan projeler, 20 yıldır 10 binden fazla müşterisinin organizasyonel performansını artırmayı amaçlayarak, öğrenme ve gelişim, yetenek yönetimi, satış ve pazarlama, liderlik alanlarında araştırma tabanları çözümleri sunan Brandon Hall Group’un bağımsız, sektörün deneyimli uzman ve danışmanlarından oluşan jürisi tarafından; ihtiyacı karşılama, tasarım, işlevsellik, yaratıcılık ve ölçülebilir fayda kriterleri kapsamında değerlendirildi.
16. Türkiye İç Denetim Kongresi... Günümüzde rekabetçi bir yapıya sahip olmanın yolu sadece maliyet kontrolleri ve pazarlama stratejileri ile mümkün olmuyor, kurumun faaliyetlerinden doğan risklerin erken tespit edilmesi, risklerin yönetilmesi, faaliyetlerin standartlar ve kanunlar ile uyumlu olması, şirketlerin rekabetçi bir ortamda hayatına devam ettirebilmesini beraberinde getiriyor. Bu finansal ve rekabetçi zeminden yola çıkarak iç denetimin şirketlere kazandırdığı katkı ise yadsınamaz bir gerçeklik haline dönüşüyor. Yeni enstrümanların ve oyuncuların eklendiği, buna paralel olarak gelişen ve karmaşıklaşan ticari hayatta organizasyonların karşı karşıya olduğu kontrol açıklarının ve risklerin tespiti de gün geçtikçe önem kazanıyor.
Bakers Tilly-Güreli’nin ana sponsorluğunda, 12 Kasım’da Taksim The Marmara Otel’de düzenlenecek 16. Türkiye İç Denetim Kongresi’nin konukları arasında profesyonel hayatta iletişim kurma metotları konusunda seminer ve eğitimleriyle tanınan Metin Reyna ilealgıların yönetimsel sürece etkisini uluslararası platformlarda dile getiren ve iç denetçinin muhalif bir rol üstlendiği için zaman zaman yanlış anlamalara maruz kaldığını örnekleriyle birlikte aktaran yönetim koçu, iletişim uzmanı Deanna Sullivan bulunuyor. Futurecom Bilişim Hizmetleri ve Danışmanlık A.Ş., Ernst and Young ve Kredi Kayıt Bürosu’nun kongre sponsoru olarak yer aldıkları etkinlikte PwC, Deloitte & Touch, TKYD ve TİDE Akademi faaliyet sponsorluğunu üstleniyor.
marketing europe & anatolia / 7
Kısa Kısa
Türkiye’nin internet alışkanlıkları...
Türk Telekom, Ipsos KMG tarafından 2012 yılının ilk çeyreğinde gerçekleştirilen, Türkiye’de bilgisayar ve internet kullanım detayları ile alışkanlıklarımızı ortaya koyan araştırmanın sonuçlarını yayımladı. Türkiye genelinde 38 ilde yüz yüze gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre, ülkemizdeki 19.1 milyon hanenin %52’sinde bilgisayar, %41’inde iseinternet bağlantısı mevcut. Araştırmaya göre, bilgisayarı olan hane sayısı çoğalırken, internet kullanımı da buna bağlı olarak artış kaydediyor. Araştırma verilerinin ortaya koyduğu en çarpıcı sonuç ise internet kafelerden internete bağlanmanın gözle görülür şekilde düştüğü. Araştırma, internet kullanıcılarının cinsiyet ve kullanım alışkanlıklarınıda ortaya koyuyor. Türkiye’deki internet kullanıcıların yüzde 60,9’u erkek, 39,1’i ise kadın. İnternet kullanan hanelerinyüzde 87’si interneti sörf yapmakamacıyla kullanırken,Facebook’a girmek ikinci sırada yer alıyor. İki evden birinde bilgisayar var Türkiye’nin öncü iletişim ve yakınsama teknolojileri şirketi Türk Telekom, Türkiye’nin internet kullanımı haritasını çıkardı. Türk Telekom adına Ipsos KMG tarafından Türkiye profilini yansıtan, 38 ilde 15.000 üzeri hane ile yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen çalışma, ortaya ilginç sonuçlar çıkardı. Buna göre Türkiye’deki 19,1 milyon hanenin yüzde 51,7’sinde yani yaklaşık 9,9 milyon hanede bilgisayar bulunuyor. Tüm hanelerin yüzde 34,6’sında masaüstü, 20,6’sında dizüstü bilgisayar bulunuyor. Hem masa üstü hem de dizüstü bilgisayar bulunan hane sayısı ise yüzde 4,2. Yeni nesil bilgisayar ürünleri olan netbook (%0,7) ve tablet (%0,2) bulunurluğu ise hayli düşük. İnternete evden bağlanmayı seviyoruz Araştırma sonuçlarının ortaya koyduğu başka bir gerçek de evlerdeki bilgisayar sayısı ve buna bağlı olarak evde internet kullanımının artış göstermesi. İnternet kullanımında evden bağlanma oranı 2010 yılında % 58 iken, 2012 yılında bu rakam %66’ya ulaştı. Geçmiş yıllarda
10 / marketing europe & anatolia
Türkiye’deki internet kullanım alışkanlıklarında önemli bir yer tutan internet kafelerden internete bağlanma oranı ise düşüş gösterdi. ADSL’i tercih ediyoruz 2010 yılında 7 – 65 yaş arasınüfusun%43’ü olan internet kullanıcısı oranı 2012 yılında artış göstererek %45 oldu. Türkiye’deki hanelerin %31.2’si ADSL bağlantısınıkullanırken 3G modem, kablo ve fiber gibi diğer bağlantı türlerinin sahipliği oranı %9.9 oldu. İnternet bağlantısına sahip olan hanelerin %96’sı mevcut internet bağlantısını değiştirmeyi düşünmüyor. ADSL bağlantısı olan hanelerin yüzde 74,6’sı yeni bağlantı için yine ADSL’i düşünürken, ikinci sırada fiber geliyor. Araştırma sonucunda internet bağlantısı olmayan hanelerin internet bağlantısı yaptıracakları zaman tercihlerinin ADSL olacağı bulgusu da çıktı. Erkekler interneti kadınlardan daha çok seviyor Araştırma sonuçlarına göre internet kullanıcılarının %60,9’u erkek, %39,1’i ise kadın. İnternet kullanıcılarının %50,9’uise 18 – 34 yaş aralığında yer alıyor. En çok sörf yapıyoruz, sosyal paylaşım 2. sırada İnternet sahibi haneler interneti en çok sörf yapmak (%87) ve Facebook’a girmek (%82) için kullanıyor. Bunu %76 ile e-posta kontrolü, %71 ile yazılı mesajlaşma/chat yapma izliyor. Türk Telekom’un araştırmasıyla ortaya çıkan Türkiye’deki internet bağlantısına sahip hanelerin internet kullanımamaçları ise şöyle: İnternette gezme/inceleme %87 Facebook %82 E-mail %76 Yazılı mesaj/chat yapma %71 Müzik/radyo dinleme %67 Film/video izleme %66 Haber/gazete okuma %61 Görüntülü-sesli görüşme %59 Sesli görüşme %56 Oyun oynama %55 Müzik indirme %54 CD-DVD oyunları %45 Film/video indirme %44 TV izleme %41 Diğer sosyal medya %37 E-devlet işlemleri %32 Twitter %31 Yazılım indirme %29 İnternetten alışveriş %24 İnternet bankacılığı %23
Kısa Kısa
Genç Türkiye Araştırması... Intel’in Genç Türkiye Araştırması, ülkemizde gençlerin teknolojiyle birlikte değişen yeni yaşam tarzına ışık tuttu. Türk gençliğini temsil eden 26 ilde 13-29 yaş grubu 3.000 genç ile yapılan araştırmaya göre dijital cihazlar, internet ve sosyal ağlar, Türkiye’de gençler için günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş durumda. Intel Türkiye Genel Müdürü Burak Aydın “Intel olarak öncelikli amacımız gerçekleştirdiğimiz araştırmalarla toplumun değişen istek ve ihtiyaçlarına ışık tutmak. Yaşanan değişime en hızlı ayak uyduran da kuşkusuz gençler. Onların ne düşündüğü, davranışları teknolojik geleceği inşa etmek için son derece önemli. Bu tür kapsamlı araştırmalar aynı zamanda hizmet sunduğumuz ekosistemin bölgesel, hatta şehirler düzeyinde pazarlama stratejileri geliştirmeleri, AR-GE yatırımlarının yönetimi gibi hayati unsurlar için son derece değerli veriler sunuyor. Gençler geleceğin taşıyıcıları ve itici güçleri. Onların teknolojik alışkanlıkları, bakış açıları geleceğe dönük girişimcilik ve ekonomik gelişmişliğin de ipuçlarını veriyor. Bu nedenle gerek global gerekse yerel gerçekleştirdiğimiz bu araştırmalarla stratejilerimizi geliştiriyor, ekosisteme katma değer üretecek yaklaşımlar sunuyoruz” dedi. Intel Genç Türkiye Araştırması’na göre; genel nüfusun yüzde 29’unu oluşturan 13-29 yaş arası gençlerin yaşadığı hanelerin yüzde 71.4’ünde bilgisayar bulunuyor. Cihazların hane penetrasyonlarına bakıldığında, en yaygın penetrasyonun yüzde 85,5 ile cep telefonunda olduğu, onu yüzde 46 ile masaüstü ve yüzde 41,5 ile dizüstü bilgisayarların takip ettiği görülüyor. Araştırmaya göre ülkemizde yaklaşık her 2 gençten 1’inin (yüzde 44,5) masaüstü bilgisayarı, her 3 gençten 1’inin de (yüzde 40,1) dizüstü bilgisayarı bulunuyor. Masaüstü ve dizüstü bilgisayarı yüzde 25,7 oranla akıllı telefon izliyor. Tercih, oyun için masaüstü, sosyal ağlar için dizüstü bilgisayar Araştırmaya göre gençler araştırma yapmak ve oyun oynamak için masaüstü bilgisayarı, yakın çevre ile iletişime geçebilmek ve sosyal ağlara bağlanmak için dizüstü bilgisayarı tercih ediyor. 18-24 yaş aralığındaki gençlerde dizüstünde önceliğin her yerden internete girmek olması dikkat çekiyor. 13-17 ve 18-24 yaş aralığındaki gençler masaüstünü en çok oyun amaçlı kullanırken, 25-29 yaş grubundaki gençler önceliklerini araştırma yapmak olarak belirtiyor. Intel’in araştırmasına göre, gençlerin yüzde 40’ı dizüstü bilgisayar sahibi. Kentlerde bu oran yüzde 43’e çıkıyor. Kentlerde masaüstü bilgisayar sahipliğine bakıldığında da her iki gençten birinde (yüzde 47,5) masaüstü bilgisayar olduğu görülüyor. Cep Telefonsuz Ev Yok Araştırmaya göre, hane penetrasyonuna bakıldığında, Türkiye’nin yüzde 98’inde standart ya da akıllı telefon bulunuyor. Gençlerin cep telefonu sahipliğinin en fazla olduğu bölge, yüzde 96’lik sahiplik oranı ile Doğu Karadeniz. Akıllı telefon penetrasyonuna bakıldığında, yüzde 47 ile İstanbul’un başı çektiği görülüyor. Dar gelirli hanelerin yüzde 16’sında akıllı telefon bulunmasa dikkatleri çekiyor. Konu akıllı telefon olunca, bu telefonların günlük ortalama kullanım suresi 128 dakika olarak belirtiliyor. Intel’in araştırması, bugüne kadar bilinen, kadınların daha fazla telefonla konuştuğu ön yargısını da kırıyor. Araştırmaya göre, kadınlar günde ortalama 104 dakikalık telefon konuşması yaparken, erkeklerde bu oran 110 dakikaya çıkıyor. Türk gençliğinin yarıdan fazlası online Türkiye’de 5 gençten 3’ünün (yüzde 56,9) düzenli internet erişimi bulunuyor. Kırsal kesimde ise 5 gençten 2’si düzenli olarak internete erişebiliyor. Düzenli internet erişiminin en yüksek olduğu il yüzde 79,6 oranla İzmir, en düşük olduğu il ise yüzde 15,5 oranla Van. Gençlerin yüzde 92,4’ü bilgisayarı kendi evlerinde, yüzde 12,5’i işte, yüzde 10,4’ü de internet kafede kullandıklarını belirtiyor.
Gençler gözünü internetle açıyor Türkiye’de gençlerin yüzde 8,3’ü, sabah kalktıklarında tuvalete bile gitmeden internete giriyor. Araştırmaya katılanların yüzde 4,7’si yataktan çıkmadan internete girdiğini söylüyor. 4’te 1’i (yüzde 28,4) evden çıkmadan internete girmiş oluyor. Gençlerin bilgisayar başında günde geçirdikleri ortalama 330 dakikanın 228 dakikası internette geçiyor. İnternette geçen ortalama vakte bakıldığında; 276 dakika ile Doğu Karadeniz ve 264 dakika ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi ön plana çıkıyor. Yaş arttıkça internet kullanımı azalıyor. 13-17 yaş aralığındaki gençler internette günde ortalama 222 dakika geçirirken, 18-24 yaş grubundaki gençler 210 dakika, 25-29 yaş grubundaki gençler ise 192 dakika geçiriyor. Yaşasın sosyal ağlar!.. Gençler interneti en çok sosyal ağlara bağlanmak (yüzde 54,7) için kullanırken, haber okumak (yüzde 39,9) ve bilgi almak (yüzde 39,3) oranla onu takip ediyor. Araştırmaya katılan gençler, internette en az yüzde 6 oranla blog yazıyor ve şans oyunları oynuyorlar. Gençlerin günde ortalama 53,5 dakikaları sosyal ağlarda geçiyor. Bilgi paylaşımı da artık sosyal ağlar üzerinden gerçekleşiyor. Gençler e-posta kontrolü için günde sadece 18 dakika harcıyor. Sosyal ağlarda en fazla vakit geçirenler, 13-17 yaş arası gençler. Yaş ilerledikçe sosyal ağlarda geçirilen süre azalıyor. İnternette gençlerin en uzun süreli yaptığı ikinci eylem ortalama 42,7 dakika ile oyun oynamak iken; 28,2 dakika ile müzik/film indirmek 3. sırada yer alıyor. Kim demiş kadınlar daha çok konuşuyor diye? Kadınlar cep telefonlarını günde ortalama 104 dakika aktif kullanırken, erkeklerde bu süre 110 dakikaya çıkıyor. Akıllı telefon kullananların 3’te 1’i her gün 3 saatten fazla bir zamanı aktif olarak cihazlarıyla harcıyorlar. Akıllı telefon günlük ortalama kullanım süresi ise 128 dakika. Akıllı telefon kullanımına bakıldığında yaş arttıkça telefon başında geçirilen aktif sürenin azaldığı gözleniyor. 13-17 yaş arası her 3 gençten 1’i günde 200 dakikadan fazla kullanırken, 25-29 yaş aralığındaki gençlerde bu oran 4’te 1’e düşüyor. Önce bilgisayar… Bilgisayar sahibi gençler günde ortalama 330 dakikasını bilgisayar başında geçiriyor. İş, sosyalleşme ve eğlence, ortalama 102 dakikayla kullanım amaçlarında birinci sırayı paylaşıyor. Ortalama 78 dakikayla bankacılık işlemleri 2. sıraya yerleşirken, eğitim 72 dakikayla 3. sırada yer alıyor. Gençlerin 3’te 1’i bilgisayar başında iş amacıyla günde en az 2 saat vakit geçiriyor. 13-17 yaş arası gençlerin yüzde 40,3’ü, bilgisayar başında günde 2 saatin üzerinde zamanını sosyalleşme ve haberleşme amacıyla geçiriyor. Gençler bilgisayarlarını en çok sosyalleşme (yüzde 84,0) ve eğlence (yüzde 66,8) amaçlı kullanıyor. Bilgi ve haber alma, yüzde 65,3 oranla 3. sırada yer alıyor. Erkekler ve 13-17 yaş grubu gençler eğlenceye daha düşkün. Erkeklerin yüzde 74,8’i; 13-17 yaş arasındaki gençlerin de yüzde 77,3’ü bilgisayarını eğlence amaçlı kullanıyor. Eğitim amaçlı kullanım 13-17 yaş grubunda yüzde 69,7 iken, 18-24 yaş aralığında yüzde 64,8’e, 25-29 yaş aralığında da yüzde 51,8’e geriliyor. Kırsal kesimdeki gençlerin bilgisayarı ürün satın almak amacıyla kentteki gençlere göre daha çok tercih etmesi dikkat çekiyor. “Her şeyden vazgeçerim, senden vazgeçmem…” Gençlere mobil cihazlarından bir hafta vazgeçmek yerine nelerden feragat edebilecekleri de soruldu. Alınan yanıtlara göre, erkekler mobil cihazlarından daha zor vazgeçiyor. Sosyal statü arttıkça ve yaş düştükçe mobil cihazlara sadakat artıyor. Mobil cihazlarını bir hafta boyunca kullanmamaktansa, gençlerin en fazla vazgeçeceği şeyler, yüzde 23,9 oranla çikolata, şeker ve tatlı; yüzde 22,8 oranla çay, kahve gibi içecekler; ve yüzde 21,3 ile alışveriş yapmak.
marketing europe & anatolia / 13
Yarat覺c覺l覺k
Röportaj
k bir yaşam tarzı... movidaplusmap Oğuzhan Akay Anlayışta kıtlık başladı. Cahiliye dönemine girildi. Reklamcı kimliği unutuldu. İnsan kaynağı kurudu, kurutuldu. Adil konkur neredeyse onda bir düzeyinde. Yabancı networklerin yurtdışındaki babaları, ajansların yaratıcılığıyla değil paralarıyla ilgililer. Röportaj Elvin Ekşioğlu - Türkiye’deki reklam ajansı anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Anlayışta kıtlık başladı. Cahiliye dönemine girildi. Reklamcı kimliği unutuldu. İnsan kaynağı kurudu, kurutuldu. Adil konkur neredeyse onda bir düzeyinde. Yabancı networklerin yurtdışındaki babaları, ajansların yaratıcılığıyla değil paralarıyla ilgililer. En küçük harcama bile onlara soruluyor. Yerlilerin sermaye sorunu var. Büyük müşteriler, ajansların yaratıcılıklarını değil, mal varlıklarını, eleman sayısını, arabasını vb. sorguluyor. Anadolu kaplanları, yeni bir ilişkiye girerken genç kız gibi korkuyor. Reklamcı yönüyle güçlü kişiler, figürler, rol modelleri azalıyor. - Ajansınızı diğer ajanslardan ayıran özellikler nelerdir? Biz markalara farkındalık yaratıcı, hedef kitlenin uygun bulduğu, itibar kazandırıcı, ününü artıracak hikayeler buluyoruz. Fikri, her mecranın kendi karakterine gore işlemeyi iyi biliyoruz. En iddialı olduğumuz alan reklam filmi senaryoları. Senaryonun kabulünden sonra yönetmenle tiyatroda olduğu gibi dramaturji çalışması yaparız. Filmin çekimine, yapımına hatta post prodüksiyonda bitimine kadar geliştirilmesi için yaratıcı katkıyı sürdürürüz. Bu konuda
uzmanlık derecesinde iyiyiz. Burnundan kıl aldırmayanlardan değiliz ama inandığımızın arkasında dururuz. İkna ederiz. Müşterilerimiz sadece iş ortağımız değil, dostumuzdur. Eşitlik temelinde ilişki kurarız. İşimize saygı duyarız ve saygı duyulmasını bekleriz. - Sizce Türk reklamcılığının birinci sıradaki sorunu nedir? Sektörümüz hala çok küçük. Yabancılar, başka sektörlerde olduğu gibi geliştirici değil. Kaynak vermiyorlar, kaynak alıyorlar. Sektörün kaymağını üç beş ajans paylaşmış, onlar yiyor. Yaratıcılık, fikir, strateji, konumlama, sadece çalışanların tasası. Yönetenlerin değil. - Uygulamacıların, yaratıcı reklamcılar ile haksız rekabet yapması konusunda ne düşünüyorsunuz? Deveye sormuşlar boynun neden eğri diye? O da nerem doğru ki demiş. O hesap. Pasta çoktan paylaşılmış. Ortadaki küçük işler de kapanın elinde kalıyor. Onların da kimi zehirli. Kimse kendisini uzmanlığıyla satmıyor. Ne iş olsa yaparım düşüncesi ne derece doğru olabilir ki? Arkasında fikir barındırmayan, markaya değer yaratmayan işler, gece geçen gemiler gibidirler. Kimse görmez. Yapanlar, markaların sağlıklarını bozuyorlar. Bizim de kafamızı… Müşterileri reklama küstürüyormarketing europe & anatolia / 15
Röportaj
lar sonra. - Böyle bir rekabet varsa nasıl engellenebilir? Taksim’de sallandırarak Rekabet değil bu aslında. Rekabet kendi çözümünü bulur çünkü. Yapılan, ‘mış gibi’ yapmak. Reklammış gibi… Reklama çok benziyor ama tatsız. Aslında her türlü iş aynı anda dönüyor sektörde. 70’lerden, 80’lerden günümüze kadar yapılmış tüm reklamcılık işleri, günümüzde de sürüyor. Açın bakın reklamlara. İyiyi kötüden ayırırsınız. Ayırdetme, seçme, değerlendirme becerisi 16 / marketing europe & anatolia
Reklamveren ucuz etin yahnisinin yenmeyeceğini öğrenecek. Büyük fikirleri küçük bütçelerle yaptırmaya kalkmayacak. Ünlülere milyon dolara yakın paralar verip ajansın komisyonundan, yapım ve yayın bütçesinden kesmeyecek.
olanlar bunu görüyor. Demode stratejiler ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunuluyor. Fast food bazıları da. Reklamveren ucuz etin yahnisinin yenmeyeceğini öğrenecek. Büyük fikirleri küçük bütçelerle yaptırmaya kalkmayacak. Ünlülere milyon dolara yakın paralar verip ajansın komisyonundan, yapım ve yayın bütçesinden kesmeyecek. Bunları öğrenmek için de markasının başına kaza gelmesini beklemeyecek. - Yaratıcılık ve hedef kitleye ulaşım arasındaki denge nasıl kurulmalıdır? Yaratıcılık, markanın sorununa çözümler bulmakla ilgili. İşe yarar, farkettirici çözümler. Çünkü çözüm tek değildir. Çözüm çoktur, en iyisini seçmek, ikna etmek, uygulamak gerekir. Markanın işine yaramayan bir fikir varsa, onun adı buluşçuluktur. Yaratıcılık değil. Hedef kitlenin kalbine ulaşamıyor, markaya değer katamıyor, satış sağlamıyor, bağlılık yaratmıyorsa zaten o reklam da değildir. Sonuçta yaratıcılık, hedef kitleye ulaşmakla ilgili zaten. Sanat yapmıyoruz. Ondan besleniyoruz sadece. Bu nedenle bir denge gerekli değil. Denge yerine beğenilecek iş yapmayı düşünmek lazım. - Bir reklamcı yaratım öncesinde nelerden beslenir? Yaratıcılık bir yaşam tarzı. Yani evde, sokakta, ilişkilerinizde yaratıcı değilseniz, işinizde olamazsınız. Kompartımanı yok bunun. Bizler, şu dünyada gördüğünüz her şeyi koca bir sünger gibi çekip emiyoruz. Obez derecesinde hem de. Her şey hakkında bir fikir sahibiyiz o yüzden. Sanat da ilgi alanımızda, moda da, politika da, çevre sorunları da, müzik de… Herkesin burun kıvırdığı konular, olaylar, işler de. Beni en çok kitaplar besliyor ve etkiliyor. Okumadığım bir gün bile yok… Onun ötesinde bütün beyinsel besinle-
Röportaj rin işe, fikre dönüşümü ayrı bir konu. Ve bir ders konusu Onu da zaten Bahçeşehir Üniversitesi Yüksek Lisans Programı’nda, Reklamda Yaratıcılık dersimde işliyorum. - Eleman sağladığınız kaynaklar nelerdir? CinAyetler adlı şiir kitabımın açılış manifestosu şuydu: Cinim benim/Benim cinim/Sözü bana getir/Çırağım olsun/ Sözde kalmaz/Bende kalır/Geçinir gideriz. Çırakların ustalarını bulması gereken bir meslektir bizim işimiz. Tabii şimdi kaldı mı o derseniz, bende kaldı. Çok adam kazandırdım sektöre. Hem de her alanda. Bunu söyledim diye hatta Hürriyet’in ilavesindeki bir röportajda ‘Sektörün Sezen Aksu’su olduğum yazıldı’ Erkek örnek bulamadılar galiba. Ben çıraklarımı kendim seçer, yetiştiririm. Etrafımdan eksik olmazlar. Hepsine bakamayacağım anlarda, birileri mutlaka beni arar, adam sorar, ben de yollarım. Yolladığımın iyi olduğunu bilirler çünkü. Benden geçen, her yerde iş
yapar. Adman olur. Sonuç olarak kaynağım kendi öğrencilerim. Okullardan, ders için gittiğim yerlerden görüp, parlaklığını keşfettiğim kişiler… - Üniversiteler sektörün yetişmiş eleman ihtiyacını karşılayabiliyor mu? Karşılıyorlar kanımca. Bazılarının müfredatları ve pratikleri eksik sadece. Eğitimci az çünkü. Bence akademisyenlerin yanı sıra faal reklamcıların da derslere girmesi gerek ki, çocuklar daha yeterli olarak yetişebilsinler. Akademisyenler teoriyi çok iyi veriyor. Mezun olup da hayatında bir reklam fil-
CinAyetler adlı şiir kitabımın açılış manifestosu şuydu: Cinim benim/Benim cinim/ Sözü bana getir/Çırağım olsun/ Sözde kalmaz/Bende kalır/Geçinir gideriz.
mi senaryosu formatı görmüyor hiç birisi. Nasıl yazıldığını bilmiyor. Yaratıcılık eğitimi verilmiyor. İşlerin nasıl yapılacağını anlatabilir, öğretebilirsiniz. Ne var ki o işleri yapmaya yarayacak fikirleri bulmayı öğretmezseniz, bu hiç bir işe yaramaz. Ben arabayı anlatmıyorum, doğrudan direksiyona geçiriyorum. - Yabancı networke giren reklam ajansları yerli müşterilere doğru hizmet verebiliyorlar mı? Hizmeti her reklam ajansı verebilir. Ama müşteriye yakın ilgi göstererek hizmet vereni de var, veremeyeni de. Başındaki kişi ya da kişilere bağlı bu. Yerliler yabancılaşmışsa zaten sorun çıkmaz. Arkadaşlık çok da gerekli olmaz onlar için. Profesyonelliğinize, uzmanlığınıza, anlayışınıza, hızınıza bakarlar. Ulusal reklamverenler de bunlara bakar, ama daha sosyaldirler. İş kadar ilgiye, önemsenmeye, ahbaplığa, onunla iletişime önem verir. Bu ilgiyi göstermezseniz, sizin kendi-
marketing europe & anatolia / 17
Röportaj
sini anlamadığınızı düşünür ve gider. Siz sizinle daha çok ilgilenen, şefkatli, insancıl bir doktoru mu tercih edersiniz, soğuk, bilgi iletmeyen, size para olarak bakan, empati kurmayan bir doktoru mu? Bu iş hem markayla hem müşterinin kendisiyle, hem hedef kitleyle empati kurma işi. - Yerli firmalar reklam bütçelerini hazırlamada ne kadar bilinçli? Reklamcılığın en büyük çıkmazlarından biri şu: Hazırladığınız işin, kampanyanın ruhunu medya ajansı ayrı bir yapı olduğu için çoğu zaman bilmiyor. Müşteri de kampanyaya o zaman grp gözüyle bakıyor. Bu kez kim ucuz fiyata satın alma yapacak konusuna önem veriyorlar. Kapı kapı medya ajansı dolaşıyorlar. Oysa medyanın eski sistemde olduğu gibi ajansların içersinde olması gerek. Ya da ajansların onların içersinde yer alması… Birincisi artık olamayacağı için, ikinciye gidişi gerekli görüyorum. - Müşterilerin ajanstan beklentileri 18 / marketing europe & anatolia
Reklamcılığın en büyük çıkmazlarından biri şu: Hazırladığınız işin, kampanyanın ruhunu medya ajansı ayrı bir yapı olduğu için çoğu zaman bilmiyor. Müşteri de kampanyaya o zaman grp gözüyle bakıyor. Bu kez kim ucuz fiyata satın alma yapacak konusuna önem veriyorlar. Kapı kapı medya ajansı dolaşıyorlar. konusunda karşılaştığınız en ilginç talepler neler? Reklam ajansından PR, organizasyon, promosyon talep edenler oldu hep. Hadi bunlar normal. Anlatıyoruz neyi
biz yaparız, neyi yapmayız? Normal olmayanı, bir konkur sonrası sözleşme düzeyine geldiğimiz uluslararası müşteri adayı, avukatı kanalıyla öyle bir sözleşme yolladı ki, iş kaldı. Avukata anlatamadık bu işler bizim konumuz değil diye. Üstelik avukat, bir bankada falan da danışmanlık yapmış. Gerçekten de istenen şeylerin işimizle hiç ilgisi yoktu. Sevr antlaşması bu dedim. İsterseniz size şirketi de verelim. İmzalamadım haliyle. Sonuçta talep işimizle ilgiliyse yapıyoruz. Değilse yönlendiriyoruz. - Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı? Derginiz bir yılını tamamladı. Ben de ezber bozmaya çalışıyorum yazdıklarımla. Burada her şey sansürsüz, dürüstçe, çekinmeden dile getiriliyor. Bunun için sizlere teşekkür ederim öncelikle.Keşke medyamız bu cesur mecra ortamını örnek alabilse... Taşlar epeyce yerinden oynardı.
Köşe Oğuzhan Akay
( ezberbozacısı)
Peter Pan’a mektuplar - 11
Bozmak mı? Yapmak mı? Bu ay, sana olan mektubumu dergimizin yıldönümünde yolluyorum Peter. O yüzden birarmağanım var sana. Sıradışı öykü bu. İyi oku: Bir zamanlar Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış... Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Onu ‘Renklerin Ustası’ anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısalar da Ranga Guru derlermiş... İşte onnun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi’yle ilgili öykümüz. Raciçi eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş... Ranga Guru, “Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek,” diyerek; “Resmini şehrin en kalabalık meydanına götür ve en görünen yerine yerleştir, yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan, beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırak,” demiş. Raciçi denileni yapmış... Birkaç gün sonra Raciçi resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılarla bozulmuş ve neredeyse görünmüyor.Çok üzülmüş tabii. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.Reciçi yeniden yapmış resmi ve yine Ranga Guru’ya götürmüş.Resmi yine şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. “Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırak,” demiş. Raciçi denileni yapmış... Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.Çok sevinmiş, koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış. Ranga Guru demiş ki: “Sevgili Raciçi, sen ilk seferinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağıyla karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar bile gelip senin resmini karaladı... Oysa ikinci kez onlardan hatalarını düzeltmelerini, yapıcı olmalarını
istedin... Yapıcı olmak eğitim gerektirir.Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi. Mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.Onlara göre senin emeğinin hiçbir değeri yoktur.Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenlerle tartışma. Bu öykünün yazarı belirsiz.Ama kıssadan hisse çıkartabiliriz.Öykünün gerçekliği olmasa bile verdiği ders, çıkardığı pay önemli. Eleştiri, herkese bırakılabilecek bir konu değil.Yapıcı olanını ise ancak objektif, art niyetsiz, bilge, deneyimli insanlar başarabilir. Sana niye anlattım bu öyküyü dersin Peter? Çünkü her yaratıcının yaşamında karşılaşabileceği bir durumu anlatıyor.Ve bu benim de başıma geldi. Hem de bir kez değil, çok kez. Ne zaman ki iyi niyetle ve herkesin anlayacağını umarak bir işimle ilgili görüş istedim, sözgelimi internette bir işimi paylaştım, ben de Raciçi oldum. Hayatında reklam yapmamış, taşın altına elini sokmamış, yaratıcılıktan bihaber insanlar, işin enini sonunu bilmeden insafsızca eleştiri yapmaktan kaçınmadılar.Eleştirinin ucunu kaçırdılar. Benim de hatam onlardan objektif, art niyetsiz olmalarını beklemekti. O yüzden artık ben de işi bilenlerin değerlendirmelerine bırakıyorum. Şimdi Peter, en iyisi, sen de günlük yaşamınızda eleştiriye kapalı, pozitif katkıya açık olduğunu söyle. Böylece herkesin konuşmadan önce çok düşünmesini, ağzından çıkanı duymasını, yaratıcı çözümler bulmak adına kendilerini zorlamasını sağlarsın.Sen de başkalarını eleştirmek yerine bu yöntemi uygula. Göreceksin; daha çok dinlenecek, daha çok sevileceksin. Ezber bozmak, bazılarının anladığı gibi yıkmak değildir çünkü, yeni bir yapı kurmaktır Peter. Başkasının ağzıyla ve yorumlarıyla değil, kendi zihninle var olmak, seçmek ve konuşmaktır. “Muhtaç olduğun kudret’ damarlarında dolaşan yaratıcı, cesur, yenilikçi, korkuya pabuç bırakmayan ‘kanda mevcuttur!’. Bozmak değil yapmaktır bunun adı.
marketing europe & anatolia / 21
Reklam Dünyası
CLEAR’den, Boğaz’da üç boyutlu su perdesi şovu...
Clear, yenilenen Clear serisini Türkiye’de gerçekleştirilmiş en büyük üç boyutlu su perdesi gösterisiyle İstanbul Boğazı’nda tanıttı. Saatte 300 ton su fırlatan bir motorla desteklenen şov için, 30 metrelik gezici bir platform kullanıldı. 20.000 ansilumen parlaklığında HD gösterim yapan bir projeksiyon makinesi, 27mx13m boyutlarında dev bir perdeye yansıtıldı. Projenin geliştirilmesi için 20 kişilik bir teknik, tasarım, prodüksiyon ve organizasyon ekibi çalıştı.
Pepsi Yaşatır Seni...
Azra Akın, Pepsi reklam filmindeki performansıyla izleyenleri bir kez daha büyüledi. Pepsi’nin son reklamında güzel yıldızı şimdide şarkı söylerken izleyeceğiz. Son Pepsi reklamında garson olarak karşımıza çıkan Azra Akın, bu kez Pepsi’nin yeni reklamında hem şarkı söyleyip hem de dans edecek. Pepsi’nin yeni reklam filmi için geçtiğimiz günlerde kamera karşısına geçen Akın, bayram kutlaması temalı yeni reklamda “Pepsi Yaşatır Seni‘’ şarkısını seslendirerek izleyicilere müzik dolu bir reklam filmi sunmaya hazırlanıyor
İstanbul Boğazı’nın her iki yakasından da rahatça izlenebilmek üzere tasarlanan ve 21.00’den 23.30’a dek süren şov, Ortaköy’den başlayarak sırasıyla Boğaziçi Köprüsü altı, Beşiktaş, Kız Kulesi ve Üsküdar sahiline uğradı. Su perdesine özel olarak geliştirilen gösteri videosu, boğaza düşen bir yıldırımla başladı ve yıldırımın içinden çıkan dev bir hortumla devam etti. Hortum, alev almış bir futbol topunun içine düşmesiyle küçülünce, kadraja Clear’ın global marka yüzü, ünlü futbolcu Ronaldo girdi ve bir top gösterisiyle izleyenleri büyüledi. Gösteriyi destekleyen su ve ses efektleriyle birlikte Boğazın serin sularından çıkan yeni Clear, “Sıfır kepek!” söylemini ve “Daha iyisi yok!” sloganıyla serinin iki kat daha güçlü formülünü vurguladı.
Kullanıcılar rol aldı... Online eğitim içeriği Vitamin ( w w w. v i t a m i negitim.com), yeni sezon reklam filmlerinde profesyonel oyuncular yerine, gerçek Vitamin kullanıcılarına söz verdi. Marka, kampanyanın konseptine karar verdikten sonra, deneme çekimleri ve seçim sürecine girildi. Vitamin’i neden tercih ettiklerine dair yöneltilen sorulara verdikleri samimi cevaplar, öğrencilerin doğallığıyla birleşince 20’şer saniyeden oluşan 4 ayrı reklam filmi ve dijital mecra tanıtımları kısa sürede ortaya çıktı. Reklamda rol alan öğrenciler, Vitamin’den kendilerine böyle bir teklif geldiğinde çok şaşırıp heyecanlandıklarını ancak kameraya kolay adapte olduklarını söylediler.
marketing europe & anatolia / 23
CV’leriniz sektörle ücretsiz olarak
dergimizde buluşacak. Sektöre yeni girmek isteyen stajyer adayları
ya da tecrübesini değerlendirecek yeni bir adres arayan yaratıcı yönetmenler, metin yazarları, müşteri temsilcileri, grafikerler
ve diğer arkadaşlar CV’lerinizi meadergicv@gmail.com adresine bekliyoruz.
Köşe Kağan İşmen / k.ismen@farkyeri.com
25. yılında Kristal Elma nasıl kurtulur? Son yıllarda Kristal Elma’ya gelen yoğun eleştiriler sonrası, Reklamcılar Derneği’nin hummalı bir kurtarma operasyonu başlattığı sektörümüzde iyiden iyiye konuşulmaya başlandı. Derneğin oluşturduğu KEK (Kristal Elma Komitesi) tercihleri de bu operasyonu doğrular nitelikte. Yıllar içerisinde Kristal Elma gerçeğiyle yüzleşen ve adaletini sorgulayan, eleştiren isimlerin dahi bu komiteye davet edilmiş olması bir yanıyla düşündürücü olsa da, önemli bir adım. Bu girişimin samimiyetine inanmak istemekle birlikte, sektörümüze bir hatırlatma yapmayı da borç bilirim. Benzer girişimler daha önce de yapılmıştı. Örneğin 6 yıl önce eleştirilerin tavan yaptığı bir Kristal Elma sonrası, baskılar neticesi her şeyin değişeceği sinyalleri verilmiş, jüri başkanı seçme kriterleri dahi değiştirilmişti. Nitekim Jüri Başkanı’nı sektör seçmişti. Fakat her ne olduysa, hemen ertesi sene jüri başkanı seçme kriterleri yine sessiz sedasız eskiye dönmüş, başkanı atama, tekrar Reklamcılar Derneği’nin tekeline girmişti. Bu iyi niyetli çabalar dönem başkanlarının kişisel girişimleri midir yoksa oluşan tepkilerin önünü kesmek için uygulanan dernek stratejisi midir bilinmez ama, yıllar geçse de, her seferinde başa döndüğümüz apaçık! Hatta her geçen sene işin adaletinin daha da kötüye gittiğini söylemek yanlış olmaz. Olmaz, çünkü Reklamcılar Derneği Yönetim Kurulu üyelerinin, Kristal Elma Jürisi’nde çoğunluğu ele geçirerek, ödüllerin % 85’ini kendi ajanslarına ayırmalarını, “çok işle katılan, çok ödül alır” mantığıyla açıklanmaya çalışmak mümkün olmaz. Bu açıklama kimseyi ikna etmez. Her seferinde işin adaletine dair köklü bir değişim yaşanacağını umut eden ama her seferinde de hayal kırıklığı yaşayan biri olarak, bu kez işi sağlama almaya karar verdim. Sonuçta söz uçar, yazı kalır. Ben kendi adıma, Kristal Elma nasıl adil bir yarışma olur yazayım da, artık gerisi derneğe ve KEK’e kalsın. Olmazsa olmazlar: 1 - Kristal Elma Jüri Başkanı seçimi, kesinlikle Reklamcılar Derneği’nin tekelinden çıkmalı. Jüri Başkanı’nı, kesinlikle sektör seçmeli. Bu seçim şeffaf olmalı, kimin kime oy verdiği mutlaka isim isim ilan edilmeli ve bu değiştirilemeyecek bir kural olarak kabul edilmeli.
( reviz
yon )
2 - Kristal Elma Jürisi’nde, Reklamcılar Derneği Yönetim Kurulu’nun (ve tabii ki bağlı bulundukları ajansların) mutlaka bir kotası olmalı. Dernek Yönetim Kurulu ve ajanslarının çalışanları asla ve asla, jüride çoğunlukta olmamalı. Yönetim Kurulu üyelerinin jürideki oranı, % 20’yi kesinlikle geçmemeli. 3 - Kristal Elma Jürisi’nde yer alacak her isim, baştan şu kuralı kabul etmeli. Jüride kim kime oy vermiş, mutlaka şeffaf olmalı ve bu kararların dökümü, sıcağı sıcağına mutlaka sektörle paylaşılmalı. Hiçbir oy gizli kalmamalı. Böyle bir gizliliğin mantığı da yok zaten. Üstelik bu şeffaflık, jüri üyelerinin performansını değerlendirebilmemiz için de bize olanak tanıyacaktır. Jürinin seçimlerinin kalitesini artırmak için bu değerlendirme kesinlikle çok önemli. 4 - Ghost (Hayalet) işler için mutlaka tek bir kategori açılmalı. Birbirimizi daha fazla kandırmayalım. Sırf Kristal Elma’da ödül almak için özel işlerin, prodüksiyonların yapıldığını artık sağır sultan bile duydu. Çalıştığınız prodüktörler, yönetmenler, fotoğrafçılarla bizler de çalışıyoruz unutmayın! Markaya, ürüne, hizmete hiçbir katkısı olmayan, reklamın yapılma, yayınlanma mantığına uymayan bu tür işler, en iyi niyetli bakışla, ancak ve ancak tek bir kategori altında değerlendirilebilir. Aksi takdirde sektör adına yanıltıcıdır. Satışları patlatmış, markanın bilinirliğini yükseltmiş, reklamverenin sorununu tam anlamıyla çözmüş bir işle, adını bile bilmediğimiz bir dergide bir kere yayınlanan, sadece ödül kazanmak için hazırlanmış bir iş nasıl aynı kategoride yarışabilir ki? Bunu ne akıl kabul eder ne de etik. Bu öneriler hayali, gerçekliği yok diyen çıkarsa, yüzyüze konuşmaya ve bu değişikliklerin nasıl yapılabileceğini anlatmaya hazırım. 5 Kasım 2012 Pazartesi, Reklamcılar Derneği’nin Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı var. Bu dileklerin o genel kurulda da konuşulması ve değerlendirilmesi dileğiyle. marketing europe & anatolia / 25
Röportaj
Sektörün genç din Pozitif Film Nazlan Özden... Ben sektöre 1982’de katıldım. tam 30 yıl önce... Tabii o günden bu güne çok yol aldık. kısaca şunu diyebilirim: Profesyonelleştik:)) 2 kişi (prodüktör ve 1. asistan) ile yaptığımız işi şimdi 30 kişi ile yapıyoruz. Acaba “sektör büyüdü” demek bu mu??:)) Röportaj Elvin Ekşioğlu - Türkiye’deki reklam filmi prodüksiyonu çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben sektöre 1982’de katıldım. tam 30 yıl önce... Tabii o günden bu güne çok yol aldık. kısaca şunu diyebilirim: Profesyonelleştik:)) 2 kişi (prodüktör ve 1. asistan) ile yaptığımız işi şimdi 30 kişi ile yapıyoruz. Acaba “sektör büyüdü” demek bu mu??:)) Bu kadar insana gerek var mı hep düşünürüm..:))) Ayda 7 -8 film yapardık. Şimdi bir film için en az 2 ay uğrasıyoruz... (acaba değiyor mu? bilemedim..) Bütçeler bir dönem yani 90’lı yıllarda bayağı artmıştı 500.000 USD civarında işlerimiz olurdu. 2001 krizine kadar böyleydi... Şu ara ortalama 100.000 USD civarı bütçelerde dolaşıyoruz.. Yani 2001’den bu yana bütçeler ciddi bir şekilde düştü. Rekabet arttı. Globalleştik. Rakiplerimiz sadece Türkiye’de değil.. İspanya’da, Polonya’da, Romanya’da... Ekiplerimiz ve ekipmanımız tamamen dünya standartlarında. Ancak bazı ülkelere göre hala pahalıyız. Bu nedenle uluslarası pazarda iş kaçırıyoruz. Bir yandan da mecralar degişmeye başladı. Viral reklamcılık hızla ilerliyor. 26 / marketing europe & anatolia
korkarım yavaş yavaş tv filmi yerini virale bırakacak. Benim genel olarak gördüklerim bunlar.. Siyah-beyazdan..35 mm den.. Digitale.. - Pozitif Film Prodüksiyon’u diğer prodüksiyon firmalarından ayıran özellikler nelerdir? Biz sektörde dinozorlardan biriyiz. Ama hep genç kaldık...Genç dinozor:)) Bu yıl 25. yılımız. Yenilikçi olduk... Daima kendimizi yenilemeyi hedef olarak koyduk. İlk yönetmen odaklı olmayan prodüksiyon şirketini kurduk. Sonra ilk yabancı yönetmenleri getirdik. Çok sağlam bir yabancı yönetmen portföyümüz oluştu. Uluslararası, şimdi en tepede olan, bir çok yönetmene ilk işlerini verdik: Alejandro Toledo, Laszlo Kadar, Andreas Schaefer. 25 yıllık köklü bağlarımız oluştu.. Local bir çok yönetmen Pozitif’ten çıktı: Sinan Çetin, Can Ulkay, Reha Erdem... Şu ara da yeni pazarlar açmaya ve yurtdışı bağlantılı çalışmaya başladık. artık yurtdışından ajanslar bizden direkt prodüksiyon ister hale geldi. Türkiye’yi gerek location olarak, gerekse prodüksiyon kalitesi olarak yabancılara tanıttık ve tanıtıyoruz.. - Sizce Türk film yapım sektörünün
nazoru...
Röportaj
birinci sıradaki sorunu nedir? Türk film sektörü de reklam sektörüne paralel ilerledi. Çok iyi filmlerimiz uluslarası yarışmalarda ödüller alıyor. Ancak senaryo açısından maalesef hala çok da ilerlediğimizi söyleyemem. İnandırıcılıkdan uzak dialoglar ve anlatımlar en büyük sorun bence. Neden hala müsamere gibi diziler yapılıyor bilemiyorum. Neden kostümler hep yepyeni ve sakal bıyıklar sırıtır, dialoglar uzar... oysa bu diziler iç ve dış pazarlarda bayağı da iş yapıyor.. Reklam filmi prodüksiyonuna gelince, Türkiye olarak bazı ülkelerden bütçe olarak hala daha pahalıyız. Dolayısıyla Türkiye’ye gelmek istemiyorlar. Malezya, Ukrayna vb. ülkeler bizden çok daha ucuz. Prodüksiyon kalitesi de bizden kötü degil. Ayrıca Güney Afrika’da çekim yapmaya giden ekiplere oteller bile özel fiyat uygularken, bizim belediyeler saat başı 650 TL gibi ciddi meblağları bizden talep edebiliyor. Bunlar global anlamda rekabet etmemi28 / marketing europe & anatolia
Reklam filmi prodüksiyonuna gelince, Türkiye olarak bazı ülkelerden bütçe olarak hala daha pahalıyız.
zi zorlaştıran sorunlar. - Haksız rekabet konusunda ne düşünüyorsunuz? Biz yatırımımızı ekibe yaptık. Ekipmana yatırımı ise işin profesyonellerine bıraktık. Bizim işimizin en yeni teknolojiden yararlanarak prodüksiyonlarımızın kalitesini arttırmak olduğunu düşündük. Müşterilerimizi eski kameralar da ya da eski yazılımlarla çalışmaya zorlamamak için hep dışardan en iyisini kiralamaya çalıştık. Zaman zaman pahalı geldik ve bu nedenle de iş kaybettigimiz oldu. Bu arada malzemesi olan firmalar yeter ki malzememiz çalışsın hesabıyla nerdeyse sıfır mark upla işler yaptılar. Belli kaliteyi korumaya çalışıyoruz. Mark uplarımızı belli seviyelerde tutmaya özen gösteriyoruz. 25 yıldır çizgimizi korudugumuzu sanıyorum. Pozitif’in bir imajı vardır, kaliteden ödün vermez. - Yaratıcılık ve hedef kitleye ulaşım arasındaki denge nasıl kurulmalıdır? Bunu en iyi bilen firmalar P&G ya da Unilever gibi dünya markaları. bazen film çok ses getirebilir. Ancak ürünü sattıramaz. Ama en klasik yöntemlerle
Röportaj
ve basit bir anlatımla hedef kitleye ulaşabilirsiniz. Reklam filmi daha çok matematiktir. Yaratıcılık ise belli formulleri biraz daha akılda kalıcı hale getirmekten ibarettir. - Teknolojideki gelişmeler film yapım sektörünü nasıl etkiliyor? 35 mm’yi özlemeye başladık. Yakında bizim için bir hatıra olarak kalacak. Artık HD kameralarla ve kişisel bilgisayarlarımızda montajlar yaparak çalışıyoruz. Viral reklamların, vb. yöntemlerin reklam filmi sektörünün profilini tamamen değiştirecegini düşünüyorum. Müşterilerin daha çok virale ağırlık verecegini
elemanlarla çalışırdık. Sonra “Ümit Gülsoy okulu”nda yetişmiş kameremanlarımız oldu. Sonra sinema televizyon mezunu kameramanlarıımız geldi, kamera asistanı oldular. Şimdi sektördeki önemli kameremanlarımız bu asistanlar arasından çıktı. Işık şeflerimiz.. setçilerimiz... için aynı şeyleri söyleyebilirim. Öte yandan, okullarımızda ne yazık ki hala yeterince kamera veya montaj seti yok. ancak çocuklar öğrencilik dönemlerinden itibaren bizlerle calısarak hızla öğreniyorlar.. - Müşterilerin prodüksiyon şirketlerinden beklentileri konusunda karşılaştığınız en ilginç talepler neler? Stadyumu bir boş, bir de dolu alternatif çekelim demisti bir müşterimiz..:)) Alternatif elimizde bulunsun..:)) - Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı? Kırık dökük HMl’lardan, tavanı akan platolardan, tozlu laboratuvarlardan, Arri 2 kameralardan, pırıl pırıl montaj studyolarına ve muhtesem film platolarına ve inanılmaz ışık ve kamera parkhala öğreniyorum.. larına geldik. - Üniversiteler sektörün yetişmiş ele- Burada ta başından beri sektöre yatıman ihtiyacını karşılayabiliyor mu? rım yapan Ümit Gülsoy, Cemal Noyan Bi önceki soru ile bu soruyu birleştirir- ve Cihan Baydur’a teşekkürü bir borç sek evet. Eskiden Yeşilçam’dan gelen bilirim..
35 mm’yi özlemeye başladık. Yakında bizim için bir hatıra olarak kalacak.
ve reklam filmlerinin daha basit olacağını, internet ortamında, cep telefonlarında, youtube ve benzeri kanallarda ağırlık kazanacağını düsünüyorum. - Eleman sağladığınız kaynaklar nelerdir? Son zamanlarda Eskişehir, Bilgi ve Bahçeşehir üniversitelerinden gelen ya da yurtdışında filmcilik okumuş pırıl pırıl gençlerle çalışmaya başladık. Ancak film işinin okulu olduğuna inanmıyorum.:)) Bu iş severek ve de tecrübeyle yapılabilir. Sürekli birşeyler öğreniyoruz, ben marketing europe & anatolia / 29
Köşe Argün Albayrak / argun@uckisiler.com
(transformatör)
Düşünceler... Düşünceler minik ‘metal toplara-parçacıklara benzer’... Beynimiz ve eğer başarabiliyorsak onunla eşzamanlı ve duyumlu çalışan ‘kalbimiz’ ise bir mıktanıs gibidir. İnsan beyni kademeli koruma plaklarından oluşur ve ‘mıktanısımız’ dünya üzerinde oluşan ve bize ulaşan tüm enformasyonları (metal parçacıklarını) kendisine çeker. Haberler, tabelalar, diğer insanlar, yiyecekler, müzik, ağaçlar, olaylar, reklamlar, video klipler, web siteleri, bannerlar, kıyafetler...kısaca herşey ! Yaşam içinde gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, kokladığımız herşey bu mıknatıs tarafından algılanan ve kodlanarak beynimize dolan ‘minik parçacıklardır’.
provokasyonlar, tekrara düşen müzik, populist ve gündelik pop kahramanlar, moda, kozmetik, durmadan gelişen teknolojiler ama YENİ bir buluş diyebileceğimiz konuların olmaması...vs... vs...vs)
Vakti zamanında ‘megatrend’ dönemi olarak açıklanan 2000’li yıllardan sonra-insan beyninin maruz kaldığı bu enformasyon parçacıkları o kadar yoğunlaştı, ve o kadar sık frekanslarla bizi hedef aldı ki, ‘mıktanısımızn çekim gücü’ azalmasa da, bu yoğunluk sebebiyle oluşan ağırlıktan ‘etkisini yitirdi’ ve toplum içindeki her birey daha bir duyarsız, bencil, muhalif, agresif bir ruh hali içine girdi. Bu erozyona daha önce uğrayan toplumlarda psikolojik arazlar, obezite, alzheimer vs. baş döndürücek bir artış gösterdi. Uğradığımız bu erozyonun en büyük hediyesi olan ‘depresyon’u herkes tanır ama çok azımız tıp’daki karşılığını bilmez. Söyleyelim. Depresyon: insanın karar verebilme yetisini kaybetmesi anlamına gelir... ‘eğriyi doğruyu bulamama, kantarı doğru tartmama gibi de görülebilir. İşte bunların tümü beynin maruz kaldığı aşırı yoğun, tekrara dayalı algı vuruşlarının aşırı sıklaşmasından kaynaklanıyor. Hemen hepimiz genç kuşak olmamıza rağmen, anlamsız unutkanlıklardan şikayetçiyiz değil mi? Omega3’lere hücum... Ama aslında bu bir hastalık değil, çağın vebası olan ‘yoğun enformasyona dayalı KAL gelme’ durumları...
5.Üretim-değer-tasarruf odaklı değil, tüketim-kısa vadeli yararpara odaklı olmamız...
3.Üretici kimliğe sahip olmamak, önümüze konulanı koyun gibi tüketmek (geçmiş bayramımızı kutlarım) ve dolayısıyla ‘gelişememek-üretimin ruhsal tatmini içine olamayışımız’... 4.Populist trendler içinde ‘kendi kimliğimizi değil, populizmin giydirdiği kıyafetlerde yaşamak ve özgün nitelikli karakterler haline gelemeyişimiz’...
Daha bir çok madde ve her maddenin altında ‘alt başlıklar olabilecek binlerce konu var’.
1.Yoğun enformasyona dayalı ön-yargılama yoluyla kendimizi korumak.
İşte bu noktada; markalara daha yakından bakmak lazım. İyi reklam, kötü reklam vs. diye ayırmak yanlış olur. Sadece bir noktaya dikkat çekmek lazım. O da; kısalan reklam saniyeleri, gereğinden fazla artan ‘yayın frekansları’ ve daha 5.yılında ‘sosyal medyadan’ dahi soğutan ‘başı bozuk iletişim’... Tüm bunlar iflah olmaz ‘tüketim dinamosu olan markaların’ – insanların algısına çok sık frekanslarla vuruşlar yaparak ‘gündemde ve ön planda kalma’ zorunluluğundan kaynaklanıyor... Ancak böyle yaparlarsa, o marka bizim sanal gündemimizin bir parçası olabiliyor ve satış yapabiliyor. Aksi takdirde, bir başkası gelip anında o boşluğu dolduruyor. Aynı tiyatrocularla kurgulanan reklamlar, geçmişten alınıp günümüze uyarlanan senaryolar, değişmeyen ama geliştiğini söyleyen hizmetler, populist ve gündelik konuları ve çooook geçmiş konuları ‘tek günlük kurşun’ gibi harcamalar, başı bozuk medya ve yönetimi... Bunların tümü arasında ‘insan kendine yalnız bir alan’ arıyor... Haykırmak istiyor... Ağlamak istiyor... Haykırsam sesimi duyarmısınız mısralarımda, Dokunabilirmisiniz gözyaşlarıma ellerinizle...
2.YENİ, TAZE, ŞAŞIRTAN bir olayla veya konuyla karşılaşmamak (bu önemli: çünkü insanların önünde hala değişmeyen liderler, politikalar, savaşlar, inandırıcılığını yitirmiş
Argün A. Dip not veya akan bant: Bunların değişmesi kolay! Çok kolay... Ama ortada büyük olay var. En güçlü din ahline gelen: PARA !
Bunun sebepleri hepimizin bildiği şeyler aslında ama tekrarlayalım:
marketing europe & anatolia / 31
Kampanyalar
Saçlarım bu kadar oyuna gelir mi?...
Elidor Co-Creations Serisi, oyuncu Meryem Uzerli ve Elidor saç uzmanlarından ünlü saç stilisti Thomas Taw’ı yeniden buluşturdu. Muhteşem ikili, yenilenen Onarıcı ve Yeniden Yapılandırıcı Bakım Serisi’nintanıtımı için yeni reklam filminde rol aldı. Sete geldiğinde farklı saçlara sahip beş kadını canlandıracağını öğrenen Meryem, saçlarının boya, fön gibi birçok işlem göreceğinden dolayı endişeleniyor. Ve soluğu Elidor Yıpranmış Saç Uzmanı Thomas Taw’ın yanında alıyor. Thomas’a, “Saçlarım bu kadar oyuna gelir mi?” diye endişesini özetleyen Meryem, Thomas’dan “Elidor’la EVET’ yanıtını alıyor. Reklam Filmi Künyesi Reklamın başlığı: Elidor ile Evet! Reklamveren: Unilever Reklamveren yetkilisi: Tarık Bayar, Eda Kırali, Selin Postacılar, Eda Biber Reklam ajansı: Manajans/JWT Yaratıcı yönetmen: Sami Basut Yaratıcı grup: Tunçhan Kalkan, Erhan Başaran, Onur Ünal, Alper Başkan Müşteri ilişkileri grubu: Mehmet Numanoğlu, Ece Özyurt, Elif Dedetaş
Stratejik planlama: Hakan Demir, Pamir Gündüz Ajans prodüktörü: Şafak Serter, Ahmet Bayık Yapım şirketi: Interfilm Yönetmen: Metin Arolat Medya ajansı: Mindshare Medya planlamacı: Aslıhan Anarat& Gizem Doğruol Kullanılan mecralar: TV, Dijital
marketing europe & anatolia / 33
Kampanyalar
Lipton Piramit Yeşil Çay... Reklam filminin ilk karelerinde üç kız arkadaşı hazırladıkları Lipton Piramit Yeşil Çaylardan birer yudum alırken görüyoruz. Lipton Piramit Yeşil Çay’ın hafifliğiyle yavaşça uçmaya başlayan kızlar, bir yandan kitap okuyor ve havada uçuşan rengârenk kekleri kovalıyorlar. Piramit Yeşil Çayların hafifliği ve yumuşak içimini, yumuşak renklerle ve keyifli bir şarkıyla vurgulayan reklam filmi, yeşil çayın yumuşak halini oldukça eğlenceli bir şekilde anlatışıyla dikkat çekiyor. Reklam Filmi Künyesi Reklamın başlığı: Lipton Piramit Yeşil Çay Reklamveren: Unilever Reklamveren yetkilisi: Leyal Eskin, Sevgi Gür, Derya Cantutan, Mert Yantaç, Merve Küçüker Reklam ajansı: DDB Paris Yaratıcı yönetmen: Yoann Lemoine Türkiye uyarlama: Medina Turgul DDB Medya ajansı: Mindshare Medya planlamacı: Özlem Ciragöz, Tuğçe İyisan, Arif Topçu, Kerem Gürel Kullanılan mecralar: TV, internet
Tarzını Yaşa... Uludağ İçecek ve İlancılık Reklam Ajansı, bu kampanya için fotoğraf sanatçısı Emre Doğru ile çalıştı. Bosphorus Palace Hotel’de gerçekleştirilen fotoğraf çekiminde, hayattan zevk alan bir çiftin Uludağ Premium tutkusunu yaşadıkları anların fotoğrafları çekildi ve bu mizansenler “Tarzını Yaşa” sloganı ile desteklendi. Set 4 günde hazırlandı ve bir günde tamamlanan çekim sırasında ve sonrasında toplam 16 kişilik bir ekip görev aldı. Reklam Filmi Künyesi: Reklamveren: Uludağ İçecek Marka: Uludağ Premium Reklamveren Yetkilisi: Murat Zengin, Utku Erdem, Zeynep Tümerdem Ajans: İlancılık Müşteri İlişkileri: Atılay Bingöl, İlker Barouh Yaratıcı Grup: Neslihan Özkan, Mithat Çalışkan, Taylan Dutluoğlu Yapımevi: 212 Production Prodüktör: Yeşim Aslan Fotoğrafçı: Emre Doğru Moda Danışmanı: Dice Kayek
34 / marketing europe & anatolia
Kampanyalar
Ege aşkı İstanbul’u sarıyor... Eviya Gayrimenkul yeni reklam filmiyle de dikkat çekiyor. İstanbul’un Ege’ye dönüştüğünü anlatan filme Fedon ise sesiyle can veriyor. Kentin bir anda Ege’ye dönüştüğü kampanyada, EgeBoyu’nun cumbalı taş evleri, lavanta kokulu geniş balkonları, şirin sokakları ve canlı Ege çarşısıyla Ege aşkının tüm İstanbul’u sardığı anlatılıyor. Kampanya ile hedef kitleye, yaz tatilinden sonra yarım kalan Ege aşkını EgeBoyu’da bulabilecekleri mesajı veriliyor. Reklam Künyesi: Reklam veren: Eviya / Egeboyu Reklam veren Temsilcisi: Seba Gacemer, Gökhan Ataç, Yavuz Can Onarlı Reklam Ajansı: M.A.R.K.A. Kreatif Direktör: Hulusi Derici Yaratıcı Ekip: Zeynel Özer, Doğan irdoğan Müşteri İlişkileri: İlkay Ünlü, Beril Mardin, Efe Aksoy, Ayşenur Baş Prodüksiyon firması: Shortcut Yönetmen: Müfit Samık Kullanılan Mecralar: TV, Outdoor, gazete, dergi
Bellona, Şevval Sam’la devam...
Boğaç Ergüvenç yönetmenliğinde çekilen Bellona reklam filminde Şevval Sam’ın günlük hayatından kesitlere yer veriliyor. Gün boyu görsel ve dokunsal olarak halının varlığından mutluluk duyma halinin yansıtıldığı filmde; Şevval Sam’ın ev içindeki keyifli anları işleniyor. Filmin ana fikrinde ise; sağlıklı ve huzurlu bir ortamda ve
evde olunan tüm zamanlarda; halının hayatımızdaki varlığının önemine dikkat çekiliyor. Bellona’nın yeni halıları, ev modasına uygun konsept tasarımları ile de uyumlu desenlere sahip. Halıların dokusu ve ev içinde yarattığı sıcaklık ürünün dikkat çeken özellikleri arasında yer alırken, evlerde uyumlu bir şıklık sağlayan marka, kullandığı son teknoloji ile inovatif ürün gamını da genişletmeye devam ediyor. Reklam Künyesi: Reklamveren: Boydak Holding - Bellona Reklamveren Yetkilisi: Murtaza Durmuş, Sepil Savaşcı, Mehmet Emin Çakıcı Reklam Ajansı: Piramit Yaratıcı Yönetmen: Deniz Köker Yaratıcı Grup: Hatice Ekşi, Beske Köker Duru Müşteri İlişkileri: Deniz Sesli, Ayşe Işın, Doli Bolkar, Deniz Kavuk Prodüksiyon Şirketi: Pworks Yönetmen: Boğaç Ergüvenç Medya Şirketi: Mindshare Mecra: TV, Basın, Radyo, İnternet marketing europe & anatolia / 35
Kampanyalar
Hayatın her sahnesinde sıfır kepek!... Clear, yenilenen formülü ve elegant tasarımını ünlü oyuncu Burak Özçivit’in yer aldığı yeni reklam filmiyle duyuruyor. Özçivit, Hollywood filmlerini aratmayan reklamda Steve Mcqueen’den Rocky’e kadar birbirinden farklı pek çok kimliğe bürünüyor ve “Hayatın her sahnesinde sıfır kepek!” diyor. Yaratıcı ekip Rabarba tarafından ortaya çıkarılan reklam filmi, İzlandalı yönetmen Thor tarafından çekildi. Reklam filminde Özçivit, Rocky, James Bond ve Steve Mcqueen’i canlandırıyor ve “Hayatın her sahnesinde sıfır kepek!” diyor. Reklam filminin ilk karelerinde Burak Özçivit’i üzerinde bornozla ayna karşısında görüyoruz. Reklam filmi, yenilenen elegant tasarımıyla Clear şişesini gösterdikten sonra “Hayatın her sahnesinde sıfır kepek” dış sesiyle sona eriyor. Reklam Filmi Künyesi Reklamın başlığı: Hayatın Her Sahnesinde Sıfır Kepek Reklamveren: Unilever Reklamveren yetkilisi: Handem Çelenkler, Tarık Bayar, Nida Benan Özer, Yasemin Özaydınlı, Burcu İsmailoğlu Reklam ajansı: Rabarba Yaratıcı yönetmen: Serdar Saban & Musa Paça
Yaratıcı grup: Serdar Saban, Musa Paça, Arın Kahyaoğlu, Ersin Pekin Müşteri ilişkileri grubu: Gökçe Evirgen, Gamze Farz Stratejik planlama: Rabarba Ajans prodüktörü: Rabarba Yapım şirketi: Depo Produksiyon Medya ajansı: Mindshare Medya planlamacı: Gizem Doğruol Kullanılan mecralar: TV, Dijital, Sinema
Isıcam Sinerji ve Isıcam Konfor... Trakya Cam Sanayii A.Ş., enerji tasarrufunu artırmak amacıyla kampanya başlattı. Kampanya kapsamında, TV’ler için hazırlanan reklam filmi TBWA\Group\DUDU tarafından hazırlandı. “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinden Wilma Elles ile “Seksenler” dizisi ve ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’ oyuncularından İlker Ayrık’ın rol aldığı reklam filminde Wilma Elles içinde konfor ve sinerji olan bir ev arıyor.
36 / marketing europe & anatolia
Bu arayışta kendisine emlakçı rolündeki İlker Ayrık yardımcı oluyor. Samimi ve bir o kadar da keyifli olan reklam filmiyle Isıcam’ın enerji tasarrufu sağlayan “Isıcam Sinerji ve Isıcam Konfor” markalı ürünlerinin daha geniş kitlelere tanıtılarak, toplumda tasarruf bilincinin artırılması da amaçlanıyor. Reklam Filmi Künyesi Reklamveren: Trakya Cam A.Ş. Reklam Ajansı: TBWA\Group\DUDU Kreatif Direktör: Murat Arlı Marka Direktörü: Didem Tamer Gül Stratejik Planlama: Toygun Yılmazer, Tuğçe Erul Marka Yöneticisi: Mine Silen, Melih Mermutlu Yaratıcı Ekip: Öncü Özsu Mustafa Hayıt, Erhan Özden, Demet Toprak, Fürkan Aslım Ajans Prodüktörü: Zeynep Gencebay, Alev Cihan Yapım Şirketi: Autonomy Yönetmen: Uygar Kutlu Reklam Müziği: Emre Irmak Fotoğrafçı: Emre Doğru Medya Ajansı: Carat Kullanılan Mecralar: TV, radyo, basın ve internet
Kampanyalar
Nesiller Pınar’la Büyüdü... Pınar, reklam filminde aynı çocuğun 7 farklı yaştaki halini aynı karede arka arkaya gösteriyor. Pınar Süt’ün nesilden nesile tercih edilmesi, reklam filminde aynı bireyin farklı yaşlarının filmde yansıtılmasıyla aktarılıyor. 1970’li yıllarda annesinin büyümesi için süt bardağını uzattığı çocuk, okula başlıyor, lisede voleybol oynuyor, üniversiteden mezun oluyor, iş hayatına atılıyor, kendi de anne oluyor ve çocuğuna Pınar Süt içiriyor. Böylelikle Pınar Süt’ün sadece geçmişin değil geleceğin de markası olduğuna vurgu yapılıyor. Reklam Filmi Künyesi Reklamveren: Pınar Süt Reklamveren Yetkilisi: Cüneyt Şahin, Özge Öndül, Özgün Özgürel Reklam Ajansı: Alametifarika Yaratıcı Yönetmen: Emrah Karpuzcu, Kenan Ünsal Reklam Yazarı: Güldeniz Şeşen Sanat Yönetmeni: Deniz Ardıç Ajans Prodüktörleri: Berna Bulat, Berkay Tahmaz, Sertuğ Alptekin Stratejik Planlama: Başar Sarıkaya, Serra Akyel
Müşteri Grubu: Melda Doyduk Yapım Şirketi: Dinamo İstanbul Prodüktör: Enis Özkul Yönetmen: Erik van Wyk Görüntü Yönetmeni (D.O.P): Emre Tanyıldız Jingle: Nil Karaibrahimgil, Jingle House Mecra: TV, radyo, dijital, açık hava, satış noktaları Reklam Filminin Süresi: 60 saniye
Morhipomania... Sibel Ergeç Müşteri İlişkileri: Ebru Özcamgöz, Erbek Onur Stratejik Planlama: Ege Demirtaş Medya Planlama ve Satınalma Sirketi : MEC Medya Planlama ve Satın Alma: Çiğdem Karamüftüoğlu, Cevat Konuk, Ergun Yüceyurt Ajans Prodüktörü: Selen Tezol Kullanılan Mecra: TV, Radyo, Internet Yönetmen: Fatih Yılmaz Prodüksiyon Şirketi: Dirty Cheap Creative morhipo.com, yepyeni reklam kampanyası “Morhipomania” ile tüketicilerin karşısına çıkıyor. Rafineri tarafından geliştirilen kampanya için farklı içerikte reklam filmleri hazırlandı. Reklam Filmi Künyesi Reklamveren: Morhipo.com Reklamveren Yetkilisi: Necmi Kahraman, Deniz Menemenci Reklam Ajansı: Rafineri Kreatif Grup: Setenay Özcan Yıldırım, İpek Eriş, marketing europe & anatolia / 37
Kampanyalar
Her kadın bir “süper kahraman”dır!... Penti, yeni reklam filmiyle bu kez her kadını bir “süper kahraman” olarak nitelendiriyor ve “her kadının içinde bir kahraman vardır ve o kahraman gerektiğinde her şeyi yapar” diyor. Yaratıcı yönetmenliğini Oğuzhan Akay, yönetmenliğini Can Ulkay, görüntü yönetmenliğini Florent Herry’nin yaptığı film, Budapeşte’nin caddelerinde, çatılarında, yağmur merdivenlerinde ve ulusal müzesinde 100’e yakın figüranla birlikte çekildi. Reklam Filmi Künyesi Marka: Penti Reklam Kampanyası: Penti’yle her kadın bir süper kahramandır! Reklam Ajansı: Movida Plus MAP Reklamın Yıldızı: Funda Kılıç Dublör: Lucia ‘Steel’ Romberg Yaratıcı Yönetmen: Oğuzhan Akay Görüntü Yönetmeni: Florent Herry Müzik: Jingle House / Ömer Ahunbay Söz: Oğuzhan Akay Filmin süresi: 35”-16” Medya Satın Alma Ajansı: Moremedia
Lastik Adam yeni filminde... Michelin ıslak zeminde güvenliğin önemini anlatmak için hazırladığı reklam filmi ile tüm dünyada beğeni topluyor. 15 Ekim 2012 tarihinde “Michelin Primacy 3 lastikleri ile güvenlik şimdi 3’e katlandı” sloganı ile tamamen animasyon olarak kurgulanan reklam filminin başrolünde, daha önce de benzin pompaları ve zorlu hava koşullarına savaş açan Lastik Adam Bibendum yer alıyor. Film, ıslak zeminde güvenliğin önemini alışılmışın dışında, keyifli bir üslupla izleyiciyle buluşuyor. 30 saniye süren reklam filminin ajansı TBWA Chiat Day. Dünyanın birçok ülkesi ile aynı anda ülkemizde de yayınlanan reklam filminin Türkiye’deki yardımcı oyuncuları ise Mert ve küçük oğlu. Reklam Filmi Künyesi Prodüksiyon Şirketi: PsyOp Marka Direktörü: Belinda Drew Marka Yöneticisi: Raphael Bouquillon Marka Temsilcisi: Alexandra Pickett Ajans Prodüktörü: Jason Souter
38 / marketing europe & anatolia
Kampanyalar
Becel Pratik / Sürpriz... Becel, yeni ürünü sıvı Becel Pratik’i ünlü oyuncu Bade İşcil’in yer aldığı reklam filmiyle tanıtıyor. Reklam filminde market alışverişi yaparken annesini arayıp “Geliyoruz!” diyen Bade İşcil, annesinin İşcil’i gelinlikle hayal ettiği karelerin ardından eve “damat adayı” ile değil sıvı Becel Pratik ile geliyor. İşcil, annesinin “Aa! Ben karıştırdım!” demesi üzerine “Artık sıvı ve katı yağı karıştırmana gerek yok” diyerek mizahi bir üslupla sıvı Becel Pratik’in özelliklerini anlatmaya başlıyor. Reklam filmi, anne kızın sıvı Becel Pratik’le hazırladıkları yemeği yerken sona eriyor. Reklam Filmi Künyesi Reklamın başlığı: Becel Pratik / Sürpriz Reklamveren: Unilever / Becel Reklamveren yetkilisi: Mustafa Seçkin Reklam ajansı: Lowe Yaratıcı yönetmen: Can Apaydın, Emre Noyan
Yapım şirketi: Böcek Yapım Yönetmen: Ozan Yalabık Medya ajansı: Mindshare Medya planlamacı: Özlem Ciragoz, Tugce İyisan Kullanılan mecralar: TV, Dijital
Yaratıcı grup: Ekin Arşiray, Mustafa Ölemez Müşteri ilişkileri grubu: Pınar Sarp, Taflan Dinçer Yörük, Feza Turunçoğlu Erim Stratejik planlama: Pelin Aydın Ajans prodüktörü: Meltem Köse, Hülya Efe Toptaş
En Özel An Yaşadığımız An... Reklam Filmi Künyesi Reklamveren: Karaca Porselen Reklamveren yetkilisi: Fatih Karaca, Hasan Hemşindereli, Sultan Köse Reklam ajansı: Alice BBDO Yaratıcı grup: BBDO kreatif ekip Müşteri ilişkileri: Aslı Önal, Aylin Tüzüner Stratejik planlama: Haluk Sicimoğlu Yönetmen: Özer Fevzioğlu Yapımevi: Traffic Film Medya Planlama: MindShare Karaca Porselen, yeni reklam filmiyle önemli öğüt veriyor “ En Özel An Yaşadığınız An”dır. Alice BBDO Reklam Ajansı’nın gerçekleştirdiği Karaca’nın yeni reklam filminde, bir anne ve kızının en özel anlarına şahit oluyoruz. Herkesin kalbine dokunacak Karaca Porselen’in reklam filmindeki bu sıcacık anne-kız hikâyesi, kalıplaşmış alışkanlıklarımıza dikkat çekiyor ve şu mesajı veriyor : “Siz de en güzel masa örtülerinizi, en sevdiğiniz porselen takımlarınızı kendiniz ve sevdikleriniz için yerlerinden çıkarın. Unutmayın en değerli an yaşadığınız andır.” marketing europe & anatolia / 39
Kampanyalar
Sen de iyi demlendin... Çay tutkunlarına çayın en lezzetlisini sunan Lipton, yeni promosyon kampanyasının reklam filmi için Türkiye’nin en sevilen oyuncularından Ozan Güven’le anlaştı. Reklam filminde Ozan Güven, ilk kez bir animasyon karakteri olarak konumlandırılan Lipton Poşet Çay’ı sıcak su dolu bardağa daldırarak bir yandan çayını demlerken bir yandan da Poşet Çay’a kampanyanın ödüllerini söyletiyor. Dağıtılacak ödüllerin 100 iPad, 10 Vespa ve 5 Mini Cooper olduğunu öğrenen Ozan Güven, Poşet Çay’a “Sen de iyi demlendin” deyip demlenen çaydan bir yudum aldıktan sonra keyifle arkasına yaslanıyor. Reklam Filmi Künyesi Reklamın başlığı: Lipton “Bardak Poşet Çay” Reklamveren: Unilever Reklamveren yetkilisi: Leyal Eskin, Sevgi Gür,Nihan Kayı, Derya Cantutan, Mert Yantaç, Merve Küçüker Reklam ajansı: Güzel Sanatlar Saatchi & Saatchi Yaratıcı yönetmen: Kerem Kanık, Cem Akar Yaratıcı grup: Bora Adalı, Özgür Akpınar, Emre Gökdemir, Oğuzhan Dilek Müşteri ilişkileri grubu: Ayse Evin, Rengin Sözeri
Stratejik planlama: Yelda Aktuna, Zeynep Demirci Ajans prodüktörü: Elif Binay Yapım şirketi: Dijital Sanatlar Medya ajansı: Mindshare Medya planlamacı: Özlem Ciragöz, Tuğçe İyisan, Arif Topçu, Kerem Gürel Kullanılan mecralar: TV, internet, basın
Ev dediğin nedir?... Hurriyetemlak.com’un reklam filmi çekimi bir gün sürdü, çekimlerde 40 kişi görev yaptı. Kampanyanın radyo, internet, açıkhava ve sosyal medya çalışmaları da bulunuyor. İstinye’de yapılan reklam filminin çekimlerinde “Ev dediğin nedir?” sorusu sorulan herkes hayalindeki evin tarifini yapıyor. Facebook’un en hızlı ev dedektifleri aranıyor
40 / marketing europe & anatolia
Hurriyetemlak.com, kampanya kapsamında sosyal medyada eğlenceli bir oyun düzenliyor. Ayrıca Twitter’daki #evdediğinnedir? etiketi ile herkes, ev hakkındaki yorumlarını paylaşabiliyor. Reklam Filmi Künyesi: Reklamveren: Hürriyet Emlak Reklamveren Yetkilisi: Ebru Deniz Karahan, Zeynep Olgaç Reklam Ajansı: Gram İstanbul Yaratıcı Yönetmen: Tarık Akın Reklam Yazarı: Serhan Özden Sanat Yönetmeni: Altuğ Demirel Müşteri Grubu: Simla Pamuk, Yaşam Şamlıoğlu Yapım Şirketi: Çeyrek Yapım Sacit Altun Yönetmen: İrfan Yılmaz Görüntü Yönetmeni (D.O.P): Özgür Polat Prodüktör: Elif Akarsu Müzik: Cudi Genç Seslendirme: Nuri Karadeniz Animasyon: ABT stüdyo Mecra: TV, radyo, internet, açıkhava, sosyal medya Reklam Filminin Süresi: 32 sn, 19 sn
Kampanyalar
Hollywood’dan değil Rodimood’dan... Clint Eastwood’un tıpatıp benzeri ve Hitman filmi oyuncusu Phil Novak, başarılı Türk Pop Müziği sanatçısı Burak Kut, sevilen dizi Seksenler oyuncularından Ceyhun Fersoy ve Begüm Öner RodiMood reklamlarında buluştu. RodiMood ve Turkcell’in aylık 75 TL alışverişe 187,5 dakika kazandırdığı kampanya için bir araya gelen isimler eğlenceli bir reklam çekimi gerçekleştirdi. Movida Plus MAP reklam ajansının kurguladığı, 4Films prodüksiyon şirketine ait reklam filmi, Yönetmen Levent Onan tarafından Deposite Alışveriş Merkezi’nde çekildi. Reklam Filmi Künyesi Reklamveren: RodiMood Reklamveren Yetkilisi: Hakkı Kaya OCAKAÇAN Reklam Ajansı:Movida Plus MAP Yaratıcı Yönetmen: Oğuzhan AKAY Yönetmen: Levent ONAN Yaratıcı Grup: Erdal GÜNGÖR, Deniz AKYILDIZ, Utku SOBAY, Gülçin KAĞNICI, Gamze TEKER, Kubilay ŞENYİĞİT Müşteri İlişkileri: Gaye AYIK, Kübra KARA, Ulviye YILMAZ Prodüksiyon: 4Films Oyuncular:Phil NOVAK, Burak KUT, Ceyhun FERSOY,
Begüm ÖNER Görüntü Yönetmeni (D.O.P): Emre Tanyıldız Jingle: Nil Karaibrahimgil, Jingle House Mecra: TV, radyo, dijital, açık hava, satış noktaları Reklam Filminin Süresi: 60 saniye
ab yapının yeni reklam filmi... EFS reklam tarafından hazırlanan ab yapının yeni reklam filminin çekimleri tamamlandı. Eksantrik Prodüksiyon’un yapımcılığını üstlendiği filmin yönetmenliğini Abdullah Ekşioğlu gerçekleştirdi. Sekiz farklı layerdan oluşan film, teknik özellikleriyle de beğeni kazanacağa benziyor. Reklam Filmi Künyesi Reklamveren: AB Yapı Reklamveren Yetkilisi: Ergun Sölemez Reklam Ajansı: EFS Reklam Yaratıcı Yönetmen: Dilşah Uğurlu Yönetmen: Abdullah Ekşioğlu Prodüksiyon: Eksantrik Prodüksiyon Yapımcı: Elvin Ekşioğlu Görüntü Yönetmeni (D.O.P): Adnan İşbilir Mecra: TV Reklam Filminin Süresi: 26 saniye
marketing europe & anatolia / 41
Kung Fu Pa
Gezi
anda’ nın ülkesi... Kung Fu Panda’ nın ülkesi. Çin oldum olası bana çok ilginç gelmiştir. Aslında 1 ay gibi bir zaman ayırıp baştan aşağı gezmek gerek Çin’ i. Ama ben bu seferlik sadece Şangay’ ın bir kısmını gezebildim. Vaktimiz az olduğu için gezi, alış veriş merkezleri ve barlarla sınırlı kaldı.
Fotoğraflar ve yazı Seval Duban Kung Fu Panda’ nın ülkesi. Çin oldum olası bana çok ilginç gelmiştir. Aslında 1 ay gibi bir zaman ayırıp baştan aşağı gezmek gerek Çin’ i. Ama ben bu seferlik sadece Şangay’ ın bir kısmını gezebildim. Vaktimiz az olduğu için gezi, alış veriş merkezleri ve barlarla sınırlı kaldı. İzlediğim filmlerdeki ilginç görüntüler yüzünden oldum olası hep Çin cezbetmiştir beni. Farklı bir kültür ve farklı bir coğrafya. Umarım bir gün daha uzun süreli bir gezi yapma şansım olur. Ben bu yazıda Şangay’ dan bahsedeceğim. Şangay, Yangtze Nehri deltasında kurulmuş en büyük ve en kalabalık şehir olma özelliğine sahip. Ayrıca da en önemli liman kenti. İstanbul, Şangay arası yaklaşık 11 saat sürüyor. Uzuun uçak yolculuğundan sonra 88 Nanjing Raod’ daki otelimize
lim diye anlaşmışlardı. Şangay’ da her yere taksiyle gidebilirsiniz. Çünkü fiyatlar gerçekten çok ucuz. Yanlız giderken yol tarifinde çok ciddi sıkıntı yaşıyorsunuz çünkü çoğu İngilizce bilmiyor. Biz taksiye binmeden önce resepsiyondaki görevliye gideceğimiz adresin Çincesini bir kağıda yazdırdık ve sonra taksiyle Brezilya restaurantına gittik. Brezilya lokantasının etleri ve şarapları gerçekten çok iyiydi. Siz masaya oturuyorsunuz, servis açılıyor ve sonra siz tamam diyene kadar çeşit çeşit et servis ediliyor. Yemeğimizi yedikten sonra sindirimi hızlandırmak için en yakın bara kadar yürüdük. Belki biraz dans sindirime yardımcı olur dedik. Fakat ortam ve çalan müzikler bizi kesmeyince aheste aheste otele geri dön-
varıyoruz. Otelimiz Radisson Blu Hotel. Üzerinde kocaman cam kafesi olan merkezde bir otel. Biz akşam üzeri otele vardık ve biz vardığımızda hafif yağmur başlamıştı. Şangay gezimiz Paskalya Bayramına denk gelmişti. O yüzden de heryerde tavşan ve renkli yumurtalar görmek mümkündü. Otelin lobisine de minik tavşanların dolandığı bir alan yapmışlardı. Eşyalarımızı odamıza bırakıp yemek için dışarı çıktık. Daha yoldayken bizim çocuklar Brezilya lokantasına gide-
dük. O kadar uzun yolculuk ve yemekten sonra uyku çok güzel geldi. Ertesi gün kahvaltı için restauranta gittiğimde hayal kırıklığına uğradım. Hiç bana göre bir şeyler yoktu. Bari dışarı çıkıp bir şeyler bakalım dedik. İşte o sırada ben otelin karşısındaki Haagen Dazs’ı gördüm. Fakat henüz açılmamıştı. Açılışa 5 dakika olduğu için arıza çıkarıp milleti orada beklettim. Bir tane pasta yemeden şuradan şuraya adımımı atmam diyerek tehditler savurdum. Kardeşimle birlikte olduğumuz için ve kardeşim de sürekli kaybolmamdan marketing europe & anatolia / 43
Gezi
korktuğu için hayır diyemedi. Neticede ben 3 tane nefis pastayı orada halledip günlük enerji ihtiyacımı karşıladım. Tabii benden başka tatlıyla kahvaltı eden olmadığı için çocuklar aç kaldı. Onlarıda doyurmak için sokakta dolanırken onlar da Mc Donald’s’ ta yemeğe karar verdiler. Bence hamburger ile kahvaltı etme fikri gerçekten çok korkunç. Kahvlatı olayını da atlattıktan sonra alış veriş için dolanmaya başladık. Normalde Şangay çok kalabalık bir şehir fakat hafta içi mesai saatleri içerisinde sokaklar çok da kalabalık olmuyor. Şangay’ da alış veriş için kocaman gökdelenler var. Ama bizim buradaki AVM’ ler gibi janjanlı değiller. Son derece sadeler. Çin’ de her ürünün sahtesini bulmak mümkün. Bu kocaman AVM’ lerde aklınıza gelebilecek her şeyi bulabiliyorsunuz. Bizim gittiğimiz AVM’ nin adı 587. Bir çok marka ürünlerini Çin’ de yaptırıyor. Bu ürünlerin üretim fazlaları da buralarda el altından satılıyor. Ama onlarda vitrinlerde sergilemiyorlar. Eğer satıcı size güvenirse gidip bir yerler alıp getiriyor ya da sizi labirent gibi yerler44 / marketing europe & anatolia
Yanlız Çin’ de alış veriş yaparken çok sıkı pazarlık etmeniz gerekiyor. Ben ilk kez geldiğim için bu konuda çok beceriksizdim.
den geçirip gizli bölmelere götürüyorlar. Oradan da üretim fazlası ürünleri alabiliyorsunuz. Yanlız Çin’ de alış veriş yaparken çok sıkı pazarlık etmeniz gerekiyor. Ben ilk kez geldiğim için bu konuda çok beceriksizdim. Ama zaten oldum olası pazarlık yapmayı sevmem, zaten beceremem de. Neyse ki burada kardeşim duruma el attı. Burada 100 yuan dedikleri bir şeyi 15 yuana alabiliyorsunuz. Ama sizi çileden çıkartıyorlar. Bir şey beğeniyorsunuz, fiyat soruyorsunuz. Fiyatını söylüyor, sonra siz fiyat teklif ediyorsunuz, hayır cevabı geliyor. Sonra teşekkür edip mağazadan çıkıyorsunuz. Siz 3-4 dükkan ilerleyince arkanızdan koşup sizi yakalıyorlar ve tamam diyorlar. Bu durum her mağazada tekrarlanıyor. O yüzden alış veriş etmek gerçekten çok yorucu. Mehter marşında dans eder gibi. Mağazalardaki bir çok tezgahtar nereden geldiğimizi sordu. Türkiye cevabını aldıklarında çoğundan “hoşgeldin arkadaş” lafını duyduk. Belli ki çok fazla Türk ile temas halindeler.
Gezi
Bu yorucu alış veriş olayından sonra çıkıp biraz da caddelerde dolaştık. Otele yaklaşırken bir yerlerden hoş bir müzik geldi kulağımıza. Müziğin geldiği yöne doğru yürüdüğümüzde sokakta insanların dans ettiğini gördük. Fakat dans edenlerin yaş ortalaması gerçekten çok yüksekti. Muhtemelen gençler iş yerlerinde oldukları için öyleydi. Biz de dans eden kalabalığa karışıp bir iki dans ettikten sonra bir şeyler yemek için yine aranmaya başladık. Çin’ de akşamları yemek hiç sorun olmuyor çünkü bir sürü restaurant var. Ama sabah ve öğlen saatlerinde yiyecek bir şeyler bulmak gerçekten çok zor. Kullandıkları yağın kokusu çok ağır. Satılan şeyin ne olduğunu anlamak ise mümkün değil. İşin kötü yanı hiçbir şeyin İngilizcesi yazmıyor. Herşey Çince. Sokaklarda yiyecek bir şeyler bulmak için dolanırken ben yine tatlı satan bir yer buldum. Fakat buradaki tatlıların tadı yok. Adamlar hiç şeker kullanmıyorlar. Çok sinir bozucu. Yediğiniz pasta
Çin’ de akşamları yemek hiç sorun olmuyor çünkübir sürü restaurant var. Ama sabah ve öğlen saatlerinde yiyecek bir şeyler bulmak gerçekten çok zor. hiçbir şeye benzemiyor. Ben normalde çok şekerli tatlıları sevmem ama bunlar hiç şeker kullanmamış. Ben hayal kırıklığına uğramış bir şekilde oradan çıktım. Neyse ki sonra kardeşim bir Starbucks buldu ve hiç olmazsa bir sandviç yiyip kahve içebildik. Bu küçük atıştırmadan sonra kardeşim yorulduğu için odaya uyumaya çıktı ama benim hiç uyumaya niyetim yoktu. O yüzden dışarı çıkıp dolaşmaya karar verdim. Ama kardeşim kaybolurum diye hemen karşı çıktı. Aslında haklı da çünkü sokak tabelalarında sadece Çince yazıyor ve heryer çok karmaşık. Ama
ben onu bir şekilde ikna edip çıkmayı başardım. En kötü ihtimal cep telefonundan ulaşıp resepsiyondaki abiden yol tarifi isteriz diye konuştuk. Dışarı çıkıp caddeleri dolanmaya başladım ki dikkatimi yeraltı çarşıları çekti. Buralar Karaköy ve Eminönü’ ndeki yeraltı çarşılarına çok benziyordu. Tek kötü yanı yoğun yağ kokusuydu. Sanıyorum kızartmalarda palm yağı kullanıyorlar. Benim gibi aşırı koku alan biri için bezdirici olabiliyor. Yemek satan kısımları koşar adım geçtikten sonra baharat satan bir bölüme vardım. Burada yüzlerce çeşit baharat ve bitki çayı satılıyordu. Fakat hepsinin üzerinde Çince yazıyor ve hiç kimse İngilizce bilmiyor. Ben merakla tüm bitkileri inceliyorum ama hiç bir halt anlamıyorum. İşin kötüsü bu insanlar vücut dilinden de anlamıyor. 2 tane sandviç alabilmek için göbeğim çatladı bir keresinde. Parmakla 2 işareti yapıyorum adam gelip parmaklarıma bakıyor ne olmuş diye. Oturup ağlayasım gelmişti. En sonunmarketing europe & anatolia / 45
Gezi
da tezgahın arkasına geçip kendim aldım. Tabii bitki çayı konusunda sandviç kadar başarılı olamadım. Neyse ki yeşil çay ve yasemin çayını tanıyordum da onları almak kolay oldu. Bir de göbek yağlarını işaret ederek yağ yakıcı çay almayı başardım. Bu yer altı çarşılarında yeterince oyalandıktan sonra otele döndüm. Fakat kardeşim uyuya kaldığı ve telefonu da duymadığı için kapıda kaldım. Neyse ki akşam yemeğine geç kalmamak için telefonun alarmını kurmuş da ona uyanıp beni aramış. Sonra hep birlikte akşam yemeği için dışarı çıktık. Bu sefer güzel bir Çin lokantasına gittik. Fakat gidiş yine işkence oldu. Adresin Çincesini yazdırmış olmamıza rağmen taksi ile kaybolduk. Epey dolandıktan sonra nihayet mekanı bulduk. Sonradan öğrendik ki Çin’ de 21 farklı lehçe varmış. O yüzden bizim adresi okuyamamış taksici abi. Yemek siparişimizi verdikten sonra çubuklarla yemek yiyebilmek için küçük bir antreman yaptık. Şimdiye kadar herkeseten Çin yemeklerinin kötü olduğuna dair duyumlar 46 / marketing europe & anatolia
Şimdiye kadar herkeseten Çin yemeklerinin kötü olduğuna dair duyumlar almıştım. Fakat burada yediğimiz yemekler gerçekten çok nefisti.
almıştım. Fakat burada yediğimiz yemekler gerçekten çok nefisti. Aklımda kalan ördekli börek, taza fasulye, diğerlerinin ne olduğunu hiç hatırlamıyorum. Fakat yemekler de soslar da şarap da çok lezzetliydi. Tabii biz yine yemek ve içki olayının dibini çıkardık. Baktık ki saat epey geç olmuş gidip uyuduk. Ertesi sabah ben yine soluğu Haagen Dazs’ ta aldım, bizimkiler de Mc Donald’s’ta.Sonra da bir başka AVM olan technology museum denen yere gittik. Ama orası otelden uzak olduğu için metro ile gitmemiz gerekti. O kadar kalabalığın içinde tek sarışın olmak tuhaf oldu. Metro yolculuğundan sonra nihayet technology museum’ a vardık. Ben technology lafını duyunca elektronik şeyler satan bir yer bekliyordum ama öyle olmadı. Buranın da 587’ den pek bir farkı yoktu. Ben artık alış verişten bezdiğim için bizimkilerin peşinde bir oraya bir buraya sürüklenip insanları izledim. Neredeyse tüm günü orada geçirdik. Sonra yorgun argın yine metro ile otele döndük. Bizim çocuklar metroda kendilerine eğlence buldular.
Gezi
Odaya çıkar çıkmaz yatağa uzanıp ayaklarımı duvara diktim. Yaklaşık bir saat böyle durduktan sonra yeniden ayaklarım olduğunu hissettim. Dinlenme olayını hallettikten sonra otelin restaurantına inip bir şeyler yedik. Bu gece Şangay’ ın güzel barlarından birine gidecektik. Otelden çıkıp taksiyle barın olduğu yere geldik. Mekan deniz kenarında bir gökdelenin en üst katında. Ve terasından muhteşem Şangay manzarası seyretmek mümkün. Barın ismini Bar Rouge. Buraya daha çok yabancılar geliyormuş. Çok az Çinli var, onlar da kadın. Yanlız Çin’ deki herkes hemen hemen aynı boyda ve birbirlerine çok benziyorlar. Fakat buradaki kadınlar hem uzun boylu hem de çok güzellerdi. Ben herhalde bunlar farklı bir yerde yaşıyor diye yorum yaparken kardeşim “onlar travesti” diyerek konuyu anlattı. Çin’ de pek güzel kadın yok ama çok güzel travestiler var. Bu mekanın müzikleri de, ortamı da, içkileri de gayet iyiydi. Biz ayrıldığımızda neredeyse sabah olmak üzereydi. Ertesi gün yine kahvaltımızı yaptıktan sonra yine dışarı çıktık. Ama bugün alış veriş yok. Sokaklarda avare ava-
Burada ana yollar genelde çok büyük. Neredeyse 8 şeritli. Trafik çok yoğun oluyor zaman zaman. Arabalar akın akın geçiyor.
re dolanmak var. Otelden çıktığımızda şuuşayn şuuşayn diye sesler geliyordu sağdan soldan, ben de merakla acaba ne yapıyorlar bunlar diye merak ediyordum ki şuuşayn’ dan sonra bir küfür patladı arkamızdan. Biri Türkçe ana avrat sayıyordu. Meğerse şuuşayn bildiğimiz shoe shine’ mış ve bizimkilerden birisinin ayakkabı ile birlikte pantolunu da boyayınca bizimki patlamış. Şangay’ da çok güzel binalar görmek mümkün. Kocaman gökdelenlerin arasına sıkışmış tarihi binalar da mevcut ve bence bunlar şehri daha estetik gösteriyor. Burada ana yollar genelde çok büyük. Neredeyse 8 şeritli. Trafik çok yoğun oluyor zaman zaman. Arabalar akın akın geçiyor. Herbiri yolun ortasından dönse de kimse çarpışmıyor. Yeşil ışıklar yandığında caddeler karınca sürüsü gibi oluyor. Burada arabadan çok bisiklet kullanılıyor aslında. Sokaklarda dolanıp etrafı gezdikten sonra biz de parkta oturup dinlendik. Sonra da otele gidip dönüş yolculuğu için bavullarımızı topladık. Fakat bu gezi beni hiç tatmin etmedi. Umarım tekrar gitme şansım olur.
marketing europe & anatolia / 47
Sinema Ali Erdem Ekşioğlu
James Bond...
Efsanevi seri James Bond 50. Yılını kutluyor. Şu ana kadar altı birbirinden yetenekli oyuncu tarafından canlandırılan dünyanın en sevilen ajanı yüz değiştirse de karakteri ve karizmasından asla vazgeçmedi. 23 filmdir devam eden serinin son filmi Skyfall 2 Kasım tarihinde Türk seyircisinin beğenisine sunulacak. Müthiş bir aksiyon ve macera serisi olan ve kendince bir marka oluşturmuş hikaye ilk olarak Sean Connery tarafından canlandırılmıştı. Terence Young’ın yönetmenliğini yaptığı filmin bütçesi 1.100.000$ olup Skyfall’un bütçesinin yaklaşık 200’de birine denk geliyordu. Serinin her filminin çekimleri ya da vizyona girişi dünya çapında 7'den 70'e büyük heyecan yarattı ve yaratacak. Skyfall serinin 23. Filmi olan Skyfall'da üçüncü kez James Bond rolünü üstlenen David Craig, 1995’den beri “M” rolünde oynayan Judi Dench, “No Country for Old Men” filminde “Anton Chigurh” rolünü üstlenen Javier Bardem (Silva), Harry Potter serisinde İsmi lazım değil (Lord Voldemort)’u canlandıran Ralph Fiennes (Garreth Mallory) ve MoneyPenny (Eve) rolünde Naomie Harris gibi zengin bir kadro yer alıyor. Film Sam Mendes tarafından yönetildi. Daha önce “American Beauty” filmi ile en iyi yönetmen oscarını
48 / marketing europe & anatolia
( reklam arası sinema) kazanan Mendes, ilk Bond filminde hayranları pek de hayal kırıklığına uğratmayacak gibi görünüyor. Filmde serinin getirdiği mükemmellik duygusunun yanında benim gözümde bazı eksiklikler bulunuyor. Hikayede anakronik unsurlar ilk bakışta göze batıyor. Örneğin film Moneypenny (Eve)’in takıma katılışını yani geçmişte yaşanmış bir olayı anlatıyor. Buna rağmen James Bond eski ve yaşlı bir ajan olarak ele alınıyor, bütün hikaye sanki günümüzde geçiyormuş gibi yansıtılmış. Ayrıca filmin sürprizini bozmamak istediğim için yazmadığım seyrettiğinizde sizin de dikkatinizi çekecek kronolojik hatalar hayranları çok mutlu etmeyecek gibi. Bunun dışında 1999 yılında yine İstanbul’da geçen sahnelere sahip “The World is Not Enough”’ın aksine Türkiye beyaz perdeye oryantalist bir yaklaşım ile yansıtılmış ve ilkel gösterilmiş. İstanbul dar sokaklar ve sıkışık pazarlarla orta doğu ülkelerine benzetilmiş. Bu kadar gurur duyduğumuz şehri doğru tanıtamamak bence biraz da bizim suçumuz. Bu konu hakkında kızılması gereken biri varsa önce kendimize bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Ama yine de son zamanların en güzel Bond filmlerinden biri olan Skyfall’u aksiyon ve macera severlere tavsiye eder iyi seyirler dilerim.
Kültür - Sanat
Babaannem 100 Yaşında... Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi, 6 Kasım Salı akşamı, Tiyatroadam tarafından sahnelenen, yönetmenliğini ünlü oyuncu Zafer Algöz’ün üstlendiği, “Babaannem 100 Yaşında” oyununa evsahipliği yapacak. Buenos Aires’in varoşlarında yaşayan İtalyan kökenli, orta sınıftan bir göçmen ailenin reisi olan Carmelo; obur babaanneye, kız kurusu Anyula’ya ve yıllardır kendini beste yapmaya adamış, hiç bir işe yaramayan sözde sanatçı kardeşi Chicho’ya bakabilmek için sürekli çalışmasına karşın evi geçindirmekte gün geçtikçe zorlanır. Bulduğu her şeyi anında büyük bir zevkle tüketen babaanneyi doyurmada Carmelo’nun pazar tezgâhındaki mallar bile yetersiz kalır. İşleri her geçen gün biraz daha kötüye giden Carmelo, aileyi geçindirebilmek, daha doğrusu babaanneyi doyurabilmek için yeni çözüm yolları aramaya başlar. Bunlardan biri de babaanneyi evlendirerek ondan tamamen kurtulmaktır. Bu önerinin kabulünden sonra işler iyice çığırından çıkar ve babaannenin her şeyi silip süpüren iştahıyla tüm ailesinin, çevresindeki herkesin birer birer yok oluşunun acıklı-gülünç öyküsüne tanık oluruz.
Neşet Günal, Kibele’de...
Rusya’dan Sevgiler...
İş Sanat Kibele Galerisi yeni sezona, mükemmel deseni, kusursuz kompozisyonu ve güçlü anlatım biçimiyle Türk resminin en önemli ustalarından biri olan Neşet Günal’ın restrospektif sergisiyle başlıyor. Kibele Galerisi 11 Ekim Perşembe günü açılacak sergi ile usta ressamın 1946’dan 2001’e kadar ürettiği eserlere ev sahipliği yapıyor. İş Sanat Kibele Galerisi 2012-2013 sezonunun ilk sergisinde Türk resminin en büyük ustalarından Neşet Günal’ın eserlerini sanatseverlerle buluşturuyor. 11 Ekim-1 Aralık 2012 tarihleri arasında sanatseverlerin ziyaret edebileceği restrospektif sergi figüratif resim sanatının Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden Neşet Günal’ın 1946’dan 2001’e kadar ürettiği portre ve desenlerinin yer aldığı özel bir seçkiden oluşuyor.
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) yeni sezonunda da dünyaca ünlü solistlerle aynı sahneyi paylaşmaya devam ediyor. Kasım ayında Rusya’nın uluslararası üne sahip keman sanatçılarından Viktoria Mullova BİFO’nun konuğu olarak müzikseverlerle buluşacak. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) yeni sezonunda ünlü isimleri müzikseverlerle buluşturmaya devam ediyor. Sezonun yıldız konuklarından biri, İstanbulluların yakından tanıdığıViktoriaMullova. Sanatçı 8 Kasım Perşembe akşamı 20.00’de Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda BİFO eşliğinde bir konser verecek. Mullova, BİFO ile birlikte vatandaşı Şostakoviç’inen zor ve en beğenilen eserlerinden biri olan 1. Keman Konçertosu’nu seslendirecek.
50 / marketing europe & anatolia
Kültür - Sanat
7.Contemporary Istanbul’da...
Contemporary Istanbul, dünyanın dört bir yanından uluslararası galeri, koleksiyoner ve sanatseveri İstanbul’da 7. kez bir araya getiriyor. 22-25 Kasım 2012 tarihleri arasında İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile İstanbul Kongre Merkezi’nde 16.000 m2’lik alanda gerçekleşecek olan 7. Contemporary Istanbul’a dünyanın
en önemli galerileri arasında yer alan Marlborough Gallery de katılacak. Ana sponsorluğunu Akbank Private Banking, ortak sponsorluğunu Zorlu Center ve Yıldız Holding’in üstlendiği 7. Contemporary Istanbul’a 55’i yurt dışı, 45’i yurt içi olmak üzere 100 çağdaş sanat galerisi ve 600 sanatçı katılacak. Her geçen yıl daha zengin içerik ve katılım ile devam eden Comtemporary Istanbul’da bu kez dünyanın en önemli galerilerinden biri olarak kabul edilen Marlborough Gallery de yer alacak. Türkiye’nin ilk çağdaş sanat haftası Art Istanbul; sergi açılışları, sanatçı ve küratör eşliğinde sergi gezileri, sanatçı konuşmaları, atölye çalışmaları, rehberli turlar, yürüyüş rotaları, galeri uzun geceleri, parti ve etkinliklerden oluşan zengin içeriği ile 19 – 25 Kasım haftasını sanatseverler ve koleksiyonerler için çok özel bir hafta haline getiriyor Tüm detaylara Contemporary Istanbul’un yenilenen web sitesi www.contemporaryistanbul.com’dan ulaşabilirsiniz. Art Istanbul programı için www.artistanbul.org adresini ziyaret edebilirsiniz.
Hoşçakal İstanbul... Çırağan Palace Kempinski Sanat Galerisi, Kasım ayında, elleri altmış dokuz yıldır boyalı, seksen altı yaşındaki Fikret Otyam ustanın “Hoşçakal İstanbul” adlı sergisine evsahipliği yapıyor. Sergi, Otyam ustanın fırçasından tuval üzerine akrilik boyalarla yapılan Anadolu’nun kara gözlü emekçi kadınlarını, dağlarını derelerini, göllerini denizlerini, “illa” hem ak hem kara keçilerini, eşeklerini, birbirinden değişik evlerini, kara kıl çadırlarını, pamuk tarlasında ömür tüketenlerini sanatseverlerle buluşturuyor. Fikret Otyam, 1952 yılında İstanbul Maya Sanat Galerisi’nde açtığı ilk sergisinden 60 yıl sonra sanat yaşamını bu çok özel sergisiyle Çırağan Palace Kempinski Sanat Galerisi’nde açılıyor. Ustanın tuval üzerine akrilik boyalarla yapmış olduğu eserlerinden oluşan sergi 7 Kasım’dan 27 Aralık’a kadar Çırağan Sarayı’nın giriş katındaki Sanat Galerisi’nde günün her saati ücretsiz olarak sanat severlerin ziyaretine açık
marketing europe & anatolia / 51
Nostalji
52 / marketing europe & anatolia