Medikal Teknik Haziran'15

Page 1








Editörden

İMTİYAZ SAHİBİ İstmag Magazin Gazetecilik İç ve Diş Tic. Ltd. Şti. adına H. FERRUH IŞIK GENEL MÜDÜR MEHMET SÖZTUTAN mehmet.soztutan@img.com.tr EDİTÖR GÖKÇE PAZARLIKLI gökce.pazarlikli@img.com.tr REKLAM KOORDİNATÖRÜ AHMET ERASLAN ahmet.eraslan@img.com.tr GRAFİK TASARIM Tayfun AYDIN tayfun.aydin@img.com.tr

Doğadan ve doğaldan şaşmamalı…

SORUMLU MÜDÜR CÜNEYT AKTÜRK cuneyt.akturk@img.com.tr

D

oğanın mükemmel bir dengesi ve iyi programlanmış bir düzeni var. Muhteşem döngüsü bozulmadıkça doğa, önemli hastalıklara yakalanmamıza izin vermiyor. Doğal hayata programlanmış çarklar hızla dönerken; yabancı maddeler çarkın dişlilerine takılıp, onlara zarar veriyor. Çark zorlanıyor, aşınıyor, duruyor… Eğer atalarımız doğanın döngüsüne kendilerini bırakıp; teknolojiyi sağlıksız gıdalar, zararlı alışkanlıklar, hava kirliliği, doğanın tahribatı gibi yanlış sonuçlara gidecek şekilde kullanmasalardı; belki de kanser, kalp, hipertansiyon, diyabet gibi hastalıklar genetiğimize hiç işlemeyecekti. Doğaya başkaldırmak insanlığa pahalıya mal oldu. Bu ay anne sütü hakkında yazmak beni hem eski günlere götürdü, hem de bu konuda bilgilerimi paylaşma fırsatı bulduğuma sevindim. Ben iki bebeğime de altı ay su bile vermeden emzirdim. Sonrasında da bir yıl daha diğer gıdaların yanında, geceleri ve istedikleri her an emzirmeye devam ettim. İki tane sağlıklı, turp gibi oğlum var. Ve rahatlıkla söyleyebilirim ki; küçük grip vakaları ve çocukluk hastalıkları dışında hasta olmadılar. Anne sütü öylesine kıymetli ki; bir damlası bile çok özel vitamin ve minerallerle dolu. Bilim adamları büyük bir sır olan ve bebeğin gelişimine göre formülü değişen anne sütünün içeriğini henüz tam olarak çözemediler. İlk 40 gün boyunca anne tarafından salgılanan kolostrum (ilk ağız) sütü, bebeğin zayıf bedeninde bir aşı kadar etkili ve bebeğe mutlaka verilmesi gerekiyor. Bu aşamada annelere, anneannelere, hastane personeline büyük görevler düşüyor. Çünkü bitkin, halsiz ve mutluluk sarhoşu olan yeni annenin bu dönemde şefkatli ve bilinçli bir ele ihtiyacı var. Bebeğe su, şekerli su, rezene çayı, mama, vb. verilerek, bebeği altın değerindeki kolostrum sütünün bir damlasından bile mahrum bırakmak bebeğin gelişimini etkileyebilir. Anne sütü ve sezaryen doğumları konularını mutlaka okuyunuz. Türkiye’de gereksiz yapılan sezaryen doğumları yüzünden zamanından önce alınan bebekler acil servisleri dolduruyor. Uzmanımızın dediği gibi; sezaryen bir doğum değil, ameliyat türüdür. Acil durumlarda hayat kurtarmak için yapılır. Anne doğum sancısı çekmesin, doktor saçma sapan saatlerde hastaneye çağırılmasın, her şey planlı programlı olsun diye bir bebeğin anne karnında sürmesi gereken gelişimine devam edememesi, mutlaka sorun yaratır. Bebeğin doğum sırasında kendini aşağıya itmesi ve o macera sırasında ciğerlerin farkında olmadan temizlenmesi gerekli. Yazının başında ne demiştik; doğanın mükemmel bir dengesi ve iyi programlanmış bir düzeni var. Doğanın döngüsünü bozmamalı, doğadan ve doğaldan şaşmamalı! Yeni neslin sağlığı için etrafınızdaki annelere ve anne adaylarına doğal ve doğru olan yolu göstermeyi görev edinin… Bu ay sizlerden gelen talep üzerine dergiye eklenen iki yeni bölümümüz var; “Sağlıklı Yaşam” bölümünde; doğadan gelen sağlık ve şifa dolu bilgileri, pratik çözümleri, ilginç konuları sizlerle paylaşarak, yaşam kalitenizi yükseltmenize yardım etmek istiyoruz. “Sağlıkta Kadın” bölümünde ise, sağlığımız için, bilim için, medikal teknolojiler ve tedaviler için var gücüyle çalışan kariyerli kadınların başarı öyküleri yer alacak. İlk konuğumuz; kriminolog, Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu önceki başkanı, Üsküdar Üniversitesi’nde rektör yardımcısı, Şiddet ve Suçla Mücadele Araştırma ve Uygulama Merkezi müdürü, “Masumiyet Projesi”nin mimarı, yazar, “Kanıt” dizisinin konsept danışmanı, TV programcısı, Adli Bilimler Profesörü Dr. Sevil Atasoy…

gökce.pazarlikli@img.com.tr

KURUMSAL İLETİŞİM MÜDÜRÜ EBRU PEKEL ebru.pekel@img.com.tr DIŞ İLİŞKİLER HAKAN KURT hakan.kurt@ihlasfuar.com MUHASEBE FİNANS MUSTAFA AKTAŞ muhasebe@img.com.tr ABONE İSMAİL ÖZÇELİK ismail.özcelik@img.com.tr CTP • BASKI İHLAS GAZETECİLİK A.Ş. Merkez Mah. 29 Ekim Cad. İhlas Plaza No: 11 A/41 Yenibosna - Bahçelievler / İSTANBUL +212 454 30 00

ADRES Evren Mah. Bahar Cad. Polat İş Merkezi B-Blok - No:1 Kat:4 Güneşli - Bağcılar - İstanbul Tel.:+90.212 604 50 50 Faks:+90.212 604 50 51 www.medikalteknik.com.tr e-mail: info@medikalteknik.com.tr İMG - Medikal Teknik Dergisinde yer alan makalelerdeki fikirler yazarlarına aittir. Yayınlanan ilanların sorumluluğu reklam verene aittir. İMG - Medikal Teknik Dergisi’nin bütün yayın haklarıİstmag Magazin Gazetecilik İç Ve Diş Tic. Ltd. ’ye aittir. Yazılar kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. aygın süreli bir yayın olan Medikal Teknik Dergisi ayda bir yayınlanır.


Yatırım

Bilim

Güncel Etkinlik

ındex

Hastane

Türk medikal sektörüne başbakanlık desteği Tam 100 yıl sonra; Anzaklar bu kez işbirliği için geldiler

Yaşlanmak tarih mi oluyor? Dünya Türk mucidi alkışlıyor!

Türk insanı tansiyon hastasi! “Sezaryen, bebeğin sağlığını çalıyor” Yıldızlı Projeler Yarışması 2015 Kafa tabanı anatomisi incelendi Nazilli Devlet Hastanesi’nde ilk kök hücre nakli Okmeydanı Hastanesi depreme dayanıklı olacak

ACTO................ Ön Kapak

EMS............................ 35

BEK TEKNİK................. 87

ANESMED.............Ö.K.İ.-1

FTS TURİZM............37-53

AKTİF KİMYA............... 89

MERCEDES.................... 9

TRİMPEKS..........41-43-45

FORTİS ORTOPEDİ........ 95

ÜZÜMCÜ..................... 11

AYDERSAN..............47-49

SAUDI LABEXPO........... 97

GAZİ KİMYA.............15-17

HAKER MEDİKAL ....51-67.

SLEEPWELL................. 99

DOPA.......................... 19

PRESTİJ..................57-59

VOLİ TURİZM..............103

SCA HİJYEN................. 25

MEDİKAR.................... 61

İHLAS PAZARLAMA......105

SELPAK......... ARKA KAPAK

TARTI......................... 63

İHLAS KOLEJİ.............107

ELMED........................ 27

TURKUAZ SAĞLIK......... 65

İHLAS ARMUTLU..........109

EAR TEKNİK . .......... A.K.İ.

TÜRKİYE HASTANESİ.... 69

HIGHTEX....................111

İSTEM......................... 29

MULTİKAN...............79-93

OTAMED................ 2-3-13

MES MEDİKAL..........31-33

ABEM KİMLYA............... 81

VARİTEKS................... 4-5


AKTÜEL

1,1 milyarlık dev şehir hastanesinin temeli atıldı Temel atma töreninde konuşan Bilim Sanayi Ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık: “Sağlıkta yerli üretime yatırım yapılmalı”

K

ocaeli’de yapılacak bin 180 yatak kapasiteli Kocaeli Şehir Hastanesi’nin temel atma töreni, Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın katılımıyla gerçekleşti. Temel atma töreninde konuşan Bakan Işık, “Türkiye eğer asgari ücretini daha yukarılara çıkarmak istiyorsa, ilaç ve tıbbi cihaz sektörüne daha fazla yatırım yapmak zorunda” dedi. Kocaeli’de sağlık alanında büyük bir yatırım daha hayata geçiriliyor. Kocaeli’nin İzmit ilçesinde yapılması planlanan Kocaeli Şehir Hastanesi’nin temeli, Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın katılımıyla atıldı. 1,1 milyar TL’lik dev yatırım Yaklaşık 1 milyar 100 milyon TL’ye mal ola-

8

Haziran 2015

cak, 6 ayrı bina şeklinde 322 bin metrekare alana kurulacak bin 180 oda kapasiteli Şehir Hastanesi’nin, 3 bin 390 araçlık kapalı otoparkı ve 75 bin metrekarelik yeşil alanıyla Marmara Bölgesi’nin sağlık üssü olması hedefleniyor. Düzenlenen törene Bakanlar Fikri Işık ve Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun yanı sıra Kocaeli Valisi hasan Basri Güzeloğlu, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zekeriya Özak, İl Sağlık Müdürü Mürsel Durmaz, siyasi partilerin il ve ilçe başkanları ve yerel yöneticiler, çok sayıda protokol davetlisi ve vatandaşlar katıldı. “Asgari ücreti arttırmak için sağlıkta yerli üretim şart” Temel atma töreninde konuşan ve Türkiye’nin son 12 yılda en büyük yatırımlardan birini de sağlık sektöründe gerçekleştirdiğini dile ge-

tiren Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, “2014 yıllında ilaç sektöründe ithalatımız 4.7 milyar Dolar, ihracatımız ise 856 milyon Dolar. Bu sektör Türkiye’nin en fazla cari açık verdiği sektörlerden bir tanesidir. Türkiye’de üretilen kutu ilaçların yüzde 73,5’i yerli üretimden karşılansa bile özellikle katma değeri yüksek ilaçlarda ciddi bir dış ticaret açığımız var. Dünyadaki tıbbi cihaz sektöründeki hacmin 350 milyar Dolar olduğunu belirten Bakan Işık, “Türkiye’de bu rakam 350 milyon dolar. İthalat ise 2.4 milyon dolar. Bakınız Türkiye’de özellikle bu sektörde 30 binden fazla istihdam var. Bu istihdam edilen kardeşlerimiz ortalama aylık ücreti 3 bin 334 TL. Türkiye eğer asgari ücretini daha yukarılara çıkarmak istiyorsa, Türkiye refahını yükseltmek istiyorsa işte ilaç ve tıbbi cihaz sektörüne daha fazla yatırım yapmak zorunda” diye konuştu.



AKTÜEL

“Hastane teknolojisi üreten ülke olmak istiyoruz” Hükümet olarak sağlık sektörünü, özellikle de ilaç ve tıbbi cihaz sektörünü Türkiye’nin gelişmesi noktasında ihtiyaç odaklı bir konu olarak el aldıklarını söyleyen Bakan Fikri Işık, “İstiyoruz ki, bu hastaneleri kurarken buradaki cihazları da yerli imkanlarla yönetelim. Tıbbi cihazlarımızda, dünya ile işbirliği yaparak yerli üretimi arttıralım.

Türkiye sadece hastaneye kavuşmakla kalmasın. Aynı zamanda hastane teknolojisini de üreten bir ülke olma seviyesine ulaşsın. Bunun için Sağlık Bakanlığımız’la çok önemli çalışmaları birlikte yürütüyoruz” diyerek son dönemde artan intihar vakalarının genetik olup olmadığı konusunda da Sağlık Bakanlığı ile ortak bir araştırma yaptıklarını dile getirdi.

Geciken Proje Bakan Işık’ın ardından söz alan Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’da hayata geçirmek istedikleri birçok projenin muhalefet tarafından açılan davalar yüzünden geciktiğini belirtti. Bu hastaneyi muhtemelen bu günlerde açılış planlamalarını yapacakken ne yazık ki bizi 3-4 yıl geciktirdiler. Yürütmeyi durdurma kararları aldılar. ‘Lafla peynir gemisi yürümez. Halka hizmet etmek için alın teri gerekir, beyin teri gerekir, beyin sızısı gerekir.’ şeklinde konuştu. Bin 180 yatak kapasiteli hastane 29 Ekim 2017’de açılacak Konuşmaların ardından 1,1 milyar TL’ye mal olacak olan Kocaeli Şehir Hastanesi’nin temeli protokol üyelerinin de katılımıyla atıldı. Ayrıca bakan Müezzinoğlu temel atma töreninde yüklenici firmadan, hastanenin 29 Ekim 2017’de açılması sözünü de aldı. İzmit ilçesi Cephanelik bölgesinde temeli atılan dev Şehir Hastanesi 494 yataklı Genel Hastane, 124 yataklı Kalp-Damar Hastalıkları Hastanesi, 246 yataklı kadın doğum hastanesi, 116 yataklı onkoloji hastanesi, 100 yataklı Rehabilitasyon Hastanesi ve 100 yataklı, yüksek güvenlikli Adli Psikiyatri Hastanesi olmak üzere 6 farklı ünite ile hizmet verecek.

10

Haziran 2015



Yatırım

Türk medikal sektörüne başbakanlık desteği Samsun’da kümelenen tıbbi cihaz ve medikal el aletleri sektörü Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’nın merceği altına girdi.

S

ektörü incelemek için ajanstan gelen heyet Samsun TSO Yönetim Kurulu Başkanı ve TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Salih Zeki Murzioğlu’nu da ziyaret ederek, görüş alışverişinde bulundu. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’ndan bir grup heyet, tıbbi cihaz ve medikal el aletleri sektörünü daha yakından tanımak amacıyla inceleme ve ziyaretlerde bulunmak üzere Samsun’a geldi. Heyette yer alan Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkan Yardımcısı Mustafa Rumeli, Kamu-Özel Sektör İş Birliği Daire Başkanı Ahmet Burak Dağlıoğlu ve Proje Direktörleri Ali Kamil Özmen, Samet Akyüz ve Mustafa Erdönmez, sektör ile ilgili görüş alışverişinde bulunmak üzere Samsun Ticaret ve Sanayi Odası (TSO) Yönetim Kurulu Başkanı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yönetim Kurulu Üyesi Salih Zeki Murzioğlu’nu da

12

Haziran 2015

ziyaret etti. Medikal kümelenme ajansın dikkatini çekti Ziyarette konuşan Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkan Yardımcısı Mustafa Rumeli, medikal kümelenme konusunun kendilerinin dikkatini çeken gir oluşum olduğunu belirterek, “Oldukça önemli olan bu sektörde Samsun’da büyük potansiyel görüyoruz. Samsun’da bu konuda oldukça ilgili. Bölgesel kalkınmayı stratejik bir yaklaşımla buluşturup hedefe varmaya çalışıyorlar. Biz bu yapıyı daha iyi anlamak için buradayız. Medikal kümelenmenin hedefi, potansiyeli nedir, biz nasıl işbirliği yapılabiliriz ve nasıl koordinasyon halinde kalabiliriz gibi konularda yapıyı yakın tanımak istiyoruz. Bu konuda ilgililerle görüşeceğiz. Samsun’u birçok ilimizle kıyasladığımız zaman avantajları olan bir ken-

timiz. Zaten gelişmişliği de bunu gösteriyor. Samsun’un her zaman gelişimin önü açık. OKA ile de yakın işbirliğimiz var. Medikal kümelenme konusunda da Samsun’un iyi bir yol kat edeceğini düşünüyoruz” dedi. Türk medikal sektörünün nabzı Samsun’da atıyor. Ekonomik döngüde işletmelerin varlığını sürdürebilmesi için kümelenme modelinin önemine dikkati çeken Samsun TSO Yönetim Kurulu Başkanı ve TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Salih Zeki Murzioğlu, “Ekonomilerin giderek birbirleriyle entegre olmasıyla yenilenen ticaret trendleri, kümelenme kavramının ön plana çıkmasına neden oluyor. Kümelenme, işletmelerin mevcut ticari çarkta kaybolup gitmemesini sağlayan bir çalışma modeli. Medikal sektöründe dünyada bilindiği gibi Almanya, Hindistan ve Türkiye ön planda.



AKTÜEL

Türkiye’de de medikal sektörü Samsun’da oluşmuş durumda. Samsun’da oldukça önemli ve dünyada stratejik bir sektör olan sağlık ekipmanlarının uluslararası rekabet edebilirliğini güçlendirebilmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bafra Organize Sanayi Bölgesi’nin bir etabını medikal sektörünün kümelenmesi adına bir yer ayırdık. Burası sadece Samsun adına değil ülkemiz adına da önemli bir kümelenme merkezi olacak” diye konuştu. Murzioğlu: “medikal sektörüne

14

Haziran 2015

destek veriyoruz” Tıbbi cihaz ve medikal el aletleri sektörünün Samsun ve Türkiye için önemine işaret eden Başkan Murzioğlu, “Medikal sektöründe gerçekten işini çok iyi yapan arkadaşlarımız var. Sadece ülkemizde değil, dünyada çok iyi tanınan bu sektörde arkadaşlarımız var. Biz de oda olarak medikal kümelenmeye daima destek veriyoruz. Sizin de bildiğiniz gibi Ekonomi Bakanlığı kümelenmede beş tane şehri pilot bölge olarak seçti. Bunlardan birisi de Samsun. Biz kümelenme konusun-

da ilk sıraya medikal sektörünü koyduk. Medikalcilerimizi Ekonomi Bakanlığımızın ve odamızın desteğiyle iki kere Almanya olmak üzere, Cezayir ve İtalya’da düzenlenen fuarlara götürerek ürünlerini sergiletip, tanıttırma imkanı sağladık. Tıbbi cihaz ve medikal el aletleri büyümeye elverişli bir sektör. İnşallah Bafra OSB’de kümelenmeyle birlikte Türkiye’de ve dünyada daha önemli bir yere sahip olacaklar. Bu sektörden umudumuz var ve biz de oda olarak her zaman gereken desteği vermeye gayret gösteriyoruz” şeklinde konuştu.



Yatırım

Tam 100 yıl sonra; Anzaklar bu kez işbirliği için geldiler Yeni Zelanda sağlık sektörünün en önemli markaları Türkiye’de iş yapmak istiyor. törü Günü’ her iki ülkenin de sağlık sektörleri için bir araya gelerek tecrübelerini aktarmak noktasında çok önemli bir fırsat sunduğunu belirterek, “Türkiye’nin, bütün dünyada ilgiyle takip edilen son 10 yılda gerçekleştirdiği sağlık sektöründeki büyük donuşumu öğrenmek ve aynı zamanda misafirlerimize Yeni Zelanda sağlık sektörü hikayemizi paylaşmak ilham vericiydi. Her iki ülke de sağlık sektöründe inovasyona ve gelişime büyük önem veriyor. Birlikte çalışmak ve işbirliği için inanılmaz potansiyel var” dedi.

Y

eni Zelanda sağlık sektörünün en önemli markaları, ürün ve hizmetlerini tanıtmak, Türkiye’deki yatırımları hakkında bilgi vermek için Yeni Zelanda Ticaret ve Kalkınma Ajansı (NZTE) önderliğinde İstanbul’da özel bir buluşma gerçekleştirdiler. Türkiye’den sektör temsilcilerinin de katıldığı ‘Yeni Zelanda – Türkiye Sağlık Sektörü Günü’ kapsamında yeni işbirliği fırsatları değerlendirildi. İlk kez 1915 yılında Çanakkale Savaşı’na ANZAC Birlikleri içerisinde savaşmak üzere gelen Yeni Zelanda ile Türkiye arasında 100 yıl önce bir trajediyle başlayan dostluk ilişkisi, giderek güçleniyor. Yeni Zelanda sağlık sektörü, işbirliği için Yeni Zelanda Ticaret ve Kalkınma Ajansı (New Zealand Trade and Enterprise-NZTE) önderliğinde, 21 Mayıs tarihinde İstanbul Çırağan Sarayı’nda sağlık teknolojileri sektörüne yönelik özel bir etkinlik düzenledi. Yeni Zelanda ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri derinleştirmesi amacıyla düzenlenen etkinliğe Yeni Zelanda’nın Türkiye Büyükelçisi Jonathan Curr ile Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Chai Chuah, Manukau Bölgesi Sağlık Kurulu Başkanı’nın yanı sıra T.C.Sağlık Bakanlığı temsilcileri ve Türkiye’den pek çok önemli sektör temsilcisi katıldı.

16

Haziran 2015

Yeni Zelanda Büyükelçisi Jonathan Curr etkinlikte yaptığı konuşmada ANZAK Birlikleri’nin Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yaptığı 1915’in yüzüncü yıldönümü nedeniyle 2015 yılının kendileri için çok önemli bir yıl olduğunun altını çizerek şunları söyledi: “Paylaşılan ortak tarih iki ülke arasında sıcak ve dostane bir ilişkinin doğmasına neden oldu. ‘Yeni Zelanda – Türkiye Sağlık Sektörü Günü’ ülkelerimizin sağlık sektörü liderlerini ve firmalarını işbirliği yapmak üzere bir araya getiriyor. Biz bunun uzun soluklu, somut sonuçları olan bir iş ilişkisine dönüşeceğine yürekten inanıyoruz.” Yeni Zelanda Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Chai Chuah ise ‘Yeni Zelanda – Türkiye Sağlık Sek-

Yeni Zelanda’nın en yenilikçi sağlık firmaları etkinlikteydi Sağlık bilişiminin öncülerinden Orion Health, yeni doğan yoğun bakım uniteleri ve uyku apnesi makineleri üreticisi Fisher&Paykel Healthcare, meme kanseri taramasında getirdiği yenilikçi çözumleri ile Volpara Solutions, hastane güvenlik sistemlerinin dünyadaki önemli isimlerinden Gallagher Securities’in yanı sıra hastane inşaatlarının depreme dayanıklı hale getirilmesinde çok önemli projeler yürüten Robinson Seismic ve hastane bilişim sistemleri öncülerinden Cortell Health ile Türkiye’den sektörün önde gelen isimleri bu özel etkinlikte bir araya geldi. Sabah yapılan konuşmaların ardından Yeni Zelandalı firmalar yaptıkları sunumlarla Türk meslektaşlarına çalışma alanları ve işbirlikleri fırsatları hakkında bilgiler verdiler.

Etkinlikten önce sorularımızı yanıtlayan Yeni Zelanda Büyükelçisi Jonathan Curr, ülkeler arasındaki mesafenin bugüne kadarki ticari ilişkilerin geliştirilmesine engel olduğunu ancak ulaşım ve taşımacılık alanında gelinen noktada gelişen teknoloji sayesinde mesafelerin önemini yitirdiğini söyledi. Geçmişte ulaşım ve taşımacılık alanında yaşanan cesaret kırıcı olumsuzlukların artık yaşanmayacağından emin olduğu için iki ülke arasındaki ticaretin işlemesi konusunda bir engel kalmadığına olan inancının da altını çizdi. Yeni Zelanda sağlık sektörünün önemli markalarının Türkiye ile işbirliği konusunda oldukça hevesli ve yapıcı oldıuklarını da belirten büyükelçi bir İstanbul aşığı olduğunu ve İstanbul’da hizmet vermekten duyduğu mutluluğu da sözlerine ekledi.



Yatırım

Organizasyona katılan şirketler Fisher and Paykel Fisher & Paykel 1971 yılında benzersiz bir solunum nemlendirme aygıtı geliştirerek solunum bakım pazarına girmiştir. Bugün ise solunum, akut bakım ve obstrüktif uyku apnesi (OSA) tedavisinde kullanılmak üzere geliştirilmiş ürün ve sistemleri içeren geniş bir ürün yelpazesini 120 ülkede sunmaktadır. Büyük pazarların çoğunda doğrudan satış ofisleri kurarak ürünlerini hastanelere, evde bakım sağlayıcılarına, bayi ağlarına ve diğer tıbbi cihaz üreticilerine pazarlar. Volpara Solutions Dünya genelinde her yıl 75 milyon kadın mamografi taramasından geçmektedir. Meme kanserinin erken teşhisinde mamografi taramasının hayat kurtardığı kanıtlanmış olmasına rağmen, tarama esnasında halen %25 oranında kanser vakası atlanabilmektedir. FDA onaylı VolparaDensity yazılımı, kişiselleştirilmiş meme kanseri taraması sağlar. VolparaDose ve VolparaAnalytics yazılımları ise mamografi dozunu ve mamografi parametrelerini izler, tarama programının kalitesini sayısal veriler ile ölçülebilir duruma getirir. Volpara Solutions’ın Türkiye’deki ilk kurulumu Simeks tarafından MEMEDER’in yürüttüğü, 10 yıl sürecek olan (toplum tabanlı organize meme kanseri tarama projesi) Bahçeşehir Meme Kanseri Tarama Projesi’nde gerçekleştirmiştir. Diyagnostik Mamografi konusunda ise ilk kurulum ileri tanıya yönelik görüntüleme hizmeti sunan MEDICA Radyolojik Görüntüleme Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir. Yeni Zelanda’da bulunan şirketin geliştirdiği Volumetrik Dansite ölçüm ve Analitik yazılımı toplam

18

Haziran 2015

31 ülkede, 150 sahada kurulu bulunmakta, 70‘in üzerinde araştırma yayınında yer almaktadır. Cortell Health Cortell Health, Intellimax ürünü ile bir hastanede üretilen tüm hizmet ve ürünlerin finansal ve klinik veriler kullanılarak aktivite bazlı maliyet ve is akışlarının hesaplanmasını sağlayan çözümler üreten bir firmadır. Ürettiği çözümler ile vakalar ve hastalar, servis hatları, departmanlar ve tıbbi müdahaleler acısından hastane karlılığını büyük ölçüde arttıran sonuçlara ulaşılmaktadır. Foot Science International Dünyanın 40 ülkesinde ayak, diz ve alt sırt ağrıları için doktorlar tarafından reçete ile hastalara verilen FormthoticsTM ayak tabanlıklarını üreten Foot Science International özellikle profesyonel sporcular, spor kulüpleri ve outdoor sporlar yapan kullanıcılar arasında sakatlıkların önlenmesinde yarattığı büyük etki nedeniyle mucizevi olarak değerlendirilmektedir. Türkiye pazarına girmek isteyen firma kendilerine distribütör firma aramaktadır. Orion Health 1993 yılında Auckland, Yeni Zelanda’da kurulan Orion Health nüfus tabanlı sağlık yönetiminde dünya lideridir. Çok çeşitli sağlık hizmeti bilgi sistemlerini birbirine bağlayabilme özelliğiyle Orion Health, sağlıkta bilgi alışverişi (HIE) ve sağlıkta entegrasyon çözümlerinde dünyanın bir numaralı hizmet sağlayıcısıdır. Orion Health, talepkar sağlık hizmeti ortamlarında karmaşık sistemlerin tasarımı ve kurulumu konusunda geniş deney-

ime sahiptir. Orion Health’in ürünleri ve çözümleri günümüzde 30’dan fazla ülkede kullanılmaktadır. Robinson Seismic. “Dr. Bill Robinson 1976 yılında Yeni Zelanda’da stratejik yapıların (özellikle hastanelerin) büyük bir deprem sonrası bile “operasyonel ” kalmasını sağlayan Kurşun Çekirdekli Kauçuk deprem izolatörlerini icat etmiştir. Patent hakkını ABD ve Japonya’ya satmak sureti ile bugüne kadar dünyada en çok kullanılan deprem izolatörü olmasına vesile olmuş, dolayısıyla insanlığa büyük bir katkısı olmuştur. Dr. Robinson Wellington da kendi şirketini kurarak dünyaya açılmış ve Türkiye’de ise EMKE ile distribütör olarak 2005 de çalışmaya başlamıştır. Bugüne kadar Türkiye’de aşağıdaki hastane ve çeşitli binalarda bu sistem başarı ile kullanılıp olası bir deprem sonrası çok acil kullanılması gerektiği zamanda “operasyonel” olması sağlanmıştır. Gallagher Security Gallagher entegre giriş kontrolü ve saha (bölge) koruması konularında yazılım, donanım ve profesyonel hizmetler üreten global bir teknoloji üreticisidir. Gallagher elektronik giriş kontrolü, iç alarm yönetim sistemleri, saha güvenliği ve diğer ilgili tüm hizmet ve ürünleri tek çatı altında entegre bir sistemle sunduğundan dünyanın önde gelen müzeleri, yerel yönetimler, askeri tesisler, üniversiteler, finansal kurumlar, hastaneler ve koruma gerektiren tüm binalarda yaklaşık 100 ülkede en çok tercih edilen firmaların başında gelmektedir. Türkiye’de pek çok önemli kamu binası ve banka Gallagher Security ürünleri ile korunmaktadır.



Bilim

Dünya Türk mucidi alkışlıyor! Türk bilim insanı Canan Dağdeviren buluşlarına devam ediyor. Harvard Üniversitesi’ne Genç Akademi üyesi olarak kabul edilen ilk Türk olma ünvanına sahip; Dr. Canan Dağdeviren, cilt kanserini on saniyeden az bir sürede teşhis eden bir cihaz geliştirdi ve saç telinden yüz kat daha ince olan cihaz, damar sertliği tespitinde ve uzun süreli tansiyon takibinde de kullanılabilecek. 30 en iyi bilim insanı listesinde Forbes dergisinin “30 yaşından küçük 30 bilim insanı” listesine giren Dr. Canan Dağdeviren kalbin mekanik enerjisini kullanarak çalışan esnek ve piezoelektrik maddeden kalp pili geliştirme başarısı gösterdiği için listede yer bulmuştu. Geliştirdiği kalp pili; kalp, diyafram ve akciğerlerin hareket enerjisini elektrik enerjisine dönüştürerek bu enerjiyi depolama yeteneğine sahip. Ayrıca bu aygıtın vücut içine organlara kolayca yerleştirilebilen, saç telinden yüz kat daha ince bir yapıya sahip olması giyilebilir teknolojide gelinen son noktayı da bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu aygıt sayesinde kalp, akciğer veya diyafram, kalp pili için gereken enerjiyi üretebiliyor. Harvard’a seçildi Haziran 2007’de Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra Sabancı Üniversitesi Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Yüksek Lisansını 2009 yılında tamamlayan ve aynı alanda The University of Illinois’deki doktorasına başlayan Canan Dağdeviren, Aralık 2014’te Harvard Üniversitesi’ne Genç Akademi Üyesi olarak en yüksek oyla seçilen 10 bilim insanından biri olmuştu. Esnek, katlanabilir, vücut içine ve deri üstüne yapıştırılabilir elektronik aletler üzerine çalışmalar yapan Dağdeviren, çalışmalarıyla ülkemizi gururlandırmaya devam ediyor.

A

BD’deki Harvard Üniversitesi’ne Genç Akademi üyesi olarak kabul edilen ilk Türk Dr. Canan Dağdeviren, cilt

20

Haziran 2015

kanserinin teşhis edilmesine yardımcı olan ve çok hızlı sonuç veren bir medikal cihaz geliştirdi. Bir dövme gibi vücuda yapıştırılan

Akıllı telefon uygulaması olabilir İleride bu konuda akıllı telefon uygulaması da yapılabileceğini ve hiç doktora gitmeden test sonucunun hastaneye gönderilebileceğini anlatan Dr. Dağdeviren, böylece hastanelerdeki yoğunluğun ve zaman kaybının da azalacağını sözlerine ekledi.


“Sağlıkta Kadın” “Sağlıkta Kadın” 30 yıldır teknolojik ve sektörel yeniliklerden haberdar olmanızı sağlayan Medikal Teknik dergisi “Sağlıkta Kadın” bölümüyle sağlık sektöründe uzmanlaşmış kadınların başarı öykülerine yer veriyor.

Sağlık sektörünün emektar kadınları başarılarının sırrını Medikal Teknik okuyucularıyla paylaşarak, kariyerinde yükselmeyi hedefleyen gençlere ve meslektaşlarına örnek oluyor. Akademisyenler, sağlık işletmecileri, hastane yöneticileri, tıp mühendisleri, biyomedikal mühendisleri, bilim insanları, medikal cihaz şirketlerinin yöneticileri, doktorlar, hemşireler, laborantlar, kısacası sağlığımız için çalışan başarılı kadınlar; dergimizde artık sizin de yeriniz var! Önereceğiniz isimler için: gokce.pazarlikli@img.com.tr

adresine e-mail gönderebilirsiniz.

Haziran 2015

21


Sağlıkta Kadın

Bilime adanmış bir hayat ve etrafına ışık saçmaya devam eden aydınlık bir yüz; Prof. Dr. Sevil Atasoy Başarının sırrını bilmek isteyen herkesin okuması gereken bir yazı ve örnek alınması gereken sabırla örülmüş kariyer basamakları… Hayatını bilime ve toplumu aydınlatmaya adamış bir birey olarak sizi bugün tanıdığımız Sevil Atasoy yapan etkenleri ve hayatınıza hangi unsurların yön verdiğini hepimiz merak ediyoruz. Böylesine başarılı bir iş hayatının nasıl inşa edildiğini anlatır mısınız? İstanbul Alman Lisesi’nde çok disiplinli ve çalışkan bir öğrenciydim. Bir hayli zor bir okulda genelde ilk üç öğrenci arasında sınıfımı geçtim. Bununla birlikte sosyal hayatım yoğundu, çok kitap okur, şiir yazar, sinemaya gider, piyano çalar, tenis oynar, bisiklete biner, yüzer ve müzik dinlerdim. Kuaförlük, gazetecilik, iç mimarlık ve daha birçok mesleğe merakım olmakla birlikte aile ve akrabalar arasında hekimlerin sayısı çok olduğundan onların yönlendirmesiyle önce İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesini bitirdim, ardından Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Biyokimya Uzmanı oldum. Bunu aynı dalda doktora, doçentlik ve profesörlük izledi. Ancak 1970’lerin ortasında bir öğretim üyesinin tavsiyesi üzerine bilgilerimi adli tıp alanında kullanmaya başladım.

Şu an için nerelerde ve hangi görevleri yürütüyorsunuz? Halen İstanbul’daki Üsküdar Üniversitesi’nin moleküler biyoloji ve genetik bölümünde öğretim üyesiyim, aynı yerin Suç ve Şiddet Önleme Merkezi’nin Müdürüyüm, Öğrenci Dekanı ve Rektör Yardımcısıyım. Sıklıkla medyada mesleğimle ilgili konularda da yer almaktayım. 2016 yılında New York’ta Ekonomik ve Sosyal Konsey (EKOSOK) üyelerinin oylayacağı Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu’nun Türkiye adayıyım. Kazanırsam 2005 – 2010 yılları arasında yürüttüğüm bu göreve 2017’de başlamak üzere bir beş yıl için geri döneceğim. Çok yönlülüğü ile dikkat çeken Prof. Dr. Sevil Atasoy’un önceliği yaptığı işlerden hangisidir? (Eğitmenlik, kitap yazarlığı, kriminoloji çalışmaları, sosyal projeler vb.) Hangi alan sizi mesleki ve ruhani olarak daha fazla tatmin ediyor? Şu sıralar kitap yazmak beni çok mutlu ediyor. Elimdeki 7. Kitabı yaz sonuna kadar yayın evine teslim etmek istiyorum. Bizim tanıdığımız Sevil Atasoy; becerikli, pratik, organizasyon yönü kuvvetli, disiplinli, zeki, bilgili, çekici ve sempatik… Sizce en önemli ve başarıya götüren özelliğiniz nedir? Her yaptığım işi çok ciddiye alırım ve çok çalışırım. Sanırım en olmazsa olmaz özelliğim bu olsa gerek. Suç laboratuvarı alanında ilerlemek isteyen gençlere önerileriniz nelerdir? Mesela gerçek suç hikâyelerini takip etmek bu alanda kariyer hedefleyenlerin gelişimine katkıda bulunur mu? Elbette gerçek suç öykülerini iyi bilmek, suçluların nasıl yakalandığını araştırmak, analizlemek, ben olsaydım nasıl delil toplardım, hangi analizi yapardım diye düşünmek iyi bir jimnastik ve boş zamanlar için keyifli bir uğraş, ama takdir edersiniz ki sadece bununla bir yere varmak mümkün değil. Türkiye’de adli tıp laboratuvar çalışmaları ve DNA araştırmalarında gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünyadaki uygulamalarla bizde yapılanları karşılaştırmanızı istersek; Türkiye’de durum nedir? Bu alanda daha hızlı ve etkin çalışmalar gerçekleştirilebilmesi için sizce neler yapılmalı? Ülkemizin kriminal laboratuvarları gelişmiş ülkelerdeki ile aynı teknolojik alt yapıya sahip, çalışanların da bilgi birikimi ve deneyimi küçüksenemez. Ancak önemli olan soruşturmayı yürütenlerin becerisi ve olay yeri inceleme ekiplerinin başarısıdır. Bu konuda henüz istenen düzeyde değiliz.

22

Haziran 2015


Sağlıkta Kadın Tabii bir de veri tabanlarının eksikliği var ki, hepimizin elini kolunu bağlıyor. Hukukta var olan “Doğuştan suçlu tipi” kavramı hala geçerliliğini koruyor mu? Kafa yapısına, yüzüne bakarak suça meyilli demek ne kadar mantıklı ve adildir? Bu kavramdan yola çıkmak sonuca götürebilir mi? Böyle bir tecrübeniz var mı? Biyokriminoloji, çağımızın yükselen yıldızı. Artık kafa yapısına ya da yüzüne bakan yok ama genetik analizler yapan var. Pek çok avukat, savunduğu kişinin genetik yapısından, ailesindeki suçlulardan medet umuyor ama pek başarılı oldukları söylenemez. Elbette kişinin genetik yapısı bir risk oluşturuyor, ancak onunla eş oranda çevre koşullarının etkisi bulunuyor. Büyük önem ve anlam taşıyan “Masumiyet Projesi” nin haksız yere kararan hayatları aydınlatması oldukça etkileyici. Proje ne zamandan beri faal? Masumiyet Projesine 90’ların başında İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’ndeki ekibim ile başladım, hala sürdürmekteyim. New York Cardozo Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde başlamış bir projedir bugün dünyanın bir çok ülkesinde bizim de yaptığımız gibi benzeri çalışmalar sürüyor. Prensipte yapılan iş, suçlanan kişi ile ilgili olarak bir biyolojik delilin bulunması ve o tarihte henüz yapılamayan DNA analizlerini gerçekleştirerek saldırganın o kişi olup olmadığını saptamaktır. Ülkemizde geçmişe yönelik sperm, doku gibi delil bulmak çok güç, yeniden yargılama ondan da daha güç. Esasen DNA analizleri sayesinde masumların cezalandırılması oranı da çok azaldığı için memnunuz. Daha detaylı düşünebildikleri için çözülememiş cinayetler konusunda uzmanların kadın katillerden şüphelendiklerini okumuştum. Tecrübelerinize dayanarak bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Böyle bir genelleme yapmak mümkün değil. Katili kadın sanırsınız erkek çıkar, erkek sanırsınız kadın çıkar.

Yoğun temponuza rağmen her daim bakımlı ve güzelsiniz. Bu konudaki hassasiyetiniz takdir topluyor. Özel hayatınızda da böyle misinizdir? Saçınız, makyajınız, kıyafet seçimleriniz için uzman desteği alıyor musunuz? Yoksa tüm hazırlıklarınızı kendiniz mi yapıyorsunuz? Kimseden bir destek almıyorum. Kilomu lise yıllarından beri koruduğumdan, moda geriye döndüğünde giysilerimi tekrar tekrar kullanabiliyorum. Belli bir yaşa gelince insan kendisine ne yakıştığını, nasıl rahat hissettiğini, nasıl makyaj yapması gerektiğini öğreniyor. Özel hayatım ile iş hayatım ya da ekran arasında, kot pantolon giyme sıklığı dışında pek fark yok gibidir. Sizi çok etkileyen ilginç bir anınızı okuyucularımızla paylaşır mısınız? Türkiye’nin dört bir yanında beni sesimden tanıyan, telefon ederek derdine çare bulmaya çalışan, kilometrelerce yoldan gelip beni ziyaret eden insanlarla karşılaşmak çok etkiliyor. İmza günlerinde boyu masayı ancak aşan küçüklerin benimle konuşmak istemesi, Kanıt ile ilgili sorular sorması, adli bilimlere ilginin artışı keyif veriyor. Ama en çok Konya Adliyesi’nin kapısında boynuma sarılan rengarenk şalvarlı yaşlıca bir hanımı unutamıyorum. Yakın gelecekte hayata geçmesi planlanan yeni projeleriniz nelerdir? Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu’na yeniden seçilebilmek için çalışıyorum. Şu sıralar aklımda başka hiç bir şey yok, tabii bir de az önce anlattığım gibi son kitabı bitirip raflarda görebilmek. Verdiğiniz değerli bilgiler ve suçla mücadele alanında Türk tıbbına katkılarınızdan dolayı teşekkürlerimizi sunar, çalışmalarınızda kolaylıklar dileriz.

Türkiye’de oldukça ses getiren “Kanıt” programına katkılarınız tartışılmaz. Bu proje nasıl ve neden doğdu? Hedefi ve amaçları nelerdir? Sizce amacına ulaştı ve toplumda bekleyen etkiyi oluşturdu mu? Kanıt, 2005 – 2010 tarihleri arasında Hürriyet Gazetesi Pazar ekinde Delil Avcısı köşesinde tam sayfa ve illüstrasyonlu olarak yayınlanan gerçek suç öykülerini okuyan sevgili yapımcı ve yönetmenimiz Abdullah Oğuz’un fikriydi. Belirli aralıklarla bilgi veren konuşmalar yapmamı istedi. Önce bu öyküleri dizileştirmeyi düşündük, ardından özgün öyküler yazmaya karar verdik. Kızım Selin Atasoy, delilleri tamamen gerçek olan hikayeleri kaleme aldı. Ahmet Saatçioğlu senaryosunu yazdı, böylelikle yüz bölüm götürdük, mali nedenlerle de sonlandı. Umarım yeniden başlar, çünkü suç dünyası dinamik bir alandır. Bir yanda işlenen suçların niteliği değişir, diğer yanda bunlarla mücadele için yeni teknolojiler geliştirilir. Halen dizi, iki ayrı kanalda yeniden gösteriliyor. İlk kez izleyen kişiler çok sayıda. Bizim tanınırlığımıza çok şey katıyor ama, daha güncel bilgiler vermemiz gerek, çünkü Kanıt, benim için bir sosyal sorumluluk projesi, geniş kitlelere hak arama bilinci veren, profesyonellere bile adli bilimlerin farklı pencerelerini açan, genç polis ve jandarmalara eğitim amaçla izlettirilen, avukatların savunmalarında, savcıların iddianamelerinde yararlandığı, olay yeri inceleme uzmanlarına dahi ciddi katkıları olan bir çalışma.

Haziran 2015

23


Güncel

Türk Doktorun Başarısı Prof. Dr. Okan Akhan; Alman Radyoloji Derneği’nin Onur Üyesi oldu. Prof. Dr. Okan Akhan başarılarına bir yenisini daha ekledi. Radyoloji Uzmanı Akhan, Alman Radyoloji Derneği tarafından Onur Üyeliği unvanına layık görüldü. 2010 yılında Avrupa Kardiyovasküler ve Girişimsel Radyoloji Derneği (CIRSE) tarafından “Onur Üyeliği Ödülü” verilen Bayındır Söğütözü Hastanesi Radyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Okan Akhan, önemli bir ödüle daha layık görüldü. Radyoloji Uzmanı Akhan, Hamburg şehrinde gerçekleştirilen ödül töreniyle Alman Radyoloji Derneği Onur Üyeliği unvanını aldı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini 1987 yılında tamamlayan ve 1996 yılında Profesörlük unvanını alan Akhan, kariyer hayatı boyunca birçok başarıya imza attı. Alman Radyoloji Derneği Onur Üyeliği ile ilgili konuşan Akhan “Tarihine ve kültürüne meraklı olduğum Almanya’nın alanımızdaki saygın kurumu Alman Radyoloji Derneği tarafından bu ödüle layık görüldüğüm için mutluluk duyuyorum” dedi.

E 24

uropean Academy of Sciences and Arts (Avrupa Bilimler ve Sanatlar Akademisi) tarafından üyeliğe kabul edilen

Haziran 2015

Bayındır Söğütözü Hastanesi Radyoloji Bölüm Başkanı ve halen Hacettepe Üniversitesi Radyoloji Bölümü öğretim üyesi olan

Prof. Dr. Okan Akhan kimdir? Hacettepe Üniversitesi Eskişehir Tıp Fakültesi’nden mezun olan Prof. Dr. Okan Akhan, uzmanlık eğitimini 1987’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı’nda tamamladı. 1989’da doçent ve 1996’da profesör unvanını alan Akhan, 1986-1987’da sekiz ay süreyle İsveç’teki Lund Üniversitesi Radyoloji Bölümü’nde karın radyolojisi ve girişimsel radyoloji alanlarında ve 1997’de altı ay süreyle Belçika’da Brüksel Katolik Leuven Üniversitesi Radyoloji Bölümü’nde karın radyolojisi üzerine çalıştı. Prof. Dr. Okan Akhan, 1996’da TÜBİTAK Teşvik Ödülü’nü aldı. !0’dan fazla Uluslararası ödüle sahip olan Prof. Akhan 2011 yılında “Bilim Akademisi” üyeliğine seçildi. Prof. Dr. Okan Akhan karın radyolojisi ve damar-dışı girişimsel radyoloji alanlarında çalışmaktadır.



Hastane

Ukrayna Dnipropetrovsk Askeri Hastanesi’ne medikal destek Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığının (TİKA) organizasyonuyla Doğu Ukrayna’daki çatışmalarda yararlanan askerlere tedavi hizmetini veren Dnipropetrovsk Askeri Hastanesi’ne tıbbi ekipman desteğinde bulunuldu.

T

İKA, Ukrayna’nın sağlık sektöründeki destek faaliyetlerine hız kesmeden devam ediyor. TİKA tarafından gerçekleştirilen Sağlık ve Diğer Sosyal Hizmetlere Destek Projesi kapsamında çatışmaların hüküm sürdüğü Doğu Ukrayna’da yaralanan askerlerin tedavi gördüğü Dnipropetrovsk Askeri Hastanesi’ne çok fonksiyonlu ultrason cihazı desteğinde bulunuldu. TİKA tarafından temin edilen cihaz düzen-

26

Haziran 2015

lenen törenle yetkililere teslim edildi. Törene, Ukrayna Parlamentosu İnsan Hakları Yetkilisi (Ombudsman) Valeriya Lutkovska, Dnipropetrovsk Vali Danışmanı Glib Prıgunov, Basın ve Halkla İlişkilerden sorumlu Dnipropetrovsk Vali Danışmanı Vitaliy Litvin, Dnipropetrovsk Askeri Hastanesi Başhekim Yardımcısı Oleg Polyakov ve Ukrayna TİKA Koordinatörü Hacı Bayram Bolat katıldı. Törende konuşan Ukrayna Parlamentosu İn-

san Hakları Yetkilisi Lutkovska, TİKA ile verimli işbirliği içerisinde bulunduklarını belirterek, insan haklarının korunması meclis kontrolü misyonu kapsamında gerçekleştirdiği ziyaret sırasında hastanedeki ultrason cihazının 19 senedir kullanıldığını dolayısıyla miladını doldurduğunu öğrendiğini ve hemen TİKA’ya destek başvurusunda bulunduğunu söyledi. Ukrayna Parlamentosu İnsan Hakları Yetkilisi Lutkovska, hastanede ihtiyaç duyulan ekipmanın TİKA tarafından en kısa zamanda temin edildiği için minnettarlığını dile getirdi. Basın ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Dnipropetrovsk Vali Danışmanı Litvin, Türkiye ile Ukrayna arasında dostluk ilişkilerinin tarihi derinliğe dayandığının altını çizdi. Litvin, geçtiğimiz sene içerisinde bölgedeki sağlık kurumlarında 7 binden fazla yaralı askere hizmet verildiğini ve dolayısıyla tedavi kalitesini pekiştirebilmesine yol açan her yardım için minnettar olduğunu dile getirdi. Olağanüstü şartlar altında çalışmak zorunda kalan hekimlerin doğru tanı koymalarının önemine dikkat çeken Dnipropetrovsk Askeri Hastanesi Başhekim Yardımcısı Polyakov, “Ülkemizin doğusundaki çatışmalar nedeniyle tanı konulmasında özel standartlar uygulanmaktadır. Bu ultrason cihazı sayesinde tüm organ ve sistemlerde inceleme yapmaktan ziyade yoğun bakım ve ağır hastalara bakım ünitelerindeki hastalara çeşitli tedavilerin uygulanması mümkün olacak” diye konuştu. Ukrayna TİKA Koordinatörü Bolat, 1997’den bu zamana kadar TİKA’nın Ukrayna projeleri hakkında kısa bilgilendirmede bulunarak Ukrayna’nın istikrarı Karadeniz Havzasının istikrarı anlamına geldiğini belirtti. Bolat ayrıca, Doğu Ukrayna’daki çatışmalarda mağdur olan insanlara yönelik olarak TİKA tarafından birçok projenin gerçekleştirildiğini söyledi. Dnipropetrovsk Vali Danışmanı Prıgunov, ileride işbirliğinin devam edileceğine ümidini paylaşarak TİKA’ya minnettarlığını dile getirdi.



Yatırım

‘Kronik Hastalık Takip’ hizmeti Türk Telekom teknolojisi ile kronik hastalar doktora bir telefon uzaklıkta

T

ürk Telekom Grubu, Acıbadem Mobil Sağlık Hizmetleri iş birliği ile ‘Kronik Hastalık Takip’ hizmetini müşterilerine sunuyor. Özel geliştirilen cihazlar ile abonelerin tansiyon ve şeker ölçüm değerleri sağlık merkezi ile anlık olarak paylaşılıyor ve acil müdahale gerektiren durumlarda aboneye geri dönüş yapılması sağlanıyor. Ayrıca aboneler, Acıbadem Mobil Sağlık Çağrı Merkezi’ni arayarak 7/24 acil veya acil olmayan her türlü sağlık sorunu hakkında bilgi alabiliyor.

Akıllı Yaşam Teknolojileri Türk Telekom Grubu, Acıbadem Mobil Sağlık Hizmetleri iş birliği ile Türkiye’de sayıları 10 milyonları bulan kronik hastalar için ‘Kronik Hastalık Takip’ hizmetini hayata geçiriyor. Türk Telekom Grubu tarafından akıllı yaşam teknolojileri kullanılarak oluşturulan hizmet, hasta ve doktor arasında 7/24’lük bir köprü kurarken, hastaların yanı sıra aile ve yakın çevreleri için de büyük kolaylık sağlıyor. Hasta yakınları uzaktaki hastalarının sağlık durumlarından, hastanın iznine tabi olarak haberdar olabiliyorlar. Böylece kontrolün büyük öneme sahip olduğu kronik hastalıklarda güvenli bir denetim zinciri oluşturuluyor. Sisteme girdikleri bilgiler doğrultusunda müdahale gerektiren bir durum olması halinde ise doktorlar tarafından kısa bir sürede hastaya geri dönüş yapılması sağlanıyor. “Önceliğimiz, Türkiye’yi en son teknolojilerle buluşturmak” Türk Telekom Grubu adına konuya ilişkin bir açıklama yapan Türk Telekom Grubu Entegre Bağlantı

Yönetimi Direktörü Baran Yurdagül; “Önceliğimiz, Türkiye’yi en son teknolojilerle buluşturmak ve Türk halkının hayatını kolaylaştırmak. Sağlık alanında hayata geçirdiğimiz ‘Kronik Hastalık Takip’ hizmeti ile tansiyon ve şeker hastaları ile ailelerinin hayatını kolaylaştırmayı amaçladık. Yeni servisimiz ile acil durumlarda hastalara kısa bir sürede sağlık kuruluşu tarafından dönüş yapılmasını sağlıyoruz. Akıllı yaşam teknolojileri ile müşterilerimizin yaşam kalitelerini artıran hizmetler sunmak ve onlar için değer yaratmak en büyük motivasyonumuz” dedi. Ölçüm Cihazı Türk Telekom Ofisleri’nde Türk Telekom müşterileri, ‘Kronik Hastalık Takip’ hizmeti kapsamındaki ölçüm cihazlarını Türk Telekom ofislerinden temin edebiliyor. Kullanıcılar, ilk iki yıl taahhütle aylık 19,90 TL ve iki yılın ardından 12,90 TL ödeyerek hizmetten faydalanabiliyor. ‘Kronik Hastalık Takip’ hizmeti ilk etapta Türk Telekom’un akıllı ev telefonu E-4 ile kullanılırken, kısa sürede Android ve iOS işletim sistemine sahip cep telefonlarında da yerini alacak. ‘Kronik Hastalık Takip’ hizmeti işleyişi Kullanıcının ölçüm cihazı üzerinden yaptığı periyodik ölçümleri, bluetooth aracılığı ile E4 akıllı ev telefonu üzerinden otomatik olarak Acıbadem Mobil Sistemi’ne aktarılıyor. Doktorlar tarafından takip edilen ölçüm sonuçları normal değerlerin altında veya üstündeyse; vaka aciliyetine göre kısa bir süre içinde hasta ile doktorun iletişimi sağlanıyor. Normal değerler geldiğinde üyeye SMS ile ölçüm sonuçlarının geldiği iletiliyor. Acil müdahale gerektirmeyen ancak anlamlı değişiklik durumunda hastalar aranıyor veya hastanın yakını aranarak bilgi veriliyor. Ayrıca acil durumlarda Alarm Merkezi, 112’yi arayarak ambulans gönderilmesi için hastanın konumunu ve durumunu iletiyor ve sistemde tanımlı hasta yakınına telefon edilerek bilgi veriliyor. “Medikal Koçluk” hizmeti ‘Kronik Hastalık Takip’ hizmetinin en önemli özelliklerinden birisi de ‘Medikal Koçluk’ hizmeti. Bu hizmetten faydalanan aboneler, Acıbadem Mobil Sağlık medikal çağrı merkezini arayarak 7/24 acil veya acil olmayan her türlü sağlık sorunu hakkında bilgi alabiliyor.

28

Haziran 2015



Güncel

Türk insanı tansiyon hastası! T.C. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, ülkemizdeki her dört ölümden biri tansiyonun kontrol edilmesi ile önlenebilir

D

ünya Sağlık Örgütü verilerine göre hipertansiyon “önlenebilir ölüm nedenleri” içinde ilk sırada yer alıyor. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği’nin Türkiye genelinde yaptığı çalışmanın sonuçları göz korkutuyor. Elde edilen verilere göre Türkiye’de her üç erişkinden biri daha önce hiç tansiyon ölçtürmemiş ve her üç erişkinden birinin hipertansiyon problemi var. T.C. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, ülkemizdeki her dört ölümden biri tansiyonun kontrol edilmesi ile önlenebilir.

Trimpeks Medikal firması, Plusmed markası ile, Türkiye’de ve dünyada milyonlarca kişiyi etkileyen “hipertansiyon” hastalığı ile doğru mücadele edebilmek için “SelfMeas Sempozyum” projesini başlattı. Bu proje kapsamında Plusmed, toplumda ‘tansiyon hastalığı’ da denilen hipertansiyon konusunda farkındalık yaratmak ve evde kendi kendine ölçüm yapmanın önemini vurgulamak adına Türk Kardiyoloji Derneği ile birlikte halk sempozyumları düzenliyor. Sempozyumlardan ilk 2’ si, İstanbul ve Ankara’da

belediyeler ile işbirliği içinde gerçekleştirildi. Tansiyon hastalığı, tansiyona bağlı hastalıklar, tansiyon takibinin önemi, evde yapılan tansiyon takibinin önemi, doğru ölçüm yapma teknikleri, uzman doktorlar tarafından anlatıldı. Plusmed’in katkılarıyla halka açık yapılan bu sempozyumların sonuncusu eylül ayında İzmir’ de gerçekleşecek. Tansiyon takibi konusunda farkındalığın çok önemli olduğunu belirten “SelfMeas Sempozyum” proje yetkilileri, Plusmed markası olarak bu tarz projelere bundan sonra daha fazla ağırlık vereceklerinin de altını çizdiler.

Hipertansiyon nedir? Hipertansiyon (HTN) veya yüksek tansiyon, bazen arteriyel hipertansiyon, atardamarlardaki kan basıncının yükseldiği kronik bir tıbbi durumdur. Bu basınç artışı sonucu, kalp kanın damarlarda dolaşımını sağlamak için normalden daha fazla çalışmak zorunda kalır. Kan basıncı iki, sistolik ve diyastolik ölçümü içermekte olup bunlar kalp kaslarının kalp atışları arasında kasılması (sistol / büyük tansiyon) veya gevşemesine (diyastol / küçük tansiyon) bağlıdır. Dinlenme halinde normal kan basıncı, büyük tansiyon 100–140 mmHg (en yüksek nokta) ve küçük tansiyon 60–90 mmHg (en

30

Haziran 2015

alt nokta) arasında seyreder. Yüksek tansiyon, tansiyonun sürekli 140/90 mmHg ve üzerinde bir seviyede olmasıdır. Hipertansiyon birincil (sürekli) hipertansiyon veya ikincil hipertansiyon olarak sınıflandırılır. Vakaların yaklaşık %90–95’i “birincil hipertansiyon” olarak sınıflandırılmış olup bu, altta yatan herhangi belirli bir sebep olmadan kan basıncının yüksek olması anlamına gelir. Böbrekleri, atardamarları, kalbi veya endokrin sistemini etkileyen diğer durumlar ise vakaların geri kalan %5-10’luk dilimini oluşturur (ikincil hipertansiyon).

Hipertansiyon; inme, miyokard enfarktüsü (kalp krizleri), kalp yetmezliği, atardamar anerizması (örn., aortik anevrizma), periferik arter hastalığı için ana risk faktörü olup, kronik böbrek hastalığının da nedenlerinden biridir. Arteryal kan basıncının azıcık artışı bile daha ortalama yaşam süresinin kısalması ile bağlantılıdır. Beslenme ve yaşam şeklindeki değişiklikler tansiyon kontrolünü iyileştirebilir ve ilgili sağlık komplikasyon risklerini azaltabilir. Ancak, yaşam şeklindeki değişikliklerin etkili olmadığı veya yetersiz kaldığı kişiler için genelde ilaçla tedavi gereklidir.



Yatırım

Japon ilaç devi Türkiye’de de büyüyor! Japonya merkezli Takeda Yakın Doğu, Orta Doğu ve Afrika’nın en büyük ilaç pazarı olan Türkiye’deki yatırımını artırıyor

T

akeda Pharmaceutical Company Limited kendisine bağlı Türkiye kuruluşu olan Takeda İlaç Sağlık San. Tic. Ltd. Şti. için Neutec’ten gastroenteroloji, solunum, metabolik, enfeksiyon hastalıkları ve kas iskelet sistemi tedavi alanlarında olmak üzere 13 üründen oluşan portföyün satın alımını tamamladığını duyurdu. Anlaşma, Takeda Türkiye’de kuruluşunun beşin-

32

Haziran 2015

ci yılını kutlarken, şirketin ülkedeki varlığını ve yatırımlarını önemli ölçüde genişletmesini sağlayacak. Takeda’nın Yakın Doğu, Orta Doğu ve Afrika Bölge Başkanı Danilo Cassani “Bu portföy alımı, Takeda’nın büyüme stratejisinde Türkiye’nin önemini vurgulamakla birlikte, özellikle akut ve kronik hastalıklarda, ülkedeki hastalara karşı

sorumluluğumuzu ve onların tıbbi ihtiyaçlarına adanmışlığımızı göstermektedir” dedi. Takeda’nın portföy alımının bir parçası olan ürünler arasında önde gelen Pio-Met (diyabet), Dexplus (kas iskelet sistemi ) ve Cefnet (enfeksiyon hastalıkları) markaları bulunuyor. Takeda Türkiye’nin yeni atanan Genel Müdürü Gamze Yüceland ise “Bu anlaşma Takeda’nın Türkiye’de büyümesi için yeni bir dönemi müjdeliyor. Bu anlaşma bizi ülkemizdeki hastaların farklı sağlık ihtiyaçlarına daha iyi cevap verebilecek konuma getirmiştir ve erişilebilir kaliteli ilaç portföyümüzü genişleterek, en iyi kariyer ve gelişim fırsatlarını sunduğumuz büyüyen bir ekiple birlikte, işimizi de güçlendirmiştir ” dedi. Osaka, Japonya’da bulunan Takeda, ana faaliyet konusu ilaç olan araştırma bazlı küresel bir şirkettir. Japonya’nın en büyük ilaç şirketi ve endüstrinin küresel liderlerinden birisi olan Takeda, tıpta öncülük ve yenilikçilik ilkeleriyle kendisini tüm dünyadaki insanların sağlık durumlarını iyileştirmek için çaba göstermeye adamıştır. Takeda hakkında daha fazla bilgi www.takeda.com adresindeki kurumsal web sitesinde mevcuttur. İstanbul’da bulunan Takeda Türkiye, Takeda Pharmaceutical Company Limited’in Türkiye pazarlama ve satış kuruluşudur. Son beş yıldır ülkede faaliyet gösteren şirket, Pantpas® (gastroenteroloji), Actos® (diyabet), Alvesco® (solunum), Daxas® (solunum) ve Xefo® Rapid (muskuloskeletal) gibi tanınmış reçeteli ilaç markalarından oluşan bir portföy sunmaktadır. Bugün şirketin ülkedeki iki ofisinde yaklaşık 130 çalışanı bulunmaktadır. Takeda Türkiye hakkında daha fazla bilgi www.takeda.com.tr adresindeki web sitesinde mevcuttur.



Bilim

İlk simule insan kalbi modeli Üç boyutlu model, kalp rahatsızlıkları tedavisine yönelik cihaz test ve araştırma süreçlerini hızlandırıyor ması ve bir dizi koşulda güvenilirliğin öngörülmesi amacıyla simülatöre tıbbi cihazlar takılabilmekte. Örneğin koroner stentler, en yüksek performansın elde edilmesi amacıyla optimum tip, büyüklük ve yerleşim anlamında değerlendirilebiliyor. Brown Üniversitesi Alpert Tıp Fakültesinde Klinik Yardımcı Doçent Doktor, Uzman ve FACC Robert Schwengel şunları söylüyor: “Simülasyon teknolojisindeki gelişmelerden haberdardım ancak bu teknolojinin kardiyolog ve tıp eğitimcisi olarak karşılaştığım sorunları ‘Yaşayan Kalp Projesi’ kadar ortadan kaldırabileceğinin farkında değildim. 3D uygulamalarıyla biraz zaman geçirdikten sonra bunun gibi bir ürünün hastalarımda, tıp öğrencilerinin ve mevcut tıp uzmanlarının eğitiminde son derece faydalı olacağını, teşhis olanaklarında ve tıbbi tedavinin kişiselleştirilmesinde gelişme sağlayacağını düşünüyorum.” 2014’te duyurulan “Yaşayan Kalp Projesi” mevcut 45 üye tarafından finanse ediliyor ve modellerini oluştururken her üyenin fikri mülkiyet haklarını koruyor. Üyeler arasında Food and Drug Administration (FDA) ve Medical Device Innovation Consortium (MDIC) gibi bilim odaklı kuruluşların yanı sıra teknoloji tedarikçileri, kardiyologlar, tıbbi cihaz üreticileri ve St. Jude Medical ve Mayo Clinic gibi hastaneler yer alıyor. Bu özel ortak finansman yaklaşımı ile kalp modelinin bağımsız olarak test edilmesi mümkün oldu, proje üyeleri tarafından bilim dergilerinde bağımsız değerlendirmeler yapılabildi ve Dassault Systèmes projenin ilk ticari örneğini hızlı bir şekilde sunabildi. Bu başarı proje yaklaşımının etkinliğini göstermekte ve kardiyovasküler hastalıklarda önemli zorlukların aşılmasında simülasyonun sağladığı fırsatları kanıtlamakta.

D

ünyanın en büyük yazılım şirketlerinden biri olan 3DExperıence Şirketi Dassault Systèmes, “Yaşayan Kalp Projesi (Living Heart)” kapsamında sağlanan ilk üç boyutlu kalp modelinin pazara sunulacağını duyurdu. Dassault Systèmes 3DExperıence platformunun gerçekçi simülasyon uygulamalarıyla geliştirilen yüksek hassaslıkta ve bilimsel açıdan doğrulanmış dört bölmeli 3D simulatör, ticari bir ürün olarak türünün ilk örneği. Bu model ile cihaz üreticileri, araştırmacılar ve tıp uzmanları standart fiziksel testlerle mümkün olmayan şekillerde sanal testler yapabilecek ve kalbin tepkisini görselleştirebilecekler. “Yaşayan Kalp” modeli, kolay kullanımlı bir yazılım editörü ile şekil ve doku özelliklerini değiştirerek konjenital ve diğer kalp rahatsızlıklarını incelemek amacıyla kullanılabilecek standart bir sağlıklı kalp. Ayrıca kalp fonksiyonları üzerindeki etkilerinin incelenmesi, verimliliğinin doğrulan-

34

Haziran 2015

Dassault Systèmes SIMULIA CEO’su Scott Berkey ise şöyle konuştu: “İlk ticari ve fizik tabanlı kalp, dijital tıbbi araçlarda kardiyoloji bilimini geliştirecek ve hastaların yaşam kalitesini doğrudan etkileyecek son derece önemli bir gelişme. ‘Yaşayan Kalp Projesi’ sahip olduğumuz teknolojinin insan vücudunun simülasyonu yoluyla tedavi sürecini değiştirebileceğinin kanıtı. Biyomedikal dünyası ve ortaklarımız ile işbirliği yaparak dünyanın her yerindeki kalp hastalarının hayatını iyileştirecek teknoloji ve uygulamalar sağlamaya devam edeceğiz.” “Yaşayan Kalp” modeli kalbin son derece iyi tanımlanmış anatomik detaylarının yanı sıra aort yayı, pulmoner arter ve superior vena cava (SVC) gibi proksimal damarların yayılışını da içeriyor. Kalp modelinin dinamik tepkileri gerçekçi elektriksel, yapısal ve sıvı (kan) akışı fiziksel öğeleri ile yönetiliyor. Kalp simülatörüne genel ulaşılabilirliğin yanı sıra “Yaşayan Kalp Projesi” üyeleri, model için en yüksek öncelikli kardiyovasküler uygulamaları belirlemiş ve simülatörün gelecek sürümlerinin işlevselliğini şekillendirecek teknolojik gelişmeleri sağladı. “Yaşayan Kalp Projesi” hakkında daha fazla bilgi almak için lütfen şu adresi ziyaret edin: http://www.3ds.com/heart.



AKTÜEL

Yapay yerçekimi TÜBİTAK’tan ödül getirdi TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi “Bilim İnsanı Yetiştirme Programı” öğrencisi Barış Volkan Gürses, astronotlarda yerçekimsiz ortamda oluşan kas ve kemik erimesinin önlenmesi için geliştirdiği yapay yerçekimi plakası ile TÜBİTAK’ta fizik dalında Türkiye birincisi oldu.

T

ÜBİTAK-Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı’nca çeşitli bilim dallarında düzenlenen Ortaöğretim Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması’nın Türkiye finalleri, 29 Mayıs 2015 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi. Yarışmada TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi Bilim İnsanı Yetiştirme Programı öğrencisi Barış Volkan Gürses, “Elektrostatik kuvvetten yararlanarak yerçekimsiz ortamda oluşan kas ve kemik erimesinin önlenmesi için

36

Haziran 2015

yapay yerçekimi oluşturulması” isimli projesi ile fizik dalında Türkiye birincisi oldu. Yerçekimsiz ortamda kas ve kemiklerin yeterince kullanılmaması sebebiyle oluşan kas ve kemik erimesinin, astronotlar için önemli bir sorun olmasından yola çıkılan projede; bu sorunun önlenmesi için üzerinde elektrostatik yükler bulunan bir giysi ve uzay aracının içine yerleştirilecek yüklü bir plaka tasarlandı. Zıt yüklerin birbirilerine uyguladıkları çekim kuvveti

sayesinde kas, kemiklerin kullanılmasını sağlayacak yapay bir yerçekimi oluşturmak amaçlandı. Projenin rehber öğretmeni TED Ankara Koleji Fizik Zümre Başkanı Oya Adalıer, Barış’ın başarısıyla gurur duyduklarını belirterek; “Yaratılan çekim alanı, insanların uzayda yerçekimsiz ortama daha kolay uyum sağlamasına katkıda bulunacak ve uzun süreli uzay yolculuklarının yapılmasını kolaylaştıracaktır” dedi.



AKTÜEL

Türkiye’nin ilk ve tek acil müdahale gemisi Türkiye’nin ilk ve tek acil müdahale gemisi “Nene Hatun” hizmete girdi.

K

ıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü için Sefine Tersanesi’nde inşa edilen “Nene Hatun” gemisi Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun katıldığı törenle Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Bakan Müezzinoğlu, acil durum müdahale gemisi olarak kullanılacak olan gemi hastanenin yapımı için proje çalışmalarına başlandığını söyledi. 24 Ekim 2014 tarihinde Yalova Altınova’da bulunan Sefine Tersanesi’nde törenle denize indirilen ve Türkiye’de ilk olma özelliğini taşıyan Nene Hatun Acil Müdahale Gemisi’nin, düzenlenen protokol töreni ile Ulaştırma Denizcilik ve Haber-

leşme Bakanlığı tarafından Sağlık Bakanlığı’na devri gerçekleştirildi. Protokol törenine Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürü Yaşar Duran Aytaş, Sağlık Bakanlığı Acil Hizmetler Genel Müdürü Osman Nacar, Sağlık Bakanlığı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hüsam Hatipoğlu, Yalova Valisi Selim Cebiroğlu ile çok sayıda davetli de katıldı. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu gemiye gelişinde sağlık personeli ile bir hatıra fotoğrafı çektirdi. Ardından kürsüye gelen Ulaştırma

Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürü Yaşar Duran Aytaş protokolü çok önemsediklerini dile getirerek, “Bu bizim açımızdan önemli bir protokol çünkü adı üzerinde olan acil müdahale gemisinin her hangi bir acil durumda 20 hastayı bünyesinde barındıracak ve bunlarla ilgili sağlık tedavilerinin bir an önce verilmesi gerekecekti. Bizim gemimiz personeli ile birlikte 45 kişilik yaklaşık 87 metre, 18 metre genişliğinde ve 16 nat hızında. Bu gemi çevre kirliliğine karşı araştırma, 100 metreye kadar dalgıç hizmetleri verebilme özelliğine sahip vurguna karşı gerekli önlemlerin alınabileceği sistem odası olan bir gemi” diye konuştu. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş ise, “20 yataklı bir gemi ama 40 yatağa çıkabilir. İnşallah en kısa sürede içerisinde bir ameliyathane olacak. Heliport var. Helikopter de bu gemiye inebiliyor. Hiperbolik Oksijen ünitesi var. Bu da çok kıymetli bir birim. Sonuçta Dizayn edilmiş çok güzel bir laboratuvarı var. Biz bu gemi ile büyük çapta birçok operasyonda sağlık hizmeti verebilmek durumundayız” şeklinde konuştu. “Türkiye dünya devleri ile rekabet ediyor” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise yüzen bir Gemi Hastane yapımı için Amerika ve Çin’le yarış halinde olunduğunun altını çizdi. Dünyada sıfırdan yapılan bir Gemi Hastane bulunmadığını Çin ve Türkiye’nin ise dünyanın sıfırdan inşa edilecek ilk gemi hastanesi için planlama çalışması yaptıklarını söyledi. Müezzinoğlu, “ Yaklaşık 1.5 yıldır Savunma Sanayi Müsteşarlığı ile yüzen bir ‘Gemi Hastane Projesi’ üzerinde yoğun çalışmalar yapıyoruz. İstiyoruz ki afet durumlarında, deprem gibi olağanüstü afetlerin olduğu durumlarda bizim her türlü tıbbi müdahaleyi yoğun bakımlarıyla, ameliyathaneleri ile, acil cerrahi müdahaleleri ile her türlü sağlık hizmetini suna bilecek yüzen Gemi Hastane ya da hastanelerimiz olsun. Bu anlamda gerek fikri bazda, gerek proje bazında henüz daha dünyada çok güçlü bir altyapı olmadığını da bu süre zarfında gördük.

38

Haziran 2015


NENE AKTÜEL HATUN

Amerika’da bir tankerin bozularak bir hastane şekline dönüştürüldüğünü gördük ama sıfırdan yapılan bir gemi hastane daha dünyada yok. Çin ilk proje çalışmalarını yapıyor. Bizde ilk proje çalışmalarımızı hazırlıyoruz. Ama bu işin uygulaması ve pratiği konusunda henüz daha birikim tecrübe altyapımız yeterli değil. Bu anlamda Kıyı Emniyetimizin gerek arama, gerek kurtarma alanında ki bu gemisinin bu alandaki hizmetlerde sağlık alanında kurtarılan hastaya tedavi yapabilmek, burada onu takip edebilmek, müdahalesini yapabilmek, gerekirse şimdi yeni düzenlemelerle ameliyatını da yapabilmek, hiperbarik oksijen bölümünde tedaviyi burada, acil ve devam tedavisini yapabilecek koşulların oluşması sağlanmış olacak. Olağanüstü durumlarda heliport ile hastayı alıp transfer edebilme bu süreç zarfında bize ciddi bir işletme tecrübesi katacaktır. O nedenle bu protokolü önemsiyoruz. Ambulans helikopterleri, ambulans uçaklarıyla, deniz bot ambulansları, kara ve paletli ambulanslarıyla bu anlamda dünyanın acil hizmetleri sunumunda yakaladığı hızı Türkiye de yakaladı. Birçok ülkenin de önündeyiz. En gelişmiş ülkelerle de yarış edebilecek noktada.” diye konuştu. Konuşmaların ardından Türkiye’nin ilk ve tek Acil Müdahale Gemisi olan Nene Hatun Gemisinin Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’ndan Sağlık Bakanlığına devrini sağlayan protokole Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş ile Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme

Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürü Yaşar Duran Aytaş imza attı. Bakan tansiyonunu ölçtürdü Geminin hizmete giriş kurdelesini ise Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürü Yaşar Duran Aytaş ve Yalova Valisi Selim Cebiroğlu birlikte kestiler. Bakan Müezzinoğlu ardından gemiyi gezdi. Sağlık personeline tansiyonunu ölçtüren bakan geminin yataklı bölmesinde de incelemeler gerçekleştirdi. Gemi hakkında Türk mühendis ve işçiler tarafından iki yılda inşa edilen Acil Durum Müdahale Gemisi “Nene Hatun” 87.80 metre uzunluğunda 18 metre genişliğinde 19,5 metre kalıp genişliğindedir. Azami Draft 7,40 m. 45 personel ve 20 Kazazede taşıma kapasitesinde. Söz konusu Gemi tarafından her türlü hava koşulunda deniz üzerinde; Gemi Kurtarma, Çeki, Yangın Söndürme, Dalış Hizmetleri, Dinamik Konumlama (DP II) Hizmetleri, Kazazede Barındırma, Deniz Kirliliği Tespit ve Mücadele, Deniz Kirliliği Analiz, Helikopter Hizmetleri, Açık Deniz Kontrol ve Komuta, Stand-by bekleme gibi hizmetler veriliyor. . Gemi içerisinde, acil durumlarda kurtarılan kazazedelerin ya da Gemi personelinin acil bakım

ve tedavilerinin yapılacağı 20 yatak kapasiteli bir hastane bulunuyor. Hastane Gemi içerisinde ana güverte kısmından rescue-zone’dan erişimi kolay bir lokasyonda oluşturuldu. Rescue Zone’dan ana güverteye açılan bağlantı koridorları ve kapılar sedye taşımaya uygun genişlikte yapıldı. Hastane içerisinde; Hastane Çağrı Sistemi, Lavabolar, Tıbbi Dolaplar, Banyo, Tuvalet-lavabo, 20 adet hasta yatağı, yetere sayıda sandalye, yatak sayısı kadar etajer, her yatağın başına çekilmiş sabit oksijen hattı, her yatak başında priz ve tedavi hizmetlerinde gerekli olan tüm ilaç ve tıbbi malzemeler bulunuyor. “Nene Hatun” Acil Durum Müdahale Gemisinin ulusal ve uluslararası sularda göstereceği tüm faaliyetlerde ihtiyaç duyulması halinde Gemi içerisinde 7/24 sağlık hizmeti sunulması sağlanacak. İmzalanacak protokol ile İstanbul İl Sağlık Müdürlüğüne bağlı Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri personelinin Gemi Hastanede görev yapması sağlanacak.

Haziran 2015

39


ETKİNLİK

Mayısta Antalya’da gerçekleştirilen hasta ve çalışan güvenliği, risk yönetimi, tıbbi hataların azaltılması, sağlık hizmetlerinde kalite ve akreditasyon gibi sağlık hizmetlerinin niteliklerini belirleyen ve sağlık kuruluşları için önem taşıyan konuların etraflıca ele alındığı global ölçekte önem taşıyan Uluslararası Sağlıkta Kalite, Akreditasyon ve Hasta Güvenliği Kongresi’nin sonuç bildirgesi yayınlandı.

9. Uluslararası Sağlıkta Kalite, Akreditasyon ve Hasta Güvenliği Kongresi Sonuç Bildirgesi Yenilikçi yöntemlerin tanımlanmasında araştırmaların rolü, hastaneler ve diğer sağlık kuruluşlarında kalite iyileştirme uygulamalarına epidemiyolojik, organizasyonal davranışlar ve bunların uygulama ilkelerinin entegrasyonu Hasta odaklı bakım Sağlık teknolojilerinde yenilikler Sağlık sistemi altyapısı Hizmet sunumu ve bakımda maliyet-etkililik Sağlık hizmeti sunumunda insan gücü planlaması ve yetiştirilmesi Bilgi yönetim sistemleri, otomasyon ve iletişim teknolojileri Sağlık hizmetlerinin sunumunda moral ve etik davranışlar.

1

3-16 Mayıs 2015 tarihlerinde Amerika Kalite Enstitüsü (AIQH) ve Sağlık Akademisyenleri Derneği (SAD) katkıları ile 9. Uluslararası Sağlıkta Kalite Akreditasyon ve Hasta Güvenliği Kongresi, T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu, HAKSAD ve TSE’ nin destekleriyle, Antalya-Belek’ de bulunan Letoonia Golf Resort Hotels’de gerçekleştirilmiştir. Kongre, Sağlık Akademisyenleri Derneği Başkanı ve Oklahoma Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu Misafir Profesörü olan Prof. Dr. Seval AKGÜN (TÜRKİYE) ve Amerika Kalite Enstitüsü Başkanı, Prof. Dr. A.F AL-ASSAF (ABD) başkanlıklarında yapılmıştır. Türkiye, Yunanistan, Gürcistan, Slovenya, Lübnan, Norveç, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Pakistan, Endonezya, Katar, Yemen, Hollanda, Kanada, Azerbaycan ve Romanya’dan toplam 55 yabancı katılımcı ve 350 civarı yerli katılımcının olduğu kongrede konferanslara, paralel oturumlara, sözlü ve poster bildirilerine katılım ve izleme oranı hayli yüksekti.

40

Haziran 2015

Kongrede, ülkemizde ve dünyada büyük önem arz eden ve sağlık alanında çalışma yapan tüm kuruluşların üzerinde ehemmiyetle durdukları “Dünyada ve Türkiye’de sağlık hizmetlerinde akreditasyonun yararları, hasta, çalışan güvenliği ve klinik risk yönetiminde kazanılan deneyimler” ana teması çerçevesinde ülkelerinde kendi alanlarında başarılı çalışmaları olan bilim adamları ve sağlık çalışanları tarafından yönetilen paralel oturumlarda, sahadan da uygulama örnekleri verilerek aşağıdaki konular ele alındı. Sağlık hizmetlerinde kalite ve akreditasyon uygulamalarından kazanılan deneyimler Hasta güvenliği, risk yönetimi ve tıbbi hataların azaltılması Hasta ve çalışan güvenliğini tehdit eden sağlık bakım kaynaklı olayların önlenmesinde mevcut yöntemlerin gözden geçirilmesi, kanıta dayalı uygulamaların önemi, mevcut uygulamalar ve uygulamadaki güçlükler

Risk yönetimi Sağlık turizmi gibi sağlık hizmetlerinde kalite, akreditasyon, hasta ve çalışan güvenliği ile ilgili kazanılan deneyimleri Yukarıdakiler ve benzeri birçok farklı konu tartışılmış, yerli ve yabancı konuşmacıların sunduğu 6 adet konferans, 23 panel ve çalış tay şeklindeki paylaşımlar, 101 sözel bildiri ve 38 poster sunumu büyük ilgi gömüştür. Her yıl geleneksel olarak düzenlenmesi planlanan uluslararası platformda 9. kez gerçekleştirilen kongre, bilimsel içeriği, sosyal programları ve fizik ortamı bakımından katılımcılar tarafından son derece başarılı bulunmuştur. Kongre sunumları hakkında bilgi ve önümüz yıl düzenlenecek kongre hakkında bilgi almak için HYPERLINK “http://www.qps-antalya. org” www.qps-antalya.org web sitemizi zaman zaman ziyaret etmenizi diler tüm katılımcılara katılım ve destekleri için teşekkürlerimizi arz ederiz.


pM-N01

HEAVY DUTY

VA

Teknolojisi*

İlacın solunum yollarındaki birikim yerini belirleyen en önemli unsur “partikül çapı”dır ** Yapılan klinik çalışmalar; küçük partikül çapının, havayollarına daha fazla penetre olduğunu ve daha iyi bronkodilatasyon sağladığını göstermiştir.

Heavy Duty nebulizatör, etkin tedavi için ideal partikül çapı sağlar. * VA Teknolojisi: Kullanıcı ihtiyacına göre ilaç akış hızının ayarlanmasını sağlayan bir sistemdir. ** Clay MM, Pavia D, Clarke SW. The effect of aerosol particle size on bronchodilatation with nebulised terbutaline in asthmatic subjects. Thorax 1986;41: 364-8.

www.plusmed-health.com T (+90 212) 319 50 00 | info@trimpeks.com


AKTÜEL

Sağlıklı Su Yönetimi Kongresi sonuç bildirgesi Tüm dünyada doğal su kaynaklarının gördüğü tahribat ve kaynak miktarının gitgide azalması nedeni ile her yıl daha fazla önem kazanan temiz suya ulaşmak konusu; halk sağlığı ile doğrudan alakalı. Temiz ve sağlıklı suyun temini, analizi, kaynakların korunması ve kirlenmeden evlerimize ulaşması gibi çok önemli konuların işlendiği su kongresinin ardından sonuç bildirgesi yayınlandı. Yaşam kaynağı sağlıklı suyun sıkıntısını hiçbir zaman çekmememiz dileğiyle…

T

ürkiye Halk Sağlığı Kurumu, Erzurum Atatürk Üniversitesi ve Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlemiş olduğu Sağlıklı Su Yönetimi Kongresi 20-22 Mayıs tarihleri arasında Erzurum’ da gerçekleştirildi. Amacı, kaynaktan kullanım noktasına kadar sağlıklı su temini, suyun kalitesinin sağlanması, denetimi, su kaynaklı hastalıkların irdelenmesi ve su ile ilgili kurumlar arası koordinasyonunun öneminin belirlenmesi olan kongrede yapılan sunumlar ve tartışmalar süresince aşağıdaki konular ele alındı: • Su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilirliği • Su kalitesi ve analiz yöntemleri • Su analiz laboratuvarının gelişim süreci • Su kaynaklı

42

Haziran 2015

hastalıklar • Sulardaki kimyasal kirlilikler • Su arıtımı ve geri kullanımı • Su dağıtım sistemleri ve güvenliği Kongrede öncelikle su kaynaklarının sürdürülebilirliği, kirliliklerin önlenmesi, su geri kazanımı, su analizleri, su kalitesi ve halk sağlığı laboratuvarlarındaki kalite çalışmaları, bunun yanında suyun sağlık açısından önemi, su kaynaklı hastalıklarda epidemiyoloji ve sürveyansı, kimyasal kirlilikler, arsenik ve farmasotiklerin incelenmesi, su arıtım teknolojileri, atıksular, nanomalzeme destekli membranlarla su arıtım uygulamaları, su arıtımında kullanılan dezenfektanlar ve özellikle klor kullanımının önemi, sonuçta su dağıtım sistemi güvenliği, kentlerde sağlıklı içme suyu yönetimi ve ilgili mevzuat vb konular tartışıldı. Sağlık Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Belediyeler ve üniversitelerden araştırmacılar kongreye katkı sağlayarak, konu ile ilgili ortak paydalarda etkin çalışmaların yapılması gerekliliğini vurguladılar.

Sağlıklı su yönetimi, bu konuda nelerin yapabileceğini tartışmak, kurumlar arası ortak düşünceler üretmek, teknolojik yenilikleri, bilgileri paylaşmak bağlamında kamu, üniversite, yerel yönetim vb paydaşların bir araya gelerek ortak akıl üretilip sorunlar ile ilgili çözüm önerileri tartışıldı. Kongrede su yönetiminin tüm boyutları ile irdelendiği 40 sözlü, 60 poster sunumu gerçekleştirildi, 368 kişi kongreye katılım sağladı. Toplumsal tüketimde temel ve vazgeçilmez bir kaynak olan suyun sağlıklı, temiz, güvenilir, standartlara uygun bir şekilde sunumu büyük önem taşımaktadır. Değişen iklim koşulları, yağışlardaki düzensizlik, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarındaki azalmalar, evsel ve endüstriyel su talebindeki artış bu konuda yetki sahiplerinin gelecek ile ilgili plan ve organizasyon yapmalarını gerektirmektedir. Dünya nüfusunun hızla artışı, kaynaklarının verimli kullanılamaması, endüstriyel gelişmeler kontrol edilemeyen kimyasal kirlilik ve mikrobiyolojik bulaşılar, sağlıklı ve kaliteli su yönetiminin küresel önemini arttırmaktadır. Stratejik açıdan gelecekte bir güç unsuru olacak su kaynaklarının yönetimi, bölgesel ve uluslararası düzeyde önem kazanacaktır. Bu kongre ile temiz su kaynaklarımızın korunması, verimli kullanılması ve kurumlar arası üretilecek etkin ve sürdürülebilir bir yönetim sisteminin gerekliliği vurgulanmıştır. Bu kongrede tartışılan konuların sadece ülkemiz için değil, tüm dünyada temiz, kaliteli ve adil su paylaşım bilincinin gelişmesine ışık tutacaktır.


Real Fuzzy Teknolojisi* ile rahat, Hareket Sensörü ile doğru, Tek tuşla ölçme özelliği ile kolay ölçüm sağlar.

ESH

ONAYLI

pM-KO2

* Patentli “Real Fuzzy Teknolojisi” doğru ölçüm için gereken kaf sıkılığını otomatik olarak ayarlar ve bu sayede yanlış kaf sıkılığı seviyesinden kaynaklanan yanlış ölçümleri önler.

www.plusmed-health.com T (+90 212) 319 50 00 | info@trimpeks.com


Bilim

Bize özel standartlar Reflüde Kanser Riski Türkiye’de Çok Düşük! olma ihtimali çok az. Bu nedenle her hastaya endoskopi yapmak ve sık sık tekrarlamak yanlış. Uzun bir çalışma sonucu hazırladığımız bu rapor ile alanında etkin ve öncü hekimlerle uzlaşmaya varıp reflüde Türklere özgü tanı ve tedavi standartları geliştirdik” dedi.

T

ürk Gastroenteroloji Derneği, Nobel İlaç desteği ile reflünün teşhisi ve tedavi yöntemleri konusunda bir uzlaşı raporu hazırladı. Uzlaşı raporu için 17 öğretim üyesi ve araştırma görevlisi, 9 grup halinde kendilerine sorulan 14 sorunun cevabı üzerinde 2 yıl çalıştı. Daha sonra 56 kişilik bir hekim grubu tarafından her soru tek tek tartışılarak tüm Türk hekimlerine reflüde tanı ve tedavi yöntemleri konusunda ışık tutacak bir konsensusa vardı. Bu konsensusla artık Türk insanının reflüsü, belirtilerine ve şikayetlerine göre tedavi edilecek. Uzlaşı raporu, Türkiye’de reflü tanı ve tedavi yöntemlerinin batıdakinden farklı olması gerektiğini ortaya koydu Türkiye’de yaklaşık 13 milyon reflü hastası var. Yani her 4 erişkinden 1’i reflüyle mücadele ediyor. En çok Marmara Bölgesi’nde, en az ise Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde görülüyor. Reflünün Türklere özel nitelikler taşıyan noktaları var. Türkiye’nin reflü profili diğer ülkelerden farklı olmasına karşın tanı ve tedavi yöntemleri konusunda bir uzlaşı bulunmuyordu. Bu nedenle Türk Gastroenteroloji Derneği Türklere özel reflü tanı ve tedavi yöntemlerinin oluşturulması için 2 yıl çalıştı. Uzlaşı raporu; Reflü Konsensus Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Serhat Bor, Türk Gastroenteroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Necati

44

Haziran 2015

Örmeci, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Taylan Kav ve Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı’ndan Doç. Dr. Altay Çelebi’nin katıldığı basın toplantısı ile duyuruldu. Reflü Türkiye’de kansere daha az ilerliyor, tekrarlanan endoskopilerin çoğu gereksiz Toplantıda konuşan Reflü Konsensus Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Serhat Bor, reflü konusunda ezberleri bozan açıklamalar yaptı. Türkiye’de bilimsel kanıta dayalı bir tıp oluşturulması gerektiğini vurgulayan Bor, “Bugüne kadar hep Batı literatüründen hareketle reflüde tanı ve tedavi yöntemlerini uyguladık. Oysaki bizim reflü profilimiz Batı’dan daha farklı. Bu nedenle bizlere özgü tanı ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi gerekiyor. Örneğin, reflü hastalığında Batı ülkelerinde esas yakınma göğüs kemiği arkasında yanma iken ülkemizde ağza acı-ekşi su ve yemeklerin gelmesi şeklinde görülür. Benzer şekilde reflünün kanserle ilişkili bir alt grubu olan ve Batı ülkelerinde %10 sıklıkta görülen Barrett sorunu ülkemizde çok azdır. Ayrıca endoskopik diğer bulgular da daha hafiftir. Farklı yapımızdan ötürü Türkiye’de reflünün kanser

Helikobakter pilori, Türkleri reflüyle ilişkili kanserden koruyabilir Reflü’de kansere neden olduğu gerekçesiyle uzun yıllardır tartışılan helikobakter pilori bakterisinin aslında bilinenin aksine reflüyle ilişkili yemek borusu kanserinden koruyabileceğini vurgulayan Bor, “gastroenteroloji uzmanları uzun yıllar helikobakter piloriyi yok edip etmeme konusunda tartıştı. Oysaki Batı’da daha az bulunan fakat bizlere özgü olan bu bakteri, bilinenin aksine reflü kaynaklı kanser hastalıklarından koruyor. Bu yüzden reflüde helikobakter piloriyi yok etmek için ilaç kullanmayı önermiyoruz. Türkiye’de reflü hastaları kanser riski ile bugüne kadar çok korkutuldu ancak reflüden korkmayın” mesajını verdi. Reflü en çok Marmara’da, en az Doğu ve Güney Doğu’da görülüyor Reflü ile ilgili bölgesel sonuçlar oldukça ilginç. Reflü en çok Marmara Bölgesinde yaşayanlarda görülüyor. Zengin mutfağı ile nam yapmış Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde ise reflü daha az görülüyor. Kuzeyle güney kıyaslandığında da kuzey Bölgesi reflü açısından daha zengin. Reflünün bölgelere göre görülme sıklığı ise sırasıyla şöyle: Marmara Bölgesi %27.3, Karadeniz Bölgesi % 23.7, İç Anadolu Bölgesi % 20.4, Ege Bölgesi % 19.5, Akdeniz Bölgesi % 18.3, Doğu Anadolu Bölgesi %17, Güneydoğu Anadolu Bölgesi %17. Reflüsü olanlar çikolata yemesin, gazlı içeceklerden uzak dursun Genel kanının aksine reflü hastalığını belli başlı gıda maddelerinin tetiklediği veya semptomlarını artırdığına dair veriler kısıtlıdır. Örneğin toplumda ve doktorlar arasında genel görüş


BIRAKIN UYUSUN... Dokunmak yok, Gözyaşı yok,

Sadece 1 saniyede ölçüm sn.

1 2 3 4 * Nesne Sıcaklığı: Biberon, banyo suyu v.b. sıcaklığı

5

T (+90 212) 319 50 00 | info@trimpeks.com


Bilim

kahve tüketiminin reflüyü tetiklediği yönündedir. Ancak yapılmış geniş ölçekli çalışmalar kahvenin reflü gelişimi ile ilişkisi olmadığını ortaya koymaktadır. Kahvenin aksine sigara ve tuz tüketimi reflü ile ilişkili bulunmuştur. Bununla birlikte; çikolata, yağlı gıdalar ve gazlı içeceklerin tüketimi reflü ile ilişkilendirilebilmiştir. Reflü hastalığında bölgelerdeki değişikliklerin yanı sıra bireysel yaşam stili büyük önem taşıyor. Çok geç vakitte özellikle kalori içeriği yüksek olan yağlı ve protein değeri yüksek besinlerin yenilip yatılması, karın içi basıncını artıran çok dar giysilerin giyilmesi, karın kaslarına yönelik ağır egzersizlerin yapılması gibi durumlar reflü hastalığını tetikleyen faktörlerdir. Sakız çiğneyin, gece süt içmeyin Östrojenler, bazı tansiyon ilaçları, kemik erimesinde kullanılan ilaçlar reflüyü artırıyor. Ancak reflü için en büyük risk obezite. Obeziteyi asitli içecekler, sigara, tuz ve alkol takip ediyor. Sakız çiğnemek ise reflüye iyi geliyor. Reflüden korunmak için, çok sıcak içecekler içmeyin, asitli içeceklerden uzak durun, obezite ile mücadele edin, gece yemelerini bırakın, gece süt içmeyin. Kabızlık tedavisi için önerilen liften zengin diyetin reflü semptomlarını da gerilettiği gösterilmiştir. Ayrıca sık sık ve küçük porsiyonlu yemek tüketimi de reflüyü önleyebilir. Sonuçta; gıda maddelerinin reflüyü tetikleyici etkisi bireysel farklılıklar göstermekte ve diyet kısıtlamalarının hastanın tecrübeleri doğrultusunda düzenlenmesi gerekmektedir. Reflü ilaçlarıyla ilgili dedikodular gerçeklerden fazla Reflü ilaçlarının yan etkilerinin abartıldığını söyleyen Prof. Dr. Serhat Bor, “İlaç kullananlarda kemiğim kırılır, kanser olurum, zattüre olurum gibi kaygılar var. Uzlaşı grubunun kararı şu: ilaçların gösterilmiş 4 yan etkisi bulunuyor. Bu durumlarda da ilacı kesmek gerekmiyor, yan etkiyi tedavi ediyoruz. Mesela osteoporoz riski olan hastalarda osteoporozu tedavi edin diyoruz” dedi. Gebelik reflüsü kader değil Reflü uzlaşı raporu hazırlanırken gebelik reflüsü üzerinde de titizlikle durduklarını belirten Reflü Konsensus Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Serhat Bor, “gebelik reflüsü çok yaygın bir hastalık, her 2 gebeden 1’i gebelik reflüsü yaşıyor ama bebeğime zarar gelir korkusuyla

46

Haziran 2015

ilaç kullanmaktan korkuyor. Gebelikte asla ilaç içilmemeli gibi bir durum yok. Biz bu uzlaşıda hangi dönemde hangi ilaçların kullanılabileceği konusunda da bir sonuca vardık” diye konuştu. Spikerler, imamlar, öğretmenler reflü yüzünden sesini kaybedebilir Sebebi açıklanamayan müzmin öksürüğün ya da sebebi açıklanamayan kronik larenjit ve farenjitin en önemli nedeni reflü kabul ediliyor. Bizim en önemli hastalarımız spikerler, imamlar, ses sanatçıları, öğretmenler diyen Prof. Dr. Serhat Bor, “insanlar reflü yüzünden sesini kaybedebiliyor. Reflü yüzünden meslek hayatı biten insanlar var. Reflüden korkmayın ancak ciddiye alın” uyarılarında bulundu. 2014 yılında 80 milyon kutu reflü ilacı yazıldı 2014 yılında 80 milyon kutu reflü ilacının yazıldığını vurgalayan Serhat Bor, reflünün tedavisi için gastroenteroloji, göğüs hastalıkları, kulak burun boğaz, genel cerrahi ve psikiyatri

hep birlikte bir takım oyunu oynamak zorundadır hatırlatmasını yaptı. Uzlaşıdan çıkan sonuçlar; • Türkiye’de reflünün kansere ilerlemesi çok nadirdir. • Gereksiz yere endoskopi yaptırmayın. • Gebelik reflüsünde bazı ilaçların çok güvenilir olduğunu bilin. Gebelik reflüsü bir kader değildir, güvenli ilaçlarla yakınmalarınızdan kurtulabilirsiniz. İlaç kullanırken doktorunuza mutlaka danışın. • Batıda reflü yanarak gelir. Türkiye’de yanma yarı yarıya az, ama ağıza acı, ekşi su ve yemeklerin gelişi fazladır. Bizim reflü profilimiz farklı. • Türkiye için reflü konusunda bir uzlaşı raporu şarttır. Bu rapor batı ülkelerinin dışında kalan tüm ülkelere örnek olacak. • Batı ülkelerinin dışında kalan bütün ülkeler farklı bir profil izliyor. Arap ülkeleri, Türki Cumhuriyetler, Uzak Doğu’da (Japonya hariç) tüm sarı ırkta Barrett daha azdır.



Bilim

Astigmatta yeni buluş;

Yerçekimine uyum sağlayan kontak lensler!

Y

eni nesil kontak lensler, tasarımları ve son teknolojiyle üretilen materyalleri sayesinde her türlü hareketinize kolayca uyum sağlıyor. Ayrıca oksijen geçirgenliği sayesinde gözün ihtiyacı olan nemi almasına yardımcı oluyor. Uzak ya da yakın, tüm mesafelerdeki nesneler size bulanık mı görünüyor? Bazı nesneleri şekillendirmekte zorlanıyor musunuz? Özellikle okuma sonrasında baş ağrısı ve gözlerinizde ağrı mı hissediyorsunuz? Benzer belirtiler yaşıyorsanız görme problemlerinizin sebebi “astigmatizma” olabilir! Astigmatizma, korneanın şeklinin bozularak ışığı doğru biçimde kıramamasıyla oluşan, görüşünüzü bozan bir kırma kusurudur. Kişiler, uzak veya yakında bulanık veya gölgeli görürler. Daha net görmek için sarf edilen çaba sıklıkla baş ağrısı ve gözlerinizde ağrıya sebep olur. Uzun süre yakın mesafe işlerle uğraşanlarda sık

48

Haziran 2015

görülebilen astigmatizma tek başına ya da miyop veya hipermetropla birlikte de olabilir. Astigmatlı hastalar için yeni buluş: bu yeni lensler yerçekimine ayak uyduruyor… Astigmatlı kişiler görme sorunlarını çözmek için genellikle gözlük kullanmayı tercih ediyor. Ancak gelişen lens teknolojileri sayesinde, astigmatlıların hareketli yaşam tarzlarına uygun, daha net ve kaliteli bir görüşe kavuşmaları mümkün. Yeni nesil kontak lensler, tasarımları ve son teknolojiyle üretilen materyalleri sayesinde gözde her türlü hareketinize kolayca uyum sağlar. Ayrıca daha fazla oksijen geçirme özelliği sayesinde gözünüzün ihtiyacı olan nemi almasına yardımcı olarak size daha konforlu bir kullanım olanağı sağlar. Acuvue® marka tüm torik lensler, astigmatlılar için net görüş ihtiyacını uç bakışlarda bile göz

hareketlerinden etkilenmeden karşılar. Astigmat kırma kusurunu düzelten Acuvue® lenslerinin kullanım süresine göre iki farklı seçeneği bulunuyor. • Günlük Kullan-At Lensler; 1 Day Acuvue® Moist® for Astigmatism teknolojisi ile lenslere kalıcı olarak gömülmüş ıslatıcı ajanların sunduğu nemi tutarak gün boyu konfor sağlar. Ayrıca günlük kullan-at lensler ile her gün temiz ve yeni bir çift lense sahip olmak göz sağlığınıza olumlu katkı sağlamaktadır. • Günlük Tekrar Kullanılabilir Lensler; Acuvue® Oasys® for Astigmatism ıslanabilirlik özelliği sağlayan hydraclear® plus teknolojisi sayesinde, göz kapaklarının lensin üzerinden kolayca kaymasını sağlayarak kullanıcıya lens yokmuş hissi verir.



Bilim

Yaşlanmak

tarih mi oluyor? Japon Bilim insanları yaşlanmanın sırrını çözdü

B

eyaz saçları ve güçlü sesi nedeniyle öğrencilerinin beyaz aslan ismini taktıkları Profesör Hayashi ve ekibi başarılı bir çalışmayla yaşlanmayı geciktirmeyi ve hatta yaşlanmayla oluşan hasarları tersine çevirmeyi başardı. Japonya’daki Tsukuba Üniversitesi’nden Profesör Jun-Ichi Hayashi yönetiminde gerçekleştirilen araştırma insan hücre dizilerinde yaşlanmanın geciktirilebileceği sonucuna vardı. Araştırma ayrıca en basit ve en küçük aminoasit olan Glisin üretmekle görevli iki genin yaşlanmanın bazı özelliklerinden kısmen sorumlu olduğunu ortaya koydu. Profesör Hayashi ve ekibi bu heyecan verici keşfi yaşlanma teorisiyle alakalı bazı tartışmalı popüler konular üzerinde çalışırken yaptı. Yani çalışmayla çürütülen Mitokondrial Yaşlanma Teorisi; yaşla doğru orantılı mitokondrial bozulmaların mitokondrial DNA nın mutasyonları tarafından kontrol edildiğini öne sürüyor. Anormal mitokondrial fonksiyon insanlar dahil, birçok canlı türünde yaşlanmanın işaretlerinden biridir. Bunun dayanağı çoğunlukla mitokondrinin hücresel solunum adı verilen süreçte enerji üretmesi sebebiyle hücrenin trafosu oluşudur. Mitokondrial DNA’nın hasar görmesi DNA diziminde değişiklikler ve mutasyonlara yol açar. Bu değişikliklerin birikimi kalan yaşam süresinin kısalması ve kilo almak, saçların dökülmesi, osteoporoz gibi yaşlılık belirtileriyle alakalıdır. Mitokondrial Yaşlanma Teorisinin geçerliliği hakkında şüphe uyandıran zıt delillerin sayısı her geçen gün

50

Haziran 2015

artmakta. Özellikle Tsukuba ekibi yaşla alakalı mitokondrial hasarların mitokondrial DNA’nın mutasyonlarının kontrolünde değil, başka bir tür genetik ayarın kontrolünde olduğunu gösteren dikkat çekici yeni araştırması bu teoriyi çöpe atacak gibi… Ceninden 12 yaşına kadar farklı yaşlarda genç insanlardan ve 80-97 yaşları arasında yaşlı insanlardan alınan fibroblast hücrelerindeki mitokondrilerin fonksiyonunu inceleyen araştırma Nature’s Scientific Reports,adlı bilimsel yayında yer aldı. Araştırmacılar iki

grubun mitokondrilerindeki mitokondrial solunum ve DNA hasarlarını karşılaştırdılar. Mevcut araştırmanın sonuçlarına göre yaşlılardan alınan hücrelerin mitokondrilerinde; olması beklenen solunum seviyesinin azalması, ancak DNA hasar derecesinin artması gerekiyordu. Olması beklenen solunum seviyesi yaşlılarda azalmıştı; ancak genç ve yaşlı grupların DNA hasar seviyelerinde farklılık yoktu. Bu durum araştırmacıları mitokondride görülen yaşlılık kaynaklı etkilerden farklı bir tür genetik ya da

epigenetik ayarın sorumlu olabileceği teorisini düşünmeye itti. Epigenetik ayar tanımıyla, DNA’nın fiziksel yapısında genleri kapatan ya da açan kimyasal yapılanmalar ve ya proteinler eklenmesi gibi değişiklikler kastediliyor. Bu değişiklikler mutasyonlar gibi DNA dizilimini etkilemezler. Eğer bu teori doğruysa o zaman hücreleri embriyotik kök hücre durumuna gelecek şekilde genetik olarak yeniden programlamak mitokondrial DNA ile bağlantılı tüm epigenetik değişiklikleri silecekti. Bu teoriyi sınamak için araştırmacılar hem genç insanlardan alınan hem de yaşlı insanlardan alınan fibroblast hücre dizilerini embriyotik kök hücre durumuna gelecek şekilde yeniden programladılar. Bu hücreler sonra fibroblastlara dönüştürüldü ve mitokondrial solunum fonksiyonları incelendi. İnanılmaz bir şekilde yaşlanmayla alakalı hasarlar tersine çevrildi. Genç ve yaşlı insanlardan alınanlar arasında bir fark kalmayacak şekilde; bütün fibroblastlar ceninin fibroblast hücre dizisiyle benzer solunum oranlarına eriştiler. Sonuç gösteriyor ki; mitokondride yaşlanma işlemi mutasyonların değil, epigenetik ayarın kontrolünde. Araştırmacılar daha sonra epigenetik açıdan bu yaşlılıktan kaynaklanan mitokondial hasarlara sebep olan genleri aradılar. Mitokondride Glycine üretimini düzenleyen iki gen; CGAT ve SHMT2 bulundu. Araştırma, bu iki genin ayarlarının değiştirilerek; kusurların ya da fibroblast hücre dizisindeki mitokondrial fonksiyonların onarılabileceğini ortaya koydu.



Etkinlik

Kafa tabanı anatomisi incelendi 2. Kafa Tabanı Cerrahisi Kursu gerçekleştirildi. Kursta kafa tabanı anatomisi 3D teknolojisi desteği kullanılarak incelendi. sınırlı olan kursta önemli bilgiler ve yenilikler paylaşıldı. Uluslararası eğitimci olarak Brezilyalı dünyaca ünlü cerrah Prof. Dr. Evandro de Oliveira ve Dr. Vicent Quilis de tecrübelerini ve özgün yöntemlerini katılımcılarla paylaştılar. Prof. Oliveira Hakkında:Beyin cerrahisi alanında öncü isimlerden biri olarak kabul edilen Prof. Dr. Evandro de Oliveira, “anatomi bilgisini cerrahiyle birleştiren duayen” olarak tanımlanıyor. Kendisi de Albert L. Rhoton Laboratuvarı’ndan yetişen Prof. Oliveira, halen Campinas State Üniversitesi’nde (UNICAMP) Nörolojik Bilimler Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmaktadır. Prof. Oliveira’nın çalışma ve araştırmaları, mikrocerrahi anatomisi, serebrovasküler hastalıklar, epilepsi, omurilik, beyin ve hipofiz bezi tümörleri üzerine yoğunlaşmıştır.

T

ürkiye’deki tıp eğitimi konusunda ülkedeki tüm hekimlere ve tıp alanında çalışan bilim insanlarına katkıda bulunmayı görev edinen BAU TIP, Medical Park Hastaneler Grubu işbirliği ile konferans, eğitim ve seminerler düzenlemeye devam ediyor. Nöroanatominin babası sayılan Florida Üniversitesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Albert L. Rhoton’un adının verildiği, en modern cihaz ve ekipmanlarla donatılmış bir anatomi laboratuvarına sahip olan BAU TIP, bu laboratuvarda önemli bir kursa daha

52

Haziran 2015

ev sahipliği yaptı. Nöroanatomi konusunda düzenlenen üç boyutlu (3D) nöroanatomi ve kafa tabanı diseksiyon kursunun ana teması bu yıl “kafa tabanı” olarak belirlendi. Kafa tabanı anatomisi 3D teknolojisi desteği ile derinlemesine incelendi. Ayrıca farklı cerrahi yaklaşımlar kadavra üzerinden pratik ve teorik olarak tartışıldı. Kurs, içerik olarak nöroşirürji uzmanlık öğrencileri ile uzmanlık eğitimini tamamlamış tüm genç nöroşirürjiyenlere uygun olarak hazırlandı. Kadavra başına iki araştrmacı şeklinde 30 kişi ile



AKTÜEL

Dünyanın tercihi Minion, Türkiye pazarındaki başarısını dünyanın 33 ülkesine taşımayı başardı. Yeni hedef 30. kuruluş yılında 50 ülkeye ihracat...

G

özde Tıbbi Malzeme şirketi Minion markasıyla gerçekleştirdiği ithalat atağı ile 3 kıtada 33 ülkeye yayıldı. Yurt dışı fuarlara ağırlık veren Minion, ayrıca hedef olarak belirlediği ülkelere çeşitli ziyaretler gerçekleştirerek ihracat payını artırmayı hedeflemekte. 6 yılda 33 ülkeye ihracat yapmayı başaran firma önümüzdeki süreçte ihracat yaptığı ülke sayısını 50’nin üzerine çıkarmayı amaçlıyor. Müşteri Memnuniyeti ve Kalite “Müşteri Memnuniyeti” ilkesi doğrultusunda çalışmalarını sürdüren Minion, üretim hatlarına yeni makineler ekleyerek, daha kaliteli ve hızlı üretime geçiş yaptı. Tümü kalite belgeli 400 çeşitten oluşan Minion ürünlerine her geçen gün yenileri ekleniyor. Minion ayrıca her geçen gün artan personel

54

Haziran 2015


AKTÜEL

istihdamı ile ülke ekonomisine katkı sağlıyor. Yurt dışında MEDICA ve Arab Health fuarlarına katılan Minion, yurt içinde ise ExpoMED fuarıyla sektörün nabzını tutuyor. Bu fuarlardan aldığı geri dönüşlerden memnun olan Minion, gelecek yıllarda da katılımı sürdürmeyi planlıyor. İhracat 33 ülkeye ulaştı Minion, 33 ülkeye gerçekleştirdiği ihracat ile Türkiye pazarında yaşanan ekonomik dalgalanmalardan etkilenmeden büyümesini sürdürüyor. 400 çeşit ürünün üretim, stok ve dağıtımını hızla gerçekleştiren Minion, bu noktada hem Türkiye genelinde hem de yurt dışında büyük bir ağ oluşturdu. Şirket, stok takibi konusunda da en iyi yazılımı kullanıyor. Minion markasının kurumsallaşma faaliyetleri tüm hızıyla sürüyor. Şirket bünyesinde yeni departmanlar oluşturularak iş takibinin daha kolay ve hızlı yapılması sağlandı. İç piyasadaki çalışmalarını medikal marketler ve ecza depoları ile yürüten Minion, yurt dışındaki faaliyetlerini distribütörlükler aracılığıyla gerçekleştiriyor. Yeni ürün çalışmaları sürüyor Minion markasına ait 6 adet patentli ürün bulunmakta, buna ilave olarak Ar-Ge çalışmaları devam eden birçok yeni ürünün piyasaya sunulması için çalışılmalar sürüyor. Minion marka bilinirliğinin artmasıyla birlikte kaliteden ödün vermeden faaliyetlerine devam ediyor. Sağlık sektöründe faaliyetlerine başladığından bu yana Minion; kaliteli ve güvenilir tıbbi ürünleriyle sektörün en büyük üreticileri arasına girmeyi başarmıştır.

Haziran 2015

55


Gilead

Gilead Türkiye’den bilime destek Bu yıl ikincisi düzenlenen “Gilead Türkiye Fellowship Programı”nda 2014 yılının başarılı bilimsel projeleri ödüllendirildi. Gilead Sciences 35 proje arasından seçilip, desteğe hak kazanan 9 projeye toplamda 300.000TL destek verdi. 2015 yılında desteklenecek bilimsel projeler için eylüle kadar sürecek başvurular başladı. “Gilead Fellowship Programı” dört terapötik alanı kapsayan başarılı projelere destek veriyor; HIV, Hepatit B ve C, İnvaziv Fungal Hastalık (IFD), Hematoloji/ Onkoloji Bu alanlarda araştırma, eğitim, sağlık ve hasta bakımı konularında iyileştirme sağlamayı amaçlayan programın üçüncüsü için proje başvuruları eylül ayına kadar devam edecek. 28 yıldır dünyada HIV/AIDS, hepatit, ciddi solunum ve kardiyovasküler rahatsızlıklar, metabolik sendrom, kanser ve enflamasyon alanlarında faaliyet gösteren Gilead Sciences tarafından Türkiye’de yeni fikirlerin geliştirilmesini, keşfedilmesini ve yayılmasını sağlayan bu programın 2014 yılında yapılan ikincisine 35 proje başvurmuş, aralarından başarılı bulunan 9 proje desteğe hak kazanmıştı. Yapılan ödül töreniyle seçilen projelere toplamda 300.000TL destek verildi. Gelişen Tedaviler, İyileşen Hayatlar “Gilead Sciences Türkiye” tarafından gerçekleştirilen törenle desteğe layık bulunan bilimsel projelerin sahipleri ödüllerini aldılar. Gilead yöneticileri, Türkiye’nin önde gelen uzman hekimleri ve Pozitif Yaşam Derneği yöneticileri katılımcılarla önemli

Dilek Böke

56

Haziran 2015

bilgiler paylaştılar. Son günlerde gündemde olan hekime şiddet konusu programın sunucusu tarafından kınanırken, salonda bulunanlar da coşkuyla alkışlayarak, destek verdi. Bazı ilaçlar neden pahalı? Gilead Sciences Türkiye Genel Müdürü Dilek Böke, yaptığı açılış konuşmasında adını iyileştirici antik bir ağaçtan alan Gilead şirketi olarak yaşamı tehdit eden, tedavisi oldukça zor hastalıkların tedavisinde ilerleme sağlayan ilaçların geliştirilip sunulmasını misyon olarak belirlediklerini, tedavi ihtiyacı karşılanmayan hasta gruplarına erken ve güvenilir tedavileri ulaştırma gayreti içinde olduklarını vurguladı. Ayrıca bir sunum yaparak ilaç maliyetlerinin neden yüksek olduğunu açıklayan Böke, bir ilacın keşfinden piyasaya sunulmasına kadar en az 10 yıllık zahmetli bir süreçten geçtiğini anlattı. On binlerce bileşik üzerinde başlayan çalışmaların yıllar süren klinik aşamasına gelene kadar 6 bileşiğe kadar düştüğünü, birçok deneyden sonra bunlardan sadece birinin kullanılabildiğini anlattı. Son olarak tıbbi ürünlerdeki ilerlemeler sayesinde hastalıkların teşhis ve tedavisinde ulaşılan kolaylıklarla ölüm risklerinin düştüğünü ve son 50 yılda insanların ortalama yaşam süresinin 10 yıl arttığını sözlerine ekledi.

Gerçekçi ve zamana duyarlı projeler Gilead Sciences Türkiye Kıdemli Medikal Müdürü Dr. Ece Küçüksayraç, Fellowship Programı hakkında bilgi verirken 2015 Gilead Fellowship Programı’nın Haziran ayı itibariyle aktif hale geldiğini ve Eylül ayına kadar başvurulara açık olacağını açıkladı. 2015 projelerine dağıtılacak ödülün 350.000TL’ye yükseltildiğini de müjdeledi. Programa katılımın online olarak gerçekleşeceğini de anlatan Küçüksayraç, gerçekçi ve zamana duyarlı projeler beklediklerini sözlerine ekledi. “Yararlanılabilir ve paylaşılabilir içerikteki akademik çalışmalar bir ülkenin bilimsel ve eğitsel gelişimi için esastır.” Prof. Dr. Reşat Özaras; Türkiye’de akademik ve eğitsel projelerin önemi ve karşılaşılan zorlukları aktardı. Herhangi bir desteğin ‘bilimsel destek’ olarak görülebilmesi için, destekleyicinin kısıtlamadan, tarafsızlıkla hareket etmesi ve projelere verilecek desteklerin organizasyonun çıkarları doğrultusunda değil; bilime, geleceğe ve topluma katacağı değer noktasında değerlendirilmesi gerektiğinden ve Gilead‘ın hem Türkiye’de hem de dünyada bu konuda emsal teşkil ettiğinden bahsetti. “HIV pozitif olsak da olmasak da biz pozitifiz, hem de çok pozitifiz…” Pozitif Yaşam Derneği’nden Arda Karapınar; HIV/AIDS ile yaşayanların geciken haklarını savunmak, dayanışma sağlamak ve toplumdaki ön yargıları yıkmak amacı ile internette “HIV pozitif“ isimli mesaj grubunda bir araya gelen duyarlı kişilerin attıkları adımlarla Haziran 2005’te doğan Pozitif Yaşam Derneği’nin çalışmalarını ve Destek Merkezi projesini aktardı. Ülkemizde hasta derneği olmanın, hastaların haklarını aramanın, hasta insanlara uygulanan toplumsal izolasyonu ve stigmayı kırmanın çok uzun ve zorlu bir yol olduğunu vurgularken bu yolda basının, hekim derneklerinin, ilaç endüstrisinin ve devletin desteğine ihtiyaç olduğunu belirtti.



Gilead

İnsanların HIV testine özendirilmesi gerektiğini ve bunun da ancak kimlik bilgileri alınmadan, ücretsiz test yapılan merkezlerle mümkün olacağını anlatan Karapınar, damgalanma korkusuyla test yaptırılmaması nedeniyle ülkemizdeki hasta sayısının tam olarak saptanamadığını ve gerekli desteğin verilemediğini anlattı. “Basında Stigma” Prof. Dr. Fehmi Tabak ise yaptığı konuşmada; damgalanma, fişlenme olarak açıklanan stigma tabirinin bir takım hastalıkların teşhis ve tedavisini zorlaştırdığını anlattı. Ülkemizde bulaşıcı enfektif hastalıklardan mustarip yüz binler, hatta milyonlarca insan yaşadığını ve özellikle HIV, Hepatitiler gibi cinsel yolla bulaştığı bilinen hastalıklarla ilgili toplumun tüm kesimlerinde çeşitli önyargılar ile karşı karşıya kalındığına dikkat çekti. Bu hastalığın basında nasıl yer aldığını kronolojik bir sunumla göstererek aktaran Prof. Dr. Fehmi Tabak, geçmişten günümüze basındaki bilinç düzeyindeki gelişimi ve hep beraber bu düzeyi nasıl ileriye taşıyabileceğimizi paylaştı. Dünyada her gün 7.000 kişinin HIV virüsüyle enfekte olduğunu ve bunların yarısının da çocuk olduğunu anlatan Tabak, tedavide de çok yol kat edildiğini vurguladı. “Bugün HIV ile yaşayan 30’larında bir kişi doğru tedavilerle 25-30 yıl her gün bir ilaç kullanarak, hayatına devam ediyor. Günden güne ilerleyen etkili tedavilerle bu süre uzayacaktır.”dedi. Türkiye’de kayıtlı HIV’le yaşayan sayısı 7.000 civarı iken asıl rakamın 20.000 olduğu tahmin ediliyor. Destek alan projeler; Uzm. Dr. Mert Ahmet Kuşkucu / HIV Enfeksiyonu Derneği Hepatit C ve B İnfeksiyonlarının Farklı Klinik

58

Haziran 2015

Sonlanımları ile Türk Hastalarda IP-10 G210A Gen Polimorfizmi ve IP-10 Düzeylerinin İlişkisinin Araştırılması Prof. Dr. Beyza Ener/ Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü Bilimsel Araştırmalar Proje Birimi Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 1999-2012 yılları arası hasta örneklerinden izole edilen Aspergillus fumigatus suşlarında azol direncinin saptanması Ayşe Toprak – Belgesel Yapımcısı-Yönetmen / AIDS ve Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Derneği HIV Kısa Belgesel Dizisi Dr. Ezgi İnce / HIV Enfeksiyonu Derneği HIV ile Enfekte Bireylerde Psikiyatrik Semptom ve Eştanı Yaygınlığı Pınar Öktem / Pozitif Yaşam Derneği II. Avrupa Test Haftası Gönüllü Danışmanlık ve Ücretsiz Test Projesi Yrd. Doç. Dr. Anıl Tombak / Mersin Üniversitesini Geliştirme Vakfı İmmün Trombositopeni’li Hastalarda mikroRNA Ekspresyon Analizi Doç. Dr. Gökhan Metan /Febril Nötropeni Derneği Akut lösemi ve miyelodisplastik sendrom tanılarıyla kemoterapi alan veya allojenik kemik iliği nakli yapılan hastalarda antifungal profilaksi yaklaşımlarının ve etkinliğinin belirlenmesi

Yrd. Doç. Dr. Uluhan Sili / KLİMİK Yeni Tanı Konmuş HIV-1 ile Enfekte Hastalarda Nakledilen İlaç Direncinin Ultra-Derin Dizi Analizi Yöntemi ile Araştırılması Prof. Dr. Kenan Midilli / HIV Enfeksiyonu Derneği Düşük Düzey Viremi ile Seyreden HIV-1 infekte Kişilerde Integraz, Proteaz ve Revers Transkriptaz Genleri Üzerindeki Direnç Mutasyonlarının Ultra-Deep Sequencing Yöntemi ile Saptanması ve Pro-viral DNA Üzerindeki Direnç Mutasyonları ile Karşılaştırılması Gilead Türkiye Fellowship Programı Gilead Türkiye Fellowship organizasyonunun temel amacı; HIV, Hepatit B ve C, İnvaziv Fungal Hastalık (IFD), Hematoloji/ Onkoloji’den oluşan beş terapötik alanda araştırma, eğitim, sağlık ve hasta bakımını iyileştirmeyi amaçlayan ve teşvik eden yeni fikirlerin geliştirilmesini, keşfedilmesini ve yayılmasını sağlayacak projelere destek vermektir. Tüm başvurular Gilead Türkiye Fellowship Programı internet sitesi aracılığıyla online olarak gerçekleştirilmiştir. Başvuru sahibinin, başvuru alanıyla ilgili olan mevcut klinik veya araştırma faaliyetleri, projeye duyulan ihtiyacı destekleyen veriler, proje hedeflerini karşılaması gereken spesifik, ölçülebilir, elde edilebilir, gerçekçi ve zamana duyarlı proje dönüm noktaları ve eylem adımları programa kabul edilmiştir. Uygun bulunan projeler, sadece kar amacı gütmeyen kurumlara, mevzuat, AİFD (Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği) Tanıtım İlkeleri’ne ve usule uygun olarak belirlenmiştir.



Hastane

Okmeydanı Hastanesi depreme dayanıklı olacak Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi depreme karşı sismik izolatörler kullanılarak, akıllı ve yeşil bina konseptiyle yeniden inşa ediliyor. Hastane yeni binasında yılda 1 milyon 500 bin ayakta ve 50 bin yatan hastaya hizmet verebilecek.

İ

stanbul Proje Koordinasyon Birimi (İPKB) tarafından, İstanbul sismik riskin azaltılması ve acil durum hazırlık projesi (İSMEP) kapsamında, akıllı ve yeşil bina konseptiyle yeniden inşa edilmeye başlanan Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne depreme karşı sismik izolatörler monte ediliyor. Sismik izolasyon teknolojisi, binaya gelen depremin yıkıcı tesirlerinin azaltılmasına yönelik kullanılan en önemli araçlardan biridir. Kullanılan sismik izolatörlerin özellikleri sayesinde deprem enerjisi azaltılarak, yapısal ve yapısal olmayan üst yapı elemanlarının daha az etkilenmesi sağlanıyor. Böylece binanın deprem karşısındaki performansı artırılarak yapının depremden hemen sonra hizmet vermesi hedefleniyor. Yeni Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, geleceğin teknolojik altyapısıyla, her türlü değişim ve dönüşüme uygun olarak tasarlandı. Avrupa’da bile örnekleri az bulunan ultra modern bir hastane inşa ediliyor. Yıllık 1 milyon 500 bin ayakta ve 50 bin yatan hastaya hizmet verecek yeni hastane, Leed Gold (Yeşil Bina) Sertifikasına aday ilk kamu hastanesi olacak. İstanbul Proje Koordinasyon Birimi (İPKB), 2006 yılında, İstanbul Valiliği bünyesinde “Geleceğimizi Güçlendiriyoruz” sloganı ile kuruldu. İPKB, İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi (İSMEP) kapsamında, afet olmadan önlem alma amacı ile İstanbul’da başta okullar ve hastaneler olmak üzere kamu binalarını depreme karşı yeniden yapıyor veya güçlendiriyor. İPKB, bugüne kadar toplam 1175 kamu binasını güçlendirmiş ve yeniden yapmış olup, Güvenli Yaşam Eğitimleri kapsamında 825 bin kişiye eğitim verirken, materyal dağıtımı ve genel bilgilendirmelerle de 6,5 milyon kişiye ulaştı. İstanbul’un ihtiyaçlarını doğru analiz ederek çözümler üreten ve dünyaya örnek olan modelleri ortaya koyan İPKB, kentin güvenli geleceğine katkı sağlayacak yenilikçi projeler üretiyor.

60

Haziran 2015



Etkinlik

Dünyaca ünlü cerrah Mustafa Öz’e girişimcilik ödülü! Selçuk Üniversitesi (SÜ), 1925 yılında Konya’da dünyaya gelip Tıp Fakültesi tahsilinin ardından ABD’de 45 yıl cerrahlık yapan ve uluslararası tıp camiasında büyük saygınlık elde eden dünyaca ünlü göğüs, kalp-damar cerrahı Prof. Dr. Mustafa Öz’e ‘Tıp’ ve ‘Girişimcilik’ alanlarında fahri doktora payesi verdi.

Türkiye’de birçok yere müracaat etti. Hiçbirinden olumlu cevap alamayınca kendi imkanlarıyla hiç dil bilmeden 1955 yılında ABD’ye gitti. Burada kısa sürede İngilizceyi öğrendi. İhtisasını Cleveland’da Doctor’s Hospital’da yaptı. 1959 yılında genel cerrah unvanı aldı. Aynı yıl Suna Atabay ile evlendi. 1960’da Atlanta Emory Üniversity Hospital’de toraks ve kalp-damar cerrahi uzmanlığını tamamladı. Philedelphia’da Jefferson Medical School’un Medicine Center of Delaware’de Cerrahi Eğitim Direktörlüğüne kadar yükseldi.

S

elçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu’nun teklifi üzerine Üniversite Senatosu Prof. Dr. Mustafa Öz’e Fahri Doktora Payesi verilmesi yönünde karar aldı. 21 Mayıs 2015 tarihli Senato kararının gerekçesinde, “1925 yılında Konya’nın Bozkır İlçesi’nde doğup zor koşullarda ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra ABD’ye giderek burada 45 yıl akademik kariyer ve yöneticilik yapıp özellikle özefajektomi ameliyatını dünyada en iyi icra eden cerrahlardan biri olan, uluslararası tıp camiasında büyük saygınlık elde ederek ülkemiz ve şehrimiz için iftihar vesilesi olan, Bozkır’daki öğrencilerimiz için 200 kişilik yurt yaptıran Sayın

62

Haziran 2015

Prof. Dr. Mustafa Öz’e ‘Tıp’ ve ‘Girişimcilik’ alanlarında ‘Fahri Doktora Payesi’ verilmesi kararlaştırılmıştır” denildi. Fahri Doktora Payesi törenle takdim edildi. Örnek bir azim ve başarı hikâyesi 3 Ekim 1925’te Konya’nın Bozkır ilçesinde kerpiç bir evde Özlü Mehmet Ağa’nın 11 çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Mustafa Öz, ilk ve orta öğrenimini Konya’da tamamladı. Türkiye’de devlet parasız yatılı okullarında zor şartlar altında okuyarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini dereceyle tamamladı. Mecburi hizmetini ve askerliği tamamladıktan sonra asistanlık için

Dünyaca ünlü kalp cerrahi Mehmet Öz’ün babası 11 Haziran 1960 tarihinde oğlu dünyaca ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Mehmet Öz dünyaya geldi. Daha sonra Seval Öz ve Nazlım Öz doğdular. ABD’de 5 ayrı üniversiteden profesörlük unvanı almayı başardı. ABD’de 45 yıl kaldıktan sonra 2000 yılında Türkiye’ye döndü. Bilim Üniversitesi Cerrahi Bilimler Bölüm Başkanlığını yaptı. Florence Nightingale Hastanesi’nde çalıştı. Özellikle özefajektomi ameliyatını dünyada en iyi icra eden doktorlardan biri olarak tarihe geçti. 1993 yılında Bozkır’da Mehmet Öz Sağlık Ocağını yaptırdı. 2011’de Selçuk Üniversitesi’nin Bozkır’daki öğrencileri için 200 kişilik Mustafa ve Suna Öz Öğrenci Yurdu’nu inşa ettirdi. “Yeni nesle model olmalı” Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel, zor şartlar altında eğitimini tamamlayan Prof. Dr. Mustafa Öz’ün bugün geldiği nokta itibariyle model olacak bir bilim adamı olduğunu belirterek, “Kendisini Üniversitemizde ağırlayarak Fahri Doktora Payesi takdim etmekten onur duyacağız. Aynı zamanda bir Bozkırlı olan Sayın Öz’e vereceğimiz paye bu nedenle daha fazla anlam taşıyor” dedi.



Bilim

Made in Turkey! Türk bilim insanlarına meme tümörü görüntüleme ödülü

T

ürk bilim insanlarının geliştirdiği “mikrodalga teşhis cihazı (MMT)” meme kanserinde Tomografi, Ultrason ve MR sonuçlarını geride bıraktı. Klinik çalışmalarda mevcut görüntüleme cihazlarının teşhisinden çok daha ileri seviyede sonuçlar elde edilen “mikrodalga teşhis cihazı (MMT)” dünyada yaklaşık 4 bin bilim insanın katıldığı kongrede “Mükemmel Çalışma” ödülü kazandı. Çin’in başkenti Pekin’de 15-17 Mayıs 2015 tarihlerinde Avrupa Cerrahi Birliği (ESS European Society of Surgery) ve Çin Cerrahi Organizasyonu (CCS Chinese College of Surgery) tarafından ortaklaşa gerçekleştiren ve yaklaşık 4 bin akademisyen ve doktorun katıldığı geleneksel konferansta, Türk bilim insanları tarafından dünyada ilk kez geliştirilen, üretilen ve klinik çalışmaları yapılan çalışmanın bildirisi ‘Mükemmel Çalışma’ (Excellent abstract) ödülü aldı. “Yeni bir meme kanseri tümörü görüntüleme tekniği” adlı çalışmada hastalar üzerinde yapılan testlerden alınan ilk sonuçlar son derece önemli ve dikkat çekici bulundu. İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. İbrahim Akduman ve ekibi tarafından dünyada ilk kez geliştirilen cihaz İTÜ-Arı Teknoparkta Mitos Medikal AŞ firmasınca üretildi. Meme kanserini çok erken evrede teşhis edebilen Mikrodalga Meme Tomografisi (MMT) ile Sağlık Bakanlığı onayıyla İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümünde Prof. Dr. Murat Özcan ve Prof. Dr. Tunaya Kalkan yönetiminde bir ekip tarafından hastalar üzerinde klinik testler yapıldı. Yapılan klinik testlerin sonuçları bir devrim niteliğinde olup, günümüzde meme kanseri tümörünü görüntülemekte kullanılan Mamografi, MR, Ultrason gibi tekniklerin sonuçlarını geride bıraktı. Yapılan çalışmada MMT cihazı ile hasta ölçümlerinde alınan sonuçlar, patolojik verilerle karşılaştırıldı ve patolojik bulgulardaki tümör büyüklüğünün bire bir örtüştüğü saptandı.

64

Haziran 2015

Her yaşta kadın dilerse her gün radyasyon sıkıntısı olmadan ölçüm yaptırabilecek Proje sorumlusu Prof. Dr. Murat Özcan, halen meme kanseri teşhisi amacıyla yaygın olarak mamografi cihazlarının kullanıldığını, fakat sadece 40 yaş üstü kadınlarda kullanılabilmesi, radyasyon yayması nedeniyle yılda en fazla bir kez çekim yapılabilmesi, ölçüm esnasında memeyi sıkıştırarak hastaya rahatsızlık vermesi, sıkıştırma sonucu deformasyon nedeniyle tümörün yeri ve büyüklüğünün tam ölçülememesi, 7-8mm altındaki tümörlerin tespitinin pek mümkün olmaması gibi olumsuzlukların bu cihazla tamamen giderileceğini açıkladı. Prof. Dr. Özcan, “Zira her yaşta kadın memesine hiçbir şey değmeden, radyasyon vs. sıkıntısı olmadan isterse her gün ölçüm yaptırabilecek. Ölçüm sonucu tümörün hem gerçek büyüklüğünü, hem şeklini, hem de yerini ve habis olup olmadığını gösterebilecek. Üstelik 3-4

mm’ye kadar küçüklükteki tümörler de tespit edilebilecek ve bu nedenle çok erken evrede teşhis gerçekleşebileceği için tedavi de daha kolay ve başarılı olabilecek” dedi. Üretime yıl sonunda başlanacak Cihazı üreten Mitos firması yetkilisi Y. Müh. Dr. Güray Ali Canlı Cerrahpaşa’da yapılan klinik testlerin sonbaharda tamamlanmasını beklediklerini ve Sağlık Bakanlığı seri üretim iznine başvurarak, üretime yılsonunda başlamayı planladıklarını açıkladı. Prototip üretiminde TÜBİTAK ve İstanbul Kalkınma Ajansı’ndan destek aldıklarını belirten Canlı, cihazın gerek birim fiyatının, gerekse işletme maliyetinin diğer cihazların çok altında olacağını söyledi. Ödül Prof. Dr. Murat Özcan ve Dr. Akif Enes Arıkan’a, Avrupa Cerrahi Birliği (ESS) Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi tarafından verildi.



“Sezaryen, bebeğin sağlığını çalıyor” Dünyada %15 olan sezaryenle doğum ortalaması; Türkiye’de %55

M

ersin Halk Sağlığı Müdürü Dr. Aytekin Kemik, sezaryenin doğum değil ameliyat olduğunu belirterek, “Sezaryen doğum yöntemiyle dünyaya gelen bebekler, başta alerjik hastalıklar olmak üzere birçok hastalığa daha fazla yakalanmaktadır. Sezaryen, çocuğun sağlığını çalıyor” dedi. Halk Sağlığı Müdürü Dr. Kemik, anne adaylarını normal doğumun faydaları ve sezaryen yönteminin risklerine karşı uyardı. Kemik, yaptığı yazılı açıklamada, sezaryenin bir doğum yöntemi değil, ameliyat olduğunun altını çizdi. “Sezaryen, çocuğun sağlığını çalıyor” diyen Dr. Kemik, sezaryenin çocuğun bağışıklık sisteminin gelişmesini olumsuz etkilediğini kaydetti.

66

Haziran 2015

Sezaryen doğum yöntemiyle dünyaya gelen bebeklerin, başta alerjik hastalıklar olmak üzere birçok hastalığa daha fazla yakalandıklarına dikkat çeken Kemik, “Normal doğum sırasında anneden bebeğe geçen dost bakteriler, bütün hayatı boyunca çocuğu korumakta, oysa sezaryen doğumla dünyaya gelen çocuklar, bağışıklık sistemini güçlendiren bu bakterilerden mahrum kalmaktadırlar. Bu durum, çocukların bulaşıcı hastalıklara ve ileriki yaşamlarında kanser, tip 2 diyabet, Alzheimer, multipl skleroz, romatoid artrit, karaciğer sirozları gibi bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklara yakalanmasını kolaylaştırmaktadır” ifadelerini kullandı.

Türkiye’de sezaryenle doğum oranı dünya ortalamasının çok üzerinde Dr. Kemik, Türkiye’deki sezaryenle doğum oranının dünya ortalamasının çok üzerinde olduğuna da işaret etti. Sezaryen yönteminin anne ve bebek için hayat kurtarıcı olabildiği durumlar da olduğunu ifade eden Dr. Kemik, şöyle devam etti: “Bununla birlikte Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, gerekli olan sezaryen oranı ise tüm doğumlar içinde yüzde 15’i geçmemektedir. Sezaryenle doğumda dünya ortalaması yüzde 15 iken, 2014 yılı Türkiye ortalaması yüzde 55’lerin üzerindedir. Sezaryen aslında doğum şekillerinden birisi değildir. Doğum tektir, o da normal doğumdur. Sezaryen, doğumun mümkün olmadığı durumlarda veya anne ile bebeğin risk altında olduğu durumlarda anne ile bebek sağlığını korumak için yapılan bir ameliyatla bebeğin anne karnından çıkartılmasıdır. Yani sezaryen doğum değil, bir ameliyattır.” “Anne ve bebek açısından en sağlıklı olan normal doğumdur” Anne ve baba adaylarını, normal doğumun anne ve bebek açısından faydaları ile sezaryenle doğumun riskleri konusunda öneri ve uyarılarda bulunan Kemik, şunları kaydetti:



“Sezaryen ile doğan yani steril bir şekilde dünyaya gelen bebeklerde bağışıklık sisteminin güçlenmesi gecikmektedir. Sezaryen ile doğumda anestezi alınır. Normal doğumda anestezi alınmasına gerek yoktur. Anestezinin varlığı nedeniyle sezaryen normal doğuma göre çok daha risklidir. Sezaryen sonrası bebeğin emzirilmesi gecikeceğinden, anne sütünün gelmesinde problemler yaşanabilir. Normal doğum sonrasında emzirme daha kolay ve çabuk başlar. Sezaryen doğumda normal hayata dönme ve eve dönüş zamanı uzar. Normal doğumdan sonra annenin iyileşmesi ve günlük hayata dönme süresi çok kısadır. Normal doğum, doğum sonu depresyonunu azaltır. Normal doğumda anne daha çabuk kilo verir. Sezaryenle doğan bebeklerin ileriki hayatlarında obez olma riskleri çok daha fazladır. Normal doğumda sezaryene göre ‘doğum sırasında anne ölüm oranı’ daha azdır. Normal doğumda doğum sonrası enfeksiyon ve kanama görülme riski daha azdır. Normal doğum yapan annenin doğum sonrasında ağrı şikayeti sezaryene göre çok azdır. Doğal (normal) doğumda, kendi kendine işleyen bir kimyasal mekanizma vardır. Vücut, ağrı kesicisini, sakinleştiricisini bile kendisi salgılar.

68

Haziran 2015

Normal doğum isminden de anlaşıldığı gibi doğumun normal ve doğal şeklidir. Bu nedenle de anne ve bebek açısından en sağlıklı olanıdır.” Mersin Halk Sağlığı Müdürlüğü’ne bağlı Toplum Sağlığı Merkezleri bünyesinde Gebe Bilgilendirme sınıflarında doğum öncesi, loğusalık

süreci, riskli gebelikler ve gebelik şikayetleri konularında anne adaylarına eğitimler verdiklerini de kaydeden Kemik, “Normal doğuma göre eksileri olan sezaryenden uzaklaşarak normal doğuma dönmek anne adaylarımızın verebilecekleri en isabetli karar olacaktır” dedi.



Bedenin Sırları

Kanser savaşçısı anne sütü! Anneler; hem bebeğinizi hem de kendinizi kanserden korumak için; bol bol emzirin! Araştırmalara göre en az 6 ay boyunca anne sütüyle beslenen bebeklerin çocukluk çağı lösemisine yakalanma riski oldukça azalıyor. Amerikan Medikal Birliği Gazetesinin (JAMA) yaptığı araştırmaya göre en az 6 ay emzirilen bebeklerin lösemiye yakalanma riski, daha kısa süre emzirilen veya mamayla beslenen bebeklere oranla yüzde 19 daha düşük. Aynı zamanda emziren annenin meme kanseri olma riski de önemli oranda düşüyor. Emzirme sırasında beyinden salgılanan “oksitosin” hormonuna bağlı olarak annenin rahmi içinde harekete geçen doğal bir mekanizma rahme sinyal göndererek, doğumun artık tamamlandığını ve 20 kat (yanlış duymadınız) büyüyen rahmin eski haline geri dönmesi gerektiğini haber veriyor. Emzirme boyunca rahim kendi kendini tedavi ediyor. Bu sırada da yumurtalık (over) kanseri ve endometrium (rahim iç tabakası) kanserlerinin oluşumu engelleniyor. İsrail’deki Haifa Üniversitesi profesörleri Efrat Amitay ve Lital Keinan-Boker, bu konu hakkında “Pek çok koruyucu yararı bulunan emzirme halka daha açık bir şekilde tebliğ edilmeli ve sadece anne açısından değil toplum açısından da kabul edilip kolaylaştırılmalı” şeklinde konuştu. Yapılan araştırma geçmişte yapılan 18 araştırmanın emzirme ve lösemi arasında ilişkiyi ortaya çıkardığını ve löseminin diğer pediyatrik kanserler arasında yüzde 30’luk bir bölümü oluşturduğunu ortaya koydu. Anne sütünün neden ve nasıl lösemi riskini azalttığı henüz açıklanamazken araştırmacılar içeriğinde immünolojik aktif bileşenlerin ve savunma mekanizmasını güçlendiren anti-inflamatuar (iltihap sökücü) bileşenlerin bulunmasının bebeğin gelişimini etkilediğini söyledi.

B

u konuyu etraflıca araştırmış bir editör ve iki çocuğuma da hamile kaldığım ilk andan itibaren uygulamış bir anne olarak, doğaya uyum sağlamanın önemini çok iyi biliyorum.

70

Haziran 2015

Anne sütü mucizesini ve doğanın harika nimetlerinden faydalanmayı prensip edinmemi sağlayacak detaylı araştırmalar sırasında yüzlerce kaynak inceledim. Yurt dışından birçok kuruluşla

temas kurdum, bilgi aldım. Bu sırada birçok ülkede insanların artık doğal yöntemlere geri dönme trendini takip ettiğini öğrendim. Dünya artık doğaya uyum sağlamanın önemini kavradı. Bunu acilen bizim de anlamamız gerekiyor. Doğal yollardan hamile kalıp, hamilelikte doğal gıdalarla beslenmek ve doğal şartlarda yaşamak bebeğin gelişimini aşırı derecede etkiliyor. Tabii ki bu trendi takip eden insanlar öyle ikide bir ultrasona falan da girmiyorlar. Çok gerekli olan 2-3 muayene ile hamileliklerini tamamlıyorlar. Normal doğum yapıyorlar, doğum sırasında herhangi bir yardımcı uygulamayı bile kabul etmiyorlar. Doğumdan sonra bebeklerini hemen emziriyor ve emzirmeye en az bir buçuk iki yıl süreyle devam ediyorlar. Bunu sadece bebekleri için yapmıyorlar hem de! Bunu biraz da kendileri için yapıyorlar. Emzirme sırasında beyinden salgılanan “oksitosin” hormonuna bağlı olarak annenin rahmi içinde harekete geçen doğal bir mekanizma rahme sinyal göndererek, doğumun artık tamamlandığını ve 20 kat (yanlış duymadınız) büyüyen rahmin eski haline geri dönmesi gerektiğini haber veriyor. Emzirme boyunca rahim kendi kendini tedavi ediyor. Bu sırada da rahim kanserine yakalanma riski ortadan kalkıyor. Emziren annelerin meme kanserine yakalanma riskinin düşük olduğu da artık biliniyor.


Bedenin Sırları

Emzirmek; diabetik (şeker hastası) annenin günlük insülin ihtiyacını azaltıyor, endometriozis hastalığının ilerleme hızını düşürüyor, annenin ileride yumurtalık kanserine, endometrium (rahim iç tabakası) kanserine yakalanma riski azalıyor, anneyi ileride ortaya çıkacak osteoporozdan (kemik erimesi) koruyor, doğum sonrası kanama riski önemli ölçüde azalıyor, emziren anneler doğum sonrasında daha kolay kilo veriyor, eski formlarına daha hızlı kavuşuyorlar. Anne sütünün bebeklerin tüm ihtiyacını karşılayan kıymetli içeriği, hala çözülemeyen büyük bir sır. Bilim adamları yıllardır bebeğin gelişimine ve ihtiyaçlarına göre formülü değişen anne sütünün içeriğini çözmek ve ona yakın mamalar üretebilmek için çalışıyorlar. Ama anne sütünün formülüne yaklaşabilen bir bebek maması henüz geliştirilemedi. Çünkü anneden anneye ve bebekten bebeğe değişen anne sütünün şifresi tam olarak çözülemedi. Doğa annenin vücuduna bebeğin ihtiyaçlarını tam olarak algılayıp, buna uygun içerikte anne sütü üretilmesini sağlayan harika bir mekanizma eklemiş. Bebek prematüre doğduysa buna uygun protein ve gelişimi hızlandıran maddeler içeren anne sütü salgılanıyor. Bebek hareketlenip, motor mekanizmasının gelişmesi gereken dönemde enerji veren şekerli anne sütü, zayıfladığında ise daha yağlı ve kilo

almasını sağlayan içerikte süt salgılanıyor. Hatta son çalışmalarda bebek ateşlendiğinde bunu algılayan anne vücudunun ateş düşürücü parasetamole benzer maddeler içeren süt salgılayarak, bebeğin ateşini düşürdüğünü saptadı. Bu harika işleyişi neden bozuyoruz? Neden bebeğimiz için en ideal olan; zekasını geliştiren, hayati organlarının daha güçlü hale gelmesini sağlayan, hastalıklardan koruyan, ideal beden gelişimini hızlandıran, bağışıklık mekanizmasını, motor mekanizmasını, ruhsal yapısını geliştiren, huzur veren, sindirimi rahat olan ve gaz yapmayan bu nimetten hem de servise hazır halde ve elimizin altındayken yararlanmıyoruz? Bebeğimize daha az besleyici olan ek gıdalar hazırlamak için bir de zahmete ve masrafa giriyoruz. Bebeklerin tüm ihtiyaçlarını eksiksiz karşılayan anne sütüyle beslenmeleri çok önemli. En önemlisi de; ilk 40 gün boyunca anne tarafından salgılanan kolostrum (ilk ağız) sütü! Bu özel sütün her damlası altın değerinde! Bu aşamada annelere, anneannelere, hastane personeline büyük görevler düşüyor. Çünkü bitkin, halsiz ve mutluluk sarhoşu olan yeni annenin bu dönemde şefkatli ve bilinçli bir ele ihtiyacı var. Bebeğe su, şekerli su, rezene çayı, mama, vb. verilerek, bebeği altın değerindeki kolostrum

sütünün bir damlasından mahrum bırakmak bile beynin devam eden gelişimini yavaşlatıyor. O minicik bedeni düşünün; birkaç damla gereksiz sıvı bile midesinin ne kadarını kaplar, hemen anlayacaksınız.

Haziran 2015

71


Bedenin Sırları

Emzirmenin anneye faydaları: Emzirme sırasında beyinden salgılanan “oksitosin” hormonuna bağlı olarak annenin rahmi içinde harekete geçen doğal bir mekanizma rahme sinyal göndererek, doğumun artık tamamlandığını ve 20 kat (yanlış duymadınız) büyüyen rahmin eski haline geri dönmesi gerektiğini haber veriyor. Emzirme boyunca rahim kendi kendini tedavi ediyor. Bu sırada da rahim kanserine yakalanma riski ortadan kalkıyor. Emziren annelerin meme kanserine yakalanma riskinin düşük olduğu artık biliniyor. Emzirmek; diabetik (şeker hastası) annenin günlük insülin ihtiyacını azaltıyor, endometriozis hastalığının ilerleme hızını düşürüyor, annenin ileride yumurtalık kanserine, endometrium (rahim iç tabakası) kanserine yakalanma riski azalıyor, anneyi ileride ortaya çıkacak osteoporozdan (kemik erimesi) koruyor, doğum sonrası kanama riski önemli ölçüde azalıyor, emziren anneler doğum sonrasında daha kolay kilo veriyor, eski formlarına daha hızlı kavuşuyorlar.

Anne sütünün bebeğe faydaları: - Bağışıklık sistemini güçlendirir - Enfeksiyonlara karşı korur - Aşıların etkisini arttırır - Anne ile bebek arsındaki bağı kuvvetlendirir - Bebeğin zihinsel ve zeka gelişimine katkıda bulunur - İshali önler - Kabızlığı önler - Bebeğin çene ve diş sağlığı için faydalıdır - Konuşmayı geliştirir - Alerjik hastalıkları önler - Solunum yolları, kulak, idrar yolu, menenjit v.b. enfeksiyonlarına karşı korur - Annenin ilk sütü (kolostrum) bebeğe yapılan ilk aşı gibidir - Bazı çocukluk çağı kanserlerinden, lösemi ve lenfomadan korur

72

Haziran 2015

- Diabet, kolesterol yüksekliği, imflamatuar barsak hastalıklarına karşı korur - Anne sütünün tadı zaman zaman değişerek bebeğin tatları tanımasını sağlar - Sindirimi inek sütüne göre kolaydır, bebeğin sindirim sistemini zorlamaz - Anne sütü ile beslenen bebekler daha uysal ve stressiz olurlar - “ani bebek ölüm sendromu” riskini azaltır - Anne sütü bebeğin görsel becerisini geliştirir. - Anne sütü ile beslenen bebeklerde tip 1 diabete daha az rastlanır. - Anne sütü ile beslenenlerin yetişkin yaşlarda koroner arter hastalığına (kalp krizi v.b) yakalanma riski daha azdır. - Anne sütü ile beslenen bebeklerde otitis media (orta kulak iltihabı) ‘nın az görüldüğü saptanmıştır. - Erken doğum sonrası anne sütü ile beslenen bebeklerde sepsis az görülmüştür.


Laboratuvar Dosyası Lösemiden Korkma!

Bakır nörovirüsü yok ediyor

“Stop Vivisection”

İçimizdeki Dünya ” MİKROBİYOM “

DNA Kader Değil!

Tıbbi Laboratuvar Eğitimi


Laboratuvar Dosyası

Lösemiden Korkma! Lösemi (kan kanseri) korkulacak bir hastalık olmaktan çıkıyor. Tanı ve tedavi yöntemlerindeki yeni gelişmeler, lösemiyle mücadeleyi her geçen gün daha başarılı bir noktaya taşıyor. kimyasal çözücü madde ve radyasyon gibi birtakım risk faktörlerinin etki ettiği düşünülüyor. Birçok farklı tip lösemi hastalığının bulunduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Hematolojik Onkoloji ve Kemik İliği Nakli Direktörü Prof. Dr. Zafer Gülbaş, “Akut lösemi tipleri aniden ortaya çıkıp hastalık belirtileri verirken, kronik lösemi tipleri sıklıkla hastalık belirtisi vermeden tesadüfen saptanıyor” diyor. Halk arasında kan kanseri olarak bilinen lösemi hastalığı ile gelişmiş tedavi yöntemleri uygulanarak başa çıkılabiliyor. 30 Mayıs – 5 Haziran Lösemi Haftası’nda akut ve kronik olmak üzere farklı tiplerde lösemi hastalıklarının bulunduğunu söyleyen Hematolojik Onkoloji ve Kemik İliği Nakli Direktörü Prof. Dr. Zafer Gülbaş, başarılı bir akut lösemi tedavisinde iki kritik aşama olduğuna dikkat çekiyor. Gülbaş, akut lösemide teşhisinin ardından risk düzeyinin belirlenmesinin birinci kritik nokta olduğunu, donör araştırmasının başlatılmasının ise ikinci kritik nokta olduğunu söylüyor.

B

ugünkü tıbbi bilgiler dahilinde löseminin tam olarak kesin sebebi bilinmiyor. Ancak ailesel yatkınlık, bazı virüsler, her türlü

74

Haziran 2015

Yüksek ateşe dikkat! Aslında akut lösemide belirli bir yaş aralığı yok,

her yaşta karşımıza çıkabilen bir hastalık. Ancak yaş arttıkça löseminin olasılığı artıyor ve kötü seyretme riski de yükseliyor. En çok ateş şikayeti ile doktora gidildiğini belirten Prof. Dr. Zafer Gülbaş, “Akut lösemide hastalar en çok ateş, kol ve bacaklarda geçmeyen morluklar, artan halsizlikle doktora başvuruyor. Bunların yanı sıra; ağrı kesicilerle geçmeyip gece dahi uykudan uyandıran kemik ağrıları, yorgunluk, boğaz ağrısı, öksürük, zatürre ya da vücudun herhangi bir yerinde enfeksiyon görülüyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır” diyor. Teşhisten sonraki kritik süreç Prof. Dr. Gülbaş, teşhis konulduktan sonraki sürecin önemine vurgu yaparak birkaç noktanın altını çiziyor: “Akut lösemi teşhisi konduğu zaman remisyona sokmak için kemoterapi uygulanmalıdır. Hastaların yüzde 70 ile 80’i bu aşamaya olumlu yanıt verir. Hasta kendini iyi hisseder, şikayetleri gider ancak tedaviyi kesmemek ve pekiştirme tedavisine (ek tedavi) başlamak gerekir. Bu süreç devam ederken mutlaka, hastada tespit edilen akut löseminin iyi riskli mi yoksa kötü riskli mi olduğuna bakılmalıdır”


Laboratuvar Dosyası

Testler hayati önem taşıyor Akut lösemide hayati bir noktanın daha olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Gülbaş, “Hastadaki akut lösemi iyi ya da kötü riskli mi olduğu tespit edilmeden tedavi edilirse, hasta iyileştiğinde artık geriye dönük olarak o riski belirleme şansı olmuyor. Teşhisin ardından ilgili tüm testlerin yapılması ve riskin belirlenmesi kritik bir öneme sahip. Bazı akut lösemili hastalarda ise hastalık myelodisplazi denilen hastalık sonrası ortaya çıkıyor ya da başka bir hastalık nedeniyle önceden alınan kemoterapi sonrası ortaya çıkıyor” diyor. Donör arayışında vakit kaybetmemek gerekiyor “Her lösemi hastası aynı zamanda bir nakil adayıdır, zaman kaybetmemek adına tedavi planındaki ilk aksiyonlardan biri de donör arayışı olmalıdır” diyen Gülbaş, ilk olarak hastanın kardeşleri varsa, onların doku grubuna bakılması, uymazsa hasta için akraba ve akraba dışından

donör arayışının başlatılması gerektiğini söylüyor. Yeni hücre tedavisi ve aşılar Yeni tedaviler hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Gülbaş, hedefe yönelik tedavilerin yeni ve klinik çalışmaları süren tedaviler olduğunu söylüyor. Gülbaş, “Normal hücrelere zarar vermeden sadece lösemi hücrelerini öldüren ilaçlar geliştirildi. Bu konuda en iyi bilinen ve philadelphia pozitif akut lenfoblastik lösemili hastalarda kemoterapiye ek olarak standart kullanılan imatinib etken maddeli ilaç. Yeni olarak flt 3 pozitif hastalarda denenen flt 3 inhibitörü ilaçlar ve monoklonal antikorlar da mevcut. Üzerinde çok tartışılan bir diğer önemli yenilik ise hücre tedavisi ve aşılar. Hücre tedavisi olarak donörlerden elde edilen lenfositler kullanılıyor. Lösemideki ana kanser hücrelerini hedef alan aşılar için de geliştirme çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Ancak bunun için de en az beş yıl daha bekleyeceğiz” diyor. Hastalardan yüzde 90’ı iyileşiyor

Akut lösemide her yıl yeni hasta sayısının yüz binde 4 ile 6 oranında arttığını dile getiren Gülbaş, akut löseminin iyi riskli tiplerinde iyileşmenin yüzde 75’lere, akut promyelositik lösemide ise yüzde 90’lara kadar çıkabildiğini söylüyor. Löseminin dünü ve bugünü • Daha önce doku grubu araştırmaları iki basamaklı olarak yapılırken, şimdi doku grubu araştırmaları artık çok detaylı biçimde dört basamaklı olarak yapılıyor ve doğru donör bulunuyor. • Risk belirlemesi çoğu merkezde yapılamazken, günümüzde iyi, orta ve kötü riskli hastalar belirlenebiliyor. İyi riskli hastalar kemoterapi, orta ve kötü riskli hastalar kemik iliği nakliyle tedavi ediliyor. • Akrabalardan uygun donör bulunamadığı zaman çare tükeniyor gibi düşünülüyordu. Artık ayrıntılı doku grubu araştırmaları sayesinde akraba dışından da çok uygun donör bulunabiliyor.

Haziran 2015

75


Laboratuvar Dosyası

İçimizdeki Dünya "MİKROBİYOM" Ne kadar “İnsan” (?) olduğumuzun bir başka sorgulama sebebi…

İnsan vücudu sayı olarak aslında %90 mikroorganizma hücresinden ve sadece %10 insan hücresinden oluşuyor. Yani vücudumuzdaki her bir hücreye karşılık on adet bakteri hücresi taşıyoruz. Bunlara virüsler de eklenecek olursa sayı çok fazla artmaktadır. Başka bir ifade ile; İnsan mikrobiyomu insan genomundan en az 100 kat daha büyüktür. Vücudunuz; sağlığınız, kilonuz ve hatta ruh haliniz üzerinde derin etkilere sahip bakterilerin trilyonlarcası için adeta bir liman… Onlar da bizim çevremizin bir parçası olduğundan yeri geldiğinde bizim vücudumuz da onlara uyum sağlamaya çalışıyor. Bu yüzden mikroplarımızın insan evriminin şekillenmesinde önemli bir rol oynadığı da düşünülüyor “Mikrobiyom” adını verdiğimiz ve birlikte simbiyotik bir yaşam sürdürdüğümüz bu mikroorganizmalar bir yandan sindirime yardımcı olup ihtiyacımız olan fakat vücudumuz tarafından üretilmeyen besin maddelerini bize sağlarken, diğer yandan bizleri hastalık yapıcı mikroorganizmalara karşı koruyorlar. Ve vücutta bulunan mikrobiyal DNA’nın insan DNA’sındaki gibi kişiselleşmiş olması söz konusu; bu yüzden içimizdeki mikropların insan ekosistemindeki rolü gittikçe daha fazla konuşuluyor ve “genom” gibi “kişisel mikrobiyom” terimi de hayatımıza giriyor. Dr. Makedonka Mitreva, konuyla ilgili olarak

76

Haziran 2015

şunu ifade ediyor:“Bu organizmaların birçoğu bizde küçükken kolonileşmiş, büyümüş ve tüm yaşamımız boyunca bizimle gelişmiştir.” Bugüne kadar “Biz kimiz” sorusuna biyolojik bir cevap aradığımızda önce insan genomuna bakıyorduk, insan yaşamının bir taslağı olarak 3 milyar baz çiftine… Artık sadece genomumuzdan ibaret olmadığımızı biliyoruz. Maternal etkiler, imprinting, gen silencing gibi epigenetik faktörler olmadan genetik materyalin sonunda ortaya ne çıkaracağını bilemeyiz. Tüm bunlara ek olarak, içimizdeki mikropların da göz önünde bulundurulmasının vakti geldi. Sonuçta bedenlerimiz insan ve bakteri hücrelerinden hatta virüslerden oluşuyor. Bu mikropların oynadığı roller açığa çıktıkça, onları “kendimiz” olarak tanımladığımız gen havuzundan dışlamak imkansız hale geliyor ve insan vücudu da bir “süperorganizma” olarak tanımlanmaya başlıyor, bu da onun karmaşıklığının tek bir genomda kodlanandan fazlasını içerdiğini ifade ediyor. Bir süper organizmanın fizyolojisinin geleneksel insan fizyolojisinden epey farklı olacağı açıktır. Yani aslında vücudumuz ve bu bakteriler iç içe, hatta çokluk açısından değerlendirildiğinde hücrelerimiz bakteri hücrelerinin misafiri konumundalar. İnsan Mikrobiyom Projesi (İMP) 2007 yılında Vücudumuzun bu ayrılmaz parçası hakkında detaylı bilgiler elde etmek ve bu mikroorganizmaların gen haritalarını çıkarmak üzere NIH tarafından başlatıldı. 300 gönüllünün 5 vücut bölgesinden değişik zamanlarda, toplam 11.700 örnek toplandı İnsan Mikrobiyom Projesi (Human Microbiome Project, HMP) adlı projenin amacı, insan vücudunda yaşayan trilyonlarca bakteri ve virüsün bir “haritasını” çıkartmak ve haritanın coğrafyaya göre nasıl değiştiğini anlamaktı. Başlangıç safhasında olmasına rağmen proje şimdiden olağanüstü bilgiler sunmaya başladı. Tarihte ilk defa canlı bakteri ile yapılan bir tedavinin gerisindeki esrarı çözdük. Mikrobiyom Projesi’nin sonuçları günlük yaşantımızı da et-

kileyeceğe benziyor. Projenin amaçlarını söyle sıralamak mümkün: • İnsan vücudundaki tüm mikroorganizmaları belirlemek • İnsanlar arasında mikrobiyom farklılıklarını saptamak • İnsan mikrobiyom değişikliklerinin hastalıklarla ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceğini araştırmak • Mikrobiyomun saptanmasında kullanılacak yeni biyoinformatik program ve yaklaşımların geliştirilmesini sağlamak • İnsan mikrobiyomu belirlenirken etik ve sosyal değerlere özen göstermek Projenin tamamlanmasının insan sağlığının ötesinde de önemli uygulama alanları olacağı muhakkak. Mikrobiyom Projesi ile elde edilecek bilgi ve teknoloji dünyamızı çok daha iyi anlamamızı sağlayacak. İnsan Mikrobiyom Projesi için ilk etapta insan vücudunda mikroorganizmalarca zengin olan beş farklı bölge hedef alındı; burun, ağız, deri, sindirim sistemi ve kadında üro-genital bölge. Mirobiyom Projesi henüz başlangıç aşamasında olsa da şimdiden çok önemli bilgiler sunmaya başladı. Örneğin araştırmacılar çok sayıda denek üzerinde yaptıkları çalışmalarda vücudumuzun değişik bölgelerinde yerleşmiş olan mikroorganizmaların farklı bir bileşim gösterdiğini buldular. Hem sayı ve hem de taşıdığı mikroorganizma çeşidi açısından örneğin bağırsak ile insan derisinin veya ağız içindeki mikroorganizmalar ile akciğerlerde bulunanların birbirlerinden farklı oldukları keşfedildi. Farklı türler arasındaki bezerlik ve farklılığı bulmak üzere yola koyulan, Stanford Üniversitesi’nden David Relman ve grubu insan, fare, sığır ve domuzun bağırsaklarında bulunan mikroorganizmaların DNA dizilimlerini belirleyip bu mikroorganizmaların soyağaçlarını çıkardılar. Sonuçlar, birbirinden çok farklı olan memelilerin bağırsak mikrobiyomlarının şaşırtacak



Laboratuvar Dosyası düzeyde benzerlik gösterdiğini ortaya koydu. Genelde soyağaçlarının şekli büyük benzerlik gösterdi ama detaylara inince farklılıkların olduğu bulundu. Uzun bir süredir derimizde çok sayıda farklı bakterinin yaşadığını biliyorduk ama bu bakterilerin kişiye özel bir bileşim sergilediği, Colorado Üniversitesi’nden bir grup bilim insanının yaptığı çalışmayla su yüzüne çıktı. Noah Fierer önderliğinde, Colorado Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada bilgisayar mausları üzerinden numune alınarak DNA izole edildi ve DNA analizinden hangi bakterilerin bulunduğu belirlendi. Çalışma her bir insanın parmaklarında farklı bir bakteri topluluğunun yaşadığını gösterdi. Şimdiye kadar suçluların belirlenmesinde hep insan DNA’sı kullanılıyordu. Bu sonuçlar bakterilerin de dedektiflikte kullanılabileceğini gösteriyor. Çünkü araştırmacılar kullanıcı ayrıldıktan iki hafta sonra bile bilgisayarlarının faresi üzerinden örnek alıp o kişiye ait bakteri analizini başarıyla gerçekleştirdiler Mikrobiyom Projesi sayesinde gerçekten içimizde var olan yepyeni bir dünyayı keşfetmiş gibiyiz. Fakat daha önemlisi, insan mikrobiyomunun insan sağlığı için ne kadar önemli olduğunu ve mikrobiyomdaki değişikliklerin hastalık ve sağlıkla doğrudan ilişkili olduğunu öğrenmemiz oldu. Mikrobiyom Projesi tamamlanıp normal mikrobiyomun ne olduğunu ve hastalıkların onu ne şekilde değiştirdiğini öğrendiğimizde onu istediğimiz yönde değiştirebilmenin yollarını da aramaya başlayacağız. Şüphesiz bu arayışlar bazı hastalıklar için yepyeni tedavilerin geliştirilmesini de olası kılacak. Projenin ilk çıktısı, söz konusu bakterileri ve gen yapılarını belgeleyen bir dizi veritabanından oluşuyor. Hemen hepsi de internet ortamında yayınlanmış. http://www.hmpdacc.org/resources/data_ browser.php/ Tabii tıp veya mikrobiyoloji okumadıysanız, verilerden bir şey anlamanız pek mümkün değil. Ama araştırmacılar, bu verileri alıp, belirli bir hastalığı olan kişilerde aynı verinin nasıl değişim gösterdiğini tespit edebiliyorlar. Örneğin, normal kilodaki insanlarla obez insanların bağırsak bakterileri arasında önemli

78

Haziran 2015

farklar olduğu belirlenmiş. h t t p : / / w w w. n c b i . n l m . n i h . g o v / b i o p r o j ect/89411 Söz konusu farklılıklar nedeniyle mi obez olunuyor, yoksa bu farklılık obezitenin bir sonucu mu, belli değil. Bilinen, obezitenin belirli bir bağırsak bakteri yapısıyla bağdaştığı. İşte bu bakteri yapısına obezitenin biyoişareti (biomarker) deniyor. Yani belirtinin bir çeşit imzası… Bu imzayı tanıdığınızda, kişiyi henüz belirti göstermiyor olsa bile yakın takibe alabiliyorsunuz. Böylece sağlık sorunlarını çok önceden, daha hastanın kendisi bile farkında olmadan yakalama şansınız oluyor. Özetle, koruyucu hekimlik yapabiliyorsunuz. Koruyucu hekimlik, Doğu tıbbında binyıllardır biliniyor. Batı tıbbı insanı “bozulduğunda tamir edilecek” bir makine olarak görür ve hastalık belirtilerini baskılamakla yetinirken, Doğu tıbbı, insanı hem iç hem de dış dünyasıyla denge içinde

yaşaması gereken, karmaşık bir varlık olarak görüyor. Hastalıkları iyileştirmenin yolu, belirtilerin bize ne söylemek istediğini anlamak. Onları görmezden gelmek ya da baskılamak daha büyük sorunlara yol açıyor. Aşağı yukarı herkes bilir, antibiyotiklerin en sık görülen yan etkilerinden biri ishaldir. Bunun nedeni, antibiyotiklerin sindirim sürecine yardımcı olan bazı bağırsak bakterilerini de öldürmesidir. Vücudumuzdaki bakterilerin, bildiğimiz ya da henüz bilmediğimiz pek çok işlevi olduğunu düşünürsek, antibiyotik kullanmanın aslında nasıl bir “kör uçuş” olduğu daha iyi anlaşılabilir. Uzun süreli antibiyotik tedavilerinin sonunda insanın vücudundaki “faydalı” bakteriler de azaldığından bağışıklık sistemi daha zayıf hale gelir. Dr. Metin Hara bir röportajında “İnsan bedeninin kendi kendini iyileştirmesi doğaüstü de, ilaçla iyileşmesi mi doğal?” diyor.



Dr. Hara, yukarıda belirtilen pek çok şeyi şu birkaç cümlesiyle özetlemiş: Yani öyle bir noktaya geldik ki; ilaç olabilir, makine olabilir, ışın olabilir biz sadece dışarıdan müdahalelerle iyileştiğimizi düşünüyoruz artık. Ama unutuyoruz; insan bedeninin bağışıklık sistemi bugün modern tıbbın geldiği noktanın çok ötesinde. Parmağınızı kestiğiniz zaman elinizle tutarsınız, suya koyarsınız, iyileşir. İnsan bedeni zaten sürekli olarak iyileşmeyi hedefler, dengeyi hedefler. İnsan Viromu Barsak ve diğer vücut bölgelerinde çok sayıda virüs bulunmakta ve bunların büyük çoğunluğu bakteriyofaj. Antibiyotik direnç genleri, toksin genleri gibi genleri transdüksiyon ile aktarabiliyorlar. İnsan Viromunda Değişkenlik En fazla kişiler arasında değişkenlik görülüyor. Bakteriel mikrobiyoma paralel değişkenlik ön planda. Diyet ile virom da değişiyor. Barsak Mikrobiyomu ve Kolorektal Kanser veya Barsak Mikrobiyomu ve Şişmanlık ilişkisi gözlendi. Yine Hipertansiyon ve Kardiyovasküler Hastalıkların Mikrobiyom ile İlişkisi ile ilgili

80

Haziran 2015

olarak şu bulgular var: Farklı gıdalar ile beslenen toplumlarda barsak mikrobiyomu farklılıklar gösteriyor. Bazı mikrobiyom üyelerinin barsakta ürettiği maddelerin kan basıncını yükselttiği ve böylece kalp ve damar hastalıklarına yol açabildiği gösterilmiş. Bakteriler sağlığı nasıl etkiler? Mikrobiyom araştırması emekleme dönemindedir, ancak bağırsak mikroplarının dengesizliği mide bağırsak sorunlarına, örneğin irritable bowel sendromu ve Crohn hastalığına neden olabileceğinin hâlihazırda kanıtları vardır. Bakteriler ayrıca bazal metabolizmamızı ayarlamaya yardımcı olabilir. Obez insanlar kilo kaybetmek için mide baypas ameliyatı oldukları zaman, bilim adamları, bağırsak bakterilerinin zayıf insanlar tarafından barınılan bakterilere daha çok benzemeye başlayarak kilo kaybına katkı sağladıklarını gözlemlemişlerdi. Mikroplar, bağırsak içerisindeki nöronların hormon seviyelerini değiştirmek için beyne sinyal göndererek ruh halini etkileyebilir. Fare üzerindeki çalışmalar bağırsak bakterilerindeki değişiklikler depresyon ve anksiyete hastalıklarını hafifletebileceğini gösterdi. Ayrıca sık sık mide bağırsak sorunları ile karşılaşan otistik çocuklar çoğu zaman otistik olmayan

çocuklarda olmayan çeşitte bir bağırsak bakterisi taşıdıklarını göstermiştir. Bakterilerdeki farklılığın sebebi nedir? İnsanların sindirim sisteminde yaşayan mikropların %80 kadarı kendisi ya da annesinden gelir. Yeni doğmuş bir bebek, doğum kanalından geçerken annenin vajinal bakterilerinden oluşmuş kolonilerin olduğu ana rahminden çıkar. Bunun aksine sezaryen ile doğmuş bebekler, hayata tamamen farklı bir şekilde ve daha az çeşitli bakteri koleksiyonu ile hayata geliyorlar. Bu da onların neden artan oranda astım, obezite ve tip-1 diyabet hastalıkları riskini taşıdıklarını açıklamaya yardımcı olabilir. Ayrıca anne sütü, bağışıklık sisteminin gelişmesine yardımcı olan anneye özgü bakterileri taşıyor. Mikrobiyom değişebilir mi? Evet, iyi ve kötü olmak için. Diyet, insanların hangi bakterileri taşıdıklarını belirlemek için başlıca rol oynar. Son yapılan bir çalışma, belirli bir bağırsak bakterisi kırmızı et ya da yumurta sarısı bileşimi ile beslendiği zaman, TMAO olarak isimlendirilen arter damar-sertleşmesi bileşimi ürettiğini buldu. Nadiren kırmızı et ve yumurta sarısı yiyen insanlar TMAO-üreten



bakterileri taşımaz ve böylece kalp hastalıkları riskleri artırmaksızın bunları ara sıra yiyebilirler. Ayrı olarak yaşayan yaşlı insanlar bakım evlerinde yaşayan diğer yaşlılardan daha fazla çeşitte mikrobiyoma sahip olmaya eğilimlidirler -belki de farklı diyetlerden kaynaklı olabilir– ancak daha dar bir mikrobiyomu taşımak sağlıklı olmayı azaltmanın bir nedenimidir ya da onun bir sonucumudur açık değil. Ayrıca antibiyotik kullanımı sindirim sistemi mikroorganizmaları azaltabilir. Colorado Üniversitesi biyokimyacı Rob Knight, araştırmacılar “kötü yöne karşı iyi bir yol içinde mikrobiotayı (bir bölgeye ait ancak mikroskopla görülebilen hayvan ve bitkilerin tümü) düzenleyebilecek” faktörlerin neler olacağını belirlemek için hala çalışıyor.” Dedi “Sebebin ve etkinin bilindiği bir kaç durum var.” Bakteriler bir hastalığı iyileştirmek için kullanılabilir mi? En az bir durum içinde, bağırsağı ele geçiren bakterilerden kaynaklı, her yıl 14 bin Amerikalının öldüğü C. difficile enfeksiyonun neden olduğu ölümcül ishal var . C. difficile bilindiği gibi antibiyotikler ile yok edilmesi zordur. Ancak, araştırmacılar sağlıklı bir kişinin dışkı

82

Haziran 2015

örneklerinden bir tüp yardımı ile hastanın midesine yerleştirmenin, sağlıklı bakteriler ile hastanın mikrobyomunu tekrardan nüfusunu artırdığını ve enfeksiyonu aniden iyileştirdiğini keşfettiler. C difficile enfeksiyonları etkili bir şekilde çoğu zaman bir kişinin alakasız bir durumu tedavi etmek için antibiyotik aldığında başlıyor. Bazı uzmanlar, hedeflerindeki zararlı bakterilerle beraber yararlı bakterileri öldüren etki alanları geniş antibiyotik kullanımı, astım, obezite ve otizm gibi hastalıklarının birden yükselmesini açıklamaya yardımcı olabileceğini öneriyor. New York Üniversitesi mikrobiyolojist Martin J. Blaser: “Her ne zaman kullanılırlarsa, yan etkiler olacaktır. Şimdi bu hasarın ne kadar ölümcül olduğunu tam olarak öğreniyoruz.” Bilim adamları şimdi sağlıklı bir mikrobiyomun neler içerdiğini bulmaya çalışıyorlar. Onların, kişinin bakteriyel türlerinin karışımını düzenleyerek sağlık sorunlarını tedavi edebilecekleri umuluyor. Projeyle ilgili olarak Blaser, “Burada beklentiler sonsuzdur. Bu yaşamımın en önemli ve heyecan verici çalışmasıdır.” Dedi. Probiyotik yükseliş Yale Üniversitesi bilim adamlarının bir probiyotik araştırması, belirli bakterilerin irritable

bowel syndrom adlı bağırsak hastalığını ve ishali azalttığını buldu. Diğer araştırmalar onların soğuk algınlığının geçme sürecini kısaltabileceğini gösterdi. Probiyotikler ile «İyi» Barsak Mikrobiyomu Yaratabiliriz. Gıdaların mikrobiyom üzerindeki etkilerine en güzel örneklerden biri de şüphesiz, Türklerin dünyaya tanıttığı, Türk mutfağının vazgeçilmez yiyeceklerinden biri olan yoğurdun bağırsak mikroflorası üzerindeki etkisidir. Fermente süt kullanımının MÖ 4500 yıllarına kadar uzandığıyla ilgili kesin olmayan kayıtlar var. Yazılı kaynaklarda yoğurda ilk olarak 11. yüzyılda yaşamış Kaşgarlı Mahmut’un Divânü Lugat-it Türk ve Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserlerinde rastlıyoruz. Bu eserlerde Türklerin yoğurdu yaptıkları ve tükettikleri bildiriliyor. Fransız tıp tarihi kitaplarında da Fransa Kralı I. François’nın (1494-1547) bir türlü geçmeyen ishale yakalandığını ve o sırada padişah olan Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) gönderdiği bir doktorun kendisini yoğurtla tedavi ettiği yer alır. / Kaynak: www.anetteinselberg.com


Sağlıklı Yaşam Bugüne kadar hep başkalarının sağlığı için çalıştınız. Artık kendi sağlığınızı düşünme vakti gelmedi mi?

Sağlıklı Yaşamak, Sağlıklı Beslenmek, Ve Sağlıklı Yaşlanmak için;

Sağlıklı Yaşam

bölümümüzü takip edin… Haziran 2015

83


Yaz sofralarının baş tacı;

Sifalı Otlar

Z

engin bir yemek kültürüne sahip olduğumuz için çok şanslıyız. Türk mutfağında sebzelerle ve etlerle birlikte çeşni olarak bol bol kullanılan otların hepsinin sayısız faydaları ve sağlığımıza önemli katkıları var. Yaz aylarında özellikle sıcak saatlerde ağır ve yağlı yemekler tüketmek doğru olmadığından ızgara etin ya da balığın yayına bolca yeşillik eklemenizi, salatalarınıza bu otlardan koymanızı, bahçelerde, balkonlarda, tatilde, açık büfe kahvaltılarda, pikniklerde bu şifalı otları sofranızdan eksik etmemenizi tavsiye ediyoruz. Nanenin siyah zeytinle ya da zeytin ezmesiyle, dereotunun domates, yoğurt ve salatalıkla, taze kekiğin zeytinyağı ve her tür peynirle, maydanozun her şeyle çok yakışacağını göreceksiniz. Maydanoz, dereotu, reyhan, taze kekik, taze nane tümünü (ya da hangilerini bulabildiyseniz) çok ince olmayacak şekilde doğrayıp, üzerlerine zeytinyağı gezdirip, yanında simit, haşlanmış yumurta, zeytin ve peynirle

84

Haziran 2015

tam bir kahvaltı ziyafeti yaşatabilirsiniz. Daha da sağlıklı hale getirmek için kahvaltı tabağınıza 2-3 adet kuru ceviz ve 10-15 adet kuru üzüm ve (ve ya) güneşte kurumuş kayısı ekleyin. İnanın bir kez denedikten sonra bu lezzetli otlar olmadan kahvaltı etmek istemeyeceksiniz. Daha önce tüketme alışkanlığı olmayanlar; yazımızı okuduktan sonra bu kıymetli otları artık alışveriş listenizden eksik etmeyin. Kanser dâhil birçok hastalığa karşı önlem olarak özellikle sabah kahvaltısında bol bol tüketin. Domatesin üzerine biraz maydanoz, dereotu veya taze kekik ekleyerek bile, bambaşka bir lezzet ve besleyici bir atıştırmalık elde edebilirsiniz. Hepsi birer ecza deposu olan şifalı otların faydalarını ve ideal tüketim şekillerini sizler için araştırdık.

Dereotu: Türk mutfağının gözdelerinden olan dereotu tok tutar ve besin değeri yüksektir. Bu özellikleri sayesinde diyet listelerinde bolca yer alır. Lifli bir gıda olan dereotu hazmı kolaylaştırarak kabızlığı

engeller. Daha çok salatalarda kullanılan dereotu çiğ olarak tüketilir. Fosfor, Bakır, Magnezyum, A ve C vitaminleri ile Potasyum, Kalsiyum, Demir ve Çinko yönünden çok zengindir. Bir tutam dereotu bir yetişkinin C vitamini ihtiyacının % 40’ını, A vitamini ihtiyacının ise % 43’ini karşılar. Mide bulantısının ve karın ağrılarının giderilmesinde oldukça etkilidir. Ağız kokusu ve sindirim problemlerinde de kullanılır. Ayrıca emziren bayanların süt üretimini arttırır. Bebek ve çocukların gaz sancılarının giderilmesine yardımcı olur.


Mide ülserinden kaynaklanan rahatsızlıkları tolere eder ve tedavi sürecini destekler. Dereotunun içerdiği uçucu yağlar tuhaf ve gizemli özelliklere sahiptir. Aynı anda sedatif ve hipnotik rolünü üstlenir, bu durum sakinleştirir ve rahat bir uyku sağlar. Dereotu zengin miktarda kalsiyum içerdiğinden kemik sağlığına çok faydalıdır. Kemiklerde meydana gelebilecek mineral kaybına izin vermez ve kemik hastalıklarına yakalanma riskini azaltır. Çocuklarda sağlıklı iskelet yapısı için gerekli olan kalsiyum ve diğer mineralleri sağlar. Yaşlılıktan kaynaklanan kemik erimesi veya kemik zayıflaması sorunlarını giderir. Dereotu doğal insülin görevi görebilir. Yapılan bazı çalışmalar insülin seviyesindeki dalgalanmalara engel olduğunu ortaya koymuştur. Dereotu anti bakteriyeldir. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Hıçkırığı giderir. Alerjik sorunları hafifletir, ishalin giderilmesine yardım eder. İçerdiği yağlar, anti bakteriyel ve antioksidan özellikleri ile kanserle mücadele eder. Kansere neden olan unsurları ortadan kaldırmaya yardımcı olur. Dereotunun kuvvet verici özelliği vardır, içerdiği besin ve mineraller yardımıyla bünyeyi güçlendirir. Vücuttan toksinleri atar, fazla tuzların ortadan kaldırılmasına yardımcı olur. Bunun yanında içerdiği su sayesinde idrarı arttırır ve dolaylı olarak boşaltım sistemine yardımcı olur. Vücuttaki ödemi attırır. Çok iyi bir kalsiyum kaynağı olduğu için diş sağlığı için de önemlidir.

Fesleğen: Hem taze, hem de kurutularak kullanılan fesleğen yemeklere eklenerek ya da çiğ olarak tüketilebilir. Birkaç çeşidi olan fesleğenin reyhan adı verilen morumsu yapraklı cinsi de oldukça popülerdir. Örneğin makarna sosuna eklenebilir. Taze olarak tüketildiğinde faydası artar. Serinletici ve lezzetli olduğu için yaz kahvaltılarının vazgeçilmezidir. Şişkinlik, mide krampı, kolikler ve sindirim problemlerini giderir. Spazmları çözer. Balgam, gaz ve idrar söktürücüdür. Öksürüğü keser. Canlandırır, enerji verir. Baş ağrısına iyi gelir. 25-30 gram taze fesleğen yaprağının üzerine dört bardak kaynar su döküp ve 10-15 dakika demlendirerek çay şeklinde

tüketilebilir. Fesleğenin tohumu teskin edici etkisi sayesinde sinirlilik, depresyon, gerginlik ve uykusuzluk durumlarına da yardımcı olur. Fesleğen tohumlarını kaynar su içinde 15-20 dakika süreyle demlendirilmesiyle hazırlanan çay günde iki seferden fazla olmamak şartıyla tüketilir. Fesleğen ezilip, özsuyu çıkartılarak sinek ve böcek ısırıklarının tedavisinde kullanılır.

Maydanoz:

Maydanoz Türk Mutfağının baş tacıdır. Mide bulantısını giderir, böbrek taşlarının düşürülmesine yardımcı olur, kansızlığa, halsizliğin giderilmesine iyi gelir. Bağırsakların çalışmasında, diş eti kanamasının önlenmesinde, yaraların daha hızlı iyileşmesinde, romatizma tedavisinde etkilidir. Maydanozun sapı ve yaprakları yemeklerde kullanılır ya da çiğ olarak tüketilir. Yapraklarda uçucu yağ ve glikozit, saplarında ise uçucu yağ, şeker, müsilaj ve glikozit vardır. Yapraklar A,C,K Vitamini bakımından zengindir, idrar söktürücü, midevi ve tansiyon yükseltici olarak kullanılır. Sapları da aynı özelliklere sahiptir. Yaprakları yemeklerde lezzet verici olarak kullanılır. Taze yapraklar, papağan ve diğer kuşlar için tehlikelidir. Maydanoz C vitamini yönünden çok zengin bir bitkidir. Güç verir, iştah açar, ter atılmasına ve ateşin düşmesine yardımcı olur. Kadınların adet döngülerini düzenler ve organizmayı zehirlerden arındırır. Karaciğer hastalıkları, sarılık, egzama, selüloit, romatizma, gut, idrar yolu ve böbrek taşı problemi olanların bol bol tüketmesi tavsiye edilir.

Kereviz Sapı: Kan basıncını düşürür, damarları saran arterler etrafındaki kasları gevşeterek sistolik kan basıncını azaltmaya yardımcı olur. Apigenin denilen flavonoidler içerir. Anti enflamatuar özelliktedir. Damarları rahatlatarak arterler içinde oluşan oksidatif stresin azaltılmasına yardımcı olur ve kan basıncını düşürür. Kemik ve eklem sağlığını korur ve kemikleri güçlendirir. K vitamini, kalsiyum, magnezyum kaynağıdır. Poli asetilen içerir. Şişliği, kemik ve eklem ağrılarını azaltır. Artrit ve gut hastaları için yararlı bir anti enflamatuardır. Ürik asidin atılmasını sağlar, idrar söktürür, böbrekleri çalıştırır, böbrek taşlarını

düşürür. Besleyici oluşunun yanında tam bir lif deposudur. Kerevizin sapından alınan kalori miktarı, kereviz sapını sindirirken harcanan kalori miktarından daha azdır. Yani, kilo vermek için bire birdir.

Taze Kekik: Yazın semt pazarlarında ve manavlarda satılan taze kekiğin sayısız faydaları vardır. Kekik potasyum, demir, magnezyum, kalsiyum, manganez ve selenyum açısından zengin bir kaynaktır. Bu bitki ayrıca B-kompleks vitaminleri, beta karoten, C, A , K , E vitaminleri ve folik asit kaynağıdır. Kekikte uçucu yağlar da bulunur. Taze olarak tüketildiğinde daha faydalıdır. Türkiye’ de yaklaşık 30 farklı türü yetişen kekik Türk ve dünya mutfağının gözdeleri arasındadır. Kekik cilt sağlığından yüksek tansiyona, kolesterolden saç sağlığına ve kalp sağlığından akciğer sağlığına kadar çok geniş bir alanda sağlığımızı korur. Mide rahatsızlığı olanlar tarafından, tedaviye destek amaçlı kullanılır. Hatta bunun için hazırlanan kürler bile bulunmaktadır. Mide rahatsızlıklarının iyileşme sürecini hızlandırması ve hastalıklara karşı mideyi koruması kekiğin faydaları arasında en önemlileridir. Birçok bitki gibi kekik de hazmı kolaylaştırır.

Ayrıca kan dolaşımının düzenlenmesine yardımcı olur. Biberiye gibi hafızayı güçlendirmesi kekiğin faydaları arasında sayılabilir. Özellikle grip ve soğuk algınlığının doğal ilaçlarından biri de kekiktir. Antiseptik etkisi bulunan kekik, boğazdaki iltihapların kurutulmasına yardımcı olur. Kekik suyu ile gargara yapmak boğaz ağrısını azaltır. Ayrıca astım ve öksürük gibi akciğer hastalıklarına karşı da etkilidir. Hastalıklara karşı vücudun bağışıklığını artıran kekiğin iştah açıcı etkisi de bulunur. Kalp sağlığı için de olumlu etkileri bulunan kekik, çarpıntıları azaltır, kötü kolesterolün düşmesinde de rol oynar. Ancak kekiğin yüksek tansiyon hastaları tarafından çok fazla tüketilmemesi gerekir; çünkü kekik tansiyonun yükselmesine neden olabilir. Özellikle güney bölgelerimizde sıkça yapılan taze kekik salatası, lezzetli bir meze veya ara öğün olarak da tüketilebilir.

Haziran 2015

85


Taze veya kuru yapraklardan demlenen çay ise vücuttaki enfeksiyonu ve mide ağrılarını hafifletir. Kekik çayı yapılırken kesinlikle kaynatılmamalıdır; taze kekiğin üzerine sıcak su konularak demlenmesi yeterli olur.

Biberiye: Biberiyenin içeriğinde tanen, acı maddeler, organik asitler, glikozit ve uçucu yağ bulunmaktadır. Hemen hemen tüm zayıflama çaylarının içeriğinde yer alır. Zihni açar, guatr, kalp ve damar hastalıklarına, uykusuzluğa iyi gelir, kanı temizler. Biberiye çayıyla yıkamak saçlara sağlık ve parlaklık verir. Çayı iştahı keser, fazla yemek yemenin önüne geçer. Kozmetik sektöründe önemli bir yeri olan biberiye cildi yeniler, sivilce oluşumunu önler. Biberiye bitkisinin taze ya da kurutulmuş yapraklarının çay şeklinde tüketilmesi iştahı keserek kolay kilo verilmesine yardımcı olur. Biberiye yağıyla, selülitli bölgeye 10 – 15 dakika masaj yapmak incelme sağlar ve cildin pürüzsüz görünüme kavuşmasını sağlar. Biberiye çok güçlü bir anti kanser bileşeni olarak bilinen karnosal içermektedir. Bilimsel araştırmalara göre biberiye meme kanseri, prostat kanseri, kolon kanseri, lösemi ve cilt kanserine karşı etkili bir şifa kaynağıdır. Beyin ve sinir hastalıkları üzerinde birçok olumlu etkisinin olduğu tespit edilmiştir. Alzheimer gibi yaşlanmaya bağlı olarak ortaya çıkan hastalıkları engeller, hafıza kaybı ve bunamaya karşı önemli bir şifa kaynağıdır. Biberiyenin nöro-koruyucu özelliklere sahip karnozik asit denilen bir diterpine içerdiği belirlenmiştir. Biberiye yağı hafızanın daha efektif çalışmasına yardımcı olur. Yüzyıllar boyunca migren hastalığı için doğal tedavi metodu olmuştur. Biberiyeli buhar banyosu migren ağrılarının hafiflemesini sağlar ve beyin fonksiyonlarını düzenler. Biberiye alerji ve enfeksiyon sorunlarına iyi gelir. Enfeksiyon sürecinde fazla nitrik oksitleri ortadan kaldırır. Başta mide ülseri olmak üzere birçok hastalığı giderir, anti-enflamatuar ve antikanserojen özelliğinin olması genel anlamda bağışıklık sistemine katkıda bulunur. Sindirim sistemi ile ilgili sorunların çözümünde önemli rol oynar. Aynı zamanda gıda zehirlenmelerine karşıda bünyeyi korur ve temizlemeye yardımcı

86

Haziran 2015

olur. Ilık su ile ağızda çalkalanması ağız sağlığını korur, solunum yolu sorunlarının giderilmesine yardımcı olur. Biberiye yüzyıllardır karaciğer tedavisinde alternatif olarak kullanılmaktadır. Karaciğeri toksinlerden temizler.

Taze Nane: Ferahlatıcı etkisi ile nane yaz aylarının vazgeçilmezidir. Vücutta sıcak havanın olumsuz etkilerini azaltır. Yüzyıllardır alternatif tıpta hastalıkları tedavi etmek için kullanılır. Nane A vitamini deposudur aynı zamanda C vitamini de içerir. Bunun yanında, kalsiyum, magnezyum, potasyum açısından çok zengin bir bitki olan nane, su, Omega-3 yağları, demir ve folatlar içerir. Nane genelde solunum yollarına faydalarıyla tanınır. İçerdiği zengin miktardaki A vitamini özellikle göz sağlığı için çok önemlidir. C vitamini birçok organ için hayati önem taşırken, birçok hastalıktan da bünyeyi korur. Nanenin diğer bir önemli özelliği ise sinirsel ve ruhi sorunlara da çözüm sunmasıdır. Bu bakımdan nane tüketmek hem fiziksel hem de ruhsal olarak sağlığımızı korumamızı sağlar. Nane harika bir temizleyici olarak sindirim sistemini destekler. Mide ağrılarına iyi gelir, bağırsakları temizler ve hareketini arttırır, ferahlatıcı ve rahatlatıcı özeliği vardır. Ezilmiş nane yaprakları veya nane çayı baş ağrısı sorunlarına ve migrene iyi gelir, yatıştırıcı özelliği vardır. Nanenin güçlü aroması astım ve bronşit hastaları için faydalıdır. Bunun yanında öksürük ve diğer solunum yolu bozukluklarına iyi gelir. Göğüste sıkışıklık durumunda veya

nefes darlığı esnasında nane tüketimi sorunu geçiştirebilir. Astım ataklarının etkisini azaltır. Fakat aşırı tüketilirse boğazda tahrişe neden olabilir. Kadınların göğüslerinde emzirme döneminde meydana gelen çatlakları giderir. Nanenin etkili kokusu sinir sistemi üzerinde çok etkili ve faydalı bir uyarıcıdır. Eğer halsiz, endişeli ve depresif hissediyorsanız bir miktar nane yiyerek ya da çayını içerek sorunu kısa sürede çözebilirsiniz. Nane çok etkili bir anti septik ve kaşıntı önleyici olarak bilinir. Nane suyu cilt için mükemmel bir temizleyicidir. Nanenin cildi yatıştırma, yumuşatma ve akneleri temizleme özelliği vardır. Böcek sokmalarında etkilenen kısma nane uygulamak hem zehirlemeyi engeller hem de acıyı giderir. Nane ağızda sakız gibi çiğnendiğinde zihni açar. Nane etkili bir uyarıcı olduğundan dolayı besinlerin sindirilmesine yardımcı olur. Bu noktada sindirim enzimlerini uyarır ve yağ yakma etkisini arttırır. Nane ağız içi temizliği için de faydalı bir bitkidir, ağızda zararlı bakterileri ortadan kaldırdığı gibi kötü nefes kokusunu giderir. Etkili bir mikrop öldürücüdür. Ağızda çiğnenerek tüketildiğinde mikrop ve bakterilerin verdiği zararları giderir, aynı zamanda diş etlerini ve dişleri güçlendirir. Nane mevsimsel alerji ve saman nezlesine karşı etkilidir. Yapılan birçok araştırma farklı çeşitlerdeki kanser hastalıklarına yakalanma riskini azaltmanın yanında nanenin kanser tedavisinde de etkili bir rol oynayacağını ortaya koymuştur.



Laboratuvar Dosyası

Tıbbi Laboratuvar Uzmanı Denetçi ve Ruhsatlandırma Eğitimi Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Tıbbi Laboratuvar Hizmetleri Daire Başkanlığı “Tıbbi Laboratuvar Uzmanı Denetçi ve Ruhsatlandırma Eğitimi” nin ikincisi, İstanbul Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gerçekleştirildi.

S

ağlık alanında lider şirketlerden biri olan Siemens Sağlık’ın sponsor olduğu ve Sağlık Bakanlığı tarafından desteklenen “Tıbbi Laboratuvar Uzmanı Denetçi ve Ruhsatlandırma Eğitimi” 25 Mayıs’ta İstanbul Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gerçekleştirildi. Denetçi eğitimi kapsamında katılımcılara Tıbbi Laboratuvarlar Yönetmeliği’nin eki olan Ek-10 denetim formunun ruhsata esas kriterleri ve denetime esas kriterleri hakkında detaylı bilgi verildi. Eğitime İstanbul’da bulunan Başkent Üniversitesi İstanbul Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Uygu-

88

Haziran 2015

lama ve Araştırma Merkezi, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü, Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Marmara Üniversitesi Nöroloji Enstitüsü, Marmara Üniversitesi Gastroentoloji Enstitüsü, Bilim Üniversitesi Avrupa Florance Nightingale Hastanesi Sağlık Uygulama Merkezi, Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Yeditepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Kasımpaşa Asker Hastanesi, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Arnavutköy Devlet Hastanesi, Bayrampaşa Devlet Hastanesi, Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi’nde görevli laboratuvar sorumlusu doktorlar ve ilgili hastanelerden konuyla doktorlar katıldı.



Laboratuvar Dosyası

DNA Kader Değil! Son çalışmalar, ölümcül hastalıkların tedavisi için yapılacak çalışmaların önünü açtı. DNA’mız –özellikle İnsan Genom Projesi ile belirlenen 25,000 gen– şimdi yaygın şekilde insan bedeni için talimat kitabı olarak kabul ediliyor. Ancak genlerin kendilerinin ne yapacaklarının, nerede ve ne zaman yapacaklarının talimatlarına gereksinimleri var.

2

000 yılına geri dönersek, Duke Üniversitesi’nde radyasyon onkoloğu olan profesör Randy Jirtle ve onun doktora öğrencisi Robert Waterland sade olan, çığır açan genetik bir deney tasarladı. Bilim insanları tarafından agouti fare olarak bilinen şişman sarı fare çiftleri ile başladılar, agouti fare denmesinin nedeni bu farelerin özel bir gen – agouti geni – taşımalarıdır, bu onları kanser ve diyabetlere eğilimli duruma getiren obur ve sarı kemirgenler olmalarına neden olur. Jirtle ve Waterland bu küçük yaratıkların talihsiz genetik mirasını değiştirip değiştiremeyeceklerini görmek için çalışmaya koyuldular. Tipik olarak, aguti faresi doğurduğu zaman, yavruların çoğu ebeveynlerine tamamen benzerler: sarı, şişman ve yaşamı kısaltan hastalıklara karşı hassas. Ancak, Jirtle ve Waterland’ın deneyindeki ebeveyn fare, tamamen farklı görünen yavrular üretti. Bu genç fareler zayıf ve kahverengi idi. Dahası, ebeveynlerinin kansere ve diyabet hastalıklarına hassaslıklarını göstermediler ve dinç bir ihtiyarlık yaşadılar. Aguoti geninin etkileri silinmişti. Dikkate değer şekilde, araştırmacılar farenin

DNA’sının tek bir harfini değiştirmeden bu dönüşümü gerçekleştirdiler. Onların yaklaşımı radikal şekilde basitti – annenin diyetini değiştirdiler. Gebe kalmasından hemen önce başlayarak, Jirtle ve Waterland bir anne fare test grubunu bir gene yapışıp onu kapatabilen küçük kimyasal kümeler olan metil donörleri bakımından zengin bir diyetle beslediler. Bu moleküller çevrede yaygındır ve soğan, sarımsak, pancar ve çoğunlukla hamile kadınlara verilen besin destekleri dahil bir çok gıdada bulunur. Anneler tarafından tüketildikten sonra, metil donörler embriyo kromozomları geliştirmek ve kritik agouti geni için çalışmaya başladılar. Anneler agouti genini çocuklarına sağlam aktardılar, ama metilce zengin hamile diyetleri sayesinde, gene, genin sağlığa zararlı etkilerini azaltan kimyasal bir anahtar (elektrik düğmesi) eklediler. Sadece diyet değişimiyle, laboratuar agouti faresi (soldaki) görünüşü ve hastalığa hassasiyeti belirgin şekilde farklı olan genç (sağdaki) fareyi doğurmaya teşvik edildi. Jirtle, “Hamile anne farenin besin değişiminde süptil, ince bir değişiklik yapmanın bebeğin gen ifadesinde dramatik etkisi olabilmesi biraz esrarengiz, biraz da korkutucu idi” diyor. “Sonuçlar epigenetik değişikliklerin nasıl önemli olabileceğini gösterdi.” [Epigenetik,biyoloji‘de, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değişiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkileme-

ktedir ancak, DNA dizisinde hiç bir değişiklik gerçekleşmemektedir.] DNA’mız – özellikle İnsan Genom Projesi ile belirlenen 25,000 gen – şimdi yaygın şekilde insan bedeni için talimat kitabı olarak kabul ediliyor. Ancak genlerin kendilerinin ne yapacaklarının, nerede ve ne zaman yapacaklarının talimatlarına gereksinimleri var. Bir insan karaciğer hücresi beyin hücresiyle aynı DNA’yı içerir, yine de bir şekilde sadece karaciğerin işlev yapması için gereksinim duyulan proteinleri kodlamayı bilir. Bu talimatlar DNA’nın kendisinin harflerinde bulunmaz, ama epigenom olarak bilinen kimyasal işaretler ve düğmelerin dizilişinde, onun üzerinde bulunur, bu epigenom çifte sarmalın uzunluğu boyunca uzanmaktadır. Bu epigenetik düğmeler ve işaretler sırayla belirli genlerin ifadesini açar veya kapatır. Epigenomu, etkileyici çeşitlilikteki proteinleri, hücre türlerini ve bireyleri imal etmesi için DNA donanımını harekete geçirme yeteneği olan karmaşık bir program kodu olarak düşünün. Son yıllarda, epigenetik araştırmacıları hangi genlerin açılıp kapanabileceğini belirleyen birçok moleküler dizilişlerin ve kalıpların anlayışında büyük gelişmeler sağladılar. Onların çalışması, epigenomun insanlar dahil organizmaların sağlıklı gelişimi için DNA kadar kritik olduğunu artan şekilde açığa çıkardı. Jirtle ve Waterland’ın deneyi epigenomun çevreden gelen işaretlere hassas olduğunun ölçüt gösterimi idi. Giderek daha çok araştırmacı bir vitaminin ekstra parçasının, bir toksine kısa süreli maruz kalmanın, hatta anneliğin ilave dozunun eklenmesinin epigenomu çimdikleyebileceğini, böylece bireyin bedenini ve beyninin yaşam boyu etkileyecek şekilde genlerimizin yazılımını değiştirebileceğini buluyor… Kaynak: Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Resmi Kulübü’nün internet sitesi Gene-Cell Editörden Not: Bu ilginç yazının yazarına ve oldukça faydalı bilgilerin yer aldığı, ustalıkla oluşturulmuş internet sitesinin yapımında, içeriklerinde, güncellenmesinde emeği geçen herkese teşekkürlerimizi sunuyoruz. Diğer üniversitelere örnek olması dileklerimizle…

90

Haziran 2015



Laboratuvar Dosyası

Bakır nörovirüsü yok ediyor Kulplar, tırabzanlar gibi halka açık alanlarda en çok dokunulan ve kolaylıkla nörovirüs bulaştıran yüzeyler bakır kaplanarak, yayılma hızıyla korkutan nörovirüsün bulaşması önlenebilecek.

A

merikan Mikrobiyoloji Derneğinin bülteninde online olarak yayınlanan araştırma sonucuna göre; metal alaşımlar içeren bakır insan nörovirüsünü yok edebiliyor. Çalışmanın gerçekleştirildiği Kuzey Carolina Eyalet Üniversitesi’nde Lee- Ann Jaykus laboratuvarında doktora öğrencisi olan Clyde Manuel konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “ Norovirus, yaklaşık 27 nm büyüklüğünde bir RNA virusudur. İnsan nörovirüsü aşırı kusma ve ağır ishalle seyreden mide ve bağırsak iltihabına yol açan aşırı derecede bulaşıcı bir mikroptur. Bu mikrop seyahat gemileri, restoranlar, yaşlı bakımevleri gibi kolayca yayılabileceği ortamlar için çok büyük tehlike oluşturur. Yaptığımız çalışma bakırın insan nörovirüsü üzerindeki yıkıcı etkisini gösteren ilk çalışmadır.” Araştırmayı gerçekleştiren bilim ekibi beş farklı bakır alaşımından oluşan yüzey ve kontrol için paslanmaz çelik yüzey kullandı. Bu beş alaşımdan kupon boyutunda parçalar kestiler. B u l a ş ı c ı virüs içeren kalıntıları her kuponun üzerine y e r l e ş t i r d i l e r. Periyodik olarak virüsün

92

Haziran 2015

hayatta kalma durumunu kayıt ettiler. Bazı parçalarda virüs yerine virüsle aynı özellikleri taşıyan virüse benzer partikül adı verilen virüs kabuğu kullandılar. Sonuçlar: • Virüs paslanmaz çelik yüzeyde oldukça sabitken, çeşitli bakır yüzeylerin virüse etkisi büyük oldu. • Bakır etkisini çok hızlı gösterdi. On dakika kadar maruz kalmak insan nörovirüsünün virüse benzer partiküllerinin alıcıya tutunma yeteneğini ortadan kaldırmak için yeterliydi. Bu etki paslanmaz çelik yüzeyde gözlenmedi. • Bakır yüzeyler özellikle virüs genomunu ve onun kılıfını (veya protein kabuk) tahrip ettiler. “Kuşkusuz nörovirüsün ortamda yayılmasını önlemek için kapı kolu, trabzan gibi çok sık dokunulan kalabalık yerlerde bakır yüzeyler kullanılabilir.” açıklamasının ardından konuyla ilgili bir açıklama yapan Clyde Manuel bu teoriyi denemek için bir hastanenin yoğun bakım ünitesindeki sıklıkla dokunulan yüzeylerin bakır alaşımdan olanlarla değiştirildiğini ve enfeksiyon oranının hemen yarıya indiğini anlattı. Virüs tahribatı döngüsü bakır iyonlarının su ve oksijenden, bazen de belli başlı sülfür içeren amino asitlerden serbest radikaller üretmesi ile başlıyor. Serbest radikaller DNA ve protein gibi moleküllere enerjik tepkiler verir; tahrip eder,

genellikle de onları öldürür. Clyde Manuel’in bu araştırmayı gerçekleştirme fikri “Mikrobiyolojide bu hafta” adlı bilimle ilgili podcast (ses kaydı) dinlediği sırada aklına geldi. “Bakır odada” adlı 55. Bölümde hastane kaynaklı mikropların yayılma oranı bakır yüzeyler kullanarak düşürülebilir mi? Konusu tartışılmaktaydı. Açıklanan etkileyici sonuçlar ona bu yöntemin insan nörovirüsünün yayılması için kullanılabileceği fikrini verdi. Daha önce bu alanda bir araştırmanın yapılmadığını tespit eden bilim adamı hızla bir çalışma planı hazırlayarak, işe koyuldu. Clyde Manuel konuşmasını; “Virüslerden bahsederken öldürmek yerine tahrip etmek terimini kullanıyoruz. Çünkü virüsler tek başına etkisizdirler. Yaşayan organizmalara ait hücrelerin içine girmek ve çoğalmak zorundadırlar.” sözleriyle tamamladı.



Laboratuvar Dosyası

‘Stop Vivisection’ Bilim adı altında hayvanlara eziyeti durdurun!

H

ayvanların canlı olarak kesilmesini gerektiren testler artık insanlığın kanına dokunuyor. Avrupa topluluğu üyesi ülkelerde hayvanların deney amaçlı olarak canlıyken kesilmesi durumunun artık bitmesi gerektiğini düşünenler çoğunlukta. Sivil toplum örgütleri Avrupa topluluğuna üye 26 ülkenin vatandaşlarının %80 gibi ezici bir çoğunlukla karşı olduğu bu acımasız deneyler için 1.17 milyon imza toplayarak Avrupa Parlamentosu Komisyonuna ulaştırdı. Avrupa Parlamentosu Komisyonu’nun yayınladığı resmi cevapta; hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin tamamen yasaklanması için henüz erken olduğu, Avrupa’da gerçekleştirilen biyomedikal araştırmaların başarısını etkileyeceği için, bu konuda herhangi bir yasaklama yapılmayacağı ifadelerine yer verildi. 3 Haziran 2015 tarihinde yayınlanan resmi cevapta kampanyaya katılanların talebinin haklı bulunduğunu ancak, hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin kademeli şekilde azaltılarak, belli bir süreçten sonra sonlandırılacağı, böylece

94

Haziran 2015

imzalarıyla kampanyaya katılanların taleplerinin zaman içinde karşılanacağı ancak bu talebin hemen karşılanamayacağı açıklandı. Açıklamanın devamında bu konuda sınırları belirleyen ve deneylerin daha insani boyutta yapılması için gereken düzenlemeyi kontrol eden 2010/63/EU yönergesinin talepleri karşılama konusunda şu an için yeterli olduğu bu detaylı yönerge üzerinde çalışılabileceği ancak iptal edilemeyeceği açıklandı. Avrupa parlamentosu üyeleri konuyu irdelerken, Avrupa topluluğunda böyle bir yasaklamanın bu tip testlere engel olmayacağı, sadece bu tip testlerin bu ülkelerin dışına, bu konuda yasaklamaların geçersiz olduğu ülkelere kaymasını sağlayacağı sonucuna vardı. Kampanyayı başlatan İtalyan grup, hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin insanlarla ilgili sorunları çözmekte yetersiz kaldığı ve bir işe yaramadığı için; hayvanların deneylerle sakat bırakılmasının veya öldürülmesinin gereksiz olduğunu açıkladı. Grup ayrıca hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin alışıla gelmiş

olduğu için devam ettiğini, bu nedenle gelişen teknolojik altyapıya rağmen alternatif biyomedikal araştırma yöntemlerinin geliştirilmesine gerek duyulmadığını, kısaca deneylerde hayvanların kullanılmasının yeni yöntemler aranmasına ve geliştirilmesine engel olduğunu da bildirdi. Fransa’da hayvanlar üzerinde yapılması gereken deneylerin %80i önce alternatif metotlar denendikten sonra, beklenen etki yakalanamadıysa ve çalışmayı gerçekleştiren bilim adamının başka bir çaresi kalmadıysa uygulanıyor ve “vivisection” denilen canlı canlı kesme prosedürüne ise hemen hemen hiç başvurulmuyor. Hayvanlar üzerindeki deneylerin yasaklanması için kampanya yürüten British Union for the Abolition of Vivisection (BUAV) adlı örgütün araştırmasına göre, ingiltere’de deneylerde kullanılan 4 milyon 17 bin 759 hayvandan 1 milyon 800 bin adedi üniversitelerdeki deneylerde kullanıldı. BUAV’a göre deneylerde, balık, fare ve sıçanların yanı sıra, maymun, koyun ve tavşanlar da kullanıldı, hayvanlar “acı veren” koşullara maruz bırakıldı.



Laboratuvar Dosyası Rakamlar, BUAV’ın Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası kapsamında üniversiteler ve İçişleri Bakanlığı’na yaptığı başvuru üzerine açıklandı. BUAV’dan Dr Katy Taylor, “Istırap verici deneylerin yarısına yakınından üniversiteler sorumlu. Deneylerde hayvanların kullanılmasıyla ilgili artan kaygılara rağmen, bu deneylerin çoğu vatandaşların ödediği vergilerle yapılıyor. Ancak hayvanlar üzerindeki deneylerde başı çekmelerine karşın, hayvanlara alternatif bulma yönündeki çalışmalarda da liderlik üniversitelerde” dedi. Söz konusu deneyler kapsamında, bazı hayvanların vücutlarına şırınga edilen kimyasallarla sakat bırakıldıkları, bilgisayarlı deneyler için uzun süre bağlı tutuldukları, Cambridge Üniversitesi’nde yapılan anksiyete deneylerinde, ipek maymunlarının aşırı yüksek sese maruz bırakıldıkları ve plastik kobra yılanlarıyla korkutulduğu belirtiliyor. Edinburgh Üniversitesi’nde yapılan bazı deneylerde, bir aylık fare yavrularına elektrik şoku verildiği, Imperial College’daki bazı deneylerde de lazerle farelerin beyinlerinde hasar oluşturulduğu öne sürülüyor. Üniversiteler, açıklamalarında etik standartlara uyduklarını ve hayvanların

96

Haziran 2015

sadece başka alternatifin olmadığı durumlarda kullanıldığını belirttiler. Not: Bir hayvan sever olarak, derdini anlatamayan bu masum canlıların acımasızca katledilmesine karşıyım. Bence her insan hayvanların acı çekmesinden üzüntü duyar. Ancak işin bir de bilimsel tarafı var. Eğer çok önemli bir hastalığın tedavisi için; yüzlerce, binlerce minicik bebeğin acı çekmesine engel olacak bir tedavinin keşfedilmesi konusunda gerçekten gerekli ise ve acı çektirilmeden, hayvanın sağlığını da olabildiğince koruyacak önlemler alınırsa, düşünülmek zorundadır. Unutmayın; Hayvanlar üzerindeki deneyler olmasaydı aşağıda listelenen keşifler de hiç olmayacaktı… Tarihte hayvan deneyleriyle gerçekleştirilen keşifler: Astım spreyleri: 1960’larda deney farelerinin akciğerleri üzerindeki çalışmalar sonunda geliştirildi.

İnsülin: 1921’de Kanada’da Toronto Üniversitesi’nde köpekler üzerindeki çalışmalardan sonra bulundu. Çalışma Nobel Tıp Ödülü kazandı. AIDS: Hastalığın semptomlarını yavaşlatan ilk ilaç olan AZT 1986’da fareler ve maymunlar üzerindeki deneylerde bulundu. Kan nakli: 250 yıl süren deneylerin ardından ilk kan nakli 1914’te Belçikalı bir doktor tarafından köpeklere yapıldı. Alzheimer aşısı: Yakın bir zaman önce yapılan ve “umut verici” olarak nitelenen çalışmalarda fareler kullanıldı. Meme kanseri: Tamoksifen adlı kanser ilacı 1960’larda sıçan, fare ve köpekler üzerindeki deneylerden sonra geliştirildi. Modern anestezi: Genel anestezide kullanılan sodyum tiyopental sıçan, tavşan ve köpekler üzerindeki çalışmalarda geliştirildi. SON OLARAK: İtalyanlara katılıyorum; bu kadar teknolojik gelişme, 3 boyutlu modelleme, insan dokusuna benzer dokular, yapay moleküller yapılabiliyorken; acil olarak hayvan deneylerine son verecek keşifler üzerinde de çalışılsın. Tüm canlıların yaşam hakkına saygı duyulsun.



AKTÜEL

“Ellerin Büyüsü” İstanbul’da

Hans Zilch ve ziyaretçiler

Dünyaca ünlü Plastik Cerrah Prof. Dr. Hans Zilch özel koleksiyonundan oluşan “Ellerin Büyüsü” resim ve heykel sergisi 3-28 Haziran 2015 tarihleri arasında İstanbullu sanatseverlerle buluşuyor.

T

ürkiye turuna çıkan sergide Pablo Picasso, Auguste Rodin, Salvador Dali, Eugène Delacroix, Le Corbusier, Man Ray, Joseph Beuys, Georg Baselitz gibi sanat dünyasının önemli isimlerinin eserleri yer alıyor. Pharmactive İlaç sponsorluğunda gerçekleşen “Ellerin Büyüsü” Sergisi, İbrahim Karaoğlu küratörlüğünde, 3-28 Haziran 2015 tarihleri arasında İstanbul Odeabank O’Art’ta tüm san-

98

Haziran 2015

atseverlerin beğenisine sunuluyor. İlk kez Berlin Üniversitesi’nde hocalık yaparken ünlü sanatçıların ellerle ilgili orijinal eserlerini biriktirmeye başlayan Prof. Dr. Hans Zilch’in 30 yılda oluşturduğu koleksiyonu, gittiği her ülkede aynı isimle sergileniyor. Prof. Zilch’in “Ellerin Büyüsü” adlı koleksiyonunda dünya sanatına yön veren efsane sanatçıların eserleri yer alıyor. Pharmactive İlaç’ın desteği ile

gerçekleştirilen sergide 60 eser yer alıyor. Ortopedinin yanı sıra romatizma ve fizik tedavi uzmanlığı da bulunan Prof. Dr. Hans Zilch’in hasta portföyü dünyaca ünlü isimlerden oluşuyor. Ellerin Büyüsü koleksiyonuna başlama sebebinin genç bir doktorken el cerrahisine duyduğu ilgi olduğunu belirten Prof. Dr. Zilch; “Travma sonucu zarar görmüş bir eli tekrar fonksiyonel ve estetik bir forma sokma olasılığı



beni heyecanlandırıyordu. Bu dönemde kişilik ve eller arasındaki ilişkinin anlamını keşfettim. Bazı İnsanlar travma sonrasında ellerini saklar, ellerinden utanırlar ve içe kapanırlar. Sonrasında, sanatsal el figürleri ve finansal olarak mümkün olduğunca sanat eserleri, takvim yaprakları ve posta kartları toplamaya başladım. Berlin’de Freien Üniversitesi öğretim üyesi olduğum sıralar el cerrahisi özel bölümünü yayınlarken, bu koleksiyona başladım. Ellerin sanatsal yorumu benim için heyecanlandırıcı oldu ve bu virüs

100

Haziran 2015

bana bulaştıktan sonra hiçbir tedavi mümkün olmadı” dedi. Emeklilik yaşamını elin sanata yansıması konulu eserlere ayıran Prof. Dr. Hans Zilch’in koleksiyonu Mönchehaus-Museum (Kesisevi Müzesi), Goslar Şehir Müzesi ve Hameln Sanatevi’nde sergilendi. Koleksiyon içinden seçilen bazı eserler Berlin ve Davos’ta da yer aldı. “Ellerin Büyüsü“ sergisi İzmir, Ankara, Antalya’ da sanatseverler ile buluştu. İstanbul’dan sonra Temmuz ayında Hamburg’da sergilenecek.



Etkinlik

Yıldızlı Projeler Yarışması 2015 ‘Fikrini Geleceğe Taşı’ sloganıyla organize edilen Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) ‘Yıldızlı Projeler Yarışması 2015’de ödüller dağıtıldı.

Y

ıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) IEEE Öğrenci Kulübü tarafından düzenlenen 73 farklı üniversiteden 262 projenin dört ayrı kategoride değerlendirildiği proje yarışmasında dereceye girenler ödüllerini aldı. YTÜ Davutpaşa Kampüsü Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen ödül törenine YTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek’in yanı sıra HAVELSAN Genel Müdürü Sadık Yamaç, Elginkan Vakfı Genel Müdürü İlhan Üttü, YTÜ Teknopark Yönetim Kurulu Başkanı Erdem Bektaş, YTÜ Teknopark Genel Müdürü Mustafa Albayrak, çok sayıda akademisyen ve öğrenci katıldı. Törende konuşan YTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Galip Cansever, bugüne kadar dünyada üç ekonomik sistemin kendini gösterdiğini belirterek, bunların tarım, sanayi ve bilgi ekonomisi olduğunu

102

Haziran 2015

söyledi. ABD, Avrupa Birliği, Japonya, Almanya gibi ekonomik yönden gelişmiş ülkelerin bir yandan sanayi ekonomisi içinde yer alırken öbür yandan bilgi ekonomisine adım attıklarını ve bu alanda gelişme hedeflediklerini ifade etti. “Bilgi ekonomisine geçemeyen ülkeler ekonomik hayattan silinecekler!” Ar-Ge yatırımlarının yüksek olduğu ülkelerde patent başvurularının diğer ülkelere oranla çok daha fazla sayıda olduğunu aktaran Cansever, “Bilgi ekonomisi 21. Yüzyılın ekonomik bir sistemi olacaktır. Sanayi devrimini kaçırıp, geçmeyen ülkeler, tarım ekonomisinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ancak bilgi ekonomisine geçemeyen ülkelerin ekonomik hayattan silinme tehlikeleri bulunmaktadır” şeklinde konuştu.

Sanayi ürünleri ihracatının ucuz iş gücüne dayalı bir rekabet unsuru ile yapıldığını belirten Cansever, sanayi üretiminin yüzde 75’inin orta ve düşük teknoloji ile yapıldığını, sadece yüzde 3’ünün ileri teknoloji ile yapılabildiğini aktardı. İmalat sanayinin Gayri Safi Milli Hasıladaki payının yüzde 15’ler civarında olduğunu ve bu rakamın çok düşük olduğunu belirtti. Yapılan hesaplamalara göre Türkiye’deki 3 işçinin 1 alman işçinin ürettiğiyle eşit üretim gerçekleştirdiğini aktaran Cansever şunları söyledi: “Bir Türk dünyaya bedel diyoruz ama iş gücüne geldiğimizde 3 Türk bir Alman ediyoruz. İşçilerin verimsiz çalıştığı yönünde eleştiriler var fakat işçiler ne yapsın. Onu çalıştıran işveren, sanayici, yönetici hangi nitelikte ve beceride ve en önemlisi hangi üretim teknolojisi bunu sorgulamak gerekir. Bu olumsuzluğun sebebi ileri üretim teknolojisinin yeterli olmamasıdır.”



AKTÜEL Etkinlik

“Ya Ar-Ge Ya Sömürge!” Teknopark Yönetim Kurulu Başkanı Erdem Bektaş, öğrencilerle sanayicileri bir araya getiren bu tür organizasyonları çok önemsediklerini ve destek verdiklerini belirtti. Bu tür çalışmaların etkinlikle sınırlı kalmaması gerektiğini belirterek, sanayi ile birlikte ürüne ve üretime dönüşmesi gerektiğini ifade etti. Türkiye’nin gelir düzeyini artırmak için Yıldızlı Projeler yarışmasına katılanlar gibi gençlerin sanayi taleplerine uygun daha ileri düzeyde teknolojik ürünler, projeler üretmesi ve ihraç etmesi gerektiğini dile getirdi. Bektaş, bir süre önce katıldığı bir öğrenci kulübü etkinliğinde öğrencilerin ürettiği ‘Ya Ar-ge, Ya Sömürge’ sloganından çok etkilendiğini aktardı. Bektaş, konuşmasında YTÜ Teknopark’ın sanayi-üniversite işbirliği gibi pek çok alandaki çalışmaları hakkında bir sunum eşliğinde geniş bilgi verdi. Konuşmaları ardından YTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek, etkinliğe sponsor olarak destek veren firmaların temsilcilerine teşekkür plaketi verdi. “Bilim Kurulu” ve “Sanayi Kurulu” Projelerin değerlendirmesini, üniversitelerin gözde akademisyenlerinden oluşan “Bilim Kurulu” ile başarılı sanayicilerden oluşan “Sanayi Kurulu” birlikte yaptı. Bu sayede üniversite-sanayi işbirliği Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bir kez daha hayat buldu. Yapılan değerlendirmede Makine, Mekatronik, Robotik ve Otomasyon, Bilişim, Elektronik, Telekominikasyon ve Yazılım Uygulamaları, Elektrik, Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Enerji Verimliliği ve Kalitesi ve Sağlık, Gıda, Biyoteknoloji, Kimya ve Malzeme Uygulamaları kategorilerinde ilk üçe giren projeler belirlendi. Bilişim, Elektronik, Telekomünikasyon ve Yazılım Uygulamaları Alanında

104

Haziran 2015

Dereceye Giren Projeler: 1.Biyometrik Sistem Akrabalık Bağı Tespiti Eyüp Burak Ceylan -Gazi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Büşra Yılmaz -Ankara Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Kübra Cihangir - Ankara Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Seda Kurt- Ankara Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği

2.Hiperspektral Kamera ile Otomatik Belge Sahteciliği Tespiti Burak Kelginoğlu -Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği 3.Fetal Kalp Atışlarının Kablosuz Görüntülenmesi ve takibi (NST – Kardiyotokografi) Cihazı Geliştirilmesi Ozan Büyük- İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Anıl Eker-İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü


Sınıfının Lideri Sınıfının Lideri Aura Şofben ile Sıcak Suyunuz

5 Saniyede Hazır...

Aura Magnetic Control Șofben

Aura Micro Control Șofben

Elektronik Kontrol Sistemi Dijital Dokunmatik Ekran

Manyetik Akış Sensörü

5

5

Saniyede Sıcak Su

Saniyede Sıcak Su

5 Emniyetli 3 Kademeli

5 Emniyetli 3 Kademeli

Ücretsiz Kurulum

Ücretsiz Kurulum

Bütçenize uygun taksitlerle.

• Kurulumu kolay, kullanımı pratiktir. • Su tankına ihtiyaç yoktur. • Sıcak su için beklemeniz gerekmez, anında sıcak su sağlar. • Ekonomik olduğundan fazla elektrik harcamaz. • Üç kademeli olduğundan suyu her mevsimde istenilen derecede ısıtır. • Zarif bir görünüme sahip olduğundan yer kaplamaz. • Yaygın servis ağına sahiptir.

facebook.com/ihlaspazarlama

twitter.com/ihlaspazarlama

www.ihlasmagazasi.com

444 49 49


Etkinlik

Medikal estetik hekimleri buluştu Medikal estetik hekimleri, Ankara’da düzenlenen seminerde bir araya geldi.

D

üzenlenen seminerde konuşan Medikal Estetik Tıp Derneği (MESTDER) Başkanı Medikal Estetik Hekimi Farmakolog Devrim Gürsoy, “Gençleşmeye yüzünüz ile başlayın” dedi. “Her gün büyümekte olan bir sektör olan medikal estetik sektörü uygulama kurallarının ve etiğinin oluşturulması, bilinç ve uygulama standartlarının geliştirilmesi ihtiyacını her zamankinden fazla hissetmektedir” diyen Gürsoy şunları kaydetti: “Medikal Estetik Tıp Derneği de bilimsel seminer organizasyonlarında hekimlerin mesleki gelişiminde faydalı olabilmek isteğini ve amacını taşımaktadır. Hekimlerin bu konuda mesleki gelişimlerini arttırmaları hasta memnuniyetinin oluşumunda, beklentisinin karşılanmasında, meydana gelebilecek yan etki ve komplikasyonun engellenmesinde, yan etki ve komplikasyonların tedavisi konusunda daha bilinçli ve başarılı olmalarını sağlayacaktır.” Medikal Estetik Tıp Derneği’nin gerek alandaki diğer dernekler açısından, gerekse

106

Haziran 2015

Sağlık Bakanlığı ile ilişkiler açısından bir köprü olma iddiasını taşıdığını vurgulayan Gürsoy, “Sağlık Bakanlığı’nın medikal estetik alanında oluşturacağı yönetmelik, genelge ve talimatların çağımızın ihtiyaçlarına uygun, tıbbi hijyen şartlarına ve hasta yararına hizmet edecek şekilde oluşturulması açısından katkı sağlama, derneğimizin öncelikli amaçlarından birisidir. Alanımızdaki tüm derneklerin bir araya gelmesi ortak bir yaklaşım geliştirmesi kötü ve hastaya zarar verici uygulamaların yaygınlaşmaması açısından son derece önemlidir. Medikal Estetik Tıp Derneği tüm halkımızın estetik ve güzellik kaygılarını ortadan kaldırırken, bu konuda tecrübeli, mesleki etik değerlere bağlı, mesleki gelişime açık hekim ve kliniklere başvurmaları için kamuoyunun bilinçlenmesi için üzerine düşeni hayata geçirecektir” ifadesini kullandı. MESTDER Başkanvekili Dr. Mevlüt Dağ ise, yaşlanmanın doğal bir süreç olduğunu, ancak medikal estetik alanında gelinen noktada kişinin güzelliğini çok daha uzun süre koruyabileceğini söyledi. Dr. Dağ, modern tıbbın

artık önceliğini tedavi edici yaklaşım yerine önleyici ve koruyucu yaklaşımlara verdiğini ve bireyleri hasta olmadan önlemler almaya yönlendirdiğini kaydetti. “Ameliyatsız ve iğnesiz kalıcı çözümler” Dr. Dağ, yaşlanma belirtilerinin öncelikle bedenin aynası olarak nitelendirilen kişinin yüz bölgesinde görüldüğünü hatırlatarak şöyle konuştu: “Yüzde meydana gelen kırışıklıklar, sarkmalar, lekeler, çökmeler ve deformitelere mezoterapi, peeling, iplik, PRP, dolgu ve botoks ile işlem yapılabilir. Medikal estetikte kullanılan cihazlar özellikle yaşlanma karşıtı çalışmaları destekliyor. Erken dönemlerde, gelecekte görülmesi muhtemel derin kırışıklık ve sarkmalara karşı önleyici mezoterapi, radyo frekans, odaklı ultrason, botoks, tıbbi cilt bakımı ve dolgu uygulamaları bilgili ve bilinçli hastalar tarafından artık daha sıklıkla istenmektedir. Yaşla beraber oluşan ince kırışıklıklarda ve yüzdeki sarkmalarda radyo frekans destekli cilt bakım uygulamaları ile ameliyatsız ve iğnesiz kalıcı sonuçlar alınmaktadır.”



Etkinlik

Medikal Estetik Tıp Derneği olarak hastaların beklentilerini hasta hakları çerçevesinde etik kurallara uygun olarak, en yeni bilgi ve deneyimle sunmayı amaçladıklarını belirten Dr. Mevlüt Dağ, bu alanda uygulama sayısının artmasının çeşitli sorunları da beraberinde getirdiğini ifade etti. “Mestder olarak sorunların çözümünü çok önemsiyoruz” MESTDER Başkanvekili Dr. Dağ, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yaşanan sorunların başında uygulama sonrasında gelişen istenmeyen durumlar gelmekte. Yaşlanma karşıtı uygulamalarda hastaların mutsuzluğuna yol açan bu durumların çözülmesi hem hasta hem de doktor memnuniyeti açısından çok önemli. Medikal estetik alanında yeterli eğitim ve deneyime sahip olmayan doktorların hatalı uygulamaları, ürün çeşitliliği ve hastalara ait nedenler istenmeyen sonuçların gelişmesinde ana etkenlerdir.” MESTDER’in Genel Kurulu öncesinde bir seminer düzenlediklerini belirten Dr. Mevlüt Dağ, bu seminerde uygulamalar sonrasında gelişen istenmeyen durumların tedavisi ve düzeltilmesi konusunun ele

108

Haziran 2015

alınacağını bildirdi. Dr. Dağ, seminerde en sık karşılaşılan sorunlardan olan dolgu ve botoks sonrası istenmeyen durumların nasıl çözüleceği ve hastaların hangi şekilde yönetileceği konusunda çalışma yapılacağı

bilgisini de verdi. “Öncelikle zarar vermeme” prensibi Seminerin dikkat çekici bir başlığı olan botoks uygulamalarında istenmeyen bir durum olan ifade kaybı ve çözüm önerilerinin ele alınacağını belirten Dr. Mevlüt Dağ, şunları söyledi: “Aynı şekilde üst göz kapağının etkilenmesi sonucu gelişen göz kapağı düşüklüğü de acil çözülmesi gereken istenmeyen sonuçlardan biri. Dolgu uygulamalarında en sık karşılaşılan sorunlar, fazla uygulamalar ve doğallığın kaybı, tıbbi tedavi çözümleri yine bu seminerde detaylı olarak çalışılacak. Öncelikle zarar vermeme prensibiyle hareket eden medikal estetik hekimlerinin bu ve benzeri seminer ve çalıştaylarla kendilerini geliştirmeleri, yenilikleri takip etmeleri, bilgi ve deneyimlerinin paylaşılması MESTDER’in temel hedeflerinin başında geliyor. Medikal estetik alanında çok az da olsa olumsuz örneklerin medyada daha çok yer alması ve ilgi çekmesi bu alanda MESTDER’in daha aktif ve bilgilendirici çalışmasının da nedenlerinden biri.”



Hastane

Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Tıp Fakültesi en son teknoloji PET/BT cihazlarını kullanıyor. SAÜ Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Huri Tilla İlçe, PET/BT görüntüleme tekniği ve kanserin erken tanı ve tedavisinde SAÜ Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Kliniğindeki uygulamalarla ilgili bilgiler verdi.

P

ET/BT’ nin, PET (Pozitron Emisyon Tomografi) ile BT (Bilgisayarlı Tomografi)’ nin birleşmesinden oluşan hibrit bir görüntüleme yöntemi olduğunu belirten İlçe, nükleer görüntüleme yöntemleri arasında en gelişmiş teknolojilerden biri olarak kabul edildiğini de ekledi. PET/BT yönteminin klasik görüntüleme yöntemlerinin yetersiz kaldığı durumlarda kullanıldığına dikkat çeken İlçe “Bu yöntemle insan vücudundaki organ ve dokuların işlevlerini, metabolik düzeyde gösteren PET ile ayrıntılı anatomik bilgi sağlayan BT tekniğini bir ara-

110

Haziran 2015

da kullanılmakta. PET/BT, klasik görüntüleme yöntemlerinin göstermekte veya açıklamakta yetersiz kaldığı hastalıklarda, metabolik ve anatomik görüntüleme yaparak, hekimlere yardımcı oluyor. PET/ BT öncesi dönemlerde, vücuttaki nodüllerde kanser olup olmadığı ancak biyopsi ile saptanabilirken, şimdi PET/ BT ile bu lezyonların kanser olup olmadığı yüksek bir duyarlılıkla saptanabiliyor’’ şeklinde konuştu. Cihazın ayrıca tüm vücudu tarayabilme özelliği sayesinde, hastalığın yayıldığı alanı göstererek, tedavide büyük bir avantaj sağladığını

belirten İlçe, bu teknik sayesinde kanserin erken tanı ve evrelenmesinin doğru bir şekilde yapılabildiğine, hastaya tedavi yaklaşımının en doğru şekilde belirlenebildiğine dikkat çekti. İlçe sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Böylece bazen ağır bir cerrahi uygulama yerine, ilaç tedavisi gerekliliği ortaya çıkarak, gereksiz cerrahi müdahale önlenirken, bazen de PET/BT uzak yayılım şüphesi olduğu düşünülen hastada, yayılım olmadığını saptayarak, medikal tedavi kararı yerine, cerrahi ile kanserli dokunun alınması kararının verilmesini sağlamaktadır. PET/ BT ile ayrıca kanser hastalarına uygulanan kemoterapi ilaçlarının ve Radyoterapi etkinliğinin de saptanması mümkündür” diye konuştu. PET/BT’ nin neredeyse tüm kanser türlerinin teşhis ve tedavisinde kullanıldığı bilgisini veren İlçe, sözlerini şöyle sürdürdü: “PET/BT tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en yaygın olarak kanser tanı ve tedavisinde kullanılıyor. Tümörlerin erken dönemlerde saptanması, iyi ya da kötü huylu olup olmadıklarının belirlenmesi amacıyla kullanılıyor. Ayrıca kanser hücrelerinin diğer organları yayılımımın saptanması bu yöntemle mümkün oluyor.” PET/BT yönteminin sadece kanser vakalarında kullanılmadığını belirten İlçe, “Ayrıca epilepsi hastalarında, Alzheimer gibi nörolojik vakalarda ve kalp krizi sonrası kalpte canlı doku varlığının araştırılmasında da PET/BT kullanılabiliyor” PET/BT’ nin güvenli bir yöntem olduğunu belirten İlçe, “Bu yöntemin bir yan etkisi yok. Hastalara verdiğimiz radyasyon çok düşük düzeylerde. Ancak, yine de hamilelerde ve süt veren annelerde bu yöntemin kullanılması önerilmiyor” sözleriyle uygulamanın sınırlarını belirten ilçe, Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde dünya standartlarında hizmet verdiklerinin altını çizdi. PET/BT ünitesinin yaklaşık bir yıldır hizmet verdiğini SAÜ Tıp Fakültesi’nin bu hizmeti veren sayılı merkezlerden olduğunu da sözlerine ekledi.


6.Uluslararası Teknik Tekstiller ve Nonwoven Fuar› 6 thInternational Technical Textile & Nonwoven Trade Fair

11 -13 Eylül 2015 11 -13 September 2015 TÜYAP FAIR CONVENTION AND CONGRESS CENTER BEYLİKDÜZÜ / İSTANBUL

al

www.hightex2015.com

Teknik Yakuplu Merkez Mah. Osmanlı Caddesi Güney Konakları B-Blok No:1 Kat 3 D.6 34524 Beylikdüzü - İSTANBUL Tel.: +90 212 876 75 06 Fax: +90 212 876 06 81 www.teknikfuarcilik.com e-mail: info@teknikfuarcilik.com

“Bu Fuar 5174 sayılı Kanun gereğince TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) denetiminde düzenlenmektedir”.

“This Fair is organized with the audit of TOBB (The Union of Chambers and Commodity Exchanges of Turkey) in accordance with the Law No.5174”




Hayatını yaşa! Hassas mesaneler için özel olarak geliştirilmiş süper emici Selpak Mesane Pedi. İdrar kaçırma durumunda konforlu yapısıyla her an yanınızda.

Dışarıdan Belli Olmaz Cilde Dost

Ultra Emici Kokuyu Hapseder


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.