2018 / 2.Sayı

Page 1

e-dergi

Nisan Mayıs Haziran 2018

Sayı: 2

Dosya Konusu / FOTOĞRAF VE ETİK


İmtiyaz Sahibi Mersin Fotoğraf Derneği adına Yönetim Kurulu Başkanı Seyfi ARSLAN Yayın Sorumlusu Ufuk AĞMA Yayın Kurulu Abdulla SERT, Can GATENYO, Kemal TEKİN, Raziye Köksal KARTAL, Suna BAYHAN, Ufuk AĞMA Kapak Fotoğrafı Çerkes KARADAĞ Tasarım Veli Sezer GÜVENER E-Posta fotografedergi@gmail.com Nisan-Mayıs-Haziran 2018 Sayı:2 Foto-Graf Mersin Fotoğraf Derneği’nin süreli yayın organıdır. Yazıların tüm teknik ve hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Yayın kurulu dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir. Dergiye gönderilen yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez. Yazar ve kaynak belirtilerek bu dergiden alıntı yapılabilir.


Bakaç

Resim sanatı, mağara resimlerini başlangıç olarak alırsak günümüzden 65.000 yıl öncesine kadar tarihlenebiliyor ve müzikte de dinsel törenlerde ve tapınaklarda çıkartılan sesler baz alındığında ise M.Ö. 4000 yıllarına kadar gidilebiliyor. Fotoğraf ise, endüstri devriminin sonucu olarak teknoloji ile beraber ortaya çıktığından diğer sanat disiplinlerine göre henüz emekleme devresinde. Geçmişi 200 yılı bile bulmamış fotoğraf sanatının, teknolojik gelişmelerin hız kazanması ile paralel tanımları, kavramları ve uygulamaları devamlı olarak güncellenmekte fakat aynı zamanda onun sorunlarıyla da karşılaşmaktadır. Kısaca fotoğraf, teknolojiyi sorgularken yine ondan yararlanmaktadır. Gelişen teknoloji ile önceki toplumsal düzen değişmiş, ekonomik üretim merkeze çekilmek zorunda kalınmış, değerler metalaşmış, birey kendine ve topluma yabancılaşmaya başlamıştır. Bu gelişmelerden fotoğrafın payı ise yoğun üretilerek çabuk tüketilebilir hale gelmesidir. Günümüzde elimizdeki telefon makinaları ile sabitlenen görüntüler dijital olarak işlenerek sosyal paylaşım sitelerine ekleniyor ve bu işlemler birkaç dakika içerisinde ve seri olarak yapılabiliyor. Ayrıca sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile gerçek anlamda sanat eseri diyebileceğimiz ürünlerde kolaylıkla elde edilerek paylaşılabiliyor. Bu gelişmeler genelde sanat eserlerinin özelde ise fotoğrafın mülkiyeti konusunda sorun oluşturuyor. Günlük yaşantımızda internet ortamında, gazetelerde, reklam panoları ve ilanlar yoluyla binlerce görselle karşılaşıyoruz ki bunların hangisine güvenebileceğimizi bilemiyoruz. Fotoğrafla amatör olarak uğraşan ve fotoğrafa sanatsal kaygılarla bakmaya çalışan bizlerin içerisinde bulunduğu dernek, topluluk veya gruplarda bu hal yani fotoğrafı çekilene ve çevresine saygısızlık, manipülasyon, aşırma ve hırsızlık daha çok karşımıza çıkıyor. Bu durum fotoğrafçılıkta “meslek etiği” kavramını daha sık gündeme getiriyor. İşin ilginç yanı bu sorunla daha sık karşılaşmamıza karşın amatör fotoğraf camiası olarak sorunun çözüm yollarını arama konusunda pek istekli olduğumuz söylenemez. Fotoğrafa yeni başlayan insanlara bu işin ahlakından ve etik değerlerden eğitimlerde yer verilmesi ile işe başlayabiliriz ve bu çok da zor olmasa gerek. Sonuç olarak; genelde “etik” özelde ise “meslek etiği” kavramlarının yazılı olmayan kurallardan meydana geldiğini varsayar ve iyiyi ve kötüyü irdeleyerek insan sorunlarına çözüm aradığını kabul edersek fotoğraf camiasının teknolojinin sarıp sarmaladığı yaşantımızda ahlaki ve etik kurallara her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. FOTO-GRAF’a ikinci sayımızda da aynı heyecanla devam ediyoruz. İlk sayımız ile ilgili sizlerden aldığımız olumlu eleştiriler bizlere güç verdi, teşekkür ederiz. Eleştirilerinizi, görüş ve önerilerinizi fotografedergi@ gmail.com mail adresinden bizlere iletebilirsiniz. “Fotoğraf ve Etik” dosya konusunu işlediğimiz bu sayımızda; Geniş Açı bölümünde fotoğraf büyüğü ÇERKES KARADAĞ’ı ağırlıyoruz. Çerkes hocamızın kendi önerisi ile farklı kitaplarındaki konumuzla ilgili makalelerden derlediğimiz yazıları fotoğrafları ile beraber sunuyoruz. Portre bölümünde geçtiğimiz ay derneğimizde ağırladığımız fotoğraf ustası YUSUF DARIYERLİ ile yapılan röportajı okuyabilirsiniz. Tam Kare’de hepimizin yakından tanıdığı ve geçtiğimiz senelerde Belgesel Fotoğraf Günleri’nde de misafir ettiğimiz YÜCEL TUNCA hocamızın eleştirel öyküsü yer alıyor. Yine Tam Kare bölümünde üyelerimiz TURAN SEZER ve Av. ARİF ÖRSLÜ bizlerle birlikte. Pusula da ABİR ABDULLAH ve Art Alan’da ise Espas Sanat Kuram Yayınları’ndan HÜSEYİN YILMAZ ise bu sayımızın diğer konukları. Lütfen www.mfd.org.tr’yi ziyaret ederek FOTO-GRAF’ı okuyun ve okutun… Görüşmek üzere…

Ufuk AĞMA

3


FOTOĞRAF ETİĞİ / Çerkes KARADAĞ

GENİŞ AÇI Kameranın gördüğü ve kaydettiği şey, sadece bireysel bir bakışın görsel göstergesi değildir elbette. Çünkü bireysel bakış görüntüyü de özelleştirmektedir. Ancak günümüzde internet ve diğer iletişim araçları sayesinde büyük bir hızla dünyanın her tarafına yayılan fotoğraf ve hareketli görüntülerin etkisini ve sonuçlarını da gözden uzak tutmamak gerekir. Bu bakımdan fotoğrafçı ile toplum ve kamera ile toplumsal davranış biçimi arasında her zaman etik anlamda bir bağ mevcut olduğundan, fotoğrafçı duruşunun, tutum ve seçimlerinin belirli ilkelere dayanması gerekir.

Fotoğrafçının Tutumu ve Etik Duruşu Toplumsal ahlak içinde mahremiyet özel bir alan işgal ettiğinden fotoğrafçıların büyük bir çoğunluğu mahremiyet perdesini aralamak ve meraklarını açığa vuran bir keşif yapmak için fotoğraf çekerler. Neredeyse tüm fotoğrafçılar gizli veya dokunulmaz şeylere karşı ilgilerini kameranın tetiğine dokunmakla açığa vurdukları için genel ahlakı hiçe sayan bu tarz bir eyleme her zaman meraklı ve iştahlıdırlar. Elbette toplumsal ahlak bireylere hem inanç hem de mahremiyet güvencesi sağlamaktadır. Bu da hukuki zeminde bireyin dokunulmaz alanlarını güvenceye alan bir takım normların oluşmasına yol açmıştır. Fotoğraf tartışmasız biçimde toplumsal sınıf ve tabakalar arasında kurulan hiyerarşilere muhalif olduğu gibi, hukuk ve geleneklerle korunan değerlerin oluşturduğu ahlaki çatının deşifresini de aynı oranda başarabilen yegane araçtır. Kuşkusuz mahremiyet, sınırları kesinleştirilmeyen ve zaman ile zemine göre anlam ve boyut kazanan özel bir alan olarak kesin bir tanımlamayla açıklanacak bir olgu değildir. Çok zaman çıplaklıkla, bazen de aile hayatıyla ilişkilendirilse de, mahremiyet asıl görünmez zırhlarla korunan ve müdahaleye izin verilmeyen hayatın her alanında kendini gösteren yazılmamış bir yasa hükmü gibidir.

Her toplumda özel hayatın dokunulmaz bir takım kurallara sahip olduğunu ve bu kuralların da çok zaman yasalar tarafından korunduğunu biliyoruz. Özellikle modern toplumlarda özel hayatın ve kişilik haklarının ihlali konusunda büyük bir duyarlılığın geliştiği ve görüntüler aracılığıyla alenileştirilen veya deşifre edilen özel hayatların korunması için ne kadar çok titiz davranıldığını da unutmamak gerekir. Bu nedenle fotoğrafçının görüntüye taşıdığı şeyler konusunda, etik kuralları hiçe sayan tutumlardan kaçınması zorunludur.

Ahlaki zırhlar etkisini her toplumda farklı şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle geleneklerin, adetlerin, sınıfsal farklılıkların, ekonomik dengesizliklerin ve inanç ve etnik değişkenlerin ağırlıklı olarak yaşam kültürünün ahlaki normlar dizgesi ile kuşatıldığını göstermektedir. Modern yaşamda insanlar bir takım mesleki örgütler, grup, dernek, birlik, federasyon, vakıf, oda veya parti içinde örgütlenmekte, dolayısıyla bu kurumların işlevleri hukuksal bir takım kurallara göre düzenlenmektedir. Bu bakımdan ahlaki kurallar bu kurumlarda ne kadar geçerli olsa da, asıl mesleki ve amaçsal bu birlikteliğin ahlaktan çok hukuk ve geleneklerden beslenen bir etik anlayışla açıklanabileceğini varsayabiliriz. Fotoğraf etiğinden kastedilen aynen diğer tüm toplumsal hiyerarşilerde olduğu gibi fotoğrafçı ile toplum arasında mevcut bulunan gizli işbirliğini düzenleyen kuralların ortaya konulmasıdır.

Unutulmamalıdır ki, özel hayat bireylere ait olan ve onların tasarrufunda bulunan sırlar veya beden ve mahremiyete ilişkin tüm özel alanları kapsamaktadır. Kamera gözünün bunları ayırt etme yeteneği bulunmadığından, fotoğrafçının büyük bir sorumluluk duygusuyla hareket etmesi gerekir. Bu çerçeveden irdelendiğinde fotoğrafçı ayrıştırıcı bakışına takılan yaşamsal ayrıntıları görüntülerken, öte yandan özel hayatın sınırlarına ne kadar dahil olduğunu da iyi saptaması gerekir. Çünkü kameranın sorumsuz bir araç ve aynı zamanda acımasız bir deşifre edici olduğunu unutmamalıyız. Fotoğrafçı özel hayatın “özel”ine dokunurken, bir bakıma onun hukukuna, mahremiyetine, kişilik ve kimliğine de dokunduğunu göz önüne almalıdır.

4


GENİŞ AÇI Görüntüler yoluyla alenileştirilen herhangi bir an, bir yönüyle sosyal, toplumsal veya psikolojik anlamda korunmasız bırakılmış bir an’dır. Çünkü özellikle basın yayın yoluyla veya internet ortamında görüntüler dünyanın her köşesine hızla ulaşabildikleri için, mahremiyet ve özel hayat üzerinde büyük bir tahribat yaratılmakta ve telafisi mümkün olmayan acılara yol açarak bireyin yaşamı üzerinde derin travmalara neden olmaktadır.

..........

Fotoğraf makinesinin yaşama yöneltilen bir göz veya yaşam hakkında düzenleyici çabaların başlı başına aracı haline gelmesi onu özellikli bir araç yapmak için yeterli değildir elbette. Çünkü görüntüleme aygıtları o kadar çeşitlenmiş ve farklı yeteneklerle donatılmıştır ki geçen yüzyılda bu araca mal edilen yetenekler bugün en basit fotoğraf aygıtında bile fazlasıyla mevcuttur. Bu açıdan baktığımızda fotoğraf makinesini görmeye yardımcı bir araçtan çok artık görüntüleme oyununun fetiş bir aygıtı haline geldiğini görüyoruz. Elbette kamera doyurulmaz bir açlığı hem gideren, hem de giderek azdıran çifte bir işleve sahip olduğu için her düzeydeki fotoğrafçının elinde sorumsuz şekilde kaydetmekte bir engel tanımıyor. Fotoğraf makinesinin yaşama bir anlam kazandırmak için kullanıldığına ne kadar inansak da, aslında görüntü dünyasında niteliksiz, sıradan ve gereksiz görüntü sayısını çoğaltmakta da aynı oranda işlevsel bir araç olduğunu biliyoruz. Çünkü kamera her zaman öncelikle bireylerin özel hayatına yönetilmekte, bu da temelde mahremiyeti hedef alan bir gözlem ve gözetlemeyi öne çıkarmaktadır.

.......... Her fotoğraf anlam ile yargılama sarkacı arasında gidip gelen bir karar oluşturduğu için, bir fotoğrafın anlamı aynı zamanda fotoğrafçının bu konu hakkındaki amacını da dile getirmektedir. Elbette yargılayıcı her bakış bir takım olumsu sonuçlar ve tahrif edici bir tutumu ortaya koyuyor. Çok zaman fotoğrafçının ideallerini, düşlerini ve görmek istediği şeylerin olumlu ve iyimser boyutlarını da ortaya koymaktadır. Nitekim fotoğraf ötekileştirdiği oranda insanları ve onların emek ve çabalarını yücelten bir amacı da ortaya koyabilir. Unutulmaması gereken bir şey var: O da bir fotoğrafta kişilik haklarına yönelik görsel her tutumun fotoğrafı hukukun yerine koymasıdır. Oysa fotoğraf ötekileştirse dahi, temelde hepimizin başka mercekler karşısında bir öteki olduğumuzu gözden kaçırmamak gerekir. Aslında bir görüntüde yargılanan ‘öteki’deki biz’iz. Bu bakımdan görsel anlamı bir yargılama yolu haline getirmek demek, etik anlamda anlamı provoke etmek demektir. Çünkü güçlü anlam barındıran görüntüler hem provokasyonlara hem de propagandalara yanıt verebilen görüntülerdir. Görüntüler alenileştirdiği hayatlar üzerinden her zaman suiistimale açık bazı gedikler açarak, onları siyasallaştıran bir rotaya sokabilir. İster amaçlı, ister fark edilmeden olsun, bir görüntüyü suiistimale açık şekilde tasarlayan fotoğrafçı, bir bakıma bu suiistimale ortak olmuş gibidir.

Kuşkusuz mahremiyet bir birey veya topluluğun özel alanın genelleştirilmesi ve başkalarının görüşüne kontrolsüz şekilde açılmasını ifade etmektedir. Bu bakımdan fotoğrafçının bakışı sorumsuz olduğu sürece, kameranın da bu sorumsuzluğu pekiştiren bir yönlendirme ile kaydetmesi kaçınılmaz olacaktır. Gerçekten de kamera her zaman afişe etmek için çekmiştir. Çünkü fotoğraf alenileştirmeyi amaç edinen bir materyal olarak kabul görmüş ve fotoğrafçının başvurduğu bir ifadeye gerekçe teşkil eden bir araç olarak benimsenmiştir. Aslında kameranın gözümüzü bir konuya yönlendirmesinin gizli gerekçesi, fotoğrafçıya ötekinin dokunulmazlığına dokunma hakkı vermesinden dolayıdır. Her ne kadar kamera sayesinde her şey üzerinde bir hak sahibi olduğuna inansa da, aslında fotoğrafçının deşifre ettiği şey, bireyin özel veya mahrem dünyasından başka bir şey değildir. Bu bakımdan başka insanların hayatlarına kamera yöneltirken, fotoğrafçının hukuk kurallarına göz ardı etmemesi ve ancak birlikte yaşama kültürünün sağladığı hoşgörü sınırları çerçevesinde hak sahibi olduğunu unutmaması gerekir.

5


GENİŞ AÇI Elbette bugün basının sorumluluğu bir dünya görüşünü topluma dikte ettirmekten çok, toplumun her alanda bilgilenme hakkını gözeten etik bir tutuma göre hareket etmesi ile mümkündür. Nitekim yanıltıcı, yönlendirici veya belli propagandalara eşlik eden fotoğrafların sadece günümüzde çekilmediğini, geçmişte önemli an’ların kült görüntüleri olarak belleğimize kazınan birçok görüntünün de tasarlanmış düzmece kurgular olduğunun ancak bugün farkına varabiliyoruz. Bu bakımdan basın fotoğrafçılığının dün olduğu gibi günümüzde de bozuk bu sicilinden kurtulmuş olduğunu söyleyemeyiz. Öte yandan basın kendi retoriğini her ne kadar objektiflik üzerinde inşa etse de, gerçekte çıkarlar söz konusu olduğunda birçok yayın kuruluşunun pekala sahte gerçekliklere yönlenebildiğini gösteren sayısız örnek mevcuttur. Özellikle haber görüntülerinin inandırıcı bir atmosfer yaratması, aynı zamanda bu görüntülerin manipülasyona uğratılmasına kolayca zemin yaratmaktadır. Unutulmamalıdır ki, haber her zaman tarafsız bir olgudur ya da haber, taraf tutan bir olgu değildir. Bu bakımdan haberin veya haber fotoğraflarının daima bir gerçeğe dayanması, yönlendirici bir bakış ve etik anlayış yerine önyargısız bir tutumla sunulması gerekir.

Çünkü ötekileştirilen her birey, yargısız infaza maruz bırakılmış demektir. Aslında tüm fotoğrafçıların kendisini poz veren özne karşısındaki özne olarak görmesi gerekir. Hatta fotoğrafçının resmettiği kişinin öteki değil bir özne olduğunu gözden kaçırmaması gerekir. Bu nedenle görüntüler bizi başkalarının hayatına dahil ederken, fotoğrafçının onları yargılayan, aşağılayan veya dışlayan bir amaca hizmet etmemesi gerekir.

..........

Fotoğraf etiği, her ne kadar bir takım doğrular ve gerçeklikler karşısında fotoğrafçının insani eğilimlerini ve kararlı tutumunu işaret etse de, çok zaman bu deyim çıplaklıktan mahremiyete ve belgesel bakıştan haber görüntülerine kadar çok yönlü bir anlam çeşitliliğini işaret etmek amacıyla söylendiğine tanık oluruz. Gerçekten de çıplak insan bedeni de başta sanat olmak üzere moda, reklam, iletişim ve tüketimin her alanında başvurulduğu için, etik sözcüğü genellikle ahlaki bakışla karıştırılmakta ve bu da mahrem bedeni esas alan bir tutumla ilişkilendirilmektedir. Oysa etik anlayış daha çok sanatsal ilkeleri ve bir sanatçının duruşunu simgelemektedir. Gerçekten de sanatsal çıplaklık ve çıplak beden imgesi yorumlanma biçimine bağlı olarak ahlaki bir yargılamadan çok sanatla ilişkili bir konudur. Sanat etiği reddeden ve kendi varlıksal duruşunu tüm dış müdahalelere karşı savunan bir etkinlik olarak, her ne kadar çıplak bedeni kullanıyor olsa da, genellikle çıplaklığı bir ideal veya yaratıcı bir imgeye kaynaklık eden bir amaç için tercih etmektedir. Sanatçı çıplak bedeni kullanırken, ahlaki normlara, tüketim ideallerine veya genel geçer anlayışlara göre bir tutum takınmaz, tam aksine evrensel olgulara ve değerlere itibar ederek bir tercihte bulunmaya çalışır. Beden imgesi zannedildiği gibi etiğin değil ahlakın ilgi alanına girmektedir. Hatta mahremiyeti de aşan bir ifşaya yol açarak ahlaki bakışı ve etik duruşu da mahkum etmeye çalışmaktadır.

..........

Basın ve yayın etiği, basının topluma karşı sorumluluğunu genel ölçekte ortaya koysa da, her dönemde kasıtlı ve yönlendirmeci tavrından dolayı her zaman eleştirilen ve tartışılan bir alan olmuştur. Aslında haberci gözler, büyük oranda kuşkucu ve yargılayıcı bir göz olarak olayları ele alırlar. Oysa bugün basın fotoğraflarının büyük çoğunluğu yaygın biçimde dile getirilen toplumun bilgilenme hakkını korumak yerine daha çok bir baskı ve tahakküm aracı gibi kullanıldığı görülüyor. Dahası, basın etiği basının topluma karşı sorumluluğunu işaret ederken, aslında gerçekte basının bugün iktidarların yan kuruluşu gibi davrandığına tanık oluyoruz. Çünkü günümüzde birçok ülkede zorba iktidarlara destek veren basın ve yayın kuruluşlarının kendi amaç ve çıkarlarına dönük etik bir şema oluşturmada bir hayli sicilli olduğunu unutmamakta yarar vardır.

6


GENİŞ AÇI Eğer bir benzetme yapmak gerekirse propaganda fotoğraflarını cehennemi cennet gibi gösteren fotoğraflar gibi görmek gerekir. Bugün siyasal propagandalarda özellikle devletin, bayrağın, idare şeklinin ve devlet adamlarının birer kutsal simge haline getirildiğine tanık oluyoruz. Bu noktada bireylerin bağımsız birer kimlik ve kişilik olarak hiçbir rolü ve önemi yoktur. Hatta her insanın, devletin kutsal amaçları için başta bedeni olmak üzere her şeyini feda etmeye hazır biri olmasının propagandası yapılarak, bu görüş kitlelerin bilinç altına bir çok olay gerekçe yapılarak zerk edilmeye çalışılır. Ekonomik amaçlı reklam ve propaganda fotoğraflarında ise durum daha vahimdir. Çünkü reklam fotoğraflarında tüketim her zaman yüce bir ideoloji olarak lanse edilmektedir. Hatta mal ve ürünler birer statü simgesi olarak gösterilmek suretiyle tüketim ile çağdaşlık ve ürün ile modernite arasında bir bağ kurulmaya çalışılır. Aslında bilinçli bir toplumda bu tarz propagandaların rolü ve etkinliğinden çok fazla söz edemeyiz. Çünkü bilinç her zaman propagandaları boşa çıkaran bir panzehir gibidir. Fotoğraf her tür propaganda faaliyetlerine servis yapan bir araç olarak yine de bu kirliliği teşhir edebilecek bazı ipuçlarına daha sahiptir.

Aslında propaganda fotoğraflarının kendi kendisini yalanlayan bir görsellik barındırdığını unutmamak gerekir. Ayrıca propagandaya konu olan şeylerin mutlak doğru gibi sunulmasını, tüketim kültürünün bir uzantısı olarak kabul etmek durumunda kalsak da, gerçekte propaganda ve reklam fotoğraflarında bir etik anlayıştan söz etmek pek doğru değildir. Temelde reklam fotoğraflarında etik anlayış, etiği bir çıkara dönüştürmek üzerine bina edilmiştir. Bundan hareketle çerçeveyi daha geniş tutarsak aslında kapitalist tüketimin bir etiği bulunmaz. Bu bakımdan reklam fotoğrafları çok zaman bir yalandan hareketle yola çıkmakta, bir yalan inşa etmek için bir mal ve fikri kullanmaya çalışmaktadır. Hiçbir reklam fotoğrafı hedef aldığı şeyi gerçek nitelikleriyle tanıtmaz, tam aksine bu şeyin tanınmasından çok bilinci kışkırtarak öncelikle bir ilgi oluşturmaya çalışır. Hatta reklam fotoğraflarını dikkatli şekilde analiz ettiğimizde büyük çoğunluğunun bizzat kendisini yalanlayan bir takım ipuçları barındırdığını bile söyleyebiliriz.

..........

Fotoğrafın amaç ve kullanım açısından çok çeşitlilik gösterdiğini biliyoruz. Fotoğrafçı da bulunduğu konuma ve yaptığı işin özeliklerine bağlı olarak bu çeşitliliğin bir parçasıdır. Bugün dünyamızı karış karış gezen yüz milyonlarca turistin hiçbir etik kural tanımadan fotoğraf çektiğine, hatta etik kuralları bencil bir sahiplenme veya ganimet duygusuna kurban etmekten kaçınmadığına tanık oluyoruz. Benzer şekilde amatör fotoğrafçıların da toplu gezi ve seyahatler vasıtası ile herhangi bir etik tutuma aldırış etmeden fotoğraf çekmekten kaçınmadığını görüyoruz. Kuşkusuz fotoğrafçının bakışı konusuna, gerçeklik ortamına, zamana ve insanlara nasıl baktığına da bir ayna tutmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında, yaşam ve gerçek hakkına bir kaygı duymayan fotoğrafçı başkalarının yaşam ve mahremiyetini ancak bir yankesici edasıyla dikizleyebilir.

7


GENİŞ AÇI Aslında alenileşmiş bir yaşam kesiti, bir bakıma meşru düzeyde gerçekleşmiş bir tecavüz gibidir. Çünkü kontrolsüz herhangi bir teşhirin nasıl bir seyir takip edeceği belirsizdir. Fotoğraf günümüzde görüntü oyunlarının en başında yer aldığı için çağdaş toplumlar giderek bir gösteri toplumuna dönüşerek görüntülerin egemenliği altına girmeye başlamışlardır. Her ne kadar fotoğraflar bir takım şeyleri bilinmezliğe itmiş olsalar da, yine de çerçeveye alınan yaşam kesitlerinin gerçekten beslenen dramalar olarak büyük bir bellek karmaşası yarattığını gözden uzak tutamayız. Çünkü bir çok gerçeğin fotoğraflarda daha etkili göründüğünü biliyoruz. Bu da bize herhangi bir gerçeğin bir yorum karşısında tüm niteliklerini pekala yitirebileceğini göstermektedir.

Dolayısı ile dikizci bu bakış açısı umursamazlığı etik duruşa, özel hayatı da sonuçlarını kestiremediğimiz bir tahribata kurban etmekte oldukça mahir davranır. Hatta çekilen her görüntüyü bir ganimet sayarak, mahremiyetini araladığı insanları teşhir etmekten hiçbir şekilde utanç duymaz.

Elbette görüntüler üzerinde yapılan herhangi bir etik sorgulama ve buna bağlı olarak yaratılan denetim, devlet ideolojisinin başvurduğu en belirgin tuzak olarak görülmelidir. Her devlet aygıtı hem fotoğrafa büyük gereksinim duymakta, hem de varlığını benimsemediği görüntüleri engellemeye veya görünmez kılmaya çalışmaktadır. Fotoğrafları kendi propagandasını olumlamak amacıyla kullandığı için devlet aygıtının propaganda fotoğrafları aracılığıyla gerçeği iğdiş yapmada bir sınır tanımadığını biliyoruz. Bu nedenle bir propagandaya malzeme olan herhangi bir görüntü, bir bakıma görüntünün insani, demokratik ve paylaşımcı karakterini sabote etmesi demektir. Öte yandan propaganda alanın dışında kalan sanatsal görüntülerin bağımsız ve başlı başına bir alan olarak toplumun etik anlayışı ve ahlakına pek itibar etmediğini söylemekte yarar vardır. Bu bakımdan etik bakışın görevi sanat değil, görüntülerin amaç dışı kullanımını yargılamaktır. Aslında sanatın başlı başına etik bir alan oluşturduğunu söylemek mümkün. Çünkü sanatsal görüntüler sınır tanımayan bir özgürlüğe açık olduğu için düşüncelerin gelişip yaygınlaşmasında fotoğrafların tüm sanatlardan daha fazla seçeneklere sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Fotoğrafçı resmettiği insanların mahremiyetine ve kişilik haklarına saygı duyuyorsa, aslında bu saygı tümüyle fotoğrafın nesnel gerçekliğine beslediği derin inançtan kaynaklanmaktadır. Temelde insanların belli inançlara ve geleneklere olan bağlılığı bir bakıma onların zayıf halkasını da ortaya koymaktadır. Bu eğilim insanların doğruluk, vicdan ve merhamet duygularının en güçlü olduğu noktayı bize işaret eder. Gerçekten de fotoğrafçının dokunulmaz bu değerleri iyi farketmesi ve kendisine mahremiyetini açan insanların güvenini yitirmemesini ahlaki bir tutum olarak güçlü biçimde gözetmesi gerekir. Kendi özel hayatını fotoğrafçının bakışına açan insanlar, aslında dolaylı biçimde bir güven duygusunu bize anımsatmaktadır. Bir mesaja malzeme olan insan, aynı zamanda bir konunun gerçeğini yaşayan insandır. O halde fotoğrafçı, resmettiği insanları birer görüntü gibi değil, saygın bir insan olarak görmesi gerekir. Çünkü fotoğrafçı resmetmeyi bir gereklilik olarak gördüğü sürece, aynı zamanda bir sorumluluk altına girdiğini de bilmesi gerekir.

..........

* Bu yazı; yazarın izniyle “FOTOĞRAFIN YÜZYILI” kitabı içerisindeki “FOTOĞRAF ETİĞİ – Fotoğrafçının Tutumu ve Etik Duruşu” isimli makalesinden derlenmiştir.

Bugün fotoğrafın psikolojik dünya üzerindeki etkisinin şaşırtıcı şekilde büyük bir sanayi yarattığını daha rahat görebiliyoruz. Görüntülerin paylaşımı ve sosyalleşmeyi önemli oranda beslediği açıktır. Bugün dünyadaki fotoğraf gruplarını, kulüpleri, dernek, federasyon, galeri, koleksiyoncu ve amatör fotoğrafçı sayısını göz önüne aldığımızda, fotoğraf çekenlerin global düzeyde bir cemaat haline geldiği daha iyi anlaşılacaktır. Kuşkusuz görüntüler her şeyi alenileştirdiği gibi, dolaysız bir iletişim ve sözsüz bir dil de yaratmıştır. Bu nedenle günümüzde etkin bir ağ oluşturarak küresel düzeyde bir paylaşım aracı haline gelmişlerdir. Görüntülerdeki yaşam doğal olarak açık ve aleniyet kazanan bir takım anlardan oluşmaktadır. . Bu amaçla kendileri de birer tüketici haline getirilen fotoğrafçılar sayesinde bu aleniyet sürekli şekilde beslenmekte ve yeni görüntü üretimine teşvik edilmektedirler.

8


GENİŞ AÇI Basın fotoğrafları, medyada yayınlanan haber amaçlı görüntüler olarak, her zaman açık ve aydınlatıcı mesajlar vermekle yükümlü kılındığından, fotoğraflar, bilgi taşıyan net ve dolaysız bir anlatım gerçekleştirmeyi hedef edinirler. Öte yandan yeterli açıklığa sahip olmayan veya yorumlanmaya muhtaç olan bazı fotoğrafların bir “resim altı” na ihtiyaç duyması basın fotoğraflarının her zaman apaçık bir gerçeklik sergilemediğini bize göstermektedir. Aslında bir fotoğrafta içeriğin net biçimde anlaşılması için içerik dışı bileşenlere başvurmanın görüntünün anlamını net ve keskin hale getirmek için oldukça gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Basın fotoğrafları genellikle ve ağırlıkla şiddet diline eğimli haberle olarak ön plana çıkarılmaktadır. Hatta fotoğrafçıların şiddete yol açan olayları fotoğraflamayı özellikle tercih ettiğini de söylemek mümkündür. Bir bakıma şiddet, arzulanan, çekici ve davetkar bir olgu olarak fotoğrafçının asli görevi haline getirildiği dikkatlerden kaçmıyor. İşin daha vahim bir yanı daha var; O da fotoğrafın şiddeti deşifre ettiği oranda insanları hunharca katliamlara ve savaşların kıyımlarına alıştırması… Kuşkusuz şiddet görüntülerine yakın duran bazı fotoğrafçılar, temelde bilinçaltımızda yer edinen geçmiş yüzyıllara ait vahşet ve katliamların yarattığı çağrışımları güncellemek veya canlı tutmak amacıyla fotoğraf çekmektedirler. Fotoğrafçı her şeye karşın yine de, aydınlanma çağının bir sanatı olarak her zaman mazlumların yanında yer almış ve şiddet ortamını mahkum eden muhalif göz olarak büyük bir görev üstlenmiştir. Hatta 19. Yüzyılda fotoğrafçı karanlıkta bırakılan veya bırakılmaya çalışılan hiçbir konuya ilgisiz kalmamış, aydınlatıcı ve deşifre edici misyonuyla bunları açığa çıkarmaktan kaçınmamıştır.

Fotoğrafçı anlamlandırmaya değer bulduğu şeyleri önemseyen ve buna göre bir tasarım gerçekleştiren bir kişidir. Bu nedenle tanımlamak ve anlamlandırmak için özellikle ve ağırlıklı olarak kamerasını yaşama yöneltir. Bu noktada fotoğrafçının özel yaşama yönelmesinin başlıca amacı, mahrem yaşamın gizemi ve kişinin özel alanının dikizlenmesine yol açan arzulu bakıştır. Özellikle magazin fotoğrafçılığının, özel yaşamın gizemini neredeyse şizofren bir saldırganlıkla kullanmaktan çekinmediğini biliyoruz. Bu açıdan baktığımızda fotoğrafı mahremiyetin deşifre edilmesine suç ortağı yaptığı için, günümüzde paparazzi fotoğrafçıları ile birlikte kamera da güvenilmez bir araç olarak görülmeye başlanmıştır.

* Yazarın izniyle KAMERA BAKIŞI kitabının “GÖRSEL ÖYKÜLER – Fotoğraf Görüntülü Öyküler İnşa Etmektir” isimli makalesinden alınmıştır.

** Fotoğraflar sanatçının “Telaş”, “Nüans” ve “Baleylim” isimli çalışmalarından alınmıştır.

9


PORTRE Yusuf DARIYERLİ Röportaj / Kemal TEKİN - Suna BAYHAN 1958’de Düzce’de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu. Çeşitli kuruluşlarda Bilgisayar Programcısı ve Sistem Analisti olarak çalıştı. 1990’larda amatör olarak fotoğrafla ilgilenmeye başladı ve 2000 yılında tüm zamanını fotoğrafa ayırmaya karar verdi. Bugüne kadar “İstanbul-İstanbul”, “Koyu Siyah”, “Panayır”, “Yağlı Güreş”, “Az Kısalt-İstasyon Berberi Cavit”, “Taşra Fısıltıları” başlıklı sergiler gerçekleştirdi. 2008’de PANAYIR adlı kitabı, Geçtiğimiz yıl ise “YULAR” başlıklı fotoğraf kitabı yayınlandı… Darıyerli serbest fotoğrafçı olarak çalışmakta, belgesel nitelikli fotoğraf projeleri yürütmeye devam etmektedir.

Eğitiminizin, teknik anlamda fotoğrafı kavrama dışında fotoğrafınıza bir katkısı oldu mu? Dolaylı olarak olmuştur diyebilirim. Bilgisayar programcısı ve sistem analisti olarak çalıştığım dönemde “analiz” anlamında, var olan iş süreçlerini inceleme çalışmaları yaptım. Sistem tasarımının genel kurallarını öğrenmeye çalıştım… Bilgisayar yazılımcılığı için “biçim verme sanatı” tanımlaması yapılır. Tanımlama, çözümleme, algoritma oluşturma… hayata bakışla bağlantılı, sorumluluk bilinci de kazandıracak kavramlar.

Fotoğrafa başladığınızdan beri ne değişti. Dijitalleşme, teknik dışında? Biz canlılar “ebedi bir şimdiki zaman”da yaşarız. Kendimizin ve ellerimizin arasından kayıp giden zamanın bilincinde olan biz insanlar, geride bıraktığımız seçilmiş anların, gelecek bağlamında ne denli değerli olduğunu biliriz. Yaşadıkça, ben de bu gerçeği daha çok kavradım… Anlamsal belleğimizde biriktirdiklerimiz, seçilmiş yaşanmışlıklar, geleceğe dönük vizyonel bir bakış oluşturmada vazgeçilmez kıymette bir düşünce ve duygu birikimi sağlayabilir. İnsanın kendini ifade etme çabası binlerce yıldır varken yeni(!) sayılabilecek bir ifade aracı olarak fotoğraf, sadece iki yüz yıldır var… Teknolojik ilerlemeler, araçların farklılaşmasına yol açsa da, üretim sürecini kısaltsa da insanın kendini ifade etme çabası hep sürüyor…

Toplumsal duyarlılık denen “şey” sizin fotoğrafınızda “insan” temelli görünüyor. Bu size topluma eleştirel bir bakış mı sağlıyor, yoksa bir durum fotoğrafından mı bahsetmeliyiz. Eğer durum fotoğrafından bahsedeceksek, kendinizi siyasi veya çevre bağlamında herhangi bir yerde görüyor musunuz? Bir canlı türü olarak insan en kolay özdeşlik kurabildiğimiz varlık… İnsan üzerinden, “insanlık” kavramına ve idealine ulaşırız. Fotoğraf sadece “nesnelerin temsili” olsaydı, bir yalan, bir kopya olmaktan öteye geçemezdi… İnsani konuların, görünenin arkasına ulaşmayı mümkün kılabilen fotoğraf çalışmalarıyla, fotoğrafçı bakışıyla nitelik kazanabileceğine inanırım… Bunu ileriye taşırsak: “Fotoğrafından önce fotoğrafçı vardır.” diyebiliriz.Fotoğrafta insana bakış, “diğerkamlık”, “adalet”, “yoksulluk”, “eşitsizlik”, “istismar”, “iyilik”, “yaşanabilir çevre”, “diğer canlılara saygı” gibi temel kavramlara bakışımızı derinleştirebiliyorsa her türlü –izm’den önce dünya ile doğrudan, sağlıklı bir ilişkiyi besler.

Hep proje konulu mu çalıştınız? Konu bağlamında mı gördünüz fotoğrafı? Eğer öyleyse belgesel fotoğraf mı ağır basıyor sizin dünyanızda, yoksa kurgu fotoğraf –projenin tasarımında- olmazsa olmazı mı bu işin? Dünyamız olgularla çevrili. Bilemediğimiz şeyler de var; Kant’ın söylediği gibi “kendinde şeyler”. Meraklanmamızı gerektirecek sebepler var… Merak ve bilme çabası insana en yakışan tavır. Fotoğrafçılık, elimize bir kamera alıp hoş vakit geçirmek, sosyalleşmek için bir araç olmaktan öteye bir anlam taşıyorsa, içselleştirerek ele alacağımız fotoğraf konuları elbette kapsamlı çalışmayı gerektirir. Hakikat, “şeylerin ruhu” kendini kolayca ele vermez. Doğrudan fotoğraf tekniği, şeylerin dış yüzeylerini saptamamızı sağlar. Antik Yunan düşüncesine göre insanın ruhu onun teninde, dış yüzeyindedir. İnsanı gözlemleyerek, en uygun açıyı ve en uygun zamanı seçerek ruhunun parıldadığı anları saptayabiliriz… İnsanla ilgili, merak uyandıran, düşündüren, öfkelendiren, kaygılandıran, umutlandıran bir olgu varsa, onun gerçekliğine ancak derinlikli bir bakış ve çabayla ulaşabiliriz.

İlk çalışmam “Panayır” benim için, Brezilyalı yazar Jorge Amado’nun “Çocukluğum anavatanımdır…” deyişinde olduğu gibi geçmişin güzel anılarını çağrıştırır. Ancak önemli olan başkaları için nasıl bir anlam taşıdığı, fotoğraflardaki ortak payda… Panayır, çocuklar için toprak, çimen ve gökyüzü arasında olmak demek; havaya savrulmak, doğayla bütünleşik eğlence olanağı bulmak demek… Çocukluğumdan anımsadığım panayırları bugün de taşrada kısmen görebilmek mümkün. Beni şaşırtan yönü, içinde barındırdığı, değişmeyen özü… Evrensel olduğunu düşündüğüm, işte bu öze bakmayı denedim Panayır çalışmasıyla.

10


PORTRE Yabancıların fotoğrafı “avlamak” görüntü elde etmek “take” değil “shoot” olarak gördüğü kelimeyi Türkçeye çevirdiğimizde pek de düz anlamda fotoğrafta karşılığını bulamıyoruz gibi. Bu kelime bağlamında bile bizim bu topraklarda fotoğrafla ilişkimiz sanki biraz daha duygusal kalıyor. Hani derler ya. Batının tarihi görmek üzerine, Doğunun tarihi duymak üzerine diye. Yoksa bu yalnızca bir kelime, çeviri hatası mı? Burada etik kaygı ne olmalı?

Fotoğrafın eskiden beri pek de gizemli bir şey olmadığını söylerler, ruhsal, manevi bir dünyası yokmuş gibi. Belki de Ara Güler o yüzden kendin fotoğraf sanatçısı olarak görmez kendini. Sizce fotoğrafın sanat olması nerede başlar? Türkiye ve Dünya’da etik kaygı ne olmalı, fark var mı arada? İnsan konulu belgesel fotoğrafların, fotoğrafçısına ait otobiyografik izler taşıdığını düşünürüm. Fotoğrafçı, eseriyle kendisi arasında organik, kopmaz bir bağ olduğunu perçinler ortaya koyduğu eseriyle, imzasıyla… Fotoğrafa bakarken fotoğrafçının gözlerinin ve ruhunun bize ödünç verildiğini hissederiz. “Eski İstanbul Anıları” serisi benim için Ara Güler’dir; Robert Frank “Amerikalılar”dır… Eugene Smith benim için biraz “İspanyol Köyü” dür; Josef Koudelka biraz “Çingeneler”dir, “Sürgün”lerdir… Hayatlarının önemli bir bölümünü, kendileriyle özdeşleşmiş işlerine adamış bu insanlar, zamanın imbiğinden geçen hayatın özel anlarını, sezmekteki ve kavramaktaki yaratıcılıklarıyla bilinirler. O anlar, tekrar tekrar bakıldığında genişleyen bir zamana, zamansızlığa kavuşmaktadır. Bu açıdan belgesel fotoğraf, sanat eseri olup olmadığı konusundan önce hayatla, hakikatle direkt, organik bağlantısı bakımından, başka hiçbir görsel disiplinde bulamayacağımız bir “sahicilik” duygusu sunmaktadır… Sözcüklere ihtiyaç duymayan bir suskunluk hali. İngiliz savaş fotoğrafçısı Don McCullin, “Fotoğraf, eğer hakikatli (truthful) bir insan tarafından yapılmışsa, gerçektir.” der. Sonsuza kadar değişmeyecek fotografik belgeler geçmişimizi aydınlattığı gibi geleceğe de ışık tutabilir. Ara Güler bu bağlamda kendisini “tarih yazan” olarak değerlendirmeyi önde tutarak sanat tartışmalarından uzak kalmayı seçmiştir.

Kamerayı doğrultup deklanşöre basmak eylemi bir bakıma silah doğrultup tetiği çekmeye benzer. Fotoğraflama olayı, bir nevi “ateş etmek” olarak geçer yaygın bir dil olan İngilizce’de… Biz ise bu eylemi, “çekmekalmak” olarak dillendiririz. Anadolu’da bazı muhafazakar insanların, ruhları hapsolacağı, uğursuzluk getireceği endişesiyle fotoğraflarının çekilmesine rıza göstermediklerine rastlarız… Kişinin özel hayatına dokunmamak, rencide etmemek, küçük düşürmemek şartıyla kamusal alanda fotoğraf çekmenin şimdilik mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda giderek artan kısıtlamalar var. Ben bugüne kadar daha çok kişisel fotoğraf projelerimle meşgul oldum. Çalışmalarımın kapsamlı olmasını hedeflediğimden karşımdakilerle uzun süren dostluklar kurmak istedim… Projesine inandığı müddetçe ve içten olduğunda, fotoğrafçı kaygı duymaktan uzaklaşmalı, uzattığı elin karşılık göreceğini düşünmelidir.

Bu fotoğraf çekme işi yalnızca, yoksa bu ruhsal veya maddi bir bakışın dile getirilmesi mi? Fotoğraf, bir bakışın ve arkasındaki düşüncenin, duygunun paylaşılması işi… Tek başına ama başkalarının hayatlarına dokunarak yapılan bir eylem. Bir derginin, bir kuruluşun görev adamı, bir profesyonel olarak değil de önce insan olarak orada bulunduğunuzu hissettirebildiğinizde kapıların açıldığı bir serüven.

Sürekli ilerleyen teknoloji fotoğrafın içsel bir yolculuk olmasına katkı sağlar mı? PS de yapılan düzenlemeler, maskeler, katmanlar, eklemeler… Yoksa bu yolculuktan ziyade çerçevenin yalın hali bize yeterli olmalı mı? Bir gösteri dünyası mı fotoğraf? Hayatla olan doğrudan, organik bağını önemsediğimizde, fotoğraf ânın özelliklerini yansıtmakla yetinmeli. Gelişmiş bir dijital kamera, aydınlık oda uygulamaları fazlasıyla yeterli olanaklar sunuyor. Belgesel fotoğraf müdahaleleri olarak kırpma, parlaklık, kontrast, renk düzeltme, siyahbeyaza dönüştürme gibi uygulamalar kabul edilir şeyler. Kurgulanmış, müdahale edilmiş fotoğraf, belgesel kategorisinin çok dışında, bambaşka bir alan… Sınırsız olanaklar sunduğu kadar gerçeklikten uzaklaşma olasılığı barındırıyor. Fotoğrafta, aşırı müdahale ile gelinen fazlasıyla kişisel bir tavrın, fantezi, illüzyon olarak algılanması olasılığı artar. Bazı fotoğrafçıların müdahale edilmiş, kurgulanmış işlerini, gerçekliğin doğrudan bir kaydı gibi sunduklarına rastlarız. Oysa fotoğraf, icadından beri temel özellikleriyle birlikte, kuralları belli ciddi bir oyun gibi, bütün cazibesiyle, davetkar bir şekilde duruyor.

11


PORTRE Mobil çekim yapıyor musunuz? Fotoğraf sanki şu günlerde oraya doğru gidiyor gibi. Sizce bu belgesel fotoğraf için neyi getirir. Mobil fotoğrafçılık ile ilgilenmiyorum. Bir iphone edinip özel olarak ilgilenme fırsatım olmadı. Gördüğüm kadarıyla, yazılım aracılığıyla ve filtreler yardımıyla epeyce müdahale edilmiş fotoğraflar elde ediliyor. Bütün bunlar ekran ölçeğinde canlı, cazibeli... Kendine has, çok hızlı üretim ve paylaşım olanağı var. Özellikle video uygulamaları cazip. Belgesel bağlamında her şeyin aslında bir araç olabileceğini düşünürseniz mobil cihazların da yararlı bir araç olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Röportaj için çok teşekkür ederim. MFD adına teşekkür ederiz.

Taşra ile merkez arasındaki ilişki konusunda neler söyleyebilirsiniz. Geçtiğimiz günlerde sizi ağırladık Derneğimizde, İstanbul, Newyork’dan daha ayrıksı mı duruyor taşra, daha geride mi? Ben Taşra’da büyüdüm. Taşra yeni bir bakış açısıyla yeniden keşfedilmeyi bekliyor… “Taşra Fısıltıları” adını koyduğum bir uzun soluklu proje yürütmekteyim. Bütün saflığıyla, mahrumiyetiyle, cömert doğasıyla birlikte taşra ona ihanet edenleri bile kucaklamaya hazırlanıyor.

12


TAM KARE BELGESEL FOTOĞRAFTA ETİK / Yücel TUNCA

Bergama, Mart 2018

Yakından tanıdığım bir arkadaşım var. Uzun zaman elinden fotoğraf makinesi eksik olmadı. İlk yıllarda sadece pazar günlerini ayırarak çıktığı fotoğraf yürüyüşlerini giderek sıklaştırdı. Cumartesi sabahlarında, hafta içi öğle yemeği molalarında, uzun yaz günlerinin akşam saatlerinde, yıllık izinlerinde, resmi tatillerde ekipmanını toparlayıp kendini uzak yakın yollara vurdu, çekilmesi gereken ne varsa çekti.

Arşivi birkaç yıl içinde inanılmaz bir hızda büyümüştü. Devasa arşivindeki görüntüleri eşi dostu pek bir beğeniyordu. Yine de kulüpteki arkadaşlarıyla oturup fotoğraflara bakmak, yılda en az iki kez karma sergiye katılmak yetersiz kalmaya başlamıştı. O noktada kendisine yeni bir açılım yaratmak amacıyla önce yarışmalara katılmaya karar verdi. Sergilemeleri mansiyonlar, mansiyonları dereceler takip etti. Yarışmaların aynı zamanda yolculukları için makul bir finansman olduğunu fark edince ağırlığı bu yöne vermeye başladı. İşin matematiğini de kavramıştı. Hangi firma ya da kurumun organizasyonuna, saygınlıkları şüphe götürmeyen kişiliklerden oluşturulmuş hangi jüriye teslim edilecekse fotoğrafları buna göre çekti, buna göre seçti, buna göre işledi… Ödül sayısı arttıkça hedefini büyüttü, ekipmanını geliştirdi.

Şehri defalarca karış karış gezdi. Bölge ahalisinin, özellikle çocuk ve yaşlılarının muhtemelen tamamını görüntüledi. Sokakları, sokaklardaki evleri, evlerin önündeki insanların hepsini kayıt altına aldı. İlkbaharda güneşin hangi binaların boşluğundan hangi gün çamaşırların üzerine düştüğünü, sonbaharda hangi bahçe duvarı üzerindeki sarmaşık yapraklarının ilk olarak kızardığını bilir hale geldi.

Sıranın yerellikten kurtulma aşamasına geldiğinin farkındaydı. Beşeri sınırları aşarak beynelmilel sahaya açıldı. Pirinç tarlalarındaki köylülerin ve sulama kanallarında kayıklarını isteğe göre dizen balıkçıların profesyonel modelliği, yaratıcılığını günden güne besledi. Pasaportundaki giriş-çıkış damgalarıyla beraber başarı belgelerindeki diller çeşitlendi, adının önündeki harfler arttı. İşi gücü bırakıp fotoğrafı hayatının merkezine koyma vaktiydi. Dünyalığını da hazır edip koymuştu bir kenara. İçi rahat, özgüveni tamdı. Fakat yine de eksik bir şeyler olduğunu söylüyordu içindeki ses. Soğuk bir şubat sabahında, günün ilk ışıklarının uzun gölgeleri arasından kendisine bakan bir çift buğulu gözle karşılaştığında tam da bu noktadan itibaren fotoğrafçılık hayatının değişeceğini bilmeden fotoğraf makinesini açtı, kaldırdı ve deklanşöre basmaya başladı. Bu fotoğraflar kulüpte çok sükse yarattı. Sunum sonunda herkes onunla sohbete etmeye çalıştı; onu uzun zamandır tanıyanlar bu fotoğrafların onun o güne kadarki en iyi işi olduğunu söyledi, daha az tanıyanlar hangi makineyi kullandığını sordu. Fakat herkes “kadrajına sağlık” ve “ışığın bol olsun” diyerek kutladı. Günün sonunda kulübün saygın hocalarından bir üstat elini arkadaşımın omzuna pıt pıt vurup, “belgesel fotoğrafın görkemli dünyasına hoş geldin!” dedi. İşte bu söz dönüşümün kapılarını ardına kadar açacaktı.

Çok geçmeden şehri tükettiğini hissetti. Yeni platoları keşfetmesi gerekiyordu. Bu konuda yazılmış birkaç kitaba göz gezdirdikten sonra pasaport gerektirmeyen rotalarını saptayıp tekrar yollara düştü. Kış aylarında uzaklardaki karlı; yaz aylarında yeşilin kavrulmadığı serin coğrafyalara uzandı. Sonbaharda hangi ormana, ilkbaharda hangi şelaleye gidilmesi gerektiğini öğrenmişti. En şahane günbatımlarını çekebileceği dorukları da, kıyıları da biliyordu.

13


TAM KARE Fotoğrafçılar için büyülü, diğer insanlar için sıradan görünen Leica ile hangi konuları çalışabileceğini günlerce dalgın dalgın düşünen fotoğrafçı arkadaşım çok geçmeden bir gün elinde dört kontak, gözleri ışıl ışıl çıka geldi kulübe. Savaştan kaçarak buralara sığınan göçmen bir ailenin derme çatma evine girmiş ve tam bir saat boyunca onların bir günlük hayatlarını fotoğraflamıştı. Bir yandan hep birlikte elden ele geçirilen küçücük görüntülere bakmaya çalışılırken bir yandan da arkadaşımızın bu deneyimine kulak kabartılıyor, sorular birbirini kovalıyordu. Fotoğrafların hangi mahallede çekildiği, hangi filmi kullandığı, kaç makara çektiği, bu göçmenlerin neden ülkelerine dönüp ülkeleri için savaşmadıkları, kaç çocuklarının olduğu, dilenip dilenmedikleri, bu serinin sergisinin ne zaman olacağı, şu çok güzel portre ile yakınlardaki bir yarışmaya katılmayı düşünüp düşünmediği gibi son derece önemli detaylar konuşuldu. Fotoğrafçı arkadaşım tüm soruları uzun uzun cevapladı, projesini tamamlamak için bir ya da iki kez daha o eve gideceğini söyledi. Etrafındakiler kulüpten ayrılırken belgesel çalışmanın zorluğu konusunda hem fikir olmuştu.

Daha sonra bana anlattığı kadarıyla o akşam eve koşup belgesel fotoğraf ile ilgili araştırmalara başlayan arkadaşım birkaç gün içinde gözle görünür biçimde değişime uğradı. Avcıların giydiklerine benzeyen pantolon ve ceketlerini giymez oldu. Çok sayıda dijital fotoğraf makinesi ve objektiften oluşan setini, -üzerinde 35 mm f: 1.4 takılı full frame makine dışında- önce evdeki camlı dolaba kaldırdı, kısa süre sonra da tümünü satışa çıkartıp yerine kılıfı bir hayvanın derisinden yapılma –vintage brown rengi- filmli bir Leica aldı.

Fotoğrafçı arkadaşım ilk belgesel fotoğraf projesini 9 kaset filmle tamamladı. 50x70 cm boyutlarında fine-art kağıda basılı kalın beyaz ahşap çerçevelerin içine yerleştirilen 30 kadar siyah-beyaz fotoğraf, şehrin merkezindeki bir sanat galerisinde sergilendiğinde büyük ilgi gördü. Çocuklarını kaçak göçmen işçi olarak çalışan bakıcıya bırakıp açılışa eşiyle birlikte gelen fotoğrafçı arkadaşım “Mültecilerin Zorlu Hayatı” adını verdiği sergiye gösterilen ilgiden son derece mutlu olmuştu. Kadrajlarının inanılmaz derecede sağlam olduğu, kompozisyon kurallarına ölümüne bağlılığının saygıyı hak ettiği, ışık kullanımının takdire şayan olduğu, fotoğraflardaki keskinliğin hayranlık uyandırdığı yönündeki izleyici yorumları, yaptığı işin çok doğru bir iş olduğuna dair inancını arttırdı. Çevresini saranlara akşam boyunca bundan sonraki belgesel fotoğraf projesinin konusunun ne olacağını fazla açık etmeden ve detaya girmeden, hararetle anlattı.

14


TAM KARE Daha ilk günden “Dönüşüm: Yeni Bir Kente Doğru” adını verdiği ikinci projesine zaman kaybetmeden başlayan fotoğrafçı arkadaşım aynı başarıyı bu serisinde de yakaladı. İlk çalışması şehirdeki festival kapsamında davetli olarak sergilenirken o inşaat tozuna bulanmış vaziyette yüksek vinç kulelerine tırmanıyor, ters ışıkta harika siluetler oluşturan kepçesi ya da damperi kalkmış iş makinelerine alt açıdan yaklaşarak etkileyici görüntüler kaydediyordu. Festivaldeki sergisinin son gününde, fotoğrafları görenlerin “mutlaka kitaplaştırmalısın” dedikleri yeni çalışmasını tamamladı. Kitap fikri heyecan vericiydi. Hemen sponsor arayışına girdi. Birkaç müteahhitlik firmasına dosyasını sundu, birkaç yayıneviyle görüşme yaptı. Hepsi de fotoğrafları çok beğendiklerini ancak son dönemde -ne yazık ki- bütçelerinin yeterli olmadığını münasip bir dille bildirdiler. Maketi dahi ortaya çıkmış durumda olan kitaptan vazgeçemeyeceğini fark edince finansmanı kredi alarak kendisi sağlamaya karar verdi. Böyle olunca kitaba logosunu koyup dağıtımını yapacak yayınevi bulmak kolaylaşmıştı.

Fakat ne olduysa bundan sonra oldu. Sergi farklı şehirlere taşınır, kitabı için imza günleri düzenlenirken fotoğrafçı arkadaşım üçüncü çalışmasının ne olabileceğini düşünüyordu. Aklına gelen fikirleri beğenmiyor, etkili olabileceğinden emin olamıyordu. Çıtayı yükseltmişti bir kere. Öyle bir konu bulmalıydı ki o güne kadar yapılanlardan çok daha büyük bir ses getirmeliydi fotoğrafları. Giderek sıkıştığını hissetmeye başladı. Çalışılacak konu kalmamıştı! Geceleri uyku uyuyamaz, Facebook’ta fotoğraf paylaşamaz olmuştu. Buhranlı günlerinde imdadına eşi yetişti. Son zamanlarda arkadaşımın çok yorulduğunu, bir tatile çıkmalarının iyi olacağını söyleyerek onu ikna etti. Çocuklarını, evleri istimlak edildiği için uzak bir mahalleye taşınmak zorunda kalmış eski komşularına emanet ederek bir haftalığına, geçmiş yıllarda harika gün batımları çektiği deniz kıyısındaki küçük kasabaya gittiler. Kaldıkları butik otelin hemen bitişiğinde bir resim atölyesi işleten çiftle tanışmaları böyle oldu. Fotoğrafçı arkadaşım hayatına bir ressam olarak devam ediyor artık. Leica da evlerinin salonundaki camlı dolapta duruyor.

Güçlü bir halkla ilişkiler çalışması sonrasında gösterişli bir kokteyl ile hem kitabın lansmanı hem de sergi açılışı yapıldı. Belediye başkanının da katıldığı açılış töreninde fotoğrafları hakkında kulağına fısıldananlardan ziyadesiyle hoşnut kalmıştı.

15


TAM KARE Günümüzde ciddi bir sorun olan kültürel yozlaşma ne yazık ki bazı fotoğrafçıları da olumsuz etkilemiş durumda. Dijital gelişimle birlikte fotoğraf makinelerinin de çok hızlı değişimi ve popülerliğinin oldukça artması bazı fotoğrafçılarda hırslara ve etik değerlerden uzaklaşmaya doğru giden yeni bir duruma yol açmaktadır. Sadece bende olsun başkasında olmasın düşüncesiyle çektiği güzel bir çiçeği biraz geriden gelen diğer bir fotoğrafçının görmesini engellemek için üzerine bastığını duymuşsunuzdur. Bir fotoğrafçının ürettiği ve kendi bakış açısını katarak değer kazandırdığı bir fotoğrafı çok hızlı bir şekilde taklit ederek belki de ilk fotoğraf sahibinden daha iyi bir kadraj ve teknikle daha iyisini kopyalayarak başkalarına sunduğuna bir fotoğraf sanatçısı edası ile beğenileri kabul ettiğine hepimiz şahit olmuşuzdur. Çokça duyduğumuz başka bir durum da özellikle ödüllü fotoğraf yarışmalarının ardından kendi fotoğrafının ödül almamasından yakınarak acımasızca konuşan diğer fotoğrafçıları, seçicileri veya yarışma organizasyonunu karalama çabalarıdır. Bu ve benzeri durumlar fotoğrafçılığın tüm alanlarında olduğu gibi doğa fotoğrafçılığında da kabul görmüş değerlerin yeniden gözden geçirilerek değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.

Doğa Fotoğrafçılığında Etik / Turan SEZER Yüksek bir ağacın en üst dalında öten bir kuşun sesini, etrafımızda uçuşan bir arının vızıltısını, bir suyun şırıltısını duyabilmek, bir çiçeğin kokusunu derin derin içimize çekebilmek, belki de yüksek dağlardaki bir karın soğuğunu içimizde hissedebilmek için zaman zaman günlük hayatın karmaşasından, yaşadığımız şehrin gürültüsünden, ve hengamesinden uzaklaşıp kendimizi doğanın kucağına bırakırız. Doğanın güzelliğini yaşarken bir çoğumuzun aklına ilk gelen şeylerden biri de gördüğümüz güzelliklerin fotoğrafını çekmek olur. Zaman zaman da fotoğrafı bahane ederek doğada görüntü avlamaya çıkarız. Böylece doğayı daha iyi hissettiğimizi düşünürüz.

Gelişen teknoloji ile gerek fotoğraf makineleri, gerekse cep telefonları ile fotoğraf artık hayatımızın bir parçası olmuş durumda. Doğayı yaşayarak değilde fotoğraflayarak izleyenlere sunan ve fotoğraf üreten konumuna geldiğimizde doğa fotoğrafçılığının tanımını ve etik değerleri bilmek çok büyük bir önem kazanmaktadır. Bu etik değerler doğaya olan saygıyı korumaya, fotoğrafçının doğayı fotoğraflarken kapılabileceği hırsları ve doğaya vereceği tahripleri önlemeye yönelik kurallardır.

Doğa fotoğrafçılığı, manzara, jeolojik olaylar, yaban hayatı, bitki ve böcekler gibi doğada bulunan insanın değiştirme faktöründen uzak kalan konuları hedef edinen fotoğrafçılığın bir dalıdır. Özetle doğa fotoğrafının konusu doğal varlıklardır. Doğayı canlı doğa ve cansız doğa olarak iki temel bölümde inceleyebiliriz. Canlı doğa tüm yabanıl bitki ve hayvanları içine alır. Cansız doğa kavramı içinde ise denizler, göller, dağlar, bulutlar, kayalıklar, kumullar, vadiler kanyonlar ve jeolojik oluşumlar yer almaktadır. Canlı ve cansız doğa ayrı ayrı fotoğraflanabileceği gibi beraberde fotoğraflanabilir. Doğa fotoğrafçılığı aynı zamanda bir belgesel fotoğrafçılıktır. Etik değerlere sadık kalınarak çekilen doğa fotoğrafları flora ve fauna tespit çalışmalarında belge olarak değer kazanır.

16


TAM KARE "Natural History Photography" kitabında doğa fotoğrafı tanımlamalarına göre doğa fotoğrafının içermemesi gereken unsurlar şu şekilde özetlenebilir: 1- Renkli filtre kullanımı ile görüntünün doğal olmayan şekilde boyanması. 2- İnsana ait yapılar, evcil hayvanlar ve insan unsuru içeren her türlü şeyin görüntüde yer alması. 3- Ürkecek veya rahatsız olabilecek derecede yakın mesafeden vahşi hayvanların görüntülenmesi (özellikle de yavru kuşlar için geçerli). 4- Doğanın çekim esnasında insan eliyle şekilsel değişikliğe uğratılması veya tahrip edilmesi. 5- Doğanın çıplak varlığının bazı fotoğrafik teknikler kullanılarak değişikliğe uğratılması

İnsanlar tarafından değişikliğe uğratılmış bir çevreye uyum sağlamaya çalışan baykuş ya da leylek gibi canlıların oluşturduğu doğa konularıyla; kasırga ve med-cezir dalgaları gibi çevreyi tekrar eski haline dönüştürmeye çalışan doğal güçlerin izlerini taşıyan görüntüler, insan unsuru en az düzeyde olmak şartıyla, kabul edilebilir. Yaban hayvanlarına takılan bilimsel amaçlı etiket, tasma ve radyo vericileri gibi unsurlar doğa fotoğrafı içinde yer alabilir. Hangi fotografik araç kullanılırsa kullanılsın, orijinal görüntü fotoğrafçı tarafından çekilmiş olmalıdır. Orijinal görüntüye yapılacak her türlü müdahale ve değişiklik, hataların hafif bir rötuşu ile sınırlı olup, orijinal görüntünün içeriğini değiştirmemelidir. Doğal görüntüyü bozmayan HDR, üst üste odaklama (stacking) teknikleri, bölgesel ışık düzeltmeleri, fotoğraf makinesi kaynaklı toz, çizik ve nois gibi düzeltmeler ile renkli fotoğrafların siyah beyaza dönüştürülmesi kabul edilir. Kızıl ötesi teknikle üretilmiş fotoğraflar ve ekleme- çıkarma yapılarak manüple edilmiş fotoğraflar kabul edilmez. Tabi ki en önemli konuda doğa fotoğrafları doğada çekilmeli. Aslında şu anonim söz ne kadar güzel özetlemekte… Ayak izinden başka bir şey bırakma !... Anılardan başka bir şey götürme !... Zamandan başka bir şey öldürme !... Görüntüden başka bir şey alma !...

Uluslararası Fotoğraf Sanatı Federasyonu -FIAP ( Federation Internationale de I’Art Photographie – The International Federation of Photographic Art ), doğa fotoğrafını; doğal bir yaşam alanı içindeki canlı, evcil olmayan hayvanlar ve tarımsal olarak yetiştirilmeyen bitkileri, jeolojik oluşumları ve böceklerden buzdağlarına kadar, doğal sürecin geniş çeşitliliğini tanımlar. Evcil, kafes içinde saklanan veya her türlü yöntemle özgürlüğü kısıtlanmış hayvanlarla tarımsal olarak yetiştirilen bitkilerin fotoğrafları doğa fotoğrafı olarak değerlendirilemez.

17


TAM KARE FOTOĞRAF VE HUKUK / Av. Arif ÖRSLÜ

Yine fotoğrafın dijitalleşmesi sonrasında fotoğraf düzenleme programlarıyla daha da önemli hale gelen işlenme ve derleme, 5846 sayılı kanunun 6. maddesinde düzenlenmiş olup, anılan mevzuat güzel sanat eserlerinin bir şekilden diğer şekillere sokulması durumunu işlenme ve derleme olarak düzenlemiştir.

Fotoğraf dünyasında, çok önemli konulardan biri olmasına rağmen hem mevzuat hem de bilgi kaynağı açısından fotoğrafın hukuki boyutu konusunda derli toplu bilgilere sahip değiliz maalesef. Fotoğraf ve hukuk konusunda en kapsamlı ve düzenli çalışma, Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu’nun (TFSF) 2. Dernekler Ortak Toplantısı için ortaya koyduğu metindir. Bu itibarla daha kapsamlı bilgi sahibi olmak isteyenlere, TFSF’nin anılan “Fotoğraf ve Haklarımız” isimli çalışmasını okumalarını tavsiye ediyorum.

Yukarıda yer alan açıklamalar neticesinde diyebiliriz ki fotoğraf 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda güzel sanat eseri olarak sınıflandırılmış, fotoğraf üzerinde yapılan şekil değişiklikleri ise işlenme ve derleme olarak hüküm altına alınmıştır. Yani sanat eseri sayılan fotoğraf ve fotoğraf üzerinde yapılan değişiklikler sonucu oluşan işlenme ve derleme eserler 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile koruma altına alınmıştır.

Fotoğraf çekmekle her şeyin bitmediği de aşikardır. Fotoğraf ilk icat edildiği tarihten itibaren hukuk aleminde kendisine yer edinmiş olup, bugün itibariyle bir çok ihtilaflı konunun sebebi haline gelmiştir. Çektiğimiz fotoğrafın hukuki niteliği, sanat eseri olup olmadığı, fotoğrafçının hakları, fotoğrafı çekilen kişinin hakları, korunan menfaat ve dengeler hep fotoğrafın hukuki boyutu ile ilgilidir.

Şimdi gelelim sorumuza… Çekilen her fotoğraf sanat eseri olarak değerlendirilebilir mi? Yukarıdaki açıklamalarımız doğrultusunda vereceğimiz cevap kısaca hayırdır. Zira bir fotoğrafın eser niteliğini kazanabilmesi için “sahibinin hususiyetini taşıması”, ayrıca “fikri bir çabanın sonucu üretilmiş olması” gerekmektedir. Anı niteliğindeki fotoğrafları sanat eseri olarak kabul etmek zaten mümkün değildir.

Bu itibarla bu çalışmanın konusu, kısaca fotoğrafın hukuki niteliği, fotoğrafçının hakları ve fotoğrafı çekilen kişinin hakları olmak üzere üç bölümden oluşacaktır.

Medeni Kanun’un fotoğrafı çekilen kişinin hakları kapsamında değerlendirilebilecek hükümleri de aşağıdaki gibidir: Medeni Kanun’un 23. maddesi: “Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz…” Medeni Kanun’un 24. maddesi “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”

Fotoğrafın Hukuki Niteliği: Fotoğraf bir sanat eseri midir ? Fotoğrafın hukuki niteliği ile ilgili en kapsamlı düzenleme 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’dur. “Fotoğraf bir sanat eseri midir?” sorusuna cevap ararken, öncelikle bakmamız gereken “eser” kavramıdır.

Yukarıdaki Anayasa ve Medeni Kanun düzenlemelerinden de görüleceği üzere, kişisel hak ve menfaatler genel olarak düzenlenmiş, tek tek bu menfaatlerin neler olduğu tanımlanmamıştır. Bu itibarla burada kamusal alan-özel alan kavramları önem kazanmaktadır.

Anılan kanunun 1/B maddesinde, “Eser: Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsullerini…” ifade eder şeklinde tanımlanmıştır. Aynı kanunun 4. maddesinde ise estetik değere sahip olan her türlü resimler, fotoğrafik eserler ve slaytlar güzel sanat eserleri arasında sayılmıştır.

18


TAM KARE Kamusal Alan : Jürgen Habermas kamusal alanı “Modern toplum kuramlarında, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanına işaret etmek için kullanılan kavramdır” diye tanımlamaktadır. Herkes tarafından erişilebilir olmak ve tüm ayrıcalıkların ortadan kalkması kamusal alanın özelliklerindendir. Kamusal alanın en önemli niteliği tüm vatandaşlara açık olmasıdır. Kamusal alandan bahsettiğimizde konunun bir şekilde devletle ilgili olması akla gelmektedir. Devlet otoritesi genellikle kamu otoritesi olarak kabul edilir. Kanunla yasaklanmış hallerde, müze, ibadethane, adliye, hastane gibi kapalı alanlar, resmi ve özel mülkiyete konu yerler ile askeri bölgelerde, kamusal alanda kişilerin takip ediği izlenimini verecek ve yine kamusal alan da olsa çok sayıda kişi içinden, kişinin kendine özgü haliyle belli olacağı şekilde fotoğraf çekimi yapılmaması gerekmektedir.

Fotoğrafçının Hakları: Fotoğrafı çeken kişi olarak fotoğrafçının haklarını belirlemeye çalışırken öncelikle iç hukuk mevzuatına bakmak gerekecektir. Buna göre bu haklar daha çok Anayasa ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda düzenlenmiştir.

Özel Alan: Kişilerin kamusal alandan ayrı olarak, kendisine ayırdığı, bireysel özgürlüğe sahip olduğu ve kimseyle paylaşmak zorunda olmadığı alandır. Özel hayat kişilik hakları içerisinde özel bir öneme sahiptir ve demokratik bir hukuk devletinde vazgeçilmez nitelik taşımaktadır. Aynı zamanda özel hayat kişiliğin en temel çekirdeği olarak da kabul edilmektedir.

Anayasamız, temel hak ve hürriyetler kavramı altında, “Bilim ve Sanat Hürriyeti”ni 27. maddede düzenlemiştir. Buna göre “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir…”. Anayasanın 40. maddesiyle de temel hak ve hürriyetler devlet güvencesi ve teminatı altına alınmıştır.

Bireye kişiliğini serbestçe geliştirebileceği devletçe ya da özel kişilerce rahatsız edilmeyeceği özerk bir alanın sağlanması zorunludur. Kişinin özel yaşamı, kamuya açık alan ve sır alanı olarak ikiye ayrılabilir. Kamuya açık alanda kişi yaşamını sürdürürken bunu gizleme gereğini duymaz. Fakat bu alan yayıncıların rahatlıkla girebileceği bir alan da değildir. Bu alandaki davranışlar, sürekli olarak izlenemez. İzlendiği zaman kişi rahatsız ediliyorsa yahut izni alınmadan kaydediliyorsa, fotoğrafları çekiliyorsa hukuka aykırılık söz konusu olur. Ama kişi kamuya mal olmuş birisi ise, kişinin davranışları haber niteliği taşıyorsa ya da kişinin izni bulunması durumunda hukuka aykırılıktan söz edemeyiz.

Yine Anayasa’nın 64. maddesinde, sanat ve sanatçının korunmasına matuf olmak üzere, “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.” Hükmü bulunmaktadır. Yukarıdaki Anayasa hükümleri dışında 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Borçlar Kanu’nun özel borç ilişkilerini düzenleyen 2. kısmının 7. bölümündeki “Eser Sözleşmesi” ve 8. bölümündeki “Yayım Sözleşmesi” ile aleniyet kazanan fotoğrafın kayıt ve tesciline ilişkin Fikir ve Sanat

Kişi seri kadrajlarda fotoğrafları çekilirken el sallıyorsa, gülümsüyorsa, objektife doğru bakıyorsa fotoğrafının çekilmesine izin verdiği kabul edilir.

Eserlerinin Kayıt ve Tescili Hakkında Yönetmelik hükümleri, eser sahibi fotoğrafçının haklarını düzenlemektedir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 13. maddesinde, genel olarak fikir ve sanat eserleri üzerinde sahiplerinin mali ve manevi menfaatlerinin bu kanun dairesinde himaye göreceği, eser sahibine tanınan hak ve yetkilerin eserin bütününü ve parçalarını kapsayacağı belirtilmiştir.

19


TAM KARE Anayasa’nın 40. maddesinde, “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir…” hükmü mevcuttur. Kişinin sır alanı ise diğer kişilerin bilgileri dışında tutulan özel alandır. Aile yaşamı, evi, ikili ilişkileri, duygusal ve cinsel yaşamı bu alana girer. Kişinin sır alanına vaki her türlü müdahale hukuka aykırıdır. Kimsenin özel alanı ve mülkü izin alınmadan reklam konusu yapılamaz. Ayrıca belirtmek gerekir ki kişileri küçük düşürücü, utandırıcı, aşağılayıcı şekilde fotoğraf çekilmesi ve yayınlanması da hukuka aykırıdır.

Buna göre güzel sanat eseri niteliğinde fotoğraf çeken fotoğrafçının haklarını şöyle sıralayabiliriz:

Çocuk istismarının arttığı günümüzde velisinin izni alınmadan bir çocuğun fotoğrafının çekilmesi oldukça risklidir ve telafisi imkansız neticelere yol açabilir.

Manevi Haklar: a) Umuma arz yetkisi, b) Adın belirlenmesi yetkisi, c) Eserde değişiklik yapılmasını menetmek, d) Eser sahibinin zilyet ve malike karşı hakları

Bu temel açıklamaların ardından kişilerin kamusal alanda fotoğraflarının çekimi üzerine düşündüğümüzde temel olarak herkesin, herkesin fotoğrafını çekebileceği; iyi niyet kuralları çerçevesinde kişilerin çekilen fotoğrafta ikinci planda ayrıntı olarak bulunabileceği, hatta kişilerin kamusal alanda doğrudan fotoğrafın konusu olabileceği sonuçlarına varabiliriz. Ancak bu kişilerce fotoğraf çekilmesine izin verilmediğinde ya da bu eylem rahatsız edici boyutlara ulaştığında bu durumun kişilik haklarının ihlali olduğu da açıktır.

Mali Haklar: a) İşleme hakkı, b) Çoğaltma hakkı, c) Yayma hakkı, d) Temsil hakkı, e) İşaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı.

Buna göre diyebiliriz ki hukuka aykırı olarak çekilen ve yayımlanan fotoğraflar, yasal yaptırımlar ile karşılaşabilirler.

Eser sahibine tanınan mali haklar zamanla sınırlıdır. Bazı istisnai haller dışında, koruma süresinin bitiminden sonra herkes, eser sahibine tanıman mali haklardan faydalanabilir. Koruma süresi eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl devam eder.

Bu yaptırımlar maddi ve manevi tazminat şeklinde olabileceği gibi ceza kanunu anlamında ceza yaptırımları da söz konusu olabilir. Buna göre denilebilir ki fotoğrafa hukukun müdahalesi, her somut duruma ve farklı ölçütlere göre değerlendirilmelidir.

Fotoğrafı Çekilen Kişinin Hakları : Fotoğrafçının hakları kadar, fotoğrafı çekilen kişilerin de hak ve özgürlükleri vardır ve hukuk bu özgürlükleri Anayasa ve kanunlarla korumaktadır. Anayasa’mızın 17. maddesine göre, “Herkes yaşama maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir…”. Anayasa’nın 20. maddesi; “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” demek suretiyle özel hayatın gizliliği düzenlemiştir. Anayasa’nın 36. maddesi, “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir…” hükmünü içermektedir.

20


PUSULA Gezi / Seyahat Fotoğrafçılığının Etiği Abir ABDULLAH

Gezi Fotoğrafçılığı Nedir? Gezi fotoğrafçılığını tanımlamak için önce otantiklik / özgünlük olgusunu (açarsak gerçeklik / güvenilirlik ve doğruluk) anlamamız gerekir. Gezi fotoğrafçıları olarak bizler devamlı olarak “yeni, farklı, heyecan verici ve özgünlük taşıyan bir yerin gerçek ruhunu nasıl yakalayabiliriz” in peşindeyiz. Bizler, gittiğimiz yerlerde tarihçiler ya da insan bilimciler (antropologlar) gibi çalışırız. Şimdi bu sözcüğü tanımlayalım.

Yazar: Abir ABDULLAH Çeviri: Abdulla Sert, Haziran 2017, Mersin

Otantiklik/ Özgünlük 1a: Gerçeğe dayalı kabullenmemiz veya inanmamız için yeterli öneme sahip 1b: Temel özellikler üretecek bir özgünlüğe sahip 1c: Özgün olanla aynı hamurdan yapılmış ya da var olan 2: Yalan ya da uydurma değil gerçek ve güncel Özgün bir gezi ya da özgün bir gezi deneyimi hakkında konuşurken: kişi ve kültürlerle bağlantılı özgünlüğün belli bir zaman diliminde olduğunu unutmamamız gerekiyor. Geçmişte özgün olan bugün özgün olmayabilir. Eskiden tarlalarda çalışan insanlar öküzleri kullanırken şimdilerde artık traktör kullanıyorlar. Özgün olduğuna inandığı bir görüntü yakalama peşinde dünyayı dolaşan bir fotoğrafçı aslında geçmişte görmüş olduğu ya da okumuş olduğu özgünlük taşıyan görüntüleri yakalıyor.

Bugün, yalan söylemenin doğal karşılandığı, çoğu uydurma olan haberler dünyasında, gerçeklik ve şeffaflığı tekrar canlandırıp sahneye çıkarmamız gerektiğine inanıyorum. Yakın zamanda duyduğumuz fotojournalizm (haber fotoğrafçılığı) ve çok yakında yaşanmış olan Souvid Datta skandalı (http://time.com/4766312/souvid-datta/ web sayfasından İngilizce bilgi almanız mümkün) bana bu yazıyı tam da şimdi yayınlamamın gerekli olduğunu hatırlattı. Sokak fotoğrafçılığında ve hatta son zamanlarda doğa/ vahşi yaşam fotoğrafçılığında, fotoğraf haberciliğinin etiği ile ilgili birçok tartışma duyuyoruz. Ama bu tür tartışmaların “gezi fotoğrafçılığı” için yapıldığına hiç tanık olmadık. Gördüğüm kadarı ile gezi fotoğrafçılığı çok genel ve esnek tanımlanmış, diğer fotoğraf alanlarında rastladığımız sınırların bulunmadığı bir çalışma alanına sahip. Seyahat/gezi fotoğrafçılığında etik konuşulduğunda şimdiye kadar “google” forumlarda rastladığım tek şey bir gezide insanların fotoğraflarının çekilmesinin doğru olup olmayacağı konusuydu. Bu, bana göre gezi fotoğrafçılığının etiği ile ilgili olmayan, kültürel problemle ilgili bir konudur. Bu nedenle, gezi fotoğrafçılığının gerçekten ne olduğunu tanımlayıp sınırlarını çizmemiz gerektiğine inanıyorum.

“O KADAR BİRBİRİNİN İÇİNE GİRMİŞ VE DEVAMLI DEĞİŞEN KÜLTÜRLERDEN BAHSEDİYORUZ Kİ, KÜLTÜRLERİN ÇEVRESİNDE ARTIK UZAYSAL YA DA MEKANSAL SINIRLAR BULMAK ÇOK ZOR. GÜNÜMÜZDE ÖZGÜNLÜK, KARMAŞIKLIK VE GERÇEKLİK TARAFINI GÖRMEZDEN GELEREK İÇİNE FOTOĞRAFÇININ KENDİSİNİN GÖRMEK İSTEDİĞİ

21


PUSULA Gezi fotoğrafçılığı aleminde gerçekten yanlış giden bir şeyler olduğuna inanıyorum. Bir fotoğraf makinesi ve uçak bileti alarak gidip fotoğraf çekme konusunda göreceli bir kolaylığın getirdiği, gereğinden fazla yoğun bir fotoğraf pazarı oluştuğu gerçektir. Her gün yüzlerce görüntü ile yüz yüze geliyoruz (özellikle sahada çalışırken) ve daha önce mevcut ve hatta meşhur bir imaj yaratmaya kadar varan şekillerde insanlar kendilerini daha çok göstermeye çalışıyorlar.

Gezi fotoğrafçılığı yapan bir kişi için bu neden önemlidir? Bana göre bu önemsenmesi gereken bir şeydir çünkü her fotoğrafçı çektiği görüntülerde gerçeklik duygusunu iletebilmelidir. Wikipedia’nın bize anlattığı gibi (internetin hiçbir zaman yalan söylemediğini hepimiz biliriz!): “ Gezi fotoğrafçılığı bir yerin, insanlarının, kültürlerinin, geleneklerinin ve tarihinin belgelenmesini gerektiren bir fotoğraf tarzıdır.” Bir yerin ve insanlarının belgelenmesi, tarafsız bir gözlemci tavrı ile o yer ve insanlarla ilgili manipülasyona başvurmadan ve şeyleri olmadıkları gibi göstermekten kaçınan bir şekilde yapılmalıdır. Bu konu üzerinde düşünüp internette var olan gezi fotoğraflarına bir süre yoğunlaşınca gezi fotoğrafçılığının ne olması gerektiği ile gerçekte ne olduğu arasında kuvvetli bir kopukluk bulunduğunu hissediyorum.

“Fotoğrafçılar arasında kimin en tanınmış olacağına yönelik yarış yaratıcılığı öldürüyor” Gezi fotoğrafçıları olarak işlerimizde bir özgünlük arayışında olmayacak mıyız? Özgünlük dediğimiz şey, insanların ve kültürlerin sürekli değişmesine paralel olarak evrim geçirir, belli bir hızda değişir. Burada önemli olan fotoğraf sanatına doğru ve içten yaklaşmaktır. “Kendimize göre özgün olanı” aramaya çalışmak “özgün olmayan” görüntüleri yeniden üretmek ya da daha az fotoğraf çekmek anlamına gelir

Böyle yaparsanız fotoğrafladığınız insanlara ve çekmiş olduğunuz fotoğraflara bakanlara karşı doğru bir iş yapmamış olursunuz. Yalan söylememişsinizdir ama yalana benzer bir şeydir söylediğiniz. Fotoğrafçılığın bir sanat olduğunu ve herkesin yorumuna açık olduğunu bile bile insanlarda yanlış bir etki yaratabilirsiniz. Gezi fotoğrafçısı olarak dünyayı olduğu gibi göstermekle yükümlüsünüz. Evet, fotoğrafçılık bir sanattır ve sanat sınırları aşmalıdır. Bu anlamda her fotoğrafçının estetik duygusu ile içine derin anlamlar yüklediği kavramsal imajlar yaratmaya elbette hakkı vardır. Ancak kavramsal bir düşünceden bir imaj yaratıp bu imaja uygun poz vermeleri için modellere ödeme yaparsanız, bu iş ticari veya moda fotoğrafçılığına daha yakın bir iş olmuyor mu? Yine de, size ne yapmanız gerektiğini söylemek haddime düşmez. Bir fotoğraf makinanız var ve elbette özgürsünüz, ne yapmak istiyorsanız yaparsınız, nasıl çekmek istiyorsanız çekersiniz. Özgür bir dünyadayız ve düşüncelerine uyan görüntüleri sahneye koymak herkesin hakkıdır. Hayır, benim ana sorunum, yukarıdaki mantıkla çekilmiş ve zaten daha önce yaratılmış, hatta klişe haline gelmiş, herhangi bir özgünlüğü bulunmayan bu görüntülerin hala nasıl olup da fotoğraf yarışmalarını kazanabildikleridir. Bir dakika… Rahiplerin bu kadar karanlık ve dumanlı bir yerde kitap okumayı sevdiklerini bilmiyordum!

22


PUSULA Fotoğraf yarışmaları Yakın zamanda çeşitli yarışmalar kazanmış önemli orijinal bir işe bakalım.

Sony World Photography Awards 2017 Sony World Photography 2014

Fine Art Photography Awards 2014 Smithsonian finalist 2014

Image Resource Competition 2016

SIPA 2015

23


PUSULA Köprüden geçene kadar ayıya dayı de! Özgünlükten bahsettiğimiz bu yazı, yukarıda belirttiğimin tam tersi bir duruma işaret ediyor. Bu tür fotoğraflar uydurmadır. Gerçek değildir, bu şeyler gerçekte olmaz. Bir fotoğrafçı olarak, estetik standartlarınızla Budizmi yorumlamanıza paralel bir görüntüye ulaşabilirsiniz. Mum ışığında kitap okuyan acemi bir rahibi hayal edip ona uygun bir fotoğraf oluşturabilirsiniz. Bana göre bu tür fotoğrafı çeken ilk fotoğrafçı bir hayli yaratıcıdır. Ama bu fotoğrafı şu an konuşursak, bu daha önce yapılmış deriz! Bu fotoğrafı ilk defa gördüğümüzde “vay be” demişizdir. Bu fotoğraf yarışmayı belki 10 yıl önce kazanmıştı. Ama artık bu fotoğrafın işi bitmiştir!

National Geographic UK 2016

Yukarıda yer alan görüntülere bakınca bu yarışmaların jürilerini merak ediyorum. Bazılarının ses getiren ve bir hayli prestijli (Sony Awards, Siena International Photography Awards, National Geographic!) yarışmalar olduğu aşikar. Örneğin National Geographic’in ne yaptığını bildiğini düşünürsünüz. Ne yaptığını iyi bilen deneyimli bir gezi fotoğrafçı ordusuna sahip olmalılar. Fakat bu insanlar, hepimizin daha önce yüzlerce kez görmüş olduğu bir fotoğrafı nasıl ödüllendirir? Hatta bir sorum daha olacak, bu insanlar fotoğraftan gerçekten anlıyorlar mı? Hiç geziye çıktılar mı?

Buna benzer yanlışlıklar yaban hayatı fotoğrafçılığı aleminde de görülüyor günümüzde. Bir aydan kısa bir süre önce “ The Foul Practice of Wild Owl Baiting by Wildlife Photographers (Yaban Hayatı Çeken Fotoğrafçıların Yabani Baykuşu Rahatsız Etmesi Pratiği) ” makalesini okudum. Yaban hayatı fotoğrafçısı olan Phil Mistry tarafından kaleme alınmış bu yazıda, fotoğrafçının doğal ortamında yaşayan yabani baykuşu rahatsız etmesinin, ürkütmesinin baykuşun davranışlarını değiştirebileceği için çok yanlış olduğu anlatılmaktadır. Phil “baykuşun hiçbir zaman bu şekilde avlanmayacağı kurgusal bir fotoğraf yaratılmıştır” der. Başka bir deyişle deneyimli ve eğitimli bir göz için hile aşikar bir durumdur.

Asya ile ilgili biraz deneyime sahipseniz ve bu yerlere gittiyseniz, bu görüntülerin kurgulanmış olduğunu ve yerlilerin oraya gelecek fotoğrafçılara para karşılığı poz vermek üzere beklediklerini görürsünüz. Bu nedenle, gezi fotoğrafı yarışmalarını kazanmış ve yayınlanmış bu tür fotoğraflardan çok miktarda görürsünüz. Beni korkutan, ürküten de budur. Çünkü bu tür fotoğraflar amatörlere ve gezi fotoğrafçılığına yeni başlayanlara “yarışma kazanmak ve adınızı yazdırmak istiyorsanız bu tür fotoğrafları çekeceksiniz, böyle davranacaksınız” şeklinde bir yanlış mesaj vermektedir. Bagan tapınağındaki rahip saati 15 dolara poz veriyor. Bu durumda tasarruf etmeye başlamanızda yarar var. Modeliniz ödül getirecek fotoğrafı biliyor ve size hangi pozisyonda deklanşöre basmanız gerektiğini bile söyleyebiliyor. Bir 15 dolar daha verirseniz size duman yayan bir cihaz da temin ediyor! Bu yarışmalar bize: “Özgün bir bakış açısı ile güzel bir hikayeyi, girift bir kompozisyon ile anlatacak en özgün çalışmayı seçeceğiz” demiyor. Onun yerine “ Eğer ödül kazanmak istiyorsan git ve popüler olanı çek. Köprüden geçene kadar ayıya dayı de!” diyor.

Deneyimli ve eğitimli bir göz! Fotoğraf yarışmalarındaki jüri üyelerinin deneyimli ve eğitimli gözlere sahip olması gerekmez mi? Şimdi de Jimmy Nelson un “before they disappear / unutulup gitmeden önce ” adlı kitabını kuşatan polemiğe bakalım: Fotoğrafçı ücra yerlere, halen var olan eski kültürleri fotoğraflamaya gitti ve onlara geleneksel giysileri ile poz verdirdi. Estetik görüntüler açısından kitabı çok güzel ama ilgili kuruluş ve topluluklardan olumsuz eleştiriler aldı, aslında var olmayan sahte şeyleri göstermekle suçlandı.

24


PUSULA – “Bekle bak, biz Steve’den daha güzel bir şeyler çıkarabiliriz! – “Tabi ki, rahiplere yerleri süpürtelim” – “Yerleri mi süpürtelim? Yani…” - “Kapat ağzını ve dediğimi yap sen, ben bu işleri bilen meşhur biriyim!”

Şimdi ne düşündüğünüzü biliyorum. Evet oralara, Bagan’daki rahipleri görmeye gideceksiniz ve geliştirmiş olduğunuz yeteneklerinizi kullanarak, sizden önce gidenlerin saptadıklarından çok daha iyi yeni bir şey bulacaksınız. Arka planı iyice karartıp bulanıklaştırabileceğiniz özel bir teknikle çok güzel bir fotoğraf çekeceksiniz, fotoğraf düzenleme tekniğinizle fark yaratabileceğinizi bilerek rahatlayacaksınız.

– “Bunu beğendim, ama daha özgün bir şey lazım bize. Yani daha dinamik bir şey lazım!” – “Tamam o halde, rahipleri havaya zıplatmaya ne dersin? Bu da gerçek görünmez mi?”

Bu sürece göz atalım… Fotoğrafları göster

– “Hey Steve bugün neyi fotoğraflamalıyız?” – “Yerde oturup eski bir kitabı okuyan çaylak bir rahibi fotoğraflayalım, bu iş yapar!”

– “Muhteşem bir fikir Steve, ama sanki biraz kurgulanmış gibi olmaz mı?“ – “Ben çektiğimde olmaz! Bir de gel daha önce hiç görmediğimiz özgün bir şey yapalım” – “Haklısın ama bunun için vaktimiz yok, bir an önce oğlumun doğum günü partisine ulaşmam lazım” – “Doğum günü partisi mi? Tamam! Balonlar !!!”

25


PUSULA Gezi GeziFotoğrafçılığı.Fotoğraf tabi ki var, ama önce gezmek gelir! Evet, güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Herkes fotoğraf makinesini nasıl kullanacağını öğrenebilir, pahalı bir objektif ve uçak bileti satın alıp bir geziye çıkıp güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Peki ama nasıl gezeceğinizi biliyor musunuz? Daha önce hiç çekilmemiş bir şeyi yakalamaya çalışıyor musunuz? Özgün bir iş yapmaya gayret ediyor musunuz? Fotoğraf çekerken kendinize karşı dürüst davranıyor, kendi iç sesinizi dinleyip vizyonunuzu göz önünde bulunduruyor musunuz? Fotoğraf dünyasına katkıda bulunup, yeni ve yaratıcı bir şey üreterek çevrenize örnek oluyor musunuz?

Kusura bakmayın ama yukarıda anlattıklarıma bakınca hangisi özgün diye sormam lazım? Ve de neresi yaratıcı? Öyle ki, düşününce bile, bakınca gözlerimi ağrıtacak bir duygu ile sahte bir şey yarattınız! Böyle şeyler yapmakla fotoğraflarını çektiğiniz insanlara (aktörlere) ve kendinize yalan söylemiş oluyorsunuz. Ben bir eğitimciyim, insanların yaratabilme ve yenilik yapma becerilerini önemserim. Bu görüntüleri yapmakla yaratıcılıkta sıfır noktasına yaklaşıyorsunuz. Kendinizi, düşüncenizin sınırları içinde fotoğraf çekmeye sabitliyorsunuz. Modelinizi bu sınırlandırılmış görüş açısı içinde yönlendirip çekimlerinizi de ona göre yapıyorsunuz. Yeni şeylere kendinizi hazırlamıyorsunuz, dışarıda neler oluyor merak etmiyorsunuz ve bu yeni şeyler kontrolünüzün dışında oluşuyor. Konfor sahanızın dışına hiç çıkmıyorsunuz ve bu yaratıcılığınızı öldürüyor.

Kaşif olmaya çalışıyor musunuz? Siz acaba dünyayı, yeterli bilgi ve delillere sahip olmadan, sizde oluşmuş kanıya göre mi göstermeye çalışıyorsunuz (soylu vahşi yaklaşımı) yoksa, o yer hakkında vizyonunuzun, çektiğiniz fotoğraflarda görünmesine mi çalışıyorsunuz? Görüntülerinizin içine kendinizi mi yerleştiriyorsunuz yoksa başkasının vizyonunu mu yeniden üretiyorsunuz?

Ya da “Fotoğraf Yarışmaları” tuzağına düşüp bir pozu yakalamakla fark yaratacağınıza mı inanıyorsunuz? Facebook ya da instagram gibi sosyal medyalardan alacağınız “beğen” sayılarını mı önemsiyorsunuz? Sosyal medyada yapılan “beğen” tıklamalarının da birçok fotoğrafçı için ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu ve fotoğrafçıların kendilerini oralarda göstermeye çalıştıklarını biliyoruz.

Ama çoğu kez, biz gezi fotoğrafçılarının peşinde olduğu en önemli şeyleri aramıyorsunuz. Gezi fotoğrafçılığının en önemli parçasını ve ruhunu…

Fotoğrafçıların anlamak istemedikleri ise, sosyal medyada fotoğraflarınızı gören insanların neredeyse %99’unun fotoğrafçılık ve sanat hakkında bilgileri olmadığıdır. Zamanınızın çoğunu fotoğraf makinanıza poz veren güzel çocukların görüntülerini bulanık bir arka plan efekti ile çekip sosyal medyada paylaşarak tonlarca “beğen” tıklamaları almakla geçirebilirsiniz. Ya da seksi görünen kadınların fotoğraflarını çekip bir sürü “beğen” tıklamaları alabilirsiniz. Kedi yavrularının da “beğen” tıklamalarını arttırdığı biliniyor. Hele kedi yavruları ile aynı karede poz vermiş seksi bir kadın! İşte budur! Sosyal medyada fotoğrafçı olarak başarmak istiyorsanız artık ne yapacağınızı biliyorsunuz!

26


PUSULA Yazar: Abir ABDULLAH, 1971 Bangladeş doğumlu, Foto Muhabiri / Fotoğrafçı / Halen European Pressphoto Agency Muhabiri (çn) (Bu makale 2017 Mayısında Kuala Lumpur’da Travel Photographer Society kuruluşunda yaptığım konuşmanın yeniden toparlanmış halidir.)

Ama bu yapılan, gerçeği ne kadar yansıtır? Modayı takip ederek ve genel olarak halkın istediği görüntüler üreterek hiç bir zaman sanatta yaratma ve geliştirme mümkün olmamıştır. Sanat, her zaman kabul gören ortalama akımların kenarında olup insanları sürekli bir şekilde yenilik yapmaya zorlamaktadır. Bir aklınızda olan görüntünün sadece bir yönünü düşünerek çektiklerinizi kurgulamak ve sahneye koymak yaratıcılığınızı sınırlamayacaktır ama gezi fotoğrafçılığının “gezi” kısmını yok edecektir. Kim bilir, belki programınız: Sabah modellerle buluşma, çekim yerini bulma, bu buluşmayı organize eden ara bulucunuz ile detayları konuşma vs. ile dolu olacaktır. O halde geziye ne zaman başlayacaksınız? Bir şeyleri baştan kurgulamadan ve sadece özgün olanı fotoğraflamaya çalışmakla gezi fotoğrafçılığının “gezi” kısmından büyük bir keyif alabiliriz. Gezide görüp buluştuğumuz insanlarla yüz yüze gelmenin ve özgün olduğuna inandığımız şeylere tanıklık etmiş olmanın keyfini yaşarız. Bu an, çölün ortasında gün batımında fotoğraf makinamızı birden kenara koyup, etrafımıza bakıp “ vay be, baksana yaşadığımız şu dünya ne kadar güzelmiş” diye zevk aldığımız andır. Bu güzel anlardan bir başkası ise hiçbir şeyleri olmadığı halde bizlere bir şeyler vermeye çalışan insanlarla yaşadığımız andır. İçinde yaşadığımız dünyanın farkına varıp hayatın ne olduğunu anladığımız ve alçak gönüllü biri olduğumuzu kavradığımız andır. Hayatımın en büyük derslerinden birini öğrendiğim andır: Kendime ve gezi fotoğrafçılığına karşı dürüst olduğum an!

27


ART ALAN FOTOĞRAF VE ETİK / Hüseyin YILMAZ

Bu fotoğrafları kullanacak yayın kuruluşunun iktidar ve bağlı bulunduğu sermaye grubu, sahip olduğu yayın ilkelerinden tutalım hedef kitlesine, uyandıracağı etkilere kadar bir dizi sorun vardır. İkinci Dünya Savaşı’na kadar fotoğrafçılar fotoğraflarının telif hakları ve fotoğraflarının nasıl kullanılacağı konusunda haklara sahip değillerdi. Örneğin Paris’te Sen nehrinin kenarında bir bankta öpüşen bir çiftin fotoğrafı bir gazetede Paris’te romantizm diye haber konusu yapılırken bir başka gazetede ise Paris’te fuhuş yaygınlaşıyor diye haber yapılabiliyordu. Magnum ajansının temel kurulma nedenlerinin başında üye fotoğrafçıların fotoğraflarının negatiflerine sahip olabilmeleri gelir. 1954 yılında Henri Cartier –Bresson Çin’de yaptığı fotoröportajları gönderdiği altı Avrupa ülkesindeki müşterilere yazdığı mektupta ‘ fotoröportajlarda verilen metin ve alt yazıların gerçek anlam ve ruhunu farklılaştıracak değişikliklere izin verilmeyeceği’ belirtiliyor ve her fotoğrafın arkasında ‘fotoğrafın ancak ona eşlik eden alt yazı ve metinle kullanılabileceği’ yazılıyordu. Magnum’un bu anlamda mesleki etik konusunda bir geleneğin oluşmasında önemli bir rolü olmuştur. Ancak bu konu halen ciddi bir sorun olmaya devam etmektedir. Örneğin çifte cinayet sabıkalısı O.J Simpson’un tek bir fotoğrafının Newsweek’te normal ten rengi kullanılırken Time dergisinde ten renginin iyice karartılarak manipüle edilmesi iki dergi arasındaki etik farkı en iyi şekilde gösteren kapaklar olmuş ve Time’ın ırkçılığı iyice deşifre olmuştur.

Günümüz dünyasında dijital teknolojinin alabildiğine gelişmesi özellikle fotoğrafçılık alanında etik sorunların farklı düzeylerde ortaya çıkmasına yol açmıştır. Fotoğraf icadıyla birlikte ağırlıkta gerçekliğin birebir kopyası olarak algılanmış bu algı uzun süre güçlü bir biçimde varlığını korumuştur. Halbuki fotoğraf başından bu yana manipülasyona açık bir araç olarak var olmuştur. Çok geniş bir konu olan fotoğraf ve etik konusunu biraz daha daraltarak belgesel fotoğraf bağlamında ele almaya çalışacağız. Belgesel Fotoğrafın temel özelliklerini tanımlayacak olursak; a) Konusunu yaşamdan ve gerçeklikten alır b) Temel amacı mesaj iletmektir Bu özellikler bize şunları söyler. Belgesel Fotoğraf konusunu gerçeklikten alırken onu bozacak teknik (distorsiyon) düzenlemelerden, kurgudan ve manipülasyondan uzak durulmalıdır. Çünkü bu saydıklarımız belgesel fotoğrafın en temel özelliği olan inandırıcılık özelliğinden uzaklaştırır. Fotoğrafçının konusunu çekiminden, konusuyla kurduğu ilişkiden, konunun yayınlanmasına hatta daha sonraki süreçlere kadar bir dizi etik sorun ve süreç eşlik eder. Başlangıçta fotoğrafçının konusuyla girdiği ilişki, konuya ne ölçüde samimiyetle yaklaştığı, onu içselleştirdiği önem taşır. Çünkü konuya yakın olmamak konuya dışarıdan bakmak konunun ya da sorunun doğru ve nesnel ele alınmaması sonucunu doğurur. Burada Fotojurnalizmin temellerini atmada önemli bir rolü olan Magnum fotoğraf ajansının kurucularından Robert Capa’nın “Fotoğrafın iyi değilse konuya yeteri kadar yakın değilsindir” sözü çoğu zaman fiziksel mesafe olarak algılansa da aslında Capa’nın bahsetttiği daha çok duygusal ve felsefi yakınlıktır. Nitekim bunu Capa’nın savaş fotoğraflarını çekerken ki tavrında görebiliriz. İspanyol İç Savaşı’nı çeken Capa çatışma fotoğraflarından çok savaşın içindeki insanı aramayı tercih eden bir yaklaşım içinde olmuştur. Fotoğraflarında gündelik insanı ve yaşamı göstererek (Dans eden savaşçılar, moda dergisine bakan kadın vb.) aslında savaşın anlamsızlığını göstermeye çalışmıştır. Diğer bir boyut ise fotoğrafların kitlelere ulaşma sürecinde tabi tutuldukları editoryal süreçlerdir. Hangi fotoğrafın kitlelere nasıl ulaştırılacağı ve gösterilecek fotoğraflara yapılacak kadraj vb. teknik uygulamalara kadar bir dizi etik problem vardır.

28


ART ALAN Başka bir örnek vermek gerekirse 2006’da World Press Photo ödülünü kazanan Spencer Platt’ın fotoğrafında genç Lübnanlılar İsrail ile yaşanan çatışma sonrası kısmen harap olmuş alandan arabayla geçerken fotoğraflanmıştır. Fotoğraf şu şekilde haberleştirilmişti. ‘ Varlıklı Lübnanlılar tahrip edilen mahalleye bakmak için caddeden arabayla geçiyorlar.

Bu konudaki örnekler sayısız şekilde karşımıza çıkmaktadır ve daha da çıkacaktır. Her yıl yapılan World Press Ödülleri’nde sayıları on binlere varan manipülasyona uğratılmış fotoğrafın varlığı kısa sürede şan , şöhret ve para sahibi olmayı hedefleyen ciddi bir fotoğrafçı kitlesinin varlığını gösteriyor. Her şeye rağmen ilkelere bağlı kalmak her zaman doğru olanı gösteriyor. Bu ilkeleri sizlerle paylaşarak yayılmasını esas kılınmasını diliyoruz. Amerika Ulusal Basın Fotoğrafçıları Derneği şu Etik İlkeleri saptamıştır: 1. Konuların sunumunda çok yönlü ve doğru olun 2. Sahne (kurma) fotoğraflarda manipulasyona karşı olun 3. Konuları fotoğraflarken ya da kaydederken konuya tamamen hakim olun ve içeriği bütünüyle sağlayın. Basmakalıp bireylerden ve gruplardan sakının. Çalışmanızda sadece bir kişinin önyargılarını sunmaktan sakınmaya çalışın. 4. Bütün konulara saygı ve ciddiyetle yaklaşın. Hassas konulara özel önem verin ve trajedi veya cinayet kurbanlarına merhametli davranın. Sadece halkın çekilmesine hak verdiği ve aldırış etmediği özel ıstırap ve keder anlarını görüntüleyin.

Güney Beyrut 15 Ağustos 2016’ Fotoğrafın bu şekilde bağlamlaştırıldığını öğrenen gençler bu duruma karşı meydan okudu. Sonradan öğrenildi ki fotoğraftakilerden dördü o bölgede yaşıyordu. ( Platt onlarla konuşmamıştı) Şık bir şekilde giyinmiş olsalar da varlıklı değillerdi. BBC daha sonra bu gençlerle röportaj yapmış , fotoğraflamış ve sonuçları web sitelerinde yayınlamıştı. Fotoğraftaki Mini Cooper’ın sahibi Lana El Khalil gazeteci Gert Van Lagendonck’a söyle söylemişti. ‘ Fotoğraf, Batı’da birçok insanın zaten düşündüğünü, savaşın yalnızca onlar gibi olmayanların başına geldiği söylemini doğruluyor.’ Fotoğrafın sadece fotoğrafçılar, editörler ve izleyiciler tarafından değil fotoğrafı çekilenler tarafından da değerlendirilebileceğine dair bu örnek bize fotoğrafçının konusuna nasıl yaklaşması gerektiğine ve gerçeğin bir de onlar tarafından yansıtıldığı zaman güç dengelerini nasıl etkilediğine dair güzel bir örnek olarak önümüzde duruyor.

5. Konuları fotoğraflarken konu üzerinde kasten değişikliğe katkıda bulunmayın, ya da bunları yollarını araştırmayın ya da olayları etkilemeyin. 6. Editörlük fotoğrafın içerik ve bağlamının dürüstlüğünü devam ettirmelidir. 7. Kaynaklara ya da konulara ücret ödemeyin veya bilgi ve katkı için herhangi bir materyalle ödüllendirmeyin. 8. Takip ettiğiniz olayı etkilemek isteyenlerin önerdiği hediye, kayırma veya bedeli kabul etmeyin 9. Diğer gazetecilerin çabalarını kasten engellemeyin.

29


ART ALAN İdeal olarak bir foto muhabiri; 1. Halkın işini halka nakletmeyi sağlamaya çalışmalı. Tüm gazetecilerin hakkını savunmalı. 2. Tek bir bakış ve sunuş geliştirmeye çalışan bir psikoloji, sosyoloji, politika ve sanat öğrencisi gibi çok yönlü düşünmeli. Çağdaş görsel medya ve günümüz olayları için doymak bilmez bir iştahla çalışmalı. 3. Konulara karşı sınırsız ve tüm gücüyle çabalamalı. Yüzeysel ya da düşünmeden karar verilmiş durumlara karşı alternatifler yaratmalı, bakış açılarına çeşitlilik getirmeli, ve daha önce vurgulanmamış ve popüler olmayan bakış açıları için çalışmalı 4. Bir kişinin kendi gazetecilik özgürlüğünden tavizde bulunmasını sağlayacak ya da öyle bir görüntü çizecek politik, sivil ve iş bağlantılarından sakınmalı 5. Konuyla uğraşırken alçak gönüllü olmaya ve fazla göz önünde bulunmamaya çabalamalı 6. Fotoğrafla ilgili anın dürüstlüğüne saygı duyun 7. Bu ilkelerde açıklanan yüksek standartları ve o ruhu yakalamak için denemelerle çabalayın. Eğer karşılaştığınız bir durumda size göre netlik yoksa, mesleğin yüksek standartlarını ortaya koyanların öğütlerine başvurun. Foto muhabirleri onlara rehberlik eden etikleri ve işini sürekli çalışmalıdır. Sonuç olarak fotoğrafçı göstermenin etiğinden sorumludur biz izleyiciler ise görmenin etiğinden sorumluyuz. Ancak fotoğraf her zaman karmaşık ve zor olan gerçekliği bize gösteremez. İzleyiciye ulaşana kadar geçirdiği süreçlerde bağlamından koparılabilir, manipüle edilebilir. Bundan dolayı izleyici fotoğrafın göstermeye çalıştığı karmaşık gerçekliği anlamak için kadrajın dışına bakmalıdır. Bu bilinçli bir bakış olmalıdır. Bunun yolu elimizde ahlaki, enternasyonalist, humanist değerlere sahip olmaktan geçer. Yararlanılan Kaynaklar: Weimar Cumhuriyetinden Günümüze Fotoğraf Ajanslarının Fotojurnalizme Katkıları, Merter Oral, Espas Sanat Kuram Yayınları Fotoğraftan Sonra, Fred Ritchin, Espas Sanat Kuram Yayınları Fotoğraf ve Politik Şiddet, Susie Linfield, Espas Sanat Kuram Yayınları https://www.fotomuhabiri.com/?p=1292 * “Yazı ve görsellerin kullanımına izin ve katkılarından dolayı Espas Kitap Sanat Kuram Yayınları’na teşekkür ederiz.”

30


İLETİŞİM Palmiye Mahallesi 1207. Sokak No: 16 Yenişehir Mersin/TÜRKİYE (Metro Sineması arkası, 45 Evler otobüs güzergahı üzeri) Tel : (+90) 324 328 75 61 - 532 300 20 91 Web sayfası : www.mfd.org.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.