16 sayı İnternet Biçimi

Page 1


MERHABA... Uzun dedikçe uzun bir aradan sonra tekrar merhaba. Durumumuz tam anlamıyla ‘Geldi Bahar ayları, gevşer gönül yayları’ vecizi ile açıklanabilir. İzmir’in havasından mıdır yoksa suyundan mı böyle bir etkisi var insanda; Gevşeme! Neyse giriş için bu kadar boş lakırdı yeter. Zira ülkemizin ve de üniversitemizin gündemi boş lakırdıları kaldıracak gibi değil. Reyhanlı’da bir bomba patlatıldı, bu bombanın faili kim olursa olsun sorumlusu AKP olduğu açık. Bu durumun üstünü kapatmak için uygulanan yöntemler ise en az olay kadar vahim. Ülkenin onlarca yerinde gençlere öldürürcesine saldıran polis, ABD’ye yeni emirler almaya giden bir başbakan ve yayın yasağı... Fakat gençliğin ve Reyhanlı halkının eylem ve direnişi AKP’nin bu olayı kolay kapatamayacağını da gösterdi açıkçası. Ülke gündeminin ana başlığı bu iken üniversitemiz gündeminin ana başlığı; faşist saldırılar! Biraz barış söyleminin gerçeklik kazanması, birazda kendilerini kan üzerinden toparlama isteği faşist çeteleri üniversitemizde öğrencilere dönük saldırılara itmiş görünüyor. 2 solcu öğrencinin bıçakla yaralandığı, bir solcu öğrencinin pusu atılarak hastanelik edildiği göz önüne alınırsa kimi hocalarımızın söyleminin aksine mevzu net: Sağ-sol çatışması yok faşist terör var! Dediğimiz gibi biraz sıkıntılı, biraz da gergin bir hava üstümüzdeki. Tabi bu yetmezmiş gibi bir de üniversitelerimizde özel güvenlik birimlerinin yerini polislerin alacağını öğrenmemiz bizi bir hayli şaşırtmadı. Biz biliyoruz ki her diktatör heveslisinin en çok korktuğu kuvvetlerden biri üniversite gençliğidir. Madem RTE bizden korkuyor, o zaman bu korkunun hakkını verelim. Klasik ve genelleşmiş bir sürü bölümümüz bu sayıda yine karşınızda, bunların dışında gündeme dair yazılarımızda var tabi. Çok uzatıp sövgüyü yememek lazım merhabalarda. Neyse sizlere tekrar merhaba. Unutmadan; Tüm Dokuz Eylül’de bir hayalet dolaşıyor; Bi Haber Fanzin hayaleti!


TOPLUMSAL ve DEMOKRATİK BARIŞ İÇİN YANYANA GELDİK DİSK Genel Başkanı Kani Beko, TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı, KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul, Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi, Alevi Kültür Derneği Genel Başkanı Ercan Geçmez, ÖDP Eşbaşkanları Alper Taş ve Bilge Seçkin Çetinkaya, Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy ile Ahmet Tonak, İlhan Cihaner ve Nihal Kemaloğlu'nun içinde olduğu kurum temsilcileri ve bireyler, Toplumsal ve Demokratik Barış İnisiyatifi'nin kurulduğunu duyurdu. HAVADA GREV VAR Uçuş programlarının her gün değişmemesini, uçuş emniyetini esas alan standartları, kıdem haklarının düzeltilmesini, 305 THY çalışanının işe geri alınmasını gibi konularda gelişme isteyen Hava-İş, THY yönetiminin bu taleplere sessiz kalmasına karşın 15 Mayıs’ta greve çıkmıştı. THY yönetimi ise ilk günden itibaren grevin uçuşları etkilemediğini dile getirerek, işçilere greve katılmamaları için baskı kurarak grevi kırmaya çalıştı. İlk günlerde psikolojik baskı ile işçileri yıldırmaya çalışan THY yönetimi, greve giden çalışanların her geçen gün artmasına karşı, grev nöbetçilerinin işyerlerine girişini polisle engelledi; grev için büyük öneme sahip, 8 bine yakın Hava-İş üyesi pilot ve kabin memurunun bulunduğu Dış Hatlar girişini de polislerin işgal etmesini sağlayarak baskısını artırıyor. İZMİR’DE GENÇLER RAYHANLI’NIN HESABINI SORDU Reyhanlı’da gerçekleşen saldırıyı protesto etmek için ‘Emperyalistlerden ve işbirlikçilerden hesap soracağız’ şiarı ile Konak Eski Sümerbank’dan AKP Konak ilçi binasına yürüyen Gençlik Muhalefeti ve Öğrenci Kolektifleri üyelerine polis saldırdı. Polis saldırısı ardından kırmızı boya ve yumurtalarla karşılık veren gençlere polis tekrar saldırarak gözaltına aldı. Gözaltına alınan 27 genç gözaltı boyunca darp edildi. Yaklaşık 12 saat gözaltında tutulan gençler sabah saatlerinde ifadeleri alınarak serbest bırakıldı.



EMPERYALİZUM KARŞUSİNDA YENUK KAPATTUK

İLK

YARIYI

Bizum Sementa Recep vardur, iyi uşaktur. Geçenlerde yekten dedi ki, "Laz Marks emice, sen böyle konişiyisun ama kimsenun daha iyi bir dünya münya ipleduği yok. Nasil olacak bu işler?"Uşağum dedum, mütareke basini gibi konişma, bu sana gösterilen gerçek. Bir de, gerçek olan gerçek var. Körfez Savaşı'ndaki petrole bulanmış karabatağı bile "Saddam yapti" diye yutturdilar size uşağum. Tamam, kabul etmek lazım, Emperyalizum karşusinda ilk yarıyı yenuk kapattuk. Şimdi soyunma odasında yaralarumuzi sarayiruz. Oysa maça, Emperyalizum'i kendi sahasina hapsederek başlamiştuk. Vilademir'un attuği golle 1-0 öne geçtuk. Derken Mustafa Kemal ilk anti emperyalist kontratakta muhteşem bir golle farki ikiye çikardi. Emperyalizum, Çinli'nun attuği golle dağilmişti. Kademe anlayişi kalmamişti, elini kolini sallayan Emperyalizum'un ceza sahasina gireyidi. Cezayirli Ben Bela 4., Vietnamli Ho da 5. goli atmişidi. Efendum hızlı geçeceğum, ilk yarinun sonlarina doğri sikor 9 - 0 olmişidi. Ama ne oldiysa ondan sonra oldi. Emperyalizum birden 8 yabanciyla oynamaya başladi. Değil 9 kusurli hareket, 99 kusurli hareketi birden yapmaya başladi. Ne FİFA'yi ne de UEFA'yi dinleyidi. Uşaklarun suratina taban girmek mi istersun, yerde yatana kramponiyla basmak mi?.. Her türlü pisluk bunlarda. Maçun hakemine bakayiruz, müdahale etsun diye. Orali bile değil. "Ben bir şey görmedum" deyi. Sanırum Cem Papila'nun dedesiydi. ,

Neyse, ilk yariyi 17 – 9 yenuk kapaduk ve sürünerek soyinma odasina girduk. Herçes yerlerde, inleyen inleyene. Bazilarumuz, "2. yariya çikmayalum, bu Emperyalizum bizi kovaya çevirecek", "Büyüklüğünü kabul edup secdeye varalum, elini öpelum. Belki bize aciyup birkaç gol eksuk atar, belki bizi aralarina alurlar" deyi. Ula bu kadar büyütmeyun cözünüzde da!.. Bunlarun bilduği tek şey silah sanayidur. Kuçucuk bir Katrina Kasırgasıyla eli ayağina dolandi. Bütün askerlerini dünyayi işgal etmek içun dört bir yana gönderduği içun, yaralilari kurtaracak helikopter bile bulamadi. Unutmayun, "Emperyalizum uçmaz, medyadaki müritleri uçurur" Şimdi ikinci yariya çikacağuz. Ara tiransferde kadroya Çavez'i ve Maradona'yi da kattuk. Kadromuz fena değildur, yürekten oynarsak bunlarla başa çikabiluruz. Ula biraz Çanakkale'yi, Settülbahir'i hatırlayun ula. İstersenuz sahaya Bandırma adlı bir vapurla çikun.Baktum bizum Sementa Recep'un yüzi güleyi, "Ne cüzel anlattun Laz Marks emice…" dedi. Eşşeğun önde gideni, maç kurgusuyla anlatmasaydum dinlemezdun ama.


REYHANLI’NIN SORUMLUSU AKP’DİR Hatay-Reyhanlı'da yaşanan patlamanın sonucunda en az 46 kişi hayatını kaybederken onlarca insan yaralandı. Masum insanların katledilmesinin sorumlusu, Türkiye'yi Ortadoğu’daki kirli oyunun, Suriye’deki iç savaşın her geçen gün daha da parçası haline getiren işbirlikçi AKP iktidarıdır. İktidara geldiği günden beri kendine emperyalizmin politikalarını kılavuz edinen AKP, Ortadoğu’da gerçekleştirilmek istenen dönüşüm sürecinde aktif bir taşeron rolünü üstlenerek Türkiye'yi Suriye'deki savaşın bir parçası haline getirdi. Dün Akçakale’de, bugün Reyhanlı'da patlayan bombalar bunun açık bir ispatıdır. Ortadoğu’daki savaşın başından itibaren Türkiye bir askeri üs olarak konumlandırılırken; güvenlik gerekçesiyle patriot füzeleri, ABD askerleri, askeri üsler ülkemize yerleştirildi. Emperyalist güçler eliyle sürdürülen iç savaş AKP eliyle daha da derinleştirildi. Bölge halklarına dönük saldırılarla Türkiye'yi bu savaşın parçası haline getiren gerici güçler, AKP eliyle para ve silah yardımıyla desteklenerek ülkemiz kanlı bir ortama sürüklendi. Bununla birlikte ülkede ve bölgede etnik ayrımcılık bu olaylarla derinleştirilmekte, kardeş halklar birbirine düşman edilmektedir. Şimdiyse artık savaş kirli yüzünü göstermekte, bombalar Türkiye ve Suriye halklarının başına yağmaktadır. Bu kirli savaşın faturası bölge halklarına kesilmektedir. AKP'nin taşeron politikalarının devam ettirilmesi yeni Reyhanlı olaylarının bölgede açığa çıkmasına neden olacaktır. Emperyalizmin yönelimleri doğrultusunda süren çatışmalar daha çok kan ve gözyaşını getirecektir. Bizler, dün Commer’in arabasını yakan Ulaş'lardan, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele eden Mahir'lerden devraldığımız mücadele mirası ile bugün de ülkemizin emperyalizmin taşeronluğu çerçevesinde Ortadoğu’daki kirli savaşın bir parçası haline getirilmesine, halkların birbirine düşman edilmesine ve masum insanların ölümüne neden olan AKP'ye direnerek mücadelemizi büyüteceğiz.


MAYIS... Mayıs ayı enteresandır. Bahar ile yaz arasında sıkışıp kalmış ve sürekli bir ikilemi yaşayan bir zaman dilimidir. İnsan psikolojisini de çeşitli şekillerde etkiler bu ay. Kimi zaman ılık bir meltem ile rahat, kimi zaman bir yağmur ile hüzünlü ve kimi zaman güneş kadar kızgın... Ama ne olursa olsun aslında bereketin kapısıdır mayıs. Mayıs ayının bunca kerameti belkide içinde sakladıklarındandır aynı zamanda. Doğumlar ve ölümler hep mayısa dairdir. Şöyle bir baksak tarihin defterlerine, nice yiğit ölümler ve nice yiğit doğumlar görürüz. Hüzünde vardır, sevinçte yani. Gerçi Türkiye halkları için biraz daha hüzün ağır basmakla beraber, sevinçte vardır. 1’i vardır mayısın mesala, koskoca bir işçi yumruğunu sıkarak haykırır; ‘Emek ile sermaye uzlaşmayacak, Bütün dünyanın işçileri birleşiniz!’. Katledilen onlarca işçinin anısına saygıdır bu aynı zamanda. 4’ü vardır mayısın. Yitirmişizdir çatık bir kaş gibi gelen bir kalp krizi ile orkestranın büyük şefi Terzi Fikri’yi. O ki ne gömlekler dikmiştir Fatsa halkına ve çoraplar örmüştür noktaların ve de noktalı virgüllerini başına... 6’sı vardır mayısın, Hıdır ile İlyas’ın birbirine kavuştuğu ve 3 fidanın darağacına verildiği tarih. Bir gonca gülü koparır gibi dalından, koparıp almıştır onları hayattan zalimler. 18’i vardır bu mayısın. Yiğitliğin ne demek olduğunun dünya halkları sözlüğüne örnekli olarak not düşüldüğü tarihtir sanki. Dünya ser verip sır vermeyen yiğit İbrahim Kaypakkaya’nın ölümünü görmüştür. 31’ vardır mayısın Nurhaklarda ölen Alpaslan, Sinan ve Kadir vardır. Hopa’da AKP faşizminin katlettiği devrimci öğretmenimiz Metin Lokumcu vardır. Birde mayıstan taşıp hazirana varan Hüseyin Cevahirler ve Nazım Hikmetler vardır. Genelde hüzün vardır dedik mayısta, bu doğru. Ama sevinçte vardır, doğumlarla gelen. 5 mayıs Karl Marx’ın doğum günüdür mesela. Sevinç birazda burada. Kendimizce bitirelim; Karl Marx Hoca Efendi 5 mayıs’ta doğmuş... İyi ki doğdun lan hoca, yoksa nasıl posta koyardık burjuvalara!


VIZ GELİR BİZE VIZ Hep böyledir bu işler, ne zaman tezgahları bozulmaya yakın olsa hortlar kan bekçileri. Yine öyle oldu zira. Tam barış umudu belirmişken, tam binlerce insanın daha ölümünü durdurma imkanı bir şekliyle doğmuşken fırladılar ‘er’ meydanına. Neymiş efendim ülke bölünmekteymiş, neymiş efendim vatan elden gidiyormuş... Hep aynı teraneler, insanların ölmesi kimin umurunda? Bir Mehmet ölmüş ya da bir Memed ölmüş kim takar? Ölen biz değiliz ya... Yine ellerinde satırları ve sopaları çıktılar ortaya. Bıçakladılar ve hastanelik ettiler, üstelik polisin gözü önünde ve desteği ile. Okulda dekan izledi, hocalar izledi ve emirlerindeki özel güvenlikler izledi. Hani kameralar ve özel güvenlikler bizleri korumak içindi ya her şey ve herkes izledi. Ne yöntemlerle ve nasıl örgütlendirildiklerini bildiğimiz faşist çetelerin baskısı sadece biz devrimci ve yurtsever öğrencileri değil tüm bir kampüsü ilgilendiriyor. ‘1944 ruhuyla kampüslere’ diyenler aynı zamanda Alevileri katleden, küpe taktı veya saç uzattı diye erkek öğrencileri döven, iki sevgilinin el ele tutuşmasına tahammül edemeyip ahlak bekçiliğine soyunan ve ramazan aylarını oruç tutmayanlara kan kusturarak geçirenlerdir. Yani ‘başbuğ’dan fermanı alanlar çetelerden başka bir şey değildir. Kullandıkları yöntem hep aynı terör yaratmak. Asıl teröristin kim olduğu buradan bile belli ya neyse... Sıkıntı değil, üstesinden geliriz biz. Nelerin üstesinden gelmedik ki? Faşist baskı ve saldırılar vız gelir bize vız... Bizler okulumuzda barış ve huzur ortamının sağlanmasını istiyoruz. Ama barış dediğimiz şeyin onursuz ve karaktersiz olmasına da karşı duruyoruz. Okulumuzda hiçbir şekilde ırkçı ve gerici fikirlerin var olmasına izin vermedik, vermeyeceğiz de. Bu husus üzerinden hiçbir tartışmaya girmeyeceğiz ve de taviz vermeyeceğiz. Okulda bizlere dayatılan gerginlik ortamını da yine eylemimiz, şarkı ve halaylarımızla kıracağız. Faşizme ve faşistlere karşı en sağlam cevabı örgütlenerek vereceğiz.


ÜNİVERSİTE: GÜVENLİK BAHANE, POLİS ŞAHANE Olaylar şahane... Polis, özel güvenlik birimlerinin yerini alacakmış üniversitelerde. Artık kapımızı polis bekleyecek yani. Sanki üniversitelerimiz polis baskı ve teröründe muaf özgürlük vahalarıydı... Üniversiteler her dönem iktidara karşı mücadelenin temel dinamiği olmuşlardır. Bu durum hem sosyal bir katman olan gençliğin öznel pozisyonu ile alakalıdır, hem de akademi içerisindeki aydın-hoca kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bu aydın , ilerici ve muhalif duruş üniversiteleri her iktidar döneminde hedef haline getirmiştir. AKP ise devletleşirken karşılaştığı en esaslı muhalefet alanı olan üniversiteleri sindire bilmek için ne yapacağını şaşırmış durumda. Geçtiğimiz senelerde özgürlük ve güvenlik talimatnamesi adı altında YÖK tarafından yayınlanan talimatlar safsatası üniversitelerde fiili olarak var olan polisi yasallaştırmak gibi bir misyonu üstleniyordu. Fakat üniversitelerin kararlı direnişi bu safsata yığınını çöpe göndermiş ve böylece istenilen gerçekleşmemişti. Bu kez ise mevzu daha kapsamlı ve detaylı. Bu yeni durum üniversite güvenliğinde ÖGB’leri tasfiye ederken yerine kapı bekçiliği görevi de dahil olmak üzere polislere bu görevi yüklüyor. Böyle bir durumda karşımıza ilk çıkacak olgu ise polis şiddetinin artık her gün okulumuzda kendine yer etmesi. Bu durum siyasal ya da değil tüm çalışma yapan öğrencilerin baskı ile karşılaşmasına neden olacak ve böylece de üniversiteyi sindirecek bir oyunun parçası. AKP yıllardır uğraştığı üniversiteyi bu şekilde zapt etmeye çalışacak. Fakat şurası açık ki bu plan b u üniversitede tutmayacak. Zira binlerce polis ve TOMA ile saldırdığı ODTÜ’de karşılaştığı direniş ve kitleselleşme AKP’nin işinin zor olduğunu göstermeye yeter. Sonuç olarak değişen bir şey olmayacak. Polis saldırı ve katliamlarına yasal bir şekilde devam edecek. Fakat unutmamak gerekir ki üniversitenin söz ve eylem üretmedeki yaratıcılığı AKP’ye de, polise de pabucunu ters giydirir. Saldırı ne kadar güçlü olursa direnişte o kadar güçlü olur.


YERGİ KÖŞESİ - NE YAPACAĞINIZI BİLDİĞİNİZ KİTAP: S*TİR ET Marjinal edebiyat yapabilme uğruna kalem sallayan yazarlarımız tükenmiyor ki bir kitabı daha yerle bir etmeyelim. “S*ktir Et demek sizi iyi hissettirir. Mücadeleden vazgeçmek, ne hoşunuza gidiyorsa onu yapmak, çevrenizdekilerin sizin hakkınızda düşündüklerini umursamamak ve kendi yolunuzdan gitmek harika bir duygudur… “ ‘Ben batılıyım, benim tarzım böyle’ düsturuyla yazılmış bu satırlar Kanadalı yazar John C. Parkin’in ‘Fuck It’ kitabından. Sadece isminde ‘fuck’ geçtiği için, normalden 2-3 kat fazla satmış olan bu kitap, türünün diğer örneklerinden hiç de farklı bulmadığımız bir kişisel gelişim kitabı olarak geçiyor. (İnsanın birbirine olan sevgi ve saygısını hiçe sayan bir kişisel gelişim kitabı) Ayurvedaya (yaşam bilimi tedavisi) ve kişisel gelişim kurslarına yıllarını verdiğini belirten Parkin, herkesçe bilinen bir düşünceyi edebiyatta argo ile ifade etmekten öteye gidememiş. Yani boşverme, vazgeçme ve bir şeylerin o kadar da önemli olmadığını fark ederek gerçek özgürlüğü bulma gibi ruhani fikirlerin ifadesi. Kitabının önsözünde de belirttiği gibi ‘s*ktir et, aklıma ne gelirse onu yazacağım’ demiş ve gerçekten de aklına ne geldiyse biraz süsleyip cilalayıp yazmış sayın Parkin. Kitaptaki başlıklar: “İlişkilerinize s*ktir et deyin, Ebeveynliğe s*ktir et deyin, Anlam acıdır, Acı çekmek iyidir, Meselelerinize s*ktir et deyin, Parayı s*ktir edin… “ şeklinde uzar gider. Öyle ya efendim, insan dediğin değersizdir, ne diye diğerleriyle ilişki kursun? Hem zaten her şey olacağına varır, su yolunu bulur. Parayı da boşveren Parkin amcamız emin olun kitabının satışlarını da hiç umursamamıştır. Duyduğumuza göre bir sömürü düzeni almış başını yürüyormuş, , insanlar iş bulamıyor, işinden oluyor, aç kalıyor hatta katlediliyormuş. Şu an içinde bulunduğumuz bilim yuvalarında bile her türlü talan, dalavere işliyormuş. Ama Parkin’e göre çözümü basit: S*ktir edin! Hisleri, düşünceleri standartlaşmış, olaylara tepki vermeyen tek tip insan yığınına katılalım, sadece kendinizi düşünelim hiçbir sorun üzmesin bizim tatlı canımızı. Lakin o işin aslı öyle değil popüler kültürün sayın yaşam bilimcileri. Bizim de birkaç önerimiz olacak. Yapıcılık yerine yıkıcılığı empoze eden, hayattan bir beklentisi bırakılmamış insanları hayattan ve mücadeleden daha da soğutan yozlaşmaya yönelik düşünceleriniz sizin olsun. Halkı uyutup, tepkisizleştiren eğilimlerinizin en büyük başarısı ancak geçici bir ‘kişisel gerileyiş’ olabilir.



YERGİ KÖŞESİ - ARGO Çürümekte olan imajını kaldırıp çöpe attığını böylece ilan etmiş oldu Oscar ödül törenleri. Hallice bütçeli bir ABD reklamı 3 adet ödül topladı, hem de esaslılarından. Filmin başrolünü ve yönetmen koltuğunu Ben Afleck işgal ediyor. Ve film kaçınılmaz olarak son yılların en popüler propaganda yöntemlerinden birinin üzerine oturuyor, “TERÖR TEHLİKESİ”. Film İran tarihinin kısa bir özetiyle başlıyor. ABD ve İngiltere’nin petrol şirketlerini kamulaştıran İran başbakanının nasıl altını kazdığını ve yerine getirdikleri Şah’ın halkı açlığa mahkum ederken kendisi ve ailesinin nasıl refah içinde yaşadığını dinliyoruz. Batı eliyle başa geçen gaddar Şah İran’ı batılılaştırma politikalarına girişince, dindar halkın tepkisiyle karşılaşıyor. Şah devriliyor ve yerine Şii lider Ayetullah Humeyni geçiyor. Film bu noktada başlıyor, ABD’de saklanan Şah’ını yargılamak ve asmak isteyen İran halkı, ABD konsolosluğunu basarak içindekileri rehin alıyor. Bir grup Amerikalı kargaşadan yararlanıp kaçmayı başarınca ise Ben abimiz kurtarıcı ajan olarak devreye giriyor. Şimdi gelelim, emperyal güçlerin İran üzerindeki manipülasyonlarının halka nelere mal olduğunu anlatan bu söyleme Barack’ın Michelle neden selam çaksın? Hem de beyaz saray televizyonundan? yok artık.. Sadet şu ki, bu kısa tarih özeti yalnızca filmin ilk 1.5 dakikasını kaplıyor. Geri kalan 2 saat boyunca ise karizmatik, kendinden emin, iyi kalpli, fedakar CIA ajanı kardeşlerimizin, barbar İranlıların elinden masum Amerikalıları nasılda zekice kurtardığına tanık oluyoruz. Tüm film boyunca insani bir tarafı olduğuna dair ipucu verilen 2 İranlı; Amerikalıların kaçmasına yardım eden hizmetçi ve kepçeye asılı olarak gördüğümüz bir adam. Amerikalılar ise garibim yazık, gerginler haklı olarak, kontrolü kaybediyorlar bazen, kolay değil kuşatılmışlar. Ama zor anlarda en korkakları bile bir kahramana dönüşme potansiyeline sahip! Ah Ben ah ne diyelim ki sana şimdi? Her şeyden önce evindeki ayna sayısını en azından metrekare başına 5-6 ya falan düşürmen lazım. Bir de hiç yoktan bir “Persapolis” izleseymişsin açıp, ne olmuş ne bitmiş şu memlekette harbiden azcık fikrin olurmuş. Günah keçisi yaptık gerçi adamı da ama, o kendisini kahraman Amerikan sembolüne çevirdikten sonra bir kapakta biz takmışız çok mu ?



VE TARİH YÜREMEYE BAŞLADI... Tarihin, hareketsiz kaldığı bir dönemden geçtik. Biz buna 'lanetli yıllar' diyoruz. Hakikaten de renklerin silikleştiği, umutların solduğu bir dönemdi. Öyle neşesi de kalmamış ne reddetmenin ne de direnmenin. Biraz zorakiydi sanki herşey! Tarihin tekeri durmuştu bir kez ve kimse onu harekete geçirecek gücü de kendisinde bulamıyordu! Bu yöndeki inancın umut zeminlerinin yoksunluğunda kuru kaldığı ve kendi içine kapandığı da bir gerçekti! O yüzden bu çağın şiiri de tarihin hareket halindeki bir dönemine özlemle dolu ama gelecekten umudunu kesmiş melankolik bir tondaydı. Ne de çok eskidenle başlayan cümleler kuruldu bir bilseniz! Ama her şeye rağmen yeniden devrim arayışında olanların gücü olmasıydı tarih de bugünkü neşeli ve coşkun akışına doğru ilerleyemezdi! Ve tarih olmasıydı, tarihimiz olmasıydı bugün de tarih harekete geçecek gücü kendisinde bulamazdı! Tarih şimdi, kapitalizmin büyük krizi ile kırıldığı yerden değil sokakları kuşatanların sesinin yükseldiği yerden yürümeye başlıyor! Emekçilerin ve ezilenlerin yeniden özneleştiği bu durak, yeni bir ilerleminin de başlangıç noktasını oluşturuyor. Redaksiyon, işte bu yeni coşkunun içine doğdu! Refleks dergisiyle başladığımız serüvenimize Murathan Mungan'ın 'çağ çöküyor, çığ düşüyor' sözleriyle virgül koymuştuk. Şimdi, kaldığımız yerden devam ediyoruz...


TARİHTE 15 GÜN 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi 1995 Cumartesi Anneleri ilk oturma eylemlerini yaptı 28 Mayıs 1871 Paris Komünü yenildi 29 Mayıs 1913 İlk feminist örgüt sayılabilecek Teali-i Nisvan kuruldu 31 Mayıs 1971 Senin Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan Nurhak dağlarında katledildi 1 Haziran 1971 Hüseyin Cevahir katledildi 2 Haziran 1970 Orhan Kemal öldü 3 Haziran 1963 Nazım Hikmet öldü



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.