Bi Haber Fanzin 11. Sayı

Page 1


Merhaba Yaz tatiliydi, bütünleme sınavlarıydı ve bunları takiben okulumuzun saçma sapan akademik takvimiydi derken arada uzadı… Bu uzun aradan sonra sizlere tekrar merhaba diyoruz. Ara uzun olunca yazılacak şeylerin sayısı da artıyor. Fakat biz yüzümüz üniversiteye dönük hareket ettiğimiz için önemli iki husus karşımıza çıkıyor; harçların kaldırılması ve YÖK’ün yeni disiplin yönetmeliği. Bu iki konuyu irdelemeye çalıştık yazılarımızla. Öte yandan üniversiteyi yeni kazanan arkadaşlarımıza bir kullanma kılavuzu da hazırladık. Deü’de yaşamanın püf noktalarını göstermeye çalıştık biraz. Tabi klasik köşelerimiz olan Gayyipten Haberler, sol kanat gibi bölümlerimizin yanında yeni bölümlerimizde var. Tabi ülkemizdeki en önemli sorunların başında gelen Kürt sorunu tüm sıcaklığıyla orta yerde duruyor ve tekrar tekrar bu konu hakkında yazmayı zorunlu kılıyor. Neyse gündem kalabalık… Bu senenin hem sizin, hem de bizim açımızdan iyi geçmesi dileğiyle…


YAŞAMDAN... YAŞAMDAN... CHAVEZ: YOLA DEVAM Venezuela’da yapılan devlet başkanlığı seçimlerdinde halkın adayı Hugo Chavez oyların yüzde 54.4’ünü alarak yeniden devlet başkanı oldu. Burjuvazinin ve ABD’nin adayı Capriles ise büyük bir hezimet yaşamış oldu. Chavez bu seçimlerle beraber girdiği her mücadeleyi kazanmış durumda. Chave’in bu seçimi kazanması aynı zamanda halkın sosyalizme inancının günden güne arttığı anlamına geliyor.

BOMBA GİBİ ÇİĞ KÖFTE Balıkesir’DE yargılanan 8’i tutuklu 14 genç, 5 Kasım’da ilk kez hakim karşısına çıkacak. Kısa süre önce açıklanan iddianamede, çoğu üniversite öğrencisi olan gençler “silahlı terör örgütüne üye olmak ve zincirleme biçimde terör örgütü propagandası yapmak”la suçlanıyor. Deliller ise 1 Mayıs mitingine, 8 Mart etkinliğine katılmak, çiğköfte partisi yapmak!

PODYUMDA BİR DÜNYA GÜZELİ 8 Mart Kadınlar gününde işten çıkarılan Roseteks işçilerinin sesi modanın kalbi olarak anılan İstanbul Fashion Week'in podyumuna taşındı. Roseteks firmasından işten çıkartılan 380 işçiden biri olan stilist Meral Özyürek, İstanbul Fashion Week’in üçüncü gününde pankartlı bir eylem gerçekleştirdi. Mankenler podyumda yürürken gazetecilerin olduğu platformun önünde podyuma çıkan Meral Özyürek, ‘Biz ürettik. Biz işten atıldık. Haklarımızı istiyoruz. Alacağız. Rose Teks İşçileri’ yazılı pankart açtı. Özyürek güvenlik görevlileri tarafından dışarı çıkartıldı.


KİMİZ BİZ? – NEYİZ BİZ? Tekrar merhaba… Yeni bir yılın başlangıcında olmamız hasebiyle çömez çağlara kendimizi tanıtmamız gerektiği kanısına vardık. Bu nedenle iş bu alt tarafta göreceğiniz ‘Vizyon, Misyon ve Değerler’’ kısmını oluşturduk. Yinede bir girizgah yapmamız gerekirse Bi Haber Fanzin; Dokuz Eylül Üniversitesi'nde çeşitli bölümlerde öğrenim hayatına devam eden, bir grup sakıncalı öğrenci tarafından çıkarılan Muzır Neşriyatır! Çoğu zaman iki haftada bir çıkar... Yazı yazmak isteyen herkes yazı yazabilir. Ama yayınlanmadan önce tüm yazıların İhtiyar Heyetimiz tarafından kurcalanması hakkını saklı tutarız! (Sansür; O bizim kıymetlimissss!) Bu noktadan sonra sizi evrensel ölçütlerdeki ‘Değerler Bütünümüz’ ile baş başa bırakıyoruz. Bizden feyzalın! Vizyon; Vizyon kelime anlamı itibariyle geleceğe dair düşünce olarak çevirirsek, aslında fanzinimizinde tıpkı üniversiteden mezun olduktan sonra işsiz kalacak milyonlarca genç gibi geleceğe dair hiçbir beklentisi yoktur. Hem boş boş konuşmanın da anlamı yok, Mayalar 21 aralıkta Dünya yok olacak diyor Aga! O yüzden,zaman az birbirinizi sevin, savaş mavaş boş işler… Misyon; Bi Haber Fanzin olarak amacımız; çağın fanzincilik anlayışını yakalamış, alanında lider!, sosyal sorumluluk çerçevesinde hiçbir halt yapmayan fakat sosyalist anlayış çerçevesinde bulunduğu ortamdan başlayarak – ki bu okuduğunuz okul oluyor – dünyayı değiştirmek! (Eee Marks Baba ne demiş; asıl olan dünyayı değiştirmektir, yorumlamak değil!) Değerler; Boş boş yatmak, Derslerde uyumak, Kafelerde takılmak, Maç seyretmek, Batak atmak, Fanzin çıkarmak, Ve böyle lüzumsuz bir sürü iş… Haa tabi birde siz değerli okuyucularımız varsınız. Sizler olmadan fanzinimiz bir hiç! Tüm bunlar işin şakası, aslında bu fanzini çıkartan bizlerde sizin gibi öğrenciyiz, siz ne yapıyorsanız bizde aynılarını yaparız. Şu koca yazıda her şey yalanda bir sizsiniz gerçek! O yüzden bu kadar yağlama-cilalamadan sonra bize yazmazsanız kırılırız ona göre. Şimdilik güle güle… İletişim; bihaberfanzin@gmail.com – bihaberfanzin@hotmail.com


YENİ YÖK DİSİPLİN YÖNETMELİĞİNE DAİR... DAİR... Hepimizin bildiği gibi, üniversitelerin amacı öğrencilere nitelikli, ilerici, bilimsel eğitim sunmaktır. Ancak gerici, ırkçı ve bilimdışı uygulamalarla üniversiteleri kontrol altına almak ve öğrencilerin yani bizlerin üstünde baskı kurmak isteyen bir kurum var tepemizde, YÖK. 12 Eylül darbesi, daha önce üniversitelerde az da olsa var olan özgürlük ve özerklik ortamını bu kurumu kurarak yıkmaya çalışmış ve ne yazık ki belli ölçülerde başarılı olmuştu. 12 Eylül faşizminin bu amaca ulaşmak için kullandığı araçlardan biri de YÖK disiplin yönetmeliğiydi. 12 Eylül darbesinin çocuğu AKP her zaman yaptığı gibi bir yanılsama yaratarak üniversiteleri özgürleştireceğini ve demokratikleştireceğini beyan ederek bu yönetmeliği değiştirdi. Peki gerçekten üniversitelerimiz bu yönetmelikle özgür ve demokratik mi? Yeni yönetmelik görüntüde eskisinden birçok şey götürse de içeriğini korumaya devam ediyor. Üniversitelerin bilim yuvası olmaktan çıkartılıp baskının ve sömürünün hâkim olduğu, sermayenin tahakkümüne bırakılan ticarethaneler haline getirilmesinin olanakları hala varlığını koruyor. İtaatkârlık ve bireycilik kültürünü üniversitelerde yeşertmeye çalışan, sorgulayanı, düşüneni, muhalif olanı terör örgütü üyesi yaftasıyla cezaevlerine dolduran AKP’nin YÖK’ü geleneği bozmuyor ve 1980’de ekilen tohumları yeşertmeye devam ediyor. Darbenin nimetlerinden ihtiyacı olanı koruyup, geri kalanını kendi ihtiyacına göre yapılandıran YÖK yeni ‘’disiplin’’ kurallarıyla sahnede! Göstermelik ekleme/çıkarmalarıyla birlikte. Yeni disiplin yönetmeliğinin birkaç yanılsama yaratacak yeniliklerine değinelim biraz da. Üniversitelerde sözde özgürlük alanları oluşturularak öğrenci muhalefeti, diğer öğrencilerle iletişim kuramayacağı belli alanlara hapsedilmeye ve işlevsizleştirilmeye çalışılıyor. Okulları reklam panolarıyla/ standlarıyla doldururken öğrencilerin afiş asmasına, örgütlenme hakkına müdahale eden zorba zihniyet bazı kazanılmış hakların var olduğu okullarda da bu uygulamayı yaygınlaştırıp elde edilen kazanılmışlıkları yok etmeyi hedefliyor. Bunun yanında yeni yönetmelik (zaten düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında anayasal bir hak olan) bildiri dağıtımını ve yükseköğrenim kurumları dışındaki bazı faaliyetleri suç kapsamından çıkararak bunu bizlere sus payı olarak sunuyor. Bu sus paylarıyla eski yönetmeliğin baskısının yok edildiği yalanını atıyorlar. Gerçekte yapılan ise eski yönetmeliğin günümüz baskı ortamına uyarlamasından başka bir anlam taşımıyor.


BÜYÜK USTA NEŞET ERTAŞ’IN ERTAŞ’IN ARDINDAN... ARDINDAN... Sanat hayatı boyunca özgün kalmayı başarmış Türkiye’nin yetiştirdiği ama bir anlamda sahip çıkmadığı değerli halk ozanımız Neşet Ertaş... Hakkında yazılabilecek sayfalar dolusu betimleme olmasına rağmen, sanatının sadelikten gelen özgünlüğü ona “halk ozanı” sıfatını kazandırmıştır. Almanya’da talihsiz bir şekilde geçirdiği trafik kazası sonucu bir ay süreyle hapis yatan büyük usta, yazdığı sade mektuplarına, Türkiye tarafından herhangi bir yanıt alamamış olması, ülkemizin bu denli önemli sanatçıların varlığına sahip çıkamayışının bir göstergesidir. O dönemde kendisine tek sahip çıkan “bozkırın tezenesi’ne” diye imzalayarak gönderdiği kitabıyla Yaşar Kemal olmuştur. Özgünlüğünü, etkilendiği tek müzisyen olan babası Muharrem Ertaş’tan almış ve müziğinde onun ruhunu yaşatarak sürdürümüştür. Para için müzik yapmamış, türkülerinde şivesini dahi bozmamış, beş yaşında başladığı müzik hayatını aynı özgün çizgide tamamlamış, birçoklarının aksine adı hiç bir zaman para ve şöhret ile birlikte anılmamıştır. Türküleriyle yeni dönem bir çok sanatçıya ilham kaynağı olmuş ve olmaya devam edecek olan değerli büyük ustamızı saygıyla anıyoruz.


BARIŞIN SESİNİ YÜKSELTELİM Her taraftan savaş çığlıkları yükselirken bir baktık ki mecliste savaş tezkeresi çıkmış, peki biz zaten bir savaşta değilmiydik. Televizyonlarda gece boyunca tartışılan savaş konusundan tutalım, Akçakale’de patlatılan bomba derken aslında biz bu savaşın çoktan bir tarafı olmuştuk. Sürece biraz daha yakından bakarsak; Ortadoğu’da Arap Baharıyla başlayan dalgalanma süreci kısa bir süre içerisinde bugün emperyalizmin isteği doğrultusunda tetiklenen bir mezhepsel savaşa dönüştü. Türkiye ise bu süreçte emperyalizme göbekten bağımlı bir ülke olarak üzerine düşen görevi aktif bir şekilde yerine getirdi. Ve bu sürecin bir yansıması olarak mecliste AKP ve MHP ittifakı ile alınan tezkere kararı bugüne kadar örtülü bir savaşın içinde olduğumuz Suriye için fiili meşru bir müdahale kapılarını açmış oldu.

BU SAVAŞI İSTEMİYORUZ! AKP’nin emperyalizmin taşeronluğuna soyunduğu bu savaşı istemiyoruz. Birkaç savaş çığırtkanının halkın onayını almaksızın kapalı kapılar arkasında almış olduğu karar yoksul halk çocuklarını ölüme sürüklemekten başka bir şey ifade etmez.Biz biliyoruz ki bu savaşta ne o tezkereyi onaylayan milletvekillerinin çocukları ne de sermayedarların çocukları olacaktır.

HALKLAR KARDEŞTİR! Daha önce dış politikada sıfır sorun hedefleyen AKP hükümeti bugün sermayenin güdümünde Türkiye ve Suriye halklarını karşı karşıya getirmektedir. Akçakale’de patlayan bombanın faili ve Suriye halklarını katili emperyalist ABD ve taşeronu AKP hükümetidir.

BU OYUNU BİZ BOZACAĞIZ! BOZACAĞIZ! AKP'nin savaş politikasının bölge halklarını çözümsüzlüğe ulaştırdığı bir gerçektir ve savaşı halkların barış şiarı bitirecektir. Sermayenin oyununa karşı yoksul halkların direnci barışın sesini yükseltecek ve zafer emperyalizmin kirli politikalarına kafa tutan halkların olacaktır.


EĞİTİM PARASIZ MIDIR? Parasız eğitim meselesi öz itibariyle karmaşık, anlaşılması zor bir mesele değildir. Ama bu noktadaki kafa karışıklığı bizzat AKP ve onu yandaşları tarafından yaratıldığından sanki zor bir mesele, küçük bir mesele gibi kıstaslar etrafında tartışılmaktadır. Bu yazı yazın üzerine çokça yazdığımız bu meseleyi daha iyi irdelemek ve ortaya koymak için bir yazı dizisi şeklinde olacak. Konunun en başından başlayacak olursak, RTE’nin ‘harçları kaldırıyorum, eğitimi parasız yaptım’ açıklaması ile gelişti süreç bir sürü şey söylendi, yazıldı, çizildi. İlk olarak haçlara bakmak gerekirse; harçlar zamanla aşınan ve kriz içine giren sosyal devlet anlayışının tavsiyesinin ilk araçlarından biri olarak göze çarpmaktadır. 1980 ile krizi iyice derinleşen kapitalist sistem bu süreçle beraber neo-liberal ekonomi politikalarına yöneldi. Artık her şey piyasa içindi. Özgürlük varsa piyasada, mutluluk varsa tüketmekteydi. Bir sürü anlaşma yapıldı. Bu anlaşmalar şimdiye kadar devletin ücretsiz sunduğu eğitim, sağlık gibi kimi sosyal hizmetlerin özelleştirilmesini ve paralı olmasını istiyordu. Yani dönem paran kadar sağlık, paran kadar bilgi dönemiydi. Harçlar ise bu dönemde ve öncesi kimilerine göre devletin sırtındaki yük olan üniversitelerin biraz ‘ağırlık atması’ için bir girişimdi. Lakin harçların gelmesiyle birlikte devlet çok kısıtlı kaynaklar ayırır hale gelmişti üniversitelere. İlk oluşturulduğunda tüm gelirlerin yüzde 60-70’ine denk gelen harçlar devleti rahatlatırken yoksul ve emekçi .ocuklarını üniversitelerden koparıyordu. Süreç böyle kalmadı. Gelişen dünya ve küreselleşme yeni tüketim alanları bulurken her şeyi birer meta haline getirmeye de çalışıyordu. Üniversitelere iktidarlar tarafından sürekli arttırılan baskı, piyasalaşmanın, sermayeyle bütünleşmenin gerekliliği zırvaları üniversiteleri ‘bilim yuvalarından’ ticarethanelere dönüştürürken harçların ağırlığı da üniversite bütçesinde azalıyordu. Üniversite bir yandan sponsor arayışlarına giriyor, diğer yandan para edecek bölümlere yükleniyordu. Kariyer günleri, sertifika programları, şirket ceolarına verilen doktoralar patlarken aslında üniversite kelimesi de patlıyordu. Arada aşırı yükseltilmeye çalışılan eylemler 95-96 yıllarında olduğu gibi on binlerce öğrencinin sert muhalefeti sonucunda geri çekiliyordu. Fakat harçlar belirleyiciliğini sürekli kaybediyordu.


Nitekim günümüze gelinirken özellikle Bologna Süreci’ninde katkılarıyla üniversitelerin yeni paydaşları vardı. Artık üniversitelerde bankamatikler vardı, her yerde reklam panoları vardı, üniversiteler akademisyenlerini şirketlere kiralıyorlardı, Ceolar rahatça kampüslerde konuşup tutmayacağı sözler veriyordu, yaşam boyu eğitim adı altında sertifika programlarıyla esnek çalışma hayatına destek sağlanıyor ve kariyer hayalleri satılıyordu. Teknokentler adı altında mühendislik öğrencileri ucuz iş gücü olarak şirketlere sunulurken, akademisyenler para gözlü insanlara dönüştürülüyor. Üniversitede artık her şeyin bir bedeli vardı ve harçlar üniversite gelirlerinin yüzde 15 kadardı. Görüldüğü üzere her şeyini sata bilen pazarlayabilen birer merkez haline gelen üniversitelerin artık harçlara ihtiyacı yoktu. Çünkü satılamayan birkaç şeyde harçların kaldırılmasıyla satılır olabilecekti. Öte yandan öğrenciler için durum çokta farklı değil. Zaten yıllık yemek, ulaşım ve barınma kalemlerine yıllık 10000 TL ile 12000 TL arası para veren üniversitelilere 200 TL indirim çokta bir şey ifade etmiyor. Bizim meselemiz ise burada başlıyor. Görüldüğü üzere harçların kaldırılması öğrencilere çok büyük bir fayda sağlamıyor. 12000 TL yerine 11.500 TL harcanmasını sağlamak parasız eğitim sağlandığı anlamına da gelmiyor. İşte bu nedenle bundan sonraki yazılarda, barınmadan ulaşıma tüm kalemler üzerinden eğitim masraflarını ve parasız eğitimin gereklerini tartışacağız. Şimdilik şunu biliyoruz; harçların kaldırılması parasız eğitim değildir! Devam edecek…


BAŞKA BİR EĞİTİM MÜMKÜN ! Giderek artan neoliberal politikaların tüm yaşam alanlarına nüfuz ettiği, eğitim sağlık gibi en temel hakların

dahi piyasalaştırıldığı, gerici hegemonyanın

derinleştirildiği bir dönemden geçiyoruz.

Kuşkusuz ki bu süreç, etkisini ve

devamlılığını gençler sayesinde sağlayabilmektedir. Bu da beraberinde, toplumun gericileştirilmesine karşı sesini yükselten, geleceğini kazanma mücadelesinde özne olabilen gençlerin var olduğu gerçeğini getirir. Ancak hem Türkiye’de hem dünyada gelişen bu tepkilerin, örgütlü bir mücadele alanına kanalize edilemiyor oluşu, bu tepkilerin ‘savunma’ halinde kalmasına, akabinde de sönümlenmesine neden olmaktadır. Eğitim Sen’in üyelik sağladığı eğitim fakültesi öğrencileri olan bizler, mücadelemize ortak olmak isteyen tüm gençlerle birlikte, bu iradeyi ve tepkiselliği örgütlü bir mücadele hattına dönüştürecek alanları belirlemek için ‘Genç Eğitimciler’ olarak yola koyulduk. Genç Eğitimci çalışması, geniş bir gençlik kesimini içine alarak ‘sözkarar hakkı’ mekanizmalarını kurması, gençliğin kendi kürsüsünü oluşturup sorunlarını tartışması ve çözüm üretmesi için önemlidir. Bu anlamda, Eğitim Sen in desteğiyle

çıkardığımız

gençliğe

yönelik

‘Arkadaş

Dergisi’,

bu

çalışmanın

yaygınlaşması ve sürekliliği açısından önemli araçlarımızdan, ürünlerimizden biridir. Dergimizin; amfilerin, üniversitenin asıl sahipleri olan bizlerin sesi olması, çalışmalarımızla büyüyeceğimiz yolda aşama katetmemizi sağlayacaktır. Mesleğine ve geleceğine sahip çıkan, herkes için parasız eğitimi savunan, eğitimin özgürleştirilmesini, sorgulayan özgür nesiller yetişmesini isteyen, çocuk işçilereçocuk gelinlere, zorunlu-seçmeli din dersi baskısına, daha az atamayla daha fazla işsizliğe hayır diyen tüm gençleri, geleceğin tüm öğretmenlerini Genç Eğitimciler’le mücadeleye çağırıyoruz.


GAYYİPTEN HABER


BU DAVET BİZİM! Bu sınavı kazanmalıyım. Evet kazanmalıyım. Sınavı kazanmak derken? Yani hangi bölüm, üniversite, şehir? Kim için, kimin kazanma bakış açısına göre? Artık şu sınav sonuçlarım gelsin. Yeter ama yerim belli olsun. Sahi senin sonuçların mı? O sıralama doğru mu? O sınav seni gitmen gereken yere mi götürüyor? Harç kalkmış. Yok, kalkmamış. Kayıt ne zaman, nerde kalcam ki? Var mıdır tanıdık aynı yeri kazanan? Dondurup bir daha mı hazırlansam? Çok çalışıp yatay geçiş mi yapsam? Eee ben bu bölümü başlamışken bitiriyim de bitirince ne yapcam ? Eee üniversite o kadar da zor değilmiş vizeler iyi geldi, daha az mı kassam? Eee dersleri kasmasam da ne yapsam? İşte buradan sonrasını ben anlatayım. İzmir büyük, seçenek çok. Neler yaparsın neler. Mesela sabahlara kadar mekan mekan gezer sonra öğlene kadar yatar süslenip arkadaşlarınla ‘kahvaltıya’ gidersin. Sonra derse uğrarsın ama hoca çok sıkıcı olduğundan zaten sınıfta kalsan da senin için bişey değişmiyodur kesin. Bu nedenle çıkar bi de akşam için hazırlanır Alsancak yolunda ilerlersin. Tabi gün geçtikçe kılık kıyafete, makyaja (kadınlar için) yatırdığın para artarken sen de ilk tatilde evde bi şok yaşatırsın. Belki aradığın arkadaşları bulamamış, sırf yalnız kalmamak için de milletin kahrını çekemeyeceğin için kendini internete, oyunlara vermişsindir. Belki de lise de daima görüşeceğini ve aynı ilgiyi bulacağını düşündüğün arkadaşların gittikleri şehirdeki yoğunluklarından seninle bu yalnızlığı paylaşamamış depresyonu eşiğine gelmişsindir. Ders mi? Sanki sınıftakiler sana tuhafmışsın gibi bakıyolar boşversene. Zaten gitmek istemiyo musun? Ya da… haberim var geçen bi afiş gördün di mi? Bi kere de kağıt uzattılar ama sen yine reklam kağıdı sandın almadın sonra fark ettin. Aslında sen kitap okumayı da severdin şu sınav maratonundan önce. Hatırlıyorum, sen o dizilerde tikilere değil düşüncelere özenirdin hep. Aslında üniversiteye gelince kulüplere üye olmaya, kültür sanat etkinliklerini, kurslarını takip etmeye kalktın ama olmadı işte. Tek olmuyor, hem istediğin sponsor aramak, konsere gitmek değil sadece. Hani o afiş vardı ya peşine düş. Çok ciddiyim. İnan başka bir hayat var. Kardeşlik var, paylaşmak var, bilim var, umut var. Ayrıca haberim yok sanma senin karaladığın şeylerde vardı kağıtlara. Kalemleri kırmadan, sinirden arkalarını ısırmadan Bi Haber’de birlikte karalasak ya.


SOL KANAT Onu bu sayfalara yaşarken konuk etmek isterdim. Fakat onun hakkında kelam etmek aklımda olsa da, onu yazmak o öldükten sonraya nasip oldu. Fazla uzatıp vefasızlığımızı iyice ifşa etmeyelim. Abiler, ablalar sol kanattan ceza sahasına yalnız başına giren yoldaşımız Metin Kurt! Sol kanat diye bir bölüm yazmaya başladığımda Türkiyeli futbolculardan hangisini yazmak istediğimi sorsalar ilk Metin Kurt derdim. Neden mi? Çünkü ilk olarak benim açımdan malzeme bol. Solcu, sendikacı ve futbolcu. Üstelik hepsinde de çok başarılı. İkinci olarak, o cidden yeşil sahalardaki son gladyatörlerden. Metin Kurt bir dönemin Galatasaraylılarının yıldızı. Türkiye’nin en iyi kanat oyuncularından. Belli bir kanadı yok Metin Kurt’un bunun nedenini yine kendisinden dinleyelim; ‘‘Halka en yakın yer neresi? Çizgi. Ben de çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum. Kapalının önünde oynamamak için bir devre sağ açık, bir devre de sol açık oynardım.". Onun lakabı çizgiydi. Tamda açıkladığı gibi halka yakındı, emekten yanaydı. Sendikal örgütlenme çalışmaları yaptığı için, hakkını savunduğu için Galatasaray’dan da daha sonra gittiği Kayserispor’dan da uzaklaştırıldı. Susturulmaya çalışıldı, yalnız bırakılmak istendi… Olmadı hiç biri onu durduramadı. Çünkü onun inandığı her şey kalbindeydi ve inanmadığı her şey yedek kulübesindeydi. Evet bizde onun gibi futbolun borsada değil, arsada güzel olduğuna inanıyoruz. Bizde atılan hiçbir şutun emekçinin kalesine girememesini istiyoruz. Ama Kesmeşeker grubuna da katılmıyoruz. Çünkü o hiç yalnız olmadı ceza sahasında, hep yoldaşları vardı yanında. Çünkü o Çizgi Metin’di. O halka yakındı. Çünkü herkes Harranlı, o sendikalıydı. Şimdilik bizden bu kadar… Metin Kurt’u geç tanımanın ve tanıtmanın utancıyla hoşçakalın…


ALTERNATİF FİLM – NOVIEMBRE Yönetmenliğini Achero Mañas'ın yaptığı ispanyol yapımı filmin başrollerinde Oscar Jaenada ve İngrid Rubino boy göstermektedir. 2003 yapımı film sürükleyici kurgusu ve çarpıcı finaliyle Avrupa sinemasını komedi-dram alanında temsil etmektedir. Film, Madrid'e drama okumak için gelen Alfredo'nun öncülüğünde yola çıkan bir grup gencin, daha özgür, kalpten gelen ve insanlara yaşadıklarını hissettirecek bir tiyatro anlayışı yaratma çabasını anlatmaktadır. Tiyatronun sokakta, halkla iç içe ve insanları oyunun bir öznesi haline getirerek yapılması gerektiğine inana Alfredo ve grubu Noviembre (Kasım), kendilerinin derledikleri dekorları ve ortak yazdıkları manfestolarıyla sokaklardaki yerlerini alır. Kapitalist bir düzendeki idealist bir grup gencin yaşadıkları zorlukları gerçekçi ve duygu yüklü bir şekilde işleyen film, bir yandan da hayatı bulundukları alandan doğru değiştirmeye çalışan ekibin yaratıcı ve sınırları zorlayan çabasını mizahi bir üslupla anlatmaktadır.

ALTERNATİF KİTAP – KAPLUMBAĞALAR Fakir Hoca’nın eşsiz kaleminden çıkan bu eser, diğer eserleri gibi köy yaşantısına parmak basan, yaşanan sıkıntıları gösteren kitaplarından biri. Fakir Hoca’nın akıcı kalemi ve konusu sayesinde okunması kolay ve akıcı bir eser Kaplumbağalar. Ankara’ya bağlı bir bozkır köyü olan Tozak’ta geçmekte hikaye. Tozak etrafı Sünni köyleriyle çevrili bir Alevi köyüdür. Komşu köylerle yaşam tarzlarında ki faklılık, köyün şartları derken Tozak köylüleri için hayat çok zordur. Tam umutsuzluğun ortasında köy eğitmeninin ortaya attığı bir fikir köy halkına umut olur. Umutlarının peşinden giden köylüler bu macera sonunda umutlarının yok olmasını da, devletin ihanetini de intikamı da görürler... Köy hayatını ve devletin, kişilerin bu yaşam alanına etkilerini anlamak için birebir bir kitap. Okunması tavsiyemizdir...


TARİHTE 15 GÜN 16 Ekim 1934 Yürüyüş’’ başladı.

Çin’de

‘’Uzun

18 Ekim 1977 – Ulrike Meinhof ve arkadaşları hapiste öldürüldüler. 25 Ekim 1984 – Hıdır Aslan idam edildi. 29 Ekim 1923 – Cumhuriyet İlan edildi. 30 Ekim Ankara’ya başladı.

1968 – Samsun’dan ‘Bağımsızlık Yürüyüşü’

KİBELE TİYATRO TOPLULUĞU Topluluğumuz kurulmadan önce, arkadaş ortamımızda -daha önce içinde bulunan bulunmayan-birçoğumuzun tiyatroya ilgili olduğunu, fiilen uğraşmak istediğini fakat bunu yapmak için bir alan bulamadığını fark ettik. Öyleyse o alanı yaratmanın vakti geldi çattı diyerek planımızı programımızı yaptık, topluluğumuzu kurduk. Üç aylık bir eğitim sürecinin ardından "Çöplük" adlı oyunu oynamaya karar verdik.Yine 2-3 aylık bir hazırlık sürecinden sonra oyunumuzu sergiledik.Bu süreçte çalışma alanı konusunda TAKSAV (Toplumsal Araştırmalar, Kültür ve Sanat için Vakıf)'dan yardım aldık. Serüvenimize bu sene yeni ve daha farklı bir süreç yaşayarak devam etmek istiyoruz.Katılmak isteyen arkadaşlar bize aşağıdaki telefon numarasından veya mail adresinden ulaşabilirler. Tel: 0554 239 71 70 Mail: kibeletiyatro@hotmail.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.