Ortak Zemin 12. Sayı

Page 1

Editör'den Üç Aylık Kültür ve Düşünce Dergisi

YIL: 6 SAYI: 12

Temmuz-Ağustos-Eylül 2013

Fiyatı: 3,50 TL ISSN: 1307- 6558

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla (Bi Navê Xwedayê Mihrîvanê Dilovîn)

Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü İbrahim KORKUT

Yaz sıcaklığında ve üç ayların bereketiyle siz değerli okuyucularımızı Allah'ın selamıyla selamlıyoruz: Es-selamünaleyküm ve Rahmetullah…

Genel Yayın Yönetmeni

Bir lütfü Rabbanî olan teknoloji ve kelam sıfatının tezahürü olarak lisan ve kalemlerde nakşolunan medyanın tasavvuruna dair edebi İslami'ye ile müteeddip değerli yazarlarımızın kaleminden, hayatı ve medyayı okumanın tohumları ortak zeminimize ekilmesiyle zihin dünyanızda neşv u nema bulması bizi bahtiyar kılmaktadır.

Zeki KAYA Yayın Kurulu Selami YÜKSEL Ahmet KAVMAZ İbrahim KORKUT Necdet AÇIKGÖZ M. Emin KORKUT Abdullah ALP Hukuk Danışmanı Av. Sabri SAYAN Yayın Türü Bölgesel & Süreli Yayın Basım Tarihi Temmuz 2013 İrtibat Adresi Bey Mh. Eblehan Cd. No: 12/1 Şahinbey / GAZİANTEP Tlf: 0342 220 07 18

ortakzemin@hotmail.com Posta Çeki Hesabı İbrahim Korkut Hesap No: 544 97 32

Yazıların Tüm Sorumluluğu Yazarlarına Aittir.

Teknolojinin günümüzde hayalleri bile hayretler içinde bırakan seviyeye gelmesinde peygamberlerin mucizeleri en önemli yeri tutmaktadır. Zira her biri medeniyet harikasının alt zemininde mutlaka mucize-i nebeviye yer almaktadır. İnsanoğlunun ulaşabileceği nihai noktalar gösterilmiş, ta insanlık çalışıp ona ulaşsın... Medya diye tabir edilen iletişim araçları eğer sağlıklı bir felsefî arka planla çalışırsa insanlığa faydası olacaktır. Çünkü hiçbir düşünce, görüntü ve fikir kendi yazarın felsefî dünyasından etkilenmeden insanların tasarrufuruna sunulamaz. Bunun farkında olarak Bediüzzaman fikirleri terbiye edebilmede, zihinlere yol haritası çizebilmek için edipleri başta edepli olmayan davet ediyor… Ancak edepli, ayna olur Şems-i Hakka… Dağıtır edeb-i İslamiyeyi halka... Milletin bu tarafgirlik asrında Tevhidini güncelleyip, Hakîm ve Âlim olan Rabbül Âleminin kalbimize ve aklımıza tezahürü perspektifinde, Bîtaraf olup, medyanın istikamet dairesini istimal edene kadar müteyakkız ve azami gayrete devam… Ey izzet-i nefsi payimal olan, basiret dağdarı mazlum millet-i İslamiye!! Uyanmanın, şahlanmanın vakti gelmedi mi?? Ya Rabbi!! Üç ayların bereketiyle ve Ramazan-ı Şerifin hürmetine bizi bayrama kavuştur ve aklı hür, fikri aydın, kalbi iman ile mücehhez ümmet-i İslamiye'ye saadet bayramı nasip eyle, ÂMİN… Bir sonraki sayıda kavuşma duasıyla, hepinizi Hafîz olan Allah'a emanet ediyorum.

GRAFİK - TASARIM - BASKI

matbaa-yayıncılık-promosyon ve ofis sistemleri

Tel: 0 342 231 52 23 Fax: 230 19 61 İncilipınar Mah. Kıbrıs Cad. No: 18/E Şehitkamil / GAZİANTEP grafik@ahidajans.com • bilgi@ahidajans.com

www.ahidajans.com

www.ortakzemin.com


İÇİNDEKİLER

ED�PLER EDEPL� OLMALI Modern anlamda bas�n geli�meden önce de insanl�k ahval-� saireyi ve hafiyeyi ö�renmek ihtiyac�n� hissetti�inden bu vazifeyi deruhte eden f�traten merakâver ve mütecessis �ah�slar her tarafta bulunurdu� Ço�u zaman meccanen ve bazen de idarecilerden hediye ve atiye almak gayesi ile bu vazifeyi yaparlard�� Ubeyd KUDAT

2

MEDENİYET HARİKALARINDA PEYGAMBERLERİN ROLÜ Kar�ncay� emirsiz, ar�lar� ar� beysiz b�rakmayan �lahi Kudret insan� da �eriats�z ve Nebisiz b�rakmaz. Kar�nca ve ar� gibi canl�lara bile bir nizam ve bir yol gösterici tayin eden Rabbimiz, �lahi adeti gere�i insan için de tüm hayat�n� ku�atan bir din ve her konuda rehber olacak bir Peygamber göndermi�tir.

AVRUPA MEDEN�YE��N�N �LERLEMES�N�N NEDENLER� NELERD�R?

Bediüzzaman Said NURS�

5

ED�PLER EDEPL� OLMALI Ubeyd KUDAT

6

MEDEN�YE� HAR�KALARINDA PEY�AMBERLER�N ROLÜ M. Arif KOÇER

8

SANAL ÂLEM� NURLANDIRMAYA VAR MISINIZ ??? Uzm. Cemil PASLI

10

�EVH�D �ÜN�ELLENMEL� Bilal ULUYAZI

12

EL �EZER� VE �EKNOLO�� Sibe��e�i� bi�i�i�i� b�b��� EL �EZER� Osman AKIN

16

�SLAM B�L��NLER�N�N �ALI�MALARI Hasan HALHALLI

18

NASIL B�R DE����M Ayhan SA�MAK

20

������� F������ Vic������� NECDET AÇIKGÖZ

21

ARAP BAHARI'NA FARKLI B�R BAKI� Z�YAD ER

23

S�MÜRDÜLER� Ömer Faruk YILDIRIM

25

10. S�Z'ÜN �EMS�L� H�KÂYES�NDE BAHSED�LEN � MÜ�ADELE ALANI Muhammed Baran ARAS

26

MODERN DÜNYADA KADIN SORUNU Metin YA�MUR

27

Z�HN� BULANIKLAR ANLAR HAL�� MAHMUT G�NDE�

30

NEDEN HZ. MUHAMMED? Servet YILMAZ

31

Re������� Aynur KU�

33

M. Arif KOÇER Ubeyd A. KUDAT

Yüce Yarat�c� insan� bir bilgisayar gibi yapt� ve ona iki farkl� program yükledi. [Nefse ve onu düzgün bir biçimde �ekillendirip ona kötülük duygusunu(fücur) ve takvas�n� (kötülükten sak�nma yetene�ini) ilham edene (yükleyene) and olsun ki, nefsini ar�nd�ran kurtulu�a ermi�tir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana u�ram��t�r. (�ems, 91/7-10)] Uzm. Cemil PASLI

TEVHİD GÜNCELLENMELİ Hz. Adem (a.s) ile ba�layan �man ve Küfür mücadelesinin mahiyeti Tevhid ve �irk mücadelesidir. Tevhidin bayraktarl���n� yapan enbiyan�n kar��s�na �blisin yeti�tirdi�i Ukalalar ç�km�� ve �irkin temsilcileri olmu�lard�r. Bu mücadele Rabbu'l Alemin'in rububiyet ve ulûhiyetinin hakk�, hakikati ve laz�m� olan tevhid ile bu hakk�n sahte ilahlarca sahiplenmesi demek olan �irkin mücadelesidir. Bilal ULUYAZI


37

E�� �MDE YEK� AKLAYI�LAR Prof.Dr.Mehmet Zeki AYDIN

39

TEKNOLNJ�JK�K A�LE YA�AMIKA E E�S� Mehmet TA�

41

BÖYLE BUYURDU SAM AMCA� M. TALHA AK

43

�a�ta �a��ar���� E�r��ma�� Mahremiyete Say�� G��teri�me�i

EL CEZER� VE TEKNOOJ�

Bugün insano�lunun en vazgeçilmez ihtiyaçlar�ndan biri haline gelen bilgisayar�n temelleri, bundan yakla��k dokuz as�r önce Müslüman bir bilim adam� tara��ndan at�ld�. Küreselle�menin en büyük etkenlerinden olan haberle�me ve insan hayat�n� kolayla�t�ran mekanik ve elektronik aletlerin ilk örneklerini de yine bu müslüman bilim adam� verdi. Osman AKIN

3

46 Tayfur ÖZEN

KISSADAK ��SSE Orhan OCA�

47

TÜRKÇE KOLU BA�EANIMIZIN YÜZÜNDEN OKUYAMADIM Selami GÖRGÜN

50

CEKKE MEY ES� � ÜZÜM

52

Ey Ü�ta��m� Ramazan ÇET�N

54

SA�AB� E AB�UKDAN LA �F KÜE ELER

55

�AVA� EORKAKLARIK ��� Murat ADIGÜZEL FIRTINA KAÇI�I Seyithan KAYA ÖZGÜRLÜ�ÜK ÜLEES�KE UÇMAK MUSTAFA ALAGÖZ GÜLLER MU�AMMED�E BEKZ�YNR D�YE Murat ÇAKIRO�LU �N�ÇAKAL DÜNYA Servet altun

57 58 59

�nsanlar�n bilgisi ise, bilinen �eylerin (yani bilgiye konu olan �eylerin) suretlerinin onlar�n(insanlar�n) zatlar�nda daha mevcut de�ilken, sonradan mevcut hale gelmesidir. NECDET AÇIKGÖZ

Hz. Muhammed (sav) hayat�, incelenmesi ve tetkik edilmesi gereken en mümtaz bir �ahsiyeti âli ve madeni galidir. Biz insanlar f�trat�m�z itibar�yla hayat� ya�arken do�ru ve istikametli bir hayat için devaml� olarak ara�t�rma ve de�erlendirme yaparak kararlar�m�z� veririz. �nsan denen bu canl� ve �uurlu varl�k�� ali yüce Rab taraf�ndan çok detayl� ve donan�ml� bir surette yarat�lm�� olup, meydan� imtihana sevk edilmi�tir. Servet YILMAZ

60 61

BULMACA

62

Ödüller

63

DUVAR YAZILARI

İÇİNDEKİLER

� �FFE �K NDAK NOKTASI� Tayfur ÖZEN

64

Mümin erkeklere bak��lar�n� k�smalar�n� ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalar�n� söyle. Bu onlar için en uygun olan davran��t�r. Allah yapt�klar� her �eyden hakk�yla haberdard�r. "(Nur suresi 30.AYET) Zaman�n en büyük fitnesinin fitili; Bakmak� Her günah iskelet itibariyle ayn� diyebilece�imiz hüviyete sahiptir. Tayfur ÖZEN



?

Bediüzzaman Said NURSİ

E

mma ba’d: Şu zamanın medenî engizisyonu müdhiş bir vesile ile bazı ezhanı telkih ile bir kısım nâmeşru evlâdını vücuda getirip, İslâmiyet’e karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder. diyanetsizliğe veya lâubaliliğe veya Hristiyanlığa temayüle veya İslâmiyetten şüphe ile soğutmağa bir kapı açmak ister.(Haşiye1) İşte o desise şudur: “Ey Müslüman! Bak, nerede bir Müslim var ise binnisbe fakir, gafil, bedevidir. Nerede Hristiyan var ise, bir derece medeni, mütenebbih, ehl-i servettir. Demek... ilâ ahir...” Ben de derim ki: “Ey Müslüman! Biri maddî, biri manevî Avrupa rüçhanının iki sebebinin şu netice-i müdhişiyle o neticenin tesir-i muharribânesine karşı mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyet’ten elini gevşetme, dört el ile sarıl, yoksa mahvolursun.” Evet, biz aşağıya iniyoruz, onlar yukarıya çıkıyor. Bunun iki sebebi vardır; biri maddî, biri manevîdir. Birinci Sebep: Umum Hristiyanın kilisesi ve maden-i hayatı olan Avrupa’nın vaziyet-i fıtriyesidir. Zira dardır, güzeldir, demir madenidir; girintili-çıkıntılıdır. Deniz ve enharı, bağırsaklarıdır. bariddir. Haşiye 1- Şu risalede beni belki ehl-i tefrit zannedeceksiniz. Lakin benim karşımda ve zihnen onlara hitap ettiğim adamları görseniz, onların ifratları derecesinden “on”lara “bir” nisbetinde tefritte bulunmuşum görürsünüz. 1- Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla 2- “Bazılarınız bazılarını gıybet etmesin” (Hucurat Suresi: 12) diye buyuran Allah’a hamdolsun. “İnsanlar helâk oldu, insanlar helâk oldu diyen kimse helâk olmuştur.” (Müslim,Birr: 139; Ebu Davud, Edeb: 77) diye buyuran Muhammed’e salât olsun. Evet, Avrupa küre-i zeminin hums-u aşeri iken nev-i beşerin bir rub’unu letafet-i fıtriyesiyle kendine çekmiş. Hikmeten sabittir ki, efrad-ı kesirenin içtimaı, ihtiyacatı intac eder. Görenek gibi çok esbab ile tekessür eden hâcât, zeminin kuvve-i nâbitesine sığışmaz. İşte şu noktadan ihtiyaç sanata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefahete hocalık edip, talime başlarlar. Evet; fikr-i sanat, meyl-i marifet kesretten çıkar.

Avrupa’nın darlığı ve deniz ve enharı olan vesait-i tabiiye-i münakale içinde dolaşması sebebiyle tearüf ticareti, teavün iştirak-ı mesaiyi, temas telâhuk-u efkârı, rekabet müsabakatı tevlid ederler. Ve bütün sanayinin maderi olan demir madeni kesret ile içinde bulunduğundan, o demir, medeniyetlerine öyle bir silah-ı kuvvet vermiştir ki, dünyanın bütün enkaz-ı medeniyetlerini gasb ve garet edip, gayet ağır bastı, mizan-ı zeminin muvazenetini bozdu. Hem de her şeyi geç almak, geç bırakmak şanından olan burudet-i mutedilâne, sa’ylerine sebat ve metanet verip, medeniyetlerini idame etmiştir. Hem de ilme istinad ile devletlerinin teşekkülü, mütekabil kuvvetlerinin tesadümü, gaddaraneistibdatlarının iz’acatı, engizisyonâne taassublarının aksü’l-amel yapan tazyikatı, mütevazi unsurlarının rekabetle müsabakatı, Avrupalıların istidatlarını inkişaf ettirip mezâyâ ve fikr-i milliyeti uyandırdı. İkinci Sebep: nokta-i istinaddır. Evet her bir Hristiyan başını kaldırıp, müteselsil ve mütedahil maksadların birine el atsa, arkasına bakar ki; istinad edecek, kuvve-i maneviyesine daima imdat edip hayat verecek, gayet kavi bir nokta-i istinad görür. Hatta en ağır ve büyük işlere karşı mübarezeye kendinde kuvvet bulur. İşte o nokta-i istinad, her taraftan ellerini uzatan dindaşlarının uruk-u hayatına kuvvet vermeye ve İslâmların en can alacak damarlarını kesmeğe, her vakit âmade ve dessas, medeni engizisyonun taassubu ile, maddiyyunun dinsizliği ile yoğrulmuş ve medeniyetlerinin galebesi ile mest-i gurur olmuş bir müsellah kitlenin kışlası veya büyük kilisesi olan Avrupa’nın medeniyetidir. Görülmüyor mu ki, en hürriyetperveri olan İngiliz1 elini uzatıp arıyor. Nerede Hristiyan bulsa hayat veriyor. İşte Habeş, Sudan; işte Tayyar, Ertuşi; işte Lübnan, Havran; işte Malisur ve Arnavud2... ilâ ahir.

GÜNDEM

AV RU PA M EDEN İ Y ETİ N İ N İLERLEMESİNİN NEDENLERİ NELERDİR

5


GÜNDEM

EDİPLER EDEPLİ OLMALI

6

Ubeyd KUDAT

M

odern anlamda basın gelişmeden önce de insanlık ahval-ı saireyi ve hafiyeyi öğrenmek ihtiyacını hissettiğinden bu vazifeyi deruhte eden fıtraten merakâver ve mütecessis şahıslar her tarafta bulunurdu… Çoğu zaman meccanen ve bazen de idarecilerden hediye ve atiye almak gayesi ile bu vazifeyi yaparlardı… Zira doğru haber, selim akıl ve tecrübe ile beraber bilginin temel kaynaklarından birisidir… Tarih-i kadim bunu yapan şahısların ekseriyetle o günün entelektüelleri sayılan şairler ve vakanüvisler olduğunu kayd eder… O gün de elbette doğru haberlerle yanlış haberler bazen iç içe nakil ediliyordu… Çünkü yazılı kaynaklar ve belgelerden daha çok sözlü aktarımlar esastı… Onun için masallar ile vakıalar, efsaneler ile hakikatler karışabiliyordu… İlim merakı veya fesad ve menfaat Saikleri ile yola çıkan iyi ve kötü niyetliler o gün de vardı elbette… İbn-i Haldun’un ‘Mukaddime’sinde çokça rastladığımız gibi muhakkikler, analitik bir mantıkla doğru ile yanlışı birbirinden tefrik ederlerdi daimen… Esasında iletişim araçları vesilesi ile insanoğlu kendini daha iyi tanıyabilir ve kendi inanç ve duygularını daha iyi çözümleyebilir. Değişimler iletişimle başlar çoğu zaman… Sosyal ilişkilerden ve sağlıklı iletişimden mahrum olan kişi ve topluluklarda empati ve farkındalık gelişmediğinden, o topluluklar birçok maraz ile malul olurlar… Bugün ise; insanoğlu için iletişim en temel ihtiyaç sırasına geçmiştir ve doğru iletişime her zamandan daha çok ihtiyaç hissedilmektedir. Medya bilgiyi yayar. Günümüzde görsel kanallar, yazılı araçlardan daha etkin konuma gelmiştir… Bir anda

milyonlarca kişiye ve birçok kıtaya bu kanallar vasıtasıyla ulaşılabiliyor… Kişilerin sevab ve günahları bu araçlar vesilesi ile bir kalmıyor artık bir anda milyonlarca tekessür edebiliyor. Binaenaleyh bu çağda doğru habere her zamandan daha çok muhtaç haldeyiz… Üstad Bediüzzaman’ın nutuk ve makalelerini referans alarak medya ve basın ile ilgili temel parametreleri belirleyebilir ve bir yol haritası çıkarabiliriz kanaatindeyim… Evet, medyanın iki önemli vazifesi var: 1- Dellalü’l mehasin ve’l meayib… Güzel şeyleri ilan ile ona karşı rağbeti teşvik etmelidir… Bilhassa umum millet adına ve bitarafane olarak idari tasarruflara murakkıbtır... Bu husustaki tesirini muhafazası ciddiyeti ile paralel olur… Kötü şeyleri de düzelmesi için tenkid eder ve yol gösterici eleştirileri de bulunur. Zira tenkidin saiki; ya nefretin teşefisidir veya şefkatin tatminidir. Dost ve düşmanın ayıbını görmek gibi… 2-Hatibü’l umumi veya h

u

t


Fikri ve felsefik olanlar; kıyas-ı fasid ve cerbezeden uzak durmalı, seviyeyi nazara alarak çocuğa felsefe-i tabiye dersi vermemeli, milletlerin ve coğrafyaların, mekânların ve çevrenin farklılığını bilmeli, toplumların kültürel ve siyasal durumlarını ve tarihsel geçmişlerini nazara almalı… Örneğin Avrupa medeniyetinin sosyo-kültürel arka planını ve tecrübelerini bilmeden salt felsefik ve teorik bilgilerle mukteza-yı hâle muhalif yanlış model tavsiyelerinden vazgeçmelidir… Zira yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve mukteza-yı hâli düşünmemekten ileri geliyor…

Medyanın asli vazifesi; toplumdaki birliği tahkim etmektir yoksa farklılıkları kaşıyarak ayrılık yapmak değildir… Bilhassa İslami dava iddiasıyla ortaya çıkan medyanın en önemli vazifesi; İslam birliğine hizmet etmek ve i’la-yı kelimetullahı hedef-i maksad eden Müslümanların hergünki naşir-i efkârı olduğunu unutmamak… Menfaat, fikr-i intikam, şahsiyat (kişinin özel hayatıyla ilgili konular) ve asabiyetin her türlüsünden uzak durmalılar… İş bölümü esasına göre; her şeye el atan değil, bir misyon çerçevesinde vizyon sergilemelidir… Genel olarak medyayı; siyasi, fikri ve eğlendirici olarak kısımlara ayırabiliriz…

Mizahı esas alanlar ise; ahlak-ı İslamiyeyi sarsan müstehceniyat ve seviyesizliklerden uzak durmalı, hakeza; kafiye için Safiye’yi feda eden bedbaht şairler gibi ciddiyetsizliklere girmemeli… Mizahın da bir ahlakı olduğunu unutmadan toplumsal iletişim ve talim için onu aracı kılmalı…

Siyasi misyonu esas alan medya; ciddiyetini, hassasiyetini ve haddini bilmelidir. Dünyadaki yönetim tecrübelerini analiz ederek yöneticilere yol gösterebilir fakat onlara tahakküm edemez…

Elhasıl; medya temsil ettiği toplumsal kesimlerin hassasiyetlerini ve ihtiyaçlarını ideolojik gözlüklerden azade olarak doğru yansıtmalı, onların hissiyatlarını araçsallaştırmadan onlara hizmeti esas almalı ve hedef-i maksad olan toplumsal uzlaşma ve birliği unutmadan itidallı olmalı, matbuat nizamnamesini de her şeyden önce; toplumsal hassasiyetler, vicdandaki hiss-i diyanet ve niyet-i halise tanzim etmelidir…

GÜNDEM

mürebbiyü’l efkârdır… Milletin efkârını olgunlaştırmalı, seviyesini yükseltmeli ve yayınları ile her eve giren yaygın bir üniversiteye dönüşmeli… Yüzeysel düşünmeye mütemayil genel halk kitlelerini daha analitik düşünmeye sevk etmeli… Sebeb-sonuç hiyerarşisini ve sosyal yasaları iyi tesbit etmeli. Geleceğe projeksiyon tutabilmelidir ki; milleti kaostan, yeis ve ataletin bataklığından kurtarabilsin… Geleceği aydınlatan bir projeksiyona dönüşmesi için ise; sahih tarih perspektifini, terakki etmiş milletlerin tecrübelerini ve zamanın ruhunu iyi yakalamalıdır…

7


KAPAK DOSYASI 8

MEDENİYET HARİKALARINDA PEYGAMBERLERİN ROLÜ M. Arif KOÇER

K

arıncayı emirsiz, arıları arı beysiz bırakmayan İlahi Kudret insanı da şeriatsız ve Nebisiz bırakmaz. Karınca ve arı gibi canlılara bile bir nizam ve bir yol gösterici tayin eden Rabbimiz, İlahi adeti gereği insan için de tüm hayatını kuşatan bir din ve her konuda rehber olacak bir Peygamber göndermiştir. Hiçbir kavme de Peygamber

göndermeden o kavmi yaptıklarından sorumlu tutmamıştır. Nebiler, manevi, ahlaki, dini alanda insanlara rehber kılındığı gibi, maddi, teknik konularda da bizlere yol gösterici kılınmıştır. Bu yol gösterme Kur’an’da bazı harika tarihi olayların nakli ve Peygamber mucizeleri şeklinde yer alır. Beyanı mu’cize olan Kur’an, onlarca mucizeyi bizlere hikâye olsun diye anlatmaz. Bilakis o mucizelerde bu harikalara ilişkin Yaradan’ın bir kanununun, İlahi âdetinin kâinatta olduğunu bizlere işaret ederek, bunu tespite ve mucize olarak yapılanların teknik olarak benzerlerini yapmaya bizleri teşvik eder. Çünkü Kur’an bu mucizelere sinesinde yer vermekle bunlara kıymet verdiğini ifade etmektedir. Bu konudaki onlarca misalden, birkaçını belirtmek gerekirse; “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi katetmiştir.”(Sebe, 12)Bunun

ile havada uçabilmenin nihai noktasını, aletsiz uçuş olarak Cenabı Hak çizmiş ve bu noktaya ilişkin bir kanunu, nizamı olduğunu, nefsimizin tembelliğini bırakarak çalışmamız, tespit etmemiz halinde uçacak aletler yapmanın ve uçmanın mümkün olduğunu belirtir. Hazret-i Musa a.s. mucize olarak elindeki asayı taşa vurmuş ve taşın on iki yerinden su çıkmıştır. “Asanı taşa vur! Demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göz fışkırmıştı.” (Bakara, 60) ayeti bundan bahseder. Bununla taşların içinde su cetvelleri olduğunu ve asa gibi onu delecek ve kaynaklara ulaşacak bir cihaz ile bunların yeryüzüne çıkarılıp istifade edilebileceğine işaret ve teşvik eder. Hazret-i Davut a.s. mucize olarak, eline aldığı demiri eritmiş ve ona istediği şekli vermiştir. Kur’an “Demiri onun için yumuşattık” (Sebe, 10) ayetini nakletmekle, demirin eritilebilerek şekil verilebileceğine işaret ederek, sanayinin temeli olan bunu gerçekleştirmeye bizleri sevkeder. Hazreti Süleyman a.s. hayvanlar ve cinler ile konuşarak onları istihdam etmiş, onlardan faydalanmıştır. “Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören bazı şeytanları (onun emrine verdik) “ (Enbiya, 82) “Bize kuşların dili öğ-


retildi “ (Neml, 16) Bununla, cinler ve hayvanlar ile temas kurularak anlaşılabileceğini ve dünyanın imarı için bundan faydalanılabileceğine işaret ve teşvik etmiştir. Hazreti Süleyman a.s. Sebe Melikesi Belkıs ile görüşmek istediğinde, “Yanında Kitaptan bir ilim bulunan kimse; “Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” dedi. (Süleyman) Onu (Belkıs’ın tahtını) yanında hazır bulunca…(Neml, 40). Bu olayda, Belkıs sadece görüntüsü değil, cismi, sesi, kokusu ile de hazır edilmiştir. Demek ki, sadece görüntü-

nün değil, cismin, kokunun da nakli mümkün olup, buna ilişkin ilahi bir düzen kâinatta vardır. Bundan faydalanmaya bizleri teşvik eder. Işınlanma denilen olayın gelecekte başarılması muhtemeldir. Hazret-i İsa a.s.mucize olarak, görmeyen gözleri iyileştirmiş, hatta ölüleri bile diriltmiştir. “Allah’ın izniyle körü ve alaca hastalığına yakalananları iyileştiririm ve ölüleri diriltirim.” (Al-i İmran, 49) ayeti de bu hususu işaret etmektedir. Kur’an bu yüce Nebisinin güzel ahlakına uymaya insanları teşvik ettiği gibi, elindeki yüksek sanata ve tıp ilmindeki mucize olarak yaptığı harikaların benzerini yapmaya da insanları teşvik eder. Manen der ki, her hastalığın çaresi kâinat denilen eczanede yaratılmıştır. Çalış ve bul. Hatta ölüme bile geçici bir hayat rengi vermek mümkündür, der. Hazret-i İbrahim a.s. ateşe atıldığı halde, emir al-

tında hareket eden ateşe “Ey ateş İbrahim için serin ve selametli ol” (Enbiya, 69) emredilerek yakılmaması mucize olarak temin edilmiştir. Bununla, kanunları, düzeni yaratan Rabbin, o kanunları Nebisini tasdik için değiştirmesi olayı, yani mucize vardır. Aynı zamanda bu harika olayda, “selametle yakma” beyanıyla, sıcaklığını alarak cismi yakan “burudet” denilen ateşin cinsine de işaret eder. Yine, İbrahim a.s. ı yakmayan ateşin O’nun gömleğini dahi yakmamasıyla da, ateşin yakamayacağı maddelerin kâinatta yaratıldığını, bunları keşfederek insanlığın yararına kullanmaya insanları sevkeder. Görüldüğü üzere, tüm Nebiler, manevi alanda bizlere en güzel rehber oldukları gibi, maddi keşifler alanında dahi, ellerindeki mucizelerin yol göstericiliği ile bizlere rehber olmuşlar, kendilerini Peygamber olarak gönderen Rabbin, kâinatta mucizelerin işaret ettiği bir düzeni olduğunu belirtmiş ve bizleri teşvik etmişlerdir. Medeniyet harikaları iddia edildiği gibi sadece Batı Medeniyetinin malı ve icadı değildir. Asırlar üzerinde, Nebilerin yol göstericiliğinde, insanların, hatta cinlerin birikimlerinin toplamı ve tüm insanlığın ortak malıdır. Öyle ise insanlık, gelinen teknik seviyeyi, haddi aşmak, insanları tüketen sıradan varlıklara dönüştürmek, heva ve hevesle azmak ve Rabbe başkaldırmak için kullanmamalıdır. Belki, bunların birer nimet olduğunu anlayarak, tüm insanlığın faydasına olan işlerde kullanılıp, şükürleri yapılmalıdır. Öyle ise, nimetin amacını uygun kullanarak şükredenlere, Nebilerin adil ve merhametli yolundan gidenlere selam olsun. Birbirinden ayırmadığımız tüm Peygamberlere de salat ve selam olsun.


KAPAK DOSYASI 10

Uzm. Cemil PASLI

Y

üce Yaratıcı insanı bir bilgisayar gibi yaptı ve ona iki farklı program yükledi. [Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu(fücur) ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene (yükleyene) and olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır. (Şems, 91/7-10)] İnsanın dünya hayatında muhatap olduğu, karşılaştığı her şey bu iki program çerçevesinde mana

kazanmaktadır. Mesela; ateş ve bıçak, Allah’ın kullarına bir nimeti iken takva programıyla ele alındığında rahmet, fücur programında değerlendirildiğinde hem kullanan hem de kullanılan için azap ve eziyete dönüşmektedir. Bediüzzaman Said Nursi teknolojik yenilikleri şu şeklide ele alır: ‘Kur’an-ı Hakîm; enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyat-ı mâneviye cihetinde birer pişdâr ve imam gönderdiği gibi; yine insanların terakkiyat-ı maddiye sûretinde dahi o enbiyanın her birisinin eline bâzı hârikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstâd etmiştir. Onlara mutlak olarak ittibaya emrediyor. İşte, enbiyala-

rın mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizâtlarından bahis dahi; onların nazîrelerine yetişmeye ve taklidlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki: Mânevî kemâlât gibi maddî kemâlâtı ve hârikaları dahi en evvel mu’cize eli nev’-i beşere hediye etmiştir. İşte Hazret-i Nuh’un (Aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine.. ve Hazret-i Yusuf’un (Aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saatı; en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir.Bu hakikate lâtif bir işarettir ki: San’atkârların ekseri, herbir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (Aleyhisselâm), saatçılar Hazret-i Yusuf’u (Aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (Aleyhisselâm)... Evet mâdem Kur’anın herbir âyeti, çok vücuh-u irşadî ve müteaddid cihat-ı hidâyeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâgat ittifak etmişler. Öyle ise Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın en parlak âyetleri olan mu’cizât-ı Enbiyâ âyetleri; birer hikâye-i tarihiyye olarak değil, belki onlar çok maânî-i irşadiyeyi tâzammun ediyorlar. Evet, mu’cizât-ı Enbiyâyı zikretmesiyle fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gâyatına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tâyin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor. Zaman-ı mâzi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuunatının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi mâzinin tarlası ve ahvâlinin ây in e si dir.’ (Sözler / 20.Söz / 271) Bu sebeple insanoğlunun bulduğu tüm icatlar fiili duasına karşılık olarak Cenab-ı Hakk’ın lüt-


DİB Başkanı; facebook, twitter ve dizilerden şikâyet ettiğinde 29 Aralık 2010’da ona cevaben bir makale kaleme almıştım. O yazıda şu gerçekleri dile getirdim. ‘Tv, bilgisayar, internet Yüce Yaratıcının kullarına verdiği nimetlerden bir nimettir. Onlar birer araçtır. Bunlardan şikâyet etmek yerine ondan HAK ve HAKİKAT namına daha fazla nasıl yaralanabiliriz konusunda kafa yormalıyız. DİB Başkanı her din görevlisi ve vaize facebook ve twitter kullanmasını ve her gün en az bir ayet, hadis ve kelamı yayınlamasını tavsiye edebilir. Bende facebookta kayıtlı 5016 arkadaşım var. Bir güzel hakikati yayınladığım-

da bir saniyede 5016 kişiye ulaşıyor. Bundan daha güzel bir imkân düşünülebilir mi? Bir anda dilerseniz 5016 mumu yakabiliyorsunuz. Başarılı insanların hayatını incelediğimizde şunu görürüz. Aynı olay karşısında sıradan insanlar mazeret beyan ederken onlar asla mazeret beyan etmemiş yollarına devam etmiş, mevcut durumdan şikâyet etme yerine o durumu biraz daha olumluya çevirmenin çabasını ortaya koymuşlardır. Devlet, aile, şirket, cemiyet, cemaat veya fert içten yıkılır, dıştan değil. İç bünyesi güçlü olan yapıya dışarıdan hiçbir kuvvet zarar veremez. Siz güçlü bir aile kurmuşsanız onu tv, dizi, facebook veya twitter yıkamaz. Dolayısıyla kamu-yerel yönetimler ve STK’lar teknolojiyi de en etkin bir şekilde kullanarak bizi biz yapan değerlerin güçlenmesine çaba göstermelidir.’ (http://www.cemilpasli.com/sosyal/iki-dil-facebook-twitter-dizilerve-uslubumuz ) Bu gün sayın başkan facebook ve twitteri aktif bir şeklide kullanıyor. Kişisel sitemin (www.cemilpasli.com) yönetim sayfasına girdiğimde şunu görüyorum; Her gün en az 4 farklı ülkeden siteye girişler olmuş. En güzel tebliğlerden birisi bu. İnsanın hakikate en açık olduğu tebliğ metodu belki de. Kendi başına, kendi istek ve iradesiyle gelmiş ve okuyor, araştırıyor, ince-

liyor. Bazen bir misafir saatlerce sitede kalıyor. Onu kapatacak, savunmaya itecek, baskılayacak, toplumsal yargıların hiçbir yok. İmkânı olan her Müslüman kardeşime kişisel bir web sayfa kurmayı tavsiye ediyorum. Bakara suresi 3.ayette Yüce Allah ‘Vemimma rezaknahum yunfigun-Onlara rızık olarak verdiğimiz her şeyden infak ederler(Allah için sarf ederler)’ buyurmaktadır. Teknoloji Rabbimizin en büyük nimetlerindendir. Her bir mümin Rabbinin kendisine bahşettiği imkânlar ölçüsünde bu nimetleri Allah yolunda kullanmak zorundadır. Aksi takdirde bu nimetlerin hepsinden hesaba çekileceklerdir. Peygamberimiz, tebliğini yaparken, dini anlatırken yaşadığı çağın tüm imkânlarını en güzel şekilde kullandığını görürüz. Panayırları, fuarları değerlendirir, kurulan çadırların hepsini tek tek gezer tebliğini yapardı. Dünyanın önde gelen tüm devlet adamlarına mektup yazarak en güzel konuşan, en yakışıklı elçileri onlara göndererek mektupların bizzat ulaştırmıştı. Zamanın en önemli tebliğ yollarından olan şiiri de şair sahabeleri teşvik ederek, alkışlayarak, cesaretlendirerek kullanmıştı. Bu gün sanal âlem Cenabı Allah’ın birçok isminin yanında özellikle ‘hafiz’ ismine mazhardır. Bu âlemde yayınladığınız hiçbir şey kaybolmuyor mutlaka muhafaza ediliyor. Bu âlemde yok olmak, unutulmak, ihmal edilmek yok. Dünyanın her bir yanından mesafe tanımadan saniyeler içerisinde insanlar güzelliğe de çirkinliğe de ulaşabiliyor. Ve yayınlanan her bir güzellikte, çirkinlikte bir nevi bakileşiyor, ebedileşiyor. O halde gelin sanal âlemi nurlandıralım. O âleme kattığımız her bir güzelliğin bir sadaka-i cariye olduğunu, kıyamete kadar bize sevap kazandıracağını unutmayalım. Boş bıraktığımız alanların başkaları tarafından çirkinliklerle doldurulduğu zaman onun hesabının da bizden sorulacağını aklımızdan çıkarmayalım.

KAPAK DOSYASI

fuyla, birer ikramıdır, nimetidir. O ikramı en olumlu, müspet anlamda kullanmak ve dünya ve ahiret saadetine basamak yapmak akıllı müminin vazifesidir. Yoksa ‘aciz insan şikâyet eder’ kaidesince her nimetin negatif yönüne odaklanarak ona kapıyı kapatma Müslümana yakışmaz.

11


KAPAK DOSYASI 12

Bilal ULUYAZI

TEVHİD GÜNCELLENMELİ

H

z. Adem (a.s) ile başlayan İman ve Küfür mücadelesinin mahiyeti Tevhid ve Şirk mücadelesidir. Tevhidin bayraktarlığını yapan enbiyanın karşısına İblisin yetiştirdiği Ukalalar çıkmış ve şirkin temsilcileri olmuşlardır. Bu mücadele Rabbu’l Alemin’in rububiyet ve ulûhiyetinin hakkı, hakikati ve lazımı olan tevhid ile bu hakkın sahte ilahlarca sahiplenmesi demek olan

3-Geçmiş Peygamberlerin hem hakimiyetleri kısa, hem başarıları cüzi, hem mesajları da icmali olmuştur. 4-Geçmiş Peygamberlerin tebliğlerinin neticesinde toplumsal devrimler-dönüşümler evrensel çapta görülmemektedir. 5-Adeta geçmiş Peygamberler insanlığı tevhidin en son, en yüksek dersine hazırlamak için tevhidin alfabesini öğreten öncü öğretmenlerdir. 6-Enbiyayı Salife Tevhidin en yüksek dersi, tam açılımı, hakikati bütün boyutlarıyla, hakkıyla anlatan Kur’an ve öğretmeni olan Hz. Muhammed (s.a.s)’e hazırlık sınıfı olmuştur.

şirkin mücadelesidir. Enbiya bu misyonu; tevhidin kelimesi, sembolü ve şiarı olan La ilahe illallahı ilan ve i’lam, tevhidin sosyal hayata yansıması olan şeriatı icra ve tatbik, tevhidin şahsi hayata bakan yönü olan güzel ahlakı talim ve terbiye ederek mukaddes vazifelerini yerine getirmişlerdir. Tevhidin şiarı hiç değişmedi. Şeriatın esasları hiç değişmedi. Ahlakın esasları hiç değişmedi. Çünkü hakikatın özü değişmez. Ancak mevsimlerin değişmesi ile nasıl hayatın şekil ve şemalinde değişiklikler olursa aynen onun gibi enbiyanın değişmesi ile de dinin teferruatında değişiklikler olmuştur. Bu bağlamda Hatemu’l-Enbiya ile selefleri arasında bir değerlendirme yapılırsa Resul-i Ekrem (s.a.s) in risaletinin çok özel niteliklerinin olduğu rahatlıkla görülebilir. 1-Mesela geçmiş Peygamberler mesaj ve misyonlarını tebliğ ederken daha çok diyalog temelli emir ve teklif dilini kullanmışlardır. 2-Geçmiş Peygamberler tebliğlerini daha çok hissi mucizelerle desteklemişlerdir.

7-Bu yazının vurgulama amacına taalluk eden fark ise; kâinatta ve insanda, afaki ve enfüsi, külli ve cüzi ayetlerinde tezahür eden mucizevi nizam, insicam ve sanatın ilk defa Kuran ile insanlığın tefekkürüne havale edilmesidir. Çünkü çocuklarda öğrenme ezber ve taklit temellidir. Yetişkinlerde ise öğrenme tefekkür ve teakkul iledir. Bunu anlamı mü’min Kuran’ın rehberliğinde tevhidi bütün boyutlarıyla müşahede edebilir. Kuran’ın bu en geniş ve açık ayetinin etkisiyledir ki insanlık şirkin en kaba ve ilkel olan putperestlikten biçiminden kurtulmuştur. Şeklen devam edenler bile tevil etmek durumunda kalmıştırlar. 8-Hz.Muhammed (s.a.s)’in muhteşem hayatı, muhteşem kitabı, muhteşem ahlakı ve bu muhteşemlerin tesbit ve tahkiklerinde yapılan muhteşem


ilmi tahkikat bize üç temel esasa işaret etmektedir: a)Hz.Muhammed (s.a.s) ve kitabı, bütün kütubu salife ve enbiyayı salifenin hakikatlerin cem etmiştir. b)Kur’an-ı Kerim Kıyamete kadar bütün çağlara cevap verecek hakikatı cem etmiştir. c)Kuran, Resuli Ekrem’den sonra nebi gelmeyeceğinden tebliğ ve irşadı nebilere ihtiyaç bırakmayacak şekilde olup bu da enfüs ve afaktaki mucizeleri tefekkürdür. Kuran’ın altı bin küsür ayetinin yüzde doksanının Allah-kainat-insan merkezli bir tefekkür ile ilgili olduğu bilgisi hem Hz. Peygamber’in özel misyonunu, hem Kuran’ın özel hedefini hem de ahir zamana has temel üslubunu göstermektedir. Kuran’dan önce küfür ve şirk, cehaletten geliyordu. Kuran Arapların şahsında bu ilkel putperestlik formundaki şirki sildi ve tevhid ilmini bütün boyutlarıyla yerleştirdi. Kuran’ın bu ilmi, cehalete çare olduğu gibi gelecekte bilgi ve bilim temelli ortaya çıkacak şirkin yeni formlarına da cevap idi. Çünkü insanlık son dönemine gelmiş, eğitim yaygın döneminden örgün dönemine geçmiş, Ahirzaman kendini göstermeye başlamıştır. Ahirzaman tarihte o kadar önemlidir ki bütün Peygamberler bu zamanın şerrinden Allaha istiaze etmişlerdir. Bu zamanda şirk artık ismi ve cismi belli put ve tağutlardan değildir. Bu çağda şirk, bilgi ve bilim kisvesi giymiş Materyalizmdir. Bu çağda şirk bir zihniyettir. Bu çağda şirk felsefedir, Sekülerizmdir, Pozitivizmdir. Kısaca bütün kutsallardan soyutlanmış Batı medeniyetinin ateist felsefe ve bilimidir. Batı me-

KAPAK DOSYASI

deniyeti İblisin telkiniyle yaptığı son model şirk virüsünü ya da Materyalizm Putunu bilimsellik boyasıyla boyayıp bencillik cilasıyla parlatıp teknolojik araçlarla bütün insanlığa saldı. Bu şirk tarihte görülmemiş acaip bir put olduğu için ve Bu şirk teknoloji sebebiyle tarihte görülmemiş bir etkinlik ve yaygınlık kazanacağı için ve Bu şirk kainat ve insanı çalıp sahipleneceği için (Eski putlardan Firavun sadece Mısır’ı, Nemrud Urfa’yı sahiplenirken) özetle tarihte görülmemiş bir küfran ve tuğyanı inşa ve ihrac edeceği için Hadis külliyatında yüze baliğ rivayet ile ve Deccal ve Süfyan adlarıyla işlenmiştir. Sünnetin dilinde ahirzamanın küfran ve tuğyanı, Deccal ve acaip halleriyle dile gelirken kullanılan müteşabih uslubu anlamayanlar ya inkâr ettiler ya da kargodan adrese teslim şekliyle geleceği zehabıyla görmeyi beklediler. Hâlbuki her zamanın bir hükmü vardır. Ahirzamanın da bir hükmü vardır. Bu zamanda hükümferma olan şahıs değil şahsiyettir, zihin değil zihniyettir, fert değil cemaattir. Evet, bu zamanda belirleyici olan sistematik hareketlerdir, Dünya görüşü de denilen ideolojilerdir. Dolayısıyla söz konusu olan Deccalizmdir. Bu ahirzaman ideolojisinin Firavunvari temsilcileri olur ve olacaktır. Ama bunlar modern şirkin kimlik ve ideolojisinin bireysel temsilcileri sayılmalıdır. Evrensel şirkin son versiyonu Deccalizm olup, Süfyan ise onun bize temas eden yüzüdür, mahallemizdeki muhtarıdır. Tevhid ve Şirk tarih boyunca farklı düzlemlerde savaşmışlardır. Habil ile kabil, Firavun ve Musa, İbrahim ve Nemrud bu savaşın farklı versiyonlarıdır. Bedir Savaşı, bir meydan muharebesi iken, Hz.Eyyub ve Hz.Yunus’un savaşı şahsiyet meydanında gerçekleşmiştir. Hz.Ali, Haricilerle dil ve tevil savaşı yaparken, Cebriye-Mutezile-Eşari arasında mahalle kavgası olurken, İmam Gazali felasifeyi bombalarken mezkur tarihi savaşın farklı versiyonlarını icra etmişlerdir. Ahirzamanın zirve asrını idrak ettiğimiz günümüzde bu savaşın zemini dil, bilgi ve anlayıştır. Asırlardır, Teslisi bayrak yapan İsevi ile Buda’yı putlaştıran Budist eğer tevhide kail oldukları zehabında iseler, hakikatı ifade ediyor değiller. Sadece zamanın tesiratını ve İslam’ın, şirki zahiriyi sildiğinin emaresi olduğu gibi zamanın da Bilgi ve evreni okuma zamanı olduğunun bir göstergesi oluyorlar.

13


KAPAK DOSYASI 14

Dil varlığa işaret eder. Varlığı gösterir. Din dili hakiki varlığı gösterir. Dil ile dile gelenin dilin temel kurallarına uyması gerekir ki dile gelen yanlış dillendirilmesin. Elma eğer dillendirilecekse elma kelimesi dile gelmelidir. Portakal deyip, oda yuvarlaktır şeklinde tevil edip niyetim odur demek yanlışı doğru yapmaz. Dile gelecek olan dini hakikatler ise bu ölçü bin düşün bir söyle derecesinde ehemmiyet kazanır. Dil normalde hakikatin lisan ile ifadesi iken zamanla hakikatın kendisi olur. Dil mi hakikati yoksa hakikat mi dil belirliyor? Meselesi Mantıksal bir paradoksa dönüşerek çözümü için belki ahireti beklemekten başka çarede kalmaz. Bizim vurgulamak istediğimiz dilin anlayışımız ve hayatımız üzerindeki inanılmaz belirleyici etkisidir. Dil de, dini mağlubiyet ahlak kalesini tarumar eder. Ahlak kalesi düşerse din kalmaz.

ler: Bu zamanda dinsizliği işmam eden kelimeler var. Şimdi 2013.Kelimeler cümle, cümleler kitap, kitaplar yaşam oldu. Ye’cüc ve Me’cücün çağdaş versiyonu olan teknoloji her insana virüsleri ulaştırdı. Doksan yıllık bir mücadelenin son evresine girerken kazanılan büyük zaferlerin yanında mağlubiyetler de vardır.

Tevhid ve Şirkin son durağı olan Ahirzamanda tarihi savaş bilgi, bilim ve dil üzerinde gerçekleşmektedir. Artık kimse ismi ve cismi belli taşlardan heykellere pirim vermiyor. Bu örneğin son temsilcileri olan Uzakdoğulular bile bu tiplerin birer prototip olduğunu, ineğin bile sadece sembolik bir değer ifade ettiğini dile getirmektedirler. İşte bu nedenle İblis son silah olarak dili kullanmaktadır.

Kuran’ın ayetlerini ve tefsirini okuduğunda asayı Musa gibi her zerrede ab-ı tevhid çıkaran nuraniler Doğalgazdan rahmani gazı tartışmasız çıkarmamaya başladılar. Hilkatte olan sadece ve sadece Rabbu’l âleminin şuunatı, efali ve esmasının tecellileridir. Bilimsel yasa. kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge yoktur muhterem! Emr-i itibari ne zamandan beri hakiki bir itibar kazandı mübarek? Çığlığına. Nasıl? Vesile yok mu? Amma? Kelimatı zulmani ile cevap veriyorlar.

Tevhidin ahirzaman temsilcisi olan mehdiyet hareketinin İmamı, tarihi savaşın kızışmış bir devresi olan 1922’de tabiat risalesini neşrederken şunu söy-

Yağmur önce ve her zaman yağdırılırken şimdi yağmaya başladı. Eskiden Şifa bulurken Şafii hakikiden şimdi hastanelerde tedavi oluyoruz. Eskiden rızkı Allah verirken şimdi ekmeğimizi taştan çıkarıyoruz. Eskiden çalışmak bir şartı adi iken şimdi başarının yegâne sebebidir. Baba çocuğuna çalışmazsan kazanamazsın diyor. Müminler fakirken kimse zengin olmak istemiyordu. Zengin olunca fakiri adamdan saymaz oldular. Acaba Karun geri mi geldi yoksa Karun bir tip midir? Sahi Karun’un şirki ne idi?


KAPAK DOSYASI 15

Kâinat ve insan okunurken Bismillah der mümin. Bismillah zerreden şemse her varlığın vird-i zebanıdır. İblis bu zikri celili kıskanınca, Kâinat ve insanın iman ve tevhid irtibatını kesmek için dille oynamaya başladı.

her bir şeyle Rabbini bulabilir. Ve her şeyde Halıkına giden bir yolu görür. Ve hiçbir şey huzuruna mani olmaz. Yoksa, Rabbini bulmak için her vakit kainat perdesini yırtmak, açmak lazım gelir.”

Bu zamanın en önemli gaflet perdesi dildedir. Bu nedenledir ki Allah Kitabında Yasin Sûresinde, hayvanları yaratmasını anlatırken “kendi ellerimizle yaptığımız” ifadesini kullanıyor. Hiçbir şey hiçbir sebep müessir değildir. “La müessire illallah, La halike illallah, la razike illallah” yani, kısaca, özetle “la ilahe illallah” der. Bu, Kuran’ın zihinlere nakşetmek istediği bir iman ve anlayıştır. Kuran seraser bu tevhid hakikatini anlatır. Risale-i Nur’da İki temel konu vardır: Tevhid ve Haşir. Modern dünyanın kaybettiği, inkar ve reddettiği gerçekler…

Risale-i Nur; Kelamullah’ın tarifi ve makasıdı çerçevesinde modern zamanda tevhidin güncellenmesidir. Din anlayışında tarikat-ı Muhammediye (a.s.m)’a tabi olmasıdır. Sünnet-i seniyyeyi Asr-ı Saadet’in orjinal formuyla takip eden bir meşreb-i Kuranîdir. Kuran’ın evrensel, çağlar üstü son sürümüdür. Çağın en büyük putu olan modern bilim putunu deviren ve bu puta dayelik eden tabiat, sebepler ve tesadüf virüslerini yok eden bir Kuranî derstir. Asa-yı Musa gibi her yerde, her şeyde esma-i ilahiyi görüp okuyup, tevhidi bütün boyutlarıyla ilan eder bir ilannamedir. Risalenin tevhid dersi gözlem ve tecrübeye, akla ve kalbe dayandığından canlı ve dinamiktir. Risale-i Nur; kâinatı, enfüsi ve afaki ayetleri adeta bir optik okuyucu gibi okuyup tefekkür ettiğinden, Risalenin tevhidi anlayışı ezbere dayalı avami iman olmayıp ehassı havasa ait bütün yakin mertebeleri havi bir tezekkürdür. Risale-i Nur’un tevhid anlayışı bütün kâinatta Rabbü’l Alemin’in esmasını okutup her zerrenin tanzim ve tedvirini Allah’a verirken, insanların da terbiye, tedbir ve tedvirini şeriat-ı garraya verir.

Bu hamur çok su götürür. Biz tasta hamur yapmaya çalıştık gibi, bizde ne kuyu var ne kazan, aslında işi ehline vermeli, Nurları sirac yapıp görmeli, okumalı, okumalı, okumalı. Korsan yazılımlardan uzak durmalı, tevhidi kaynağından, Risaleler ile her daim güncellemeli. Çünkü; “Tevhid, en ehemmiyetli ve en halavetli ve en yüksek bir farizai fıtriye ve bir ibadet-i imaniyedir. Yalnız tasavvurdan ibaret bir bir marifet değildir. Belki ilm-i mantıkta tasavvura mukabil ve marifet-i tasavvuriyeden çok kıymettar ve bürhanın neticesi olan ve ilim denilen tasdiktir. Tevhid-i hakiki öyle bir hüküm ve tasdik ve izan ve kabuldür ki,

Bu nedenle Nurları okumalı. Çünkü:

Haza min fadli rabbi.


İZ BIRAKANLAR

EL CEZERİ ve TEKNOLOJİ Osman AKIN Sibernetik biliminin babası EL CEZERİ

EL-CEZERİ (1136-1208)

16 ‘’Mühendislik tarihinde El Cezeri’nin bu çalışmasının Önemini göz ardı etmek imkânsızdır. Eser bizlere tasarım notları, üretim ve makinelerin monte edilmesine dair servet değerinde bilgiler sunuyor.’’ İngiliz mühendis Donald Hill

B

ugün insanoğlunun en vazgeçilmez ihtiyaçlarından biri haline gelen bilgisayarın temelleri, bundan yaklaşık dokuz asır önce Müslüman bir bilim adamı tarafından atıldı. Küreselleşmenin en büyük etkenlerinden olan haberleşme ve insan hayatını kolaylaştıran mekanik ve elektronik aletlerin ilk örneklerini de yine bu müslüman bilim adamı verdi. Yaptığı buluşlar ve ortaya çıkardığı yeniliklerle, bilgisayarın babası unvanını kazanan ; su saatleri, su robotları, otomatik termos gibi yeryüzündeki ilk robot çalışmalarını geliştiren, İslamın altın çağında Robotik biliminin babası olarak kabul edilen sibernetik üzerine çalışmalar yapan Arap veya Kürt ilk müslüman bilim adamı ve mühendis. Anadolu’nun bu dahi mühendisi 1136-1208 yılları arasında yaşayan El Cezeri idi. 1136 yılında Cizre’nin Tor mahallesinde doğmuştur. Sibernetik alanın en büyük dâhisi kabul edilen, fizikçi, robot ve matriks ustası bilim insanı İsmail Ebul İz Bin Rezzaz El Cizirî 1208’de Cizre’de öldü. İsmini de yaşadığı şehirden alan El-Cezerî öğrenimini Medrese-i Camia’da tamamlayan İsmail, burada fizik ve sibernetik alanlarında yoğunlaştı ve halen kullanılmakta olan ve aşılmamış onlarca buluşa imza attı. Hayatı hakkında çok fazla bilgi olmayan ve yaşamı konusunda bilinenler de kendi kitabına yazdığı bir önsözden elde edilen El Cezeri, kendi ifadesine göre 1181-1206 yılları arasında, o zamanki adı Amid olan Diyarbakır’da Artuklu hanedanın himayesinde bulundu. Cezeri, 1205’te tamamladığı tek kitabını da Artuklu Emiri Nasirüddin Mahmud’un talebi üzerine yazdı. Artukoğulları’nın sarayında 32 yıl Reis’ül Amal (başmühendislik) görevinde bulunan Cezeri, Artuklu emirlerinden Nureddin Muhammed (1167) ve oğulları Kutbeddin sökmen (1185) ile Nasirüddin

Mahmud (1201) zamanında da saraydan ayrılmayarak çalışmalarını sürdürdü. Sarayda bulunduğu dönemde bir robot yaparak Artuklu hükümdarı Mahmud bin Mehmed’e sundu. Kendi kendine hareket eden robotu hayranlık ve takdirle karşılayan Mahmud bin Mehmed, buluşlarını bir kitap haline getirmesini istedi. Bunun üzerine Cezeri de 502den fazla cihazın kullanım esaslarını, yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği

en önemli eseri olan ‘Kitab-ül-Cami beyn El İlmi velAmel-in-Nafi fi Sınaat-il-hiyel’ (Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap) adlı eserini kaleme aldı.


Cezeri’nin, bunlar dışında tasarladığı bazı aletler de şunlardır: Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar, Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh, Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem, iki bölümlü testi (termos), Otomatik su akıtma, İkramda bulunma ve kurulma makinesi, Su çarkı kepçe mekanizması, Motor kompresör mekanizması, Su çarkı ve su dolabı.

Tasarladığı aletlerin büyük kısmı pratik faydalar içermekte olduğu gibi eğlendirme amaçlı aletler de tasarladı. İçinde su varmış gibi görünen ancak suyu boşaltılamayan su kapları ve boş gibi görünüp içinde su akıtan kaplar bunlardan bazılarıdır. Bâzı makinelerinde hidro mekanik etkilerle denge kurma ve harekette bulunma sistemine yönelen Cezerî, bâzılarında ise şamandıra ve palangalar arasında dişli çarklar kullanarak karşılıklı etkileme sistemini kurmaya çalıştı. Kendiliğinden çalışan otomatik sistemlerden sonra su gücü ve basınç etkisinden yararlanarak kendi kendine denge kuran ve ayarlama yapan dengeyi oluşturması, Cizirî’nin otomasyon konusundaki en önemli katkısıdır. Fizikçi ve Mekanikçi Bediuzzaman El-Cizirî’nin diğer bir eseri de Tavus Kuşu Saati, Fil saati, elinde tuttuğu bir balıkla karşısındakine bardak veren ‘’balıklı adam’’ diye isimlendirilen bir robot, Hacamat Makinesi, Diyarbakır Ulu Camii’nin ünlü Güneş Saati’dir. Verimli hayatının büyük başarılarına karşın son derece alçakgönüllü bir üslubu olan Eb-ül-iz 1183 yılında başlayıp 25 yıl süren icatlar kataloğunu o zamanlar resmi dil olan Arapça ile yazar. Bu kitabın üç nüshası kütüphanelerimizde 800 yıl durur ama bir kişi çıkıp uygulayıp teknoloji çağına hem bizim hem dünyanın belki 500 yıl önce girmesini sağlayamaz. Geçte olsa Avrupalılar tarafından yinede bizden önce keşfedilir. Otomatik Makineler tarihinde “Çağın Doruğuna Erişmiş Büyük Mühendis İbni Razzaz Cesari adıyla saygıyla anılır.

İZ BIRAKANLAR

“Tatbikata çevrilmeyen her teknik ilmin, doğru ile yanlış arasında kalacağını” söyler. Bu kitabın orijinali günümüze kadar ulaşamadıysa da, bilinen 15 kopyasından 10’u Avrupa’nın farklı müzelerinde, 5 tanesi Topkapı ve Süleymaniye kütüphanelerinde yer almaktadır. Teorik çalışmalardan çok pratik ve el yordamıyla ampirik çalışmalar yapan Cizirî’nin kullandığı bir başka yöntem de yapacağı cihazların önceden kâğıttan maketlerini inşa edip geometri kurallarından yararlanmaktı. İlk hesap makinesinden asırlar önce aynı sistemle çalışan benzer bir mekanizmayı, geliştirdiği saatte kullanan Cizirî, sadece otomatik sistemler kurmakla kalmamış, otomatik olarak çalışan sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştı. Cizirî, otomatik kontrollü makinelerin ilki sayılan Jacquard’ın otomatik dokuma tezgâhından 600 yıl önce değişik haznelerdeki suyun seviyesine göre ne zaman su dökeceğine, ne zaman meyve ve içecek sunacağına karar veren otomatik hizmetçiyi geliştirdi.

17


İZ BIRAKANLAR 18

Hasan HALHALLI

A

bbas Kasım İbn Firnas (810- 888) Endülüslü İbni Firnas Fizik, Kimya, Astronomi gibi birçok alanda çalışmalar yap-

mıştır.

İbn-i Firnas, o zamana kadar görülmemiş bir alet yaparak, üzerine kumaş geçirdi ve kuş tüyleri takmıştır. ve kendini kuleden roket gibi fırlattı peşinden de havalanmayı başardı. Uzun süre havada kaldı. Daha sonra bir kuş gibi yere indi. Ancak, inişi biraz sert oldu, sırtını incitti.yaptığı aletin (Planörün) kuyruk kısmında yeterli önlem almamıştı, manevra için kuyruğu yeterli tasarlamamıştı. İsmail Hammad el Cevheri (Ö.1002) Hezarfen Ahmed Çelebiye ilham veren el Cevheri ünlü bir dilci ama teknik konulara da merak salıp uçmaya çalışan Farablı bilgindir. Çeşitli hesaplar yapmış insanların da kuşlar gibi uçabilmesi için neler yapılması gerektiği üzerine fikir yürütmüştür. Çalışmalarını belli bir noktaya getirdikten sonra hazırladığı kanatları alarak Nişabur’daki Caminin kubbesine çıkmış ve merak içinde kendisini seyretmekte olan insanlara şöyle seslendi: - Ey İnsanlar dünyada benden önce kimseye nasip olmayan bir işe girişiyorum kendimi boşluğa bırakıp göklerde uçacağım !.. der ve kendini boşluğa bırakır bir süre uçar ama inmek isteyince bunu başaramaz ve yere çakılıp hayatını kaybeder. Hezârfen Ahmed Çelebi (d. 1609 - ö. 1640), 17. yüzyılda Osmanlı’da yaşamış Müslüman bilgin. Kendi geliştirdiği takma kanatlarla uçmayı başarmıştır. Osmanlı padişahlarından Sultan IV.Murat zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında, Hezarfen olarak anıl-

dığı bilinmektedir. Hezar, bin (1000) anlamına gelir. Hezârfen ise “bin fenli” (bilimli) yani “çok şey bilen” anlamına gelir. İlk uçma denemelerinde, 10. yüzyıl Müslüman alimlerinden İsmail Cevheri’den ilham almıştır. Cevheri’nin bulgularını iyice inceleyen ve öğrenen Çelebi, kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı’nda deneyler yapmıştır. 1632 yılında Galata Kulesi’nden kuş kanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa bırakan ve uçarak İstanbul Boğazı’nı geçip Üsküdar’da Doğancılar’a inen Hezarfen Ahmed Çelebi’nin bu uçuşu hakkında Evliya Çelebi Seyahatname’sinde şunları yazar: “İbtida, O k m e yd a n’ın minberi üzere, rüzgâr şiddetinden kartal kanatları ile sekiz, dokuz kere havada pervaz ederek talim et miştir. Badehu Sultan Murad Han Sarayburnu’nda Sinan Paşa Köşkü’nden temaşa ederken, Galata


Evliya Çelebi Seyahatnamesinde roketle uçma olayını şu şekilde anlatmaktadır:

Kulesi’nin taa zirve-i balâsından lodos rüzgârı ile uçarak, Üsküdar’da Doğancılar meydanına inmiştir. Sonra Murad Han, kendisine bir kese altın ihsan ederek: “Bu adam pek havf edilecek (korkulacak) bir adamdır. Her ne murad ederse, elinden geliyor. Böyle kimselerin bekası caiz değil, “ diye Cezayir’e nefy eylemiştir . Orada merhum oldu.” Lagari Hasan Çelebi

Murad Han’ın Kaya Sultan isimli kızı dünyaya geldiğinde akika kurbanı şenliği oldu. Bu Lagari Hasan elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek icat eyledi. Sarayburnunda Hünkar huzurunda fişenge bindi ve şakirtleri fitili ateşlediler. Lagari ‘Padişahım seni Hüdaya ısmarladım. İsa nebi ile konuşmaya gidiyorum’ diyerek semaya fırladı.Yanında olan diğer fişekleri de ateşleyip ruy-u deryayı Çırağan eyledi. Fişengi kebirinin barutu kalmayınca zemine doğru inerken kartal kanatlarını açarak Sinan Paşa Köşkü önünde deryaya indi ve padişahın huzuruna geldi. Zemini bus ederek Padişahım İsa nebi sana selam söyledi diyerek şakaya başladı. Kendisine bir kese akçe ihsan olunup sipahi yazıldı. Daha sonra Kırımda Selamet Giray Han’ın yanına gidip orada vefat etmiştir.

İZ BIRAKANLAR

Füzeciliğin atası kabul edilen Lagari Hasan Çelebi füze ile uçan ilk kişidir. 1633 yılında Osmanlı padişahı Sultan IV.Murad’ın kızı Kaya Sultan’ın doğduğu gün yapılan şenlikler sırasında füzeyle uçma hünerini gösterdi.

19


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

20

NASIL BİR DEĞİŞİM Ayhan SAĞMAK

B

aşk alarını değişmekle suçlayanlar, hiç değişmedikleri için kendilerini haklı buluyorlar. Oysa zihinsel olarak değişmedikleri için yadırganacak tipler de bunlardır. Zihinsel; çünkü zihin tanımı gereği değişimi simgeleyen, yeniliği arayan ‘’tekâmül’’ kavramının da karşılığıdır. Suçlamayı yöneltenlerin farkında olmadıkları bir şey var ki o da zihinsellikle kültürelliğin birbirlerinden farklı oluşudur. Kültür sabit ise zihin hareketlidir. Tıpkı merkez-merkezkaç ilişkisinde olduğu gibi, Mevlana’nın pergel ve ışık motiflerinde olduğu gibi. Varlık tekâmül üzeredir. İnsanın bundan nasibini almaması bittabi düşünülemez. Değişimin karargâhı varlığın özüdür. Bu itibarla insanda mevcut değişim kuvvesi meşruiyetini ‘’kendini bilmek’ten alır. Eflatun’un Atina’daki felsefe okuluna gidenler okulun girişinde şu yazıyı okurlar: ‘’Kendini bil!’’ Kendini bilmek, yürürken yolunu kaybetmemek için geldiği yeri her adımda hatırlamasıdır yolcunun.’’Kendini bilen Rabbini bilir’’ der Kitab-ı Kerim. Bilmek; kemale evrilmenin, biteviye yolculuğun adıdır. Bu yüzden Muhammet İkbal; ’’Herkesle beraber ol; ama tek başına yürü!’’der bir şiirinde. Gündelik yaşama göre kurgulanmış dil bu kelimeyi de özünden saptırdı. Daha nice kavramlar gibi bu kelimenin de içini boşalttık. Oysa sözcüklerin de bir ruhu olduğunu, can taşıdıklarını canlarına okuduktan sonra anladık. Konfüçyüs ‘’toplumun dizginleri elime verilseydi, en başta kelimelerin anlamlarını değiştirmekle işe başlardım.’’ demekle aslında ne kadar haklıydı. Sözcüklerin, kavramların gündelik dile harc-ı âlem olması felaketimizin sebebidir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında görülen değişimler, esasen değişimin ne olmaması hakkında bilgi veriyor. Ne var ki bu durum arkasında dağ gibi biriken sorunlar yumağını bıraktı. Özelde ne Doğulu ne Batılı diyebileceğimiz bir insan figürü çıktı ki evlere şenlik.

Bilahare bu sorun beraberinde toplumsal bir sınıfın ortaya çıkmasına önayak oldu. Ancak Avrupa’dakine benzer ve halkı aydınlatma üzere oluşturulan bir sınıf yerine halkın sırtından geçinen ama buna rağmen değerlerine tamamen düşman bir sınıf. Bununla birlikte Türk siyasal hayatının yörüngesi, kayıpların ve çözülmelerin zemini haline geldi. Belirli periyodiklerle hizaya sokulan toplumsal talepler, değişimin olması gereken doğal mecrasından uzaklaştırıldı. Bundan sonra sorulması gereken soru şu: Bugüne kadar değişimin kıblesi, küresel hegemonya olageldi. Kıblenin asıl sahipleri, değişimin yönünü dünya sisteminin kıskacından kurtarabilecek mi yoksa haydan gelen huya mı gidecek?


İ

nsanların bilgisi ise, bilinen şeylerin (yani bilgiye konu olan şeylerin) suretlerinin onların(insanların) zatlarında daha mevcut değilken, sonradan mevcut hale gelmesidir. Dolaysıyla insanların bilgisinin tamamı müktesiptir.(sonradan kazanmadır) İnsanda, bilinen şeylerin suretleri kendisinde mevcut olduğu zat, heyûlânî (belirli şekil ve sureti olamayan, henüz başlangıç aşamasında bulunan) bir madde halindeki nefistir. Bu durumdaki( yani varlığa bürünmemiş ve varlığı şekillenmemiş) nefis, bilinen şeylerin suretlerine sahip oldukça(yani bilgi elde ettikçe), yavaş yavaş varlığını geliştirir ve bu durum ölümle kendi suretine ve maddesine bürünüp tamamlayana kadar devam eder. Eğitim; insanın ruh, zekâ, gerçek kişiliği ve duyguları göz önünde bulundurularak dengeli bir biçimde gelişmelerini hedef almalıdır. Dolaysıyla eğitim, insanın her yönüyle ruhi, bedeni, akli, zihni, ilmi ve dil bilim açısından tüm ihtiyaçlarına cevap verebilmelidir. İnsanın kişisel ve kolektif hareket ve davranışlarını en mükemmele ve en güzele doğru yönlendirmelidir. Bireyi yönlendirmede ve eğitmede Eğitimcilerin rolü şüphesiz ortadadır. Eğiticilerin eğitimi Bediüzzaman’a göre çok önemli bir yer tutmaktadır. Ona göre eğitici rol model olmalıdır, nasıl ki bir nakkaş nakışları ince ince ve titizlikle dokuyorsa eğitici de elindeki bireyi öyle dokumalıdır. Hazret-i Üstad, Talebelerine karşı bir muallim, bir hoca tarzında değil müşfik bir kardeş bir ağabey tarzında davranırmış. Talebeleriyle şakalaşır, onları eğlendirir mesrur edermiş. Sık sık kırlara, bilhassa Erek Dağına çıkarırlarmış. Bediüzzaman’ın talebeleri öyle muti’ fedailermiş ki; Onun bir işaretiyle ruhunu feda edecek derecede ona bağlı idiler. Hem talebelerini ahlaken en ulvi bir şekilde yetiştirirdi. Bediüzzaman’ın zamanında öğrenci merkezli bir eğitim metodunu uygulayarak her birisi kendisi alanında yıldızlaşan bir kadro yetiştirmiştir. Elbette bu kadroyu yetiştirirken elinde önemli doneler vardı. Mükemmel bir Eğitimci olan Bediüzzaman, Tecrübelerini bize aktararak adeta sizde böyle bir nesil yetiştirmek istiyorsanız şunlara dikkat etmelisiniz diyor ve bu bölümü Bediüzzaman’ın Eğiticilere tavsiyeler başlığı altında sunuyoruz. Hakikaten insan

için kendi çalıştığından başkası yoktur. (Necm:39) 1-“Yâ eyyühe’n-nazır!(Ey bu kitaba bakan) hasenatı(İyilik) seyyiatına,(Kötülük) sevabı hatasına tereccüh(Üstün olma) edenler mağfiret ve afve müstahakdırlar. ” Bu veciz ifadesiyle ona göre eğitimci insaflı ve önyargılı olmamalıdır. Eğitimci ele alacağı bireyi bütünsel olarak düşünmelidir, bireyin tek tafralı davranışlarına bakarak peşin hüküm vermekten kaçınmasını tavsiye eder. Einstein’in dediği gibi” Bir önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.” Ön yargılar iletişimi zayıflatır ve aktarılacak bilginin gücünü kırar, Bu noktada Eğitimci ön yargılarını bırakarak insaf ile eğitim vermelidir. 2-“İstibdad(Keyfi idare sistemi, Zorbalık); tahakkümdür(zorla hükmetme), muamele-i keyfiyedir. Kuvvete istinad(dayanmak) ile cebirdir. re’y-i vahiddir. sû-i istimalâta gayet müsaid bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsaniyetin mâhisidir(yok etmek). Sefalet derelerinin esfel-i safilînine(Aşağıların en aşağısı) insanı tekerlendiren; ve âlem-i İslâmiyet’i zillet ve sefalete düşürttüren ve ağraz(Kin, Kötü niyet ) ve husumeti(Düşmanlık) uyandıran; ve İslâmiyet’i zehirlendiren, hatta her şeye sirayet ile zehrini atan, o derece ihtilafatı beyne’lİslâm ika(Müslümanlar arasında anlaşmazlıklara neden olma) edip, Mutezile*, Cebri, Mürcie* gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden istibdaddır. Evet; taklidin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye*, Rafize*, Mutezile gibi İslâmiyet’i müşevveş(karıştıran) eden fırkaları tevlid(Doğurmuştur) etmiştir.” Bediüzzaman’a göre eğitimci zorba olmamalıdır, talebenin istek ve arzularını göz önünde bulundurmalı ve eğitim ortamının demokratik olmasını sağlamalıdır. Tek tip fikircilikten kaçınıp karşıdakinin düşüncesine saygılı olmak gerektiğini ifade eder.”Başarılı bir etkileşim ortamı, öğretmenin öğrencilerini anlamaya çalışması, öğrencilerin akademik, sosyal ve bireysel düzeydeki görüşlerini anlayıp paylaşılmasıyla oluşur.” İstibdatçı mantıkla yetişen çocuğu İbn-i Haldun şöyle anlatır “… Şiddet ve katılıkla yetiştirilen öğrencilere, kölelere ve ya hizmetçilere baskı(Psikolojisi) hakim olur ve bu durum onların kişisel gelişimini

DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

NECDET AÇIKGÖZ

21


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

22

engeller, onlardaki çalışkanlığı yok eder, onları tembelliğe, yalana ve ikiyüzlülüğe sevk eder. Dışarıya, içinde olandan farklı şeyleri yansıtır. Çünkü kendisine baskı ve şiddet elinin uzanacağından korkar. Dolaysıyla bu durum onlara hile ve aldatmayı öğretir ve zamanla bu onlarda bir alışkanlık ve karakter haline gelir.” “ İstibdat, eğitimde etkileşimi ve iletişimi de engeller “ İçeriği ne olursa olsun, bir sorunu çözmek için insanların düşünce alışverişinde bulunmaları, bir başka deyişle, iletişim kurmaları gerekir. Uygarca konuşma ve tartışma becerisinin geliştirilmemiş olduğu toplumda, bir sorunu çözmek amacıyla başlatılan etkileşim, kısa sürede sürtüşme ve çatışmaya dönüşür. Böylece, var olanı çözmek şöyle dursun, soruna yenileri eklenir…”

olarak benimsemek lazımdır. Eğitimciyi Kur’an kerim şu şekilde uyarır “Sen onlar, üzerinde zorbalıkta bulunacak biri değilsin.(Ğaşiye 22) ve “Sen onlar üzerinde zorlayıcı değilsin.”(Kaf 45) Eğitimci zorbalıkla değil karşısındakinin hazır bulunuşluk düzeyini göz önünde bulundurmalıdır ve eğitim ortamını demokratik olarak düzenlenmeli ve uygulayacağı kuralları istişare ile almalıdır, yoksa “Tek başına karar verme hakkını kendin de görmek, Psikolojik sapmalarının da işaretidir. Bu tavır, kendini başkalarından daha üstün görme, onların kendilerini ilgilendiren konularda isabetli karar alamayacağını, bunun gerekli yeterliğe sahip olmadığını düşünme, onları küçümseme ve hafife alma, onların özgüven ve cesaretini kırma eğilimlerini içinde barındırır.” “İnsanlar, görüşlerini açıklamakta hiçbir engellemeyle karşılaşmamalıdır. Şûrâ bunun meşru zeminidir. Başka bir deyişle şûrâ, farklı düşünme hakkıinsanın ruh, zekâ, gerçek kişiliği ve duyguları göz nı ve ifade özgürlüğünü önünde bulundurularak dengeli bir biçimde geliştanımayı gerektirmektedir.” melerini hedef almalıdır. Dolaysıyla eğitim, insa-

Bediüzzaman ilimde yaşanan istibdadı çok tehlikeli bulur ve taklidin pederidir der. Taklidin pederi şu anda muhafazakârlık olarak hayatına devam etmektedir. Muhafazakârlık doğ“ İşlerinde onlarla isnın her yönüyle ruhi, bedeni, akli, zihni, ilmi ve dil ru ve gerçek olanı tişare et. (Âl-i İmran Subilim açısından tüm ihtiyaçlarına korumanın adı değil, resi: 159)” “ Onların işlecevap verebilmelidir. bilakis genel ve yayri, kendi aralarında şura gın olanı korumanın iledir. (Şura Suresi: 38)” adıdır: bir tür garanKur’anı Kerimin emticilik… riske girmeriyle Eğitimci bireyi öğme…hep aynı yerrenmeye fiilen katmaden, aynı noktadan lıdır. Zaten etkili eğitim dünyayı seyretme… hareket etmeden seyretme… ve öğretim de yaparak ve yaşayarak öğrenmedir. pozisyon değiştirmeme… olanı sırf olduğu için ve Şûrâ ile birey cesaretlenir bu özgüven ile hem üretibir kez daha olabileceği için onaylama… onay sayı- ci olur hem de fikirlerini özgürce ifade eder. Eğitimsının artmasının sağladığı hız ve hazla sırtını olup bi- de Şûrâ’nın etkili olabilmesi için hoşgörü, diyalog ve tene dayama… evet bir tür herkesleşme. İstibdad-ı fikirlere saygıdan geçer.(DEVAM EDECEK…) ilminin ana mayası olan katı muhafazakârlık dog- İbn-i Haldun, Mukkadime, Yeni Şafak Gazetesi, Cilt:2 s,654. malara, taassuba ve entegreizme neden olmakta- B.Said Nursi Sempozyumu, Nûbihar Yay. Tebliğ, Osman Tunç, s,195. dır. Eğitimi kısırlaştıran ve tek tipliğe neden olan Badıllı ,Abdulkadir,Muffasal Tarihçe-i Hayat Cilt:1, Timaş Entegreizm: “Dini bir faaliyet içinde her türlü geliş- Yayınları,İstanbul-1990 s,124.. meye veya her türlü değişime karşı bir sertleşme ve Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Dersler, Zehra Yay. İst.2004 s, 78. kemikleşme hali.” Ya da “ Tekamüle karşı hareket- Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Dersler, Zehra Yay. İst.2004 s, 82. sizlik, modernizme karşı gelenek; tarafsızlığa karşı Yavuzer,Haluk,Okul Çağı Çocukluğu, Remzi Kitabevi İst.2003 s,118 doğmacılık demektir” bu katı yapı hurafelere neden İbn-i Haldun, Mukkadime, Yeni Şafak Gazetesi, Cilt:2 s,793 olabileceğini Garaudy devamla şöyle ifade eder; “Bi- Cüceloğlu, Doğan, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitapevi, İst.2003 s,12 limin geçmiş ve ölü bir anlayışı üzerine bina edilen Cündioğlu, Dücane, Yeni Şafak Gazetesi 2 Ekim 2009 tarihli yazısından bilimsellik, bir nevi hurafeler şeklini alır.” MerkeziGaraudy,Roger, Entegreizm, Pınar Yay.İst.2005 s,9 yetçi mantık, gelişimin önünde dağ gibi bir engel A,g,e s,10 olur, “ Benden daha iyimi bileceksin, Senin yararıA,g,e s,21 na olanı ben seçerim vb.” diyerek insanın fıtratına bir kara bulut olarak çökerek bireyi etkisizleştirir. İs- Bediüzzaman Said Nursi Sempozyumu, Nûbihar Yay. Tebliğ,Osman Tekin, s,81 tidatları körelmeye başlayan bireylerde Milliyetçilik, Bediüzzaman Said Nursi Sempozyumu, Nûbihar Yay. Tebliğ,Osman Taassup, Kin, Husumet vb. manevi hastalıklar üre- Tekin, s,81 meye başlar. Bu hastalıklara karşı Şûrâ temel ilke

Eğitim;


ZİYAD ER

M

enfaat üzerine dönen siyaset canavardır. Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister (Nursi, 2012: 634) Devrim: ”Toplum yaşamında esaslı bir niteliksel değişme... Çoğu kez yaşamını doldurmuş bir sosyoekonomik kuruluşun yerine daha yükseğinin kurulmasını beraberinde getirir ve politik iktidarın, gerici bir sınıfın elinden ilerici bir sınıfın eline geçmesiyle karakterize edilir.”(Buhr-Kosing, 1999: 99)

Devrimin görünürdeki nedeni,” Tunus’ta bilgisayar mühendisi Muhammed Buazizi adlı 26 yaşındaki gencin işsizlikten dolayı seyyar satıcılık yaparken bir zabıta görevlisince tezgahına ve mallarına el konulması, üstüne birde tokat atılması, gencin valiliğin önünde iktidara karşı elindeki tek silahı olan bedenini yakarak protesto etmesiyle baş gösteren olay olmuştur”(Esinlendiğim kişiler: Tekek, 2012- Güleç, 2012 ve Karaağaçlı, 2012 )

Yönetime karşı olan bu tepkilerin büyüyerek ülke geneline yayılması iktidarı devirArap Baharı, Orta miştir. Bundan güç Orta Doğu ve Kuzey Doğu ve Kuzey Afrialan diğer Arap halkka bölgelerinde AraAfrika’da aktifliğini devam ları Mısır, Libya, Suriye, lık 2010’dan günümüz ettiren bu sürecin sağlam Yemen, Ürdün, Bah(2013)’e kadar devam bir zemine oturtulup reyn, Lübnan, Cezayir eden ve Suriye’de tıgibi devletlerde dokanan Arap halklarının anlaşılması için, bölgenin mino etkisi yaratarak hürriyet, eşitsizlik, kötarihini, yapısını, sınıfsal devam etmiştir. Amin tü yaşam koşulları, ifaekonomisini ve halklarının Maalof’un: ” Her Arap de özgürlüğü yani “siiçinde düşkün bir kahiçinde bulunduğu yasi, iktisadi ve sosyal ramanın ruhunu taşır reform talepleri”(Işık, sosyo-psikolojik durumu ve kendisini hiçe sa2013: 58) ve tarihin bilmek gerekir. yanlara karşı intikam bıraktığı ezilmişlik arzusuyla yanıp tutupsikolojisi gibi hakşur. Birisi ona bunu valı nedenlerden dolaat ederse, hem beklenyı başta diktatörlere ti hem de güvensizlikle ve daha sonra emperyalist güçlere karşı gerçekleştirilen olay, gösteri ve kulak kabartır ona. Ama kısmen ya da simgesel biçimde de olsa, bu fırsat sunulursa ona, coşar.” (Mabaşkaldırıların devrime dönüşmesidir. alouf, 2102: 82) Bu sözü Arap dünyasında yaşanan başkaldırı dominosuna güzel bir taslak oluşturur. Ama Tunus’ta bir gencin protesto amaçlı kendini valiliğin önünde yakması, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yankılanan başkaldırıların yani Arap Baharı diye adlandırılan devrimin asıl nedeni olarak düşünülemez. ”Devrimin tohumu baskıdır.”( Wilson (Eski ABD Başkanı), Tekek, 2012 ), “Araplar; ekmek, özgürlük ve şeref için ayaklandılar.” ( Fendoğlu, 2011 ), “Yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın vilayeti olan Arap bölgeler, Birinci Dünya Savaşı sonrası yapay yaratılan devletler olmanın psikolojik kırıklığından kurtulamamaktadırlar.” (Mütercimler,2012: 217) bu sözlerden de anlaşılacağı gibi devrime zemin oluşturan;

DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

ARAP BAHARI’NA FARKLI BİR BAKIŞ

23


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

24

baskı, yoksulluk, psikolojik ezilmişlik ve Birinci Dünya Savaşı’nın bıraktığı tarihi izler, müdahaleler, sömürüler, yıkımlar gibi sosyolojik faktörler oluşturmaktadır. Saydığımız faktörleri göz önüne aldığımızda Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da aktifliğini devam ettiren bu sürecin sağlam bir zemine oturtulup anlaşılması için, bölgenin tarihini, yapısını, sınıfsal ekonomisini ve halklarının içinde bulunduğu sosyo-psikolojik durumu bilmek gerekir. En önemlisi de dış güçlerle olan bağlantılarını değerlendirmek gerekir. Yani sürecin okuyucunun kafasında sağlam bir zemine oturtulması açısından devrime etki eden yukarıda saydığım faktörlerin devrimle olan ilişkilerini ve etkilerini (nedenleri) ele alacağız. NEDENLERİ Bölgenin genelinde halk yoksullukla mücadele ederken, yöneticilerin aileleri ve çevreleriyle birlikte refah seviyesinin en üst savurganlığını yaşamaları, yer altı ve yer üstü kaynakların batılı şirketlerin elinde bulunması ve yönetilmesi ve halka hiç bir fayda sağlayamaması ve halen devletin bir aile hazinesi olarak görülmesi ve dünyanın genelinin demokrasiyle yönetilmesinin verdiği psikolojik bunalım, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma yani Batılıların eliyle çıkarları doğrultusunda verilen mahkumsu

bağımsızlığın zincirlerini kırmak, üstüne birde istibdadın hüküm sürmesi gibi sayabileceğimiz daha bir sürü etkenin birleşmesi yani “(Devrimler ne ihraç edilebilir, ne de ısmarlama yapılabilirler. Onlar nesnel koşulların zemini üzerinde oluşur ve ancak öznel faktörün yeterince olgunlaşmasından ve gelişmesinden sonra başarıya ulaşır.”(Buhr-Kosing,1999:103) sözlerinden de anlaşılacağı gibi reformun oluşmasını gerektiren bütün etkenler birleşmiş durumdayken ve hâlâ istibdatla bunlar dayatılıyorsa devrimin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Tüm bu nedenlerin yanında en önemli nedenlerden biri de günümüz modern dönemde Kapitalizmin zengin krallara değil tüketen bireylere ihtiyacı vardır. Batılı ülkeler Kralların yönetimi altında ezilen bireyler değil kendi iradesiyle “özgür tüketen bireyler” oluşturmak istemektedirler. Metnin başında Bediüzzaman’ın dediği gibi “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır...” (Nursi,2012: 634) : Daha düne kadar Batının her türlü ilişki içerisinde oldukları diktatörleri, bu gün kendi menfaatleri gereğince ve zeminin de uygun hale gelmesini fırsat bilerek yok etmeğe çalışmışlardır. Başarılı olduklarını da söyleyebiliriz. Batılıların şimdiki amaçları yeni oluşturulacak olan yönetimleri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak… Bu süreci de zaman içerisinde hep birlikte göreceğiz.


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

25

Emine ASLAN

S

evgidir insanın var olma ve yaratılma sebebi. Sevgi ile hayatlandırdı yaratıcı insanı. Çünkü yaşam iki insanın muhabbeti ile başladı. Yaratıcı ruhundaki güzelliği, muhabbeti üfledi insanın ruhuna ve böylece muhabbet ruhun derinliklerinde bir yerlerde yer edindi. Yani insanın hakikati sevgi oldu. Peki, sevgiden sonra ne lütfetti yaratıcı? Tefekkürü, o engin ilminden küçücük bir parça olan tefekkürü hediye etti. Ruhun noksanlığı bu şekilde tamamlandı. Ruh, muhabbet ve tefekkür ile koyuldu dünya yoluna. Muhabbet ve tefekkür ile hayat başladı. Lakin hüsranla son buldu. İnsanoğlu idrak edemedi muhteşem özelliklerini ve kullanamadı. Çünkü sürekli sömürüldü. Kendisi olmadı hiçbir zaman. Hep başkasını taklit ederek yaşadı. Başkasının fikirlerini hatta duygularını sahiplendi kendi duygularını yok sayarcasına. Sevgiyi, yaratılış sebebini dahi kaybetti. Sevgisini başkalarının emirlerine göre ayarladı. Çünkü onlar neyi veya kimi sevip sevmeyeceklerini belirlemişlerdi. Sevgiyi kaybeden kendini de kaybetmeye başladı. Sevginin ne olduğunu unuttu ve ruhunu uzak diyarlara gönderdi. Sömürüldü insan en küçük zerrelerine kadar. Aklını da kullanmayı yitirdi. Çünkü yaşamaya başladığı andan itibaren aklını başkalarının akıllarına teslim etti. Bunun farkına ise hiçbir zaman varamadı. Çünkü düşünmeden, sorgulamadan yaşamak onu tutsak etti. Bu haliyle ise kafeste hapis kalmış bir kuştan farksızdı. Yok, değil aslında, ikisi arasında bir fark vardı sadece. Kuş kafesten çıkarılınca uçabilecekti.

Lakin insan kafesten çıkarılsa da tekrar yaşamı anlaması çok zor olacaktı. Çünkü aklın ve kalbin tamirini yapabilmek çok güçtü. İnsan anlatamadı kendisini hiç kimseye. Kimse anlamak istemedi ya da herkes kendisi gibi anladı insanı ve bu anlayışını dayattı. İşte bu yüzden bütün her şeyi ve herkesi hiç acımadan sömürdüler. Yok ettiler duyguları, düşünceleri. Yeni bir insan modeli çıkardılar. Sonuç ise; düşünemeyen, sevemeyen, hüzünlenemeyen, âşık olamayan, hakikati göremeyen, hissedemeyen, ruhu anlamayan ruhsuz insan modeli.


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

26

10. SÖZ’ÜN TEMSÎLİ HİKÂYESİNDE BAHSEDİLEN 3 MÜCADELE ALANI Muhammed Baran ARAS

G

İRİŞ Bu zamanın hakikatli ve ehemmiyetli bir Qur’an Tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı, hakikatleri sık sık temsil yoluyla aktarır. Bu, hem yüksek hakikatleri anlaşılır kılar hem de anlaşılması sağlanmış bu hakikatlerin zihinde kalmasını kolaylaştırır. Bu temsiller, bazen hikâyeler tarzında da sunulur. Avamı da içine alan bir irşat modelinde, elbette aşina olunan ‘hakikati hikâyelerle ders vermek’ usulü yanlış değildir. Bu yüzden; ‘ne de olsa hikâye’ deyip tezyif etmek zannımca çok hatalı bir iştir. Risale-i Nur Külliyatı ’nda kullanılan basit temsili hikâyeler, birer çekirdeğe ve hatta çekirdek içindeki DNA’ ya benzer. Çünkü DNA da genel manada 4 harfin dizilimiyle oluşmuş bir basitliktedir. Fakat çözümlendiği ve okunduğu zaman müthiş hakikatleri havi olduğu anlaşılır. İşte bu yazıdaki amacımız; bu basit hikâyelerin çok yönlü oluşunu ve farklı hakikatleri barındırdığını bir nebze de olsa anlamaktır. 10. Söz olan Haşir Bahsi’nin girişteki hikâyeciğinin içinde anlatılan birçok hakikatten biri olan “3 Mücadele Alanı” nı anlamaya çalışacağız. Bazı anahtar kelime ve kavramları çözümleyip, hakikati anlamak için bu çözümlemeleri sentezleyeceğiz. 3 ALAN “Birader, haşir ve ahireti basit ve avam lisanıyla ve vazıh bir tarzda beyanını istersen, öyle ise şu temsilî hikâyeciğe nefsimle beraber bak, dinle: Bir zaman iki adam, cennet gibi güzel bir memlekete (şu dünyaya işarettir) gidiyorlar. “ İki adam: 12 adet Hakikatler’ in mukaddimesi yani girişinde belirtildiği üzere içten dışa, özelden genele ve küçükten büyüğe bu “iki adam” ın temsil ettiği 3 hakikat var. 1. Nefs-i emmare – kalp 2. Felsefe şakirdleri - Kur’an-ı Hakîm tilmizleri 3. Ümmet-i İslâmiye - millet-i küfriye Buradan anlaşılıyor ki, Müellif’ in iki adamdan kastı aslında 3 farklı alandır. Bunlar; Latifeler alanı İnsanın fert olarak bulunduğu alan Toplumsal alan Bu alanlarda imtihan süreci başladıktan sonra büyük mücadeleler süregelmiştir. Kalbin, nefs-i emareyle; Kur’an-ı Hakîm tilmizlerinin, saf maddeci Felsefe şakirtleriyle; Ümmet-i İslâmiye’ nin, kan emici millet-i

küfriyye ile olan mücadeleleri… Cennet gibi güzel bir memleket: Demek ki bu üç alanda, her bir alana has cennetvari yaşayışlar mümkündür. 1. alanda kalben, 2. alanda özellikle ailevî, 3. alanda ise toplumsal… Tabi cehenneme çevrilmezse… MÜDAHALELER “Bakarlar ki, herkes ev, hane, dükkân kapılarını açık bırakıp muhafazasına dikkat etmiyorlar. Mal ve para, meydanda sahipsiz kalır. O adamlardan birisi, her istediği şeye elini uzatıp, ya çalıyor, ya gasbediyor. Hevesine tebaiyet edip her nevi zulmü, sefaheti irtikâb ediyor.” Ev, hane: Beden, barınak, vatan… Dükkan: Latifeler, alışveriş, büyük ölçekli ekonomi… Kapı: Beş duyu, aile mahremiyeti, hava-kara-deniz sınırları… Mal ve para: Manevi değerler, maddi değerler, yeraltı ve yerüstü kaynakları… “O adamlardan birisi, her istediği şeye elini uzatıp, ya çalıyor, ya gasbediyor. Hevesine tebaiyet edip her nevi zulmü, sefaheti irtikâb ediyor.” hakikatini anlamak için bu 3 alana, negatif üçlünün nasıl müdahale ettiğini görmeliyiz. Nefs-i emmare: Herhangi bir kural istemediği için, sınır konulmamış her türlü duygu ve isteğin sınır aşımını mübah görür. Mahall-i iman olan kalbi sahipsiz görüp, heveslerine tabi etmek ister. Bütün hisleri menfaatle kamçılayıp harekete geçirmeyi arzular. Felsefe şakirti: Qur’an tılmizlerinin (talebelerinin) ve mazlumların, temiz değer, iman, moral gücü ve güzel ahlakı karşılıksız alıp vermekle devam eden hayatlarını boş ve sahipsiz bir müdahale alanı görür. Günah addedilen işleri yaparken önüne maddi bir engel çıkmadığı için insanın hayatta hiçbir sınırının olmadığına ve olmaması gerektiğine inanır. Bu yüzden de namuslara el uzatır, her türlü sapkınlığı, haramı, eğlenceyi ve zevki mübah sayar. Böylelikle ehl-i imanın bir nevi kalesi ve korunağı olan aile hayatını zir-ü zeber etmek ister. Millet-i küfriyye: İslam ümmetinin ve güçsüz milletlerin ev ve hanesi olan vatanlarına, kanun ve sınır tanımaksızın girer. Ekonomilerinde, yeraltı ve yerüstü kaynaklarında kendisini doğal ortak gördüğü için bunları sahiplenmek ister ve gasp eder. Her türlü ahlaksızlığı ve kural tanımazlığı meşru gösterip buralara da ihraç eder.


T

arihten bu yana kadın kavramıyla ilgili farklı durumlar söz konusu olmuştur. Zira tarihe bakılacak olursak kadın müteaddit toplumlarda sürekli gizli bir yara olarak kalmıştır ve deşifre edilmesi zorlaşmış bir varlık olarak bırakılmıştır. Tarihe doğru bir ışık uzatılınca ışığın yüzü karanlığı daha da karanlık gösteriyor. Aslında tutulan ışık bilinçsiz bir zamanın, İslamsız bir hayatın, ruhsuz bir kaynağın özünü gözler önüne serdiği için insan müteessir oluyor. Her ne kadar da yapılan, görüşülen, duyulan yanlışlardan insanlık trajedyasından dersler çıkarıldığı söylense de farklılık zemini üzerinde ahlaksal bir yapılanma bina edilemedi. Doğrusu o ki hiçbir zaman gerçek bir değişme yaşanmadı; hayat değişti, zaman değişti ve roller değişti kadın hep kadın; ama kavramlar doldurulup boşaltıldı kadın yine kullanıldı ve tekrar onur, etik değerler ayaklar altına alındı. “Bugün özellikle 18. ,19. ve 20.yüzyıllarda bilhassa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, kadının insani özellikleri ve toplumsal hakları konusu; bilimsel toplantılarda, dünyadaki toplumsal ve siyasi hareketlerde, bir hadise, şiddetli bir ruhsal sarsıntı ve devrimci bir buhran şeklinde ele alındı ”. İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği bu ruhsal sarsıntılar bu güçlü egemen devletlerin sömürüsü ve ulaşmak istedikleri hedeflere doğru kadını bir araç olarak kullanmak istemeleri, kadının modern bir sömürü aracı olarak kullanılmasına ve açık

kadın pazarlarının kurulmasına neden olmuştur. Bu sefil durumlardan bir şeyler elde etmek isteyen güç unsurları daha farklı yönlere doğru ilerleyerek kadın hakları, kadın özgürlüğü adı altında sanki kadının içinde bulunduğu durumdan onu bambaşka bir yere sürükleyecekmiş gibi her fırsatta bunu dile getirdiler. Gerek sinema, moda; gerek partiler, kadın-erkek birliktelikleriyle kadını içinde bulunduğu namahrem peçesinden onu çekip farklı yönlere ve farklı yollara saptırılmak istendi. Bu durumu ortaya çıkaran sömürü ve ahlaksızlık yönetmenleri kadın bedenini kullanarak değiştirmek ve kendilerine benzetmek veya kendilerini de istedikleri ölçülere göre giydirmek için yok etmek elde etmek istedikleri toplumları eski bir ifadeyle böl-parçala-yok et türünde eski Çin savaş taktiklerini uygularcasına milletin kadın ve erkek demeden manevi duygularını ve ahlaksal ölçütlerini hiçe sayarak sömürü politikasının adımlarını kendinden emin bir biçimde atıyorlardı. Kapitalizm’in ortaya koyduğu kadın hürriyeti, kadını bir sömürü aracı olarak kullanmaya itmiştir. Kadının genleriyle oynamış ve onu istediği kıvama getirmek için çabalamıştır; görünen o ki bunu başarmıştır. Özellikle tüm tüketim sistemlerini kadın üzerine dizayn etmiştir ve kadını bir sömürü aracı olarak kullanmaya başlamıştır. Modern dünyanın vermiş olduğu açılıp saçılmayla beraber kadının üretim dünyasının ortaya çıkardığı her şeyi tüketmeye ihtiyaç duymuş bu da kadını çırpındıkça batmaya doğru sürüklemiş bir hal almıştır. “Batı’nın toplumumuza yeni tüketim maddesi olarak sunduğu her ürün başka bir ürünü zaruri hale getiriyor. Tüketim maddesinin değişmesi aslında tüketen kişinin yaşadığı değişimden kaynaklanmaktadır. Zira iktisadi tüketim ile tüketici arasında çok esaslı bir bağ mevcuttur.” Doğrusu kadınlar üzerine kurgulanan böyle bir piyasa söz konusu iken kadınların ahlaki ve imani tüm şeairleri yok olmaya yüz tutmuştur. Bu hal böyle olunca kadın kadın olmaktan çıkmış ve tüm kadı-

DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

Metin YAĞMUR

27


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

28

ni duyguları perde arkasında bırakılmıştır. Kadına istenildiği gibi değer verilmiş ve kadını moda denilen canavara sarmışlardır, moda tüm bu kadini unsurları kendi lehine çevirmiş ve nasıl isterse o şekle kadını bürümüştür; kadınlar ise modaya uymamayı bir cehalet ve gericilik olarak nitelendirdikleri için veya onlara öyle gösterildiği için bu duruma sessiz kalmış hatta kendi isteği doğrultusunda moda denilen Kapitalizm canavarının kucağına kendini koyuvermiştir. Kadından daha fazla sermaye daha fazla sömürü elde edebilmek için moda denilen modern yozlaştırma sistemini kullanarak, üretimi artık bitmek üzere olan kadın-erkek birlikteliğini İslam iğrenç ve ahlak dışı olarak nitelemiş ve bundan insanları men etmiştir. Bunun yerine evlilik yönünü açmış ve bu evliliğin sağlıklı olması içinde İslami şartlara uygun bir biçimden yaşanmasını istemiştir.

“…Bunlardan ötesini iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini vermeniz), size helal kılındı. Öyleyse iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin.” Evet, bu ayetlerde gösteriyor ki kadınlar erkeklerin ilgisini ve onların şehevi hislerini veya hayvani duygularını ortaya çıkaracak hareketlerden uzak durmalıdırlar; bu kadınların incinmeden başkasının esaretine, zorbalığına girmemesi için kadınların sığınabileceği tek liman konumundadır. Allah bu gibi ayetlerle kadınlara nasıl yaşamları, milletin, yabancının saldırılarına karşı kendini nasıl müdafaa etmesi gerektiğini ve toplumda gerçek bir kadın konumunun yer edinmesi için gösterdiği yollardır. Genel icabıyla Bu yollara uyulduğu takdirde kadın toplumda kadın statüsünü en güzel bir biçimde yaşayacaktır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi(R.h.) kadınlarla ilgili şöyle bir tespiti vardır:

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; Hem müthiştir tesiri.

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur.”

“Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli -Mim”siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yap-


“Kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.”

mış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri; Haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbâb-ı ifsad, demir sebat kararı Lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvânda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları. Yatmış olan hevesât birden bire uyanır. Tâife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı. Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; Hem müthiştir tesiri. Memnu’ heykel, sûretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habîs ervâhları. Asrımıza geldiğimizde, eşitlik ve ekonomik bağımsızlık söylemleri içerisinde kadının dikkati tamamen yuvası dışına çekilmek istenmiş ve bunu başarmak adına da türlü türlü hilelere başvurmuşlardır. Böyle olunca kadın modern dünyada moda, aşk, şehvet gibi unsurlara sarılacak o da onu ahlaksızlığa, fıtri duygularının tersine yaşamasına ve bir şehvet unsuru haline gelmesine sebep olacaktır. Öte yandan, İslâmiyet’in kadınları her meselede evde hapsettiği suçlamaları gündeme gelmiş, İslam’ın ilk dönemlerinde, üreten, savaşa katılan, sağlık hizmetleri veren ve insanın bulunduğu her yerde bulunan; ama iffetiyle, haysiyetiyle, kişiliğiyle, yaşayan iffetli kadınlar görmezden gelinmiştir. Gerçek şu ki mimsiz medeniyet İslam’a aslı olmayan iddialarla saldırı düzenlemekle acizliğini ve haksız olduğunu gözler önüne sermektedir; çünkü kadınlar tamamen bir şefkat unsuru ve sevgi kaynağı olduğu için onların zarar görmemesi ve dışarıda gelen tecavüzatlara karşı kendini korumak ister. Bundan dolayı

Evet, kadınlar nazik ve nazenin varlıklar olduğu için her zaman dışarıdan gelen tüm tehlikelere açık durumdalar bundan uzak durmak için tesettür bir kalkan hükmüne girmiş ve onu dışarıdaki erkeklerin şehevi arzularından korumak için yegâne vasıtalardan biri olmuştur. Evet, gerçek şu ki kadınların modern dünyanın içinde bulundukları ahlaki yozlaşmalar sisteminden uzak ve gerçek bir kadın olarak yaşayabilmesinin tek çıkar yolu gerçek İslam’a sıkı sıkıya sarılmaktır. Ali Şeraiti,kadın,(Alptekin Dursunoğlu), fecr yay. ,Ankara ,2008 ,218 Ali Şeraiti,kadın,(Alptekin Dursunoğlu), fecr yay. ,Ankara ,2008 ,116 Ali Şeraiti,kadın,(Alptekin Dursunoğlu), fecr yay. ,Ankara ,2008 ,118 Kur’an-ı Kerim: Nisa:4/24 Kur’an-ı Kerim: İsra: 17/32 Kur’an-ı Kerim:Ahzab:33/59 Kur’an-ı Kerim: Nisa: 4/24-25 Bediüzzaman Said Nursi, Sözler-Lemaat, Zehra Yay. , İstanbul ,2004 , 916 Bediüzzaman Said Nursi ,Hanımlar Rehberi, Zehra Yay. , İstanbul ,2004, 13

DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

kadın kendini korumak zorundadır. Bunu ancak İslami çizgide hayatını idame etmesiyle mümkündür.

29


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

30

ZİHNİ BULANIKLAR ANLAR HALİ…

ZİHNİ BULANIKLAR ANLAR HALİ… MAHMUT GÜNDEŞ

Z

amanı çağlara bölen olaylar gibi, insanın ömrünü de dönemlere bölen vakalar olur. Bu olaylar genelde zihnidir, içseldir. Ekseriyetle de insanın duygularının zayıflığından ve kırılganlığından neşet eder. Böyle olaylar hengâmında içerilerde bir yerlerde, süreçlerde krizlere neden olsa da her kriz bir fırsattır ve “yenilgiler zaferlere dönüştürülebilir” düsturundaki incelik yakalanabilirse şerdeki hayra vasıl olunabilir. İnsanız, nisyandanız, nisyandayız.. Hatırlatıcıya muhtacız. Bulunduğumuz zemin kaygan, dengede durmak zor, düştükten sonra kalkması daha da zor.. Tutanağa muhtacız. Zihinler dalgın, düşünceler yoğun ve yorgun, ehem ve mühim iç içe, öncelikleyememe hastalığı ile malul… Bütün bunlara rağmen çoğumuz uykudayız, rüyadaki adam gibi uyanık sanarak.. Böyle biri nasıl uyandırabilir ki? Evet, uyandık hamdolsun, uyandırıldık; gerekiyordu, acı verdi, zor oldu, izini bıraktı en derinden lakin dönem değişti ve zaman başkalaştı artık. Her şeyin bedeli ölçüsündeydi değeri, böylesine bir uyanış bu kadar bedelli olacaktı, oldu.. Evet, oldu.. Kâfi. Kaybolan Yusuf döner Kenan’ a bir gün, Gâm yeme

ÖLÜMVAKTİ Ecel saati kulağımda; tik tak tik tak... Ölümü beklerken başım yastıkta; tik tak... İhtiyarlaşınca ses artar; tik tak, tik tak... Can sıkılır ses artarak gelince; tik tak...

Bilal İKİZASLAN

Gör şu mahzun ev, olur gülistan, gâm yeme Ey gönül işler düzensizlikten elbet kurtulur Dertliler kalmaz perişan böyle her an, gâm yeme

Git gidebildiğin kadar... Neresi olacak, yaşamın kadar...

Gerçi bir kaç gün, felek sapmış gider, hep ters yö-

Varsa, eldeki kadar...

Her zaman arzunca dönmez çünkü devran,

Var mı Allah’ın rahmetinden

ne gâm yeme Bülbülüm, kırlarda tekrar taht kursun, gün gelir Tek ki sağ kal, kopmasın ömrün bahardan, gâm yeme Sel götürmüş yıkmış varlığın, mahveylemiş Nuh eğer kaptansa korkma, olsa tufan, gâm yeme. (HAFIZ-Î ŞİRÂZÎ)

daha iyi karar...


H

z. Muhammed (sav) hayatı, incelenmesi ve tetkik edilmesi gereken en mümtaz bir şahsiyeti âli ve madeni galidir. Biz insanlar fıtratımız itibarıyla hayatı yaşarken doğru ve istikametli bir hayat için devamlı olarak araştırma ve değerlendirme yaparak kararlarımızı veririz. İnsan denen bu canlı ve şuurlu varlık-ı ali yüce Rab tarafından çok detaylı ve donanımlı bir surette yaratılmış olup, meydanı imtihana sevk edilmiştir. Mevcut kabiliyet ve istidat, onu diğer var edilenlerden farklı ve üstün kılmıştır. İnsanın temel farklılığı, düşünen ve akleden bir özellikte yaratılmasıdır.

Akıl dediğimiz farklı özellikle beraber, kalp denilen bir hasse verilerek, onu daha da değerli kılmıştır. Akıl ve kalp beden yapısının yöneticisi ve yönlendiricisi konumunda tavzih edilerek, bedene yerleştirilmiştir. İşte biz dahi, bu iki teraziyi kullanıp, karar verenlerdeniz. Hz. Muhammed (sav), bir insan olarak ele alınsa ve değerlendirilse elbette karar isabetli olacaktır. İnsan bir şahsı sevip, tercih edip, kendisine model alması farklı şartlara göre olabilir; ya cemaline hayranlığından. Ya ahlakına hayranlığından, ya makamından, ya zenginliğinden, ya soyundan, ya akıllı oluşundan, ya koruyuculuğundan, ya cömertliğinden, ya cesaretinden, ya... Evet, sizin nedeniniz ne olursa olsun araştırınız ve tetkik ediniz. Kararınızı öylece veriniz. Hiç kimsenin düşüncesiz ve anlamsız bir şekilde bir yere ve şahsa bağlanmasını kabul etmiyoruz. Hz. Muhammed (sav) bundan 14 asır evvel, yeryüzüne indirilmiş, putperestlik içerisinde bir abd-i İlahi, hakla batılı ayırmada bir mürşid-i Furkani, beşerin çaresizliği içerisinde bir dest-i Rahmani, inançsızlık karanlığında bir burhan-i Kurani, asr-ı sefaletin imdat çığlıkları içerisinde bir necatı İnsani, değeri beşere alamet bir habibi Rahmani, ahseni takvim içerisinde bir şahsı Nurani, beşerin fakr u zarureti içerisinde bir berekat-ı Semavi, cennette sevk içerisinde bir rehber-i İlahi, cehennemden halas içerisinde bir Halaskar-ı Uhrevi... Bizler başta ifade ettiğimiz hakikate göre Hz. Muhammed (sav) değerlendirilse ki çok farklı şahsiyet ve insan olduğunu fark edeceğiz. Suretini esas alsak ondan Ecmel bir kimse karşımıza çıkmayacaktır. Sîretini esas alsak ki en temel değerlendirme budur; asla ve asla her hangi bir kimse

DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

Servet YILMAZ

31


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

32

ondan daha âli olamaz. Beni etkileyen ve teslim-i akıl ve kalb eden Efendimizin affediciliği; Taif’e git ve güzelce insanlara nasihat et; Ama insanlar seni taşlasın... Fakat sen Cebrail’in (as) istersen bu topluluğu yok etmek için şu iki dağı birleştireyim teklifine... Hayır, belki gelecekte onlardan bir tanesi iman eder de... Efendimiz(sav)’in takdire şayan diğer bütün yönlerini anlatmaya ne bizim anlayışımız kifayet eder ne de onu anlatmak mümkündür. Fakir insanlara karşı muamelesi, apayrı bir hususiyet; Hz. Bilal-i Habeşi gibi maddi varlığı olmayan bir insanı alıp, yanında yer vermesi... Cömertliği; kapısına kim gelse boş çevirmeyip, memnun etmesi, kendisi aç kalsa da vermesi... Cesareti ve hakperestliği; kendini güçlü gören sömürü düzeninin karşısına geçip, ucunda ölümde olsa onların haksızlıklarını tokat gibi yüzlerine vurması... Zayıflara karşı tavrı; bütün zayıf ve çaresiz insanların bargâhı, olması ve himaye etmesi... Bilal, Ammar, Selman (ra).... Kötülüğe karşı iyilikseverliği; kendisini Mekke’den süren insanlara karşı, umumi af ilan etmesi... İyiliği emretmesi ve kötülükten sakındırması; en başta ailesini, sonra akrabalarını uyarması ve hiç vazgeçmemesi... Davasına

bağlılığı; bütün bir dünya varlığını önüne dökmesine karşı, elinin tersiyle itmesi ve davam demesi... Bütün bir inançsız toplum seni araştırsın, hayatında en ufak bir eksik ve noksan bulamaz. Heyhaat, elmas tarlasında bir parça kömür arayanlara, heyhat! O tarlada kömür aramayı bırakın ve elmas parçalarını görünüz. Bir zamanda, fakir bir memlekette bir âdem varmış, memlekette en değerli maden olarak altın bilinirmiş. Kimse daha kıymetli maden tanımazmış. Bir gün bu adam bir parça elmas bulmuş; mahiyetini ve kıymetini anlamaya çalışmış anlayamamış. Sonra kıymetini bilmediğinden, altından daha düşük bir bedele vermiş. Vakta ki başka bir memlekete yolu düşünce bakmış ki, altınla elması değil karşılaştırmak, satın almak dahi mümkün değil. O zaman anlamış ama iş işten geçmiş... Yüce Rabbimiz bizi affet ve Efendimiz(sav)’e ümmet kıl... Âmin.


R

eyhanım!.. Gül kokulum!...Güzel huylum!..

Görüşmeyeli epey oldu.İnşaallah halin daha iyicedir. Özlemedim desem yalan olur. Hatta bazen yerin öyle belli oluyor ki; keşke burada olsaydı diyorum. Halbuki, şu bir gerçek ki; bir zaman gelecek hiç kimse aynı yerde olmayacak. Herkesin farklı bir görevi farklı bir meşguliyeti olacak. İşte o zaman gönül ister ki, arkada bırakılanlar güzel olsun,tatlı anılsın, hoş görülsün. Sanırım şu an içinde bulunduğun sıkıntıda sende bu neticeyi kaybetmemeye çalışıyorsun. Zaten öyle yapmasan abes olurdu...

Senin gibi defalarca ihlas ve uhuvvet bahislerini okuyup, yaşamaya çalışan birisi için bu durum çok doğal. Ama yine de soru gibi yönelttiğin şikayetlerinde, bazı şeyleri anlayamadığın için sıkıntının büyüdüğünü görüyorum. Güzel gözlüm!...Yumuşak huylum!. Sen de bilirsin ki; Kur’an-ı Kerim altı yönü aydınlatan parlak bir nuraniyete sahiptir. İhlas ve uhuvvet penceresinden, bu hakikatlere altı vecihle bakacak olursak:

Altı yönümüzde de altı nur olduğunu göreceğiz. İhlasa binaen kazanılan bu beraberlik nuru; İhlasa dayalı uhuvvetin bozulmasıyla da anında sönecektir. Üstümüzü aydınlatan nurumuz: Mürşidimiz, Davamızdır ki; Dava ruhu sönünce O’ da söner. Nefsi emmare çoklukla hakim olmak arzusuyla, gaflet perdesi çekip bu nura gölge yapar. Tama duygusuyla ihlası zedeler; iradeye hakim olur. Kişi kazandıklarını kaybetmek korkusu yaşar. Bir zamanlar Gazneli Sultan Mahmut, Hint savaşında bir köle elde etti. Onu kendi oğlu gibi büyüterek, ona bir ordunun komutanlığını bahşetti.Onu tahtının yanına oturttu. Ona ihsanlarda bulundu. Ama bütün bu ihsanlara rağmen, zaman zaman onun ağladığına şahit oldu. Dayanamadı, sordu. Köle şöyle dedi; Ben çocukken annem bana kızınca hep “seni Sultan Mahmud’un elinde göreyim” diye beddua eder, beni korkuturdu. Babam da bu kötü bedduadan dolayı anneme kızardı. Şimdi annem gelse de bu halimi görse diye düşünüyor ve bundan dolayıda gözyaşlarımı tutamıyorum. (Mesnevi) İnsan çoğunlukla neyin hayrına neyin şerrine olduğunu bilmediğinden; bazen duasının beddua, bedduasının da dua olduğunu anlamaz. Böylece kazancıyla, kaybı karışır. İşte bu durumda kadere imanın önemi ve kıymeti ortaya çıkar. “Başa gelenin Allah’tan geldiğine” hikmete binaen imtinan varsa bu hal çabuk aşılır, öncesi musibet gibi görünse bile sonu hayır olur. Altımızı aydınlatan nurumuz: istikametimiz, hizmetimiz, meşrebimizdir. Bu nur üstünde sebat olmazsa ayaklar çabuk kayar. Seviye düşer. Meşrepler karışır. Bu hal şu misale benzer ki; Bir gün bir papağanın önüne bir ayna koyarlar. Zavallı kuş orada kendini görür onu başka bir papağan

DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

Aynur KUŞ

33


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

34

sanır. Aynanın arkasına gizlenen usta ona öğreteceği kelimeleri tekrarlayıp durur. Papağan duyduğu bu sözleri o aynada gördüğü papağanın söylediğini sanır. Böylece duyduğu sözleri ezberler ezberlemesine; fakat bu sözlerin manasından, ne dediğinden, haberi yoktur. (Mesnevi) O ayna Bizim hergün orada kendimizi görmek istediğimiz dünyamız, aynanın arkasında ki usta; İblisten ders alan hevalarımız, o papağansa; kendinden başkasını görmeyen nefsimiz. İşte mezhep ve meşrep nurumuz, Hak Teala’nın keremiyle bize ihsan edildiği zaman, kişi arkasındaki bu rahmet elini görmezse; nefsi kendine perde olur. Zira bu nur o kadar etkilidir ki; en avam kişiyi dahi verimli ve feyizli kılar. Ömr-ü hayatında bu rağbeti görmeyen kişi, biranda: “Benim elimden neler gelirmiş”der. Bu durumda kişi “iyilikleri Allah’tan, Kötülükleri kendinden” bilerek meşrebinin hatveleriyle (adımlarıyla) yürürse ucuba girmekten kurtulur. İhlas-ı taammeye muaffak olur. Bu devamlı olursa nuru artar. Arkamızı aydınlatan nurumuz; Bize bu nurun erişmesinde vesile olanlar, hocalarımız, Üstadımız, Üstadımızın Üstadları (icma zinciri) ve EFENDİMİZ. İnsan önce hayranlık duyduğu manevi şahıslara karşı çok ilgi duyar. Yakın olmak için can atar. Yakınlığa sebep olan bu hal muhabbeti arttırdığı gibi aynı zamanda selefin fani ve aciz yüzünü de yakından gösterir. Böylece Şeytan insana nefsini temize çıkarttırır:”Salihlerden

olmak erişilmez değilmiş” dedirtirir. Bu nokta da kişi şeytana uyar; “Herkesin ehemmiyet verdiği bu şahıslar da aciz ve hakir “diyerek ilana yönelirse münafıklık derecesine düşer.(13,Şua) Ama selefine veya selef-i salihine samimi saygısı varsa sıddıkıyyet mertebesiyle şereflenir, kibire düşmekten kurtulur, izzet nuru artar. Hatta hocasını her an karşısında, üstadını daim başında bulur. Mahşer günü hocasının kendisinin vesilesiyle, Efendimizden şefaat istediği müşerref bir zat olmakla payelenir. İşte şu Ayet-i Kerimeler Allah’ın sadakat ve samimiyyete verdiği önemi açıkça anlatmaktadır. “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler vardır. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Çünkü Allah sadakat gösterenleri sadakatları sebebiyle mükafatlandıracak, yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”(Ahzab/23-24) Önümüzü aydınlatan nurumuz: Bize rehberlik eden meşrep ve mesleğimizin esasları,düstürları, hatveleri. Bu nurani rehber adım adım takip edilmezse gözden çabuk kaybolur. Yollar karışır, yolsuzluk ve mesleksizlik hasıl olur. Bu rehberin ilim nuru çok parlaktır. ilk anda nazarları yakar, gözleri kamaştırır. Kişi bir anda rehberi görmeyebilir. Hayranlığın verdiği rehavetle rehberin ikazlarını duymaz, nurun seyrine dalar. Kendini hemen toparlarsa büyük bir şefkat tokadından kurtulur. Füzûliyattan çıkar. Bencillik ve ena-


niyet hastalığına düşmez. Bu yolda ona düşen Kur’ân ahlâkını giyip sünnet edebiyle süslenerek. ”Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir” hadisi’nin varisi olan Asım’ın neslini temsil etmektir. Bu göğüslerse Huda’nın ebedi serhaddi: “O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi. Asım’ın nesli… diyordum ya…nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. Şüheda gövdesi, dik baksana, dağlar, taşlar… O rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar. (M.Akif) Sağımızı aydınlatan nurumuz: Üssül esası ihlas olan bir uhuvvetle kazanılmış fena f’il-ihvandır. Bizimle beraber yürüyen hizmet kardeşlerimizdir. Kardeşlik noktasında tefrit uhuvvetsizliğe, ifrat ayrılığa sebep olur. Rekabetten hased doğar. Hased hem dağıtır, hem eritir. Bunun çaresi; Hakta birlik, fazilette dayanışmadır. Uhuvvetten gelen muhabbeti sünnet olan vasatta tutmaktır. Kısaca aradaki ihlasa zarar vermeden kardeşini her halde, her durumda kendine tercih edecek kadar civanmert olup; meşrepte hilleti, meslekte haliliyeyi göstermektir. Bunların ilk payesi; dünyada kapanmayan hayır defteri,mahşerde evliyaların ve şehitlerin bile imrendiği nurdan minberlere oturmaktır. Abdülaziz Bin Velid, amcası Süleymanın vefatında hazır değildi. Onun vefat haberini alır almaz yanındakilerden biat aldı ve hilafet merkezine doğru harekete geçti. Ancak yolda halkın Ömer bin Abdülaziz’e biat ettiğini duydu. O Ömer’i herşey’i ile kabullenen birisiydi. Süleyman’ın bir başkasını değil de Ömer bin Abdülaziz’i veliahd tayin etmesine en çok sevinen-

DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

lerden biri de o oldu.Hemen Halifenin yanına gitti ve biat etti. Ardından da “Senin Halife olduğundan haberim yoktu. Müminlerin mal ve canlarını emniyete almak için bu yola tevessül etmiştim” diyerek özür diledi. Ömer b. Abdülaziz ise bir ihlas samimiyet abidesi olarak ona şu cevabı verdi: ”Allah’a yemin ederim, sen ümmetin biatını alıp hilafete geçseydin, buna çok sevinir ve gider evime kapanırdım. Hiç bir zaman da sana karşı herhangi bir direnişte bulunmazdım.” Mü’min’in ihlas ve samimiyyeti hayatının her anında başında salahat tacıdır. En küçük bir davranışında bile ihlassızlığa tenezzül etmez. Kelamın fitnesinden korkar. Halin sözden evla olduğunu bilir. Solumuzu aydınlatan nurumuz: Ümmet-i Muhammedi oluşturan bir beden hükmündeki vücudun diğer azaları kuvvetinde olan diğer hak hizmetlerde yürüyen kardeşlerimizdir. Bunları görmemek, tanımamak dış dairede kopukluğa, iç dairede taassuba yol açar. Her iki halde duaların ve ibadetlerin makbuliyet derecesini düşürür. Bunun halli de; ancak “mesleğim haktır, güzeldir. Amma tek hak ve güzel olan benim mesleğim değildir. Diğer meslekler de hak ve güzeldir” hakikatini geniş bir gönül hoşluğuyle söyleyebilmekle hallolur. Ümmet-i Muhammed’in ittifakı hususunda şu ayetler Rabbimizin rızasını işaret etmesi bakımından çok önemlidir. Allah ve Resulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz elden gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal-46) Allah kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever. (Saff-4) Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran-105) Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. (En’am-159) İşte bu hakikati efendimiz ne güzel ifade etmiştir; “Mü’minler birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” “Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” Efendimiz bunu açıklamak için, iki elinin par-

35


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

36

maklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi. (Buhari) Bir ip tek başına bir mukavemet edemez. Birleşip halat olduklarında ancak kıymete ve kuvvete ulaşırlar. İşte ittifak bu halata benzer. Allah her türlü başarıyı ittifakla bütünleşenlere va’deder. İttifaksız ve tevfiksiz hizmetler çatısız bina gibidirler. Allah, ittifakı meyveleri çiçekleri verdiği gibi vermez; onu bizim irademize bağlamıştır. İttifakı yaratacak olan Allah’tır, fakat sebep olarak bizim cehd ve gayretimiz çok önemlidir. Meşrepler arasında esasat olan iman ve İslam esasatlarına ait meselelerde usülde farklılık şöyle dursun, birlik noktaları da bir değil bindir; Tevhid, Nübüvvet ve haşir de ihtilaf var mıdır?.. Meleklerin ve Cinlerin varlığı hususunda ihtilaf var mıdır?..

Kitabımız ve kıblemiz de ihtilaf varmıdır?.. Namazın, zekatın, orucun haccın farziyetinde var mıdır?.. Sonra vatanımız bayrağımız, tarihimiz, ezanımız, hatta din düşmanlarımız bile bir, daha nice bir bir ve birler!... Daha nice sayamadığımız birlik noktalarında Katiyyen ihtilaf yoktur!... Evet!.. Benim çalışkan, gayretli kızım… Biliyorum, ne demek istediğimi anladın. Şimdi bütün gayretini sabra ver. İçinde bulunduğun durumu iyi tahlil et. Kulağın hep rehberinde, elin işinde, ayağın yolunda sebatlı olsun.

Nefsine prim verme!...Gurura düşüp kendini aldatma!.. Muhakkak ki Rabbin azim bir rahmete kavuşturmak için seni çetin bir imtihana tabi tutacaktır. Bu dönemeçte yol alanların en çetin imtihanı “Biz onların bir kısmını,bir kısmıyle imtihan ettik..”En’am-(6/53) Ayet-i Kerime’sinin tecellisine mazhar olmaktır. Rabbimiz adeta; “vesilesiz vasıl” istemekte, yolun burasında sebepleri, vasıtaları aradan çekip doğrudan aracısız bir yöneliş talep etmektedir. Bunun sebep ve neticesi şudur ki; ne gelene, nede gidene takılmadan vasatı muhafaza

ederek Fena’fi’l-ihvandan geçip, fena fi’l-dava’da tefani olup; FENA Fİ’L-İLAH’a uçmaktır. Ruhunu bedenine dua ve ibadetle, Kalbini nefsine sabır ve tevekkülle hakim kıl!… Rıdvan’a kavuşmak dileğiyle…Allah’a emanet ol.


“M

ümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle. Bu onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır. “(Nur suresi 30.AYET) Zamanın en büyük fitnesinin fitili; Bakmak… Her günah iskelet itibariyle aynı diyebileceğimiz hüviyete sahiptir. İskeletin bel kemiğini ‘bağımlılık’ oluşturmaktadır. Sigara tiryakisi, Ramazan ayında iftarını su yerine sigarası ile açıyorsa, biraz daha ileri gidelim; içki müptelası içkilerin bulunduğu ortamda hâkim olamıyorsa nefsine, bu bir illettir ve adı “bağımlılıktır”. Dedikodu ve gıybeti çok yapan bir insan belki farkında değildir, ancak birilerinin hayatı hakkında ileri geri konuşmasa çatlayacak hale gelecektir. Zira o, bir ölü eti yeme bağımlısıdır. Tıpkı kumar, at yarışı oynayan kişinin ayaklarının adeta kendi kendine kumarhaneye gittiği gibi…

Evet, teşhis konuldu, adı “BAĞIMLILIK”. Bakmak da bir bağımlılıktır, sabıkan anlattığımız üzere. Zehirli oklardan bir oktur. Bir kibrit nasıl ki koca bir ormanı küle çevirir, bir bakış dahi kişiyi batırabilir, allak bullak edebilir. Çözüm için öncelikle bağımlılık kabul edilip tedaviye ihtiyaç olduğu kabul edilmeli, hatta kişi tedaviye gönüllü olmalıdır. Yoksa her günahta küfre giden yol olduğu için zaman aşımı ile günah kalbi karartır ve nur-u imaniyeyi çıkarıncaya kadar bu durum devam eder. Resulün (s.a.v) “içki meclislerine bakmayın “ buyurması ne güzel bir hikmete mebnidir. Zira bakan kişi gün gelir selam verir, gün gelir iki kelam eder, bir zaman sonra suyunu içer ve neuzubillah bir kadeh ve uçurum olabilir sonuç. Her hastalıkta ölüme giden yollar olduğu gibi her günahta da küfre giden yollar vardır. Peki, çözüm nedir? Bu noktada birçok reçete sunulabilir. Ben naçizane bu konuda başlıca tespit ettiğim konuları maddeler halinde yazmak istiyorum; *Mayınlı tarlada yürüdüğümüzün farkına varmalıyız öncelikle. *Hiçbir günahı küçük görmemeliyiz. *Kalben arzu edilmeyen günahı işlesek bile hemen tövbe etmeliyiz. Unutmamalıyız ki Allah; halis ve içten tövbenin şartlarına riayet ederek edilen dualara kefildir. *Daima istiğfara ve salavata sarılmalıyız. Zira Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir. Ve dahi şefaate layık ancak onun sevgili Resulü(s.a.v) ‘dür. İmdat eylemek elzemdir. “İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir “ oldukça doğru bir sözdür. Elbette her şeyde olduğu gibi merakında iki vechi vardır. Nitekim Bediüzzaman hazretleri “merak ilmin hocasıdır” derken Resulullah (s.a.v)‘in ifade buyurduğu faydalı ilmi kastetmiştir. Farklı yerlerde kullanıldığında merakın günahın anası olduğu hepimizce malumdur. Bu normlara göre en önemli görevlerden biri ebeveynlere düşüyor ki, veledinin merakına en güzel cevabı vererek fark-

DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

Tayfur ÖZEN

37


DÜŞÜNCE & DENEME & YORUM

38

lı yerlerde aramasına fırsat vermemelidir. İslami terbiyeyi kavratmalı ve meşru dairenin keyfe kâfi geldiğini bizzat ‘fiiliyatıyla’ öğretmelidir. *Boş kalınmamalıdır. *Farzlarda hassas olunmalı. *Pişmanlık duyulmalı. Pişmanlık, insan için temizlenme duşuna koşması için verilmiş bir yakıt gibidir. *Haramlar topyekûn herkesin iştirakiyle işlense bile hesap gününde mazeret sayılamayacağı akıldan çıkarılmamalı. *Helal daire içinde kaliteli bir kültür, sanat ve aktivite vasatı (optimum düzeyde) oluşturmalı. Hani anlatırlar ya Muhammed Bin Süleyman ‘ı, o mübarek insanı. Gözlerimiz dolar her dinleyiş de; Bir talebedir, şevkli bir talebe. Bir gece dalmıştır ilmin derin konularına, mütalaa etmektedir nadide eserleri. Kapı çalınır, heyecan ile kalkar bu vakitte kim olabilir der kalbinden. Kapıyı açınca güzel bir kızı bulur karşısında. Yolunu kaybetmiştir. ‘Işığı yanan tek ev olma hasebiyle çaresizce çaldım’ diyebilmiştir kızcağız. Çaresiz buyur eder içeri. Sabaha kadar dersine devam eder. Kenarda göz ucuyla talebe-i ulumu seyreden kız, iffetine hayran kaldığı delikanlının bir haline taaccüb eder. Talebe arada bir elini yanan muma götürüp uzun süre bekletmekte ardından yüzünde acı hissi oluşmuş halde geri çekmektedir. Sabah olup da etraf sakinleşince kız, şehrin görkemli evine doğru yol alır. Saray sahibi baş vezirdir. Kız,

başından geçenleri bir bir anlatır. Vezir, genci çağırır teşekkür eder ikramda bulunur. Gencin müsaade istediği bir anda kızının anlam veremediği hali sual eder. Önceleri hayâ ederek durumunu saklamak isteyen Süleyman nihayet ısrarları kırmayarak şöyle cevap verir; “Nefsimin bana vesvese verdiği anlarda cehennem azabını tahattur ettim ve o acı azabı nefsime duyurmak ve onun bu azaba layık olduğunu göstermek için elimi yaktım der.” Vezirin şaşkınlığını anlatmaya ne hacet.. İffete meftun olmuş ve hayatını istikamet üzere ikame eden gençler olma dileklerimle sizi ALLAH’ a emanet ediyorum. Selam ve muhabbetle kalınız.


Zeki AYDIN

TOPLUM VE AİLE

Prof.Dr. Mehmet

39

Ç

ağımızda toplumsal değişimler o kadar çok hızlı olmaktadır ki, takip etmek bile zorlaşmıştır. Ancak ister istemez bu değişimleri takip etmek gerekmektedir. Çünkü bu değişimin gelişim yönünde olması, bilinçli ve tutarlı insanlar yetiştirerek mümkündür. Günümüz toplumlarını iki ana özellikle karakterize etmek mümkündür: 1. Toplumun tüm hayat alanlarında yoğun bir bireyselleşme atılımının gerçekleşmesi. 2. Toplumda geçerli değer anlayışlarının çoğullaşması.

yüzyılda bilgisayar kullanmak, okuma yazmayı bilmek gibi olacaktır. Önümüzdeki yıllarda, kişiler, teknolojiden ve özelliklerinden haberdar olacaktır. Geçmiş yüzyılların itaatkâr, uslu çocuk kavramı, kendi kendine yetebilen, karar verebilen, kararlarının sonucuna katlanabilen, hak ve sorumluluklarını dengeli bir şekilde taşıyabilen insan yetiştirme kavramı ile yer değiştirdi. Bunun eğitim anlayışındaki görünür etkisi, eğitim ort amlarındak i otoriter yaklaşımdan, kişiler arası karşılıklı etkileşime dayalı daha serbest bir yaklaşıma doğru değişmesi şeklinde oldu.

Günümüzde, eski dönemlerin çok bilen insan tipi, yerini bilgiyi gerektiğinde nerede, nasıl bulabileceğini bilen insana bırakmıştır.

Son yüzyılda büyük değişimlere sahne olan dünyamızda insanoğlu daha birçok değişimlere hazır olmalıdır. Toplumdaki değişimlere paralel olarak, eğitim alanında da değişiklikler yaşanmaktadır. Eğitim alanındaki değişiklikleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: Herkese eğitim, zorunlu eğitim, hayat boyu eğitim, çok kanallı eğitim, öğretmen merkezli öğretimden öğrenci merkezli öğretime geçiş, aktif öğretim, küreselleşme, toplam kalite yönetimi vb. Günümüzde, eski dönemlerin çok bilen insan tipi, yerini bilgiyi gerektiğinde nerede, nasıl bulabileceğini bilen insana bırakmıştır. Yine çağlar boyu bilginin değişmez ve kalıcı olduğuna inanan insan tipi, yerini bilginin kısa zamanda değişip eskidiği bu nedenle sürekli yeni bilgiler peşinde kendini durmadan geliştirmeye çalışan insan tipine bırakmıştır. Aynı şekilde, eğitimli insanın tanımı da değişti. 21.

Yaklaşık iki yüzyıl önce başlatılan her çocuğa zorunlu eğitim, tüm dünya ülkelerinde benimsenen bir uygulama hâline geldi. Bununla birlikte, kız çocuklarının okula gitmesi de kabul edilen bir değer oldu. Batı’da Rousseau ile başlayan, çocuğa göre eği-


TOPLUM VE AİLE 40

tim anlayışı, birçok bilimsel çalışmaya zemin hazırladı. “Çocuğa göre eğitim” anlayışının benimsenmesi, çocuğun yani bireyin tanınmasını sağladı ve böylece eğitim psikolojisi çalışmalarını artırdı. Bu çalışmalar, öğretmen merkezli, klasik öğretme anlayışı yerine, öğrenen merkezli öğretim anlayışının yaygınlaşmasını sağladı. Öğrenen merkezli eğitim, kişilere öğrenmek istediklerini seçme hak ve sorumluluklarını vermenin yanında, bireyin kendisine en uygun yöntemlerle, öğrenme etkinliklerine aktif katılma imkânını da sağladı. Eğitim amaçlarının belirlenmesinde etkili olan, bireyi veya toplumu öne alan iki temel yaklaşım tarih boyunca tartışılmıştır. Son yıllarda, toplumu ön plâna çıkaran sosyalist ve devleti ön plâna çıkaran görüşler yerine, liberalist, kapitalist, faydacı (pragmatist), varoluşçu (egzistansiyalizm), insancı (hümanist) anlayışa uygun, insan/birey merkezli anlayış yaygınlık kazandı. Eğitim alanındaki değişiklikler, bilgi anlayışında da değişikliklere neden olmuştur. Geçen yüzyılda bilgi “kazanılacak “ bir şey olarak algılanıyordu. Bunun sonucu olarak da öğrenci üretici ve etkin bir unsur olarak ele alınmak yerine edilgen ve alıcı yani verilen konuları ezberleyen bir konumda idi. Günümüzde ise bilgi, “aranılan ve keşfedilen” bir şey

olarak kabul edilmektedir. Bu durumda öğrenci verilen bilgileri belleyen bir kişi değildir. O, öğretimde etkin ve bilgiyi arayan, keşfeden bir özelliğe sahiptir. Bunun sonucu olarak artık öğretme yerine öğrenme ön plâna çıkmıştır. Diğer bir ifade ile öğretim, öğrenci merkezli bir hâle gelmiştir. Öğrenci merkezli öğretme yöntemlerine aktif öğretim yöntemleri denilmektedir. Son olarak şunu ifade etmekte yarar vardır: Batı’da insanı/bireyi merkez olan görüşler gittikçe aşırılığa kaymakta ve âdeta insanın kendisini ve aklını tanrılaştırmasına doğru gitmektedir. Ben, bizim insanımızın, bunun farkına vararak, insanı tanrılaştırmadan insana önem veren bir anlayış kazanacağını ümit ediyorum. [1] ” Yeni Dünya Dergisi Eki Hanımefendi, yıl:, sayı:, İstanbul Nisan 2007,


TOPLUM VE AİLE

Mehmet TAŞ

41

T

eknoloji deyince akılda ilk etapta olumlu düşünceler uyanmakta ve bunun akabinde de nefse hoş gelen duygular uyandırmaktadır. Çünkü teknoloji hayatı kolaylaştırmış, yaşam standardını yükseltmiştir. İnternet vasıtasıyla bilgiye ulaşma kolaylaşmıştır. Çamaşır makinası, bulaşık makinası v.b araçlar vasıtasıyla işlere ayrılan vakit azalmış bunun neticesinde insanların zamanı çoğalmıştır. Fabrikalarda birçok kişinin yapacağı işi bir kişi yapar hale gelmiş böylelikle ekonomik kazanç sağlanmıştır. Cep telefonu ile istediğimiz insana anında ulaşabiliyoruz. E-maillerle birçok dosyayı iletebiliyor veya alabiliyoruz. Televizyon ve uydu vasıtasıyla dünyada olup bitenlerden anında haberdar olabiliyoruz. Yine istediğimiz ülkenin istediğimiz TV kanalını izleyerek kültürlerini öğrenebiliyoruz. Teknolojik araçların gelişmesi sonucunda dünya küreselleşerek küçük bir köy haline dönüşmüştür. Yani teknoloji hayatımıza oldukça kolaylıklar sağlayarak yaşamı zenginleştirmiştir( ?! ) acaba? Ya öyle mi? Birlikte düşünelim… Teknolojik gelişmeler ya-

şam standartlarını yükseltirken denge unsurlarının da yerlerini nasılda değiştirmeye başlatmıştır. Alışkanlıklarımız, geleneklerimiz, örf ve adetlerimizde ciddi değişimler yaşanmıştır. İnternet vasıtasıyla birçok masum insan hayatlarını monitörün önünde geçirerek radyasyonlara maruz kalarak sağlığından olmuş, kişilik parçalanmaları yaşayarak toplumdan

uzaklaşmış ve kişiler arası ilişkileri azalarak psikolojik sağlıkları tehlike altına girmiş, çoğu zaman topluma tehlikeli bireyler haline gelmiştir. Hele bir de insan avcıları bireyin internet kullanımını takip ederek onları markaja almış ve kendi kirli emelleri doğrultusunda kullanmışlardır. İnternet ile insanlar gerçek yaşamdan uzaklaşarak sanal âlemde yaşamaya başlamışlardır. Böylelikle bir sanal hayat oluşmaya başlamıştır. Yani sanal kültür, sanal gelenek, sanal görenek, sanal örf ve adetler oluşmaya başlamıştır. Bu oluşan sanal kültür insanların psikososyal hayatına etki ederek yeni davranış kalıpları oluşturmaya başlatmıştır. Hatta yeni bir iletişim dili oluşmuştur. Bu durum insanı gerçek yaşamdan uzaklaştırarak yalnızlaştırmaya ve böylelikle öncelikle kendine ve daha sonra topluma karşı yabacılaşmaya başlamıştır. Hâlbuki insan sosyal bir varlıktır. İnsanın sosyal hayatını elinden alırsanız onu hayvanlaştırırsınız. Yüz yüze ilişkileri olmayan insan sanal âlemde istediği maskeyi takması, istediği takma isim ile istediği kişilik profili sergilemesi daha da kolaylaşacaktır. Böylelikle sosyal ilişkilerin insan üzerindeki etkisini yırtmış biri olarak ve ahlaki yapısındaki deformasyon ile birey hayvani ( nefsani ) isteklerini tatmin etme olanağı oluşturtmaktadır. Bir süre sonra bu insanın, otokontrolü zayıflamaya başlayarak, geleceğe bakış açısı, kişilerarası ilişkileri ve inancı değişmeye başlayacaktır. Aile ilişkileri zedelenmeye başlayacak ve sosyal hayattan uzak yaşayan insanın utanma duygusu da bir süre sonra körelmeye başlayacaktır. Utanmadan yoksun insan özel yaşamın (mahrem) önemini de yitirecektir. Bu durumun topluma yansıması aile yaşamının parçalanması ve aile içi yaşanan cinayetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak şunu da ifade etmek isterim ki sosyal medya sosyal yaşama ciddi etki alanı oluşturmaktadır. Düşüncelerin eserlerin, fikirlerin, duyguların görsel ve sözel olarak tartışma alanı bulduğu bu ortamlar insanları, kitleleri bir araya getirebilmekte ve top-


TOPLUM VE AİLE 42

lumu yönlendirebilmektedir. Bu özelliği “Doğruyu, iyiyi, güzeli ve ahlaki olanı” düşünen insanlar olarak kullanıp temiz bir toplum (İslami Toplum) oluşmasına katkı sağlayabiliriz. Dünyanın en gelişmiş teknolojisi olan “Kalem ve Kitaptan” uzak, sürekli internet başında olan bireylerin zekâlarını kullanımları gerilemektedir. Yapılan bir araştırmada aşırı sosyal medya kullanıcılarının sosyal ilişkilerine olumsuz yansıdığı, aceleci, sabırsız, bencil, iletişim kurmakta zorlanan bireyler yetiştiği tespit edilmiştir. Sosyalleşmenin ilk adımı olan aile, kendi içinde sahip olduğu bireylerle sağlıklı ilişkiler geliştirmeyip, eşi ve çocukları ile doyum sağlayıcı etkili, verimli, dinamik ilişkiler oluşturmayıp, eşine ve çocuğuna sahip çıkmayıp, onu sanal âleme, tv izlemeye, cep telefonu ile eğlenmeye, vakit geçirmeye, internet salonlarında bilgisayar oyunları oynamaya gitmesine sebep olmaktadır. Bu olumsuz tutum ve davranışları sergileyerek aile bütünlüğüne zarar vermektedir. Okuldan eve gelen çocuk okul yaşamı ile ilgili yaşantısını annesi ile veya babası ile paylaşmak isterken eğer ebeveyn o an için TV izleme sebebi ile “Tamam dur hele önemli bir sahne, amaaan sende çekil başımdan” “Tamda gol olacaktı dur bi hele oğlum be” v.b sözlerle ciğer paresini yanından uzaklaştırıyorsa tüm insanlara insanlık hakkı için, annelik-babalık hakkı için haykırıyorum, ne olduğu belli olmayan ( aslında belli olan-insan düşmanı, toplum düşmanı, ahlak düşmanı, Allah, Peygamber düşmanı) bu senaryo yapımcılardan çocuğumuz çok mu

değersiz ?! Çocuğumuz o an şevke gelmiş bizimle anısını, başarısını, düşüncesini, duygusunu paylaşacak biz ket vurduruyoruz. Bu durum birkaç kere devam ederse artık ciğerparemiz bizimle iletişim kurmak istemeyecektir. Aile içi parçalanmaların ilk adımları bunlar… daha sonra “ya çocuğuma ne oldu benimle pek konuşmuyor…” deyip serzenişte bulunuruz. Teknolojiye bakış açımız, Allah’ın bir ayeti olarak olmalıdır. Çünkü teknoloji Allah’ın izni dairesinde işlev görmektedir. Kainatın yaratıcısı Allah, sahibi Allah, hükmeden Allah, havaya, suya, ateşe, toprağa, moleküle, atoma şekil veren, onu işlevsel kılan, mahiyetine uygun hareket ettiren Allah . Teknolojinin işlev görebilmesi için kanattaki tüm bileşenler Allah’a itaat içerisindeler. Hal böyle iken emrimize amede edilen teknolojinin de onun isteği doğrultuda insanlığa hizmet etmelidir. Teknolojinin hayatı kolaylaştırmasından dolayı oluşan artı zamanı, ekonomiyi de Allah için harcamalı, onu razı edici fiiller işlemeli, Allah namına icat et, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle! Vesselam.( Bediüzzaman) Her şeye rağmen zamanın eskimez ve değişmez tek ve en gelişmiş teknolojisi olan Kitap ve Kalemden uzak kalmamak duasıyla…


Ç

ağın yeni dini pozitivizm birey merkezli olarak ortaya çıkmış bütün değerleri tarumar etmiştir. Yarın yok sloganlarıyla gençliği, hevesatlarının esiri yapmış ve bireyi yalnızlığa itmiştir. Önceleri aynı tabaktan yemek yiyen ve paylaşımcı bireylerin, ilk önce tabağını ayırdı sonra odasını en sonunda da hayatını… Özellikle bireyi yalnızlaştırmak için çaba sarf eden bir topluluk teşekkül edilmiştir. İllimünati denen bu topluluğun mason oldukları da söylenir. Her masonun içindeki hâkimiyet ve yönetme duygusu bunlarda da mevcuttur. İlk kurucusu ve mason olan Adam Weishaupt ve Baron Von Knigge ile illuminati grubunu 1 Mayıs 1776 yılında Almanya’nın Münih kentinde kurarlar. İlluminati, “Aydınlanmış Olanlar” anlamına gelmektedir. Topluluğun kuruluş amacı cehaletle, baskıcılıkla ve kilisenin dogmalarıyla mücadele etmekti. Her ne kadar asıl amaç, aydınlanarak dinsel dogmalardan uzak, hür düşünceyi ve Newtoncu pozitif bilimin önünü açmak idiyse de, gizli siyasi amaçları olduğu artık herkes ta-

rafından bilinmektedir. Bu topluluk dünya siyaset tarihinin belki de zaman içerisinde üzerine en fazla komplo teorisi üretilmiş topluluğu halini almıştır. SSCB’nin yıkılmasıyla 90’lı yıllar artık yenidünya düzeni olmalıdır söylemleri yükseldiği yıldır. Yenidünya düzeni tezini ilk dile getiren illimünatiye bağlı olan Hegel’den bir başkası değildi. Bu tezin en ateşli taraftarları da bu tarikata bağlı olan kişilerdi. Varlığı pek bilinmese de kökleri karanlıkta olan bu örgüt; Freud’un bilinçaltı fikirlerinden yola çıkarak psikoanilst bir laboratuar kurmuş ve insanların bilinçaltına nasıl hitap edileceği üzerine araştırmalar yapmışlardırlar. Bu araştırmalarda insanların bilinçlerini yönetmek üzere gizli şifreler üzerinde çalışmaktadırlar. Bu gizli şifrelere “subliminal mesaj” denilmektedir. Subliminal mesaj; başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır. Subliminal mesajlar insanın dikkati tarafından kolay kolay fark edilmezler, ancak bu mesajların insanın bilinçaltını etkiledikleri bilinmektedir. Zaten birçok film afişinde, reklamlarda, şarkılarda, görsel temalı içeriklerde, propagandalarda bunlara rastlamak mümkündür. Noam Chomsky; “Romalılar bir yeri işgal etmeden önce tanrılarını oraya götürür” der. Zalimler güruhu ilk başta nesli bozmaya çalışırlar. İlk hedefleri daima çocuklardır, toplumun en zayıf halkası olan çocuklardan başlar işe. Başta onların iştahlarını kabartır. Sonrada onları kölesi yapar, çocuk artık onsuz olamaz ne de olsa Sam Amca her zaman en iyisini bilir ve en iyisini onun için seçer. Dini sevmez mesela, şehvet onun etkili silahıdır (şehvetten kasıt cinsel duygu anlaşılmamalı, zira şehvet; haz almak demektir. Yemek yemek, gezmek, eğlenmek, oynamak vb.) Silahla giremezse bir ülkeye, ne güne duruyor kolası ve hamburgeri. İlk başta obez yapar sonra yahu çok kilo aldın, bizim ürünlerimizle zayıfla… Ayrıca bu aralar Mc Donald’sa da uğramayı da unutma der.

TOPLUM VE AİLE

M. TALHA AK

43


TOPLUM VE AİLE 44

Ne diyelim umarım şöyle demeyiz; ‘son Müslüman çocuk, MC Donald’sta chicken burger yerken öldü.’ Sam Amcanın tek derdi çocukları eğitmek ve eğlendirmektir. Çocuklara sevimli küçük tanrılar yapmıştır ama bunlar helvadan değil plastiktendi veya hayaldendi hem acıktığınızda yiyemiyordunuz bile. O biliyordu yenilen cinsten olsa inandırmak zor olacaktı. Bu tanrılar ayrıydı… Çocuklar onsuz uyuyamaz ve onsuz yapamazlar, onunla oyunlar oynar, hayallerini onula paylaşır velhasıl en iyi dostudur, kahramanıdırlar ve çok güçlüdürler(!) bu tanrıcıklar. Bunu Sam Amca demiştir kendilerine. Sam Amca her gün binlerce çocuğu dini ayinlerini yapmak üzere ekran başına çağırır ve çocukları o gün tanrılarının neşelenmelerine, üzüntülerine ortak eder. Günah çıkarmış bir Hristiyan gibi gönül rahatlığıyla ayin biter ve yarın aynı vakitte unutmayın haaaaa! Yoksa tanrılarınız üzülür onlar sizsiz bir hiç(!) Siz olmazsanız kimin beynine gizli subliminal şifreler yollayacağız, siz olmazsanız kimi kandıracağız değil mi? Ve kadına yöneldi “kalabalıktan uzaksın kalabalığa karış” dedi. Önceleri evden çıkmayan kadını şimdilerde ise eve sokamıyoruz. Olsun, dedi Sam amca “sen hayatın her noktasında olmalısın. Ölümden korkma, korkacaksan hastalıktan ve ihtiyarlıktan kork. Sana uygun kremler, boyalar, elbiseler üreteceğim. Benim tüketim ikonam olacaksın. Senden sadece sadakat bekliyorum. Ben ürettikçe sen tüketeceksin. Doymayacaksın” dedi… Tüket, Alışveriş

yap ki mutlu olasın dedi… Çamaşır makineleri, bulaşık makineleri, fırınları, elektrikli süpürgeleri, elbiseleri, kremleri olmasına ve almasına rağmen yinede mutsuzdur kadınlar… Şehvetinin arkasında koşan umutsuz kadınlar… Çocuğuna bakmayacaksın, ne güne duruyor kreşler dedi. Sen keyfine bak o kendiliğinden ve benim tanrıcıklarımla büyür, dedi. Ve sorulacak bir gün; “ kreşlere gömülen çocuğa, günahınız neydi diye”… Soruları cevapsız bırakan kadınlar… Ve cevapsız kadınlar… Nuru, nursuzlukta arayan zavallı kadınlar… Ortaçağda ateşle ödüllendirilen ve cadı diye yakılan kadınlar… Bu zamanda da ödülleri mutsuzluk ateşi olan kadınlar… Ve erkeğe dönerek Sam amca şöyle buyurdu; kendi sahanda iki sıfır yeniksin! İster benimlesin ister bensiz… Nede olsa sen çalışacak çocuğun ve eşin tüketecek. Gel benimle diyecek; sana da uygun bir süslü dünyam var. Arabalar, evler, telefonlar… En önemlisi sen içindeki gadab duygunu korkusuzlukla besle… her şeyden önemlisin… Başkaların acılarından, sıkıntılarından sana ne… Sen kişisel gelişimlerle gelişmemiş kişiliğini geliştir. Hâkim olmalısın dünyaya… Ölmek için gelmedin ki(!) kır, dök, israf et umurunda olmasın dünya. Her gün yeni bir lezzet peşinde koş. Senin de bilinçaltını yönetiyorum. Kork benden, İşsiz bırakırım, Seni aç bırakırım dedi. Ve konuşmaya başlar etkisinde olmayan ciddi bir zatla…


TOPLUM VE AİLE 45

-Hey arkadaş! Gel gel, beraber işret edip keyfedelim. Şu güzel kız suretlerine bakalım. Şu hoş şarkıları dinleyelim. Şu tatlı yemekleri yiyelim. Yalnızken okuduğu ve onunla mutlu olduğu duayı sessizce okurken derken Sam Amcayla soru cevap münakaşası başladı. Sual: Hâ hâ, nedir ağzında gizli okuyorsun? Cevab: Bir tılsım. -Bırak şu anlaşılmaz işi. Hazır keyfimizi bozmayalım. Sam Amca herkesin hayatına karışmayı marifet bildiği için o ciddi adamın elindeki pakette de müdahale etti. S- Hâ, şu ellerindeki nedir? C- Bir ilâç. -At şunu. Sağlamsın. Neyin var. Alkış zamanıdır. O ciddi zat Sam Amcayı kaale almıyor ve cebinden çıkardığı kâğıda bakarak bir şeyler okumaya başladı, o ciddi zatı kandıramayan sam amca yine müdahaleye başladı: S- Hâ, şu beş nişanlı kâğıt nedir? C- Bir bilet. Bir tayinat senedi. -Yırt bunları. Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzım! der. Her bir desise ile onu iknaa çalışır. Birden sağ cihetinden ra’d gibi bir ses gelir. Der: “Sakın aldanma. Ve o dessasa de ki: Eğer arkamda-

ki ecel arslanı öldürüp, önümdeki ölüm darağacını kaldırıp, sağ ve solumdaki yaraları def’edip peşimdeki yolculuğu; âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, Sırat’tan men’edecek bir çare sende varsa, bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de: Gel keyfedelim. Yoksa sus hey sersem! diyen O ciddi zat gibi diyebiliyor muyuz?


HAK HUKUK 46

Tayfur ÖZEN

M

adde 21- Hastanın, mahremiyetine saygı gösterilmesi esastır. Hasta mahremiyetinin korunmasını açıkça talep de edebilir. Her türlü tıbbi müdahale, hastanın mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle icra edilir.

Mahremiyete saygı gösterilmesi ve bunu istemek hakkı; a) Hastanın, sağlık durumu ile ilgili tıbbi değerlendirmelerin gizlilik içerisinde yürütülmesini, b) Muayenenin, teşhisin, tedavinin ve hasta ile doğrudan teması gerektiren diğer işlemlerin makul bir gizlilik ortamında gerçekleştirilmesini, c) Tıbben sakınca olmayan hallerde yanında bir yakınının bulunmasına izin verilmesini, d) Tedavisi ile doğrudan ilgili olmayan kimselerin, tıbbi müdahale sırasında bulunmamasını, e) Hastalığın mahiyeti gerektirmedikçe hastanın şahsi ve ailevi hayatına müdahale edilmemesini, f) Sağlık harcamalarının kaynağının gizli tutulmasını, kapsar. Ölüm olayı, mahremiyetin bozulması hakkını vermez. Eğitim verilen sağlık kurum ve kuruluşlarında, hastanın tedavisi ile doğrudan ilgili olmayanların tıbbi müdahale sırasında bulunması gerekli ise; önceden veya tedavi sırasında bunun için hastanın ayrıca rızası alınır. Rıza Olmaksızın Tıbbi Ameliyeye Tabi Tutulmama Madde 22- Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz. Bir suç işlediği veya buna iştirak ettiği şüphesi altında bulunan kişinin işlediği suçun muhtemel delillerinin, kendisinin veya mağdurun vücudunda olduğu düşünülen hallerde; bu delillerin ortaya çıkarılması için sanığın veya mağdurun tıbbi ameliyeye tabi tutulması, hâkimin kararına bağlıdır.

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bu ame-

liye, cumhuriyet savcısının talebi üzerine yapılabilir. Bilgilerin Gizli Tutulması Madde 23- Sağlık hizmetinin verilmesi sebebiyle edinilen bilgiler, kanun ile müsaade edilen haller dışında, hiçbir şekilde açıklanamaz. Kişinin rızasına dayansa bile, kişilik haklarından bütünüyle vazgeçilmesi, bu hakların başkalarına devri veya aşırı şekilde sınırlanması neticesini doğuran hallerde bilginin açıklanması, bunları açıklayanın hukuki sorumluluğunu kaldırmaz. Hukuki ve ahlaki yönden geçerli ve haklı bir sebebe dayanmaksızın hastaya zarar verme ihtimali bulunan bilginin ifşa edilmesi, personelin ve diğer kimselerin hukuki ve cezai sorumluluğunu da gerektirir. Araştırma ve eğitim amacı ile yapılan faaliyetlerde de hastanın kimlik bilgileri, rızası olmaksızın açıklanamaz.


ÖYKÜ

Orhan OCAĞ

H

akikate İşaret ile Hakikate Nasıl İşaret Edilir Nüansı

Oğlunun kendisine birkaç saat evvel satın almış olduğu şapkasıyla birlikte trenin penceresinden başını dışarı çıkarıp sarktığını gören baba, bir kaç kez oğlunu ikaz etmiş içeri girmesi için. Fakat küçük afacan babasının uyarılarını duymazlıktan gelip rüzgarla arasındaki oyuna devam etmiş; baba ne kadar “Oğlum yapma, içeri gir, şapkanı düşüreceksin” dediyse de küçük afacanı ikna etmesi mümkün olmamış. En nihayet sabrı tükenen baba, çocuğun fark edemeyeceği bir şekilde başından şapkayı kapıp “bak gördün mü?” demiş; “Ben seni uyarmıştım, işte sonunda şapkanı düşürdün!” Şapkasını kaybettiğini sanan çocuk tabii bu duruma çok üzülmüş ve gözünde iki damla yaşla tam da mahzun mahzun

dışarı fırlattıktan sonra gözlerle bakıp şöyledemiş:

babasına

yalvaran

Babacığım! N’olur, demin yaptığının aynısını bir daha yapsana! Derviş Aklı Vaktiyle bir derviş, bir Ramazan akşamı iftara davetliydi. Derviş, yatsıya yakın, evine döndü ve karısından mümkünse kendisi için sofra hazırlamasını istedi. Karısı: ‘’Sen davette değil miydin? deyince, derviş: ‘’Sorma’’ yersem, arkamdan bir derviş değilmiş’ konuşmalarından

dedi. ‘iyi diye

‘’Çok

yerine oturacakken, babası, elinde tuttuğu şapkayı ona gösterip

korktum, pek bir şey yiyemedim.’’ Bunun üzerine, karısı :

bakalım.Fakat bir penceresinden

daha

“Al da

şu şapkanı sakın trenin

başını çıkarıp sarkma, olur mu?”diye oğluna tenbihte bulunmuş. Çocuk babasının elinden sevinçle şapkasını alıp bir süre uslu uslu oturmuş. Ve çok geçmeden tekrar pencereye koşmuş; heyecanla şapkasını

“ Tamam dedi. “Sen şu akşam namazını kıl da, ben o arada sofrayı hazırlayayım.’’ Derviş : “Ama’’ dedi, “ben akşam namazını orada kılmıştım.’’ Karısı cevap verdi: “Sen arkamdan kötü konuşurlar diye pek yemek yiyemediğine göre, arkamdan iyi konuşsunlar diye de namazı uzatmışsındır. Hadi, akşam namazını bir daha kılıver de, o arada ben de sofrayı hazır edeyim.”

47


Zehir

ÖYKÜ

Uzun yıllar önce, Çin’de Li-li adında bir kız yaşıyordu. Günler günleri, yıllar yılları kovaladı ve çoğu kız gibi Li-li de günün birinde bir delikanlıyla evlendi.

48

Li-li’nin kocası zengin biri olmadığı gibi, ailesine karşı sorumluluklarına dikkat eden biriydi de. O yüzden,Li-li evini, kocasıyla birlikte dul kayınvalidesi ile de paylaşması gerekiyordu. Gelin görün ki, aylar geçtikçe , Li-li kayınvalidesiyle geçinmenin çok zor olduğunu anlamaya başladı. İkisinin de kişiliği çok farklıydı ve bu yüzden sık sık kavga ediyorlardı. Kavgalar gitgide o kadar şiddetlenmişti ki, konu komşu da evde olup bitenlerden haberdar olmaya başlamıştı. Birkaç ay daha böyle geçtikten sonra, Li-li bu işin böyle gitmeyeceğinde iyice emin haldeydi. Bu durumun annesi ile eşi arasında kalan kocası için evliliği cehenneme çevirdiğini de görüyor; eşi için de üzülüyordu. Li-li, bir çare bulabilme ümidiyle, baba tarafında aile dostları olan bir baharatçıya gidip derdini anlattı. Baharatçı, Li-li’ye, bu işin kesin çözümünün kayınvalideyi ortadan kaldırmak olduğunu söyledi. Ama bu işi farkettirmeden halletmesi gerekiyordu.

O yüzden, değişik bitkilerden hazırladığı bir ekstreyi Li-li üç ay boyunca azar azar kaynanası için yaptığı yemeklere koyacaktı. Zehir az az verilecek, böylece kayınvalideyi Li-li’ nin öldürdüğü anlaşılmayacaktı. Yaşlı baharatçı,Li-li’ye, bunun için, zehiri azar azar verdiği üç ay içinde şüphe verici davranışlardan, özellikle kayınvalidesine karşı sert kavgalardan kaçınmasını tavsiye etti. Üç ay için sabredip kayınvalidesine olabildiğince iyi davranmalıydı. Baharatçının hazırladığı zehir ekstresini de alarak sevinç içinde eve dönen Li-li, baharatçının önerdiği planı adım adım uygulamaya başladı. Her gün en güzel yemekler yapıyor, kayınvalidesinin tabağına zehiri azar azar damlatıyor, bu arada ona iyi davranmayı ihmal etmiyordu. Onun bu iyi muamelesi kayınvalideyi de etkilemiş, gün gün ona daha iyi davranmaya, haftalar geçtikçe de ona kendi kızı gibi sevgi ve ilgi göstermeye başlamıştı. Evde artık barış rüzgarları esiyordu. Bu durum karşısında, Li-li yaptıklarından utanmaya başladı. Kayınvalidesinin aslında pek de kötü biri olmadığını, bilakis pekala iyi bir insan olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ama, yemeğine azar azar damlattığı zehirler yüzünden onun ölmesi de an meselesiydi artık. Vicdan azabı içinde kıvranan Li-li, yaptıklarından pişman vaziyette yine


baharatçıya gitti ve bu kez, verdiği zehiri kandan temizleyecek bir iksir yapması için kendisine yalvardı. Artık yaşlı kadının ölmesini istemiyordu. Yaşlı baharatçı, Li-li’nin bu yalvarmaları karşısında gülmeye başladı. Li-li ise çok ciddiydi ve zehirin tesiri vücuttan atacak bir ilaç yapmasını ısrarla istiyordu.

ÖYKÜ

“Ah Li-li!” dedi baharatçı, “Sana zehir diye verdiğim şey, vücudu güçlendiren bazı bitki özlerinin bir karışımıydı yalnızca. Çünkü,asıl zehir ikinizin kafasındaydı. Sen ona iyi davrandıkça bu zehir dağıldı, yerini sevgi ve anlayışa bıraktı.”

49

BİLGİSAYARVE İNTERNET İLE İLGİLİ KOMİK SÖZLER » Yazıcının şahidi tarayıcı. » Çökecek windows bilgisayarda durmaz. » Windows’u seven maviye katlanır. » Windows’unu açık unutanın ziyaretçisi pek olur. » Reset’te keramet vardır. » Eski dos’tan windows olmaz. » Formatlanmış diskin davası olmaz. » Bir virüse sistem yakma. » Bana işlemcini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. » Hatasız program olmaz. » Ak anti-virüs kara gün içindir. » Dos işler windows övünür. » Ram’sız windows oynamaz.

» Yazılımsız donanım, donanımsız yazılım olmaz. » Eceli gelen windows mavi ekrana düşer. » İşletim sistemi windows olanın, başı beladan kurtulmaz. » Zip’le yatan rar’la kalkar. »Bin gigabyte’ın olsa da, bir gigabyte’ı olana danış. » Sora sora crack bulunur. » Hard diski virüs bassa norton’a vız gelir. » Beleş anti-virüs programı; virüsü türkü çağıra çağıra ararmış. » Dos kocamış; windowsun maskarası olmuş. » Bugünün işini görev zamanlayıcısına bırakma. » Avi. gelen yerden mp3 esirgenmez. » Ağ alma komşu al.


ÖYKÜ

Selami GÖRGÜN

50

Y

az mevsiminin sıcaklığı yüzünü yağızlaştırmıştı, saçları güneşin kavurucu sıcağında sararmıştı: Sararmış saçları yüzüne yapış yapış olmuştu. Göz çukurcukları terle dolmuş, teri gamzelerinde dudak kıvrımlarına doğru kayarken, dudaklarına tuzlu bir damla su dökülü verdi. Öğle vakti; güneş tam tepesinde durmuş gibi idi. Elindeki değneği ve su matarası oldukça ağırlık yapmış olmalı ki aniden siyah taşın üstüne oturdu. Başını ne kadar dik tutmaya çalıştıysa da dayanamadı. Sıcakta mayıştı, derin bir öğle uykusuna daldı. Uyandığında vakit iyice geçmişti. Sürüsü uzaklaşmıştı. Ovanın geniş ve kurak olması nedeniyle hiç yeşillilik yoktu. Her taraf buğday ve arpa nadız saplarıyla sapsarı görünüyordu. Kalktı yüzünü güneşe doğru çevirdi, gölgesini adımlarla ölçtü. Vakit tamam dercesine sürüsünü eve doğru sürdü. Köye yaklaştığında çıkrık sesleri duyuluyordu. Sürüye su vermek için hazırlık yapıyorlardı. Hayvanların ayaklarını yere sürmesiyle her taraf toz dumandı. Ama o, bu toza dumana hiç aldırmadan sürünün peşinden yürüyordu. Tam kuyuya varmadan sürüyü durdurdu. Ağabeyine teslim etti, gölgeye doğru koştu. Sonra, bir tas soğuk su iç-

buldu. Annesine hızla koştu: -Giydir beni geç kalıyorum anne, dedi. O gün evlerinde büyük bir sevinç manzarası vardı. Anne ve evladın sevincini resmedecek hiçbir

Adı yazılır korkusu onu suskun ve lal etmişti. Hangi kelimenin Türkçe veya Kürtçe olduğunu bilmezdi. Daha doğrusu Türkçe ve Kürtçe’nin ne olduğun da bilmezdi doğal konuşurdu.

ressam yoktur. Çünkü hiçbir ressam o ilk heyecanı ve sevinci anlatamazdı. Anlatılmaz, ancak yaşanır. O gün sevinçle okula gitmişti, günler nasıl geçiyor bilmiyordu. Her akşam eve geldiğinde annesine ve kardeşlerine yapmış oldukları her şeyi bir bir anlatıyordu. “Lê dayê ez bibim hakim yan jî paşa ?” Annesi alnından öper ve: “Bixwin, kurê min bixwin, eferim!” derdi. Okul tatile girmişti, ailesine her işte yardımcı oluyordu. Yorulduğunda “ah okul bi açılsa! Ben hâkim olacağım ben savcı olacağım”. Bir baktı ki gerçekten zaman geçmişti. Gökyüzünde artık bulut kümecikleri oluşuyorlar. Artık okul açılacak.

tikten sonra eve gitti. Akşam yemeğinde annesi ona müjde verdi: “Bak! Artık okula gideceksin, yarın seni okula götüreceğim. Şimdi kalk hemen banyo yap ve erkenden yat !. Heyecan ve umut: “yarın olur mu acaba?” Güneşin ilk ışıklarıyla uyandı. Önce ellerini yüzünü yıkadı, acilen ağabeyinden kalma siyah önlüğü, etaminden yapılmış sararmış yakasını

Okul açılmıştı. Köylerine yeni bir öğretmen gelmişti. Okula her gün sabah gider akşam gelirdi. Ama eskisi kadar sevinçli neşeli değildi. Yaşı ilerlemişti hem de birkaç yaşı atlayarak. Okula gitmek istemiyordu, davara gitmek, ağabeyine yardım etmek istiyordu. Annesi ve ağabeyi durumunu anlamışlardı, ama hiç sormamışlardı. Hiç konuşmazdı, eskisi gibi sevincini ailesine anlatmazdı. Çünkü suçluydu, Başarısızdı. Konuşamıyordu. Neşesi büsbütün bitmişti. Okulda seçim yapıldığı günden beri kendinden


ÖYKÜ 51

bezmiş, neşesi bitmişti. Okumak istemiyordu, hakim ya da savcı olmak gibi düşleri de yoktu. Çünkü konuşmayacak, derdini anlatmayacak kadar çaresizleşmişti. “Keşke okula gitmeseydim” derdi. Başka bir şey demezdi. Ya da okulda seçim olmasaydı. Kolluk başkanları olmasaydı, her gün dövülmeseydim derdi. Okulun açıldığı, yeni öğretmenin geldiği haftaydı. O gün okulda eğitsel kol başkanları seçilmişti. Sınıf başkanı, Kitap Kolu başkanı, Spor Kolu başkanı ve Türkçe Kolu başkanı. Türkçe Kolu başkanının görevi: Türkçenin dışında başka dilde konuşanın adını yazmaktı. Anadillerini konuşmak da yasaktı. Ama o bu yasağı anlayacak yaşta değildi, yasakları bilmiyordu. Var olduğu gibi konuşuyordu. Eh işte Allah’ın vermiş olduğu dille. Ama Türkçe kolu başkanı o, ana diliyle konuştuğunda adını yazar ve kelime başına çarpı atardı. Çok konuşkan olduğu için her derste adı okunurdu. O da çıkardı tahtaya, çarpı sayısı kadar… Öğretmeni de dayak atardı. Yanan ellerini suçluluk psikolojisi ile koltuk altlarında sıkardı, korkudan bir şey söyleyemezdi adı yazılır diye…

Adım yazılır korkusu onu suskun ve lâl etmişti. Hangi kelimenin Türkçe veya Kürtçe olduğunu bilmezdi. Daha doğrusu Türkçe ve Kürtçe’nin ne olduğunu da bilmezdi, doğal konuşurdu. Bu yüzdendir ki annesi hep “Git oku! Belki iki kelime Türkçe öğrenirsin.” Türkçe ve Kürtçe… Bu iki kelimeyi hiç sevmezdi. Çünkü konuştukça suç işliyordu. HANGİ KELİMENİN TÜRKÇE YA DA KÜRTÇE OLDUĞUNU BİLMEZDİ. BİLDİĞİ TEK ŞEY: Konuştukça ceza alıyordu. Parmak uçlarına vurulan her değnek onu okuldan ve okumaktan uzaklaştırıyordu. Teneffüslerde konuşmamak için sadece el kol hareketleriyle birbirleriyle anlaşırlardı. Bazen derdini anlatamadığından da kavga ederdi. Hayatı; susmak, kin duymak, kavga etmekle geçerdi. Çünkü derdini anlatamıyordu. Sokakta dahi bu korku onu adım adım takip ederdi. Çoğumuz bu korkuyu onun gibi yaşadık. Ölünceye kadar da bizi takip edecek bu korku. Çünkü kişiliğimize yansıdı. Amacımız okumaktı Annemin deyimi ile; okuyup adam olmaktı. Ne Türkçe, ne de Kürtçe diye bir dil ayrımı bilmiyorduk. Bu yanlış davranışlar yüzünden okumadık ve okuyamadık. Annem ise benimle gurur duymadı. Sizce adaletli olan yüce Allah’ın mahşerinde, annem benim hakkım ile kendi hakkını onlardan sormaz mı?


SAĞLIK 52

K

ur’an-ı Kerimde üzüm ile alakalı şu ayetler bulunmaktadır:

1-Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan, hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar ki, düşünesiniz. (Bakara Suresi, 266) 2-O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine,ürün verdiğindeve olgunluğa eriştiğinde birbakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Enam Suresi, 99) 3-Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 4)

4- Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın. (İsra Suresi, 91) 5-Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. (Kehf Suresi, 32) 6- Böylelikle, bununla size hurmalıklardan, üzümlüklerden bahçeler-bağlar geliştirdik, içlerinde çok sayıda yemişler vardır; sizler onlardan yemektesiniz. (Müminün Suresi, 19) 7-Biz, orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık. (Yasin Suresi, 34) 8-Nice bahçeler ve üzüm bağları. (Nebe Suresi, 32) Peygamber Efendimizin (SAV) üzüm ile ilgili hadisleri: Hz. Ali (r.a.) demiştir ki: “Her kim her gün yirmi bir adet kuru üzüm yerse önemli bir hastalıkla karşılaşmaz” Kuru üzüm hafızayı geliştirir. Nitekim İmam Zührî (r.a.) şöyle demiştir: “Her kim hadis ezberlemek isterse, kuru üzüm yesin!” İmam Zührî kendileri de hadis ezberlemek için kuru üzüm yer, ekşi elma yemekten sakınırdı. Üzümün tarihi çok eskidir, hatta üzüm çubuğunu ilk önce tu-


- Kara üzüm içeriğindeki doğal fruktoz sayesinde vücudun harcadığı enerjinin kısa sürede depolanması için etkili olur.

- İçeriğindeki asitler (tartarik, sitrik, malik, süksinik, fumarik, pyruvik, oxaglutarik, gliserik, glikolik, dimetil-süksinik, shikiminik ve guinik asit ) mideye zarar vermeden böbreklerin ve karaciğerin çalışmasını hızlandırır. - Kara üzüm İçerdiği bioflavonoidler nedeniyle C vitamini aktivitesini çoğaltır. fandan sonra Nuh Aleyhis-selâm’ın diktiği rivayet edilmektedir. Siyah Kuru Üzümün Faydaları: Hem mevsiminde hem de kurutularak tüketilen siyah üzümün faydaları aslında saymakla bitmez. Kuru üzüm adeta sağlık deposudur. Siyah kuru üzümün faydalarını okuduğunuzda tazesinden hiçbir farkı olmadığını anlayacaksınız. - Kara üzüm, güzellik iksiri, gerçek beyin besini ve zayıflamak için yapılan rejimlerin ana ürünüdür.

- Kara üzüm alerji ve kireçlenmelerde iltihap oluşumuna engel olur. - Kara üzüm besinlerin parçalanması neticesinde oluşan serbest radikallerin kılcal damarların duvarlarına saldırmasına karşı güçlü bir antioksidan görev üstlenerek düşük yoğunluktaki lipoproteinlerin (LDL) kılcal damarlar içinde birikmesini engeller. - Kara üzüm hücrelerde değişim sonucunda tümör oluşmasına izin verebilecek hücre için moleküller üzerine serbest radikallerin saldırılarını bloke eder ve neticede kanser oluşumunu engeller.

- Kara üzüm tıpkı aspirin gibi kanı sulandırdığından koroner kalp hastalıklarına karşı insanları koruyucudur.

Üzüm ürünlerindeki demir, kalsiyum ve potasyum minerallerinin, kemik gelişimi yanında kansızlığı, halsizliği, zayıflığı ve ishali tedavi edici özelliği bulunmaktadır.

- Kara üzümün kabuğunda bulunan ve fitoaleksin grubu bileşiklerden olan resveratrol vücutta kanser oluşumunu engeller.

Kilo almak isteyen de rejim yapmak isteyen de üzüm yemelidir çünkü enerji verir.

- Bazı karaciğer rahatsızlıkları ve kansızlık tedavisinde de etkilidir. - Kara üzüm, içerdiği meyve asitleri ve lifli yapısından dolayı mideye zarar vermeksizin böbrek ve bağırsak sisteminin düzenli çalışmasını sağlar ve kanın temizlenmesi için yardımcı olur. - Kara üzüm, vücuttaki yağların erimesi için yardımcı olur. - Kara üzüm, vücudu virüslere karşı daha dirençli hale getirir. - Kara üzümün kabuk ve çekirdekleri bağırsak metabolizmasını hızlandırır. - Kara üzüm, cildin taze ve temiz bir görünüm almasında etkilidir. -Öğleden sonra yenilen bir salkım kara üzüm veya içeceğiniz bir bardak taze sıkılmış üzüm suyu vücudu ve beyin hücrelerini zindeleştirir. -Bir kilo üzüm, bin 150 gram süt, 390 gram et, 300 gram ekmek ve bin 200 gram patatese eşdeğerdir. - Kara üzüm amino asitler, B vitaminleri (B1, B2), mineraller, potasyum, magnezyum ve demir içerdiğinden bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.

Protein ve karbonhidrat kaynağıdır. A,B1,B2,B6, C vitaminleri ile fosfat, kalsiyum, demir, fosforik asit, organik asitler, formik asit minerallerini içerir. Günlük kalsiyumun 1/5’ini ve demirin ise 1/3’ünü karşılar. Mineraller halsizliği, kansızlığı, ishali ve zayıflığı tedavi eder.Karaciğer zafiyetine, öksürüğe, bronşite iyi gelir.Unutkanlığı azaltıcı etkileri olduğu gözlemlenmiştir.Diş çürümelerini engeller. Üzümde yüzde 20 oranında direk olarak kana karışan şeker vardır. Bu özelliği ile bedenen ve zihnen çalışanlar için iyi bir gıdadır. Gıda şekli anne sütüne benzer.Üzümdeki bol demir kan yapar.

SAĞLIK

- Kara üzümün içeriğindeki magnezyum insanın iş verimliliğini arttırır.

53


ŞİİR

Ey Üstadım! Ağaran güneş gibi, nur saçıyor ışığın

54

Hep aşk ile çizilir, nur yolun haritası

Milyonlar yollarında hepsi senin aşığın Kapandı kapıları, kalbi karartan yolun Gider ebede kadar sönmez nurun ziyası

Dedi üstadım bize, ne iseniz o olun

Adın Kur’ an yolunun ziya saçan aynası Olsun muhabbet eri, olsun sevginin eri Çöllerde suya hasret, giden yolcular gibi

Hayatı aşkla taşır rahmetin melekleri

Her gönül menzilini sana yolcular gibi Yaşadıkça kavgaya, yoktur bizim vaktimiz Bir nur ki dalga dalga sarıyor ufkumuzu

Güneş gibi her yeri saracaktır sevgimiz

Aşkıyla şevke geldik, yıkadık ruhumuzu Ona açık kalplerin, kapısı ona açık Kendine varmak için çık kalbin üstüne çık Gökte yıldızlar parlar, yerde senin yıldızın Kuran’a hadimleriz, kışın, baharın, yazın

Kalpten gayrisi boştur, arif aşkla ser hoştur Gel kardeşim kalbini, iman ile buluştur

Sözün söz oldu bize, oldu hakka kılavuz Aşk adamı ne yapsa, işte bizler hep oyuz!

Yol uzun yollar uzun, ömür kısa pek azdır, Adını nur yolunun, kutlu yoluna yazdır

Baldan tatlı sözlerin, ne şirindir üstadım

İman ve aşktır bizim yolumuzun esası

Yolumuz Resullullah’a gidiyor adım adım

Gerisin malayani hayatın angaryası

Biz Kur’an’ın bendesi Habibin kölesiyiz

Ey üstadım bir demet gül çiçeği sunduğum,

Kalbin olsun müsterih, hep Said ’in sesiyiz

Senin nurlu yolundur, kalbimle okuduğum

Kalbi gönlü açılan elbet seni görecek Kur’an’ sız giden yolun yolcusu gülmeyecek Biz ebed sevdalısı, biz aşka yananlarız Vuslatı aşkta bulduk o yola varanlarız Bir nur ki Hakk yolunun, aydınlatan şuası Dedi gönlüm üstadım “zamanın harikası” Onunla gönüllerde, yeşerdi bağı iman,

RAMAZAN ÇETİN


MİZAH

İ

kisini de Affeyle Sahabilerden biri Hz. Ebu Bekir’in yanına gelip ona şöyle diyerek bir dua etmiş:

“Çok günahkârım, benim için dua eder misin?”

Hz. Ebu Bekir Efendimiz de şu şekilde bir dua etmiş: “Yâ Rabbi, bir günahkâr bir diğerinden dua istiyor, ikisini de affeyle.” Allah’ın Takdiri Suriye’ye gelen Hz. Ömer, burada veba salgını olduğunu öğrenince geri dönmek istedi. Geri dönme kararı aldığı için Hz. Ebu Ubeyde Hz. Ömer’e itiraz etti ve: “Allah’ın takdirinden mi kaçıyorsun?” diye sordu. Bu soruya Hz. Ömer’in cevabı şu oldu: “Keşke bunu senden başka biri söyleseydi. Evet, ben Allah’ın bir takdirinden diğer takdirine kaçıyorum.”

üzerine aynı şahıs: “Peki kendisinin kötü insanlardan olduğunu nasıl bilir?” diye sormuş. Hz. Aişe Annemiz bu kez de şöyle demiş: “Kendini iyilerden gördüğü zaman.” Miras Günün birinde Ebu Hureyye (r.a.) sokakta gördüğü insanlara: “Burada boşu boşuna ne dolaşıp duruyorsunuz? Mescide koşun; orada Resül-i Ekrem’in (a.s.m.) mirası bölüşülüyor. Siz de alın” der. Bunu işiten kişiler hemen mescide giderler. Ama orada herhangi bir mal varlığının paylaşıldığını göremeyince de geri gelip, Ebu Hureyre’ye (r.a.): “Biz senin söylediğin gibi bir taksim görmedik” derler. Ebu Hureyre (r.a.): “Peki ne gördünüz?” diye sorar. Onlar da: “Mescidde kimi Kur’an okuyor, kimi zikir yapıyor, kimi ilim öğreniyor,” derler. Bunun üzerine Ebu Hureyre (r.a.) şöyle der: “İşte Resül-i Ekrem’in (a.s.m.) mirası odur...” Komşumu Sattım

Nasıl Hesaba Çeker? Biri, Hz. Ali Efendimize (r.a.) gelerek: “Ya Ali! Allah bu kadar insanı nasıl hesaba çeker?” Diye sorduğunda Hz. Ali’den şu cevap almış: “Nasıl rızıklandırıyorsa, öyle.” O Büyüktür Hz. Abbas’a soruldu: “Sen mi büyüksün, yoksa Hz. Peygamber mi?” Peygamberimizin amcası olan Hz. Abbas, şu cevabı verdiler: “Ben ondan önce doğdum; ama O (a.s.m.), benden büyüktür.” Nasıl Bilir? Biri Hz. Aişe Validemize sormuş: “Ey Mü’minlerin annesi, bir insan kendisinin iyilerden olduğunu nasıl bilir?” Hz. Aişe Annemiz: “Kendisinin kötülerden olduğunu bildiği zaman,” diye cevap vermiş. Bunun

55


MİZAH 56

Büyük Kur’an hizmetkârı Ebu’l-Esved (r.a.) komşularından memnun değilmiş. Bu yüzden evini değiştirmeye karar vermiş ve evini satıp başka bir yerden ev almış. Onun evini sattığını duyanlardan biri: “Yazık oldu,” demiş. evini satmışsın.” O ise şöyle karşılık vermiş: “Hayır, ben evimi değil, komşumu sattım. Evimi satmış olsaydım şimdi evsiz kalmıştım. Lâkin komşumu sattığım için şimdi komşumdan uzakta ve huzur içerisindeyim.” Takva Ebu Hureyre “takva”nın ne olduğunu soranlara: - “Siz hiç dikenli yoldan geçtiniz mi?” dedi. Onlar da “Evet geçtik” dediler. Bunun üzerine: “O halde oradan geçerken ne yaptınız?” diye sordu. Onlar: - Dikenlerden sakındık, dediler. - İşte takva da, günah ve hatalardan sakınmaktır, cevabını verdi.

Kabristan Hz. Ali, mezarlığa neden sık gittiğini soranlara şu cevabı vermiş: - İki sebebi var. Anlattıklarıma itiraz etmiyorlar ve arkamdan gıybetimi yapmıyorlar. Ruhlar Nereye Gider? İbn-i Abbas hazretlerine “Ruhlar cesetlerinden ayrılınca nereye giderler?” diye sorduklarında, o yüce insandan şu cevabı almışlar: - Yağı biten kandillerin ışığı nereye gidiyorsa, oraya... Huzur Zeynel Âbidin Hazretleri abdest alırken sapsarı kesilirdi. Sebebini sorduklarında şu cevabı verdi:- Kimin huzurunda durduğumu düşünürseniz, sebebini anlarsınız...


57

ŞİİR


58

ŞİİR


59

ŞİİR


60

ŞİİR


61

ŞİİR


ÖDÜLLÜ BULMACA 62

2

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13


ÖDÜLLER 63

Bu Sayımızdaki Ödüllü Bulmacamızı çözerek odulortakzemin@hotmail.com adresine gönderen 5 okuyucumuza kura sonucu “Bediüzzaman’dan Öğütler”

Ortak Zemin 11. Sayımızda Ödüllü Bulmacamızı çözüp kura sunucu ödül kazanan değerli okuyucularımız: 1-) RAŞİT TAŞDEMİR 2-) SÜLEYMAN BÜDÜŞ 3-) AHMET ÖZTEKİN 4-)NECİP SİNOĞLU 5-) AYSİMA KIZIKLI

MANİSA KONYA ADIYAMAN BİTLİS/TATVAN GAZİANTEP

kitabı armağan edilecektir. 11. SAYI BULMACANIN ŞİFRESİ: ALLAH AZZE VE CELLE

OSMANLICA BURÇLAR


64

DUVAR YAZILARI


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.