MAKALE
Türklerin Rumeli Geçişlerinden önce ESKİ BABA TARİHİ
Mimar Mimar Mucit Öztabak 23.02.2015
1
MAKALE:
Türklerin Rumeli Geçişlerinden önce BABA-YI ATİK Mimar Mucit Öztabak* ÖZET Dağınık kabileler halinde yaşayan Trak halkının,onları yönetimi altına alıp Edirne ve vizede eyaletleştiren Romalıların ve Romalı-Bulgar savaşlarının yaşandığı Babaeski çivarınında, Türkler 1361 yılında Babaeski’yi gelmezden evvel Babaeski’de Sarı Saltuk’un yaklaşık 40 senelik hakimiyeti var. Burada bir tekke-zaviye kuruyor. Bu kırk yıl içinde zaman zaman buraya gelip dinleniyor. Babaeski’nin hisarının kralını ve 40 ruhbanı burada Müslüman ediyor. Kralın adını İsmail koydu ve İsmailin kızı (Gülçehre) ile evleniyor. Bu Hatunundan bir oğlu oluyor. Adını Ahmet koydurlar. Bazı rivayetlere göre(Saltukname III çilt, sayfa: 622) Ahmet ölünce hisarın batı kenarına defnediliyor. Buraya Fatih Sultan Mehemed etrafı ile kendine vakıf ediniyor Şimdiki Fatih Cami ve Ahmet Dede yatırı. Anahtar kelimeler: Babaeski, Baba-yı atik, Trakya, sarı saltık, Saltukname, Bulgarophyon, eski baba
ABSTRACT Sarı Saltuk was the ruler of Babaeski for about 40 years, before it was conquered by Turks in 1361. He founded a dervish lodge and took refuge in this lodge from time to time throughout 40 years. He converted the King of the citadel and his clergy (40 clerics) to Islam, renaming the King as “İsmail”. Sarı Saltuk then married the king’s daughter, who bore him a son named “Ahmed” .“Ahmed” is said to have been entombed somewhere at the west side of the citadel,for which Mehmed the Conquerer set up a foundation known as “Fatih Mosque” and “Ahmed Dede entomb”. Key Words: Bulgarophyon, Babaeski, Θράκη Traki, Тракия Trakiya, Thrace, Baba-yı atik, Sarı Saltık, Saltukname
ÖNSÖZ Trakya’nın incisi Babaeski’de Osmanlılar Öncesi Olaylara ve Babaeski’deki Türk varlığına dikkat çekmek istedim. Bunun için Sarı Saltuk, Saltukname ve Rumeli’deki fetihlerine ve Rumeli’ne ilk geçişleri incelemeye çalıştım. Sarı Saltuk’un tarihi, efsanevi ve dini kişiliği, Babaeski’deki türbesi ve Babaeski’deki tekkesinin yeri ve yapısını araştırdım. Yazımı hazırlamamda Mübahat Kütükoğlu’nun ‘Tarih Araştırmalarında Usul’ kitabından faydalandım. Böyle bir çalışma daha önce yapılmadığını tespit ettim. Özellikle Aşık Paşa Zadenin Tevarih-i Al-i Osman, Saltukname, Sarı Saltuk Balkanlarda Popüler İslamın Öncüsü’ kitaplarının ışığında derlemeye çalıştım. Yazının hazırlanmasında emeği gecen herkese, Sayın Lütfü Arga’ya, özeti İngilizceye çeviren İnş. Müh. Erdem Berber’e, dil denetimi yapan Erol Temeltaş’a sitemde yayınlanmasını sağlayan oğlum A.Vurgun Öztabak’a teşekkür ederim. *Mimar, Babaeski Belediyesi İmar Müdürlüğü’nden emekli oldu. 2
İÇİNDEKİLER GİRİŞ TRAKLAR DÖNEMİ ROMA DÖNEMİ BULGAR AKINLARI VE YÖNETİMİ DÖNEMİ Kısa Bulgar devletlerinin tarihi:898 Bulgarophyon Babaeski (Bulgarophyon) savaşı (894-896) : Bogomilizm kökeni: Bogomilizm’in Bulgaristan’da Ortaya Çıkışı Latin İstilası: SARI SALTIK SARI SALTIK RUMELİ’YE İLK GEÇİŞ SARI SALTIK’IN EFSANEVİ KİŞİLİĞİ SARI SALTIK VE ŞEYH BEDREDDİN HAREKETİ SALTUNAMEDE BABAESKİ SALTUNAMEDE ESKİ BABA TEKKESİ SEYYAHALARIN GÖZÜNDE ESKİ BABA TEKKESİ KAYNAKÇA
GİRİŞ Şehrin ne zaman ve nasıl kurulduğu bilinmemektedir. Ancak civarda höyüklerin bulunuşu yerleşmenin oldukça eski tarihlere gittiğini ortaya koymaktadır. Yörenin tarihi Trakya’nın tarihi ile paralellik arzetmektedir. Eski çağlarda İskitler’in, Persler’in, Trak kavimlerinin kurduğu Odris Devleti’nin, Makedonya Kralı Filip’in ve Galatlar’ın hakimiyeti altında kaldıktan sonra Roma topraklarına katılmış ve Roma’ya bağlı Trakya eyaletinin sınırları içinde yer almıştır. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla birlikte de Bizans (Doğu Roma)’ın payına düşmüştür 1. Türkler, Selçuklular çağından başlayarak birçok defalar Avrupa’ya geçmişlerdir. İlk iniş 662/ 1263 yılında olmuş ve onikibin Türkmenden meydana gelen meydana gelen bir göçmen fıkrası, Saltuk Dede idaresinde, Karadenizin batı kıyısında Dobruca Tataristanı denen yöreye yerleşmişlerdir.2 Bundan sonraki geçişler de yine Bizans’ın iç kavgalarında, Osmanlı Türklerinden istenen yardımlar sebebiyle olmuştur. 1341’de V.Ioannes ve Kantakuzenos, Bizans tahtı için mücadeleye başlayınca Kantakuzenos, önce Aydın oğlu Umur Bey, daha sonra da Osman oğlu Orhan Bey ile ittifak yapmıştır (Uzunçarşılı 2003a:107-108).Bu ittifak, Orhan Bey’in Kantakuzen’in kızı Teodara ile evlenmesi ile daha da sağlamlaşmıştır.3 (1346) (Gibbons Tarihsiz: 76).Osmanlı Devleti’ nin Rumeli’ de Uyguladığı İskan Siyaseti ( Xv. Xvı. Yüzyıllar) Filiz Kaya Yüksek Lisans Tezi Ankara, 2006
Sultan Murad Han Gazi Birgos’tan (Lüleburgaz) Eski’ye (Babaeski) geldi. Onun da hisarını boş buldu. Bu birkaç Hisarı da aldı. Bu boş kalan hisarların kafirleri Edirne’ye gidip orada toplanmışlar.4
1
Mansel, Arif Müfid, Trakya’nın Kültür ve Tarihi, İstanbul 1938, ss. 26, 30, 31; A. Rıza Dursunkaya, Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik, Kırklareli 1947, s. 15. 2 J.V. HAMMER, Osmanlı Devleti Tarihi, Milliyet Gazetesi yayını, Cilt:1 Sayfa:11 3 Kaya Filiz, (Gibbons Tarihsiz: 76).Osmanlı Devleti’ nin Rumeli’ de Uyguladığı İskan Siyaseti ( Xv. Xvı. Yüzyıllar) Yüksek Lisans Tezi Ankara, 2006 4 Aşık Paşazade- Osmanoğullarının Tarihi- Kemal Yavuz-M.A.Yekta Saraç ISBN: 975-296-043-x, matbaa: MAS Matbaçılık A.Ş. , Koç Kültür sanat Tanıtım AŞ. 2003, sayfa 113
3
TRAKLAR DÖNEMİ MÖ 5. yüzyıl ortalarında Trakya’da kurulan Odrys Krallığı’nın da etkisiyle Persler’in Trakya’daki egemenlikleri son bulmuştur. Persler’in ülkedeki egemenliğine son verilmesinden sonra, dağınık Trak kabilelerinin birleşmesi gerektiğine inanılarak önderlik, Odrysler kabilesine verilmiştir. Ana bölgelerini Tunca, Arda ve Meriç nehirlerinin oluşturduğu bölgede oturan Odrysler önceleri kabile halinde yaşamaktaydılar. MÖ 5. yüzyılın ortalarında Teres isminde bir lider, Yunanlıların baskısıyla Perslerin bölgeden çekilmesini fırsat bilerek, Odrysler ile çevredeki diğer Trak kabilelerini örgütleyerek burada bir krallık kurmuştur. Teres’ten itibaren Odrys Krallığı’nın başkenti. Odrys Krallığı MÖ 3. yüzyıl başlarındaki Goth (Kelt) akınlarıyla son bulmaktadır. Ancak varlıkları uzun süre Trakya’da devam etmiştir. Bu arada kuzeyden başlayan Kelt akınlarının sonucu onlara karşı koyan Ptolemaios Keraunos ölmüş, Antigonoslar’ın yöneticisi Gonatas ise Lysimakheia’da Keltler’i bozguna uğratarak yenmiştir. Keltler bundan sonra Orta Anadolu’ya (Galatia) yerleşmişlerdir. Uskudama (Edirne) olarak bilinmektedir. Böylece Odrysler, Hebros (Meriç) ve Kypsela’dan (İpsala) Varna’ya kadar olan toprakların sahibi olmuşlardır. Odrysler aristokratik, feodal bir devlet kurarak örgütlenmişlerdir. Keltler 50 yılı aşkın süre Trakya’da kalmışlardır. II. Philippos (MÖ 359-336) Trakya’daki Odrys Krallığı’na karşı başarılı seferler yapmış ve Trakya’da geniş topraklar ele geçirmiştir. MÖ 336’da Philippos’un öldürülmesinden sonra yerine oğluII. Philippos (MÖ 359-336) Trakya’daki Odrys Krallığı’na karşı başarılı seferler III. Aleksandros Makedonya tahtına geçmiştir. Büyük İskender Doğu seferine çıkmadan önce MÖ 335’te Trakya içlerine sefer yaparak buradaki huzursuzluğu sona erdirmiştir. Sahil boyunca devam ederek kralsız kalan Traklar’ın ülkesinden ve Nestos (Mesta) Nehri’nden geçerek on gün içinde Balkanlar’ın eteğine ulaşmıştır. Doğu Trakya’da sahile yakın bir yerden ilerleyip Odrysia ve Hebros’tan sonra Tonzos boyunca ilerleyerek bir dağ geçidinden geçmiştir. MÖ 323 yılında, İskender’in ölümünden sonra Trakya başlıbaşına satraplık olmuştur. Kurduğu imparatorluk onun en yakın komutanları arasında paylaşılmıştır.Trakya’nın idaresi, Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos’a verilmiştir. Lysimakhos MÖ 309’da tüm Trakya’yı egemenliği altına almıştır. Lysimakhos kendi adını taşıyan bir şehir de kurmuştur. Gelibolu Yarımadası’ndaki bu şehir Lysimakheia (Bolayır) olarak anılmıştır. MÖ 280-279’da Trakya, Galatlar’ın istilasına uğradıysa da tekrar güçlenen Odrysler, kralları Kotys sayesinde Makedonya ile dostluklarını sağlamlaştırmışlardır. Lysimakhos’un MÖ 281’de Lydia’da ki Kurupedion Savaşı’nda ölmesiyle birlikte tüm Trakya Seleukoslar’ın hâkimiyetine girmiştir. I. Seleukos ertesi yıl, (MÖ 280) Ptolemaios Keraunos tarafından öldürülmüştür. Bundan sonra ise, Mısır’da Ptolemaios’lar, Ön Asya’da Seleukos’lar, Makedonya’da Antigonos’lar egemenlik sağlamışlardır.5 MÖ 3. yüzyılın sonunda Makedon Kralı V. Philippos, Trakya ve Gelibolu Yarımadası’nı işgal etmiş ve Makedon egemenliğini tekrar kurmuştur. MÖ 168’de Romalıların Makedon Kralı Perseus’u Pydna mevkiinde yenmesiyle, Makedonya Romalılar’ın egemenliğine girmiştir.30 MÖ 146’da Romalılar Makedonya’yı Roma eyaleti yapmışlar ve Trakya’yı da kontrol altında tutma şansı yakalamışlardır. Romalılar ilk olarak bir himaye politikası izlemişler ve zamanla Hellenistik devletleri birbirinden ayırmışlar ve bunları birer birer ele geçirmişlerdir. MS 37-38’de İmparator Gaius Caligula’nın çocukluk arkadaşı da olan Rhoimetalkes adlı Doğu Trakya hanedanına mensup bir prens, Caligula tarafından Trakya Kralı ilan ettirilmiştir. 6
ROMALILAR DÖNEMİ Rhoimetalkhes’in katlinden sonra birtakım isyanlar çıkmıştır Bunların MS 44-46 yıllarında bastırılması üzerine Trakya, İmparator Claudius zamanında bir Roma eyaleti haline getirilerek Provincia Thracia adıyla Roma’ya dahil edilmiştir (MS 46). Eyaletin başkenti ise Perinthos (Marmara 5
Bahar Sarıkaya “Epigrafik Buluntular Işığında Trakya’da Kültler” Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Edirne- 2009 6 . Sarıkaya Age
4
Ereğlisi) olmuştur. Romalılar Trakya’da emekli askerlerin yerleştirildiği koloniler de kurmuşlardır; Tekirdağ Malkara, Kermeyan Köyü’nde lokalize edilen Apri de bu tür kolonilere örnektir. Tuna hattı savunmasındaki lejyonların himayesi altındaki Trakya, MS 3. yüzyıla kadar sakin bir dönem geçirmiştir. İmparator Traianus ve Hadrianus, Trakya için gerek teşkilat gerekse şehircilik bakımından yatırımlarda bulunmuştur. MS 123-124 Yıllarında Doğuya bir gezi yapan İmparator Hadrianus, Uscudama ve Odrysia adıyla bilinen yerleşim yerinin üzerinde yeni yapılar inşa edilmesini buyurmuştur. Kasaba gelişip kent durumuna yükselmeye başlamıştır. Roma İmparatorluğunun en önemli yerleşim birimlerinden biri haline getirilen Odrysia, onu bu konuma yüceltenİmparatorun adını yaşatmak üzere Hadrianus’un kenti anlamına gelen Hadrianopolis olarak adlandırılmıştır. Önemli bir Roma Kalesi durumunda olan Hadrianopolis, Diocletianus’un (MS 284305) 297’de yaptığı yeni bir yönetim bölünmesinde, Trakya eyaletinin altı vilayetinden birini oluşturan Haemimontus’un başkenti olmuştur. Diocletianus’un çekilmesinden sonra iç kavgalar başlamıştır. Önemli bir Roma Kalesi durumunda olan Hadrianopolis, Diocletianus’un (MS 284-305) 297’de yaptığı yeni bir yönetim bölünmesinde, Trakya eyaletinin altı vilayetinden birini oluşturan Haemimontus’un başkenti olmuştur. Diocletianus’un çekilmesinden sonra iç kavgalar başlamıştır. Byzantion kentini “Constantinopolis” adıyla yeniden kurarak devletin başkenti yapmış ve Roma Senatosu da buraya taşınmıştır MS 378’de İmparator Valens (MS 364-378) döneminde, Hadrianopolis’in kuzeyinde Gotlar ile yapılan savaş Roma ordusunun yenilgisiyle bitmiştir. İmparator 1.Theodosius (MS 379-395) Trakya’daki karışıklıkları önlemek için bir antlaşma yaparak Gotlar’ı Aşağı Tuna Bölgesi’nin güneyine yerleştirerek bu tehlikeyi önlemek istemiştir.33 I.Theodosius, MS 381 yılının Eylül ayını Hadrianopolis’te geçirmiştir MS 380’de vaftiz edilen ve dindar bir Hristiyan olan Theodosius, MS 391’de pagan kültleri yasaklayarak, Hristiyanlığı Roma devletinin resmi dini haline getirmiş, diğer dinlere karşı da bir hoşgörüsüzlük dönemi başlatmıştır.34 Theodosius, İmparatorluğun yönetimini ölümünden önce doğuda ve batıda olmak üzere iki oğluna vermiş, bu şekilde de “ikili bir yönetimi” tercih etmiştir. mparator Theodosius’un MS 395’te ölümünden sonra Roma devleti kesin olarak ikiye ayrılmıştır. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Trakya, Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde kalmıştır.7
BULGAR AKINLARI VE YÖNETİMİ DÖNEMİ Kısa Bulgar devletlerinin tarihi: 681 yılında Asparuh'un kurduğu I. Bulgar Devleti, yıkılış tarihi olan 1018 yılına kadar Bizans'a karşı önemli savaşlar kazanmış, kanunlarını oluşturmuş, aynı zamanda Bizans'la ticari ilişkiler kurmuş, Bizans'dan din ve kültür bakımından etkilenmiştir Asparuh'tan sonra yine Dulo ailesine mensup muhtemelen Asparuh'un oğlu olan Tervel (700-718) Bulgar hanı olmuştur. 712 yılında II. Justinianus'un ölümünden sonra Tervel, Trakya'yı istila etti ve İstanbul surları yakınına gelerek bölgeyi yağmaladı. Tervel Han, Bizans İmparatoru III. Theodosius'la, 716 yılında Bulgar Devleti'yle Bizans arasındaki sınırı belirleyen bir barış anlaşması yaptı. Ancak bu barış dönemi, V. Konstantinos'un (741-775) Bulgar sınırında kaleler inşa edip buralara Suriyeli ve Ermeni göçmenleri askeri sınıf olarak yerleştirmeye başlamasıyla son bulmuştur. Buna karşı Bulgarlar inşa edilen kaleler için haraç istemişlerdir. Muhtemelen burada yeni bir haraç değil de, 716 yılında ihdas edilen miktarın artırılması söz konusu idi. Ancak Bulgar elçileri bu konuyla ilgili olarak Bizans'ın ret cevabı ile karşılaşmışlardır. Bu durum Bulgarlar tarafından bir savaş vesilesi sayılıp 755'te Trakya'ya girerek Anastasios'un (limes) suruna kadar ulaşmışlardır. Fakat yenilerek geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Krum Han'dan sonra Bulgar tahtına oğlu Omurtag (814-832) geçmiştir. Hıristiyanlığın yayılışı ve devlet politikasının Slavları birleştirmeye yönelmesi bu endişeyi artırıyordu. Hıristiyanlık aracılığı ile pagan inancının reddi, devletin kendisi için tehlike anlamına geliyordu. Slav unsurunun
7
. Sarıkaya Age. 5
artışı ise devlet yönetiminde Protobulgarların yerine Slavların geçmesi demekti. Bu yüzden Slav unsurunun ve Hıristiyanlığın etkisini engellemek gerekiyordu.8 Hıristiyanlığın hızlı bir şekilde Bulgaristan'da yayılışı, Krum Han'ın Bizans'la yaptığı savaşların kaçınılmaz sonucu idi. Trakya'dan sürgün edilen ve Bulgar topraklarına yerleştirilen Hıristiyan esirler, kısa sürede komşu oldukları Bulgarlar ve Slavlar arasında dini inançlarını yaymayı başarmışlardı. Hükümdarlığın ilk aylarından itibaren Omurtag Han, Bizans'la barış anlaşmasının yapılması konusunda görüşmelere girişmişti. Bu görüşmelere Bulgar ordusunun Babaeski civarındaki yenilgisi yol açmıştır.76 Neticede (takriben 816 yılında) Omurtag Han ile Bizans Devleti arasında 30 yıllık bir barış anlaşması imzalanmıştır. Bulgar Devleti ile Bizans arasında yeni sınır oluyordu. Anlaşmanın ikinci maddesi ile iki devlet arasında esir değişimi konusu ele alınıyor. Buna göre Bulgarlar, Krum Han tarafından Bulgaristan'a nakledilen Hıristiyanların geri gönderilmesini taahhüt ediyorlardı. Boris'in ve halkının Hıristiyanlığı kabul etmesi 865 yılının Eylül ayında gerçekleşmiştir. Symeon tahta çıkar çıkmaz, Bulgar Devleti ile Bizans arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir. İmparator VI. Leon, Bulgar mallarının pazarını, İstanbul'dan Selanik'e naklettiği için Bulgar ticareti Bizans memurlarının suistimallerine ve ağır vergilere maruz kalmıştır. Symeon, diplomatik yoldan bu emrin iptalini istemiş, ancak itirazları dikkate alınmamıştır. Bunun üzerine Bulgaristan'la Bizans arasında tarihçilerin "İlk ekonomik savaş" olarak adlandırdığı yeni bir savaş başlamıştır. Bu savaş neticesinde Symeon Doğu Trakya'yı istila etti. Bizans ise 894'te yenilgiye uğrayınca Dinyeper ve Dinyester ırmakları arasında yaşayan Macarlara başvurarak yardım istedi. Bizans'ın çağrısına uyan Macarlar, Symeon'u kuzeyden vurup birkaç kez mağlup ettiler ve Kuzey Bulgaristan arazisini yakıp yıktılar. Bu arada Bizans donanması, Tuna nehrinin ağzını tutarken Nikeforos Fokas da Bulgaristan'ın güney sınır bölgesini işgal ediyordu. Babaeski (Bulgarophyon) savaşı (894-896) : Symeon zaman kazanmak amacı ile Bizans'la ateşkes yapıp, Macarların doğu komşusu olan Peçeneklerle anlaştı. 896 yılında Peçenek ve Bulgar birlikleri Macar köylerini yağmaladılar ve Macarların Pannonya'ya göç etmesine sebep oldular. Macar tehlikesini atlattıktan sonra Symeon yine Doğu Trakya'daki Bizans topraklarına girmiş ve Babaeski yakınında Bizans ordusunu bozguna uğratmıştır. Yapılan barış anlaşması ile (896) Bulgar pazarı tekrar Selanik'ten İstanbul'a nakledilmiştir.9 896 yılında Babaeski’de yapılan savaşta Bizans kuvvetleri büyük bir yenilgiye uğradı. Sonuçunda I. Bulgar İmparatorluğu kuruldu. Bu savaşta Macarlarda Bizans kuvvetlerinin yanında savaştılar. Bizans savaş sonrasında yapılan anlaşma ile balkanlarda Bulgar devletinin varlığını kabul etti.10 IX. yüzyılın sonuna doğru Symeon, topraklarını Draç yönünde Arnavutluk'a doğru genişletmiştir. Ertesi yıl Symeon, Selanik'e doğru ilerlemiş, Selanik'i ele geçirememiş ise de, güney sınırını oldukça genişletmiştir. Neticede 904 yılında barış anlaşması imzalanmıştır. Yapılan barış 912 yılına kadar sürmüş ve bu yıldan sonra Bizans'la olan ilişkiler yine gerginleşmiştir. Bu düşünce ile Symeon 912 yılında VI. Leon öldükten sonra yerine geçen Aleksandros'a (912913) elçiler göndererek 896 yılında yapılan barış anlaşmasının yenilenmesini istemiştir. Aleksandros'un ret cevabı üzerine Symeon 913 yılının Ağustos ayında Bizans İmparatorluğu'nun topraklarına girerek İstanbul önlerine kadar gelmiştir. Petro döneminde önemli bir dini hareket görülmüştür. Bu hareket, kurucusu Papaz Bogomil'den dolayı Bogomillik hareketi olarak adlandırılmıştır. Keşiş Kozma, yazdığı "Bogomillere Karşı Söyleşi" adlı eserinde şöyle diyor: "Dindar Petro döneminde Bulgar topraklarında Bogomil (Tanrının sevdiği) - daha doğrusu Bogonemil (Tanrının sevmediği) adında bir papaz ortaya çıktı. O, ilk defa Bulgar topraklarında rafiziliği (heretik doktrini) telkin etmeye başladı.” 8
Sarıkaya Age. Sarıkaya Age. 10 Kayapınar, Ayşe; Doç.Dr. “Tuna Bulgar Devleti (679-1018)” 9
6
Papaz Bogomil'in öğretisi Massalianlar ile Bizans İmparatorluğu tarafından büyük kitleler halinde Trakya'ya yerleştirilen Pavlikyanların doktrininden neşet etmiştir. Kendinden önceki öğretiler gibi Bogomillik de, dünyaya iki prensibin, iyilik (Tanrı) ve kötülüğün (Şeytan) hükmettiğini ve birbirine zıt iki güç arasındaki mücadelenin dünya olaylarını ve her insanın hayatını düzenlediğini kabul eden dualist bir inançtır. Bogomillik temelde sosyal bir öğreti olup köylü sınıfının feodal baskıya karşı hoşnutsuzluğunu ifade etmektedir. Bu hareket, mevcut düzeni destekleyen resmi kiliseye karşı gelmektedir.111 Bu yüzden de Bogomiller tarih boyunca hem Ortodoksların hem de Katoliklerin şiddetli takibine maruz kalmışlardır. Bogomil mezhebi, resmi kilise ve onun temsilcileri ile kilisede ibadet etmeyi, haç işareti yapmayı ret ediyor, günah çıkartma, vaftiz etme gibi dini gerekleri kabul etmeyerek Ortodoks Kilisesi'nin haç ve ikonalarına karşı çıkıyordu. Bulgaristan'da ortaya çıkan Bogomillik daha sonra Bizans, Sırbistan, Bosna ve Balkan Yarımadası'nın diğer bölgelerine yayılmıştır.11 Bogomilizm kökeni: Bulgarların kökeni 679 yılında Tuna ırmağını geçip Bizanslıları yenen ve zamanla bölgede yasayan yerli Slav boylarıyla karısan Kuman Türklerine dayanır (Albayrak 2004: 93). Bulgaristan’da Hıristiyanlığın resmi din olmasıyla birlikte sorunun çözüldüğü düşünülse de, tam tersine bu kısa vadeli bir çözüm olarak kalmış, özellikle Çar Peter (MS 927–969) döneminde durum daha da kötüleşmiştir. Heretik bir dinsel mezhep olarak kabul edilen Bogomilizm, Bulgar Çar’ı Peter (MS 927–969) zamanında Bulgaristan’da ortaya çıkmıstır (Albayrak 2004: 89). Faranjo Racki’ye göre Bogomiller, pesimist bakış açısına sahip Hıristiyanlar olup, Messelianlar (Euchitler)1 ve düalist2 anlayışa sahip Pavlosçuların (Paulikanlar)3 tesirinde gelişen ve ana gövde Hıristiyanlıktan ayrılan bir Hıristiyan grubunu temsil etmektedir. Messelianlar (Euchitler:) MS 4. yy’da Mezopotamya’da ortaya çıkan bir Hıristiyan mezhep. Messelianlar, Âdem’in günahıyla (ilk günah) ilişkili olarak, her kişinin yapısında ruhuyla bütünleşmiş, bir şeytanın bulunduğu ve bunun vaftizle çıkarılmadığını savunurlardı. Onlara göre bunu def etmenin tek yolu, arzu ve ihtirasları yok etmek amacıyla sürekli dua ve ibadet etmektir(Gündüz 1998: 258). 2 Düalizm İyilik ve kötülüğün ya da ışık ve karanlığın birbirinden ayrı ve birbirine eşit derecede olan iki ezeli ve ebedi güçten kaynakladığı görüsünü savunan bir metafizik sistem. İkicilik ya da iki tanrıcılık. Düalizm terimi, Thomas Hyde tarafından 1700’lerde kullanılmaya baslandı. Genellikle düalist sistemlerde düalizmin iki kutbunu olusturan tanrısal güçler arsında bitmek tükenmek bilmeyen bir çekisme ve mücadelenin varlıgı kabul edilir. Mecusilikte, Hinduizmde ve bütün gnostik dinlerde düalizme rastlanır (Gündüz 1998: 103). 3 Pavlosçular (Paulikanlar, Pavlikanlar, kaynaklarda aynı mezhep için farklı sekilde ifade edilmektedir) Bizans imparatorlugundaki bir Hıristiyan mezhep. Bu mezhebin kurucusunun Mananalili Konstantin olduğu söylenir. Konstantin, Kibossa’da bir cemaat tesekkül ettirmis ve 684’te heresi ile suçlandıgından dolayı taslanarak öldürülmüştür. Özellikle 9. yüzyılda siddetle takibat altında alınan Paulikanlar birçogu Müslüman olmus, bir kısmı ise Bogomillerle birleşmişlerdir. Paulikanlar, düalist bir inanç sistemine sahip oldukları ve İsa’nın bedenini reddettikleri söylenir. Ayrıca onlar tıpkı Marcion gibi, Eski Ahit’i tanımadıkları, kaynak olarak ise Luka İncili ve Pavlus’un Mektuplarına özel bir ilgi gösterdikleri belirtilir (Gündüz 1998: 302 Bogomilizm adının, mezhebin kurucusu papaz Bogomil’den geldiği (Albayrak 2004: 89) ifade
edilmekle birlikte, bu ismin gerçekten hareketin kurucucusunun adından mı yoksa kendilerini “Tanrı’nın sevdiği” veya “Tanrı’yı seven” olarak ifade eden inanç sahiplerinin kendi kendilerini bu şekilde tanımlamasıyla mı ortaya çıktığı bugüne kadar netlik kazanmamıştır. bazı araştırmacılara göre Bogomil kelimesi, aslında daha önce ifade ettiğimiz üzere “Tanrının sevdiği” değil de aslında “Tanrıya ibadet eden” anlamına gelmektedir. Bogomilizm’in varlığı ve hiyerarşik yapısı hakkında elimizde yeteri derecede bilgi bulunmakla birlikte, hareketin kurucusu olan Papaz Bogomil hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Sadece önceleri Ortodoks bir papaz iken daha sonradan, düalist gerçek isminin muhtemelen Yeremya olduğu da iddia edilmektedir (Albayrak 2004: 26; Racki 2003: 38). esasa dayalı bir öğreti vaaz etmeye başladığı bilinmektedir (Imamovic 1998a: 89; Albayrak 2004: 89).
11
Bahar Sarıkaya “Epigrafik Buluntular Işığında Trakya’da Kültler
7
Bogomilizm’in Bulgaristan’da Ortaya Çıkışı Bogomilizm hareketi, sadece ortaya çıktığı Bulgaristan sınırları içinde kalmış olsaydı muhtemelen bu kadar büyük ilgi çekmeyecekti. Bilindiği üzere hareket gelişirken diğer ülkelerde de geniş bir yayılma ve etki alanı bulmuş ve bu süreçte Bulgaristan’a özgü olmaktan çıkıp, bütün Avrupa’ya yayılan bir ideoloji haline gelmiştir (Albayrak2004: 122). Bizans, VIII. yüzyılın basında doğu komsusu olan Müslüman Araplar saldırılara başlayınca, sınırlarda olan heretikleri, Pavlos12çuları, Messelianları ve Suriye Monofizitlerini Anadolu’dan Trakya’ya nakletmiştir (Babic 1963: 38). IX. yüzyılın basında Bulgaristan’ın sınır komsusu olan Bizans’ta ortaya çıkan Pavlosçular bu akımlardan biriydi. Çar V. Konstantin Kopronim (MS 741-775) sınırlarını korumak amacıyla Asya’dan Pavlosçuları getirerek Trakya’ya ve Makedonya’ya yerleştirmiştir. (Geresdorfer 1975: 138) İleriki yıllarda Pavlosçular Bizans içerisinde o kadar çoğalmıştı ki Çar Nikophoros (MS 802-811) onlara 810 senesinde vatandaşlık hakkı vermiştir. Çar Mihayl II (MS 811–813) ve Çariçe Theodora (MS845) ise Pavlosçulara karşı değişik baskı ve yaptırımlar uygulamışlardır. Gerçi bu baskı ve yaptırımlara rağmen onları yok etmeyi başaramayıp tam tersine onların sayısının çoğalmasına katkıda bulunmuşlardır. Kaynaklar, daha sonraki dönemde İstanbul’da ve Trakya’da da Pavlosçuların sayısının çoğaldığını, hatta Bizans Çarı Nikifor Phokas’ın MS 896 senesinde yapılan bir savaşta onlardan istifade ettiğini ifade etmektedir (Racki 2003: 40). Çar Teofil (MS 829–841) ise Asya’dan getirdiği Müslüman Türkleri Selanik eyaleti sınırlarındaki Vardar vadisine yerleştirmiştir. Bunlara Vardar Türkleri denmektedir. Ancak bu bölgeye yerleştikten bir müddet sonra dinlerini değiştirmişler yahut Hıristiyanlaştırılmışlardır. Üstelik bu halk, Bulgar halkı üzerinde “ ifade edilir (Hıristiyanlık açısından heretik kabul edilen değişik inançların yanı sıra tam anlamıyla heretik olmasa da kiliseye, özelikle doğu kilisesine sorun teşkil eden İkonoklasizm de zikredilmelidi. İkonoklasizm sorunu, III. Lav (MS 717–741) zamanında başlamıştır. O, 726 yılında yayınladığı emriyle tüm ülkeyi kapsayacak şekilde ikonalara karsı savaş açmıştır. Kilise, III. Lav’ın bu kararına karsı çıkmasına rağmen o, ikonaları yok etme kararından vazgeçmedi. Patriği görevden aldı onun yerine kararını destekleyen bir patrik görevlendirdi. V. Konstantin’in sınırları korumak için Asya’dan 745’te Messelianlar’ı ve 757’de Ermeni Pavlosçuları getirip Trakya’ya ve Makedonya’ya yerleştirdiğine (Geresdorfer 1975: 138) yer verildiğine değinmiştik.13 Pavlikanlar bölgede yayılmaya başlayınca imparator V. Konstantinos (741–775) Ermenileri Trakya’ya sürmüştür (Mango ve Scot,1997, s. 532,593; Charanis, 1961, s. 144). Pavlikanlar Manicilikten türemiş bir Ermeni tarikatıdır. Eski Ahit’e ve İsa’nın yeniden doğacağına inanmayan Pavlikanlar Anadolu’da özellikle Malatya ve Sivas arasındaki dağlarda göçebe olarak yaşamış ve 843–879 yılları arasında da başkenti Tephrike (Divriği) olan bir devlet kurmayı başarmışlardır. Çoğu zaman da Müslümanların yanında, Hıristiyanlara karşı savaşmışlardır. 14 O’nun, İkonoklasizm’in ateşli taraftarı olarak bu düalistleri sadece sınır güvenliğini sağlamak için değil aynı zamanda İkonoklasizm’i uygulamaları için de görevlendirdiği ihtimali mevcuttur. Bulgar kilisesinin tahminen MS 907 yılında bağımsızlığını ilan etmesidir. Halkın böylesine kargaşa dolu bir ortamda yasadığı bir dönemde Papaz Bogomil, kolayca yeni bir din tesis edebilirdi. Bogomilizm, ortaya çıktığı andan itibaren iki kilise olarak kurulmuştur: 1. Bulgaristan’da 2. Makedonya eyaletinde Dragovica köyünde. Bu iki kilise dışında en yakın dönemde Plovdiv ve 12
Bizans kaynaklarında Paulician, İslam kaynaklarında Bayalika2 olarak tanımlanan Pavlikanlar VII.-IX. Yüzyıllar arasında Bizans siyasi ve dini tarihinde önemli bir yere sahip Hıristiyanlığın heretik bir mezhebidir 873’deki bozgundan sonra Pavlikanlar, Doğu Anadolu ve İç Anadolu’daki mekânlarından büyük oranda sürüldüler ya da göç ettiler. XI. Yüzyıla kadar pek sahnede görünmeyen Pavlikanlar, bilhassa Balkanlarda ve Avrupa’da yeni bir isimle karşımıza çıkmaktadır. Balkanlarda Bogomilizm, Batı Avrupa’da Patarenler, Katarlar ve Albigenler olarak yeni bir kimlikle sahneye çıkmışlardır 13 Kayapınar, Ayşe Doç.Dr. “Tuna Bulgar Devleti (679-1018) 14 Yard. Doç. Dr. Zeliha Demirel Gökalp, “Battalgazi Definesi” Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, 26 Sayı/Number 2 (Aralık / 2009)
8
İstanbul’da Bogomil kiliseleri kurulmuştur (Racki 2003: 44). Ancak devletin çok fazla zayıflaması nedeniyle Bulgarlar yeteri şekilde hazırlanma imkânı bulamamışlardır. Durum böyle olunca Çar Peter’in ölümünden üç sene sonra 971’de Bulgaristan, Bizans’ın bir eyaleti haline gelmiş Bulgar kilisesi de tekrar İstanbul’a bağlanmıştır. Böylelikle birinci Bulgar devleti yok olmuştur. Böylece kısa bir süre önce Bulgaristan’da ortaya çıkan Bogomilizm hareketi, bu işgal ile birlikte bütün Bizans’ta, özelikle de başkent İstanbul’da, yayılma fırsatı elde etmiştir. Nitekim daha sonra görüleceği üzere Bogomiller, bu fırsatı iyi değerlendirmişlerdir. Beş sene sonra 976’da Samuil önderliğinde başlayan ayaklanmaya Bogomiller de katılmış, ayaklanma başarılı olmuş ve Bulgaristan ikinci kez bağımsızlığı kazanmıştır. İkinci kez bağımsızlığını kazanan Bulgar devleti. Samuil’in oğlu aynı zamanda onun varisi olan Gavrilo (Radomir-Roman) ve esinin uzun bir süre Bogomilizm’in taraftarı oldukları ifade edilir (Racki 2003: 46). Durum öyle gösteriyor ki Çar Samuil dönemi devam etmiş olsaydı oğlunun Bogomillerle olan yakınlığı nedeniyle Bogomilizm, Bulgaristan’da belki de resmi din olabilirdi. Ancak Bizans ordusu önce Çar Samuil’i öldürmüş (1014) daha sonra önce onun oğlu Radomir’i (1014-15) ve sonra da Vladisalav’ı 1018 yılında yenmek suretiyle Bulgaristan’ı ele geçirmiştir. Böylece Bulgaristan ikinci kez bağımsızlığını kaybetmiştir. Bizans’ın Bulgaristan’ı ikinci kez işgali, Bizans’ın özellikle de başkent İstanbul’un kapılarını Bogomillere tekrar açmış oldu15 Latin İstilası: İstanbul, Haçlılarla ilk olarak 1096’da tanıştı. İmparator Aleksios 1071’de Malazgirt’te kaybedilen toprakları alabileceğini umarak bu ilk Haçlıların gelmesine sevindi. Sözde, Müslümanlardan alınan topraklar Bizans’a verilecek, Bizans da Haçlıları destekleyecekti. Ama Haçlılar buna uymadılar ve 1099’da Kudüs Latin Krallığı’nı kurdular. İstanbul halkı Haçlıları hiç sevmedi ve sürekli tepki gösterdi. Bu arada Haçlı seferleri devam etti ve dördüncü sefer, İstanbul’un işgali ve paylaşılması ile sonuçlandı. 1204 yılında IV. Haçlı Seferine çıkan Latinler tarafından işgal edilmişti. O dönemde Bizans’ta bir taht kavgası yaşanmaktaydı. Bunu fırsat bilen Haçlılar, Venediklilerin de yardımıyla Haliç’e girdiler. Saldırı 9 Nisan’da başladı ve 13 Nisan 1204’de şehir ele geçirildi. Üç gün boyunca benzeri görülmemiş bir barbarlıkla İstanbul yağmalandı ve insanlar katledildi. Ayasofya’da dâhil olmak üzere bütün anıtsal yapılar tahrip edildi, yüzlerce yıllık yazma kitaplar yakıldı. Birçok değerli Bizans eseri Avrupa’ya taşındı. Bu üç günün sonunda yağma düzenli hale getirildi ve Bizans, Haçlılarla Venedikliler arasında paylaşılarak bir Latin İmparatorluğu kuruldu. .İmparatorluk Trabzon, Mora ve İznik şehirleri merkez olmak üzere üçe ayrılıp hayatiyetini sürdürmeğe çalıştı. 1261 yılında Mihail Paleologos Latinleri İstanbul’dan çıkararak Bizans tahtına sahip oldu. ( Bu konu ile ilgili bkz. Georg Ostrogorsky, Bizans Tarihi, s. 388)
SARI SALTIK Yönetimindeki Türkmen Aşiretiyle1263-64yıllarında RUMELİ’YE İLK GEÇİŞ Sarı Saltık'ın tarih sahnesinde ilk görünüşü, Anadolu Selçuklu devletinin Moğol hakimiyeti altına düşmesi ile baş gösteren saltanat mücadeleleri dönemine rastlar. 1240 yılındaki Babaî isyanının akabinde zayıflama emareleri göstermeye başlayan Anadolu Selçuklu devleti, 1243'te Kösedağ muharebesiyle fiilen Moğollar'a yenik düşmüştü. O sırada tahtta bulunan Sultan II. Gıyaseddin Keyhusrev acz içine bulunuyordu ve Moğollar Anadolu topraklarına peyderpey girmeye başlamışlardı. Hiç te iyi bir şöhret sahibi olmayan Selçuklu sultanı 1246'da öldüğü zaman, arkasında üç şehzade bıraktı: Annesi Bizans imparatorluk ailesine yakın bir rahibin kızı olan on bir yaşındaki
15 Kayapınar A.g.e,
9
İzzeddin (II. Keykâvus), bir Türk kızından olma dokuz yaşındaki Rükneddin (IV. Kılıçarslan), ve nihayet bir Gürcü cariyeden olma yedi yaşındaki Alâeddin (II. Keykubad). 16 Kardeşlerden Alâeddin'in ölümüyle Selçuklu tahtı iki sultana kalmış oluyordu.17 İzzeddin'in annesinin bir Hıristiyan, dayılarının sefih ve çıkarcı adamlar oluşu, buna karşılık Rükneddin'in annesinin ise bir Türk olması ve kendisinin mazbut yaşayışı bu sempatiyi artıran bir faktör oldu. Böylece anlaşma ihtimali tamamiyle ortadan kalkınca, yine savaşmaktan başka çare kalmamış oluyordu. Nitekim iki sultanın askerleri karşılaştılar ve Rükneddin bir kere daha mağlup oldu; tutuklanıp İzzeddin'in huzuruna getirildi. İzzeddin yine kardeşine iyi muamele gösterdi. Sonuçta Baycu ve İzzeddin'in orduları Ekim 1256'da Sultan Hanı yakınlarında karşılaştılar ve Selçuklu sultanı yenildi; II. İzzeddin Keykâvus'un bu utanç verici yenilgisi üzerine bazı emîrler Uluborlu kalesine gidip Rükneddin'i hapisten kurtardılar ve Baycu'nun olurunu almak sûretiyle 4 Mart 1257'de resmen Konya'da tahta çıkarıp sultan ilan ettiler14.Türkmenler bu yeni durum üzerine, annesi Türk olan Rükneddin'i değil, bütün ahlâkî zaaflarına ve sefahet düşkünlüğüne rağmen, annesi bir Grek olan ağabeyi İzzeddini desteklemeye karar vermişlerdir. Bunun sebebi, Rükneddin'in Baycu Noyan himayesinde, onun vasıtasıyla Moğollar'ın resmî hakimiyeti altında saltanat sürmeğe razı olması, izzeddin'in ise başlangıçtan beri Moğollar'a yanaşmaktan kaçınmasıdır.18 Sonuçta İzzeddin'in emîrleri, Şemseddin Altunaba Hanı mevkiinde 1261 yılında Moğollar tarafından ağır bir bozguna uğratıldı. Böylece IV. Rükneddin Kılıçarslan, Moğollar'ın yardımı sayesinde Selçuklu ülkesinin tek sultanı olarak tahtta oturma fırsatını elde etmiş oluyordu. Moğollar'ın kendini sağ bırakmayacağı düşüncesine kapıldığı için, hemen karısı, iki oğlu, annesi ve meşhur iki dayısı Kir Hâye ve Kir Kedid ile Antalya'ya geçti. Burada, anne tarafından da yakınlığı olduğunu bildiği Bizans imparatoru VIII. Mihail Paleologos'a Mirahorunu (at işleri ile uğraşan en yüksek devlet memuru) yollayarak kendisini, ailesini ve yakın adamlarını yanına kabul etmesi için ricada bulundu.19 Bununla beraber bu monoton ve rahat hayatın yine de, oradan oraya muharebe peşinde koşuşturan, başkalarını yönetmeğe alışmış bu insanları sıkmağa başladığı anlaşılıyor. Zira bir ara İzzeddin, Ali Bahadır ve Uğurlu imparatorun huzuruna çıkıp sürekli bir şehir hayatınını kendilerini sıktığını,"Türk tâifesi" olarak yaylak ve kışlak hayatına alışık olduklarından, kendilerine kışın kışlayacak, yazın da yaylayacak bir arazi tahsis edilmesini ve buraya Anadolu'dan kendilerine tâbi olan Türkmenler'i getirtip birlikte yerleşmek istediklerini bildirdiler. VIII. Mihail bu arzuyu yerine getirerek onlara Bizans'la Deflt-i Kıpçak arasında (bugün bir kısmı Bulgaristan'da, bir kısım da Romanya sınırları içinde ve Karadeniz'e kıyısı olan) o vakitler gayri meskûn Dobruca arazisini tahsis etti. Bunun üzerine söz konusu Türkmenler, Anadolu'dan getirilipİzzeddin'in başkanlığında Dobruca'ya yerleştirildiler.29 Büyük bir ihtimalle İzzeddin'in kendisi, Anadolu'dan getirttiği, Sarı Saltık yönetimindeki Türkmen aşiretiyle Dobruca'ya gitmemiş, Konstantinopolis'de kalmayı tercih etmişti. Dobruca göçünün 1263-64'te olduğunu kesin olarak bildiğimize göre20, Sultan İzzeddin, Berke Han'ın başkenti olan sahil şehri Saray'da tam on beş yıl refah içinde yaşadı.1279'da vefat ettiği zaman henüz kırk dört yaşında bulunuyordu.21 Bu Türkmenler'in Dobruca'da Sarı Saltık'ın vefatına kadar (Arap kaynaklarına göre yaklaşık 1293 dolayları) kaldıkları, onun vefatından sonra ise, meselâ Bulgarlar'ın Bizans topraklarına saldırmaları gibi, Balkanlar'da meydana gelen bir takım siyasal gelişmeler sonucu, bir kısmının geri Anadolu'ya döndüğünü, bir kısmının ise Dobruca'da kaldığını biliyoruz. Yazıcızâde'ye göre bu geri dönüş, 16 DEMİR Necati Prof. Dr.-ERDEM Dursun Doç Dr. Saltıkname, Ebu’l Hayr-ı Rumi, l,ll,lll cilt, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Yayın Sertifikası 16359, ISBN: 978-605-4088, ikici baskı, İST, Şubat 2013 17 Age:S: 21 18 Age:S: 22 19 Age:S: 26 20 Age:S: 36 21 Age:S: 32
10
herhalde Sarı Saltık'ın vefatından sonra Türkmenler'in başına geçen Halil Ece'nin başkanlığında gerçekleşmiş ve Türkmenler gemilerle Karesi iline geçerek orada yerleşmişlerdir. Dobruca'da kalanlar ise çok geçmeden Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir ki bunlara Ahiryân (Sona kalanlar) deniyordu22. Barak Baba'dan bahsederken, şeyhinin Sarı Saltık olduğunu ve 692 (1293) te vefat ettiğini yazarak, hem onu zikrediyor.
SARI SALTIK’IN EFSANEVİ KİŞİLİĞİ Sarı Saltık bir Kalenderi şeyhidir. Sarı Saltık'ın aşiret reisi bir Türkmen babası idi. bizce çok kuvvetli bir ihtimal olmakla beraber, tasavvufî meşrebinin ne olduğu, hangi tasavvuf anlayışına veya tarikatına mensup bulunduğu hususu kaynaklarda açık değildir. Bununla birlikte, gerek Saltıknâme'deki bazı ipuçları, gerekse onunla yakın ilişkisini bildiğimiz Barak Baba ve Tapduk Baba gibi, tarihsel ve tasavvufî hüviyetleri oldukça iyi tanınan simalar aracılığıyla Sarı Saltık'ın tasavvufî meşrep ve tarikatını tahmin edebilmek mümkün oluyor. Nitekim biz daha önce bir takım karinelerden yola çıkarak Sarı Saltık'ın Kalenderîliğe, hatta bu zümreye mensup bir kol olan Hayderîliğe mensup bulunabileceğini yazmıştık32. Nitekim Kemâleddin Muhammed es-Serac'ın Tuffâhu'l-Ervâh'ından bu bölümün başına aldığımız metinde ve devamında, Sarı Saltık'ın tekkesindeki dervişlerin Hayderîler olduğu, bir Hayderî şeyhinin adı da zikredilmek suretiyle bu tahminimiz doğrulanmış oluyor. Bundan başka Saltıknâme'nin bir yerinde, Sarı Saltık'ın üçyüz abdalla beraber Kırım şehrine geldiği; burada kendisi için yapılan tekkeye yerleştiği ve abdallarının yiyeceklerini dilenmek üzere şehre cerre çıktıkları, ama kimsenin bir şey vermediği; buna kızan Sarı Saltık'ın şehir halkına beddua ettiği kaydediliyor. Bu sahne hiç şüpheye yer bırakmamacasına Kalenderî dervişleriyle karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Çünkü bu tür dilenme usûlü, yalnız Kalenderîler'de olup 23 ritüel mahiyette bir dilenme (Tese'ül, Cerr) dir33. Ayrıca Saltıknâme'de bir yerde de açıkça Sarı Saltık’ın bir Işık (Kalenderî) olduğu Tatar prensi Argun Han tarafından dile getirilir: Buradaki kayda göre Sarı Saltık Deflt-i Kıpçak'a gittiğinde, oradaki Tatar mirzalarına haber gönderip Moskov diyarına gazâya çıkmak istediğini bildirmiş ve kendine katılmalarını istemiştir. Bütün mirzalar gelirler, yalnız Argun Han gelmeyi reddeder ve şöyle der: "Bu Saltık ne kişidir kim bir Işık ola, padişahlara hükmider. Eger velî ise görem elinden ne gelürse eylesün, ben ana mutî' olmazam, varmazam.... Yine eserin bir başka yerinde, Sarı Saltık'ın Sivas şehrinde zengin tüccardan Hasan Mâlî'nin "mahbub oğlu" Yusuf'a âşık olduğu, babasının oğlunu kaçırıp götürmesine rağmen, Sarı Saltık'ın onun peşinden gitmeyi sürdürdüğü anlatılır.35 Bir başka yerde ise, Yusuf adlı bu delikanlının da Sarı Saltık'a âşık olup daha sonra onun peşinden giderek kendisine mürid olduğu zikredilir. Bu olay da yine tipik bir Kalenderîlik âdetini gösteriyor. Çünkü bu, Kalenderîlik'te Cemal-perestlik yahut Mahbub-perestlik denilen olayın ta kendisidir. Kalenderîler genç ve güzel delikanlıların Allahın cemalini yansıttığına inanmaktadırlar. Sarı Saltık'ın bir Kalenderî şeyhi olduğuna dair iki ipucu da diğer menkabelerden çıkıyor. Bunlardan birisi, Evliyâ Çelebi'nin naklettiği ejderha menkabesinde bulunuyor. Hatırlanacağı üzere Sarı Saltık ejderhayı beklerken dervişleri de defler ve kudümler çalarak kendisine eşlik etmişlerdir. Bu tür defler ve kudümler çalarak dolaşan dervişler, bilindiği üzere Kalenderîler veya aynı meşrepten dervişlerdir ve onların bu âdetleri, mühimme kayıtlarına kadar yansımıştır. Diğer ipucu ise, H. Kaleshi'nin derlediği bir menkabede yer alıyor. Burada da, hükümdarın, kızını ejderhadan kurtaran Sarı Saltık'a kızıyla evlenmesini teklif ettiği, ancak berikinin bunu reddettiği, çünkü evlenmesinin mümkün olmadığı şeklinde karşılık verdiği anlatılır. Burada Kalenderîlik'teki tipik mücerredlik (bekâr kalma) erkânına atıf yapıldığı çok açık olarak görülmektedir. 24 22 Demir Age:S:37 23 Demir Age:S:76 24 Demir Age:S: 77
11
Bu ipuçlarının dışında Sarı Saltık'ın gerçekten bir Kalenderî şeyhi olduğunu gösteren asıl önemli ve tarihsel veri, onun Barak Baba ve Tapduk Baba ile olan bağlantısıdır. Bu bağlantı hiç bir tereddüte yer verdirmeyecek kadar açıktır.25 Böylece Yunus Emre'nin Tapduk Baba'nın, onun Barak Baba'nın, onun da Sarı Saltık'ın halifesi olduğu görülüyor. Saltıknâme Sarı Saltık'ın Tapduk Baba ile de münasebeti olduğunu gösteriyor. Burada Tapduk Baba'nın, zikir meclislerinde kadınları ve erkekleri bir arada topladığı için Sarı Saltık tarafından hoş görülmeyip uyarılmak istendiği, onun ise bunun hiç bir sakıncası olmadığını göstermesi üzerine Sarı Saltık'ın bunu kabul ettiği, ancak Tapduk Baba'nın bu işten vazgeçerek Sarı Saltık'a mürid olduğu kaydedilir Ebu'l-Hayr-i Rûmî, I , 98-100. Ebu'l-Hayr-i Rûmî burada, AhmedYesevî, Tâcü'lÂrifîn Seyyid Ebu'l-Vefâ Bağdadî gibi kadın erkek karışık âyinler yapan şeyhlerin eleştirisi sadedinde anlatılan çok bildik bir menkabeyi (bu karışık meclislerde kullanılmak üzere şarap gönderilmesi, fakat şarabın bal olması) zikreder. Burada Tapduk Baba'yı eleştirmek için şarabı gönderen, Sarı Saltık'tır. Buna karşılık pamukla ateşi bir araya koyup gönderen Tapduk Baba'dır. Aynı menkabe, Geyikli Baba ile Abdal Musa, Geyikli Baba ile Orhan Gazi arasında da geçer. 26 Barak Baba'nın, -Babaî hareketinin merkezlerinden biri olan- Tokat yakınlarında bir köyde oturan zengin bir Türkmen köylüsünün oğlu olduğunu kaydederler. Buna karşılık Yazıcızâde Ali ise, Barak Baba'nın II. İzzeddîn Keykâvus'un -daha önce bahsi geçen- iki oğlundan biri olduğunu yazar. Ona göre sultanın Konstantinopolis'te rehin olarak tutulan bu küçük oğlu, kaçmağa teflebbüs etmiş, fakat yakalanarak imparator tarafından hapse atılmıştı. O zamanki patrik bu çocuğu imparatordan rica ederek yanına alıp vaftiz etmiş ve rahip olarak yetiştirmeğe başlamıştır. Çocuk Ayasofya'da patrikin hizmetinde çalışırken, Sarı Saltık bunu görüp kendi yanına verilmesini rica etmiş ve bu rica yerine getirilmiş. Çocuk Sarı Saltık'ın yanında tekrar müslüman edilmiş ve onun abdalı olmuştur. Zaten kendisine Barak (Kıpçak lehçesinde Köpek) lâkabını veren de rivayete göre odur. Bu iki rivayetin hangisinin doğru olduğunu tesbite yarayacak bir tarihsel veriye şimdilik sahip değiliz. 27 H. Hüsâmeddîn, F. Köprülü, Hilmi Ziya (Ülken) ve A. Gölpınarlı, Arap kaynaklarındaki bu tasvirlere bakarak, Barak Baba'nın şaman hüviyetini henüz korumakta olan, Kalenderiyye tarikatına mensup bir Türkmen babası olduğunu haklı olarak tahmin etmektedirler56Hattâ biz, kazınmış saç, sakal ve kafllarına, aşağı salıverilmiş gür bıyıklarına bakarak onun bir Haydarî şeyhi olduğunu düşünüyoruz.28 Görüldüğü üzere Barak Baba'nın bir Kalenderî (Hayderî) şeyhi olduğu çok açık olarak ortadadır. Böyle olunca onun şeyhi olan Sarı Saltık'ın da Kalenderî (Hayderî) şeyhi olması gerektiği mantıken kaçınılmaz olur.29 Sarı Saltık'ın 1240 yılında Selçuklu Anadolu'sunda büyük bir siyasal ve toplumsal kriz olarak ortaya çıkan Babaî isyanıyla ve onun iki şefi Baba ilyas-ıHorasânî ve Baba ishak ile doğrudan ve yakından bir bağlantısı Ancak, 1263-64'te Dobruca'ya geçtiğini çok iyi bildiğimize göre, Sarı Saltık'ın Anadolu'da bulunduğu dönem, Babaî isyanının vukû bulduğu tarihe rastlamaktadır.Yani Sarı Saltık bu büyük Türkmen isyanı olurken Anadolu'dadır ve muıhtemelen yirmi beş otuz yaşlarında olması gerekir. Unutmayalım ki, Çepni aflireti de bu isyanın başını çeken Türkmen aşiretlerindendir. Bu durumda, Baba ilyas ve Baba ishak'ın yakınında olmasa bile, çoğu Türkmen babası gibi bu isyana katılmış veya en azından fikren desteklemiş olabilir, ki bizce bu çok muhtemeldir.
25 Demir Age:S:78 26 Demir Age:S: 79 27 Demir Age:S: 80 28 Demir Age:S: 80 29 Demir Age:S: 81
12
SARI SALTIK VE ŞEYH BEDREDDİN HAREKETİ 1402'deki Ankara savaşının akabinde Osmanlı devletinde ortaya çıkan şehzadeler arası mücadele döneminde şeyh Bedreddin tarafından 1416 yılında sahneye konulan isyanın tarihi oldukça iyi bilinir. Şehzadeler mücadelesini kazanarak kardeşlerini bertaraf edip Osmanlı Tahtında tek başına kalmayı başaran Çelebi I. Mehmed'in merkeziyetçi politikasına karşı, Rumeli'de eski Hıristiyan feodallerin, Osmanlı uc gâzilerinin ve timarlarını kaybetmiş sipahilerin desteğini arkasına alarak ayaklanan şeyh Bedreddin'in giriştiği bu isyan hareketi büyük, aşağı yukarı bütün Osmanlı tarihinin gördüğü en geniş tabanlı, etkileri sonraki Yüz yıllara yansımış en dinî toplumsal hareketidir.30 Baba zâviyesi"ne gelen sadakalar (adak ve kurbanlar, para bağışları vs.) dan yaralanmak maksadıyla bazı kimselerin zâviye vakfına ait yerlere başka zâviyeler ve halvethâneler yaparak bu sadakaları kendilerine aldıklarını, Sarı Saltık zâviyesinin zarara uğratıldığını bildiriyor.31 Tekkenin sağ ve sol taraflarındaki kayaların içine oyulmuş arpa ve buğday ambarları bulunmaktadır. Ziyaretçiler tekkeye adadıkları kurbanları kesip kayalar üzerine bırakarak kartal ve şahinlerin almasını beklemektedirler. Zira kurbanların bu hayvanlar tarafından yenilmesi, dileklerinin olacağını, yenmemesi ise aksini gösterirmiş.32 Bektaşî tarikatı, Anadolu Kalenderîliği içinde, Hayderî koluna mensup Hacı Bektaş kültü etrafında yavaş yavaş gelişerek nihayet bağımsız hale gelmiş ve XVI. yüzyıl başında, II. Bayezid zamanında Balım Sultan tarafından fiilen kurulmuştur.33 Sarı Saltuk’un Rumelili dervişlerin en yüksek yerlerinden biri olan Babaeski’de yapılmış tüm eserlerinde bulunan gelenekleri bir araya getirmiştir. Sarı Saltuk Babaeski’de yaşamıştır. Tekkesi savaşçı ve sömürgeci dervişlerin eseridir. Saltuknameden özetler. -Sarı Saltuk Osmanbey Ve Umur Gazi yanında savaşmıştır. 34
SALTUNAMEDE BABAESKİ Kasabanın kenarında olan kubbe, Sarı Saltık makamıdır. Kafirler, Sarı Saltık’ın ölümünden sonra yine bu kasabayı aldılar. “ 35 Şerif, tekürden izin alıp İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı. Yolda bir hisara rastladı. O hisara, Civar derlerdi. Orada da büyük bir kilise vardı. Ruhbanlar, Şerif’i karşıladılar. Saygı ile alıp kiliseye götürdüler, konaklattılar. Şerif, o iki sandığı getirdi. Birinde topladığı altınlar, diğerinde ise eşek ayağı vardı. Tekür (m:Şehrin Beyi), ona vermişti. Çıkardı, o kavimi eşeğin ayağı ile günahsızlaştırıldı. Ziyade mallarını aldı. Hep birlikte Şerif’in ayağına düştüler. İstanbul ve Edirne kalesi arasına da bir hisarcık vardı. Orada da bir kilise vardı, içinde görevli kırk ruhban bulunmaktaydı. Hazret-i İsa orada yedi gün oturmuştu, bayram etmişti. Kafirler, orada gelip bayram ederlerdi. Yedi gün büyük ve küçük bütün halk toplanıp törenler yapardı. Orada yine bayram olmuştu. Tekürden buranın beyine mektup geldi ki: -Aman sakının. Durum şöyle olmuştur. Saltık’tan korkun, demiş. Kafirler bu haberi işitince dağıldılar. Herkese bir korku düştü. Her kişiyi sorup teftiş eder oldular. O hisarın beyine İstifanı Rumi derlerdi. Bu bey, haberi işitince Şerif’e hayran kalıp dedi ki -Eğer Şerif benim elime(m: yerime-şehrime) girse ben ona candan kul olurum. Halk’a: Hemen dağılın gidin, dedi. Halk dağıldı, gitti.36 30 Demir Age:S: 99-100 31 Demir Age:S: 195 32 Demir Age:S: 106 33 Demir Age:S: 122 34 Trierry Zarcone, Doğu Thrace’da alevi ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi;Tercüme eden Özge Baydaş 35 Zarcon A.g.e s: 21 36 Demir A.g.e İkici bölüm, Saltık Gazi’nin Rumeli’ne geçmesi, S: 50
13
Şerif, yalnız başına orada ayrıldı. Bir kaleye rastlandı. Önünde, bir kilise vardı. Onun içinde kırk rahip oturuyordu. Mumlar yakmışlar, küfürlerini yapıyorlardı. Şerif, kapının önüne gelince onlar, Şerif’i tanıdılar. Kapıya gelip saygı gösterdiler. Şerif, atından inip içeri girdi. Yaşlı büyük papaz, Şerif’i karşılayıp: -Ya Server ! Hoş geldiniz, dedi. Elinde bir kap, buhurlar eyuledi. Şerif: -Bu mumları gündüz niçin yakarsın, dedi. O: -Mesih mumu gündüz yanar, dedi. Şerif: -Ben de bir mum yakayım. Muhammed mumu olsun, ta kıyamete kadar yansın. Gece gündüz hiç sönmesin. Nice gazilerin canı, ona pervane olsun. Yalnız siz ihmal edip yağını eksik bırakmayın. Fitile gerek olmasın. Bu diyara, sunni ve adil padişahlar hükmetsin. Bu, onların devletinin mumudur. Bu yandıkça onlar mutlu olsunlar, dedi. O rahipler: -Eğer sen o mumu yakarsan biz müslüman olalım, dediler. Şerif: -Gece rüyamda Muhammed Mustafa’yı gördüm, bana sizleri gösterdi ve “islamın mumunu orada yak! Bundan böyle Rum, İslam ile dolacaktır.” Dedi. Buraya onun için geldim. Orada bulunan ruhbanlar: -Saddak, dediler. Onlar: -Biz de düşümüzde peygamber’i gördük, “Oğlum Şerif geliyor, iman getirin. Burası ocak olacak. Hem oğlumun yeri ve kabri burada” dedi. Evlat! Eğer inanmazsan bu rüyayı beyimiz İstefan da görmüştür. “üçüncü gün Şerif gelecek” dedi. İşte geldiniz. Gidip İstefan’a haber verdiler. O bey yürüyerek geldi, Şerif’in ayağına düştü. İmana geldi. Şerif ona İsmail adını verdi. O papazlar: -biz de iman getirelim, lakin o mumu yakın görelim, dediler. Şerif, o ruhbanın kapıyla yağ koydu. Kaf’ta yakalayıp öldürdüğü Semender37 derisinden bir fitil yaptı. Salavat getirerek mübarek eli ile yaktı. Kilisenin sağ tarafındaki sofasına dikip bıraktı. Üç gün yandı. Ruhbanlar pek aldırmadı. Şerif: -Ya ruhbanlar! İman getirin. Ruhbanlar: -Bekleyelim, belki de söner, dediler. İsmail adli bey, hemen yerinden kalkıp: -Sizi hep kırarım. İster yansın, İsterse sönsün. Biz, allaha hazretine ve Resul’üne iman getirdik. Bir muma getirmedik, dedi İsmail kılıcını eline aldı. Ruhbanlar hemen hep birlikte iman getirdiler, Müslüman oldular. O kiliseyi cami haline getirdiler. Bu camide namaz kıldılar. İsmail, Şerif’e: -Benim Güzel bir kızım var. Onunla evlenmeni istiyorum, dedi. O kızın adı, Gülçehre idi. Şerif de razı oldu. Gülçehre’yi nikahla Şerif’e verdiler. Şerif, kırk gün orada oturdu. Sonra İsmail’e ve onlara veda edip İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı.38 Saltuknamenin bir başka yerinde de Babaeski ile ilgili şöyle bahsedilmektedir. Şerif, oradan da ayrılıp Eski Baba’ya geldi. Orada mum yakmıştı. O yerin beyi İsmail’di. İsmail, Şerif’i karşılamaya gelip dualar etti. Camiye geldiler. Kırk ruhban daha önce Müslüman olmuştu, karşılayıp şenlikler yaptılar. Şerif, bir mektup yazıp geldiğini Edirne’de bulunan Ahmed’e bildirdi. Orada yaşayan Müslümanlar da şenlik yaptı. Bu sırada yenilen kafirler, kaçıp çevreye dağılıyordu.39 Saltuknamenin bir başka yerinde de Babaeski de saru saltukile ilgili şöyle anlatmaktadır. Şerif geldi, kendi şehri Eski Baba’ya yerleşti. Şerif, bir elbise giymişti. Orada bulunan zaviyede mum yakmıştı. Onu tekke haline getirip oturdu. Halk Server’e “baba” demeye başladı. Kafirler ve diğer halk, Sarı Saltık Baba derlerdi. Bir yıl orada dinlendi. 37 Semender: ateşte yaşayan kuyruklu sürüngen, bir masal ürünü 38 Demir A.g.e II çilt, İkici bölüm, Şerif’ in Rumeli’ne Geçmesi, S: 275 - 280 39 Zarcon A.g.e II çilt, Üçüncü bölüm, Anadolu Evliyalarının Öncüleri, S: 298
14
Bir gün Kefe’den haber yetişti: -Siz gidince bir oğlunuz oldu, adını İbrahim koyduk, dediler. Şerif oradan ayrıldı, Dobruc ilindeki zaviyesine geldi.40 İstanbul’un içini kafir ile doldurdular. O da yetmedi. Atlarını sürdüler şehirden çıkıp Eski Baba’ya geldiler, İsmail’e hücum ettiler. Orada yaşayan Müslümanlar, kaleye sığındılar. Kala sağlam idi, çaresini bulup alamadılar. Oradan, şerif’in o mum yaktığı kiliseye girdiler. Recim lahin, buyurdu: -Burayı yağmalamayın. Ne varsa alın, dedi. Yağmalamaya başladılar. O mumdan bir parça ateş sıçradı, o kavme dokundu. Ateş hemen yaktı. Kurtulamadılar. Yedi kafir bir anda öldü. Korktular, bırakıp kaçtılar, gitttiler. Oradan Edirne’ye gitmek üzere yola çıktılar. 41 Tekür bu tarafa, geri Ahmed’in42 üzerine yürüdü. Çok cenk ettiler. Kaleden çıkıp çok kafir tepelediler. Oraya adam bıraktılar ki Müslümanlar kafirlere haraç vereler. Ahmed çaresiz kalıp barış yaptı. Oradan İsmail’e (Babaeski kalesine) geldi. O da barış imzaladı. Tekür, geri İstanbul’a geldi.43 Ahmed’in büyük oğlu kafirdi. Şehrinden gelip Şerif’in elini öptü. Şerif, kırk gün orada kaldı. Zira o diyarı severdi. Oradan ayrıldı, eski baba’ya gitmek üzere yola çıktı, İsmail’e yetişti. Onlar karşılamaya geldiler. Onun şehre ulaşması, Muharrem ayının ilk gününe rastlamıştı. Server, orada aşüre dağıttı. On birinci gün ziyaretlerinde bulundu. On ikinci gün karalar giydi, üç gün Hüseyin için matem tuttu. Yaşadığı süre içinde hep böyle yapmıştı. Nerede olursa olsun dua ederdi. Server orada iken diğer tarafa affan ve Russan, Şerifi’n geldiğini işittiler. Çok korkup: -Eyvah o sihirbaz buraya geldi. Bizim halimiz nasıl olacak, dediler. Affan: -Şimdi o yaşlanmıştır, gücü kalmamıştır. Orada gafil iken gidip onu basalım, dedi Hemen kalktılar. Dört bin atlı ile Şerif’in üzerine yürüdüler. Arkalarından Rusan dört bin kişiyle onarı takip etti. Şerif; şehir önündeki nehre44 girmiş gusleniyordu. Karşıdan gelen askerleri gördü. Hemen çıktı, üzerine elbiselerini giydi. Yürüyüp makamına geldi, gazilere haber verdi. Binip hazır oldular. Bir dere vardı gidip orada pusu kurdular. İsmail pusuda durdu. Şerif şehir önünde o kırk rahip ve halk hazır bekledi. Kafirler eriştiler. Server karşı varıp nara attı. Cenk için yürüdüler, birbirine karıştılar. Çok şiddetli bir savaş oldu. Pusuda bekleyenler çıkıp yürüdü, Affan’ı kuşattılar. Bu sırada Rusan lain de çıkageldi, zıhlarını giyinip cenge girdiler. Bir gürültü koptu. O kırk ruhbanın otuz birini, cenkte şehit ettiler. Ruhları şad olsun. Dokuzu da yaralandı. Savaşın iyice şiddetlendiği zamanda Edirne yolundan Ahmed45 ve ilyas çıkageldi. Bin kişiyle gelmesine sebep, Ahmed’in rüya görmesi idi. Bin gaziyle binip oraya yetiştiler. Hemen atlarını teptiler, cenge başladılar. Bir süre sonra, yanındaki askerlerle İstanbul’dan Mirdas lain yetişti. Üç gün cenk ettiler. Şerif, cenk içinde Rusan’a rasladı. Rusan’a kılıcını öyle bir çaldı ki onu, eğer kaşına dek iki parçaya böldü. Askerler onu gördü, dönüp kaçmaya yüz tuttular. İsmail yetişti, süngü ile Mirdas’a vurup tepeledi. Ahmed de cenk ederken Affan’a rastladı. Affan, Ahmed’in önünden kaçıp gidiverdi. Ahmed; onun ardından yetişip bir kez vurdu, atından düşürdü. Hemen bağladı, alıp Şerif’e getirdi. Geride kalanların bir kısmını kırdılar, bir kısmını da esir ettiler. İlyas, sancaktarı öldürdü. Kafirler yenilip kaçtılar. Kaçabilenler, İstanbul’a Haber verdiler. İstanbul46 halkı, kapıları bağlayıp cenge hazır oldular. Rusan’ın küçük kardeşi İstefan lain, bey oldu. Bu tarafta Şerif; o kafirleri kırdı, mallarını ganimet etti. Ölen gazileri Defnettiler, sahiplerine başsağlığı dilediler. Daha sonra Ahmed, Affan’ı ileri getirdi. Şerif: 40 Zarcon A.g.e II çilt, Üçüncü bölüm, Anadolu Evliyalarının Öncüleri, S: 303 41 Zarcon A.g.e II çilt, Üçüncü bölüm, Anadolu Evliyalarının Öncüleri, S: 309 42 Edirne kalesinin Müslüman olan beyi-Babaeski beyinin babası 43 Zarcon A.g.e II çilt, Üçüncü bölüm, Anadolu Evliyalarının Öncüleri, S: 310 44 Cami arkasında şeytan derede 45 Edirne kalesi beyi 46 Demir A.g.e II çilt, Üçüncü bölüm, Anadolu Evliyalarının Öncüleri, S: 333
15
-Ya Affan! Niçin dininden döndün, kafir oldun? Dön tövbe et. Seni yine azat edeyim, dedi. Affan: -Çok söyleme. Ben dinimden dönmem. Gel, beni sana sat, dedi. Şerif: -Ne verirsin, diye sordu. Affan: -Oğulum Utbe ile sana bir hazine mal göndereyim, dedi. Şerif kabul etti. Affan, İstanbul’a haber gönderdi. Utbe; hazineyi getirdi, Şerif’e verdi. İsmail Kalktı Utbe’yi hapse koydu. Affan: -Sen ne yapıyorsun, dedi. Şerif: -Ben, seni serbest bıraktım. Onu, İsmail bilir, dedi. Affan: -Burca gireyim, sana kırkbin dinar daha göndereyim, dedi. İsmail kabul etti. Affan gitti. İsmail atına bindi, ardından yetişti. Affan, İsmaili gördü. -Niyetin nedir, dedi. İsmail: -Hey İslam dininden tekrar dönen! Niyetimin ne olduğunu şimdi görürsün. Kaç keredir bizim elimizden sağ kurtuluyorsun, deyip melunu tekrar esir etti. İsmail, Affan’ı geri getirdi. Aleme ibret olsun diye, şehir önünde onu idam ettiler. Onu görünce Utbe iman getirdi. Onu azat ettiler. Kale savaşı sona erince gaziler yürüdü. Burgaz’da yılda üç gün araba pazarı kurulurdu. Gaziler orayı bastılar. Yağmalayıp talan ettiler, geri geldiler. Şerif hazreti, c Afffan’ın başını Edirne’ye gönderdi. Doğu kapısına astılar. Fetih için sevindiklerinden Müslümanlar şenlikler yaptılar, şehri donattılar, Şerif’e dualar ettiler.47 Şerif, o cenkten sonra çok hastalandı. Yedi ay döşek esiri oldu. Kafirler bu durumu işittiler.(çeşiti yerlerde isyan çıkardılar) … Rusun’u yakaladılar.Tatar hanı, Rusun’u Şerife gönderdi. Eski Baba’ya getirdiler. Şerif, Rasun’u orada idam etti. Server kalktı, kısmen sağlına kavuştu.48 İsmail’in kızından (Gülçehre’den) bir oğlu oldu, adını Ahmed koydular.49
SALTUNAMEDE ESKİ BABA TEKKESİ Rivayet edenler anlatır: Ukbe helak oldu. Bir kafir vardı, fedai idi. Gördü ki Şerif böyle oldu. Kafir kalkıp Seyyid’i hancerle vurdu. Ukbe lain onun kızkardeşini almıştı. Bu kafir pusuya bin kafir saklamıştı. Pusudan çıktılar. Ansızın Seyyid’in üstüne saldırdılar, cenk ettiler. Seyyid’i yaraladılar. Gaziler kafirleri kırdılar. Cenk içinde rast geldi, Seyyid’e karşılık vermeye çalışıyordu. Seyyid Şerif o kafiri orada öldürdü, kendi de düştü, aklı gitti. Müslümanlar seyidin bu halini işitti, koşarak geldiler. Şerif, gazileri topladı, halini söyledi: -Ben giderim! Siz beni yıkayıp kefenleyin. Alıp mumumun yanına götürün. Çevredeki beyler sizden benim ölümü isterler. Birer tabut hazırlayın. Bir gece dursun adamlara verin. Ben o tabutlarda görüneyim. Benim tabutumu her yere koyun. Sizler de koydukları zaman görürsünüz, dedi. Onlarla helalleşti, hayır ve şer her neyse dedi. Ve devam etti: -Kafirlerin karşısında öldüm diye ağlamayın. Müslümanlara zahmet vermesinler. Bir süre sonra oğlum Umur ve Osman gelir, bu Rum mülkünü alırlar, zapt edip islam İslam ile dolmasına sebep olurlar, dedi ve devam etti: -Gayet edin, Edirne’yi elinizden çıkarmayın. Bu makamı iyi bekleyin. Burası gazilerin ocağıdır, dedi. Ahmed’i vasi edindi. İsmail’i nasır etti Şerif’in oğulları ağlaştılar; Şerif: -Ağlamayın. Sizler dünya da baki kalmayacaksınız. Ahiret bakidir. İyi amel edin, dünyada tövbeyi çok edip namazı kılın, oruç tutun iyi işler yapın, dedi. Vasiyetini bitirdi, dünyadan ahiret sarayına göç etti.
47
Demir A.g.e II çilt, Beşinci Bölüm, Firengistanın Fethi Ve Sedd Hikayesi, S: 334 Demir A.g.e II çilt, Beşinci Bölüm, Firengistanın Fethi Ve Sedd Hikayesi, S: 334 49 Demir A.g.e III çilt, Beşinci Bölüm, Saltıuk Gazi’nin son gazası ve vefatı, S: 621 48
16
-“innalillahi ve innaileyhi raci’ün” Gaziler Şerif!i yıkadılar, kefenleyip tabuta koydular. Tabut yerinden kalkıp kimse el vurmadan gitti. Musallaya dek havada gitti, bütün halk onu gördü. Müslümanlar namazını kıldılar, tabutu geri getirdiler. Meliki ibrahim: -Biz vasiyet tutarız. Bize, beni on iki yere götürecekler, dedi. Her bir tabutta görünürüm. Ama koyduğunuz tabutla beni Eski Baba’ya götürün, dedi. Aralarında Kavga başladı. O sırada tabuttan bir kere nara sesi geldi: - Sizi helak ederim. Benim vasiyetime hilaf etmeyin, dedi hepsi kalkıp zaviyeden dışarı kaçtılar. Şerif’in sinesi görülürdü. Server’in büyük oğlu Muhammed, ileri gelip tabutu açtı. Beyler de ileri geldiler, baktılar, gördüler. Şerif gülerdi, dudakları kıpırdadı. Herkes ruhuna dua etti Ahmed hemen gittiler, Yılan Baba’ya geldiler. Edirne kalesinde olan üç bin Müslüman toplanıp namazını kıldılar. Oradan Eski baba’ya getirdiler. Oradan da namazını kıldılar, getirdiler, o kilisenin altında defnettiler. Mumunu üstünde yaktılar. Bazılar şöyle anlatır: Ahmed, Edirne hisarındaki ulu kilisede defnedildi. Fakat doğrusu şudur: mumun yandığı yere gömüp sakladılar. (m:yani Babaeski’ye) İsmail ve ishak, baba’ya (Babaeski’ye) geldi. Ahmed, Edirnede kaldı.50 ..üç yılın sonunda İstefan Lain, şehirden dışarı çıktı, kafirler asker topladılar, İsmail’in üzerine yürüdüler. İsmail oradan kaçıp İshak’ın huzuruna geldi. İstefan gelip zaviyeye kondu, dokuz ruhbanı esir etti. O mumu söndürmek istedi. Şerif’in orada olan eşyalarına kast ettiler. Mumdan bir alev çıktı, kafirleri kapkara yaktı. Helak eyledi. İstefan bu heybeti görünce rahipleri azat etti. Onların ulusu Şemun idi, diğerlerinin imamı idi. İstefan bunları serbest bıraktı, buyurdu, zaviyeden dışarda olan evleri ve kaleyi yaktılar. Oradan göçüp Edirne kalesi’ne geldiler, kondular.. Geldik bu yana. Server’in oğlu Muhammed gazi gayret edip Müslümanlara baş oldu. ...Pehlivanlığı İlyas Rumiye verdiler. Şöyle anlatırlar: İlyas Rumi, server’in yerine oturdu. Ona uydular. Küffar ittifak edip toplanmaya, sonra da Rum’a yürümeye karar verdiler. İlyas hemen bir mektup yazdı, Osman Gazi ve Umur Bey’e gönderdi.51 Ayas’ı İlyas’ın yerine geçip baş ettiler. Ayas, Gaza seccadesinde oturdu. Server, Ayas , oradan kalkıp Edirne Kalesi’ne geldi . Edirne beyi Ahmed’in oğlu Ayine şehrinin meliki Ayas’ı karşılamaya geldi, barış yaptılar. Artık cenk etmemeye karar verdiler. Kendi kız kardeşininin kızı Bali Giray’ı orada nikah edip Ayas’a verdiler. Rivayet edenler şöyle anlatır: Ayas yedi yıl gazilere serverlik yaptı. Ayas öldüğünde hatunu Cin’deydi. Göçüp Ayine şehrine geldi. O zaman gebe idi, bir oğlan doğurdu. Adını Minyas ( mucit= ayas da geliyor. S: 656) koydular. Yani ayas’tandır demek olur. Sonra Ahmed (Edirne kalesi beyi) gazi öldü. (Edirne) Kaleyi kafirler Müslümanlardan alınca o oğlan(Minyas) kafire karıştı, Al-i Osman‘dan gaziler (Osmanlılılar) gelip Edirne’yi fethedince Minyas, kafir ordusunun başkomutanı olmuştu. Orada tuttular, Murat han Gazi’ye getirdiler. Han: -Ya Minyas! Müslüman oğlusun, niçin kafir oldun, dedi. Bu söz üzerine müslüman oldu. Bazıları şöyle anlatır: rüya gördü, gelip iman getirdi, müslüman oldu. 52 Ayrıca, Bundan sonraki geçişler de yine Bizans’ın iç kavgalarında, Osmanlı Türklerinden istenen yardımlar sebebiyle olmuştur. 1341’de V.Ioannes ve Kantakuzenos, Bizans tahtı için mücadeleye başlayınca Kantakuzenos, önce Aydın oğlu Umur Bey, daha sonra da Osman oğlu Orhan Bey ile ittifak yapmıştır. (Uzunçarşılı 2003a:107-108). Osmanlılardan önce gazi Umur Bey Bizans kuvvetlerine yardım için geldiğinde Babaeski’de de keşifte bulunmuştu. Bu ittifak, Orhan Bey’in Kantakuzen’in kızı Teodara ile evlenmesi ile daha da sağlamlaşmıştır.53
50
Demir A.g.e III çilt, Beşinci Bölüm, Saltık Gazi’nin son gazası ve vefatı, S: 622 Demir A.g.e III çilt, Beşinci Bölüm, Saltıuk Gazi’nin son gazası ve vefatı, S: 623 52 Demir A.g.e III çilt, Onaltıncı Bölüm, Büyük Gaza İlyasın Küffarı Hezimete Uğratması ve Şehit Olması, S: 628 53 (Gibbons Tarihsiz: 76).Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ de Uyguladığı İskan Siyaseti ( Xv. Xvı. Yüzyıllar) Filiz Kaya Yüksek Lisans Tezi Ankara, 2006 51
17
... (mucit: umur bey Babaeski’deki keşif akınında tekkeye gelir.) Daha sonra ise Eski Baba’ya ulaştılar. Server içeri türbeye girmeyi istedi. Bir ses geldi.: -Ya Umur! Gazi içeri girdi, gördü ki Şerif, mumun dibinde oturur. Umur ileri gelip şerifin elini öptü: -sultanım sen diri misin, dedi. Şerif : -Ya Umur! Dünyada bir amel işle ki ölünce dirilesin. Biz dünyadan sadece bir elbise değişik, ölü değilim, sizinle birlikteyim. Git buradan, durma, gaziler ocağını kafirlerin elinden al, dedi. Eline kağıt verdi kayboldu. 54 ...Gelibolu’dan aşağı geldi; boğazdan sal bağlayıp, tulumlar takıp Rumeli’ye geçtiler.55 Rivayet edenler şöyle anlatır: Ashabın hikmetiyle bir padişah gelecek, Eski baba’da Sultan Şerif’in üzerine cami ve hayırlar yapılacak, mamur edecek. O da veli olacak. Halifelik ona Hak’tan sunulacak. Onun hükmü Mekke’de olacak. Kılıcıyla İslam içinde gazi padişah olacak.56 Bu değerli kitap, Hicri bin senesinde, rebiiülevvel ayının sonlarında, Perşembe günü, sultanın huzurunda, tamamlandı. (A.Baki Gölpınarlı kitabın 1480 yılında bitirilmiş olabileceğini belirtiyor)
SEYYAHALARIN GÖZÜNDE ESKİ BABA TEKKESİ Bugünkü adıyla Babaeski'deki bu Sarı Saltık tekkesi (ve türbesi) her ne kadar Saltıknâme'de onun belli başlı dört ana mekânından ve faaliyet üssünden gösteriliyorsa da, diğerlerinin, yani Babadağı, Kaligra ve Kırım'daki üç tekkenin aksine, tarihen Sarı Saltık'la bir bağlanısı olmamıştır ve bu hikâye tarihsel olarak doğru değildir. Zira Edirne'nin fethi ve buraya müslüman nüfusun yerleşmesi ancak 1361 veya 1363'ten sonradır. Bu itibarla Babaeski'deki tekkenin, ancak Edirne'nin ve yöresinin fethinden sonra buralara yerleşen, muhtemelen vaktiyle Sarı Saltık'ın göç ettiği Karesi havalisi kökenli Kalenderî dervişleri arasında yaşayan Sarı Saltık kültü sebebiyle, onunla irtibatlandırılmış olabileceği düşünülebilir. Bununla beraber, buradaki eski Saint Nicolas (Aya Nikola) manastırından çevrilme Sarı Saltık tekkesinin mevcudiyeti tamamiyle gerçektir. Bunu XVI. ve XVII. yüzyıllarda buradan geçen Avrupalı elçilerin seyâhatnâmelerinden de görebiliyoruz. Buradaki tekkeyi Türk kaynaklarından yalnızca Saltıknâme ve Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi haber veriyor. Birkaç Avrupalı seyyahın da bu tekkeye dair ilginç gözlemleri vardır. Saltıknâme'ye göre, Sarı Saltık burada bir kiliseyi zâviye haline getirmişti ve devamlı buraya gelip konaklardı. Tekkenin bulunduğu kasaba, bölge ile ilgili Osmanlı resmî kayıtlarında, meselâ tahrir ve evkaf defterlerinde Baba-yı Atîk adıyla anılmakta, Saltıknâme'de Eski Baba diye geçmektedir. Saltıknâme buradaki tekkenin kuruluşunu ilginç bir menkabeyle anlatır. Buna göre Sarı Saltık Enderiyye (Edirne) şehrini kuşatmağa gelmiş ve içindeki kâfirleri sulh yoluyla müslüman olup şehri teslime iknâ etmeğe çalışmıştır. Sonunda şehir kâfirlerde, kale Sarı Saltık'ta kalır. Kaledeki büyük kiliseyi cami haline getirirler ve bitişiğine de bir zâviye yaparlar; yanındakilerden bir kısmı oraya yerleşir. Sarı Saltık buraya her geldiğinde bu zâviyede ikamet ederdi. Sonra oradan başka bir hisara gelirler. Buradaki manastırda ise kırk rahip kalmaktadır. Sarı Saltık ve rahipler ayrı ayrı o gece rüyalarında Hz. Muhammed'i görürler. Hz. Muhammed Sarı Saltık'a burada "islâm'nın çerağını yandırmasını", ileride buraların müslüman olacağını bildirir. Rahiplere ise, oğlunun (Sarı Saltık'ın) oraya geleceğini, o geldiğinde müslüman olmalarını, oğlunun mezarının da orada bulunacağını söylemiştir. Ertesi günü birbirlerine rüyalarını anlatınca, rahipler bir şartla müslümanlığı kabul edeceklerini bildirirler: Sarı Saltık burada ebediyyen sönmeyecek bir "çerağ" yandıracaktır. Sarı Saltık istendiği gibi çerağı yandırır. Çerağı söndürmeye muvaffak olamayan rahipler topluca müslüman olurlar. Başkanları İstefan da aynı rüyayı görmüştür. Böylece Sarı Saltık onun adını da 54
Demir A.g.e III çilt, Onaltıncı Bölüm, Büyük Gaza İlyasın Küffarı Hezimete Uğratması ve Şehit Olması, S: 652 Demir A.g.e III çilt, Onaltıncı Bölüm, Büyük Gaza İlyasın Küffarı Hezimete Uğratması ve Şehit Olması, S: 654 56 Demir A.g.e III çilt, Onaltıncı Bölüm, Büyük Gaza İlyasın Küffarı Hezimete Uğratması ve Şehit Olması, S: 662 55
18
İsmail koyar; manastırı cami, daha doğrusu tekke yapar. İşte Eski Baba tekkesinin ve oradaki Sarı Saltık türbesinin Saltıknâme'deki hikâyesi budur. Saltıknâme'nin, buradaki kilisenin altına gömüldüğünü belirterek önemle zikrettiği Eski Baba'daki mezara, Evliyâ Çelebi'de bir tek çümle ile "Bir ziyâretgâh da burada vardır" şeklinde kısaca temas edilir. Nazmi Sevgen, eskiden Cedid Ali Paşa Camii'nin hemen yanında bulunmakta olan Sarı Saltık tekke ve türbesinin, Balkan harbi esnasında Bulgarlar tarafından izi kalmamacasına tahrip edildiğini yazar. Muhtelif tarihlerde Babaeski'deki bu Sarı Saltık tekkesini ve türbesini araştıran G.M.Smith ve T.Zarcone da burada hem tekkeden, hem de türbeden hiç bir iz bulamadılar. Smith'in yerinde edindiği bilgiye göre, eskiden Babaeski kasabasının doğusundaki Hacı Hasan veya Dere mahallesinde Sarı Saltık'ın hem tekkesi hemde türbesi halâ ayakta imiş. Zarcone ise 1940-1945 arasında Sarı Saltık'ın türbesinin hâlâ ayakta olduğunun ve İstanbul-Edirne karayolu yapılırken yıkıldığının kendisine söylendiğini bildirmektedir. Zarcone, "Les tekke de Sari Saltuk à Babaeski et d'Ariz Baba à Havsa", s. 633. Görüldüğü gibi N. Sevgen'inki hariç, diğer iki araştırıcının gözlemleri birbiriyle uyuşmaktadır. Muhtemelen üç araştırıcının haber kaynaklarının farklılığı bu çelişkinin sebebi olabilir.
Avrupalı seyyahların gözlemlerine gelince, 1567'de İstanbul'a gelen Italyan asıllı Avusturya elçisi Antonio Pigafetta, bu tekkeyi ziyaret etmiş, kendine tuhaf gelen içindeki eşyayı anlatmış ve burasının esasında Saint Nicolas'ya adanmış bir manastır olduğunu duyduğunu kaydetmiştir. (Bk. Itinerario di Marc Antonio Pigafetta, Zagreb 1890, s. 161'den naklen, Milan Adamovic, " Das Tekke von Sari Saltiq", MT, 5 (1979), s. 17. )
1574-1578 tarihleri arasında İstanbul'da gelen yine bir Avusturya elçilik heyetinde görevli Alman ilâhiyatçı Stephan Gerlach, 1578'de geri dönerken bu tekkeye uğramış ve aynen, eskiden Saint Nicolas'nın olduğu bilinen manastırın, şimdi Türkler'in elinde olduğunu ve burada sırtlarında koyun postu olan dervişlerin (Kalenderîler) ikamet ettiğini yazmakta, ve tıpkı günümüzde türbelerde görmeğe alışık olduğumuz bazı tarikat aksesuarlarından (iri taneli tespihler, geyik boynuzları, bazı eski kesici ve delici silâhlar, şamdanlar, levhalar vs.) bahsetmekte ve Eski Baba hakkında bilgi vermektedir. (Stephan Gerlach deß Aeltern Tage-Buch, Frankfurt 1674, s. 511'den naklen Hasluck, Christianity, II, 761; Adamovic, a.g.m., ss. 18-19.) Buraya Eski Baba (Baba-yı Atîk) denmesinin sebebi ise muhakkak ki, Dobruca'daki Baba (Babadağı) ile aynı ismi taşımış olması dolayısıyla karışıklığa meydan vermemek üzere, burasını "eski" sıfatıyla anma zorunluluğudur. 1587 yılında İstanbul'a gelen Bartholomaeus Petz yönetimindeki bir başka Avusturya heyetinde bulunan Alman eczacı Reinhold Lubenau, seyâhatnâmesinde yine bu tekkeyi anlatarak burasının Saint Nicolas'ya ait bir eski manastır olduğunu ve şimdi Sares Soldak (Sarı Saltık) adlı bir hıristiyanın mezarının bulunduğunu yazıyor.( Reinhold Lubenau, Beschreibung der Reisen, Königsberg 19121930, s. 157'den naklen Adamovic, a.g.m., ss. 18-19.) Her üç gözlemcinin seyahatnamelerindeki ilgili pasajlar bu makalede alıntılanmış metinler olarak mevcuttur. Bu da Sarı Saltık’ın Hıristiyanlar'ca da benimsendiğini anlatan tarihsel bir şehadet kabul edilebilir. Her üç Avrupalı gözlemcinin sürekli Saint Nicolas'dan bahsetmeleri, bunların bu bilgileri Eski Baba'nın Hıristiyan halkından aldıklarını gösterdiği gibi, özellikle sonuncusunun Sarı Saltık'ın bir Hıristiyan olduğunu söylemesi, onun yörenin hıristiyan halkınca Saint Nicolas ile özdeşleştirilerek kendilerine maledildiğini göstermesi bakımından önemlidir. XVII. yüzyılda Evliyâ Çelebi ile iki İngiliz gözlemcinin bu Eski Baba tekkesinden bahsettiğini görüyoruz. Evliyâ Çelebi buraya geldiğinde burası bir Bektaşî tekkesidir. Fakat seyyahımız burasının dervişlerinin azlığından ve evkafının bir takım haris kişiler eline geçtiğinden başka herhangi bir şey söylemiyor. 1652'de buradan geçmiş olan Robert Bargrave, tekkenin Türkler'in Sarı Saltık Baba dedikleri birine, Rumlar'ın ise Aghios Nikolas (Saint Nicolas) adındaki azize ait olduğuna inandıklarını yazıyor. Diğer İngiliz seyyah John Covel 1675 yılında burasını ziyaret ettiğinde, tekkede muhtemelen yine Bektaşîler vardır, ama Evliyâ Çelebi'nin gözlemlediği gibi neredeyse hiç yok denecek kadar az sayıdadırlar. Saltıknâme'nin, buradaki kilisenin altına gömüldüğünü belirterek önemle zikrettiği Eski Baba'daki mezara, Evliyâ Çelebi'de bir tek çümle ile "Bir ziyâretgâh da burada vardır" şeklinde kısaca temas edilir. Nazmi Sevgen, eskiden Cedid Ali Paşa Camii'nin hemen yanında bulunmakta 19
olan Sarı Saltık tekke ve türbesinin, Balkan harbi esnasında Bulgarlar tarafından izi kalmamacasına tahrip edildiğini yazar. Muhtelif tarihlerde Babaeski'deki bu Sarı Saltık tekkesini ve türbesini araştıran G. M. Smith ve T. Zarcone da burada hem tekkeden, hem de türbeden hiç bir iz bulamadılar. Smith'in yerinde edindiği bilgiye göre, eskiden Babaeski kasabasının doğusundaki Hacı Hasan veya Dere mahallesinde Sarı Saltık'ın hem tekkesi hemde türbesi halâ ayakta imiş. Zarcone ise 1940-1945 arasında Sarı Saltık'ın türbesinin hâlâ ayakta olduğunun ve İstanbul-Edirne karayolu yapılırken yıkıldığının kendisine söylendiğini bildirmektedir.57 Zarcone, "Les tekke de Sari Saltuk à Babaeski et d'Ariz Baba à Havsa", s. 633. Görüldüğü gibi N. Sevgen'inki hariç, diğer iki arafltırıcının gözlemleri birbiriyle uyuşmaktadır. Muhtemelen üç araştırıcının haber kaynaklarının farklılığı bu çelişkinin sebebi olabilir.
Babaeski'deki Sarı Saltık tekkesinin XIX. yüzyıl sonlarına kadar bir Bektaşî tekkesi olarak yaşamaya devam ettiğini, kendisi de bir Bektaşî babası olan Vahit Lütfi Salcı'nın burada yaşamış baba ve dervişlere dair yazılarından biliyoruz.58). 1877-1878 Osmanlı –Rus harbinde Ruslar Babaeski'yi işgal ettiklerinde, tekkeyi Saint Nicolas adına yeniden kiliseye çevirmişlerse de, onların gidişini müteakip tekrar Bektaşî tekkesi haline getirilmiştir.(?) Sarı Saltuk’un Rumelili dervişlerin en yüksek yerlerinden biri olan Babaeski’de yapılmış tüm eserlerinde bulunan gelenekleri bir araya getirmiştir. Sarı Saltuk Babaeski’de yaşamıştır. Tekkesi savaşçı ve sömürgeci dervişlerin eseridir. Saltuknameden özetler. -Sarı Saltuk Osmanbey Ve Umur Gazi yanında savaşmıştır. Şehre ününü veren savaşçı Babalar burada sıralanmıştır. Bey Baba, Kaygusuz Sultan, Sarı Saltuk, Yonca ana, Şuhudi. Diğer yandan Aziz Nikolas Kilisesi 1553’ten beri şehirde varlığını Göstermektedir. Bu Kilise 1578 ‘de S.Gerlach tarafından 1675’te Covel Tarafından Betimlenmiştir. Hasluck, bu tekkenin içinde azizleri resmeden fresklerin bulunduğunu ve 1907’de tekke/kilise hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından ziyaret edildiğini yazmış. 1892 Edirne Salnamesinde, Bu tekkenin yanında Kaygusuz Abdal Türbesi vardır ve bu Evliya Celebi Seyahatnamesinde de belirtilmiştir. Grace Martin Smith Tekkenin yerinin Osmanlı Köprüsünü geçtikten sonra sağ tarafta yüz metre ötede Hacı Hasan Mahallesinde olduğunu bölgenin yaşlılarına dayanılarak anlatıyor. Yerinde yaptığım incelemede bu mahalde bulunan Telören ailesi, Tahir Çelik, bir dönem sokakta kiracılık yapmış Ayşe Destici, Gündüz Onat’tan Hacı Hasan Mahallesinde Tepe Sokakta, Cedid Ali Paşa Cami yakınlarında dere kenarında Sarı Saltık'ın mezarının yerini hatırlıyorlar. Yatırın duvarlarının olmadığı hatta mezar taşının da olmadığı, mezarın başındaki bir tenekede mum yakıldığını, şimdi üzerine apartman yapıldığını söylediler.59 (araştırma 1994).
57
Zarcone, "Les tekke de Sari Saltuk à Babaeski et d'Ariz Baba à Havsa" , Trierry Zarcone, Doğu Thrace’da alevi ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi; Tercüme eden Özge Baydaş 58 V. Lütfi Salcı, "Hacı Rasih Baba", HBH, sayı: 66, Nisan 1937, ss. 145-147 ; " Kurban İsmail", HBH, sayı: 69, Temmuz 1937, ss. 185-188; krfl. Thierry Zarcone, "Alevî et Bektaşî de Thrace orientale", ss. 636-637 59 Araştırma 1994
20
KAYNAKÇA
Aşık Paşazade- Osmanoğullarının Tarihi- Kemal Yavuz-M.A.Yekta Saraç ISBN: 975-296-043-x, matbaa: MAS Matbaçılık A.Ş., Koç Kültür sanat Tanıtım AŞ. 2003, sayfa 113 Bahar Sarıkaya “EPİGRAFİK BULUNTULAR IŞIĞINDA TRAKYA’DA KÜLTLER” Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YÜKSEK LİSANS TEZİ, Edirne- 2009 DEMİR Necati Prof. Dr.-ERDEM Dursun Doç Dr. “Saltıkname”, Ebu’l Hayr-ı Rumi, l,ll,lll cilt, TC kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Yayın Sertifikası 16359, ISBN: 978-605-4088, ikici baskı, İST, Şubat 2013 HODZİÇ, İİsmail. Bogomilizm ve Bosna-Hersek Bogomilleri, Yüksek Lisans, Samsun, 2007. J.V. HAMMER, Osmanlı Devleti Tarihi, Milliyet Gazetesi yayını, Cilt:1 Sayfa:11 KANTAR Şefik, Günümüz diliyle Sarı Saltuk Baba, UKİT yayınları, ISBN:978-605-5227-29-6, İstanbul-2014 KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Tarih Araştırmalarında Usul, Elif Kitap evi Yayınları, ISNB: 975-877318-6, İstanbul-2007 OCAK, Ahmet Yaşar, Sarı Saltık Popüler İslam’ın Balkanlar’daki Destani Öncüsü, TTK, Ankara-2002, ISBN: 975-16-1577-1 Zarcone Trierry, "Les tekke de Sari Saltuk à Babaeski et d'Ariz Baba à Havsa" , Trierry Zarcone, Doğu Thrace’da alevi ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi; Tercüme eden Özge Baydaş Zeliha DEMİREL GÖKALP, Yard. Doç. Dr “Battalgazi Definesi” Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, 26 Sayı/Number 2 (Aralık /2009) Tanman, Baha Prof. Dr. “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Türkler, Ankara, 2002, XII, 149-161.
21