2 minute read

Mağaradakiler /Mübeccel Çalışkan

kitap tenkitleri

MÜBECCEL ÇALIŞKAN

Advertisement

MAĞARADAKILER CEMIL MERIÇ, ILETIŞIM YAYINLARI ►

Entelektüel yahut Avrupa’da aydın… Kimdi bu entelektüel? Ne gibi vasıfları vardı? Antik Yunan’da aristokrat çocuklarına ders veren yarı hoca, yarı gazeteci sofistin mi torunuydu yoksa okuma yazma bildiği için mahkûmluktan kurtulan klerin mi?

Kimine göre üslubu olan bir yazar kimine göre de kendinden başka sınıfların çıkarlarına öncülük edendi entelektüel. Kimine göre yüksek tahsil entelektüellik için gerekli ve yeterliydi kimine göre değildi. Entelektüel farklı toplumlar içerisinde, farklı sosyal yaşamlarda farklı farklı tanımlara maruz kalıyor. Meriç’e göre entelektüel ise yükselen bir sınıfın şuuruydu yani bir devrimci. Ayırıcı vasfıysa tenkid yeteneğiydi. İlk ceddi sofist olan entelektüel sınıflar arası sosyal çatışmanın da etkisiyle tarihsel süreçte bazen bir filozof bazen bir aydın bazense bir kler olarak karşımıza çıkıyor. Entelektüelin soyağacından sonra intelejensiyanın Rusya’daki gelişimini tarihsel ve sosyolojik açıdan irdeliyor Meriç. İlk üyeleri “şuuru burkulmuş soylular” olan bu sınıf zamanla toplumun her kesiminden insanlardan oluşan bir tarikat haline geliyor. Dostoyevski’nin “Rus toprağının koca serserileri” olarak tanımladığı bu tarikat zamanla ortak eğilimleri, ortak davranışları olan sosyal tabaka şeklinde tezahür ediyor.

Entelektüelin soyağacında Meriç’in sözlerine yer verdiği Koestler “Düşünmek, mutlularla sömürülenlerin arasında sıkışıp kalanların işidir. Bilgi

susuzluğu, meçhulün bir endişe kaynağı olduğu sosyal zümrelerin imtiyazı. Keyfi yerinde olanların hür düşünceye ne ihtiyacı var? Ezilenlerin ise hür düşünceye ne zamanı ne de imkânı var. Düşünce mutlular için bir lüks, eksiklik duyan için ihtiyaç.” diyor. Biz bu tanımda neredeyiz? Mutlu olup düşünceyi bir lüks olarak görenlerde mi yoksa düşünceye ne zamanı ne de imkânı olanlarda mı?

Okurken dikkatimi çeken bir nokta da Meriç’in Osmanlı’da ulema sınıfının ve Tanzimat aydınlarının tekrarcılığından bahsetmesiydi. Yeni bir şey ortaya çıkarmamaları, daha çok var olanı yayma görevini üstlendiriyor onlara. Ulema buna zorunluydu, karşılarında mutlak hakikat vardı, birikmiş irfanı yayacaklardı. Tanzimat aydınları da yabancı dünyada, bilmedikleri şartlar altında gelişen bir kültürle karşı karşıyalardı, bu kültürü ayıklamaları, tenkid etmeleri güçtü.

Mağaranın içine girelim biraz da. İhtilal, inkılap ve devrim diyor. Aynı anlamlarda kullanılmaya çalışılan bu üç mefhumu bize dünyanın farklı yerlerinden farklı bakış açılarından farklı kamuslarla açıklıyor. Bu bölümde, Mareşal Moltke’nin “Türkiye’de inkılaba kuyruktan başlandı.“ sözü gerçekten üzerinde durulması gereken bir nokta. Biz neyi yanlış yaptık? Meriç’in sıklıkla bahsettiği karıştırılmaması gereken bu iki mefhumu, ihtilalle inkılabı mı karıştırmıştık yoksa?

Açıkçası bu kitap; okurken anlamakta güçlük çektiğim, zaman zaman hiç anlayamadığım bir eserdi. Meriç’in mefhumları açıklarken o dönem toplumunun tarihçesine de girmiş olması, kitabı daha iyi anlayabilmek adına bahsi geçen ülkenin sosyal ve tarihsel çerçevesine de hâkim olmayı zaruri kılıyor. Cemil Meriç’in başyapıtlarından biri olan bu eseri toplumların aydınlarına, tarihsel-sosyolojik gelişim süreçlerine, yabancı yazarların bu süreçteki görüşlerine ve fikir ayrılıklarına anlayabildiğim kadarıyla bilgi sahibi olmama vesile oldu. Dünya görüşümüze aydınlık getiren, her satırı ilmek ilmek işlenmiş bu eser Mağara’nın iç ve dış yüzünü bizlere yansıtmasıyla öne çıkıyor. Hakikati bulanı bulma, hakikate ilerleme yolunda yolumuza yoldaşlık ediyor.

Son Yaprak’ında kullandığı “Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla. Ben kalemle doğmuşum. İnsanlar kıycıydılar, kitaplara kaçtım.” sözü aslında Meriç’in bakış açısını, hayat tarzını bir nebze de olsa anlayabilmemiz için olanak sağlıyor.

Amaçları düşünceye ve kitaba düşman bir nesil yetiştirmek olan, sözde ilimci hakikatte yobaz şezlong entelektüellerinden kaçınıp hakikati bulmak dileğiyle…

This article is from: