8 minute read

KİTAP TENKİTLERİ Tasavvuf ve Modern Bilim / Kevser Akdeniz

kitap tenkitleri

KEVSER AKDENİZ

Advertisement

TASAVVUF VE MODERN BİLİM MEHMET BAYRAKDAR, INSAN YAYINLARI ►

Yaşadığımız çağ bilim çağı olarak nitelendirilmekte. Ve muhtemel en çok duyduğumuz kelimelerdir akılcılık, bilimsel, modern gibi kelimeler. Hayatımızın her alanında sıkça karşılaşırız bu kelimelerle. Bilgi-anlam dünyamızdan günlük yaşantımıza, ekonomiden sağlığa, insan tabiatından evren fikirlerimize kadar etkilediğini görürüz. İşte bu yüzden bu kavramların nelere dayanarak ortaya çıktığını, bu kavramsal çerçevenin nelerle sınırlandığını, nelerin kast edildiğini bilmekte fayda olduğunu düşünmekteyiz.

Mehmet Bayrakdar “Tasavvuf ve Modern Bilim” kitabında modern bilimin ve modernitenin bilgiyi parçalamasıyla göz ardı edilmeye çalışılan tasavvufun kavramsal çerçevesinden başlayarak bunların metotlarının, ortaya konan çalışmaların ve teorilerin mukayesesini yapmıştır. Modern bilimin günümüzdeki çalışmaları ilerledikçe bazı mutasavvıfların asırlar evvel ortaya koydukları bilimsel çalışmalarla benzerlikleri fark edilmeye ve hatta bu çalışmalardan destek alınmaya başlanmıştır. Fakat modern bilimin, bilime getirdiği yeni anlayış içerisinde bazı tutarsızlıklar görülmektedir. Bu çelişkilerin, geçmişte yapılmış olana karşın bir basitleştirmeye, yok saymaya sebep olabileceği endişesiyle böyle bir mukayese çalışmasının gerekliliğinin önemi büyüktür. Modern bilim ve tasavvufun hem birbirine yeri geldiğinde dayanak olabilmesi hem de bir şekilde tasavvufun bugüne

katkısının görmezden gelinmesinin aynı anda olamayacağını görmemiz açısından bu kıyaslamanın yapılmış olması elzemdir.

Kitabın ilk bölümünde modern bilim ve tasavvufun kavramsal altyapısını inceleyip ikisinin metotlarını kıyaslıyor yazar. Burada kıyasa kavramlardan başlanılmasındaki sebep temelde neyin farklı neyin aynı olduğunu tespit etmek açısından önemli olmasıdır. Kavramlarla anladıklarımızdan hareketle bu kavramlarla ortaya konmuş çalışmaların yerini nasıllığı hakkında da fikir yürütmüş oluyoruz. Modern bilim tabiri, çağımızın bilimini ifade için kullanılmaktadır. Mehmet Bayrakdar’a göre bu ifadeyle çağımızın bilimi, insanlığın başından beri sürdürdüğü bilimsel çalışmalardan ayrılmış oluyor. Bu ayrılık konu, metot, inceleme farkından ortaya çıkıyor. 19.yy pozitivistlerinin modern bilim anlayışında 'neden' sorusuna yer yoktu. Modern bilim yalnızca görünen şeylerin nasıllığına cevap aramaktan başka bir şey değildi. Durum böyleyken, bu anlayışa uygun yeni bir metot oluşacaktı. Akıl prensipleri, mantık kuralları kesinkes sınırları çizilmiş; çelişmezlik, tümevarım, tümdengelim gibi yöntemler şart konulmuştu. Bunların dışında herhangi bir yöntem kabul edilemez ve bilimsellikten söz edilemezdi.

Oysa bilim tarihine baktığımız takdirde şuan bilimsel kabul edilen teorilerin, keşiflerin tamamının sadece bu yöntemlerle ortaya çıktığını söylememiz imkânsızdır. Nitekim salt aklın dışına çıkarak hatta tesadüfi diyeceğimiz buluşlardan vardır. X ışınlarının keşfedilişi gibi. Bilimin yalnızca akıl ve mantık kurallarının değil sezginin, ilhamın da sonucu olduğunu kabul edenler de olmuştur. Bütünsel yaklaşıldığında bunun böyle olduğunu görüyoruz.

Pozitivistlerce kabul edilen bu metotların sanki onların söylemiyle başlamış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bunda eski dönemlerde yapılmış faaliyetlerin değersiz, primitif olduğu kastı vardır. Batının eski dönemleri primitif kabul etmesinde, bilimin öncesiz, birdenbire Batı zihniyetinde vuku bulmuşçasına, bu şekilde bir yaklaşıma indirgeyip sahiplenmelerinde elbette ideolojik bir oyun söz konusudur. Fakat biliyoruz ki bu yöntemler primitif gördükleri dönemlerde de kullanılmış. Batı -19. yy pozitivizm anlayışı- bu şekilde bilimi ideolojilere kurban etmiş, ideoloji, adını bilimle kurmaya, kurtarmaya çalışmıştır.

Bilimde sezgiden ilhamdan bahsedince İslam Tasavvufundan ve mutasavvıf bilim adamlarından bahsetmek gerekiyor. Tasavvuf, Allah hakkında doğru bilgiyi elde etmek ve insanı Allah’a yaklaştırmak için kullanılan

bir yöntemdir. 'Kim ki nefsini bilir, Rabbini bilir' hadisinden hareketle tasavvufta nefsin tanınması ve onun terbiyesi esastır. Nefs, salt insan benliğidir diyebiliriz. Nefsin terbiyesi, onu yok etmek değil onu temizlemek ve bu yolla mükemmeli aramaktır. Nefsin mertebeleri, her mertebenin de farklı bilgi ve mahiyeti vardır. Mehmet Bayrakdar bu bölümde bu mertebelerden de bahseder.

Kitabın ikinci bölümünde mutasavvıf bilim adamlarını ve onların bilime olan katkılarını anlatmış yazar. Allah, insanlara, evrenin yaratılışını, göklerin ve yerin düzenini, insanın kendi yaratılışı üzerine düşünüp akletmeye teşvik etmiş, Kur’an’ı Kerim’de birçok ayette de evrenin ve insanın yaratılışından örnekler vererek bunlar üzerine düşünmeyi emretmiştir. Müslümanlarda bu ayetlerden, emirlerden hareketle astronomi, tıp, kimya başta olmak üzere tabii bilimlerde de kendilerini geliştirip bilime büyük katkıları, yenilikleri olmuştur. Bu bilimler mutasavvıfların da ilgisini çekmiş ve onlarda bu bilimlerle meşgul olmuşlardır.

Mutasavvıfların; çevrelerinin, olan biten olayların hakikatini, özünü bilmek istemeleri, onlara derin bir zihin ve yüksek bir anlayış sağlar. Bu yüzden onların bilime olan katkılarından da bahsetmek elzemdir.

Astronomi, tıp, kimya, mekanik ve daha birçok alanda mutasavvıflardan çalışma yapan olmuştur. Burada hepsini zikretmemiz mümkün olmadığı gibi bazı örnekleri vermeliyiz. Kimya alanında nam salmış, matematik ve astronomiyle de ilgilenmiş, Öklid ve Batlamyus'un eserlerine şerhler yazan 'Sufi' lakabıyla bilinen Cabir ibn Hayyan bunlardan biridir. Kûfe şehrinde bir laboratuvarı olan Cabir ibn Hayyan; deneylerini burada yapmış, sitrik ve nitrik asitleri ilk defa kullanmıştır. Cabir ibn Hayyan'dan önce kimya tamamen simyaya dayalıydı. Onun çalışmalarıyla kimya gelişmeye başlamıştır. Günümüzde Louis Pasteur, ilk defa mikroptan bahseden bilim adamı kabul edilir. Fakat Louis Pasteur'den 400-450 yıl kadar önce Akşemseddin 'Maidetü'l-Hayat' adlı eserinde 'kök' ve 'tohum' olarak bahsetmiştir. Pasteur de aynı şekilde 'kök' kelimesinin fransızca karşılığını kullanmıştır. Bu misâlleri, Gazali, Ahmed Süreyya Emin Bey, Kutbeddin eş-Şirazi ve daha nicesiyle çoğaltabiliriz.

Mehmet Bayrakdar, yaptığı araştırmalarında, bugünün modern bilimince kabul edilmiş veyahut araştırmaları hâlen devam eden veriler ve teorilerin, başta yaratılış, evren düzeni, evren işleyişi olmak üzere tasavvuftaki bazı görüşlerle benzer olup paralellik arz ettiğini görmüştür. Kitabın üçüncü kısmına geldiğimizde bu benzerlikleri ya da ortaya çıkan bazı farkları mukayese etmiştir.

Allah, birçok ayette insanın, kâinatın yaratılışını, yaratılmışların mahiyetini anlatıp insanlara açıklar. Mutasavvıflar bu ayetlerden yola çıkarak yeni görüşler ortaya koymuşlardır. Bunların bazısı o dönemde anlaşılmış ve üzerine yapılan eklemelerle çığır açmıştır, bazısı da o şartlarda anlaşılmamış 'hayal, boş laf' olarak görülmüştür. Fakat günümüzde yapılan

çalışmalar sonucunda, bu görüşler bilimsellik kazanmışlardır. Tümcanlıcılık bunlardan biridir. Bu görüşün esası, evrende her ne varsa hepsinin canlı olduğudur. Yalnızca insanın çıplak gözleriyle bunun farkına varması imkânsızdır. “Yedi gök, yer ve onlarda olanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” (İsra Suresi, 44) ayetini anlamaya çalışıp ona dayanarak ileri sürdükleri bu görüşlerin o dönemde şartlar el vermese de, son yıllarda ivme kazanarak devam eden atom altı parçacık, kuantum gibi çalışmalar bu görüşe destek mahiyetindedir. Atom altı parçacıkların davranışlarında, parçacıkların birbiriyle olan irtibatı, karar-fikir alışverişi olduğu ispatlanmıştır. Bu da bütün varlıkların kuantum düzeyinde bir canlı hayatına sahip olduklarını göstermiştir. Yine modern fizik ve kimyayla birlikte, mutasavvıfların halk-ı cedid (yeniden yaratma), zaman ve mekânın aşılabilirliği, embriyolojik gelişim, sinoatrial node ve kalb gözü görüşleri de bilimde kendine yer bulmuştur.

Tasavvufun, ilgilenen herkesi bilim adamı yaptığı veya bilim adamlarının sufi de olduğu gibi bir görüş doğru olmamakla birlikte; tasavvuf, kişiye zihin derinliği ve geniş bir idrâk sağlar. Bilimler insanlığın müşterek malıdır. Bu yüzden bilim, hiç bir ideoloji, bir ırk, bir devlet adına eksik, çarpıtılmış, birazı yok sayılmış olmamalıdır. Mehmet Bayrakdar, ‘Tasavvuf ve Modern Bilim' kitabında tam da bu duruma karşı çıkarak kendi medeniyetimizden bir kapı açmıştır. Biz de bu kitabı tenkid ederek bu kapıya bir vesile sağlamak istedik.

Burada bir ekleme daha yapacak olursak, mutasavvıfların ve diğer Müslüman âlimlerin tabii bilimlerle ilgilenmiş olmaları onların dünyaya bağlanmak veyahut dünyaya hâkim olmak düşünceleriyle değildir. Yaptıkları bu bilimsel faaliyetlerle ilahi emre uymuş, aşkın olanla bir bağlantı aramışlardır. Tabi bilimler, onların indinde bunu sağlayan unsurlardan biri olmuştur. Bu sebeple çok çalışmış, anlamak için emek sarf etmişlerdir. Fakat günümüz pozitivistlerine baktığımız zaman aksi bir durumla karşılaşırız. Bilim, onlar için yalnızca ulaşılması gerekendir. Ve hakikatin yalnızca bilimin kendisi olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Sezai Karakoç'un deyimiyle Bilim yeniçağın putu olmuştur adeta. Sanıyorum ki tüm bunların temelindeki fark taban tabana zıt olan bu iki durumun sonucudur.

'İlim müminin yitik malıdır. Nerede görse onu alır.’ diyen bir Peygamberin ümmeti olarak bugün bize düşen sorumluluk, yıllar önce 'Ben herkesin kendi çalışmasında yapması gerekeni yaptım: Öncüllerinin başarılarını minnettarlıkla karşılamak, onların yanlışlarını ürkmeden doğrulatmak, kendisine gerçek olarak görüneni gelecek kuşağa ve sonrakilere emanet etmek.’ diyen Biruni'nin üzerine aldığı sorumluluktan farklı değildir. İlim ve hikmet arayışında pergel misali sabit ayağı kendi medeniyetimizde, hareketli kısım ise tüm medeniyetlerin ortaya koyduklarını alarak devam etmeliyiz.

Biz kendimizi dindar ve tertemiz sayarız ama belki de günahkâr ve isyankârızdır. Böyle olmadığımızdan hiçbir zaman emin olamayız bizim yapmamız gereken rehavete kapılmayıp her zaman takva ile Allaha yönelmektir.

kitap tenkitleri

HALIME NUR ŞAHIN

RUHUN HASTALIKLARI SÜLEMI, SUFI KITAP ►

Efendimiz (asm)’ın "Kendini bilen Rabbini bilir!" sözünden yola çıkan yazar, kendini gerçekten bilmek isteyene, insanın nefsini ruh hallerini bütün yönleriyle gösteriyor. İnsana berrak bir ruh aynası sunuyor. Kişinin benliğini, egosunu, nefsinin dalgalanmalarını bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor. Yazar kişinin sadece hatalarını, ruhsal hastalıklarını göstermekle kalmıyor her iki cihanda huzurlu bir hayatı olsun isteyenlere, uygulaması çok kolay çarelerde sunuyor. Tertemiz kullarına nefislerinin kusurlarını gördüren, onun aldatıcılığını gösteren, manevi yolculukları sırasında kendilerini uyanık tutup dikkatli olmalarını sağlayan Allah'adır hamdimiz. Hamd olsun Allah'a ki nefislerinin eksikliklerini, kötülüklerini giderip tuzaklarını bozmada temiz kullarını başarılı kılmıştır. Peki nefis nedir? Kusurları nelerdir ve nasıl bir çözüm bulabiliriz?

Sülemi'nin anlatımına göre nefis başlıca üçe ayrılır. Nefs-i mutmainne; Yüce Allah'ın kendisinin Rabbi olduğuna kesinkes inanan, Allah'ın vadettiklerine yürekten bağlanan, ondan gelenlere sabreden, Allah’ın kaza ve kaderine, hayır ve şerrine razı olmuş nefistir.

Nefs-i levvame; yaptığı iyilik ve kötülük konusunda kendisini sürekli kınayan, rahatlıkta da sıkıntıda da sabretmesini bilmeyen, yaptıklarına hep pişman olan, kendini hep kötüleyen ayıplayan nefistir. Bu nefis ne iyi

ne kötü olan sadece kendisini sürekli kınayan nefistir.

Nefs-i emmare; kötü davranışlara eğimli olan hayırlı işlere uzak duran insanlığa kötülüğü emreden nefistir. Rabbim bizi bu nefisten uzak eylesin. Bu nefislerin hepsi bizde vardır ve bize hükmetmeye çalışırlar yaptığımız birçok şeyde karşımıza çıkar bizi etkisi altına almaya çalışır. Bizim yapmamız gereken davranışlarımızı bilip neyin doğru neyin yanlış olduğunu görerek bu hastalıklarımıza çareler bulup kendimizi iyiliğe yönlendirmek olacaktır. Fakat unutmamamız gereken en önemli hususta nefsin bize her zaman kötü yol göstermeyeceğidir. Nefsin hayatımızda hep var olduğunu ama onun bizi yönetmesine izin vermememiz gerektiğini hep bilelim.

Kitapta konu edinen nefsin hastalıklarının bir kısmı şunlardır.

Kendisinin kurtuluşun kapısına vardığı, yani cennetlik olduğu kuruntusuna kapılandır. Biz kendimizi dindar ve tertemiz sayarız ama belki de günahkâr ve isyankârızdır. Böyle olmadığımızdan hiçbir zaman emin olamayız bizim yapmamız gereken rehavete kapılmayıp her zaman takva ile Allaha yönelmektir. Bir diğeri de kendisini bir felaket veya sıkıntıdan kurtarmaları imkânsız olan insanlardan yardım istemek. Allah'ın her zaman yanımızda olduğunu unutmamamız gerekir ve en zor zamanlarımızda ondan başkasından medet ummamak gerekir. Hayır işlerinin ve ibadetlerin karşılığını beklemekte büyük bir hastalıktır. Bu hususta bilmemiz gereken en önemli şey bizim ibadetlerimize Allah'ın ihtiyacı olmadığıdır. İbadetlerimizi başkası için değil kendimiz için yaptığımızı bilip karşılık beklememek gerekir. İbadet konusunda bir diğer hastalık ise kulun ibadetlerini isteyerek yerine getirmemesi ve ibadetlerin ona ağır geldiği düşüncesidir. Bu halin çaresi de helal rızıkla beslenmek, sürekli olarak Allah'ı anıp zikretmek, takva sahibi kulların yanında bulunmak insanın kalbindeki inanç duygusunun daha sağlam olmasını sağlar. Bir başka örnek de çok fazla günah işleyerek Allah'a karşı isyankâr davranarak kalbi katılaştırmaktır. Bunun ilacı Allah'tan af dilemek ve tövbe istiğfar etmektir. Bu örnekler gibi sunulan birçok konuda nefsin insanlar üzerindeki kötü etkileri insanı inançtan uzaklaştırması ve bu konuda yapmamız gereken birçok husus bize aktarılmaktadır.

Kitap verilen örnekler doğrultusunda bu gibi konuların dahasına eşlik etmektedir. Bizim yapmamız gereken okuyup anlayarak yanlışlarımızın farkına varıp davranışlarımızı düzeltip inancımızı tam yaşamamız konusunda daha bilinçli olmaktır.

This article is from: