3 minute read

Dekalog 1

film tenkitleri

AYŞE ŞİMŞEK

Advertisement

DEKALOG 1: SENİN TANRIN BENİM, BAŞKA TANRILARA İNANMAYACAKSIN KRZYSZTOF KIEŚLOWSKI ►

Dekalog: Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieślowski’nin 10 orta metrajlı bölümden oluşan serisidir. Her bir bölüm Yahudilik inancına göre tanrının Musa’ya verdiği on emirden birisi üzerine kuruludur.

1.Bölüm Jeden Dekalog’un temel taşıdır ve serinin nasıl ilerleyeceği konusunda deliller sunar. Perde gölün başında ateş yakan evsizle açılır. Ekrana odaklanan mavi ve irite bakışların yanında melodi girer. Filme konuk olan Zbigniew Preisner trackleri ve bu ritme eşlik eden şehir manzaraları Polonya’nın yapısını gözler önüne sermekten kaçınmaz. Sinemada siyasi ve sosyal eleştirileriyle kendini sansürlemekten kaçınan Kieślowski sineması daha ilk sahnelerde şehrin üzerine örtülen sis ve kendi griliklerinde karmaşıklaşan binaların üstten görünümüyle, insanların birbirleriyle iç içe oluşu ve içten içe kopuşunu anlatır. ‘Senin tanrın benim, başka tanrılara inanmayacaksın’ olan birinci emir antik anekdotları egzajere olmaktan kaçındırarak daha bilimsel ve modern bir söylemle dile getirilir. Yeryüzünde tanrı tekliğin yaşamsa ikiliğin sembolü olduğundan Kieślowski ortaya iki şeyi koyar. Birincisi mutlak tanrıdır. İkincisiyse yine tanrının yarattığı fakat insanlar tarafından tanrıdan koparılıp başka bir tanrı olarak yaratılan bilimdir. Böylelikle şirk koşmayı yani inandığımız ve tanrılaştırdığımız şeylerin modern manada çatışmasını izleriz.

Hikaye; baba, hala ve oğul Pawel üzerinden işlenir. Hikayedeki baba bir üniversitede profesördür. Rasyonalisttir, ateisttir, deneye inanır. Hala ise tanrının

varlığına inanan bir Katoliktir. Pawel ise bu farklı iki konu arasında kalmış meraklı ve sorular üzerinde büyüyen bir çocuktur. Kieślowski izleyiciyi Pawel yerine koyar. Amacı net ve somut edimleri indüklemek değil her iki savı da ikna kabiliyetleriyle ortaya koymaktır. Bölümün teknik açıdan oldukça dolgun olmasının yanı sıra senaryo yönüyle de hayli zengin olması baba ve Pawel arasında geçen diyaloglarla rasyonel felsefeyi (bkz. insan neden ölür?) hala ve Pawel arasındaki diyaloglarla din felsefesini (bkz. tanrı eğer inanırsan çok basit) önümüze koymaktan çekinmez. İndirgenmiş bir çözümsemeyle anlaşılamaycak semboller ve birikimler üzerinden izleyiciye sunulmuş politik bir seri örneğini de meydana getirmekten kaçınmaz.

Olay şu şekilde başlar ve devam eder: Pawel, buz tutmuş gölde kaymak istediğini söyleyince baba buzun kırılıp kırılmayacağını ölçmek üzere deney yapar, gölün yanına gidip ikinci defa kontrol eder ve gölün kırılmayacağı kanısına varır. Bu sırada gölün kıyısında oturan mistik figür donuk mavi bakışlar kamerayı kaplar. Baba ve evsiz arasında geçen bu sessiz diyalog nihayete eremez ve baba eve geri döner. Sonraki gün Pawel eve vaktinde gelmez babanın endişesi ve sürekli bunu inkâr edişi kameraya nesneler üzerinden yansır. Çalışırken kavanozun altından sızıp etrafa sıçrayan mürekkep Kieślowski sinemasının nesne-birey ilişkisini ortaya koymuş olur. Etrafa dağılan mürekkep belki de babanın zihnindeki endişe kumkumasının sembolüdür. İçine sızan mistik endişe vardır fakat bilimin güvenirliği ve aklın ben(ci)liğinden bir inat durumu hâkimdir. Elli dakika boyunca durgun geçen sinema son dakikalarda hızlanır. Çocuğun arkadaşları diğer velilerin soruları gölün etrafına toplanan insanlar her şeyi özetler. Mantıken göle birisi düşmüştür. Ama babanın kalabalığı görmesine rağmen son sahneye kadar gölün yanına gitmediğini görürüz. İnsanoğlunun içindeki kabullenememezlik ve gelgitleri duygusal bir perspektifle izleyiciye yansır. Bekleyiş gölden donmuş iki cesetin çıkmasıyla sona erer. Birisi bir çocuk bedeni diğeriyse bir adam bedenidir. Baba gölün başında ateş yakan adamı görse de buzulun o ateşten etkileneceğini hesaba katmamıştır ve buz kırılmıştır.

Son sahnede oğlunu kaybeden babanın kiliseye gittiğini görürüz. Baba ağlar ve tanrıya yakarır. Aslında hayattaki bu olağandışı ya da alışılagelmemiş durumları hesaba katmaması yukarıda bir tanrı bir analiz yapamaması babanın sorunu olsa da kilisede şamdanları devirmesi ve İsa motifinin alasıyla izleyici ekranda somutlaşır mercek tanrı figürünün içindeki kader kavramına odaklanır ve bölüm sona erer.

Kieślowski’nin bu paradoksal düşünme biçimi, diğer emirler arasında inşa ettiği köprü ve birçok sinematör gibi perde kapandıktan sonra dahi zihinden gitmesine izin vermediği filmografisiyle perde kapanır.

İhanetin ve sadakatsizliğin normalleştiği, hatta sadakat kelimesini lügatlerinde bulundurmayan bir toplumu onların her geçen dakika daha çok yabancılaşmasını ele alıyor Antonioni.

This article is from: